BİRUNİ
Onuncu ve on birinci yüz yıllarda İslam dünyasında yetişmiş büyük fen ve din alimi. Eserlerindeki yüksek fen bilgileri kendisinden sekiz asır sonra gelen fen alimlerini dahi hayrette bırakmış, bugünkü fennin kurucularının rehberi olmuştur. Aslen Türktür. İsmi Muhammed bin Ahmed el-Biruni el Harezmi olup, künyesi Ebu Reyhan'dır. El-Üstad lakabı ile anılmış, Biruni diye meşhur olmuştur. 973 (H. 362) senesinde, bugün İran sınırları içinde bulunan Kas'ta (Şah Abbas-ı Veli denilen yerde) doğdu. 1049 (H. 441) senesinde Gazne'de vefat etti.
Küçük yaşta babasını kaybeden Biruni daha çocukken üstün kabiliyeti ve keskin zekasıyle dikkatleri üzerine çekti. Harezmşah Hanedanından meşhur alim ve matematikçi Ebu Nasr Mansur bin Ali bin Irak onu himayesi altına alıp, akli ve nakli ilimleri öğretti. Devlet adamlarına ve saray erkanına yakın bir hava içinde yetişen Biruni, çeşitli sebeblerle gittiği değişik memleketlerde görüştüğü alimlerden ilim öğrendi. Astronomi ilmine düşkünlüğü sebebiyle rasatlar yaptı ve kitaplar yazdı.
Biruni, astronomi alanındaki çalışmalarına 995-996 seneleri arasında pek gençken Harezm şehri civarında Buşkatir'de güneşin ve gezegenlerin deklinasyonlarını (meyillerini) tesbitle başladı. Ebü'l-Hasan Ali bin Me'mun'un daveti üzerine tekrar Harezm'e gelerek, 998'de Ebü'l-Vefa el-Buzcani ile karşılıklı rasatlar (gözlemler) yaptı. Harezm şehrinin bulunduğu meridyeni Bağdat'a göre tahkik etti. Daha sonra Cürcaniye'ye gelip bir müddet orada kaldı. 1009 senesinde güneşin ve gezegenlerin deklinasyonlarının rasatlarıyle meşgul oldu. Belirli metodlarla o şehrin meridyenini Harezm'e bağladı.
İbn-i Sina ile görüştü. Aralarında fizik ve astronomi ile ilgili münazaralar oldu. İbn-i Sina'nın dini konulardaki bozuk düşüncelerini red ve tenkid ederken, onun fevkalade zeki, kurnaz, fakat felsefi görüşlere ve yanlış düşüncelere saplanmış olduğunu bildirdi.
Ebu Reyhan el-Biruni, kırk dört yaşındayken Gaznelilerin himayesine girdi. Gazneli Mahmud kendisine çok ihsan ve iltifatlarda bulundu. Gazne'de hükümdar sarayında bir rasathane kurarak, güneşin ve gezegenlerin Harezm'de bulunduğu deklinasyon (meyil) değerlerini tahkik için yeni rasatlar yaptı. 1011 senesi ortalarına doğru Kabil şehrinde çalışmalarda bulundu. Gazneli Mahmud'un Hindistan seferine başdanışman ve hazine genel müdürü olarak katıldı. Hindistan'ın fethinden sonra, burada çeşitli ilmi çalışmalar yaptı. Yerkürenin çapını hesapladı. Sankskritçeyi öğrendi. Hindistan'daki çalışmalarını tamamladıktan sonra, Gazne'ye döndü. Sultan Mahmud Hanın oğlu Mes'ud ve torunu Mevdud, Biruni'ye çok değer verdiler, araştırma ve geliştirme çalışmaları için her imkanı hazırladılar. Bu imkan ve fırsatları çok iyi değerlendiren Biruni, sıkı bir çalışma ile pekçok hizmetlere vesile oldu. İbranice, Rumca, Süryanice ve Yunancayı da öğrendi. Tıp, fizik, matematik, astronomi, tarih, kronoloji ve jeodezide pek büyük ihtisas ve maharet gösterdi.
Biruni, 1037 senesine kadar çeşitli ilimlere dair 113 eser yazdı. 1037 senesinden sonra on iki sene yaşadı ve bu zaman zarfında 83 eser yazdı. 1049 senesinde Gazne'de vefat etti.
Din ve fen bilgilerinde pek yüksek olan Ebu Reyhan el-Biruni, güzel ahlak sahibiydi. Ehl-i sünnet ve cemaat itikadında (inancında) idi. Onun Harezm'de iken Şii yani Eshab-ı kiram düşmanı olduğuna dair söylenenlerin aslı yoktur. Peygamber efendimizin Eshab-ı kiramına son derece bağlı olan El-Biruni, Eshab-ı kiram düşmanlarının, İslam dünyasını karıştırmak yolundaki gayretlerinin boşa çıkmasındaki memnuniyetini gençliğinde olduğu gibi ihtiyarlığında yazdığı eserlerde de belirtmişti. Bilhassa batıl inanış ve hurafelerle durmadan mücadelede bulunmuş, onların yanlışlıklarını delillerle ispat etmişti.
İbadetler hususunda çok dikkatli davranan Biruni, temizlik şartını her fırsatta meth etmiş, içki ve kumarın Allahü tealanın Kur'an-ı kerimde bildirdiklerini anlamaktan aciz, asi insanların işi olduğuna işaret ederek, zaten çok kısa olan ömrün ve sağlığın kıymetini bildirmişti.
Şehirlerin meridyen ve paralellerini ilim namına tesbit ederken, Müslümanlara hizmeti, Allahü tealanın rızasına kavuşturacak bir iş sayarak, kendisini bahtiyar addettiğini ve bundan zevk aldığını anlatırdı.
Tarihi hadiseleri iktisadi (ekonomik) sebeplerle de izah eden Biruni, iktisadi tarihin esaslarını vaz etti. Türklerin İslamiyeti kabul etmeleri neticesinde bu medeniyetin çok geniş sahalara yayılmış olmasından dolayı insanlığın, bilhassa ilmin büyük kazançlar elde ettiğini bildirdi.
Biruni, tam anlamıyla ilmi araştırma metoduna sahipti. Bu yüzden bilim tarihçileri onu, bütün devirlerin en büyük mütefekkirleri arasında değerlendirirler. Ortaya koyduğu metod; eşya ve hadiselerin en ince ayrıntılarından başlayarak araştırma ve incelemelerini sürdürmek, tecrübelerle nazariyeleri sağlam esaslara oturtmak ve böylece genel prensip ve kanunlara ulaşmaktır.
