BEYRUT
Lübnan'ın başşehri. Nüfusu 1,5 milyonun üzerinde olan Beyrut, deniz etkisinden biraz korunan bir körfezin kıyısındadır. Beyrut'ta tipik bir Akdeniz iklimi görülür. Uzun yıllar Ortadoğu'nun ekonomik, fikir ve kültür merkezi olan Beyrut, 1970'lerden sonra başlayan toplumsal ve siyasal karışıklıklar sonucu bu özelliğini kaybetmiştir.
Beyrut, Osmanlı döneminde planlı bir gelişme göstermişti. 1943'te Lübnan'ın bağımsızlığını kazanmasından sonra gelişigüzel ve hızlı bir büyüme dönemine girmiştir.
Beyrut nüfusu içinde Hıristiyan ve Müslümanların sayısı hemen hemen eşittir. Halkın büyük çoğunluğunu meydana getiren Araplar, Filistinli mültecileri, Suriyelileri ve başka göçmen cemiyetleri de içine alır. En büyük etnik azınlık Hıristiyan Ermenilerdir. Beyrut'un doğusu Hıristiyan, batısı ise Müslüman çoğunluktadır. Eskiden Müslüman topluluğun çoğunluğu sünni iken 1960'lardan sonra göçler sonucu şiilerin sayısı giderek artmıştır. Batı Beyrut'un bazı bölümlerinde küçük Dürzi toplulukları da yaşar.
Beyrut, 1950-70 yılları arasında Ortadoğu'nun gözbebeği idi. Lübnan'ın serbest ekonomi ve döviz sistemi, altın esasına dayalı istikrarlı ve konvertibl parası, banka hesaplarının gizliliğini sağlayan kanunları, çekici banka faizleri Beyrut'u Arap zenginlerinin bankacılık merkezi haline getirdi. Ayrıca deniz ve hava yoluyla dünyaya açılması ve yabancı firma ve bankalar içinde Ortadoğu'ya girmek açısından ideal bir üs olan Beyrut, serbest liman bölgesiyle Ortadoğu'nun en büyük antreposu oldu. Şehirdeki Beyrut Amerikan Üniversitesi, Saint Joseph Üniversitesi, Lübnan Üniversitesi ve Beyrut Arap Üniversitesi Arap ülkelerinden pekçok talebeyi Beyrut'a çeken bir faktördü. Ancak 1970'lerden sonra başlayan iç karışıklıklar ve Arap-İsrail Savaşından sonra Filistin Kurtuluş Örgötünün (FKÖ) karargahını buraya taşıması ve devlet otoritesinin ve düzeninin zayıflaması Beyrut'un cazibesini kaybettirdi.
Türkiye'nin üçüncü büyük gölü. İç Anadolu'nun batısına yakın, Akdeniz bölgesinin kuzey kısmında olup, Beyşehir, Seydişehir arasındadır. Yüzölçümü 651 km2, uzunluğu 45 km, en geniş yeri 25 kilometredir. Suları tatlı olup, derinliği en çok 10 m civarındadır. Çevresi, yüksekliği 2000 metreyi aşan dağlarla çevrilidir. Deniz seviyesinden yüksekliği ise 1115 metredir. Fazla gelen sular, yapılan bir kanalla doğrudan Çarşamba Suyuna verilir. Konya Ovasının sulanması için Beyşehir kazası yanında büyük bir regilatör yapılmıştır.
Gölün tabanı neojen göl tortuları ile doludur. Gölün bir özelliği de içinde pekçok adanın bulunmasıdır. Bunlardan bazıları; İğdeli, Akburun, Kızkulesi, Mada, Yılanlı, Külbent adalarıdır. Gölde bol miktarda balık vardır.
Alm. Staatsschatz (m.), Fr.Trésor public (m.), İng. Public treasury. İslam devleti maliye teşkilatı, gelir ve giderlerinin toplandığı hazinesi. Asr-ı saadette gelirlerin toplanması ve dağıtılmasıyla bizzat Peygamber efendimiz ilgilenirdi. Gelen mallar, mescide götürülür, hak sahiplerine dağıtılırdı.
