BİTKİLER
Alm. Pflazen (f), Fr. plante (f), İng. plants. Bulunduğu yere daha çok kökleriyle tutunarak gelişen (planktonlar hariç) ve üreyerek hayat süresini tamamladıktan sonra kuruyup ölen yosun, mantar, otsu veya ağaçsı yapıdaki canlı varlıklar. Canlılar (bionta), hayvanlar ve bitkiler alemi olmak üzere iki grupta incelenirler.
Bitkiler, yeryüzünde çok geniş alanlar kaplar. Yapılan hesaplara göre yeryüzünün bitki örtüsünü meydana getiren organizmalar topluca 2500 km3lük bir hacim (bir kenarı 13.5 km olan küp) kaplamaktadır. Buna karşılık hayvanlar ise 4.5 km3lük bir hacim içine sığabilmektedirler. Dolayısıyla bitkisel organizmalar hacim bakımından hayvansal organizmaların 555 katı yer kaplar.
Kara bitkileri tropik ormanlarda, toprak yüzeyinden itibaren 50 metreyi aşan kalınlıkta bir örtü meydana getirirler. Orman şartlarının elverişli olmadığı bölgelerde bu örtünün kalınlığı birkaç desimetre, hatta birkaç santimetreye kadar daralır. Bitkisel hayatın toprak yüzeyinin derinlerine inişi de sınırlıdır. İyi havalandırılan topraklarda bu birkaç metreyi bulur. Denizlerde ise ototrof (kendi beslek) bitkiler, 100-200 metreden derine inemezler. Buna karşılık 3000 metreden derinlerde heterotrof (adrı beslek) olarak yaşayan bitkisel planktonlara rastlanır.
Bitki ve hayvanları birbirinden ayırmak kolayca mümkündür. Ancak bitkiler ve hayvanlar aleminin alt kademelerine doğru inildikçe ve bilhassa ilkel yapılı olan canlılarda farklar azalır. Tek hücreli küçük plankton organizmaları içine alan kamçılılar (flagellatae) grubunda hayvan ve bitki olarak kesin şekilde ayırt edemediğimiz canlılar bulunmaktadır. Dolayısıyle klorofil ihtiva eden ve ototrof (kendi besinini kendi yapan, kendi beslek) olan kamçılılar bitkiler alemine klorofil ihtiva etmeyen ve heterotrof (besinini dışardan alan, adrı beslek) olarak beslenen formları ise hayvanlar alemine dahil olunurlar.
Bitkiler ve hayvanlar arasındaki belli başlı farklar şöyle sıralanabilir:
1. Genellikle bir bitki bulunduğu yere bağlıdır ve yer değiştirmez. Hayvanlar serbestçe hareket edebilirler. Fakat hayvanlarda, süngerler, mercanlar gibi sabit canlılar, ilkel bitkilerde de su yosunları, bakteriler gibi hareketli organizmalar vardır.
2. Bitkiler ihtiva ettikleri klorofil maddesinin yardımıyle CO2 asimilasyonu (özümleme) yapar ve güneş ışığından da faydalanarak inorganik maddelerden organik maddeler imal ederler. Yani ototrofturlar. Hayvanlar ise klorofil ihtiva etmediklerinden, özümleme yapamazlar. Ancak bitkiler aleminde de bakteriler, mantarlar, parazit ve saprofitler (çürükçül) gibi klorofil ihtiva etmeyen heterotrof organizmalar vardır. Bitkilere zarar veren canavarotu (Orabanche), küsküt (Cuscuta) önemli parazit bitkilerdir.
3. Bitki hücresi genellikle selüloz çeperden yapılmıştır. Hayvan hücrelerinde böyle bir çeper yoktur.
4. Bitkiler bölünür. Meristematik hücreleri sayesinde daima yeni dokular meydana getirip, süresiz gelişme kabiliyetleri vardır. Buna karşılık hayvanlarda büyüme ve gelişme sınırlıdır ve belirli bir devre sonra durur.
5. Bitkilerde besinler genellikle yüzeyleri tarafından erimiş halde osmoz olayı yoluyla alınır. Buna karşılık hayvanlar besinlerini bir ağız vasıtasıyla alırlar ve iç kısımlarında sindirirler.
6. Bitkilerin sinir sistemi yoktur. Uyartıların iletim yolu, plazma ve hormonlar vasıtası iledir. Hayvanlar aleminde ilkel formlar hariç bir sinir sistemi vardır. Gerek hayvan gerek bitkilerin müşterek özelliği ise hücrelerden meydana gelmiş olmalarıdır. Hücrenin ana maddesini ise protoplazma teşkil eder.
Gelişmiş bitkiler, görev ve yapıları farklı kök, gövde ve yaprak gibi kısımlarından meydana gelmektedir. İlkel bitkilerde ise su yosunlarında olduğu gibi bu kısımlara rastlanmaz ve yapıları tal adı verilen hücre topluluklarından meydana gelmiştir. Bir yere de genellikle rizoit adı verilen kökçükleri ile tutunurlar. Gelişmiş bitkilerde olduğu gibi farklılaşmış bir iletim sistemi de ihtiva etmezler.
Gelişmiş bitkileri bulunduğu yere kök adı verilen bir toprak altı organı tesbit eder. Kökler topraktan su ve suda erimiş halde bulunan tuzları alarak gövdeye iletirler. Kökler besin maddesi biriktirmek sureti ile depo organı vazifesi de görürler. Bitkiler aleminde en basit kök teşekkülü, eğrelti otunda görülür. Karayosunlarında ise köke benzer uzantılar, rizoit (köksü) adını alır.
Kökün başlıca özelliği, klorofilsiz olması ve yaprak taşımamasıdır. Tohumdan meydana gelen kök, ana kök adını alır. Ana kökten çıkan köklere de yan kök denir.
Gerek ana kök, gerek yan köklerin ucunda kaliptra (yüksük) bulunur ve kökün ucundaki büyüme hücrelerini korur. Kökün ucunun biraz yukarısında emici tüyler sıralanır.
Kökler bazı bitkilerde tutunma ve su emme işi yapabilmek için derinlere kadar inerler. Kurak yerlerde yetişen bitkilerden yoncanın (Medicago) kökleri 18 m, ılgın (Tamarix)ın 30 m, devedikeni (Alhani) nin ise 30-40 metreye kadar indiği görülür.
Bitkinin toprak üstünde yükselen kısmı genel olarak gövde adını alır. Gövde, esas-ana gövde, dal ve yapraklardan meydana gelir. Bitkiler aleminde en basit gövdeye yapraklı karayosunlarında (Musci) rastlanır. İletim demetleri taşıyan tipik gövde ancak eğreltilerde (Pteridophyta) görülür. Tohumlu bitkilerde ise daha ileri bir gelişme gözlenir.
Gövde genel olarak uçtan büyür. Büyüme, yaprak taslakları tarafından örtülmüş halde bulunan vejetasyon konisi tarafından sağlanır. Gövdenin uzamakta olan ucu, birbiri üzerine katlanmış yapraklardan ibaret olan tomurcuklarla örtülmüş ve bu suretle dış tesirlere karşı korunmuş bulunmaktadır.
Yaprakların gövdeye bağlandığı yere düğüm (nod) ve bu düğümler arasındaki uzun yapraksız kısımlara da düğümlar arası (internod) denir. Yan dallar ve yapraklar daima düğümlerde meydana gelir.