Günümüzde, özellikle batı bilim dünyasında ve onları körü körüne taklid eden doğulularda yaygın olan kanaate göre, ünlü yer çekim nazariyesi, yani cazibe kanunu, İngiliz bilim adamı Newton tarafından keşfedilmiştir. Halbuki, bu mevzuda ilk defa fikir ortaya atıp incelemelerde bulunan Biruni'dir. Biruni, yer çekimi hakkında şunları söylemiştir: Dünya dönüyorsa, bu dönüşünden dolayı ağaçlar, taşlar yerlerinden niçin fırlamıyor? diyenlere şöyle cevap veririz. "Bu, dünyanın dönmesi hakkında ortaya koyduğumuz teoriyi çürütmez. Çünkü her şey dünyanın merkezine düşüyor. Bu da gösteriyor ki, o merkezde çekicilik var. İşte bu yerçekimi, yeryüzündeki nesnelerin dışarı fırlamasına mani olmaktadır." Bu hususu bilim tarihçisi Carl L. Boyer, A History of Mathematics adlı eserinde açıkça belirtmektedir.
Dünya çapının tayinini de ilk defa Biruni yapmıştır. Makale fi İstihracı Kutr-il-Ard bi Rasadı İnhitat-il-Ufuk adlı risalesinde yer yarıçapının hesabını açıklar ve dünyanın yuvarlak oluşunda en ufak tereddüde yer vermez.
Cos µ = R/(R+h)
veya baı basitleştirmelerle
Rkm= 23636.
hm/µ2
dak
Biruni düz bir ovada A noktasından, uzaktan ölçme metodu ile HH' yüksekliğini h=308 m olarak, bu yükseklikte ufuk alçalmasını ise µ=34 dakika olarak ölçtü. OAH' dik üçgeninden yukarıdaki bağıntı ile yer yarıçapı için R=6297,5 km olarak buldu. Inkra adlı eserinde ise yer yarıçapını R=6324,66 km olarak, gerçek yarıçapa çok yakın bir şekilde vermektedir.
Biruni'nin eserlerine gerçek ilim haysiyetiyle yaklaşıp tetkik eden bütün ilim adamları, ilim tarihçileri ortaklaşa olarak şu sonuca varmaktadırlar. “Biruni, çok nadir yetişen bir dahi, ilim dünyasına şimdi ve gelecekte ışık tutacak büyük bir alimdir. Ona her yaklaşmamızda; metoduna, haysiyetine, şahsiyetine, derin kavrayış ve nezaketine hayran kalmaktayız.” Bu ortak kanaatin sonucu olarak, Amerikalı ünlü bilim tarihçisi George Sarton, 11. asra Biruni Asrı demektedir.
Esaslı bir din kültürü almış ve aldığı bu din ilimleri kültürünü tam anlamıyla hazmederek bütün hayatına ve çalışmalarına sirayet ettirmiş olan Biruni, ilmi eserlerinde, mevzu ile ilgili ayet ve hadisleri zikretmiştir. Ayet ve hadisleri eserlerinde zikretmesi onun Kur'an-ı kerim ve hadis ilmindeki vukufunu gösterdiği gibi, Kur'an-ı kerime ve Peygamber efendimize olan bağlılığını da ortaya koyar.
Biruni'ye göre ilim hazzı, yani hak ve hakikati araştırma zevki, en yüksek zevkler arasındadır. Bu hususta kendisi şöyle demektedir:"İlim adamına, yani, ilim hizmetçisine lazım ve kaçınılmaz olan şey, ilmin bütün sahalarında yeterli bir seviyede olmasa bile, ilimler arasında bir ayırım yapmamak, her birinin hakkını vermektir. Çünkü ilim güzeldir. Lezzeti de kalıcıdır. Araştırma boyunca bu lezzet sürer gider. Çalışma bitince, lezzet de son bulur. İlim adamı, kendinden önce gelen alimlere hor gözle bakmamalı; tevazu ile eserlerine yaklaşıp, istifade etmelidir. Böylece en doğru ve sağlam bilgilere ulaşacak, kusurlu, hatalı bilgilerden uzak durmuş olacaktır. İlmin ilerlemesi ve gelişmesi için şunlar lüzumludur: 1-İlmi düşünceye serbestlik tanınmalı, yani ilimde söz sahibi olanlar fikir hürriyetine sahib olmalı. 2- İlmi çalışmalar açık ve sağlam metodlara dayanmalı. 3-İlim; batıl düşüncelerden, sihir ve hurafelerden arınmış olmalı. 4- Gerçek ilim adamlarının çalışma zevk, şevk ve gayretlerini arttıran teşvik tedbirleri alınmalı. 5- İlmin ilerlemesi için lüzumlu her türlü maddi sosyal, teknik şartlar ve imkanlar hazırlanmalı. 6-İlme, ilmi eserlere ve ilim adamlarına hürmet edilmeli, itibarları sağlanmalı. 7-İnsanların dikkat ve alakalarını ilmi konulara çekme çalışmaları yapılmalı. 8-Devletin ileri gelen adamları, ilmin gelişmesi için gereken tedbirleri tesbit edip, hemen bunları tatbik etmeli."
Biruni, beşeri, manevi ilimler sahasındaki incelemelerinde bir takım prensipleri esas alıyordu. Bu hususta şöyle demektedir: "Bu ilimlerle meşgul olacaklar, önce kalplerini bozuk itikad, kötü huy ve saplantılardan temizlemelidir. İnsanların çoğu manevi hastalıklara yakalanmıştır. Bu hastalıklar, sahibini hak ve hakikatı göremez hale getirir, kalbi kör, kulağı sağır eder. Taassup, başkalarına üstün gelme, nefsin, kötü arzu ve heveslerin peşi sıra gitme, makam, mevki sevdası peşinde olma ve benzeri kötü huylar, ilim adamına yakışmaz. Bu sebeple de herkes ilim adamı olamaz. İlim yolu çetin bir yoldur. Fakat, ele geçmesi imkansız da değildir. Hak ve hakikati araştırırken mümkün olan en yakın, en sahih ve en sağlam bilgilere tutunulur. Bu yapılırken de, sahalarının otoritelerine veya eserlerine müracaat edilir. Yani herkesin sözüne ve eserine değil de, otorite olan alimlerin söz ve eserine baş vurulur. Tesbiti mümkün olan hakikatler ortaya çıkarılır."
Biruni, muhtelif ilimlere dair 1037 (H.429) senesine kadar 113 eser yazmıştır. 1037 senesinden sonra yaşadığı 12 sene zarfında ise, 83 eser telif etmiştir. Biruni'nin eserleri incelendiğinde, onun esaslı bir din kültürü almış ve aldığı bu din ilimleri kültürünü tam anlamıyla hazmetmiş, bütün hayatına ve çalışmalarına sirayet ettirmiş olduğu görülmektedir. Biruni'nin dehasını ve ilmi başarılarının sırrını, esasında onun bu yönünde aramak lazımdır. Yazdığı eserlerinden bazıları şunlardır:
Asar-ül-Bakiyye: Biruni, bu eserini yirmi sekiz yaşında yazmıştır. Arapça telif eser olup, Cürcan Hükümdarı Kabus bin Yaşgir'e ithaf etmiştir. 1878-79 senesinde İngilizceye tercüme edilen eser, 1923 yılında tekrar basılmıştır. Eser, beynelmilel bir kronoloji, tarih, takvim, kültür ve astronomi konularını ihtiva etmekte olup, ilmi değerini günümüzde bile sürdürmektedir.