Hazret-i Ebu Bekir devrinde ise, gelirler depo olarak kullanılan bir evde toplanır ve buradan hak sahiplerine dağıtılırdı. Bir mikdar da ihtiyat olarak saklanırdı. Hazret-i Ömer devrinde fetihlerin artması, gelirlerin de çoğalmasına sebeb oldu. Gelir ve giderlerin defterlere yazılması, fazlalığın tesbiti zarureti ortaya çıktı. Bunun için divan adı verilen defterler tutuldu. Böylece beytülmal kurulmuş oldu. Hazret-i Ömer, divanda isimleri yazılı olanlara beytülmalden maaş tayin etti. İslamiyeti önce kabul edenler ve Resulullah ile müşriklere (puta tapanlara) karşı yapılan muharebelere katılanlara daha fazla maaş bağlandı. Ayrıca hazret-i Ömer, yeni doğmuş çocuklara beytülmalden yüz dirhem tahsis etmiş. Biraz büyüyünce, iki yüz dirhem, olgunluk çağına gelince daha da artırdı. Kimsesiz çocuklara ise, yine yüz dirhem tayin eder, çocuğun yiyeceğini de velisine aylık olarak verirdi. Bu miktar her yıl artardı.
Hazret-i Ömer, maaşlar ve devletin hudutlarının genişlemesi sebebiyle bir miktar malı ihtiyat olarak beytülmalde alıkor, bunu devamlı bulundururdu. Beytülmalde toplanan malları israftan çok sakınırdı. Hazret-i Ömer'in müesseseleştirdiği beytülmal teşkilatı, daha sonraki İslam devletlerinde de devam etmiştir.
Beytülmalın gördüğü işler: Beytülmal, devlet gelirlerini muhafaza eder, gerekli yerlere sarf eder, devletin gelirleri ile giderleri arasında dengeyi sağlamaya çalışır ve bütçenin bütün vazifelerini görürdü.
Beytülmal, normal hazine işlemleri yanında, şimdiki merkez bankasının gördüğü bazı hizmetleri de görürdü. Şöyle ki: Beytülmalde ihtiyaç halinde kullanılmak üzere sekiz ila on milyon dirhem arasında değişen bir fon ihtiyat olarak bulundurulurdu. İhtiyaç halinde bu fondan faydanılırdı.
Beytülmal, tüccarlara faizsiz kredi verip kar ve zararına ortak olurdu. Yetimlerin mallarını ve karlarını muhafaza eder, ayrıca, takas odası hizmetini de görürdü. Bu muamele, bugün merkez bankasının yaptığı işler arasındadır. Beytülmaller, üzerine yazılı senetleri birbirleri namına öderlerdi. Bu sebeple Medineli bir tüccar, parasını Medine beytülmaline yatırıp, Basra beytülmalından alabilirdi. Beytülmal, bütün bu faaliyetlerinde dinen haram bir iş yapmamaya son derece dikkat ederdi.
Milletin malı olan beytülmalı, hakkı olanlardan başka kimse kullanamazdı. Bugünkü işçi sigortalarının ve emekli sandıklarının işlerini de beytülmal görürdü. Beytülmal, fakir olan işçi ve memurdan hiçbir şey almaz, aylık ve ücretlerinden de asla kesinti yapmazdı. İşverenden, tüccardan zekat alırdı. Bu işi hükumet yapardı. İşverenlerin, tüccarların defterlerini, hesaplarını inceleyerek zekatlarını alır, beytülmala koyar, işçilere, memurlara, emeklilere; ev, maaş verir, geçimlerini temin ederdi. Böylece her Müslüman rahat ve mesud yaşardı.
Kısacası beytülmal, İslam devletleri için İslami ölçüler çerçevesinde bugünkü maliye teşkilatlarının gördüğü işleri yerine getiriyordu. Batı dünyası ise bütçe, hazine ve merkez bankası mefhumlarına on yedinci asırda ulaşabilmiştir.
Beytülmal, İslam devletine has bir sigortadır. İslamiyet bu sigortayı şahısların, açıkgözlerin, kendi menfaatlerini düşünenlerin eline değil, devletin emrine bırakmıştır. Bu sigorta, başka sigortalara benzemez. Fakirlerden para istemez. Zenginlerden zekatlarını alır, beytülmalda biriktirir. Ayırım yapmadan her fakire yardım eder. Bir aile reisi ölünce, fakir ailesine maaş bağlayıp, herkesi mesud eder. Aç ve açıkta kimseyi bırakmazdı.
Beytülmalda birbirinden ayrı dört cins mal bulunurdu:
1.Zekat malları: Bunlar,Kur'an-ı kerimde zekat verilmesi emredilen kimselere verilir, başkasına verilmezdi. (Bkz. Zekat)
2.Ganimetin ve çıkarılan madenlerin, definelerin beşte biri olup, yetimlere, miskinlere ve parasız kalan yolculara verilirdi.
3. Gayr-i müslimlerden alınan, haraç, cizye ve aşirin (gümrük memurunun) bunlardan aldığı maldır. Bunlar; yol, han, mektep, mahkeme gibi umumi ihtiyaçlara ve milli müdafaaya sarf edilirdi.