Karanlıkta yetişen bitkilerde klorofil maddesi teşekkül etmediğinden, bitkiler sarımtrak renkte olurlar. Böyle bitkilere etiyole olmuş denir.
Gövdeden çıkan dallar, bazan kısa bir uzama devresinden sonra gelişmeden kalırlar. Melez, sedir ve çamda iğne yapraklar, kısa sürgün olan bu dallar üzerinden çıkarlar.
Uzamalarına devam eden dallar ise uzun sürgünler meydana getirirler. Köknar ve ladinde durum böyledir. Gövdeler görevlerine ve yaşama çevrelerine bağlı olarak, bazı değişiklikler gösterir. Bu farklılıklara gövde metamorfozları denir. Soğan, yumru (patates), çilekteki sürünücü gövdeler (stalon) ve diken gövdeler (ateş dikeni, glediçya) gibi.
Bitkilerin fotosentez ödevini üzerine almış önemli bir organı da yapraktır. Bazı bitkelerde az gelişmiş halde olsalar dahi daima mevcutturlar. Işıktan faydalanabilmek, kolaylıkla gaz alıp vermek, su ve su buharı kaybedebilmek için kitlesine göre yüzeyi fazla veya az geniş yassı diken veya iğne şeklinde, klorofilce zengin ve iletim dokusu bir ağ gibi her tarafına yayılmış organlardır.
Bir yaprak ekseriya 3 kısma ayrılır:
1. Yaprak ayası (lamina),
2. Yaprak sapı (petiyol),
3. Yaprak tabanı (bazis).
Yapraklar da bitki üzerinde bulundukları yere göre değişik şekiller aldıkları gibi, bulundukları ortama göre de farklılıklar gösterir. Etli yapraklar (damkoruğu), depo yapraklar (soğan), sülük yapraklar (bezelye), farklılık gösteren yapraklardır.
Bitkilerin Yapısı
Bütün organizmalarda olduğu gibi, bitkilerin de taze ağırlıklarının büyük bir kısmını su teşkil eder. Su muhteviyatı, gelişmiş bitkilerin yapraklarında % 80-90, bazı sulu meyvelerde % 95'e kadar yükselir. Buna karşılık odunda % 50, tohumlarda ise % 13-14'e kadar düşer. Bitkinin kuru maddesi organik ve inorganik bileşiklerden ibarettir. İnorganik bileşikler organiklere nazaran azdır.
Bitkideki inorganik maddeler karbon, hidrojen, oksijen, fosfor, azot, kükürt, sodyum, potasyum, kalsiyum, mağnezyum, demir gibi elementlerden ibarettir. Bir bitkinin gelişmesi için hangi elementlerin gerekli olduğunu, herhangi bir elementin noksanlığının bitkinin gelişmesine nasıl etki ettiğini veya hangi hastalık arazlarına yol açtığını anlamak üzere su kültürü metodu kullanılmaktadır. Toprakta bulunan bu inorganik tuzların saf su içinde belli oranlarda eritilmesiyle sıvı bir besin ortamı hazırlanır. Böyle bir ortamın elde edilmesi için Knop ve Von der Crone reçeteler hazırlamışlardır.
Knop eriyiği
Saf su-1000 ml
Ca (NO3)2-1.00 gr
MgSO4.7H2O-0.25 gr
KH2 PO4-0.25 gr
KNO3-0.25 gr
FeSO4-Çok az
Gerekli elementlerden birinin su kültüründe noksan olmasının bitki gelişmesinde çeşitli etkileri gözlenebilmektedir.
Besin yapma:Bitkilerin dış ortamdan aldıkları inorganik maddelerden, kendileri için lüzumlu maddeleri yapmasına asimilasyon özümleme denir.
Yeşil bitkilerin güneş ışığı altında havanın karbondioksidi ve topraktan aldıkları su ile ve klorofiller yardımıyla karbonhidratları meydana getirmeleri fotosentez olarak tarif edilir. Bu olay aşağıdaki kimyasal denklemle gösterilebilir.
Işık ve klorofil
6H2O+6CO2 ¾¾¾¾¾¾¾¾®
C6H12 O6+6O2
(Su)
(Karbondioksit)
(Şeker) (Oksijen)
Fotosentez sonucu meydana gelen şeker süratle nişastaya çevrilir. Bu da birçok bitkilerin yumru (patates) veya tohum (fasulye) gibi depo organlarında bol miktarda saklanır. Işık enerjisi de kimyasal enerji, yani ATP halinde depo edilir.
Gündüzün, yani ışıkta CO2 (karbondioksit gazı) fotosentez için kullanılır ve hasıl olan oksijen dışarı verilir. Geceleri yani karanlıkta fotosentez mümkün olmadığından CO2 kullanılmayıp dışarı atılır. Işıkta bitkilerin O2 verdiğine bakarak bitkilerin gündüzün yalnız fotosentez; gece de CO2 verdikleri için yalnız solunum yaptığı hükmüne varanlar yanılmaktadırlar. Solunum, hayat boyunca her an devam etmektedir.
Bazı bakteriler klorofilsiz ve ışıksız olarak ototrof (kendi beslek) yaşama kabiliyetindedirler. Böyle organizmalar özümleme için gerekli enerjiyi, bir takım kimyasal reaksiyonlardan elde ederler. Bu şekilde kimyasal enerjinin kullanıldığı bu olaya kemosentez denir.
Bitkilerde solunum: Canlılarda hayat olaylarının devam etmesi enerji isteyen bir iştir. Bu enerji, besinlerdeki kimyasal şekilde bağlanmış olan enerjinin solunumla serbest hale geçirilmesi sayesinde sağlanır. Fotosentez sayesinde organik bileşiklere bağlanmış olan CO2 ve H2O molekülleri, solunumda tekrar serbest hale gelerek enerji açığa çıkar. Solunum olayı, besin moleküllerinin hücre seviyesinde oksitlenerek yapıtaşlarına (CO2 ve H2O) ayrışması ve enerjinin serbest hale geçmesi hadisesidir. Bu olay şöyle formüle edilir.
C6H12O6+ 6O2 ® 6 CO2+ 6H2O + 686 Kalori
Bu olay fotosentezin tersidir.
Bazı bitkiler veya kısımları oksijenden yoksun bırakıldıkları zaman da bir süre solunum yaparlar. Bu çeşit solunuma anaerob (havasız solunum)denir. Mesela, bir mantar olan bira mayasının şekerli maddeleri alkolik mayalanma ile etil alkol ve CO2'ye çevirmesi olayı oksijensiz ortamda meydana gelen bir anaerobik solunumdur. Şöyle bir formülle gösterilebilir.
Bira mayası
C6H12O6 ¾¾¾¾¾¾¾®2CO2+2C2 H5OH+49.7
Kalori
(Şeker)
(Karbondioksit) (Etil alkol)
Solunum olayında yüksek enerjili josfat sistemleri, canlılarda enerji depo etmek ve enerji serbest hale getirmek için bir motor sistemidir. Bu sistemden bitkiler metabolik faaliyetleri için enerji sağlayabilirler. Bitkisel hücrelerde özellikle fotosentezde güneş ışığının yakalanmasında ATP teşekkülü ön planda yer alır. solunumun ara kademeleri ile sonunda 38 molekül ATP'lik enerji elde edilir.
