BOĞAZ İLTİHABI
Alm. Halsentzündung (f.), Fr.Infection (f.) de la gorge, İng.Throat infection. Genellikle boğazın kızarması, şişmesi, ağrılı yutma ve boğazda ifrazat artması ile seyreden bir hastalık. Boğaz iltihapları genellikle "Farenjit" olarak adlandırılabilir. Farenjit kendi başına bir hastalık olabildiği gibi; kızıl, nezle, kızamık gibi hastalıkların belirtileri arasında da bulunabilir.
Tütün kullanmak, çok tozlu yerlerde kalmak, duman, tahriş edici gazlar, hava değişiklikleri, çok kuru hava ve benzeri atmosfer durumları boğazı tahriş ederek iltihap meydana gelmesine sebeb olabilmektedir. Belli yiyeceklere karşı hassas olan kişiler, bu yiyecekleri yedikleri zaman yine boğazları tahriş olabilir. Boğazın iltihapları, kulaklarda da ağrı yapar. Çünkü boğaz lenf bezlerinin ve boğaz örtüsünün şişmesi kulağa giden östaki borularını tıkar. Streptokok cinsi bakterilerle meydana gelen boğaz iltihaplarında, boğazı kaplayan ince bir iltihabi zar ortaya çıkar. Böyle durumlarda hemen antibiyotik tedavisi başlamalıdır.
Yapılacak işler: Farenjit, başka bir hastalığın seyrinde meydana gelmiş veya başka bir hastalığın başlangıcı değilse ve ciddi bir iltihabi durum yoksa, belirtilere göre tedavi yapılır. Bu günlerde dinlenmeye dikkat etmeli, kafi miktarda sıvı almalıdır. Ağızda eritilen pastiller, boğazı yumuşatarak fayda sağlayabilirler. Antibiyotik ihtiva eden pastiller alınmamalıdır. Bunlar ağızdaki faydalı mikropları da öldürerek, mantar ve virüslerin iltihaplarına zemin hazırlayabilirler.
Alm. Bosporus (m.), Fr. Bosphore (m.), İng. Bosphorus. Karadeniz ve Marmara denizi arasındaki boğazın Asya ve Avrupa kıyılarının tamamına verilen isim. Şimdi batı dillerinde kullanılan ve aralarında küçük teleffuz farkları bulunanBosphorus, "öküz geçidi" manasına gelen eski Yunanca bir kelimedir. Türk kaynaklarında Boğaziçi; Halic-i bahr-i rum, Halic-i bahr-i siyah, Halic-i Konstantiniye, İskender Boğazı, Konstantiniye Boğazı, Merecü'l-bahreyn, Mecma'ül-bahreyn, İslambol Boğazı ve Boğaz kelimeleriyle isimlendirilmiştir.
Boğaz'a ait muhtelif ölçüler; İstanbul Boğazının kuzeyden güneye (Kavukburnu-Ahırkapı Feneri) uzunluğu 32,2 kilometredir. Boğazın genişliği ise, büyük değişiklikler gösterir. En geniş yeri Anadolu feneri ile Rumeli feneri arası 3600 m ve en dar yeri de, Rumeli Hisarı-Anadolu Hisarı arasında olup 698 metredir.
Boğaziçi akıntıları çok eski devirlerden beri gemilerin seyrini etkilediği için bu çevrede yaşayanların dikkatini çekmiştir. Karadeniz'den Marmara'ya olan üst akıntının ortalama hızı 0,90 km/h ise de, Kandilli önlerinde bu akıntının saatteki hızı 5 km/h'e kadar yükselmektedir. Çok şiddetli güney rüzgarı olduğu zaman bu üst akıntı kısmı ortadan kalkar ve gemicilerin orkoz dedikleri kuzeye doğru hafif bir akıntı meydana gelir.
Boğaziçi'nde üst akıntıdan başka bir de Marmara'dan Karadeniz'e alt akıntı vardır. Üst akıntıya nazaran az sür'atli olan bu akıntı, Kuzguncuk'ta saatte 1,22 metre ile azami hızını kazanır. Bu akıntılara göre Boğaziçi'nin tuzluluk oranı alt ve üstte farklıdır. Karadeniz'den gelen suların tuzluluk oranı binde on yedi, Marmara'dan gelen suların tuzluluk oranı ise binde otuz beştir.
Boğaziçi'ne ait milattan önceki kaynaklarda en tafsilatlı bilgiler Herodot, Polybios, Strabon, Plinius, Arrlan ve Philostratos'da bulunduğu gibi Bizanslı yazar Dionysisos'un eserlerinde de çeşitli bilgilere rastlanmaktadır.
Türkler ise, İstanbul'un fethinden çok önce Boğaziçi ile alakalanmışlar ve burada tahkimata girişmişlerdir. Yıldırım Bayezid devrinde Anadolu Hisarı, fetihden az önce de Rumeli Hisarını inşa ettirmişlerdir. İstanbul'un fethi ve Karadeniz'in bir iç deniz haline gelmesinden sonra Boğaz'da tahkimata fazla önem verilmemiş, zaman zaman bu hususda çeşitli tedbirler alınmakla yetinilmiştir.
Boğaziçi, muhtelif devirlerde muhtelif değişiklikler geçirdi. Mimarisi, nakil vasıtaları ve hayat tarzı bakımından görülen değişiklikler, tarihi açıdan ehemmiyet taşır. Boğaz içinde görülen bu değişiklikler, hala canlı tarih olarak mevcudiyetlerini muhafazaya çalışmaktadırlar.
Rumeli ve Anadolu yakası dahil, Boğaziçi'ni süsleyen semtler şunlardır:
Tophane: Galata'dan Fındıklı'ya kadar sahildeki semte verilen isimdir. Burası bol ağaçlık ve şehre yakın olması hasebiyle tarihte en erken gelişmeye başlamış mıntıkadır. Zamanımızda ise İstanbul'un ticaret merkezi durumundadır. Kılıç Ali Paşa Külliyesi, Nusretiye Camii semtin mühim sanat eserlerindendir. Vaktiyle burada bulunan yalılar, meşhur yangınlar neticesi kaybolmuştur.
