BİD'AT
Alm. Neuereng (f.), Fr. İnnovation (f.), İng. Innovation, Heresy. İslam dininde, Peygamber efendimiz ve O'nun dört halifesi zamanında bulunmayıp da, dinde sonradan meydana çıkarılan Sünnete, yani Muhammed aleyhisselamın bildirdiği din bilgilerine uymayan, itikat (inanış), amel (iş) ve sözler, hurafeler. Dinde yapılmak istenilen her değişiklik ve reform bid'attir. Sözlükte, önceleri olmayıp, sonradan ortaya çıkan şey manasına gelen bid'at, adette ve dinde olmak üzere ikiye ayrılır.
Adette bid'at:Adet olarak, her kavmin, her memleketin yaptıkları şeylerdir. Bunlardan dinen yasak olmayıp, insanlara faydalı olanları yapmak ve kulanmakta hiçbir mahzur yoktur. Pantolon, çeşitli ayakkabı, çatal, kaşık kullanmak, yemeği masada yemek, herkesin tabaklarına ayrı koymak, ekmeği bıçak ile dilimlere ayırmak, çeşitli eşyaları kullanmak, kadınların manto giymeleri hep adete bağlı şeylerdir. Bunları kullanmanın dinen mahzuru yoktur.
Dinde bid'at:Dinde yapılan her türlü değişiklik ve reformlardır. Bunlar ikiye ayrılır. Birincisi; inanılması mecburi olan bilgilerde, sözleri sened olan Ehl-i sünnet alimlerinin bildirdiği itakada uymayan inanışlardır. Böyle inanışlar sahibini Cehennem'e götürür. İkincisi; ibadet olarak yapılan yenilikler, reformlardır. Bunların hepsi dinde yasaktır. Peygamberimiz hayattayken, İslam dini her bakımdan tamam olmuştur.Hiçbir noksanlık kalmamıştır. Dolayısıyla itikat ve ibadette sonraki asırlarda ortaya çıkarılan şeyler, bir noksanı tamamlayıcı değil, tamam olandan bir parçayı kaybettirici ve unutturucudur. Bu bakımdan İslam dinini anlatan temel kitaplarda, bid'at çıkarmak ve yaymanın İslam dinini yıkmak olduğu ifade edilerek, her ortaya çıkan bid'atin bir sünneti yok ettiği bildirilmiştir. Bid'atler arttıkça, İslamiyet zayıflar ve din unutulur.
Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellemin bid'at ile ilgili olarak buyurdukları hadis-i şeriflerin bazıları şunlardır:
Bid'atlerin hepsi dalalettir (sapıklıktır), yoldan çıkmaktır.
Bid'at sahiplerinin ibadetleri kabul olmaz (yani sevab verilmez).
Bir kimse, bir bid'at meydana çıkarsa veya bir bid'ati işlese, Allahü tealanın ve meleklerin ve bütün insanların laneti, onun üzerine olur. Onun farzları ve nafile ibadetleri kabul olmaz.
Bid'at sahibine hürmet eden kimse, İslamiyeti yıkmaya yardım etmiş olur.
Eshab-ı kiramın, Peygamber efendimizden (sallallahü aleyhi ve sellem) bildirdikleri doğru itikad olan Ehl-i sünnet yolundan ayrılanlar. Bid'at fırkalarının aslı dokuzdur: 1) Şia, 2) Mutezile, 3)Havaric (Hariciler), 4) Cehmiyye, 5)Mürcie, 6) Neccariye, 7)Dırariyye, 8) Kilabiyye, 9) Müşebbihe. Bunlar kollarıyla birlikte yetmiş iki kısım oldular.
Asr-ı seadetde Peygamber efendimizin sohbetleri bereketiyle Müslümanların imanları tertemizdi. Eshab-ı kiram (Peygamber efendimizin arkadaşları), herhangi bir konuda müşkülleri (problemleri) olursa, Resulullah'a sorarlar, cevabını öğrenirlerdi. Akaid hususunda (inanılacak şeylerde) aralarında hiç ayrılık yoktu.
Peygamber efendimizin vefatlarından sonra, İslam düşmanları, Müslümanların arasındaki iman birliğini bozmak istedi. Abdullah ibni Sebe' isminde Yemenli bir Yahudi, Müslümanlar arasında ilk fitneyi çıkardı. Hazret-i Osman'ın şehid edilmesine, Cemel ve Sıffin savaşlarının meydana gelmesine sebeb oldu. Resulullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Eshabını kötülemeye kalkıştı. Böylece bozuk bir çığır açtı. Nihayet, Peygamber efendimizden sonra, halifelik hazret-i Ali'nin hakkıydı, diğer üç halife onun hakkını gasb ettiler, diyerek Eshab-ı kirama dil uzatan kimselerin çıkmasına sebeb oldu. Böyle kimselere "Şia" dendi.
Bilahare, hazret-i Ali, hazret-i Osman'dan sonra halife olunca, Sıffin Muharebesi sonunda, tayin edilen hakemler halifeliği hazret-i Muaviye'ye bırakmıştı. Bir takım kimseler buna karşı çıkıp, hazret-i Ali'den ayrıldı. Onlara "Hariciler" dendi. Bunlar hazret-i Ali, hazret-i Muaviye ve diğer bazı sahabe hakkında uygun olmayan şeyler söylediler. Büyük günah işleyen kafir olur dediler. (Bkz. Hariciler)
Bu arada Emevilerin son zamanlarından itibaren başlayan tercüme faaliyetleri ile Yunan felsefesi de Arapçaya tercüme edilmişti. Bunun neticesinde bir takım kimseler felsefi fikirlerin tesirinde kalıp, inanılacak şeylerde aklı esas aldı. Bunlar, akılla izahı mümkün olmayan müteşabih (manası kapalı) ayet-i kerime ve hadis-i şerifleri kendi akıllarına göre açıkladılar. Ahiret ile ilgili hallerde bile akla öncelik verip, nakli yani ayet-i kerime ve hadis-i şerifleri tevil ettiler. Yorumladılar. Mutezile ile Cehmiyye bunların meşhurlarındandır. (Bkz. Mutezile)
Yine, felsefi düşüncelerin tesirinde kalarak, sonraki zamanlarda İslam filozofu diye meydana çıkan kimseler, bozuk fikirler ortaya attılar. Bunun üzerine başta İmam-ı Gazali rahmetullahi aleyh olmak üzere kelam alimleri onlara gerekli cevaplar verdiler. (Bkz. Kelam)
Bir kısım kimseler de, müteşabih ayet-i kerimelere yanlış manalar vererek Allahü tealayı yarattıklarına benzetmişlerdir. Müşebbihe veya mücessime denilen bu kimseler başkalarını sözlerine inandırabilmek için, Selef-i salihinin yolunda olduklarını söyleyerek kendilerine Selefiyye ismini vermişlerdir. Bu cereyanın yedinci asırda temsilcisi, İbn-i Teymiye ile talebesi İbn-i Kayyım'dır (Bkz. İbn-i Teymiyye). Bu cereyan on ikinci hicri asırda, Muhammed bin Abdülvehhab'ın kurduğu Vehhabilik ile devam ettirildi. Daha sonra Cemaleddin Efgani, Muhammed Abduh, talebeleri ve hayranları da bu bozuk yolu devam ettirdiler. (Bkz.Müşebbihe)
Hulasa, bid'at fırkalarının hepsi, hicri 2. asırdan sonra yayılmaya başladı. Mutezile gibi bir kısmının kurucuları daha önce yaşamış ise de kitaplarının yazılıp, toplu olarak ortaya çıkarak yayılmaları Tabiin devrinden sonra olmuştur. Bid'at fırkalarının ortak hususiyeti, nakli (din bilgilerini, bilhassa inanılacak şeyleri) akıllarına hoş gelecek şekilde anlamaları, kısaca; nakli, akla tabi kılmalarıdır. Bu sebeple ayet-i kerime ve hadis-i şerifleri kendi akıllarına uyarak yanlış anlamışlardır.