Bitkilerin Büyüme ve Gelişmeleri
Büyümeyi canlı hücrede hacim artması olarak tarif edebiliriz. Farklı büyümeler sonucu bitkilerde dış ve iç şeklin kazanılmasına morfogenez denir. Aslında normal şartlar altında büyüme de bitkilerin şeklini değiştirmektedir.
Çok hücrelilerin gelişmesi, hücre çoğalmasını ve hücrenin büyümesini gerektirir. Yeni husule gelen hücrelerin büyümesini farklılaşma izler. Yani hücreler bir iş bölümü yaparlar. Bu da dokuların ve organların şekil almasıyla sonuçlanır. Büyüme ve gelişme esas itibariyle ferdin genotipi (genetik yapısı) tarafından kontrol edilmekte, fakat ona dış şartlar da etki etmektedir.
Bitkilerin Üremeleri
Bütün canlıların başlıca özelliklerinden biri de kendilerine şekil ve fonksiyon bakımından benzeyen fertler bırakmaları yani üremeleridir. Bu esas fertten ayrılan üreme hücrelerinin veya çokhücreli parçaların gelişerek yeni fertler hasıl etmeleri ile olur.
Canlılarda üreme başlıca iki tarzdadır: Eşeysiz üreme (Aseksüel üreme), eşeyli üreme (Seksüel üreme).
1. Eşeysiz üreme: Bitkiden ayrılan tek hücreler veya çok hücreli kısımlar, harhangi bir tarzda birleşmeye lüzum göstermeden gelişerek yeni fertler verirler. Tek hücrelilerde hücre bölünmesi (enine-boyuna), tomurcuklanma veya sporlanma; çok hücrelilerde serbest hale geçen münferit hücreler veya fazla hücreli organlar ile olur.
Eşeysiz üreme iki kısma ayrılır:
a) Sporlu üreme: Üreme, bitkiden ayrılan ve gelişerek doğrudan doğruya bir bitki (fert) verme yeteneğinde olan eşeysiz üreme hücreleri (sporlar) ile olur.
b) Vegatif üreme: Üreme basit hücre bölünmeleri veya ana bitkiden ayrılan ve bağımsız fertler halinde gelişen vegatif kısımlarla (bitkinin üremeye müteallik olmayan dal, kök, yaprak gibi kısımları) olur.
2. Eşeyli üreme: Aynı veya farklı iki fertten hasıl olan, cinsiyet bakımından farklı iki üreme hücresi veya nukleusun yani çekirdeğin birleşip gelişmesiyle olur. Eşeyli üreme hücreleri gamet; iki gametin birleşmesi olayı (döllenme) neticesinde hasıl olan hücre veya nukleus (çekirdek) zigot adını alır.
Gametler çeperi bulunmayan çıplak hücrelerdir ve tek başına gelişip yeni birer bitki (fert) haline gelmezler. Buna karşılık eşeysiz üremede sporların birleşmeye lüzum göstermeden çimlenerek doğrudan doğruya yeni bir bitki meydana getirmekte oldukları görülür.
Gametleri meydana getiren fertlere veya döllere gametofit denir. İçinde gametlerin teşekkül ettiği hücre veya hücre toplulukları ise gametang (gamet kesesi) adını alırlar. Mayoz bölümesi sonunda meydana gelen gametlere de kısaca gon denir. Eşeyli üremede görülen tipler şunlardır: Avtogami, izogami, anizogami, ovagami, gamatongiyogami, somatogami.
Çiçekli (tohumlu) bitkelerde üreme organı çiçektir. Döllenme (tozlaşma) ve meyva oluşumu burada meydana gelir. Bitkinin tozlaşması çeşitli şekillerde olmaktadır. Bu da dış kuvvetlerin yardımıyle (mesela rüzgarla, suyla, hayvanlarla kuş- karınca-memeli havyanlar ve insanlar veya kendiliğinden tohumları, çevreye saçarak) olur.
Bitkilerde Yaşama ve Geçinme Şekilleri
Yaşama ve geçinme şekli bakımından bitkileri bir kaç gruba ayırmak mümkündür:
Ototrof bitkiler:Kökleri ile veya kök ödevini görebilen organları sayesinde yaşadığı ortamdan ham besin suyunu alabilen bütün yeşil bitkiler, fotosentez ile kendileri ve diğer canlılar için gerekli organik bileşikleri yaparlar. Bu olaya ototrofluk, böyle bitkilere ototrof bitkiler denir.
Parazit bitkiler:Birçok bitkiler beslenmeleri için gerekli besinleri başka bitkilerden alırlar. Küçük kök veya çekmene benzeyen özel uzantılarıyla kendilerini bazı bitkilere tesbit ederek besinlerini emerler. Böyle bitkilere “asalak” veya “parazit bitkiler”, sömürdükleri bitkiye de “konak” denir. Mesela, canavar otu (Orabanche), küskuta (Cuscuta), ökse otu (Viscum) parazit bitkilerdir. Ökse otu, yapraklarıyla fotosentez de yaptığından yarı parazit kabul edilir.
Simbiyont bitkiler: Simbiosis ortak yaşama demektir. Böyle bir halde farklı türlere ait iki fert bir birlik halinde yaşamaktadır. Bazı bakımlardan birbirlerine fayda sağlar. Simbiyont bitkilere en iyi örnek olarak alg ve mantar birliğinden meydana gelen likenleri verebiliriz.
Saprofit (Çürükçül) bitkiler:Saprofitlik heterotrofluğun (adrı beslek) bir çeşididir. Bakteriler ve mantarlar arasında saprofit yaşayanlar pek çoktur. Ekmek, peynir gibi besin maddeleri üzerinde küf yaparak gelişen Penicillium ve Aspergillus saprofit mantarlardır. Bunlar hayatlarını sürdürmek için hayvan veya bitki ölüleri, yahut canlıların boşaltım maddelerinden yararlanırlar. Enzimler hasıl ederek üzerinde yaşadıkları bileşikleri, hücrelerine alabilecekleri ufak moleküllere çevirirler veya bu çevirmelerden hasıl olan enerjiyi kullanırlar. Böyle canlılar devamlı olarak ölü organizmaları kokuşturur ve ayrıştırırlar. Ölmüş veya kokuşmuş organik maddeler üzerinde yaşayan saprofit bitkilere “çürükçül bitkiler” de denir. Saprofitler, salgılarıyla organik maddeleri inorganik maddelere dönüştürürler. Tarla mantarı, küfler ve bazı bakteriler saprofittir.
Böcek yiyen (Böcekçil-insektivor) bitkiler: Bu bitkiler diğer yeşil bitkiler gibi fotosentez yaparlar. Toprakta bulunan inorganik azot bileşiklerini alarak kullanırlar. Topraktaki azot bileşikleri ihtiyaca yetmediği zaman da, ufak böcekleri yakalayarak sindirim özsuları ile eritir ve onun organik azot birleşiklerinden faydalanırlar.
Yani böcek kapan bitkiler, bu yolu bir emniyet olarak kullanmaktadırlar.