Salı Pazarı ve Fındıklı: Tophane'nin devamı olan Fındıklı, Kabataş'a kadar devam eder ve Salı Pazarı, Tophane ile sınır kabul edilir. Vaktiyle salı günleri burada kurulan pazardan dolayı semte Salı Pazarı; Fındıklı'ya ise buradaki bir dere yatağında fındık ağaçlarının bolluğu dolayısıyla bu isim verilmiştir. Tophane gibi şehrin ilk imar edilen semtlerindendir. Uzun yıllar boyunca burada birçok cami, medrese, mektep, çeşme ve hamam inşa edilmiştir. Uzun müddet ilmiye sınıfına birçok ilim adamı yetiştiren bu semtte halen Mimar Sinan Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi bulunmaktadır.
Kabataş: Fındıklı ile Dolmabahçe arasındaki mahallelerden meydana gelir.Semt ismini, Köse Kethüda olarak bilinen Mustafa Necib Çelebinin buradaki sahilhaneyi tamiri esnasında çıkan ve yontularak iskeleye yapılan taştan aldığı söylenilmektedir. Eskiden bağlık ve bahçelik olan semtte, Bağodaları Mescidi, Kabataş Camii ve Hekimoğlu Ali Paşanın yaptırdığı bir çeşme mevcuttur.
Dolmabahçe: Kara Bali bahçeleri ile Beşiktaş bahçeleri arasında ve 1614'te Halil Paşanın ikinci kaptanlığı sırasında, Sultan Birinci Ahmed'in emri ile doldurulmuş ve bu isim verilmiştir. Evliya Çelebiye göre kayık ve mavnalarla taşınan kum, taş vs. ile cirit oynanabilecek bir alan doldurulmuştur. Sultan İkinci Selim devrinden sonra yaptırılan köşk ve saraylar, Sultan Birinci Abdülhamid zamanında şark tarzında, zeminden tavana kadar çinilerle süslenmiştir.Sultan Üçüncü Selim, Beşiktaş sahil sarayını yaptırmış ve 1854'te yıktırılan bu sarayın yerine Sultan Abdülmecid tarafından bugünkü Dolmabahçe Sarayı inşa ettirilmiştir.Yine aynı semtte bulunan Bezm-i Alem Valide Sultan Camii ve bunun karşısındaki sebil de Hacı Mehmed Emin Ağa tarafından yaptırılmıştır.
Beşiktaş: Tabii güzelliği olması sebebiyle çok eski zamanlardan beri hususi bir ehemmiyeti vardır.Semtin ismi, Kaptan-ı Derya Barbaros Hayreddin Paşanın gemilerini bağlamak için sahile yaptırdığı 5 taştan gelmektedir.
Beşiktaş, Osmanlı Devletinin her devrinde itibar görmüş bir semttir. Sultan Birinci Ahmed'den itibaren bu semte muhtelif sahil sarayları, kasırlar ve köşkler inşa edilmiştir. Burada bulunan Beşiktaş sahil sarayı 1678'de inşa edilmiş ve Dolmabahçe Sarayının inşasına kadar ehemmiyetini korumuştur. Çırağan Sarayı ise ilk defa Sultan Dördüncü Murad, ikinci defa Sultan Üçüncü Selim devrinde inşa edilmiştir. Dolmabahçe Sarayının inşasından sonra burası da ikinci plana düşmüş, Meclis-i Mebusan olarak kullanılan saray 1909'da şüpheli bir yangın neticesinde yanmıştır.
Osmanlı devrinde İstanbul'un en mamur semtlerinden olan Beşiktaş'ta o devirden kalma 20 cami ve mescit vardır. Şimdiki Yıldız Parkının girişindeki Hamidiye Camiini, Sultan İkinci Abdülhamid Han 1891 senesinde inşa ettirmiştir.
Ortaköy: Önceleri Yahudi ve Rum mahallesi olan semt, Kanuni Sultan Süleyman devrinde Türklerin buraya iskan edilmeleri ile gelişmiştir. On yedinci asırdan itibaren, devlet erkanının inşa ettirdikleri sahil sarayları ile tamamen mamur hale gelmiştir. Ortaköy Camii ise, Sultan Abdülmecid tarafından 1854-55'te inşa ettirilmiştir.
Kuruçeşme: Tezkireci Osman Efendi Camiinin inşası sırasında su yolları bozulan çeşmeden ismini almıştır. Havasının ve suyunun güzelliği ile meşhur olan semtte birçok köşk ve saray vardır. İskelenin karşısında 150 m açıkta bulunan Serhisbey Adası halen yüzme havuzu olarak kullanılmaktadır.
Arnavutköy: Vaktiyle buraya yerleştirilen Arnavutlardan bu ismi aldığı söyleniyorsa da, ahalisinin ekseriyeti Rum ve Yahudidir. Evliya Çelebi 1000 kadar hanenin olduğunu ve Müslüman bulunmadığını kaydeder. Semtte bulunan çeşme, Sultan Selim, Tevfikiye Camii ise Sultan İkinci Mahmud tarafından inşa ettirilmiştir.
Bebek: Akıntı burnunun kuzeyindeki bu koy ismini, Fatih Sultan Mehmed'in buraya tayin ettiği ve lakabı Bebek olan bölük başından almıştır.Sultan Birinci Selim zamanında hasbahçe olan Bebek, zamanla buraların ihmal edilmesiyle 18. asırda ayak takımının sığındığı yer olmuştur. Bu asırdan sonra semtin imarı için harekete geçilmiş, bu maksatla, Bebek Camii ve birçok dükkan inşa olunmuştur.
Rumeli Hisarı: İsmini Fatih Sultan Mehmed'in fetihten önce inşa ettirdiği hisardan alır. Bebek ve Baltalimanı koylarının arasındaki yüksek bir mevkidir. Evliya Çelebi burayı, bağ ve bahçesiz, kayalık, 1000 kadar evden ibaret bir mahalle olarak tasvir eder.
Baltalimanı: İstanbul'un fethi sırasında kaptan-ı derya olan Baltaoğlu Süleyman Beyin gemileri burada inşa etmesinden bu ismi almıştır.Halen Kemik Hastanesi olarak kullanılmakta olan Reşid Paşa yalısı da buradadır.
Emirgan (Mirgun): Sultan Dördüncü Murad'ın Revan Seferi sırasında kendisine yol gösteren Emirgüne'ye burada bir kasır tahsis edilmesi sebebiyle bu ismi almıştır. Semt, Sultan Birinci Abdülhamid devrinde gelişmeye başlamıştır. Zamanımızda Emirgan Korusu, yaz aylarında İstanbulluların piknik için en fazla gittikleri yerlerdendir.