Bid'at fırkaları, ehl-i kıbledirler,yani La ilahe illallah sözünü söyleyip, manasına inanırlar. İbadetlerini yaparlar. Fakat, itikatları bozuk olduğu için, ibadetleri kabul olmaz. Dinde adil sayılmazlar. Bu sebeple şahitlikleri kabul edilmez. Küfrü gerektiren bir şey söylemedikçe veya yapmadıkça, onlara kafir (imansız) denmez. Bozuk inanışları yüzünden Cehennem'e girecekler ancak sonsuz kalmayacaklardır.
Peygamber efendimiz, ümmetinin böyle fırkalara ayrılacağını haber vererek; "Beni İsrail (İsrailoğulları) yetmiş bir fırkaya ayrılmıştı. Bunların yetmişi Cehennem'e gidip, ancak bir fırka kurtulmuştur. Nasara (Hıristiyanlar) da, yetmiş iki fırkaya ayrılmıştı. Bir zaman sonra benim ümmetim de yetmiş üç fırkaya ayrılır. Bunlardan yetmiş ikisi Cehennem'e gidip, yalnız bir fırka kurtulur." buyurdu. Eshab-ı kiram bu bir fırkanın kimler olduğunu sorduklarında; "Cehennem'den kurtulan fırka benim ve Eshabımın gittiği yolda gidenlerdir." buyurdu.
Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) Eshabının (arkadaşlarının) yolunda gidenlere, Ehl-i sünnet ve'l-cemaat veya kısaca Sünni denir. Bid'at fırkalarının çıktığı devirlerde başta dört hak mezheb imamları olmak üzere diğer büyük alimler Ehl-i sünnet itikadını hem yaymışlar, hem de bozuk kimselere karşı müdafaa etmişlerdir. Bunu yaparken nakli esas almışlar, aklı ona tabi kılmışlar. Daha sonra, İmam-ı A'zam Ebu Hanife'nin talebe zincirinden gelen Ebu Mansur Maturidi ile İmam-ı Şafii'nin talebe zincirinden gelen Ebü'l-Hasan Eş'ari, Ehl-i sünnet itikadını sistemleştirmiş, belli usul ve kaidelere bağlamışlardır. Bu iki zat, Ehl-i sünnetin itikatta imamlarıdır. Ehl-i sünnet Müslümanları günümüze kadar, itikatta bu iki imamdan birine bağlı olarak gelmişlerdir. (Bkz. Ehl-i Sünnet)
Uzayın yaradılışıyla ilgili olarak Astronom 6. Lemaitre tarafından ortaya atılan bir teori.
Zamanla teoriyi benimseyen bilim adamlarının sayısı arttı. Bu nazariyeye göre uzay 15-20 milyar yıl önce tek bir dev atomun infilak etmesiyle meydana geldi. Patlayan bu dev atom, içindeki maddeleri boşluğa savurdu. Galaksiler nebulözler ve yıldızlararası plazma bu şekilde meydana geldi. Bu ilk infilaktan bu yana çok daha küçük patlamalar halen devam etmekte (süpernovalar) ve uzay, genişleyip büyümeye devam etmektedir.
Gerçekten de dünyamızdaki gözlem evlerinden izlenen uzak galaksilerin ışığındaki kırmızıya kayış, bunun ispatı olarak kabul edilmektedir.
Büyük patlama (Bigbang)dan gelen radyasyon, ilk defa 1964'te tesbit edilmiştir. New Jersey'deki Bell Laboratuvarlarından Arno Penzias ve Robert Wilson, Samanyolunun dış kısımlarından gelen belirsiz radyo dalgalarını ölçmeye çalışıyorlardı. Fakat bunun yerine gökyüzünün her tarafından gelen bir radyasyon buldular. Bu ışınımın bütün yönlerdeki parlaklığı aynı idi ve yaklaşık 3° Kelvin sıcaklığında bir ortamdan geldiği anlaşılıyordu. Daha sonra Penzias ve Wilson, bu buluşları için bir Nobel ödülü kazandılar.
Bu kozmik fon radyasyonunun, büyük patlamadan hemen sonra kainatı dolduran sıcak gazdan geldiği tahmin edilmektedir. Astronomlar, 1920'lerden beri kainatın genişlediğini biliyorlardı. Bu genişlemenin hızı da, 15 milyar yıl kadar önce bütün maddenin tek bir anda aynı noktada bulunması gerektiğini gösteriyor. İşte tam bu ilk zamana büyük patlama deniyor. O zamandan beri de kainat sürekli olarak genişlemektedir.
Büyük patlamadan sonra kainat radyasyondan yayılan çık sıcak gazla dolmuştur. İlk önce gaz, temel parçacıklardan meydana gelmişti: Önce kuarklar oluştu ve bunlar bir araya gelerek protonları ve nötronları meydana getirdi; daha sonra da elektronlar ortaya çıktı. Büyük patlamadan 300.000 yıl sonra, sıcaklık 3000 °K'ye düşünce bu parçacıklar birleştiler ve atomlar oluştu.
Bu durum, kainata büyük bir değişiklik getirdi. O zamana kadar elektrik yüklü parçacıklar radyasyonu çok kolay emerlerdi. Radyasyon çok uzağa gidemediğinden, gaz da şeffaf değildi. Fakat nötr atomlar radyasyonu iyi ememediler. Bu durumda hareketine bir engel kalmadığından, radyasyon uzayda yayıldı.
Uzay genişledikçe radyasyonun dalga boyu uzadığı için, daha soğuk bir cisimden geliyiormuş kanaatini vermeye başladı. Bizim radyasyonu ölçebildiğimiz şimdiki zamana kadar radyasyon, mutulak sıfırın ancak birkaç derece üstündeki sıcaklıklara kadar soğudu.
Penzias ve Wilson tarafından bulunan kozmik fon radyasyonu, bu düşünceye mükemmel olarak uymaktadır. Hem sıcaklık doğru derecedeydi hem de radyasyon bütün gökyüzünde aynı sıcaklıktaydı; çünkü bütün yönler büyük patlamaya doğru gidiyordu.