Böcekçil bitkilerde böceklerin yakalanması için yaprakları özel değişikliklere uğramış, bitkinin cinsine göre fark gösteren kapan tertibatları meydana gelmiştir. Nepenthes'te bu kapan ibrik şeklindedir. Bu ibriğin ağzında dolaşırken kayarak dibine düşen böcekler, oradaki sıvı içinde boğulurlar ve ibriğin içini döşeyen bez hücrelerinin salgısı olan protein enzimlerinin etkisiyle eritilir ve sonra emilirler.
Drosera'da yaprak kenarları tentakül denen saplı bezlerle donanmıştır. Bezler yapışkan bir sıvı salarlar. Kokulu maddelerle cezbedilen böcekler bu sıvıya dokununca yapışırlar. Etraftaki tentaküller üzerine kapanır ve böcek hapsolur, sonra gene sindirim özsuları ile eritilerek emilir. Geride sadece kitin örtü kalır.
Dionea'da yaprağın orta damarı bir menteşe ödevini görür. Onun etrafında yaprağın iki yarısı üst üste kapanır ve kenardaki dişler birbirine girer. Bunu böceğin eritilme ve emilme işlemleri izler.
Bitkilerin Sınıflandırılması
Bitkilerin sınıflandırılmaları sistematikçiler tarafından farklı farklı ele alınmaktaysa da genel olarak çiçekli (tohumlu) ve çiçeksiz (tohumsuz) bitkiler olarak ikiye ayırmak mümkündür. Bunun yanında her iki grubu ihtiva etmek üzere bitkiler alemi 7 bölüme ayrılarak incelenebilmektedir: 1) Bölünür bitkiler (bakteriler, virüsler, mavi-yeşil algler), 2) Su yosunları (algler), 3) Mantarlar (fungi), 4) Karayosunları, 5) Likenler, 6) Eğreltiler, 7) Tohumlu (çiçekli) bitkiler
Bunlar da kendi aralarında sınıflara, takım veya familyalara ayrılmaktadır.
(Bkz. Botanik)
BİTLER (Anoplura=Siphunculata)
Alm. läuse, Fr. pous, İng.Lice. Familyası: Hayvansal bitler (Pediculidae). Yaşadığı yerler: Kuş, memeli hayvan ve insanların derileri üzerinde parazit olarak. Özellikleri: 2-3 mm boyunda, yassı vücutlu kanatsız böcekler. Ağız yapıları delici, emici yapıda. Kıllara tutunmak için ayak uçları çengel tırnaklı. Ömrü: 1 ay kadardır. Çeşitleri: Baş, kıl, elbise, at, köpek biti en çok bilinenleridir.
Eklembacaklılar (Arthropoda) şubesinin, böcekler (İnsecta) sınıfının bir takımı. Bitlerde metamorfoz (biçim ve yapı değişmeleri) bulunmaz. Yumurtadan çıkan yavrular, ergine benzerler. Onlar gibi kan emerler. Kuşlarda yaşayanlara “ısıran bitler” denir. Her kuş türüne musallat olan bir iki bit türü vardır. Memelilerde asalak olarak yaşayanlar; insanlar, maymunlar, toynaklı memeliler (at, koyun, sığır vs.), kemiriciler (tavşanlar, fareler vs.), etçil memelilerden bazıları (köpek, kurt, morslar) üzerinde barınırlar. İnsanlar üzerinde yaşayan bitler üç türlüdür:
Baş biti (Pediculus capitis): 2-3 mm boyunda olup, insanların başında yaşar. Dişisi halk arasında sirke denilen yumurtalarını özellikle ense ve kulak arkası saç kıllarının diplerine kitin kılıfı ile tek tek yapıştırır. Yavrular 2-3 haftada ergin hale gelirler. Fazla yaygın bir türdür.
Kıl biti (Phthirius pubis): Baş hariç, vücudun sakal, göğüs gibi diğer kıllı yerlerinde barınır. Kıl diplerine gömülü olarak görülür. Fazla kaşınmaya sebeb olur. 1-1,5 mm uzunluktadır.
Elbise biti(Pediculus vestimenti): Vücudun tüysüz veya az tüylü yerlerinde yaşadığından “vücut biti” de denir. 3-4 mm boyundadır. Yumurtalarını çamaşırların kıvrımlı yerlerine yapıştırır. Tifüs hastalığını yaydığından çok tehlikeli bir asalaktır. Tifüs mikrobu bitin barsağında çoğalıp dışkısı ile insana bulaşır.
Bitki özünü emen bitki bitleri hayvansal bitlerden ayrıdır. (Bkz. Yaprak Bitleri)
Ağaç kabukları, taş ve kitaplar arasında yaşayan kitap bitleri (Psocoptera) de ayrı bir grup olup ağız yapıları çiğneyici tiptedir. Bunlar kitap yaprağı, yosun, mantar ve polen (çiçek tozu) ile beslenir. Kanatlı ve kanatsız olanları vardır.
Güneydoğu Torosların tek geçit verdiği sarp bir yerde kurulan bir ilimiz. İl, doğudan Van Gölü, güneyden Siirt ve Batman, batıdan Muş, kuzeyden ise Ağrı ile çevrilidir. 41°33' ve 43°11' doğu boylamları ile 37°54' ve 38°58' kuzey enlemleri arasında yer alır. Trafik kod numarası 13'tür.
İsminin Menşei
Bitlis ilinin merkez ilçesi olan Bitlis, Avrupa'yı Asya'ya bağlayan tarihi yolun ve Güneydoğu Torosların geçit verdiği yerde, sarp kayalıklar üzerinde kurulmuştur. Bu stratejik şehrin ortasında bulunan Bitlis Kalesini Makedonya Kralı İskender'in komutanlarından Lis veya Bedlis yaptırmıştır. Bilahare şehre sahip olan Türkler, bu kaleye izafeten Bidlis demişler, zamanla bu ilin ismi “Bitlis” olarak anılmıştır.
Efsaneye göre, Babil Seferinden dönen İskender hastalanır. Rabat ve Kösür sularının birleştiği yerde 7 gün su içinde kalarak iyileşir. Komutanı veya kölesi Bedlis'e buraya kale yapılmasını emreder. Bu kale öyle yapılsın ki, benim bile bu kaleye girmem mükmün olmasın, der. İran ve Hindistan seferinden dönüşte kaleyi görmek ister. Kale yapılır, dönüşte İskender'e Bedlis karşı koyar ve kaleyi vermez. İskender yedi gün çok sayıda asker kaybederek almaya çalışır alamayınca geri döner. “Kölem idi bana asi oldu" der. Muş'a geldiğinde Bedlis kale anahtarını teslim eder. İskender: “Niçin asi olup bu kadar askerin ölümüne sebeb oldun?” deyince, Bedlis; “Benden bir kale yapmamı istediniz. Öyle bir kale istediniz ki, siz bile feth edemeyecektiniz. Ben de kralımın bu emrine uydum." der.