Bu eserinde Harezm şehrinde yaptığı 7,5 m çapındaki duvar rubu' tahtası ile ölçtüğü ekliptik (daire-i husuf, tutulma çemberi) meylini (gök ekvatoru ile yaptığı açı dünyanın ekseninin eğikliği) vermektedir.
Sene Ekliptiğin Meyli
Batlamyus |
? |
23°50' |
El-Me'mun astronomları |
832 |
23°33'39'' |
Sabit bin Kurre |
875 |
23°33'30'' |
El-Bettani |
880 |
23°27' |
El-Biruni |
995 |
23°27' |
Techo Brahe |
1790 |
23°30' |
Bradley |
1750 |
23°28-3' |
Modern Ölçüler |
1950 |
23°26-7' |
Bu tablodan da anlaşıldığı gibi, Biruni'nin bulduğu değer, bugünkü ölçülere çok yakındır.
Tahkiku ma lil-Hind:Bu eserini Gazneli Mahmud Han ile birlikte gittiği Hindistan seferlerinde hind dini, kültür ve felsefesini, sanskritçeyi öğrenip, yerinde tetkik etmek suretiyle hazırlamıştır.
Tahdidu Nihayet-il-Emakin li-Tashih-il-Mesakin: 1015 (H.406) senesinde tamamladığı bu eserde, matematiki coğrafyanın inceleme metodları anlatılmıştır. Harezm, Hindistan ve Afganistan'da yaptığı rasatları ile jeoloji ve jeodeziye ait meselelerden bahsetmekte; trigonometri ile ilgili yeni kavram ve yorumlar getirmektedir. Bu eseri ile Biruni, jeodezi ilminin kurucusu sayılmaktadır.
El-Kanun-ül-Mes'udi: Astronomik coğrafya demek olan bu eser, Birunui'nin en büyük eseridir. Bu eseri ciddi, ehemmiyeti haiz bir matematik ansiklopedisi mahiyetinde olup, devrinin birçok yeniliklerini ve keşiflerini ihtiva etmektedir.
Kitab-üt-Tefhim fi Evaili Sanaat-it-Tencim, Kitab-ül-Cevahir fi Ma'rifet-il-Cevahir: Bu eseri, kıymetli taşlar ve madenlerden bahsetmektedir. Biruni, izafi (rölati, nisbi) yoğunlukları, mahruti alet dediği ve en eski piknometre diyebileceğimiz bir alet vasıtasıyla tayin etmekte idi. Onun sıcak ve soğuk su arasındaki ağırlık farkını, daha o vakit 0,041677 olarak tesbite muvaffak olduğu bilinirse, kendisinin ne mahir bir ilim adamı olduğu ortaya çıkar. Altının, zümrüdün, kuvarsın izafi kesafetini, Biruni daha o zamanlar tayin etmiştir.
Biruni, bu eserde bazı cisimlerin yoğunluklarını aşağıdaki şekilde tesbit etmiştir. Bu değerlerle, bugün tesbit edilen değerler aşağı yukarı aynıdır.
Bu değerlere göre:
Maddenin Cinsi |
Biruni'ye Göre |
Bugünkü Değere Göre |
Altın |
19.26 |
19.26 |
Cıva |
13.74 |
13.59 |
Kurşun |
11.40 |
11.35 |
Bakır |
8.92 |
8.85 |
Pirinç |
8.67 |
8.40 |
Demir |
7.82 |
7.79 |
Kalay |
7.22 |
7.29 |
Kitab-üs-Saydala:Tıb ve eczacılık konusunda yazdığı ansiklopedik mahiyette bir eserdir. Eserde, ilaçların ve otların isimleri; Arapça, Farsça, Yunanca, Süryanice, Sanskritçe, Hintçe ve Türkçe olarak kaydedilmiş, özellikleri açıklanmıştır.
Biruni, yalnız coğrafyaya ait olmak üzere, müstakil eserler de yazmıştır. Çapı 10 arşın (6,8 m) kadar büyük bir yarım küre yaparak, coğrafi mevkilerin enlem ve boylamlarını kendi incelemeleri ile tesbit ederek, üzerine kaydetmiştir. Ne yazık ki, bu eser ziyan olmuştur.
Taksim-ül-Ekalim adlı bir coğrafi eser ile Tefhim'den alınma bir harita da elde bulunmaktadır. Biruni, mühendis ve coğrafyacı olduğu kadar da büyük bir tarihçiydi. Onun Harezm tarihine dair, Ahbar-ul-Harezm ve Meşahir-ül-Harezm adındaki eserleri; Gazneliler tarihine dair, Tarihu Eyyam-is-Sultan Mahmud'u; Manihailer ve Karamitalılar tarihine dair, Tarih-ül-Mübayyeze vel-Karamita adlı eserleri ile tarih tenkidine ait olduğu isminden anlaşılan, Tenkih-üt-Tevarih adlı bir eseri olduğu bilinmektedir.
Jeodeziye dair ilk eseri Biruni yazmıştır. Bu sahada yazılan eserler, ancak 8 asır sonra görülmüştür. Işık hızının varlığını ve bunun sesten kat kat fazla olduğunu belirtmiştir.
Biruni, 63 yaşında iken arkadaşına yazdığı bir mektupta, büyüklü küçüklü 180'i bulan eserlerinin listesini vermektedir. Ne yazık ki bunlardan 22 tanesi günümüze kadar gelebilmiştir. Günümüze sadece isimleri ulaşan eserlerinden bazıları şunlardır: 1)Tarih-ul-Hind, 2)Kitabu Hisab-il-Müselselat, 3)Mekalidu İlm-il-Hey'e, 4)İstihvac-il-Evtan, 5)Kitabu Kurriyet-is-Sema, 6) Ru'yet-il-Ehille, 7)Kitab-ül-Amel bil-Usturlab, 8)Turuk-ül-Hisab, 9)Akl-in-Nev'i, 10)Usul-ir-Resmi ala Sath-il-Kürre, 11)Hisab-ül-Müsellesat.
Biruni, bütün bu inceleme ve eserleri ile vardığı neticeleri, eski Yunanlıların ve daha önceki İslam alimlerinin ulaştığı sonuçlara nisbetle daha dakik ve daha doğru olmasını, İslam fetihleri ile medeniyet sahasının genişlemesine bağlayarak, bundan dolayı Allahü tealaya hamd etmiştir.
Biruni, bütün ömrünü ilme vermiş ve eserlerini, pek azı müstesna, Arapça olarak yazmıştır. O devirlerde ve daha sonraları, çok zengin bir dil olan Arapça, edebi ve ilmi bir dil olarak kullanılmıştır. Biruni; "Eğer eserlerimi kendi lisanımda yazacak olsam, bunlar çok saf Arap cinsi atlar sürüsü arasında zürafalar gibi garip bir şey olurdu." demektedir. Dünyadaki bütün ilim tarihçilerinin tasdik ettiği gibi o, en has manası ile dahi bir alimdir.