İstinye: Tabii bir liman olarak çok eskilerden beri meşhur olan semt, 16. asırdan itibaren gelişmeye başlamıştır. Evliya Çelebi zamanında koy'un ağzında bir misafirhane bulunuyordu. Cezayirli Gazi Hasan Paşanın devrinde kurulmuş olan tersane günümüzde kaldırılmıştır.
Yeniköy: Kanuni Sultan Süleyman devrinde kurulmaya başlanan bu köyü Evliya Çelebi Seyahatnamesinde 3000 haneli bir mahal olarak anlatır. Sultan İkinci Mahmud devrinde, Osmanlı mimarisinin zarif örnekleri olan yalılar ve köşkler inşa edilmiştir. Ayrıca, çileğiyle de meşhurdur.
Tarabya: Bu koy da İstinye gibi çağlar boyunca ticari bir merkez olmuştur. Sultan İkinci Selim devrinde yalnızca balıkçı kulübeleri olan semtte padişaha ait bir köşk inşa edilmesiyle gelişmiştir.
Sarıyer: Semt ismini burada medfun "Sarı Baban" namındaki bir zattan aldığı söylenirse de, bakır ihtiva eden ve sarı renkte görünen bir yardan aldığı da rivayet edilir. Sarıyer güzel havası ve şifalı suları ile meşhurdur. Mevcut Kestane Suyu, Çırçır Suyu, Fındık Suyu, Hünkar Suyu, Şifa Suyu bu semttedir. Ayrıca semtin mesire yerleri de meşhurdur.
Rumeli Kavağı: Sultan Dördüncü Murad devrinde, Rus Kazaklarının saldırılarını durdurmak üzere inşa edilen hisar ile ehemmiyet kazanmıştır. Evliya Çelebi kale içinde muhafızlara ait 60 evin bulunduğunu kaydeder. Kale günümüze ulaşmamıştır. Kale günümüze ulaşmamıştır. Halen geniş bir kısmı askeri bölge olan semtte güzel mesire yerleri vardır.
Anadolu Kavağı: Osmanlılar devrinde bazı yolları ve askeri istihkamları ihtiva eden önemli bir bölgedeydi. Semtte bulunan kale Dördüncü Murad Han zamanında tamir ettirilmiştir. On yedinci asırda kalabalık bir bölge olan bu semtte, 3 tane cami vardır. Evliya Çelebi, limanında her zaman 300 geminin bulunduğunu yazar. Bu semtin de Rumeli Kavağı gibi çok geniş bir kısmı askeri bölgedir.
Beykoz: Boğaziçi'nde, Servi Burnunun kuzeyinde bulunan bu semtin ismi, Osmanlı Devletinde, Kocaeli valilerinin karargahı olmasından gelmektedir. Balıkçılık gelişmiştir. Kalkan balığı oldukça meşhurdur. Ayrıca mesireleri de çok itibar edilen yerlerdir.
Paşabahçe: Önceleri sadece Hıristiyanların oturdukları bir semt olan Paşabahçe'ye, Sultan Üçüncü Mustafa devrinden itibaren Müslümanlar yerleşmeye başlamışlardır. Burada bulunan Şişe-Cam Fabrikasının ekonomimizde önemli bir yeri vardır.
Kanlıca: Bu semt adını, burada yerleşen ve Kanglı denilen eski bir Türk kabilesinden almıştır.Sütü ve yoğurdu meşhur olan Kanlıca, bilhassa mesire yerleri ile Boğaziçi'nin güzide semtlerindendir.
Anadolu Hisarı: Sultan Yıldırım Bayezid'in Boğaz'ı kontrol etmek üzere yaptırdığı hisardan ismini almıştır. Göksu ve Küçüksu mesireleri ile meşhur olan semt, baharda pikniğe gelenlerle dolar.
Kandilli: İsmini bir rivayete göre Sultan Dördüncü Murad'ın Revan Seferinden dönüşünde bir şehzadesinin buradaki bir köşkte doğması ve burada tertib edilen, yedi gece süren kandil donanmasından almıştır. Asırlar boyunca padişahların çok itibar ettikleri Kandilli, sonraları Fransız ve İngilizlerin oturdukları bir yer olmuştur.
Vaniköy: Sultan Dördüncü Mehmed'in ikinci hocası olan Vani Mehmed Efendiden ismini almıştır. Şimdi rasathanenin bulunduğu tepede, 1911 senesine kadar yangını haber veren toplar atılırdı.
Çengelköy: Burada gemi çapalarının yapılmasından dolayı bu ismi almıştır. Çengelköy'ün başlıca mesiresi olan Havuzbaşı, Beylerbeyi ile huduttur. Burada Şeyh Nevres Tekkesi bulunmaktadır. Ayrıca 1872'de inşa edilen Kuleli askeri Lisesinde halen öğretim devam etmektedir.
Beylerbeyi: Sultan Üçüncü Murad devri beylerbeylerinden olan Mehmed Paşanın sahil sarayının yerine yapılan saraya verilen ismin bütün semte genişlemesinden bu ismi almıştır. Bu sarayı 1865'te Sultan Abdülaziz Han yeniden baştan başa mermer olarak inşa ettirmiştir.
Kuzguncuk: Adını, Fatih Sultan Mehmed devrinde buraya yerleşen Kuzgun Baba adlı bir veliden alan semt, önceleri daha ziyade Rum ve Yahudilerle meskundu. Fakat inşa edilen cami ile Müslümanların da itibar ettikleri bir semt olmuştur.
Hayatta ve Sanatta Boğaziçi
Boğaziçi, İstanbul'dan tamamen farklı, fakat ondan ayrı düşünülemeyen, bir güzellikler bölgesidir.Her semtin ayrı hüviyete sahip olmasına rağmen yine de bir bütün teşkil etmesi, oradaki hayatın ve hatıraların bir terkibidir. İstanbul'un fethinden sonra meydana gelen bu terkip, tamamen Müslüman Türkün eseridir. 1100 sene süren Roma ve Bizans medeniyeti burada böyle bir bütün teşkil edemedi.
Türk İslam medeniyeti, Boğaziçi'ne İstanbul'dan 60 sene önce yerleşti. Anadolu yakasındaki bazı köylerin kuruluşu bu zamana rastlar. Fetihten sonra Boğaziçi'ne iskanların başlaması, dünyada eşi olmayan bir güzelliğin ortaya çıkmasına sebeb oldu. Batılı bir şairin; "Yer ve gök arasında dalgalanan en güzel çizgi budur." dediği, yeşil ve mavinin en nefis tonlarının bulunduğu Boğaziçi, Osmanlı Türkünün eseri olarak şenlendi. Boğaziçi'ne Türklerin bu kadar değer vermesi, iki taraftaki dağların arasında boğazın ihtişamla akmasının, Orta Asya'daki eski yurtlarını hatırlatması olabilir.