Fakat bu keşif ortaya çözülmesi gereken bir de bilmece çıkardı. Fon radyasyonu, büyük patlamadan 300.000 yıl sonra gazın son derece homojen olduğunu göstermektedir. Gazın içinde büyük topaklar ve delikler olsaydı, bunlar radyasyonun gökyüzündeki dağılımında sıcak ve soğuk bölgeler olarak gözükecekti. Öte yandan bugün çok topaklıdır. Kümeler, ince uzun gruplar halinde toplanan galaksiler ve bunların aralarında boşluklar vardı. Bu büyük yapıların orijinal gazın içindeki topaklardan çıkmış olması gerekmektedir. Tıpkı sütün topaklanarak peynire dönüşmesi gibi.
Kozmoloji ile uğraşan bilim adamları, fon radyasyonu iyi incelenirse, bunun sıcaklığında bazı sapmalar bulacaklarına inanıyorlar. Astronomlar, kozmik fon radyasyonunun sıcaklığını 1960'lardan beri giderek artan bir dikkatle ölçmektedirler. Birkaç yanılmanın dışında, yalnızca ortalama sıcaklıktan sapmalara sınırlamalar koyabilmişlerdir. Yerden yapılan son deneyler, bunların da bir Kelvin'in 30 milyonda birinden fazla olamayacağını gösteriyor. Yerden gözlem yapan astronomlar, kozmik fon radyasyonunu incelediklerinde iki hususla karşılaşmaktadır: Birkaç santimetre daha uzun dalga boylarında gözlem yaptıkları zaman bizim galaksimiz Samanyolu'ndan gelen radyasyon, zayıf fon radyasyonundan baskın çıkıyor. Bizimi galaksimizdeki parlak ve karanlık kısımlar, fon radyasyonundaki herhangi bir sapmayı kolaylıkla maskeliyorlar.
Daha kısa dalgaboylarında ise Samanyolu daha zayıftır; fakat bu dalgaboylarındaki radyasyon, Dünyanın atmosferindeki su buharı tarafından emilmektedir. Dünyanın her yerinde, çeşitli gruplar, yüksek dağlar, Antarktika ve yüksekte uçan balonlar gibi havanın kuru olduğu yerlerden gözlem yaparak bu problemi çözmeye çalışmışlardır.
Buna en iyi çözüm, bir uydudaki kısa dalgaboylu bir radyo alıcısıdır. 1970'lerin ortalarında, bu gözlemcilerin çoğu, NASA'nın Goddard Uzay Uçuş Merkezindeki bilim adamlarıyla işbirliği yaparak Kozmik Fon Keşif Uydusu COBE'nin tasarımına katkıda bulundular.
18 Kasım 1989'da COBE, yörüngesine mükemmel bir şekilde oturtuldu. COBE'nin taşıdığı üç araçtan iki tanesi gökyüzünü uzun kızılötesi dalgaboylarında gözlemledi. Araçlar, uzaydan gelen zayıf sinyallerin uzay aracının kendi sıcaklığından etkilenmemesi için sıvı helyumla soğutulmaktaydı. Bu araçlar görevlerini seferin dokuzuncu ayında sıvı helyumun bittiği sırada tamamladılar. Araçlardan biri fonun ortalama sıcaklığını görülmemiş bir hassasiyetle ölçerek 2.735 °K değerini buldu. Diğeri de ilk defa olarak, uzun kızılötesi dalgaboylarında uzayın haritasını çıkardı.
Üçüncü ölçüm aleti fon radyasyonunun parlaklığındaki sapmaları aramak için tasarlanmıştı. Altı diferansiyel mikrodalga radyometreden oluşan bu düzenek gözlemlerine devam ediyor; çünkü bunların soğutuluması gerekmiyor. Bunlarla gökyüzü şimdiye kadar iki kere tarandı ve üçüncü taramaya devam edilmektedir.
Radyometreler gökyüzünü 3.5, 5.7 ve 9.5 milimetre olmak üzere üç kısa radyo dalgaboyunda gözlemlemektedir.
Halen, Dünyanın çeşitli yerlerinde aynı derecede hassas aletlere sahip ekipler COBE'nin görebileceğinden daha küçük, bir açı dakikası sapmalar bulmak için gözlem yapmaktadır.
Yüce kitabımız Kur'an-ı kerim, modern bilimin yeni yeni varabildiği bu sonuçları 1400 yıl önce haber vermiştir. Zira Zariyat suresi, 47. ayetinde mealen; "Göğü, kuvvet kudretimizle biz kurduk ve biz onu genişleticiyiz." buyrulmuştur. Bigbang'ın bir teori olmaktan çıkıp, kesin bir gerçeğe dönüşmesinin en büyük delili bu olsa gerektir.
Eshab-ı kiramdan, Peygamber efendimizin ilk müezzini. İlk Müslümanlardandır. İsmi Bilal bin Rebah Habeşi olup, künyesi Ebu Abdullah, annesinin ismi Hamame'dir. Aslen Habeşistanlı olan ailesi Mekke'de Beni Cumha kabilesinin kölesiydi. 581 senesinde Mekke'de doğdu, 641 (H. 20) senesinde Şam'da vefat etti.
Peygamber efendimize ilk iman eden ve müşriklere karşı Müslüman olduğunu açıkça ilan eden yedi sahabiden biri olan Bilal-i Habeşi, Ümeyye bin Halef'in kölesiydi. Sahibi, Bilal-i Habeşi'ye Müslüman olduğu için çok eziyet ederdi. Boynuna ip takıp çocukların ellerine verir, Mekke sokaklarında dolaştırırdı. Müşrikler de onunla alay ederlerdi. Garib ve kimsesiz olan Bilal-i Habeşi diğer müşriklerden de işkence görürdü. Ümeyye bin Halef aşırı sıcak altında Bilal-i Habeşi'yi tamamen soydu. Üzerinde bir don kaldı. Bu haliyle kızgın çölün yanan kumları üzerine yatırdı. Karnı üzerine de büyük taşlar koydurdu. Bilal-i Habeşi'nin kumlara yapışan teni yanıyor, verdiği azab dayanılmaz hal alıyordu. Bilal-i Habeşi bu tahammülü zor işkenceler altında "Allah birdir, Allah birdir" diyordu. Bu sırada sevgili Peygamberimiz oradan geçerken, Bilal-i Habeşi'nin durumunu görerek üzüldü ve ona; "Allahü tealanın ismini söylemek seni kurtarır." buyurdu.
Hanelerine döndükten biraz sonra hazret-i Ebu Bekir geldi. Hazret-i Ebu Bekir'e, Bilal'in çektiklerini anlatıp; "Çok üzüldüm." buyurdu. Ebu Bekir, kafirlerin yanına gitti. Bilal'e böyle yapmakla elinize bir şey geçmez, onu bana satın." dedi. Onlar ise; "Dünya dolusu altın verseniz satmayız, yalnız senin kölen Amir ile değişiriz." dediler. Amir, hazret-i Ebu Bekir'in ticaret işlerini yapan becerikli bir köleydi. Fakat iman etmiyordu. Bilal ile Amir'i değiştiler. Hazret-i Ebu Bekir, Bilal'in elinden tutup,Resulullah'a götürdü; "Ya Resulallah, Bilal'i bugün Allah için azad eyledim." dedi. Resulullah sallallahü aleyhi ve sellem çok sevinip, hazret-i Ebu Bekir'e dua etti. Bu anda Cebrail aleyhisselam gelip; 92. sure olan "Leyl" suresinin 17. ayetini getirdi. Cenab-ı Hak, Ebu Bekr'in, Cehennem'den uzak olduğunu müjdeledi.