Biruni için ilmi araştırma; fıtri bir arzu, tabii bir ihtiyaç derecesindeydi. Başka şeylere itibar etmiyordu. Öyle ki, Gazneli SultanMes'ud'un kendisine hediye olarak gönderdiği bir fil yükü gümüş liraya dönüp bakmamış ve geri devlet hazinesine iade etmiştir. Allah için ilme hizmeti gaye edinmiş; kalbinde mal, mevki ve menfaat duygularına yer vermemiştir.
Biruni, ilmi araştırmalarında metod olarak, hem teoriyi hem de teorinin tatbiki yönünü, yani tecrübeyi birlikte esas alıyordu. Onun için teori ve tecrübe, ilmin iki kanadı gibidir. Ayrıca tecrübeyi tekrar tekrar yapmak ve kesin neticeye bu yoldan ulaşmak da ona göre ilmi çalışmanın esasını teşkil ediyordu. İlimde açıklıktan yana idi. Örtülü, kapalı ve mübhem sözlerden nefret ederdi.
Her çeşit ilim dalında, muhtevalı bilgi ile dikkatle tesbit edilen ayrıntıları, birbirleriyle gayet güzel bir şekilde bağdaştırmıştır. İlim adamı olarak, daima yapıcı ve tenkitçi zihniyetle, bilgisinde ve araştırdığı konulara yaklaşımlarında sığ ve sathi olma vasıflarından her zaman uzak durmuştur. Ele aldığı konularda, daima derinlemesine bir nüfuz ve kavrayışa ulaşmış, konularını geniş çerçeveli olarak mütalaa etmiştir. Çeşitli konularda meselelerin özüne, ruhuna inmek ve ince noktalarını kavramak, Biruni'nin her zaman yaptığı ve ustaca başardığı bir şeydir.
Alm. Fahrrad (r), Fr. bicyclette, İng. bicycle. Tekerlekleri, ayak çevirmesi ile dönen, pedallı iki-üç veya dört tekerlekli binek aracı. Oyuncak yapmaya meraklı olan Fransız Sivrao Kontu, 1790 senesinde bir kalas parçasının iki ucuna birer tekerlek koyarak ilk bisikleti yaptı. “Célérifêre” adını verdiği bu oyuncağın gelecekte milyonlarca insan tarafından kullanılacağının hiç farkında değildi. Oyuncağın üzerine ata biner gibi oturuluyor ve ayaklarla yerden hız alınıyordu. Başka bir Fransız bunu biraz geliştirdi. Oturma yerine (sele) ile bir de gidon ilave etmişti. Böylece hem üzerinde oturulabiliyor, hem de istenilen yere çevrilebiliyordu.
1818 yılında İngiliz makinisti Birck oyuncak bisikleti demirden yapmıştı. Pratik olmayan, ağır, yürütülmesi zor bir araç olmuştu. Nihayet 1855 yılında Fransız baba-oğul ön tekerleğin göbeğine bir pedal takmayı başarmışlardı. Bu aletlerine Latince iki tekerlek manasına gelen kelimelerden faydalanarak “Bicycle” (Bisiklet) adını verdiler. Bisiklet önce İngiltere sonra da bütün Avrupa'ya yayıldı. Yayılma ve gelişme o kadar hızla oldu ki, 1871 yılındaki Alman-Fransız savaşında Fransız ordu birliklerinde bisiklet kullanıldı.
Fransa'da kurulan bisiklet fabrikası imalata başladıktan bir yıl sonra, İngilizler de yeni bir model hazırlayıp piyasaya sürdüler. 1875 yılına kadar, bisikletlerde hızın ön tekerleğin büyüklüğüne bağlı bulunduğuna inanılıyordu. Bu sebepten ön tekerleklerin çapı 1.75 metreye kadar çıkarılırken, arka tekerleklerin çapı 30 santimetreye kadar inmişti. Bu durum bisikletin yalnız uzun boylu, uzun bacaklı kimseler tarafından faydalanılan bir araç haline gelmesine sebeb oldu. 1875 yılında yapılan üç tekerlekli bisikletlerle kısa boyluların da binmesi sağlandı.
Ayna dişlisi ve rublenin keşfi ile pedal, iki tekerleğin ortasına getirildi. İki dişli de zincirle birbirine bağlandı.
1888 yılında John Boyd Dunlop adındaki bir veteriner tahta tekerlekler üzerine içi hava dolu lastikler geçirince bisiklete binmek rahat oldu. Bundan sonra bisiklet modelleri gittikçe artan bir hızla değişirken, bisiklet yarışları da başladı. Dünyada ilk bisiklet yarışı 1869'da Paris ile Longchap arasında yapıldı. İlk mukavemet yarışını Christia Terront 3 saat 40 dakika 20 saniye ile kazanmıştı. Günümüze kadar olan gelişmeler, olimpiyat ve dünya şampiyonaları milyonlarca insanı velodromlara çekmektedir.
Bisikletin başlıca parçaları:Bisiklette yaklaşık olarak 1000 parça vardır. Mekanik olarak; 1) Kadro, 2) Gidon, 3) Frenler, 4) Sele ve borusu, 5) Tekerlekler, 6) Pedal, ayna dişlisi ve mili, 7) Zincir, 8) Ruble gibi bölümlere ayrılır.
Bisiklet yarışları (sporu):Bisiklet sporu, dağlık arazide, düz yollarda, kapalı salonlardaki pistlerde ve motorsiklet arkasında olmak üzere çeşitli şekillerde yapılır. Bu spor tek veya ekiple amatörler ve profesyoneller arasında olur. Yapılan müsabakalar öncelikle yol ve pist olmak üzere ikiye ayrılır. Yol yarışları, etaplı, tek günlük, saate karşı, motorardı ve takım yarışları; pist yarışları ise 4 km takım, 4 km pursuvit, 1 km sürat, 1 km saate karşı, puanlı yarışlar, turatlama yarışları şeklindedir.
Yarış bisikletleri 7 kg ile 10 kg arasında ağırlıkta olabilir. Bu ağırlık son yıllardaki teknolojik gelişmelere bağlı olarak daha aşağıya indirilmiştir. Pist bisikletleri daha hafiftir. Ağırlığı 5,750 kg ve 6,500 kg arasındadır. Bunlarda fren bulunmaz, yol bisikletlerine göre daha hafif malzemelerden yapılırlar. Bisiklet yarış pistlerine "velodrom" denir. En normal pist üç turu 1 km edecek şekilde olanıdır. Stadyumdaki pistler 500 m olarak yapılır ve iki turu bir kilometredir. Genişlikleri ise, 5-10 m arasındadır.