Boğaziçi gibi eşsiz güzellikler diyarının edebiyatımızdaki tesirleri de mühimdir. İstanbul'da yaşayıp da burası ile ilgili şiir yazmayan şairimiz yok gibidir.
On yedinci asırda yaşayan Nev'izade Atai, Alemnuma adlı eserinde boğazı tasvire çalışmıştır. Şair, sandal sefalarını, mesireleri anlattıktan başka, semtleri ayrı ayrı işlemiştir. Şair Fenni (17. asırbaşı) Sahil-name adlı manzum eserinde,Galata'dan başlayıp, Kavaklardan geçerek Üsküdar'a kadar her semte bir beyit tahsisi ile Boğaziçi'ni tasvire çalışmıştır. Şiirde 63 beyit vardır.
Divan şiirinde önemli bir yeri olanBoğaziçi, gazellerde, kasidelerde gayet canlı olarak anlatılır. Şiirlerde Boğaz'ın anlatılması an'anesi,Nedim, ŞeyhGalib,Enderuni Vasıf, Enderuni Fazıl'dan başlayarak kesintisiz günümüze kadar devam etmiştir.
Tanzimattan sonra Boğaz daha ziyade roman ve hikayelere malzeme teşkil etmiştir.
Nazım, Zehra adlı romanına uzun bir Boğaz tasviriyle başlar. Halid Ziya Uşaklıgil'in Aşk-ı Memnu adlı romanında Göksu'daki mesireleri anlatan uzun pasajlar bulmak mümkündür. Aynı yazarın Bir Yazın Tarihi adlı eserindeki olaylar Çubuklu'daki bir yalıda geçer. Mehmed Rauf, boğazın daha alafranga kısmı olan Büyükdere ve Tarabya'yı hikayelerinde dekor olarak kullanır.Hüseyin Rahmi Gürpınar, Cadı adlı eserinde Rumelihisarı ile Baltalimanı arasındaki yolların esrarlı havasını anlatır. Halide Edip Adıvar'ın Tatarcık'ında günün muhtelif saatlerindeki Boğaz manzaraları resimleştirilir. Ayrıca Yakub Kadri Karaosmanoğlu, Refik Halit Karay, Ahmed Rasim, Safveti Ziya, Ruşen Eşref ve Abdülhak Şinasi de Boğaziçi'nden canlı manzaralar tasvir ederler. Hatta Abdülhak Şinasi Hisar'ın Boğaziçi Yalıları ve Boğaziçi Mehtapları adlı eserleri bu bakımdan dikkat çeker.
Günümüz şiirinde Boğaz'ı beş asırlık ihtişamıyla, en güzel haliyle yaşatan Yahya Kemal Beyatlı olmuştur. Saatten saatte değişen rengi, suyun akışı ve asırlar boyunca Boğaziçi'ne sinen Türk zevki Yahya Kemal'in şiirlerinde görülebilir.
Alm. Bosporusbrücke (f.),Fr. Le Pont (m.) du Bosphore, İng. Bosphorus bridge. Asya ve Avrupa kıtalarını, İstanbul Boğazı üzerinde birleştiren köprü. Anadolu yakasında Beylerbeyi'nden başlar, Avrupa yakasında Ortaköy'den geçer, Mecidiyeköy'de sona erer.Yirminci yüzyılda iki kara parçasını birbirine bağlayan on büyük asma köprü vardır. Bunlardan bazıları Boğaziçi Köprüsünden önce yapılmış ve uzunlukları daha fazladır. Fakat iki kıtayı birleştiren Boğaz'ın güzel mavilikleri arasında inci gibi asılan iki köprüden biri Boğaziçi diğeri ise Fatih Sultan Mehmed Köprüsüdür.
Milattan önce 513 yılında Pers Hükümdarı Dara, Boğaz'ın en dar yeri olan Anadolu Hisarı ile Rumeli Hisarının bulunduğu yerde gemileri yan yana dizdirerek bir köprü yaptırmıştı. Bu köprüden seksen bin askerini Boğaz'ın karşı yakasına geçirdi. Bu esasında köprü olmayıp sadece geçiş için kullanılan yüzen araçlardan yapılan bir geçitti.
Anadolu hakimiyetinden Rumeli topraklarına fetih için geçen Türkler Boğaz'ı rahat geçebilmek için köprü yapmayı düşünmüşlerdi. Yıldırım Bayezid'in yaptırdığı Anadolu Hisarı, Fatih Sultan Mehmed Hanın yaptırdığı Rumeli Hisarı, gelecekteki köprü yapımının bir ön hazırlığı idi. Fakat o gün için bu hisarlar Boğaz'ın giriş-çıkışını kontrol eden ve iki tarafta hakimiyeti sağlayan muhteşem kalelerdi.
Daha sonraki senelerde askeri bakımdan faydalı olacağını düşünenler, köprünün yapılmasını fiiliyata çıkaramadılar. Hatta İtalya'nın büyük ressamı Leonardo Da Vinci Boğaz'ın iki yakasını birleştiren açılır kapanır bir köprü yapımını o zaman Osmanlı Sultanı olan İkinci Bayezid'e teklif etmişse de yapım için teşebbüse geçiş olmadı. O zaman için köprü üzerinde durulmamasının esas sebebi Osmanlıların Akdeniz ve Karadeniz'de mutlak hakim olmalarıydı.
Aradan geçen uzun zaman ve Boğaz'a konan buharlı gemilerin çalıştırılması köprü fikrini tekrar gündeme getirdi. Boğaz Köprüsüne askeri bakımdan büyük ihtiyaç duyulmaya başlanmasından dolayı Sultan İkinci Abdülhamid Han "Bosphorus Railroad Company"ye köprü projesi hazırlattı. Hazırlanan projeye göre ahşaptan yapılacak, kuleleri bulunacak, geceleri ışıklandırılıp üzerinden demiryolu geçecekti. Fakat siyasi hadiseler ve tahttan indirilmesi, teşebbüsün tasarı halinde kalmasına sebeb oldu.