Tarihi
Bitlis tarihinin en mühim hususiyeti on üç asırdır Müslüman devletlerin elinde bulunan bir il olmasıdır. Daha önceki asırlarda bu bölgeye Hurrililer, Mitanniler, Asurlular, Babilliler, Medler, Persler Makedonyalılar, Romalılar ve Bizanslılar hakim olmuşlardır. Hazret-i Ömer zamanında, 641 senesinde İyad bin Ganem Bitlis'i ve kalesini fethetmiştir. Birkaç defa, İslam Devleti Bizanslılar arasında el değiştirmiş ise de Hamdani ve Mervani emirlikleri altında İslam hakimiyeti devam etmiştir. 1071'den önce Mervaniler, Selçuklu Devletine tabi olmuşlardır. 1071 Malazgirt Savaşından sonra Melikşah, Bitlis'i Dilmaçoğlu Mehmed Bey emrine verdi. Dilmaçoğluları Beyliği (1084-1192) kuruldu. Beylik, kısa bir müddet sonra Ahlatşahların idaresine girdi. 1207 yılına kadar Ahlatşahların idaresinde kalan bölge, 13. asırda Eyyubiler, Harezmşahlar, Moğollar, İlhanlılar ve Celayirliler tarafından ele geçirildi ise de, Türk beyleri bölgeyi idareye devam ettiler.
Çağlarboyu Bitlis Ortadoğunun stratejik bir bölgesi olarak sık sık el değiştirmiştir. Hazret-i Ömer'in Bitlis fethinden sonra, devamlı olarak İslam ülkelerinin elinde bir serhat şehri olarak kalmıştır. Selçuklulara bağlı Artukoğulları ile Eyyubiler, Haçlı seferlerine karşı Bitlis'i korumuşlardır. Bitlis bir ara Timur Devletine tabi olmuştur. On dördüncü asır başında Karakoyunlular, Akkoyunlular ve Safevilerin eline geçmiştir. 1514 senesinde Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim Han, Safevi Şah İsmail'i Çaldıran'da yenince, Bitlis Osmanlı toprağı olmuştur. Van Beylerbeyliğine bilahare Erzurum Beylerbeyliğine bağlanmıştır. Tanzimattan sonra eyalet olmuştur. Bir ara Muş'a bağlanmıştır. Birinci Dünya Harbinde Rusların istilasına uğramış ve çekilmelerinden sonra Ermeni çeteleri Bitlis'i tahrip etmiş ve katliamlar yapmıştır. Cumhuriyet devrinde 1929-1936 arasında idari sebeplerle (nüfus azlığı gibi) Muş'a bağlanmışsa da sonra yeniden il olmuştur.
Fiziki Yapı
Bitlis ili dağlık bir bölgedir. Yüzölçümünün % 70'i dağlarla, % 15'i platolarla % 5'i yaylalarla kaplıdır. Ancak % 10'u ovalıktır. Dağların çoğu 2000 metreden yüksektir. Türkiye'nin ikinci büyük dağı olan Süphan Dağı bu ilimizde bulunur.
Dağlar: Bitlis, Doğu Anadolu'nun en dağlık bölgesidir. İl toprakları içinde yer alan Süphan Dağı, 4058 metre ile Türkiye'nin Ağrı Dağından sonra ikinci yüksek dağıdır. Ağrı gibi volkanik bir dağdır. 3500 metreden yukarısı devamlı karla örtülüdür. Dorukta 400 metre çapında krater gölü vardır. Üzeri sünger taşları, volkanik küller, derin yarlar ve mağaralarla doludur. Van Gölünün batısında yer alan Nemrut Dağı 2828 metredir. Adıyaman'daki Nemrut Dağı ayrıdır. Tepesinde Türkiye'nin en büyük krater gölü vardır. Gölün çevresi 600 m yükseklikte dik yamaçlarla çevrilidir. 1.5 kilometrelik bir buzulu vardır. Diğer dağları Kırmızıtaş Tepe (2607 m) Sini Dağı (2730 m) Serkaç Tepe (2626 m) Ziyaret Tepe (3002 m) Karataş Tepe (2609 m) Ziyaret Dağı (2542 m) Kavuş-Şahap Dağı (3500 m)dır.
Ovalar: Bitlis'te ovalar azdır. Azami % 10'u geçmez. Çok bereketli olan Ahlat Ovası, Van Gölü kıyısındadır. Rahva Ovası ise Van Gölüne doğru uzanır. Diğer ovaları küçüktür.
Akarsular: İlin mühim akarsuları yoktur. Dağlardan çıkarken Van Gölüne dökülen veya Murat Irmağına dökülen birkaç dere ve çay vardır. Başlıcaları Bitlis Çayı, Botan Çayı, Karasu, Ağkiz, Oranz Dereleri, Garsay Suyu, Hizan Suyu, Güzel Dere ve Garzan Çayıdır.
Göller: Bitlis göl bakımından zengindir. Van Gölünün yarısı Bitlis iline aittir. Van Gölü Türkiye'nin en büyük gölüdür. Nazik (Kers) Gölü bir vadinin lav seddi ile tıkanması neticesi meydana gelmiştir. Sularını Van Gölüne boşaltır. Haçlı Gölü, Karasu Çayı kenarındadır. Tatvan'dadır. Arin Gölü, Adilcevaz'ın doğusundadır. Van Gölünden bir alüvyon seddi ile ayrılmıştır. Nemrud Gölü, 2400 m yükseklikte 4 km2lik bir volkanik göldür. Çok güzel manzarası vardır. Türkiye'nin en büyük volkanik gölüdür.
İklimi ve Bitki Örtüsü
Kışlar erken gelir ve geç gider. Kar örtüsü nisan sonlarına kadar devam eder. Hava mayıs-ekim arası kuraktır. Denizlerden uzak ve deniz seviyesinden çok yüksek olduğu için kara iklimi hüküm sürer. Van Gölü sebebiyle kışları Erzurum ve Kars'a nazaran daha az soğuk geçer. Bol kar yağar. Yazları kısa sürer (150 gün) ve sıcaktır. İlin ısısı -19°C ile 36.8°C arasında seyreder. Yağış miktarı 958 mm'dir. Yağışın % 45'i kışın, % 31'i ilkbahar ve % 24'ü sonbahara aittir. Yağış, Akdeniz yağış rejimine çok benzer. Karların eriyişi yavaştır. Bunun için sel olmaz. Yağış miktarı yeterlidir. Fakat yazın içme suyu sıkıntısı çekilmektedir. Bitlis'in % 35'e yaklaşan kısmı ormanlarla kaplıdır. Türkiye'nin en yüksek ormanları bu ilimizdedir. Ormanların çoğu meşeliktir. Nemrut Dağının güney yamaçları ile krater göllerin iç yamaçları koruluk halinde ormanlarla kaplıdır. Ormanların bir kısmı da ardıçtan meydana gelmiştir. Nemrut Kraterinin iç yamaçlarındaki 2900 metredeki orman, Türkiye'nin en yüksek ormanıdır. Hizan, orman bakımından en zengin bölgedir. Dağlarda yabani meyve ağaçları ve kavak görülür. Bitlis'in %30'u çayır ve mer'a olup, % 20'ye yakın kısmı da ekime müsaittir.
Ekonomi
Bitlis'in ekonomisi tarıma dayanır. Faal nüfusun % 80'i tarım, hayvancılık ve ormancılıkla uğraşır.
Tarım: Ekime müsait arazinin çoğunda tahıl ekilir. En çok buğday ayrıca çavdar, darı, arpa, baklagillerden bilhassa fasulye yetişir. Tütün azdır. Fakat çok kalitelidir. “Virginia” tipinde olup özel renk ve kokuya sahiptir. Meyvecilik sebzecilikten ileridir. Cevizleri, armutları meşhurdur. Antep fıstığı, meyan kökü, elma, kiraz ve dut bol miktarda yetişir. Ahlat'ın armudu ile meyan kökü asırlardan beri ün yapmıştır. Vişne, badem, ayva ve kayısı da yetişir.