Bilal-i Habeşi azad edildikten sonra hicrete kadar Peygamber efendimizin yanından ayrılmadı. Medine-i münevvereye hicret edince, bir müddet Sa'd bin Hayseme'nin evinde misafir oldu. Peygamber efendimiz onu Ensar'dan Ebu Rüveyha Abdullah bin Abdurrahman ile kardeş yaptı. Bilal-i Habeşi hicretten sonra evlendi. Ezan emredilince ilk ezanı Bilal-i Habeşi okudu. Bir gün sabah namazı vaktinde Peygamberimizin kapısı önünde "Esselatü hayrun minennevm" diye iki defa seslendi. Peygamber efendimiz beğenerek; "Bilal bu ne güzel söz! Sabah ezanını okurken bunu da söyle." buyurdular. Böylece sabah ezanında bu söz de söylenmeye başlandı.
Bilal-i Habeşi bütün gazalarda, Peygamberimizin yanında bulundu. Mekke'nin fethinde Kabe putlardan temizlenince, Kabe-i muazzamada ilk ezanı okudu. Peygamber efendimizin vefatından sonra, Bilal-i Habeşi ayrılık acısına tahammül edemeyerek Şam'a gitti ve oraya yerleşti. Hazret-i Ebu Bekir devrinde o bölgede yapılan gazalara katıldı. Hazret-i Ömer ordusuyla Şam'a geldiğinde, Bilal-i Habeşi orduya katılıp Kudüs Seferine iştirak etti. Şam'da bir müddet kaldıktan sonra bir gece rüyasında gördüğü Peygamber efendimizin daveti üzerine Medine-i münevvereye gitti. Ravda-i mütahheraya yüzünü sürerek, Peygamberimizin kabr-i şerifini ziyaret etti. Resulullah ile geçirdiği günleri hatırlayıp hasret ve muhabbet gözyaşları dökerek uzun müddet ağladı. Peygamber efendimizin torunları Hasan ve Hüseyin'in ısrarları üzerine, dayanamayarak bir gün sabah namazı vaktinde ezan okumaya başladı. Ezan sesini duyan Eshab-ı kiram, kadın, erkek, çoluk-çocuk sokaklara dökülerek, Resulullah ile yaşadıkları saadetli günleri hatırlayıp ağladılar. Bu ezan, Bilal-i Habeşi'nin okuduğu son ezanı oldu. Birkaç gün Medine'de kaldıktan sonra, Şam'a döndü. Fakat yolda rahatsızlanıp evine güçlükle varabildi. Bu hastalıkla ömrünün son günlerini yaşadı. 641 (H.20) senesinde Şam'da vefat etti. Bab-üs-Sagir Kabristanında defnedildi.
Bilal-i Habeşi bizzat Peygamberimizden işiterek hadis-i şerif rivayet etmiştir.Rivayet ettiği bu hadis-i şeriflerden kırk dördü Sahih-i Buhari, Sahih-i Müslim ve dört Sünen kitabında yer almıştır.
Peygamber efendimizden rivayet ettiği bazı hadis-i şerifler şunlardır:
Ezan ve gözümün nuru olan namaz ile bizi ferahlandır ya Bilal!
Cennet'te Bilal'i gördüm. "O'na Cennet'e ne ile girdin!" diye sordum. "Sebebini bilemiyorum, ancak her abdest tazeledikçe iki rek'at namaz kılardım." diye cevap verdi.
Gece kıyamına (ibadetine) devam edin; zira bu sizden önceki salihlerin ibadeti, Allah'a yakınlık ve günahlara keffaret olup, insanı bedeni hastalıklardan korur ve günahlardan uzaklaştırır.
Alm. Bilanz (f), Fr. Bilan. İng.Balance Sheet. Bir işletmenin belirli bir zaman noktasında sahip bulunduğu sermaye, varlık ve borç durumunu gösteren denge. Varlıklar aktifte, sermaye ve borçlar pasifte yer alır.
Bilanço düzenlenmesindeki başlıca gaye, belirli bir zaman noktasındaki mali durumunun açıklanmasıdır. Bu bakımdan bilançolarda, işletmeye ayrılan sermaye tutarı, sabit ve döner varlıkların miktarı, yabancı kaynaklardan sağlanan krediler, işletmenin ödenecek borçlarının öncelik sırası, aktifte yer alan varlıkların paraya çevrilebilme yeteneği ve işletmenin kar ve zarar şeklinde beliren sonuçları ile finansal yapısı ve gücü konusunda bilgi verir nitelikte olmalıdır.
Bilanço, vergi mevzuatındaki esaslara uyularak düzenlenirse, bu bilançoya “mali bilanço” veya “vergi bilançosu” adı verilir. Bu bilançoda kar şeklinde yer alan sonuç hesabı, vergi matrahını teşkil eder. Ticaret kanunu hükümleri dikkate alınarak hazırlanan bilanço ise “ticari bilanço” olarak adlandırılmaktadır.
Bilanço, bir mali durum tablosu olduğundan, işletme, bu belgeye dayanılarak başlıca; kredi itibarı, karlılık, likidite ve vergi açısından tahlil ve tenkit edilebilir.
Alm. Billardspiel, Fr. Billiard, İng. Billiard. Üstüne çuha gerilmiş, arduvazla kaplı dikdörtgen bir masada, istaka denen uzun bir sopa ve değişen sayıda toplarla oynanan çeşitli oyunlara verilen ad. Masanın kenarlarına içten yerleştirilmiş kauçuk bantlar da aynı kumaşla kaplanır. "Karambol" da denen Fransız bilardosu deliksiz masada oynanır. İngiliz bilardosu snooker ve öteki delikli bilardo oyunları her köşesinde ve uzun kenarlarının ortasında birerden toplam altı deliği bulunan masada oynanır.
Bilardo ilk defa 15. yüzyıl ortalarında Fransa'da oynanmaya başlandı. Sonraki yüzyıllarda çeşitli Avrupa ülkelerinde ve ABD'de yaygınlaştı. Bilardo çeşitleri temeldeki benzerliğe rağmen değişik oyun kaidelerine göre oynanır. Üç bantlı bilardo, Fransız bilardosu, çizgili bilardo, delikli bilardo, rotasyon, snooker, çanak, golf bilardosu, beyzbol bilardosu, bogatel, şans ègal gibi çeşitleri vardır.
Osmanlı Devletinin temellerinin atıldığı, Marmara, Ege, İç Anadolu ve Batı Karadeniz bölgelerinin kesiştiği bir kavşak noktasında bulunan bir ilimiz. 39°39' ve 40°31' kuzey enlemleriyle 29°43' ve 30°40' doğu boylamları arasında bulunan Bilecik; Sakarya, Bolu, Eskişehir, Kütahya ve Bursa arasında yer alır. Gerek Osmanlı, gerekse Cumhuriyet devrinin kuruluşunda çok önemli rol oynayan Bilecik'in, Türk tarihinde mümtaz bir yeri vardır. Trafik kod numarası 11'dir.