Cumhuriyet devrinde Boğaz'ın iki tarafından trafiğin fazlalaşması Boğaz Köprüsünün bir an önce yapılması gerektiği fikrine ağırlık kazandırdı. İlk ciddi teşebbüs 1953 yılında yapıldıysa da 1969 yılına kadar bu iş neticelenmedi. 1969 yılında Boğaz Köprüsü inşası "Hochtief-Cleveland" İngiliz-Alman firmasına ihale edildi. Asya ve Avrupa'yı birleştirecek, yüzyıllardır insanlığın hayalini gerçekleştirecek köprünün temeli, 20 Şubat 1970 günü devrin başbakanı Süleyman Demirel tarafından atıldı. Üç seneyi aşkın çalışmalardan sonra 30 Ekim 1973 günü beş yüz bin kişinin katıldığı muhteşem bir törenle açıldı. Bu büyük eser 39 ay 19 günde bitirilmiş ve çevre yolları dahil o zamanın parasıyla iki milyar seksen milyon liraya mal olmuştu.
Dünyadaki yapılan asma köprüler, ayakları arasındaki uzaklığa göre sıralanır. Boğaz Köprüsünün ayakları arasındaki uzunluk 1070 metredir. Buna göre asma köprülerin arasında Avrupa'da üçüncü, dünyada yedincidir. Boğaziçi Köprüsünden önce gelen diğer köprüler şunlardır: İngiltere'de Humber Köprüsü (1410 m), New York'daki Verrazano Köprüsü (1298 m), San Fransisko'daki Golden Gate Köprüsü (1280 m), Michigan'daki Mackinac Köprüsü (1158 m), Japonya'daki Miami Bisanseto (1100 m). Boğaz Köprüsü'nün toplam uzunluğu 1560 metredir.
Ortaköy'deki kule temelleri için deniz seviyesinden 24 ve 17 m Beylerbeyi'ndeki kule temelleri için 5 ve 12 metre aşağıya inilmiştir. Ana kabloları taşıyan yüksek kuleler 165 metre yüksekliğiyle İstanbul'un en yüksek yapısıdır. Ana kablolar 58 cm çapında olup, 19 bükümlüdür. Kule ayakları tabanda 7x5,20 metre, tepesinde ise 7x3 metredir.
Boğaz Köprüsünün açılış tarihinden itibaren 31.6.1992 tarihine kadar üzerinden geçen araç sayısı ve elde edilen gelirler.
Yıl |
Araç Sayısı |
Gelir |
31.10.1973 |
31.10.1974 |
5.641.568 |
163.049.667 |
31.10.1974 |
31.10.1975 |
8.148.714 |
261.002.591 |
31.10.1975 |
31.10.1976 |
11.114.831 |
363.696.446 |
31.10.1976 |
31.10.1977 |
13.837.025 |
494.361.233 |
31.10.1977 |
31.10.1978 |
13.619.268 |
759.130.099 |
31.10.1978 |
31.10.1979 |
13.217.184 |
735.395.777 |
31.10.1979 |
31.10.1980 |
13.650.209 |
997.567.103 |
31.10.1980 |
31.10.1981 |
14.686.783 |
1.962.307.935 |
31.10.1981 |
31.10.1982 |
16.787.472 |
2.502.130.446 |
31.10.1982 |
31.10.1983 |
18.361.772 |
3.767.334.269 |
31.10.1983 |
31.10.1984 |
18.981.548 |
8.388.171.905 |
31.10.1984 |
31.10.1985 |
18.798.761 |
16.188.721.302 |
31.10.1985 |
31.10.1986 |
22.082.576 |
24.045.951.965 |
31.10.1986 |
31.10.1987 |
23.887.179 |
34.486.080.272 |
31.10.1987 |
31.10.1988 |
25.412.459 |
57.176.778.585 |
31.10.1988 |
31.10.1989 |
25.955.203 |
103.731.785.450 |
31.10.1989 |
31.10.1990 |
25.455.070 |
143.021.459.000 |
31.10.1990 |
31.10.1991 |
22.792.313 |
225.913.995.000 |
31.10.1991 |
31.06.1992 |
16.309.139 |
175.389.720.000 |
(Not: 2 Kasım 1992 tarihli Karayolları 17. Bölge Müdürlüğünün verilerine göre)
(Bkz. Rumeli Hisarı)
Alm. Bosporus (m.) u. Dardanellen (pl.), Fr.Bosphore (m.) et Dardanelles (pl.), İng.Bosphorus and Dardanelles. Dünya siyaseti bakımından çok önemli olup, bilhassa iki yüz yıldır siyasi nüfuzun ve egemenliğin çarpıştığı bir yer durumuna gelen İstanbul ve Çanakkale boğazları. Doğu ile batı, güney ile kuzey arasında bir menfaat çarpışmasının kalbi, uzun zaman hep bu boğazlar olmuştur.
Çanakkale Boğazında, Karadeniz hakimiyeti için çok eski devirlerde de çeşitli savaşların olduğu görülmektedir. M.Ö. 512'de Pers Kralı Dara, İskitlerin peşinden batıya ilerlerken İstanbul Boğazının en dar yerine (Rumeli Hisarının bulunduğu yer) sallardan meydana gelen bir köprü kurdu. Pers-Yunan savaşında ise, Kserxes I, Çanakkale Boğazında kurduğu köprü ile Avrupa'ya geçti (M.Ö. 480). Bu olaydan 116 sene sonra Büyük İskender'in kuvvetleri yine bu yerden Anadolu yakasına geçirilmişti. Bu tarihten Doğu Roma İmparatorluğunun kurulmasına kadar Boğazların pek önemi olmadı. 672 yılında İslam donanması Çanakkale Boğazını geçerek Haliç'e kadar sokuldu. Dokuzuncu yüzyıla kadar devam eden İslam akınları karşısında İstanbul Boğazı Haçlı ordularına geçit yeri oldu. Dördüncü Haçlı Seferinden sonra Boğazların hakimiyeti Venediklilerin eline geçti. Çok geçmeden Boğazların hakimiyetinde Cenevizliler de rol oynamaya başladılar. On dördüncü yüzyıl ortalarına kadar devam eden Venedik-Ceneviz hakimiyeti bu yüzyılda yerini Türklere terk etti.