Türkiye'ye ilk bisikletin hangi tarihte ve kim tarafından getirildiği bilinmemektedir. Girişi oldukça eski olmasına rağmen spor olarak benimsenmesi 1910 yılından sonraya rastlar. 1912 yılında ilk bisikletçilerimiz Paris Olimpiyatlarına katıldılar.
(Bkz. Bisiklet)
Alm. Keks (m), Zwieback (m), Fr. biscuit, İng. biscuit. Az mayalanmış undan yapılan, nem oranı düşürüldüğü için uzun zaman muhafaza edilebilen sert, kuru, tatlı veya tuzlu kurabiye. Genellikle buğday unu, bitkisel yağlar, su, kabartma tozu ile çeşidine göre tatlı veya tuzlu olarak hazırlanan bisküvi hamuruna, kakao, peynir, fındık, vanilya ve kuru üzüm gibi maddeler katılır. Bu karışım, kalıplara dökülerek, değişik derecedeki sıcaklıklarda gevrekleşinceye, yani belli kıvamına gelinceye kadar fırında pişirilir. Ürünler, nemden korunmak için çeşitli ambalajlar içinde muhafaza edilir. Bisküvinin tazeliğini koruma süresi, en uygun şartlarda bir veya bir buçuk senedir. Süt ve yumurtadan imal edilen yarı kuru bisküviler uzun zaman korunamadığından, kısa sürede tüketilmelidir.
Türkiye'de üretimine 1924'te başlanan bisküvinin, gıda sanayi içinde büyük bir payı vardır. Bisküvi üretimi, 1970-80 yılları arasında büyük bir artış göstermiştir. Ülkemizde, dördü büyük olmak üzere otuza yakın fabrika üretimde bulunmaktadır. Günlük üretim kapasitesi ortalama 600 ton dolaylarındadır. Üretimin bir kısmı, Ortadoğu ve Körfez ülkelerine ihraç edilmekte olup, en büyük pazar payını Suudi Arabistan almaktadır.
Prusyalı devlet adamı. Almanya İmparatorluğunun kurucusu ve ilk başbakanı. 1 Nisan 1815'de Brandenburg'daki Schönhausen'de doğdu. Babası, Ferdinand Von Bismarck-Schönhausen, Prusya ordusunda görev yapmış büyük bir toprak sahibi asilzade; annesi Wilhelmine Menclen, Üçüncü William Frederick'in yüksek memurlarından birinin kızıydı. Anne ve babası arasında bu zıtlık, Bismarck'ın tabiatındaki çelişkilerin temel sebebi olmuştur. Görünüş olarak ve zevkleri itibariyle, güçlü bünyesi, doymak bilmez iştahı ve ülkesine bağlılığı ile tam bir asilzadeydi. Buna karşılık, ruhi bakımdan aşırı hissi, çok terbiyeli, çok hassastı. İnce bir zekaya ve kendini yüksek sınıftan bir Alman yazarı yapacak derecede güçlü bir ifade ve kabiliyete sahipti.
Yüksek öğrenimini hukuk dalında, pek de parlak olmayan bir şekilde Göttingen ve Berlin Üniversitelerinde yaptı (1832-1835). Kısa bir askerlik hizmetinden sonra ailesinin topraklarının idaresini eline aldı. Bu sıralarda kendini tarih ve felsefe konusunda yetiştirdi.
Arazilerin başındaki hayatı sırasında dinine çok bağlı bir muhitte yaşıyor ve bu hayattan hoşlanıyordu. Sonunda bu çevreden dinine çok bağlı biriyle Johanna von Puttkamer ile evlendi (1847). Hayatı boyunca İslamiyeti tetkik etmiş, her fırsatta hayranlığını dile getirmiştir.
Bismark, Kur'an-ı kerimdeki ilahi kudret ve azameti ve Peygamber efendimizin şanını şöyle ifade ediyor:
"Muhtelif devirlerde insanlığa yol göstermek için Allah tarafından gönderildiği iddia edilen bütün kitapları etraflı olarak inceledimse de, hiç birinde hikmetli bir bahis görmedim. Bu kitaplar, değil bir toplumun veya milletin, bir ev halkının dahi saadetini sağlamaktan uzaktırlar. Fakat, hazret-i Muhammed'in kitabı böyle değildir. Ben Kur'an-ı kerimi tedkik ettim. Her kelimesinde bir hikmet buldum. Muhammed'in düşmanları bu kitabı O'nun yazdığını söylüyorlarsa da en gelişmiş dimağların dahi böyle bir eser vücuda getirmelerine imkan yoktur."
"Ey Muhammed! Sana muasır olamadığımdan dolayı çok müteessirim. Muallimi ve naşiri olduğun bu kitap senin değildir. O ilahi kaynağa bağlıdır. O'nun ilahi bir kitap olduğunu inkar etmek, mevcut ilimlerin yanlışlığını ileri sürmek kadar gülünç olur. Bu sebeple, beşeriyet senin gibi mümtaz bir kudreti bir defa görmüş, bundan sonra bir defa daha görmeyecektir. Ben, huzurunda kemal-i hürmetle eğilirim."
1847'de Prusya birleşik meclisine seçilmesi Bismack'ın siyasi hayatının başlangıcı olmuştur. İhtilalci fikirlerin Avrupa başkentlerini kasıp kavurduğu sıralarda muhafazakar ve liberal görüşlü Bismarck, sosyalist eğilimlerin yıkıcı olduğunu savunmasıyla dikkatleri çekti, şöhret buldu.
Bismarck'ın 1851'de Prusya delegesi olarak Frankfurt'taki Alman Konfederasyonu Meclisine tayini diplomatlık mesleğinin başlangıcı sayılır. Sonraki yıllar Frankfurt'ta ortaya çıkan siyasi karışıklıklar sonunda, kendi deyimiyle buzdolabına konmak üzere 1859'da Petersburg'a, 1862'de Paris elçiliğine gönderildi. Daha sonra 22 Eylül 1862'de acele olarak Başbakan ve Dışişleri Bakanı sıfatlarıyle Berlin'e çağrıldı.
Başbakan olarak Bismarck'ın başardığı işlerin başında Almanya'nın birliğini kurması gelir. İnce politik sanatıyla bu zor işi başarmış, daha sonra 18 Ocak 1871'de Versailles'te Alman İmparatorluğu tescil edilmiştir.
Bismarck 20 Mart 1890'da anti-sosyalist programının ve Rusya politikasının reddedilmesi üzerine, Başbakanlıktan istifa ederek, imparatorluğunun idaresini genç imparator İkinci Wilhelm'in titrek ellerine bıraktı ve 1898 yılında öldü.