Hayvancılık: Hayvancılıkla daha çok göçebe aşiretler uğraşır. Beritan ve Alikan aşiretleri başlıcalarıdır. Koyun, keçi ve sığır beslenir. Arıcılık gelişmekte olup, Bitlis balı lezzeti, nefaseti ve beyazlığı ile meşhurdur.
Ormancılık: Bitlis'in % 80'e yakın köyü orman içinde ve yakınındadır. Ormancılık en çok Hizan, Mutki ve Tatvan'da ileridir. Orman ürünleri sanayii henüz gelişmemiştir.
Madenler: Arazi yüksek olduğundan ve kış şartlarının uzun süre devam etmesi sebebiyle maden arama zordur. Bitlis'te henüz çalışan maden işletmesi yoktur. Türk Petrol Anonim Ortaklığına Bitlis ve Siirt'te 49.922 hektarlık alanda petrol araması için ruhsat verilmiştir.
Sanayi: Bitlis'te sanayi henüz gelişme halindedir. Küçük sanayi; oto tamirciliği, teneke ve demircilik ile dokuma üzerinedir. Büyük işletmeler Bitlis Sigara Fabrikası, Bitlis Un Fabrikası, Tatvan Et Kombinası, Tatvan Yem Fabrikası ve Tatvan Tersanesi ile Adilcevaz Süt Fabrikasıdır.
Ulaşım: Bitlis ulaşım bakımından bir kavşak noktasıdır. Avrupa ile Asya'yı birleştiren demiryolu Tatvan'ın Tug İskelesinde sona erer. Tren feribotlarla Van Gölünü geçerek Van'dan demiryolu ile İran'a ulaşır.
Orta ve Güneydoğu Anadolu'dan gelen karayolları burada kesişir. Diyarbakır ve Adıyaman'dan gelen karayolu ile Muş ve Bingöl'den gelen karayolu Bitlis'te kesişerek, Van Gölü güneyini takiben Van'a ulaşır. Bitlis Güneydoğu Toroslarının geçit verdiği tek bölgedir. Van Gölünde deniz taşımacılığı yapılır.
Nüfus ve Sosyal Hayat
1990 sayımına göre toplam nüfusu 330.115 olup, 142.947'si ilçe merkezinde 187.168'i köylerde yaşamaktadır. 1950'den sonra köylerden şehirlere göç artmıştır.
Örf ve adetler:Bitlis zengin bir kültür mirasına sahiptir. Bitlis'in ilçesi olan Ahlat, 13. asırda dünyanın sayılı ilim ve kültür merkezi idi. Türk-İslam kültürü diğer kültürlere hakim olarak Bitlis'e yerleşmiştir. Meşhur yemekleri Bitlis köftesi, şekalok ve büryandır. Halk edebiyatı bakımından çok zengindir. Efsane, masal, mani, atasözü ve türküleri çoktur. Oyunları halay ve bar şeklindedir. Halaya "berit" denir. Başlıcaları Alkuşta, Harkuşta, Teminağa, Sözme, Tringo ve Gorzana'dır. Ata binmek, cirit oyunu ve kayakçılık yaygındır. Kadınlar uzun kollu ve geniş etekli fistan, erkekler ise keçi kılından dokunmuş bir nevi şalvar olan şal ile ayağa giyilen yün çorap ve başa kafiye ve egol denilen puşu giyerler. Harika denilen ayakkabıların üstü kıl veya yünle örtülü altı kenevir dokumadır. Göçebe halinde yaşayan aşiretler son senelerde muayyen bölgelere yerleşmeye başlamışlardır. Folkloru insan sevgisi ile doludur. Bitlis folklor bakımından bir hazinedir.
Eğitim: Birinci Dünya Harbinden önce Bitlis'te lise dengi okullar, Amerikan koleji, öğretmen ve askeri okullar vardı. Birinci Dünya Harbinde Bitlis çok zarar gördü. Nüfusu 75.000'den 5000'e indi. Cumhuriyet devrinde yeniden gelişmeye başladı. 1945'te okur-yazar nisbeti % 7 iken, bugün bu miktar % 50'ye doğru çıkmaktadır. Bitlis'te okul ve öğrenci sayısı her geçen sene hızla artmaktadır. 1937'de sadece 2 köyde ilkokul varken, bugün köylerdeki ilkokul sayısını 343'e çıkmıştır. Şehir merkezlerinde 16 ortaokul, 4 mesleki ve teknik ortaokul, 7 mesleki ve teknik lise, 7 lise vardır.
İlçeleri
Bitlis biri merkez olmak üzere yedi ilçeden ibarettir.
Merkez:1990 sayımına göre toplam nüfusu 68.132 olup, 38.130'u ilçe merkezinde 30.002'si köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 18, Bölükyazı bucağına bağlı 22, Narlıdere bucağına bağlı 7, Sarıkonak bucağına bağlı 21 köyü vardır. İlçe toprakları genelde dağlıktır.
Ekonomisi hayvancılığa dayanır. Yaylacılık yoluyla en çok koyun beslenir. Akarsu boylarında tarım yapılır. Başlıca tarım ürünleri buğday, çavdar, darı ve tütündür. Sigara, süt fabrikaları ve et kombinası başlıca sanayii kuruluşlarıdır.
İlçe merkezi Bitlis Çayı vadisinde Kömüş, Rabat, Tıkılan ve Arıh derelerinin kenarlarında kurulmuştur. Mahalleler köprülerle birbirine bağlanır. Eski devirlerde doğunun en büyük yerleşim merkezlerinden biri olan ilçe, Birinci Dünya Harbi sırasında çok tahrip olmuş ve göçlerle boşalmıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra tekrar gelişmeye başlamış ise de Tatvan'ın yolların kesiştiği yerde olması yüzünden sönük kalmıştır. Elazığ-Bingöl-Muş karayolu ilçe merkezinden geçer. İlçe belediyesi 1800'de kurulmuştur.
Adilcevaz:1990 sayımına göre toplam nüfusu 26.950 olup, 10.103'ü ilçe merkezinde, 16.847'si köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 13, Göldüzü bucağına bağlı 12 köyü vardır. Yüzölçümü 812 km2 olup, nüfus yoğunluğu 33'tür. İlçe toprakları Van Gölünün kuzey kıyısı ile Süphan Dağının yamaçları arasında kalır.
Tarihi çok eski devirlere dayanır. Bölge en eski Urartu yerleşim merkezlerindendir. Çeşitli devletlerin hakimiyeti altına giren Adilcevaz 1071 Malazgirt Zaferinden sonra Türkler tarafından fethedildi. Cumhuriyetin ilk yıllarında bucak merkeziyken, 1953'te ilçe oldu.
Ekonomisi tarıma dayalıdır. Süphan Dağı ile Van Gölü arasındaki düzlüklerde tarım yapılır. Başlıca tarım ürünleri buğday, çavdar, ceviz ve meyvedir. Hayvancılık gelişmiş olup, koyun ve keçi beslenir ve arıcılık yapılır. Ceviz ağaçlarının kerestesi meşhurdur. Devlete ait süt ve peynir fabrikası başlıca sanayi kuruluşudur.