İsminin Menşei
Bilecik ilinin adını nereden aldığı kesin olarak tespit edilememiştir. Hititliler, Bilecik için "Şirin Köy" manasına gelen Belekoma demişlerdir. Zamanla bu isim Bilecik olarak söylenmiştir.
Tarihi
Bilecik'in tarihi çok eskilere, Hititlere dayanır. Bilahare Frigyalılar, Persler, Makedonya Kralı İskender, Selevkos, Bergama, Golat, Roma ve Bizanslıların eline geçti. İslam orduları zaman zaman burasını ele geçirdiler. 1071 Malazgirt Savaşından sonra Anadolu fatihi ve Anadolu Türk devletinin kurucusu Selçuklu Kutalmışoğlu Birinci Süleyman Şahın ordularınca Bilecik fethedildi. Birinci Haçlı Seferinde Bilecik yeniden Bizans tarafından alındı.
Anadolu Selçuklu Devletinin bir uç beyi olan Ertuğrul Gazi, Söğüt'te Oğuz Türklerinin Kayı aşireti olarak Kayı Beyliğini kurdu. Oğlu Osman Gazi, Bizans Tekfuru elinde olan Bilecik Kalesini fethedince, Osman Gazinin adı ve ünü etrafa yayıldı. Selçuklu Sultanı Gıyaseddin Mes'ud, Osman Gaziye tuğ, sancak, gümüş eğer, kısrak, altın kabzalı kılıç ve pekçok hediyeler gönderdi. Kayı Beyliğine bağımsızlık tanıdı. Osman Gazi, Gıyaseddin Mes'ud vefat edinceye kadar Selçuklu Sultanını başbuğ olarak tanıdı. Vefatından sonra bağımsızlığını ilan etti. Osmanlı Devletinin ilk temeli burada atılmıştır. İznik ve Bursa'nın fethine kadar Osmanlı Devletinin başkenti olmuştur. Daha sonra Bilecik Anadolu eyaletinin Sultanönü (Eskişehir) sancağına bağlı bir kaza olmuştur. Sultan İkinci Abdülhamid Han ise, Bilecik'i, Hüdavendigar (Bursa) vilayetine bağlı Ertuğrul sancağının merkezi yapmıştır.
Yunan istila birlikleri Bilecik'i üç defa işgal etti. İstiklal Harbinde en çok tahrip ettikleri yer olup, Yunanlılar iki bin ev, 500 dükkan, 20 han, bütün cami, okul ve fabrikaları yaktılar. Yanan binaların harabeleri yakın zamana kadar bulunuyordu. Bu yıkıntılardan bazıları hala durmaktadır. Bilecik, 6 Eylül 1922'de düşman işgalinden kurtarıldı ve 20 Nisan 1924'te il oldu.
Bilecik yeni ve eski Bilecik olarak iki kısım halindedir. Bilecik'in ve bilhassa Söğüt'ün Türk tarihinde çok önemli bir yeri vardır. Söğüt, Osmanlı Devletinin ilk başkentidir. Osmanlı Devletinin, Türk Osmanlı kültürünün ve mimarının temelidir.
Fiziki Yapı
Bilecik çok engebelidir. Sakarya Nehri etrafındaki ovalar dışında geri kalanı yüksek olmayan dağ ve tepeler, derin ve dik vadiler, yayla ve platolardan ibarettir.
Dağlar: Bilecek'in üçte biri dağlıktır.Sakarya Nehrinin doğusundaki dağlar, Kuzey Anadolu dağlarının, batısındaki dağlar ise Uludağ'ın devamıdır.
Sipahi Dağı (1324 m), Göldağları (1250 m), Yirce Dağı (1790 m), Kela Dağı (1906 m), Ahı Dağı, Abbaslık Dağı, Yeşil Dağ ve Bozdağ 1000 metreden yüksek dağ ve tepelerdir.
Ovalar:Bilecik'te ova çok azdır. Sakarya Irmağının etrafındaki bazı düzlükler dışında büyük ovalar yoktur.
60 kilometrekarelik Bozüyük Ovası, Göksu, Göynük ve Karasu vadileri başlıca ova ve vadileridir. Sakarya Irmağı ve kolları çok derin yataklar açtıklarından buradaki vadiler sarp ve kayalıktır. Osmanlıların meşhur ve tarihi Domaniç Yaylası Bilecik sınırları içindedir.
Akarsular:Bilecik toprakları içinde en önemli akarsu, Sakarya Irmağıdır. Bu ırmak Deresakarı köyü civarında Bilecik'e girip, 75 km yol aldıktan sonra ili terk eder. Kışın suyu boldur (saniyede 100 m3), yazın ise bu miktar 8 metreküpe düşer.
Bozalan köyü civarında çıkan Karasu, Osmaneli yakınında, Adapazarı'ndan gelerek Bilecik'e giren Göynük Çayı Osmaneli yakınlarında Sakarya'ya karışır. Sorğun Çayı, Karasuya, Sarısu, Porsuk Çayına karışır. Göksu, Hamsu Deresi, Sakarya'ya dökülür.
Göller:
Çerkesli Gölü:Yüzölçümü 45 hektar ve biriken su miktarı bir milyon metreküptür. Osmaneli yakınındadır. Dodurga Barajı: Sarısu üzerinde kurulmuş olup yüzölçümü 250 hektar ve su hacmi 35 milyon metreküptür. Sulama ve taşkınları önleme ve tarım arazilerini sulama maksadıyla yapılmış bir baraj gölüdür.
İklim ve Bitki örtüsü
Marmara ile İç Anadolu iklimi karışık haldedir. İklim geçit tipi özelliği gösterir. Güney ve doğusunda İç Anadolu'nun yayla iklimi hüküm sürer. Yazlar sıcak ve kurak, kışlar soğuk ve yağışlı, diğer bölgelerde ise kışlar ılık geçer. Isı -12,3°C ile +37°C arasında seyreder. Senelik yağış miktarı metrekareye 430 milimetredir. Yağmurlar daha çok ilkbahar ve sonbaharda yağar.
Bilecik ili topraklarının yarısına yakın bir kısmı ormanlıktır. Ağaçların çoğunluğu karaçam, kızılçam, sarıçam, köknar, kayın, meşe ve kestanedir. Ovaları az ise de akarsuları bol olduğundan her çeşit ürün yetişir.
Ekonomi
Ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayanır. Ormanların yarısı Bozüyük'te, geri kalan yarısı da Gölpazarı, Osmaneli ve Söğüt'tedir.
Eskiden ipek böcekçiliği çok yaygındı. Yunan işgalinde dutluklar yakılınca, ipekböcekçiliği geriledi. Buna rağmen 135 köyde ipekböceği besleme geleneğine devam edilir. Son senelerde ipekböcekçiliği hızla gelişmektedir.