Ülkeyi adeta tek başına idare eden ve kendine halef yetiştirmemiş olan Bismarck'tan sonra imparatorluk, acemi idareciler elinde onun ölümünden sonra ancak 20 yıl ayakta kalabildi. Bismarck'ın büyüklüğü, dış politikadaki başarısından gelir. Dış politikada o zamana kadar Avrupalıların anlayamadığı "imkanlar sanatı"nı kavramıştı. Avrupa'ya hakim olmayı hiçbir zaman arzulamamış, büyük güçleri birbiri karşısına getirirek dengelemeye çalışmakla yetinmiştir. "Siyaseti, Sultan İkinci Abdülhamid'den öğrendim!" sözü meşhurdur. Hatta Abdülhamid Hanın yüksek siyaseti için; "Dünyada on gram akıl olsa, bunun bir gramı bende, bir gramı diğer dünya devlet adamlarında, sekiz gramı Sultan İkinci Abdülhamid'dedir." itirafında bulunmuştur.
Harbe karşı olmamakla birlikte, meseleleri diplomasi yoluyla halletmeyi tercih etmiş ve politikası için lüzumlu olduğunda, ancak sınırlı maksatlarla harbe girmiştir. Kurduğu ittifak sistemiyle, Avrupa barışını korumak gayesini gütmüş bu sistem içinde büyük bir kabiliyetle Avrupa güçlerini birbiri karşısında tutmayı başarmıştır. Barışın kalıcı olduğuna inanmamakla birlikte, Berlin Kongresinden sonra büyük çalkantılar içindeki Avrupa'ya 30 yıllık barış çağının asıl mimarı olarak isim yapmıştır.
Kırgızistan'ın başşehri. Sovyetler döneminden önceki adı Pişpek'ti. 1885'te ise burada doğan Kızıl Ordu komutanlarından Mihail Vasilyeviç Frunze'nin adından dolayı Frunze adı verilmişti. Nüfusu 600.000'in üzerinde olan Bişkek'te büyük bir Rus nüfusu vardır.
Bişkek, Kırgız sıradağlarının eteklerinde, Çu Irmağı vadisinde yer alır. Alaarça ve Alamedin ırmakları üzerinde kurulu olan şehri, Büyük Çuyski Kanalı ikiye böler. Hokand Hanedanı tarafından inşa edilen Pişpek Kalesi Rusların eline geçtikten sonra bu kalenin yakınlarında 1878'de kuruldu. 1924'e kadar küçük bir yerleşim merkeziydi. Ancak bu tarihte Kırgız özerk yönetim biriminin merkezi ve 1926'da ise Kırgız Özerk SSCB'nin başşehri yapılınca hızlı bir gelişme göstermeye başladı.
Bugünkü Bişkek, geniş caddeli ve ağaçlıklı modern bir yapıdadır. Parkları ve çok sayıda meyve bahçeleri vardır.
Kırgızistan Bilimler Akademisi, Kırgızistan Devlet Üniversitesi, tarım, tıp, teknik ve öğretmen yüksekokulları başlıca eğitim kurumlarıdır.
İkinci Dünya Savaşına kadar şeker, et ve meyve konserveciliği gibi hafif sanayi kuruluşları vardı. Savaş sırasında ağır sanayi doğuya kaydırılınca tarım makinaları, otomobil sanayii ve metal işleme gibi sanayiler kurulmuştur. Bilhassa 1960'lardaki hızlı sanayileşmeyle şehre göçler olmuş ve nüfus hızla artmıştır.
Evliyanın büyüklerinden. İsmi, Bişr bin Haris bin Abdurrahman Hafi olup, künyesi Ebu Nasr'dır. Bişr-i Hafi diye meşhur olmuştur. 767 (H. 150) senesinde Merv'in Bekird bölgesinde doğdu. 841 (H. 227) senesinde Bağdat'ta vefat etti. Kabri ziyaret mahallidir.
Gençliğinde hatalı ve günahkar bir hayat yaşayan Bişr-i Hafi birgün sarhoş bir halde giderken, üstünde Besmele veya Allahü tealanın ismi yazılı bir kağıt buldu. İçi sızlayıp yerden aldı. Öptü, çamurlarını silip temizledikten sonra güzel kokular sürüp evinde duvara astı. O gece alimlerden biri; “Git, Bişr'e söyle! İsmimi temizlediğin gibi seni temizlerim. İsmimi büyük tuttuğun gibi seni büyültürüm. İsmimi güzel kokulu yaptığın gibi, seni güzel ederim. İzzetime yemin ederim ki, senin ismini dünyada ve ahirette temiz ve güzel eylerim.” şeklinde bir rüya gördü. Bu rüya üç defa tekrar etti. O zat Bişr-i Hafi'yi arayıp meyhanede buldu. Mühim haberim var, diye içerden çağırdı. Bişr geldiğinde; “Kimden haber vereceksin?” dedi. “Sana Allahü tealadan haber vereceğim.” deyince, ağlamaya başladı. “Bana kızıyor mu, şiddetli azab mı yapacak?” deyince, o zat rüyayı anlattı. Bunu dinleyen Bişr; “Ey arkadaşlarım! Beni çağırdılar, bundan sonra bir daha beni buralarda göremeyeceksiniz.” dedi. O zatın yanında hemen tövbe etti. Bu anda ayağında ayakkabı bulunmadığı için, hiç ayakkabı giymedi. Sebebini soranlara; “Söz verdiğim zaman yalın ayaktım, şimdi giymeye haya ederim.” derdi. Ayakkabı giymediği için kendisine “Hafi” (yalınayak) denildi.
Tövbe ettikten sonra, devrinin önde gelen alimlerinden ilim öğrendi. Yedi sandık dolusu hadis kitabını ezberledi. Hadis, fıkıh ve tasavvuf ilminde yüksek derecelere ulaştı. İbrahim bin Sa'd, Abdurrahman bin Zeyd bin Eslem, Hammad bin Zeyd, Şüreyk bin Abdullah, Muafa bin İmran Musuli, Abdullah bin Mübarek hocalarından bazılarıdır. İlim öğretip talebe yetiştirdi. Kendisinden ilim ve edeb öğrenip hak yolu bulanlardan bazıları da şunlardır: İbrahim bin Haşim bin Muskan, Sırri-i Sekati, İbrahim bin Harbi Nişaburi. Ahmed bin Hanbel hazretleriyle görüşüp sohbette bulunan Bişr-i Hafi, bütün ömrünü ilim öğrenmekle ve öğretmekle geçirdi. O hayatta olduğu müddet içinde Bağdat'ta yalın ayak gezdiği için, hayvanlar onun hürmetine yolları kirletmezlerdi. Birisinin hayvanı bir gece yola pisledi. Sahibi bunu görünce üzülerek; "Bişr-i Hafi öldü." dedi. Baktılar ki Bişr-i Hafi vefat etmişti.
Bişr-i Hafi ilim ve fazilet sahibi bir zattı. Haramlardan ve şüphelilerden son derece sakınırdı. Konuştuğu zaman etrafa ilim, ahlak, hikmet kokuları yayılırdı. Başkalarına karşı çok merhametliydi. Bir gün eşyalarını çalmışlardı. Ağlamaya başladı. “Mal için ağlanır mı?” denilince; “Mal için ağlamıyorum, hırsızın günah işlediğini, kıyamette bunun azabını çekeceğini düşünüp ağlıyorum.” dedi. Öldüğünde cenazesini sabah evden çıkardılar. Fakat o kadar çok kalabalık vardı ki, ancak gece kabristana varabildiler. Kendisini rüyada görüp; “Allahü teala ne ile muamele etti?” diye sorduklarında; “Benim cenazemde bulunanı ve kıyamete kadar beni seveni affeyledi.” buyurdu.