1332'de Aydınoğlu Umur Bey Gelibolu'yu iki defa kuşatma altına aldı. 1356'da ise Osmanlı Sultanı Orhan Beyin oğlu Süleyman Paşa, Gelibolu ve Bolayır'ı ele geçirerek Avrupa topraklarına ayak bastı. Rumeli'deki fetihler birbirini takib ediyordu. Yıldırım Bayezid Han, İstanbul'u almak için Anadolu Hisarındaki Güzelce Hisar adı verilen kaleyi yaptırdı. Fatih Sultan Mehmed Han Anadolu ve Rumeli ülkelerini birbirine bağlayan ve aynı zamanda iki denizin arasını kesmek, geçişe tamamen hakim olmak için Boğaz'ın en dar fakat akıntının fazla olduğu yerde Rumeli Hisarını inşa ettirdi. Nihayet İstanbul'un 29 Mayıs 1453'te fethi ile Boğazların hakimiyeti tamamen Osmanlılara geçti. Sultan İkinci Bayezid Han zamanındaki fetihlerden sonra, Osmanlılar Çanakkale Boğazı, Marmara Denizi ve Karadeniz Boğazına bir yabancı kuvvetin serbestçe girmesine müsaade etmediler. Osmanlıların Karadeniz ve Akdeniz'deki mutlak hakimiyetleri buradaki devletlerin rahat içinde yaşamalarına sebeb oldu. Daha önce eşkıyalık yapan Venedik, Malta, Cenevizliler bu kuvvetin karşısında teslim oldular ve uzun zaman eşkıyalık yapamadılar.
Osmanlıların zayıflaması pekçok devletin Boğazlar üzerinde menfaat çatışmalarına sebeb oldu. İstiklal Savaşı neticesinde de Boğazlar Türk hakimiyetinde kaldı.
Çanakkale Boğazı, Adalar Denizi olarak adlandırılan Ege'yi Marmara Denizine birleştirir. Coğrafi yapı olarak İstanbul Boğazına benzer. Fakat daha uzun ve daha geniştir. Çanakkale Boğazının uzunluğu 56 km, en geniş yeri 7500 m, en dar yeri 1290 metredir. En derin yeri 105 metreyi bulur. Ortalama derinlik ise 30-40 metre arasındadır. İstanbul Boğazı, Karadeniz ile Marmara Denizini birleştirir.
Tuzluluk dereceleri ve yükseklikleri farklı iki denizi birleştirdiğinden, Boğaz'da devamlı akıntı vardır. Karadeniz'in daha az tuzlu olan suları üstten Marmara'ya doğru; Marmara'nın daha tuzlu suları da alttan Karadeniz'e doğru akar. Üst akıntı alt akıntıya nazaran hem daha hızlı hem de geçirdiği su bakımından daha fazladır. En büyük hız Kandilli hizalarında olup saniyede 1.45 metreyi bulur.
Boğaz'ın ortasından geçen bir hatta göre uzunluğu 29.9 kilometredir. Kıyıları takib eden uzunluk ise Rumeli tarafı Haliç dahil 46 km Anadolu kıyısı ise (Anadolu Feneri ile Kız Kulesi arası) 34 kilometredir. Boğaz'ın genişliği yer yer değişir. En dar kısmı hisarlar arası olup 698 metredir. Anadolu ve Rumeli fenerleri arası 3600 m ile Boğaz'ın en geniş yeridir.
İstanbul Boğazındaki Önemli Kazalar
Büyük mal ve can kaybına sebeb olan son yıllardaki önemli kazalar şöyle sıralanmaktadır:
14 Aralık 1960 tarihinde Yunan tankeri ile Yugoslav tankeri Kanlıca önlerinde çarpıştı. Çıkan yangın Boğaz için büyük tehlikeye sebeb olurken, tanker kaptanları dahil 20 kişi öldü. Her iki gemi Boğaz trafiği için büyük engel ve tehlike teşkil etti.
15 Eylül 1963'te Norveç tankeri Serviburnu'nda yarı yatık olan tankere çarptı. Binlerce ton akaryakıt Boğaz sularına yayıldı.
4 Aralık 1963 günü Sovyet yük gemisi sis yüzünden Baltalimanı'nda yalılara bindirdi; üç kişi öldü, 11 kişi yaralandı.
13 Aralık 1963'te Yunan tankeri Kanlıca'da yalılara bindirdi. Hasar çok fazla oldu, bir kişi öldü.
21 Haziran 1965'te Sovyet gemisi Beylerbeyi iskelesi yanındaki kahveye bindirerek hasara sebeb oldu.
9 Kasım 1965'te Yunan yük gemisi sis yüzünden Yeniköy önlerindeki bir yolcu motoruna çarptı, 5 kişi öldü.
1 Mart 1966 günü Sovyet tankeri ile Sovyet yük gemisi gece Üsküdar önlerinde çarpıştı. Akaryakıt denize yayıldı ve ateş aldı. İskele yandı.
18 Aralık 1966'da Romanya tankeri Beylerbeyi önünde bir balıkçı motoruna çarptı, 7 kişi öldü.
27 Temmuz 1972'de Turan Emeksiz vapuruSönmezler şilebiyle Sarayburnu önünde çarpıştı, 5 kişi öldü.
30 Aralık 1972'de Beşiktaş civarında bir dolmuş motoru ile mavna çarpıştı, 6 kişi öldü.
15 Kasım 1979'da Rumen İndepentante tankeriyle Yunan tankeri çarpıştı. Rumen tankeri yanarak battı.
25 Ocak 1981 Toroslar-Türk gemisi ile İndian Trader-Hindistan gemisi çarpıştı.
23 Eylül 1982 Lutra-Romanya gemisi ile Geminii Erra-İtalyan gemisi çarpıştı.
13 Mayıs 1983 Göztepe ve Engin isimli iki Türk gemisi çarpıştı.
28 Şubat 1984 Hamdi Karahasan-Türk gemisi ile Aleksandra Kolon-Sovyetler Birliği gemisi çarpıştı.
5 Ocak 1985 Agosta-Bulgar gemisi ile Clabuget-Romanya gemisi çarpıştı.
16 Ocak 1985 Trountenbels-Yunanistan gemisi karaya oturdu.
18 Ocak 1986 Flag Williams-Yunan gemisi ile Meng Hai-Çin gemisi çarpıştı.
15 Temmuz 1987 Menteşe-Türk gemisi yandı.
4 Eylül 1988 Bazias-4 Romanya gemisi ile Tuncay Çepnioğlu gemisi çarpıştı.
21 Şubat 1989 Burak ve Mehmet Mete Türk gemileri çarpıştı.
29 Mart 1990 Jambur-Irak gemisi ile Dattong Shan-Çin gemisi çarpıştı.
8 Aralık 1991 Nursun-Malta gemisi ile Beatrice-İtalyan gemisi çarpıştı.
14 Şubat 1992 Boğaziçi-Türk gemisi ile Satumave-Romanya gemisi çarpıştı.