Tarım:Nüfusun yüzde 70'i tarımla geçinir. Modern tarıma, sulama, gübreleme ve modern tarım aletlerine önem verilmektedir. İlin suyu boldur. Arazinin yüzde 40'ı ekime müsaittir. Başlıca tarım ürünleri buğday, baklagiller, arpa, mısır, nohut, fasulye, şekerpancarı, ayçiçeği, soğan, barbunya, semizotu, havuç, sivri biber, domates, patlıcan, kıvırcık, salata ve şerbetçi otudur. Beylerce üzümü, nar, erik, ayva, kiraz ve muşmulası meşhurdur.
Hayvancılık: Bilecik ilinde mer'a ve çayırlar arazinin % 7'sini teşkil eder. Hayvancılık son senelerde gelişmeye başlamıştır. Yem fabrikası yapılmıştır. Süt fabrikası henüz yoktur. Besi hayvancılığı daha çok gelişmiştir. Koyun, sığır ve keçi beslenmektedir. Arıcılık gelişme halindedir.
İpekböcekçiliği yeniden gelişmektedir. Bursa ve Balıkesir'den sonra ipek böceği kozası en çok bu ilde yetiştirilir. Geçmişte ise ipekböcekçiliği çok daha ileri durumda bulunuyordu.
Ormancılık:Bilecik ilinin yarısına yakını ormanlıktır. Bunların ancak yarısı baltalık, yarısı ise normal, koruluk ve bozuk koruluktur. Her sene 200 bin metreküpe yakın yakacak odun ve 150 bin metreküpün üstünde imalatta kullanılan kerestelik odun elde edilir.
Madenler:Seramik ve cam sanayiinde kullanılan kil, kaolin ve feldispat Bilecik'te çok zengindir. Bilecik'te "Bilecik taşı" ismi verilen mermer (kireç taşları) meşhurdur. Vezirhan ve Kösedere'de çıkarılan pembe ve beyaz somaki mermerler; Hırtılar ve Külümbe köylerinde çıkarılan kırmızı, pembe ve şeftali renkli somaki mermerler ile Söğüt'te çıkarılan siyah benekli beyaz mermerler aranan mermerlerdir.
Sanayi:Bilecik son 10 sene içinde sanayi bakımından çok gelişmiştir. Yakın bir gelecekte ise Bilecik Türkiye'nin mühim bir sanayi bölgesi olmaya namzettir. Hali hazırda mevcut olan sanayi tesisleri tarım, orman ve seramiğe dayanır.
Başlıca fabrikalar:Yem fabrikaları, şerbetçi otu hublon fabrikaları, seramik fabrikaları, yedek parça fabrikası, şofben ve radyatör üreten demirdöküm fabrikaları, teneke fabrikası, kağıt fabrikaları, su tesisatı malzemeleri üreten fabrikalar, vinleks halı ve yer döşeme fabrikası, büsküvi fabrikası, ipekli dokuma fabrikaları, defter fabrikası, ambalaj kağıdı ve sandığı fabrikaları ile 500'e yakın küçük işletme tesisleri vardır.
Dericilik ve bıçakçılık, mermer, tuğla, seramik ve tahta işlemecilik çok ileridir.
Ulaşım: Bilecik ulaşım bakımından kavşak bir noktadadır. Her bölgeden kolayca ulaşılacak durumdadır. İstanbul-Eskişehir karayolu Bilecik'ten; Haydarpaşa-Eskişehir demiryolu Bozüyük, Bilecik istasyonu ve Osmaneli'nden geçer.
Nüfus ve Sosyal Hayat
1990 sayımına göre toplam nüfusu 174.169 olup, 89.209'u ilçe merkezlerinde, 84.960'ı köylerde yaşamaktadır. Yüzölçümü 4321 km2 olup, nüfus yoğunluğu 40'dır.
İl toprakları içinde kalan bütün coğrafi isimler Oğuz-Türkmen boylarından kalmadır. Atasözleri, manileri, masal, efsane, halk türküleri ve halk oyunları bakımından çok zengindir. Karaçeli, zeybek oyunu meşhurdur. Folklorda Osmanlı tesiri büyük olup, dürüstlük, kahramanlık ve mertlik hakimdir.
Mahalli kıyafeti kadınlarda şalvar, işlik, oyalı yün çorap ve üç etektir. Erkekler kollu cepken ve günlük, belde kuşak ve işlemeli dizlik giyerler. Mahalli yemeği Bilecik Lokması'dır. Bölgede ipek ve kadife işlemeciliği, kilim ve heybe dokumacılığı ileridir.
Eğitim: Okur-yazar nisbeti % 80'dir. Bütün köylerinde ilkokul vardır. İlde 16 anaokulu, 280 ilkokul, 20 ortaokul, 8 lise ile 9 meslek lisesi ve (makina, elektrik ve seramik bölümlerinde) 1 yüksek okulu vardır.
İlçeleri
Bilecik ilinin, Merkez, Bozüyük, Gölpazarı, İnhisar, Osmaneli, Pazaryeri, Söğüt ve Yenipazar olmak üzere sekiz ilçesi vardır.
Merkez:1990 sayımına göre toplam nüfusu 43.089 olup, 23.050'si ilçe merkezinde, 20.039'u köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 23, Küplü bucağına bağlı 9 ve İlyasbey bucağına bağlı 18 köyü vardır.
İlçe toprakları genelde dağlıktır. İlçenin en yüksek noktası 1150 m yüksekliğindeki Dokuz Öküz Tepesidir. Dağlardan kaynaklanan suları, Karasu Çayı toplar. Dağlar, genelde koruluk durumundaki ormanlarla kaplıdır. 1000 m yüksekliği aşan bölümlerde karaçam ve kayın ormanları vardır.
Ekonomisi tarıma dayalıdır. En çok şerbetçi otu yetiştirilir. Meyve ve sebzecilik gelişmiş olup, yetiştirilen ürünler taze olarak İstanbul ve Ankara'ya gönderilmekte bir kısmı da konserve fabrikasında işlenmektedir. Ayrıca ipekböceği koza üretimi yapılmaktadır.
İlçe merkezi, ortalama yüksekliği 320 m olan Kırklar, Rasattepe ve Devdağı denilen tepelerin arasında kurulmuştur. Eski Bilecik, şimdiki yerleşim merkezinin güneydoğusunda Gugukluk ve Dabağhane dereleri boyunca çukur bir alanda, Edebali Camii ve türbesi çevresinde kurulmuştu. Kurtuluş Savaşında eski Bilecik tamamıyla yakılıp yıkılmıştır. Günümüzde sadece Edebali Camii ve türbesi sağlamdır. Eskişehir-İstanbul karayolu ilçe merkezinin ortasından geçer. İstasyon il merkezinden 5 km uzaktadır.
Bozüyük: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 47.494 olup, 32.275'i ilçe merkezinde, 15.219'u köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 28, Dodurga bucağına bağlı 15 köyü vardır.Yüzölçümü 842 km2 olup, nüfus yoğunluğu 56'dır.