İlçe merkezi Van Gölü kıyısında kurulmuştur. Ahlat-Erciş karayolu ilçeden geçer. Karakoyunluların saldırılarından önce bu şehrin beyi “Adil” ve cevizi bol olduğundan “Adilcevaz” ismi verilmiştir. İlçe belediyesi 1875'te kurulmuştur. İl merkezine 80 km mesafededir.
Ahlat:1990 sayımına göre toplam nüfusu 34.217 olup, 16.742'si ilçe merkezinde 17.475'i köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 14, Ovakışla bucağına bağlı 11 köyü vardır. Yüzölçümü 1044 km2 olup, nüfus yoğunluğu 33'tür. İlçe toprakları genelde düzdür. Kuzeyinde Süphan Dağı, batısında Nemrut Dağı, güneybatısında Van Gölü yer alır. Ahlat Ovası bu dağlar ile Van Gölü ovasında yer alır.
Ahlat çok eski bir tarihe sahiptir. Buraya Araplar Hilat; Romalılar Hilyat demişlerdir. Ahlat ve Bitlis, hazret-i Ömer zamanında İyad bin Ganem tarafından fethedilmiştir. Fakat bir müddet sonra tekrar Bizanslılar ele geçirdiler ise de hazret-i Muaviye zamanında Habib bin Mesleme Ahlat'ı yeniden kontrol altına aldı. Muhammed bin Mervan Ahlat'ı El-Cezire valiliğine bağladı.
1071 Malazgirt Zaferinden sonra Selçuklu hakimiyetine giren Ahlat'ta 1100 senesinden itibaren Sökmenliler (Ahlatşahlar) idaresi başladı. 1207'de Eyyubiler Ahlat'a hakim oldular. Moğol istilasında Ahlat çok büyük zarar gördü. İlhanlı Devleti yıkılınca, Ahlat Karakoyunlu Türkmenlerinin eline geçti. 1461'de Akkoyunlular, 1470'te ise Safeviler bölgeye hakim oldu. Çaldıran Savaşından sonra Ahlat, Osmanlı toprağının bir parçası oldu.
Ekonomisi hayvancılığa dayalıdır. Yaylacılık yoluyla en çok koyun ve keçi beslenir. Ovada tarım yapılır. Başlıca tarım ürünleri buğday, çavdar ve cevizdir. Hayvancılığa bağlı olarak süt ve süt ürünleri üretimi yaygındır. Deri üretimi ekonomide önemli yer tutar.
İlçe merkezi Van Gölünün kuzeybatı kıyısında kurulmuştur. Eski şehir merkezi kıyıdan 2 km içeride olup, yıkıntıları hala ayaktadır. İlçe Selçuklular zamanında dünyanın sayılı ilim ve kültür merkeziydi. Ahlat'ta bulunan tarihi eserler, birçok ülkenin tarihi eserlerinden fazladır. İlçede yer alan kümbetler, ortaçağ Türk türbe mimarisinin en güzel örnekleridir. Orta Anadolu'daki Selçuklu kümbetlerinden farkı, çatı kısmının panolara ayrılması ve saçak şeklinde dışarıya taşmış olmalarıdır. İlçe belediyesi 1896'da kurulmuştur. Adilcevaz-Tatvan karayolu İlçeden geçer.
Güroymak:1990 sayımına göre toplam nüfusu 37.030 olup, 16.613'ü ilçe merkezinde 20.417'si köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 25 köyü vardır. İlçe toprakları genellikle dağlıktır. Ekonomisi hayvancılığa dayalıdır. Merkez ilçeye bağlı bucak iken 19 Haziran 1987'de 3392 sayılı kanunla ilçe oldu.
Hizan:1990 sayımına göre toplam nüfusu 43.790 olup, 4798'i ilçe merkezinde 38.992'si köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 18, Akşar bucağına bağlı 4, Sağınlı bucağına bağlı 11 köyü vardır. Yüzölçümü 917 km2 olup, nüfus yoğunluğu 48'dir. İlçe toprakları dağlıktır. Düzlük alanları çok azdır. Dağlardan kaynaklanan suları Botan Çayına katılan dereler toplar. Akarsu vadilerinde tarım yapılabilecek küçük düzlükler vardır. Dağlarda geniş yaylalar yer alır.
Ekonomisi hayvancılığa dayanır. Yaylacılık yolu ile en çok kıl keçisi ve koyun beslenir. Modern yöntemler kullanılmadığından hayvansal ürünler düşüktür. Başlıca hayvansal ürünler peynir, yağ, bal, yapağı ve deridir. Tarıma müsait yerlerde çok az miktarda buğday, darı, patates, ceviz elma ve soğan yetiştirilir. El dokumacılığı yaygındır.
İlçe Kavuşşahap Dağlarının eteklerinde kurulmuş olup az gelişmiş küçük bir yerleşim merkezidir. Cumhuriyetin ilk yıllarında ilçeyken 1929'da bucak haline getirilen Hizan, 1936'da yeniden ilçe merkezi oldu. İl merkezine 50 km mesafededir. Belediyesi 1925'te kurulmuştur.
Mutki:1990 sayımına göre toplam nüfusu 38.004 olup, 2490'ı ilçe merkezinde 35.514'ü köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 10, Geyikpınar bucağına bağlı 8, Kavakbaşı bucağına bağlı 12, Meydan bucağına bağlı 12 köyü vardır. Yüzölçümü 1068 km2 olup, nüfus yoğunluğu 36'dır. İlçe toprakları dağlıktır. Kuşçu ve Tandır dağları ilçe topraklarında yer alır. Dağlardan kaynaklanan suları Garzan Çayı ile Bitlis Çayı toplar.
Ekonomisi hayvancılığa dayanır. Yaylacılık yöntemi ile küçük baş hayvan beslenir. İlçede sığırlar için bir tabii tohumlama istasyonu vardır. Akarsu vadilerindeki düzlüklerde tarım yapılır. Başlıca tarım ürünleri, patates ve darıdır. Ayrıca az miktarda soğan, ceviz, buğday, fasulye ve armut yetiştirilir.
İlçe gelişmemiş bir yerleşim merkezidir. İl merkezine 21 km uzaklıktadır. Belediyesi 1941'de kurulmuştur.
Tatvan:1990 sayımına göre toplam nüfusu 81.992 olup, 54.071'i ilçe merkezinde 27.921'i köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 9, Küçüksu bucağına bağlı 10, Reşadiye bucağına bağlı 23 köyü vardır. Yüzölçümü 1235 km2 olup, nüfus yoğunluğu 66'dır. İlçe toprakları genelde dağlıktır. Dağlardan kaynaklanan suların bir kısmı Van Gölüne dökülür, bir kısmı ise Botan Çayına karışır.
Ekonomisi ticaret, sanayi ve tarıma dayalıdır. Tarıma elverişli toprakları azdır. Başlıca tarım ürünleri şekerpancarı ve buğday olup az miktarda sebze yetiştirilir. Yem fabrikası, et kombinası ve Türkiye Gemi Sanayi AŞ'ye ait atölyeler başlıca sanayi kuruluşlarıdır. İlçe topraklarında süngertaşı ve perlit yatakları vardır.