Çanakkale Boğazındaki Önemli Kazalar
4 Nisan 1953'te Naraburnu önlerinde Dumlupınar denizaltısı İsveç şilebi ile çarpıştı kazada 81 denizcimiz şehid oldu.
1 Kasım 1966'da Derince araba vapuru Sovyet şilebi ile Eceabat açıklarında çarpıştı ve battı.
19 Nisan 1969'da Hindistan şilebi ile Sovyet şilebi çarpıştı.
7 Aralık 1969'da Yunan şilebi, Çanakkale iskelesindeki Ayvalık vapuruna çarptı, can kaybı olmadı.
11 Ocak 1972'de Norveç ile Liberya şilepleri çarpıştı, can kaybı olmadı.
1982 yılında meydana gelen toplam 24 deniz kazasında beş kişi öldü sekiz kişi de yaralandı. Ancak 1 Mayıs 1982'de yürürlüğe konulan sağ seyir düzeni ile kazalarda belirli bir azalma sağlandı. Bu düzene göre Türk limanlarına uğrayacak olan yabancı bandralı gemilere kılavuz kaptan alma mecburiyeti getirildi. Boğaz'ı ve Boğaz trafiğini iyi tanıyan Türk kılavuz kaptanları sayesinde 1983 yılından itibaren deniz kazaları büyük ölçüde önlenmiş oldu.
4 Nisan 1984 Bizans-Romanya gemisi ile Tay-Sovyetler Birliği gemisi çarpıştı.
17 Ekim 1984 Göksu-Türk gemisi karaya oturdu.
16 Mart 1985 Esram ile Murat Türk gemileri çarpıştı.
28 Kasım 1986 Hamdi İsmet-Türk gemisi Volgo Netl-111-Sovyetlerbirliği'ne ait demirli gemiye çarptı.
4 Mart 1988 Norsun-Malta gemisi ile Yamak-Türk gemisi çarpıştı.
8 Ocak 1991 Kupari-Yugoslavya gemisi ile Leonhard-Singapur gemisi çarpıştı.
İstanbul ve Çanakkale boğazlarında bu kazalarla birlikte 10 Nisan 1952'den 27 Şubat 1992'ye kadar toplam 444 adet kaza meydana gelmiştir.
Alm. Frage der Meerengen, Fr. Question des détroits, İng. The question of the Straits. İstanbul Boğazı, Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazından yabancı gemilerin geçişiyle ilgili olarak milletlerarası diplomaside çeşitli zamanlarda ele alınan anlaşmazlık.
Osmanlı Devleti Karadeniz'e, Marmara Denizine ve boğazlara hakim olduğu sırada boğazlarla ilgili bir mesele olmamıştır. Ancak Rusya 18. yüzyılda Karadeniz'in kuzey kıyılarına hakim olunca, Osmanlı Devleti 1774'te imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşmasıyla Rus ticaret gemilerine Boğazlardan Serbest geçiş hakkı tanıdı. 1798 ve 1805 Osmanlı-Rus İttifak antlaşmalarıyla Karadeniz bütün yabancı devletlerin savaş gemilerine kapatıldı. Rus savaş gemilerine Boğazlardan serbest geçiş hakkı tanındı ve yabancı savaş gemilerinin Karadeniz'e zorla girmek istemeleri durumunda da Osmanlı-Rus donanmalarının birlikte karşı koymaları hükme bağlandı. Fakat bu antlaşma kısa bir müddet sonra 1807 Osmanlı-Rus Savaşı ile yürürlükten kalktı.
Osmanlı Devleti 5 Ocak 1809'da İngiltere ile imzaladığı Kala-i Sultaniye (Çanakkale) Antlaşması ile Boğazları yabancı savaş gemilerine kapalı tutmayı taahhüt etti. 1829 Edirne Antlaşmasıyla Rusya Boğazlardan ticaret gemilerini geçirme hakkını yeniden elde etti. Ayrıca Osmanlı Devleti Boğazları sulh içinde bulunduğu bütün devletlerin ticaret gemilerine açtı. Sultan İkinci Mahmud Han 1833'te Mısır meselesinde aldığı yardım karşılığında Hünkar İskelesi Antlaşmasını imzalayarak Boğazları Rusya lehine yabancı savaş gemilerine kapatmayı kabul etti. Bu antlaşma büyük Avrupa devletlerinin Boğazlar'ın sulh döneminde Osmanlı olmayan bütün savaş gemilerine kapalı tutulması kuralını benimsediği 15 Temmuz 1841 Londra Boğazlar sözleşmesi ile iptal edildi. Buna rağmen Osmanlı Devletinin müttefiki olan İngiltere ve Fransa Kırım Savaşı sırasında Rusya'ya saldırmak üzere donanmalarını Boğazlardan geçirdiler. Londra Boğazlar Sözleşmesi, bütün savaş gemilerinin Boğazlardan Serbest geçişine izin veren 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Boğazlar Sözleşmesine kadar yürürlükte kaldı. Birinci Dünya Savaşı sonunda 30 ekim 1918'de imzalanan Mondros Mütarekesinden sonra Boğazların hakimiyeti fiilen Osmanlı Devletinin elinden çıkıp, tamamen İtilaf Devletlerinin eline geçti.
Lozan Antlaşmasıyla birlikte aynı anda imzalanan, Lozan Boğazlar Sözleşmesinin sonunda, Boğazlar, askerden arındırıldı. Savaş gemilerinin geçişi herhangi bir izne bağlı olmadan tamamen serbest bırakıldı. Sulh döneminde yabancı ticaret gemilerine geçiş serbestliği tanındı. Bir savaş döneminde Türkiye'nin tarafsız olması halinde de sulh dönemindeki kaideler geçerli sayıldı. Türkiye'nin taraf olduğu bir savaş halinde tarafsız gemilerin düşmana yardım etmemek kaydıyla Boğazlardan serbestçe geçmesi hükme bağlandı.
Türkiye; Lozan Boğazlar Sözleşmesinin, Türkiye'nin hükümranlık haklarını kısıtlıyan hükümler taşıması sebebiyle Boğazlar rejiminin statüsünde ilk defa 1933 Londra Silahsızlanma Konferansında dile getirilen bir değişiklik talebinde bulundu. İtalya dışında Lozan Boğazlar sözleşmesini imzalayan devletlerin katıldığı Montreux Konferansı sonunda Boğazları tahkim etme konusunda Türkiye'ye tam yetki veren ve Karadeniz'de kıyısı bulunmayan devletlerin savaş gemilerinin geçişini kısıtlayan Montreux Sözleşmesi 20 Temmuz 1936'da imzalandı.