İlçe toprakları genelde engebelidir. Orta kesiminde kuzeybatı-güneydoğu istikametinde Bozüyük Ovası yer alır. Sakarya'yı besleyen küçük çay ve dereler ilçe topraklarını sular. Bunlardan biri olan Sarısu Çayı üzerinde Dodurga Barajı vardır.
Ekonomisi tarım ve sanayiye dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri; tahıl, şekerpancarı, ayçiçeği, mısır, patates ve şerbetçi otudur. Orman bakımından zengin olmasına rağmen ormancılık fazla gelişmemiştir. Pancar üretimine dayalı büyük baş hayvancılığı yapılır. İlçede sanayi çok gelişmiştir. Başlıca sanayi kuruluşları şofben ve radyatör üreten demir döküm fabrikası, kağıt fabrikası, sıhhi tesisat malzemesi üreten fabrika, büsküvi fabrikası, halı ve yer döşeme fabrikası, teneke fabrikası, sümerbank seramik fabrikası ve kil tesisleridir. İlçe topraklarında bulunan kil, kaolin ve feldispat yatakları özel kuruluşlar tarafından işletilmektedir.
İlçe merkezi Boztepe ve Kızıltepe'nin güney eteklerinde kurulmuştur. Bilecik'in en gelişmiş ve nüfus bakımından en büyük yerleşim merkezidir. Bozüyük karayolu bakımından bir kavşak noktası durumundadır. Eskişehir-İstanbul, Eskişehir-Bursa ve Kütahya-İstanbul karayolu ve İstanbul-Eskişehir demiryolu ilçe merkezinden geçer. Söğüt'ün bir nahiyesi iken, 1926'da ilçe oldu. Belediyesi 1890'da kurulmuştur. İl merkezine 40 km mesafededir.
Gölpazarı: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 15.046 olup, 6134'ü ilçe merkezinde, 8912'si köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 47 köyü vardır.
İlçe toprakları çok yüksek olmayan engebeli bir arazidir. En yüksek noktası ilçe merkezinin güneyinde yer alan Ortadağ'dır (1225 m). Sakarya Nehri ile kolları olan Göynük Çayı, Akçay ve Değirmendere ilçe topraklarını sular. Gölova ismiyle bilinen Gölpazarı Ovası, alüvyonlarla kaplı bir bölgedir.
Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri şekerpancarı, ayçiçeği, buğday, arpa ve üzümdür. Hayvancılık ilçe ekonomisinde önemli yer tutar. Koyun, keçi ve sığır beslenir.
İlçe merkezi, İstanbul-Eskişehir kara ve demir yollarından 28 km doğuda düz bir arazide kurulmuştur. Küçük bir yerleşim merkezidir. İl merkezine 40 km mesafededir. Belediyesi 1926'da kurulmuştur.
İnhisar:1990 sayımına göre toplam nüfusu 8042 olup, 1526'sı ilçe merkezinde, 6516'sı köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 12 köyü vardır. İlçe toprakları Sakarya Vadisinde yer alır. Sündüken Dağları, ilçenin güneyinde uzanır. Sakarya Nehri ilçe topraklarının ortasından geçer. Ekonomisi tarıma dayalıdır.Sakarya Nehrinin iki yakasında meydana gelen alüvyonlu düzlüklerde meyve ve sebzecilik yapılır. İklimi müsait olduğundan dört mevsim ürün alınır. Bağcılık ve ipekböcekçiliği gelişmiştir. İlçe merkezi Sündüken Dağlarının eteklerinde kurulmuştur. Sündüken Dağları karaçam ormanları ile kaplıdır. Söğüt'e bağlı bir bucakken, 9 Mayıs 1990'da 3644 sayılı kanunla ilçe merkezi haline getirildi.
Osmaneli:1990 sayımına göre toplam nüfusu 17.925 olup, 8663'ü ilçe merkezinde, 9262'si köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağına bağlı 26 köyü vardır. Yüzölçümü 526 km2 olup, nüfus yoğunluğu 34'dür.
İlçe toprakları, 1000 metreyi geçmeyen engebeli bir alan üstünde yer alır. Kuzeyinde Samanlı Dağları, batısında Avdan Dağı yer alır. İlçe toprakları akarsular ile derin şekilde yarılmıştır. İlçe topraklarından kaynaklanan sular, Sakarya Irmağına karışır.
Ekonomisi tarım ve sanayiye dayanır. Başlıca tarım ürünleri şekerpancarı, buğday, üzüm ve arpadır. Ayrıca az miktarda ayçiçeği, ayva, elma ve baklagiller yetiştirilir. Mer'acılık yöntemiyle hayvancılık gelişmiştir. İpekböcekçiliği eski önemini devam ettirmektedir. Son yıllarda yapılan fabrikalarla sanayisi gelişmiştir.Kalorifer radyatörü döküm fabrikası, halı ipliği ve halı dokuma tesisleri, yağ ve ipek dokuma fabrikaları başlıca sanayi kuruluşlarıdır.
İlçe merkezi Sakarya Vadisinin genişlediği bir bölgede, nehrin güneyinde kurulmuştur. İlçenin ortasından İstanbul-Eskişehir karayolu, kuzeydoğu kıyısından, İstanbul-Eskişehir demiryolu geçer. İl merkezine 30 km mesafededir. Belediyesi 1926'da kurulmuştur.
Pazaryeri:1990 sayımına göre toplam nüfusu 16.119 olup, 6422'si ilçe merkezinde, 9697'si köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 24 köyü vardır. Yüzölçümü 333 km2 olup, nüfus yoğunluğu 48'dir.
İlçe toprakları genelde dağlıktır. Güney kesiminde Domaniç dağları yer alır. İlçenin önemli dağı 1100 m yükseklikteki Ahı Dağıdır. Dağlardan kaynaklanan suları Kocadere ve Sorgun Çayı toplar. Dağlık bölgeler ormanlarla kaplıdır.
Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri şerbetçi otudur. Ayrıca az miktarda buğday, arpa, ayçiçeği, elma, ayva ve üzüm yetişir. Sığır besiciliği ve ormancılık ekonomide önemli yer tutar.
İlçe merkezi, eski Eskişehir-Bursa yolu üzerinde düz bir arazide kurulmuştur. İl merkezine 25 km uzaklıktadır. Gelişmemiş küçük bir yerleşme merkezidir.
Söğüt:1990 sayımına göre toplam nüfusu 20.436 olup, 9472'si ilçe merkezinde, 10.964'ü köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 24 köyü vardır.
İlçe toprakları orta yükseklikte engebeli alanlardan meydana gelir. Doğusunda Sündüken Dağları yer alır. Dağlardan kaynaklanan sular, Sakarya nehrine dökülür. Yüksek kesimlerinde köknar, karaçam, kızılçam ve sarı çamdan meydana gelen ormanlar vardır. Buralarda hayvancılık açısından önemli çayırlar yer alır.
Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri buğday, üzüm, şeker pancarı, ayva ve arpadır. Hayvancılık ve ipekböcekçiliği ekonomide önemli yer tutar. Çok sayıda sığır ve koyun beslenir. Seramik fabrikası, refrektör fabrikası, kozafilatör fabrikaları ve pekmez atölyesi başlıca sanayi kuruluşlarıdır. İlçe topraklarında antimon, feldispat, kaolin, kil yatakları vardır.