İslam alimleri onun büyüklüğünü takdir ederlerdi. Ahmed bin Hanbel Bişr-i Hafi'yi çok sever, devamlı ziyaretine giderdi. Talebeleri ona; “Siz alimsiniz. Hadiste, fıkıhta, ictihatta ve bütün ilimlerde eşiniz yoktur. Niçin Bişr-i Hafi gibi birini sık sık ziyaret ediyorsunuz?” dediklerinde; “Evet dediğiniz ilimleri ondan iyi bilirim. Fakat o kalb ilimlerini benden iyi bilir.” dedi. Abbas bin Dehkam'da; “Dünyaya geldiği gibi ölen tek insan Bişr-i Hafi'dir. Dünyaya malsız geldi ve malı olmadan gitti.” dedi.
Buyurdu ki:
En zor üç iş vardır. Darlıkta cömerd olmak, kimsenin görmediği yerlerde haram ve şüphelileri yapmamak, korktuğunuzun yanında doğruyu söylemekten çekinmemek.
Dua, günahları terk etmektir.
Ölümü hatırladığın zaman dünyanın güzelliği ve şehvetler senden gider.
Kötü insanlarla arkadaşlık yapmak, hayırlı insanlara su-i zanda (kötü düşünmek) bulunmaya sebeb olur.
Kişi gazabını (öfkesini) yenmedikçe, takva sahibi olamaz.
İnsanlar arasında tanınmak isteyen, ahiretin tadını alamaz.
Dün öldü, bugün can veriyor, yarın ise henüz doğmadı. Zamanınızı bu açıdan görün ve faydalı iş yapmaya bakın.
(Bkz. Bitler)
BİTİŞİK TAÇ YAPRAKLILAR (Sympetalae=Gamopetalae)
Alm. Gamopetale, Fr. Gamopetale , İng. Gamopetalae. Grubun en önemli özellikleri taç yapraklarının boru, huni veya çanak şeklinde birleşmesidir. Bununla birlikte erkek organ halkasından biri körelmiş ve kalan halkada da erkek organ sayısı azalmıştır. Tohum sayısı da azdır. Bu gruba örnek olarak kocayemiş (Arbutus unedo), zeytin (Olea europaea), zakkum (Nerium aleander), adaçayı (Salvia), nane (Mentha) vs. verilebilir.
Alm. Pflanzenkrankheit, Fr.Maladies de plantes(e), İng.Diseases of plants. Bitkilerin normal büyüme ve yapılarından uzaklaşmaları. Bitki hastalığına bakteriler, mantarlar, nematik kurtlar ve virüsler, daha büyük bitkilerde böcekler ve keneler veya çevreye bağlı yahut çevreye bağlı olmayan uygunsuz durumlar sebeb olabilir. Her çeşit bitki, kültür ve yabani bitki hastalıklarına tutulabilir. Bunların belli başlıları:
Rastık: Ustilaginaceae familyasına bağlı mantarların, buğday ve arpa bitkilerinde meydana getirdikleri hastalık. Ustilago nuda arpada, Ustilago tritici mantarı ise buğdayda rastık hastalığını meydana getirir. Hastalığa yakalanmış bitkiler, sağlamlara göre daha kısa ve daha zayıf kalırlar. Genellikle kardeşlenme meydana gelmez. Hastalıklı başaklarda tane teşekkül etmez. Başaklarda tane yerine kurum gibi bir siyah toz oluşur. Bu tozlar mantarın sporlarıdır. Hastalık ilaçla önlenememektedir. Hastalıksız tohum kullanmak gerekir. Tohumluğu sıcak su içinde tutmak hastalığı önlemede faydalı olmaktadır.
Patates mildiyösü: Patates bitkisinde mildiyö hastalığını Phyhiaceae familyasından Phytophtora infestans mantarı meydana getirir. Patates bitkisinin önemli hastalığıdır. Yağışlı ve rutubetli yıllarda çok önemli zararlara sebeb olabilir. Hastalık patates yapraklarının tamamını kurutarak döker. Bitkinin gövdesi çıplak kalır. Hastalık toprak altındaki yumrulara da geçebilir. Yumrularda çöküntüler meydana getirir. Yumru verim ve kalitesinin azalmasına sebeb olur. Hastalığı önlemek için her sene hastalıklı bitki artıkları tarlalardan toplanarak imha edilmelidir. Ayrıca hastalık çıkmadan önce koruyucu ilaçlarla mutlaka ilaçlama yapmak gerekir. Eğer önceden ilaçlama yapılmaz ise bir daha hastalığı önlemek mümkün olmaz.
Kök kanseri: Meyve ağaçlarının kök ve kök boğazlarında görülen bir hastalıktır. Asmanın ise gövde ve dalları üzerinde görülür. Hastalığı Rhizobiaceae familyasına mensup Agrobacterium tumefaciens bakterisi yapar. Bu bakteri bir yara yerinden bitki bünyesine girip, orada beslenme ve çoğalmaya başlar. Çıkarmış olduğu toksinler hücrelerin anormal şekilde büyümesine sebeb olur. Böylece urlar teşekkül eder. Hastalığın bulaşmasını önlemek için köklerinde ur görülen fidanların imha edilmesi gereklidir. Ayrıca toprak işlenirken ağaçların kök ve kök boğazlarının yaralanmamasına dikkat edilmelidir.
Karaleke: Elma ve armut ağaçlarının en önemli hastalığıdır. Karaleke hastalığını armutlarda Pleosporaceae familyasından Venturia pirina, elmalarda ise Venturia inaequalis mantar türleri yapar. Hastalık, armut ve elma ağaçlarının çiçek, yaprak, meyve ve genç dalları üzerinde görülür. Çiçeklere bulaştığında çiçeklerin dökülmesine sebeb olur. Yapraklarda meydana getirdiği lekeler, yaprakların gelişmesini ve fotosentez yapmasını önler. Bundan dolayı meyve gözü teşekkülü azalır ve müteakip yıl mahsül veriminde önemli ölçüde düşüş meydana gelir. Küçükken hastalığa yakalanan mevyeler dökülür. Lekeli meyveler gelişemezler, şekilleri ve kaliteleri bozulur. Bu bakımdan hastalığa yakalanmış meyveler pazar değerini büyük çapta kaybederler. Elma ve armut ağaçlarında bu hastalığı önlemenin en tesirli yolu zamanında ilaçlama yapmaktır. Şayet ilkbahar dönemindeki çiçek öncesi ve sonraki ilaçlamalar zamanında ve dikkatli bir şekilde yapılırsa hastalık tamamen önlenir.