İlçe merkezi Van Gölünün güneybatı kıyısında tabii bir limanın kenarında kurulmuştur. 1936'da ilçe olan Tatvan hızla gelişmektedir. Demiryolu, denizyolu (Van Gölü) ve karayolu bakımından bir kavşak noktasıdır. Tatvan-Van arasında feribotlarla ulaşım sağlanır. İl merkezine 25 km mesafededir. İlçe belediyesi 1936'da kurulmuştur.
Tarihi ve Turistik Yerleri
Bitlis, tarihi eserleri ile gerçek bir hazinedir. Her biri tarihi bir belge olan bu eserler, henüz tam anlamıyla incelenmemiş ve tanıtılmamıştır. Eserlerin çoğu, Selçuklu ve Osmanlı devrine aittir. Daha önceki devirlere ait olanların sayısı azdır.
Bitlis Kalesi:Büyük İskender tarafından yaptırıldığı söylenirse de, daha eski devirlere aittir. İskender bazı ilavelerle tamir ettirmiştir. Kale eski devirlerin müstahkem mevki hususiyetlerini taşır. Günümüzde önemli bölümü yıkık olan kaleden şehrin her tarafı görülür.
Kef Kalesi:Adilcevaz ilçesinin 6 km kuzeyinde bir tepe üzerinde kurulmuştur. Urartular devrinde yapılan kalenin üç tarafı sarp kayalıktır. Günümüzde harabe halindedir.
Ahlat Kalesi:Ahlat'ta iki kale vardır. Birisi eski devirlere ait olup, harabe halindedir. İkinci kale Yavuz Sultan Selim Han tarafından yaptırılmış, Kanuni Sultan Süleyman Han tarafından Mimar Sinan'a tamir ettirilmiştir. Dış duvarlar 400X200 m ebadındadır. Dış sütunların yüksekliği Van Gölü tarafında 13 m, kara tarafında 6.10 metredir.
Ulu Cami: Anadolu Türk mimarisinin en eski ve kıymetli eserlerinden biridir. Artukoğulları zamanında 1150'de yaptırılmıştır. Taş işçiliği çok değerlidir. Türkiye'deki en eski camilerin ikincisidir.
Şerefiye Külliyesi: Cami, medrese, imaret ve türbeden meydana gelen külliye, 1528'de yapılmıştır. Osmanlı döneminde yapılmasına rağmen, Selçuklu taş işçiliğini 15. asırda yaşatan güzel bir eserdir.
Kureyşi Camii: Şehir merkezinin batı yakasındadır. Kim tarafından ve ne zaman yapıldığı bilinmemektedir. 1801'de büyük bir tamir görerek bugünkü halini almıştır.
Hacı Begiye Camii:1443'te yapılmış olup, tek minarelidir. Selçuklu ve Arap mimari özelliklerini taşır.
İskender Paşa Camii:Ahlat'ta, Kanuni devri vezirlerinden İskender Paşa tarafından 1564'te yaptırılmıştır. Taş işçiliği meşhur olup Selçuklu yapılarının özelliklerini taşır.
Kadı Mahmud Camii:Ahlat Kalesi içindedir. Kadı Mahmud tarafından 1584'te yapılmıştır.
İhlasiye Medresesi:Gökmeydan Mahallesindedir. 1589'da yapılan medrese, mimari süsleme açısından ilin tarihi eserleri arasında en zengin olanıdır. Selçuklu süsleme anlayışı hakimdir.
Hatibiye Medresesi:Zeydan Mahallesindedir. On altıncı asırda yapıldığı tahmin edilen medrese, günümüzde yıkık vaziyettedir.
Nuhiye Medresesi:Hersan Mahallesindedir. 1700'de yapıldığı zannedilmektedir. Günümüzde karakol olarak kullanılmaktadır.
Yusufiye Medresesi:Çırik Düzü denilen mevkidedir. On sekiz veya on dukuzuncu asırda yapıldığı zannedilmektedir. Doğu batı doğrultusuna uzanan dikdörtgen planlıdır.
Elaman Kervansarayı: Bitlis-Tatvan yolu üzerinde Rehva Düzünde 16. asırda Hüsrev Paşa tarafından yaptırılmıştır. Anadolu'nun en büyük kervansaraylarındandır.
Duhan: Bitlis-Diyarbakır yolu üzerinde dağlar arasındadır. 49.65x15.50 büyüklükte bir alanı kaplar. Günümüzde büyük bölümü yıkık olan hanın, kim tarafından ve ne zaman yapıldığı hakkında bir bilgi yoktur.
Usta Sagind Kümbeti: Ahlat'ın Meydanlık Mezarlığının güneyindedir. Ahlat'taki kümbetlerin içinde en büyüğü olduğundan Ulu Kümbet de denir. Yapılış tarihi belli değildir. Sagind "çırak" manasına gelir. Rivayete göre ustanın yaptığı kümbeti yıkılıp, çırağın yaptığı yıkılmayınca bu isim verilmiştir. İki kısımlıdır. Anadolu motif ve desenlerini taşır.
Hasan Padişah Kümbeti:Ahlat'ta olup, Uzun Hasan'ın zevcesinin kümbeti olarak bilinirse de, ona ait olduğuna dair kesin delil yoktur. Üst kısmı yıkıktır. Kare bir kaide üzerine onikigen bir şekilde oturtulmuştur.
Bitlis tarihi bakımdan olduğu gibi turizm açısından da oldukça zengindir. Avcılık, dağ ve kış sporları için çok müsaittir.
Nemrud Dağı:Eski bir yanardağ olan bu dağın çevresi tabii güzelliklerle doludur. Türkiye'nin en yüksek ormanları burada yer alır. Dağ ve kış sporları için elverişlidir.
İskender Buluk: Suyu çok lezzetli, ağaçlık bir mesire yeridir.
Bitlis Deresi:Ahlat'tadır. Söğüt, kavak ve meyve ağaçları ile güzel bir piknik yeridir.
Kocasu Vadisi:Ahlat yakınında ağaçlık ve soğuk tatlı suları ile bir mesire yeridir.
Kaplıcaları: Bitlis eski bir volkanik arazi üzerinde olduğundan çok sayıda şifalı kaplıcaları içme suları ve ılıcaları vardır.
Çukur (Güroymak) Kaplıcası: Güroymak ilçesinin 12 km kuzeybatısındadır. Banyo halinde sakinleştirici ve damar açıcı özelliğe sahiptir. İçme kürleri, karaciğer, safra yolları ve sindirim sistemi üzerinde faydalı olmaktadır.
Ilıcak (Germap) Kaplıcası: Merkez ilçeye bağlı Bölükyazı bucağının Ilıcak köyündedir. Banyo kürleri, mikrop öldürücü, iltihap çözücü etkiye sahiptir.
Köprüaltı Kaplıcası:İl merkezinde Bitlis Deresi kenarındadır. Banyo uygulaması deri hastalıklarına faydalıdır.
Küçür Kaplıcası:İl merkezinde Taş Mahallededir. Romatizma ve deri hastalıklarına iyi gelir.
Yam Acısuyu: Merkez ilçenin Yolyazı köyündedir. Romatizma ve deri hastalıklarına iyi gelir.
Nemrut Dağı Kaplıcası: Nemrut Dağı kraterindedir. Tesisi bulunmayan kaplıcanın 60°C sıcaklıktaki suyu, romatizma ve deri hastalıklarına iyi gelmektedir.