İlçe merkezi Sündüken Dağlarının batı eteklerinde kurulmuştur. Osmanlı Devletinin ilk başkenti olan Söğüt, Türkiye Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat tarafından Ertuğrul Gazinin Kayı aşiretine kışlak olarak verilmiştir. Osmanlı Devletinin başkenti Bursa olunca, Söğüt nahiye olarak Eskişehir'e (Sultanönü)bağlandı. Sultan İkinci Abdülhamid Han zamanında, Bilecik, Ertuğrul sancağına bağlanınca, Söğüt de buna bağlı kaza oldu. İl merkezine 25 km mesafededir. İlçe belediyesi 1884'te kurulmuştur.
Yenipazar:1990 sayımına göre toplam nüfusu 6018 olup, 1667'si ilçe merkezinde 4351'i köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 24 köyü vardır. Gölpazarına bağlı bir bucak iken, 19 Haziran 1987'de 3392 sayılı kanunla ilçe haline getirildi.
İlçe toprakları orta yükseklikte engebeli alanlardan meydana gelir. Değirmendere Vadisinin genişlediği yerde Yenipazar Ovası yer alır. Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri şekerpancarı, buğday, arpa ve üzümdür. Hayvancılık ilçe ekonomisinde önemli yer tutar. Yüksek kesimlerinde kızıl ve kara çam ormanları vardır. İlçe merkezi Değirmendere Çayının kıyısında tepe üzerinde kurulmuştur. Köy görünümünde küçük bir yerleşim merkezidir.
Tarihi Eserler ve Turistik Yerleri
Bilecik fevkalade tabii güzelliği, zengin tarihi hazineleri, şifalı içme ve kaplıcaları ile turizm bakımından eşsiz bir yer olmasına rağmen, turistik tesislerin yetersizliği sebebiyle bu imkanını değerlendiremeyen bir ildir.
Orhan Gazi Camii: Bir tepe üstünde, Osman Gazi Camiinin 300 m kuzeyindedir. Orhan Gazi yaptırmıştır. Yunan işgali sırasında yıkılmış ise de sonradan tamir ettirilmiştir. İlk günkü haliyle zamanımıza kadar gelmiştir.
Osman Gazi Camii: Orhan Gazi tarafından babası adına yaptırılan cami, küçük vadide sun'i bir tümsek üzerindedir. Yunanlılar tarafından tahrip edilen ve tamir görmeyen caminin günümüzde kuzey duvarıyla minaresi ve avlu duvarlarının pek azı ayakta kalmıştır.
İmaret:Orhan Gazi tarafından fakirlere yemek dağıtılmak üzere yaptırılmış bir tesistir. Osmanlı mimarisinin ilk eserlerinden biri olması bakımından tarihi önem ve değeri büyüktür.Yunanlılar tarafından tahrip edilen ve tamir görmeyen bu imaret, Orhan Gazi Camii karşısında, Eski Kabristan'ın içindedir.
Emirler Camii:Bilecik'in doğusunda, Emirler Mahallesindedir. Yunan işgali sırasında yakılmıştır. Yıkıntı halinde olan caminin ne zaman yapıldığı bilinmemektedir. Minaresinin şerefe korkulukları ve külahı yıkılmış durumdadır.
Akkaldırım Camii:İstiklal Mahallesindedir. Günümüzde sadece minaresi kalmıştır.
Köprülü Mehmed Paşa Camii:Vezirhan'dadır. Bilecik-İstanbul karayolu üzerindedir. 1655'te Köprülü Mehmed Paşa tarafından yaptırılmıştır.
Ertuğrul Gazi Mescidi: Söğüt ilçesindedir. Günümüze Ertuğrul Gazi dönemindeki biçimiyle ulaşmamışıtır.
Mihal Bey Camii:Gülpazarı'ndadır. Gazi Mihal Bey tarafından yaptırılmıştır. Yanında bir han ve hamam vardır.
Çelebi Mehmed Camii:Söğüt'tedir. Çelebi Sultan Mehmed tarafından yaptırılmıştır. Geçirdiği tamirler yüzünden ilk yapıldığı şekli değişmiştir.
Hamidiye Camii:Sultan İkinci Abdülhamid Han 1889'da yaptırmıştır. Söğüt ilçesindedir.
Kasım Paşa Camii ve Külliyesi:1525-1528 tarihleri arasında Kasım Paşa tarafından yaptırılmıştır. Bozüyük'tedir. Sübyan mektebi, imaret ve mutfak, medrese, kervansaray ve hamamdan meydana gelen külliyenin medrese, kervansaray ve hamam kısmı yıkılmıştır.
Ertuğrul Gazi Türbesi:Söğüt'te, Söğüt-Bilecik yolu üzerindedir. Türbede, Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Gazinin babası Ertuğrul Gazi yatmaktadır. Ormanlık bir arazidedir. Osmanlı yapısı olan türbede 700 seneden beri askeri ve milli tören yapılır.
Edebali Türbesi:Bilecik'tedir. Osman Gazinin kayınpederi, alim ve veli olan Edebali hazretlerinin yattığı türbe. On dördüncü asır Osmanlı mimarisinin tipik bir örneğidir. Ahşap bir ev manzarası arz eder. Türbe içinde kızı Mal Hatun'un da kabri vardır. Eskişehir'de de Edebali'nin olduğu bildirilen bir türbe vardır.
Said Bey Çeşmesi:Söğüt'tedir. Kaymakam Said Bey tarafından 19. asırda yaptırılmıştır. Son dönem Osmanlı mimarisinin en önemli örneklerindendir.
Ayşe Hatun Çeşmesi: Orhan Gazi Camiinin yakınlarındadır. 1813'te Bilecik Ayanı Hikmet Ağanın annesi Ayşe Hatun tarafından yaptırılmıştır.
Bilecik Kalesi:Hamsu Deresi kenarında sivri bir kaya üzerinde olup, harabe halindedir.
Mesire Yerleri:Ertuğrul Gazi Türbesi civarındaki orman, Yediler Korusu (Bozüyük'e 7 km uzaklıkta), Türbin Mesire yeri, Küslük Çayırı, Abbaslık köyü ve Bozcaarmut Köyü Ormanları, Karasu Vadisi, Kazanbattı Çağlayanı, Küsnük Çayırı ve Başpınar Mesire yerleri başta gelenleridir.
Kaplıcaları:Sıcak su kaynakları açısından zengin değildir.
Çaltı (Aşağı Hamam)Kaplıcası:Söğüt ilçesinin Çaltı köyündedir. Banyo ve içme kürleri çıban, kaşıntılı deri hastalıkları ve romatizmaya iyi gelmektedir.
Selçik İçmeleri:Osmaneli ilçesine 3 km uzaklıktadır. İçme kürleri, mide, barsak, karaciğer ve idrar yolları hastalıklarına iyi geldiği gibi, böbrek ve mesane taşlarının eritilmesinde, düşürülmesinde de etkilidir.