Monilya: Yumuşak ve sert çekirdekli meyve türlerinin önemli hastalıklarından biridir. Meyvelerde monilya hastalıklarını Sclerotiniaceae familyasından Monilia laxa, Monilia fructiggena mantarları yapar. Genellikle bütün sert ve yumuşak çekirdekli meyve ağaçlarının çiçek, meyve, yaprak ve sürgünlerinde zarar meydana getirir. Hastalığın şiddetli çıktığı yıllarda çiçek ve sürgünleri kurutur. Hastalığa yakalanan meyvelerde önce kahverengi bir çürüklük oluşur, daha sonra üzerlerinde daireler halinde beyazımsı spor kütleleri görülür. Hastalıklı meyveler hasattan önce düşerler veya ağaç üzerinde kuruyarak mumyalaşıp kalırlar. Monilya hastalığını önlemek için ağaçlardaki bütün hastalıklı sürgün ve meyveleri toplayarak imha etmek ve ayrıca ilaçlama yapmak gerekir.
Çavdar mahmuzu:Clavicipititaceae familyasına ait Claviceps purpuce mantarının çavdar ve bazı buğdaygillerde meydana getirdiği bir hastalık. Çavdar başağı olgunlaşmaya başlayınca, kapçıklar arasında siyah, boynuz gibi sert ve çavdar tanesinin 2-3 misli büyüklüğünde, mahmuzu andıran çıkıntılar görülür. Hastalığın çavdar mahsülünü azaltması önemli değildir. Ancak, hastalıklı çavdar unundan yapılan gıda maddelerini yiyen insanlarda ergotizm ismi verilen bir hastalığa sebeb olması dolayısıyle önemlidir. Çavdar mahmuzunda bulunan bazı alkoloitler, insanlarda kusma, titreme ve felçler meydana getirebilirler. Ayrıca hamile kadınlarda düşük ve erken doğuma sebeb olabilirler. Öte yandan çavdar mahmuzu tıpta kan dindirici olarak da kullanılmaktadır.
Mavi küf:Tütünlerde Mildiyö hastalığı. Tütünlerin en önemli hastalığı olan Mildiyö hastalığına Peronosporaceae familyasından Peronospora tabacina mantarı sebeb olur. Hastalık tütünlerin fide ve tarla devresinde götürebilir. Yağışlı ve rutubetli mevsimlerde büyük salgınlar meydana getirir. Tedbir alınmazsa tütünleri tamamen harab eder. Tütünlerin tarla döneminde hastalık bulaşırsa tütün yapraklarından hasıl olan ölü dokular, yaprağın ticari değerini önemli ölçüde azaltır. Hastalığı önlemek için dayanıklı çeşitler yetiştirmek, fidelik ve tarla dönemlerinde koruyucu ilaçlamalar yapmak gerekir.
Buğday sürmesi: Tilletiaceae familyasına bağlı mantarların buğday bitkisinde meydana getirdiği önemli bir hastalık. Mantarın buğdayda hastalık meydana getiren önemli türleri Tilletia tritici ve tilletia foetidadır. Hastalık buğdayın başağında görülür. Sağlam başaklar ağır olduklarından aşağı doğru sarktıkları halde sürmeli başaklar hafif olduklarından dik dururlar. Ekinler olgunlaşınca başaklarda buğday tanelerinin yerinde siyah renkli tanelerin teşekkül etmiş olduğu görülür. Bu siyah tanelerden dolayı hastalığa çiftçiler sürme, kör veya karamuk gibi isimler de vermektedir. Kör tanelerin üstünü örten meyve kabuğu ince bir zar halindedir. Bu taneler parmak arasında sıkıştırılınca kolayca ezilir ve içlerinin tamamen siyah bir tozla dolu olduğu görülür. Bu tozlar hastalığı meydana getiren mantarın sporlarıdır. Kör tanelerin ezilmesi ile balık kokusunu andıran bir koku hissedilir. Bu koku sporlardan çıkar ve trimethylamin maddesinden hasıl olur. Hastalığı önlemek için tohumluk buğdayların ekilmesinden önce mutlaka tohum ilaçları ile ilaçlanması gerekmektedir.
Bağ mildiyösü:Bağ mildiyösü, üzüm bağlarının en önemli hastalığıdır. Peronosporaceae familyasına bağlı Plasmopara viticola mantarı tarafından meydana getirilir. Mantar, asmanın yaprak, sürgün, çiçek, sülük ve salkımlarında zarar yapar. İleri derecede hastalığa yakalanmış yapraklar kuruyarak dökülür. Sürgünler çıplak kalır. Salkımlardaki hastalıklı taneler olgunlaşmaz; buruşur, mumyalaşır ve meşin gibi bir görünüş alır. Bağ mildiyösü, serin ve yağışlı havaların hüküm sürdüğü mevsimlerde salgın yapar. Hastalık çıkmadan önce koruyucu ilaçlama yapmak gerekir. Bu ilaçlamalar yapılmaz ise çok önemli mahsul kaybı olur. Bağ mildiyösünün en iyi ilacı Bordo bulamacıdır.
Buğday pası:Pucciniaceae familyasına bağlı mantar türlerinin buğday, arpa, çavdar ve yulaf bitkilerinde meydana getirdiği önemli bir hastalık. Hastalığın şiddetli olduğu yıllarda bitkiler zayıf kalır. Bu yüzden başak teşekkülü iyi olmaz. Tane tutumu zayıf olur. hastalıklı bitkilerdeki danelerin çimlenme güçleri azalır. Hastalık, bitkilerin sap, yaprak, kavuz ve kılçıklarında sarı, kahverengi lekeler meydana getirir. Buğdayda zararlı olan üç önemli türü vardır. Puccinia striiformis (sarı pas) Puccinia triticina (kahverengi pas), Puccinia graminis tritici (kara pas). Kara pasın ana konukçu bitkisi Berberis (hanımtuzluğu) bitkisidir. Hayat devresini bu bitkide tamamlar. Bu bakımdan kara pas hastalığından korunmak için Berberisleri imha etmek gerekir. Ayrıca erkenci buğday çeşitleri yetiştirmek zararı azaltır. Kara pas bilhassa yağışlı yıllarda ülkemizde salgınlar yaparak önemli derecede mahsul kaybına sebeb olmaktadır.
Bağ küllemesi: Bağlarda külleme hastalığını, Erysiphaceae familyasından Uncinula necator mantarı yapar. Mantar, asmanın yaprak, çiçek, sülük ve salkımlarında zararlı olur. Hastalığa yakalanmış yaprakların üzeri kül serpilmiş gibi bir durum alır. Hastalıklı taneler olgunlaşmaz. Üzerleri çatlar, çekirdekler görülür. Fazla miktarda hastalığa yakalanmış çubuklar yazın yeteri kadar olgunlaşmaz ve zayıf kalırlar. Kışın ise donlardan zarar görürler. Bağ küllemesinin en iyi ilacı kükürttür.