Boğazlar Meselesi 1945'te Yalta ve Potsdam konferanslarında müttefik devletler arasında tekrar ele alındı. Ancak kesin ve net bir anlaşmaya varılamadı. İkinci Dünya Savaşından sonra yeniden milletlerarası gündeme gelenBoğazlar meselesi, devletler arasında tartışıldı. Sovyetler Birliği, savaştan sonra siyasi dengelerin değiştiğini, bu sebeple Boğazlar rejiminde de yeni şartlara uygun bazı değişiklikler yapılması gerektiğini savundu. İkinci Dünya Savaşı sırasında Türkiye'nin Montreux Sözleşmesine uymadığını ileri sürerek kendi emniyetinin sağlanması için Boğazların Karadeniz'de kıyısı olmayan devletlerin savaş gemilerine kapatılmasını, Karadeniz'de kıyısı olan devletlerin savaş gemilerine ise her zaman açık tutulmasını taleb etti. Ayrıca Boğazlardan geçiş rejiminin yalnızca Türkiye ile Karadeniz'de kıyısı olan devletler arasında düzenlenmesi gerektiğini savundu. Diğer taraftan Sovyetler Birliği düşmanca maksatlarla kullanılmasını engellemek için Boğazların Türkiye ile Sovyetler Birliği tarafından ortak olarak savunulmasını istedi. Bu isteklerini 7 Ağustos 1946 ve 24 Eylül 1946 tarihli iki notayla Türk hükumetine bildirdi. ABD ve İngiltere Boğazlar rejimi hakkında yeni bir düzenleme yapılmasına karşı olmadıkları için Sovyetler Birliği'nin teklifini kabul ediyorlardı. Fakat diğer batılı ülkeler Boğazlar rejiminin Montreux Sözleşmesinin esasları dahilinde milletlerarası bir toplantıda görüşülmesi gerektiğini savundular. Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında ikili görüşmeler yapılmasını kabul etmediler. Türkiye Cumhuriyeti hükümeti,Sovyetler Birliği'nin notalarına karşı 22 Ağustos 1946 ve 18 Ekim 1946 tarihlerinde verdiği notalarla Boğazlar rejiminde yapılacak bir değişikliği ilke olarak kabul ediyor, ama bunun ikili görüşmeler yoluyla değil de milletlerarası bir toplantıda ele alınması gerektiğini bildiriyordu. Bu notalarda ayrıca Boğazlar konusunda ortak savunma talebinin kesinlikle kabul edilemiyeceği açıklandı.
Bu sırada meydana gelen bazı önemli siyasi ve askeri gelişmeler, Boğazlar rejiminin yeniden değiştirilmesi konusunda milletlerarası konferans toplanması teşebbüsünü neticesiz bıraktı. Dolayısıyla Boğazlar rejiminde bir değişiklik olmadı. Böylece Montreux Sözleşmesinin hükümleri günümüze kadar değiştirilmeden yürürlükte kaldı.
Alm. Keuchhusten (m.), Fr. coqueluche (f.), İng. whooping couth. Bordatella pertussis bakterisinin sebeb olduğu, öksürük nöbetleri ve solunum yollarında müköz zarların iltihabı ile kendini gösteren bir çocukluk çağı hastalığı. Öksürük, hastayı soluksuz bırakır ve nöbetin sonunda derin bir nefes alma ile birlikte bir ötme sesi duyulur.
Hastalığın en önemli özelliği haftalar hatta aylarca sürebilmesi ve bu zaman içerisinde birçok komplikasyon (ihtilat, yan etki) ortaya çıkarılabilmesidir. Boğmaca bütün yaşlarda görülebilmekle beraber, çocukluk çağında çok daha sık görülür. Üzerine başka bir bulaşıcı hastalık (genellikle zatürre) eklendiği zaman öldürücü olabilir. Hastalık, kız çocuklarında erkeklerden daha sıktır. Hastanın öksürmesi, konuşması, bağırması esnasında ağzından sıçrayan damlacıklar bakteri ile bulaşır. Çocuğun yaşı ne kadar küçükse hastalıktan etkilenme o derece fazla olur. Bilhassa süt çocukları için çok tehlikelidir. Yaş ilerledikçe hastalığı tehlikesiz atlatmak şansı artar.
Boğmaca genellikle üç safhadadır. İlk safha 7-14 günlük kuluçka döneminin ardından gelen nezle safhasıdır. Nezle safhasının ardından 2-3 hafta sonra patlayıcı öksürük ve bunu takip eden ötüş sesi ile karakterize nöbetler başlar. Öksürük sırasında çocuğun yüzü ve yüz toplardamarları şişer, gözlerinden yaşlar akar. Öksürük nöbetini kusma takip edebilir. Devamlı kusmalar oluyorsa su kaybı ortaya çıkabilir. Zatürre, atelektazi (akciğerin bir lobu veya parçasının sönmesi) gibi ciddi durumlar ortaya çıkabilir. Bu devrede çocuk havale (konvülsiyon) geçirebilir. Öksürük nöbetleri safhasından sonra iyileşme dönemi gelir. Burada öksürük nöbetleri giderek seyrekleşir ve hasta iyileşir. İyileşme ile birlikte kalıcı bağışıklık bırakır.
Bazı hafif seyreden ve ismine "para pertussis" denilen boğmaca tipleri de vardır. Bu tiplerde hastalık hafif seyreder ve kısa sürer. Boğmaca ile en çok karıştırılan durum allerji ve astım öksürükleridir. Allerjik öksürüklerde nöbet uzun sürmez ve yüzde morarma, kusma gibi ağır belirtiler ortaya çıkmaz.
Korunma ve tedavi: 2, 4 ve 6. aylarda üç zerk ile yapılan karma aşı, hastalığa karşı korunma sağlar. İki ve altıncı yaşlarda birer defa daha rapel (kuvvetlendirici aşı) yapılır. Karma aşıda aynı zamanda tetanos ve difteri aşıları da bulunur. Hastalığın tedavisinde mikroba karşı verilecek ilaçlar genellikle etkisiz olup, hastayı rahatlatıcı tedavi ön plandadır. Bol miktarda sıvı gıdalar verilmeli, odanın havası devamlı değiştirilmeli, nöbetler daha çok yemekten sonra geldiği için, sık sık az yemek vermelidir. Antibiyotik tedavisi hastalığın kendisine faydasız olup, ilave hastalıkların gelişmesini önler.