4. Varisi olmayan zenginlerin bıraktığı mal ve lukatalar. Lukata; yerde bulunup, sahibi belli olmayan maldır. Bunlar, hastanelere verilir veya fakir cenazelerini kaldırmaya harcanır, bir de çalışamayacak halde olan kimsesiz fakirlere verilirdi.
Bu dört hazinenin birinde para kalmadığında, diğerinden borç olarak aktarılırdı.
Osmanlılar zamanında İstanbul’da yetişen alimlerden. İsmi, Mustafa’dır. Künyesi Ebü’l-İşrak olup, seyyiddir. Babası, Artvin’in kazalarından Şavşat’ta sancakbeyliği hizmetinde bulunduğu sırada, Ahıska’da doğdu. Doğum tarihi belli değildir.
Beyzade Mustafa Efendi, ilk tahsilini Erzincanlı Şeyh Ömer Efendiden yaparak icazet (diploma) aldı ve tahsiline devam etmek üzere İstanbul’a gitti. Sahn-ı seman medreselerine girdi. Tahsilini tamamladıktan sonra oturduğu semtte bulunan medresede müderrisliğe başladı. Daha sonra Fatih Camii Medresesine müderris tayin edildi. On sekiz senelik hocalık hayatından sonra üç sene de tasavvuf yolunda ilerlemek için, Nakşibendi yolunun büyüklerinden Hafız Muhammed Efendinin sohbetlerine devam ederek kemale ulaştı. Hafız Muhammed Efendinin emri üzerine, Sultan Dördüncü Mustafa Hanın çıktığı bir sefere katılarak, büyük yararlıklar gösterdi. Sefer dönüşünde Murad Molla’nın Fatih’te yaptırdığı Nakşibendi Tekkesine 1771 senesinde şeyh tayin edildi. 1785 senesine kadar burada ilim taliplerine, hak aşıklarına ders vererek doğru yolu gösterdi.
Beyzade Mustafa Efendi, 1781 ve 1785 yıllarında olmak üzere iki defa hacca gitti. Son haccında Cidde yakınlarında yakalandığı hastalıktan kurtulamayarak vefat etti. Yerine Şeyh Abdülhalim Efendiyi vekil bırakmıştı. Talebelerinden beşi meşhur olup, bunlar; Abdülhalim Efendi, Yanyalı Yusuf Efendi, Ahıskalı Han Mahmud Efendi (Kadızade), Geredeli Halil Efendi ve Bolulu Mustafa Efendidir.
Beyzade Mustafa Efendinin talebesi sayılamayacak kadar çoktu. Son derece halim, selim, alim ve arif bir zattı. Zamanının tefsir, hadis, fıkıh ilimlerinde ve edebiyatta derin alimdi. Arabi, Farisi ve Türkçeyi çok iyi kullanmış ve bu dillerde birçok şiir ve eser yazmıştır. Bu üç dille yazdığı manzumeler ve mektupların yanında, Mevlüd-ün-Nebi, Menasık-ül-Hac risaleleri de vardır. Arabi manzum Nasihatname, Silsile-i aliyye-i nakşibendiyyeyi medh eden bir manzume, Kaside-i Dürriyye Mukaddimesi ve Kasidesi belli başlı eserleridir. Yazdığı birçok şiiri bir cilt halinde 1848 senesinde İstanbul’da Matbaa-i Amirede basılmıştır. Burada bazı icazetnamelerin yanında Yusufzade’ye verdiği icazetname de yer almaktadır.
Alm. Baseball, Fr. Baseball, İng. Baseball. Bir top ve sopayla oynanan oyun. İki takım halinde oynanır. Takımlar dokuz kişi olup, oyuncunun topa her vuruştan sonra koşması gereken yol kazıklarla belirlenir. 1865 yılından beri oynanmakta olan beyzbol, günümüzde Amerika'da çok yaygındır. Oyunun esası kriket oyunudur. Bu spor amatör olarak çok oynandığı gibi profesyonel kulüpleri de kurulmuş olup, profesyonel oyunculara çok yüksek ücret ödenir.
Oyun sopası, birbirini dik kesen çizgilerle hazırlanır. Oyun başladığı zaman yalnız bir takımın oyuncuları yerlerini alır. Öteki takımdan top çelici diye adlandırılan bir oyuncu elinde beyzbol sopası ile oyuna katılır. Bu oyuncudan başka bütün oyuncular tek ellerine pamukla takviye edilmiş kalın deri eldivenler giyerler. Oyun, topu atan oyuncunun, topu tutana atmasıyle başlar. Öteki takımın elinde sopa olan tek oyuncusu, elindeki sopayla bu topa vurarak, onu çizgilerin arasındaki sahada mümkün olduğu kadar uzağa vurarak birinci kaideye koşar. Bu koşma esnasında kaideye varmadan, top sahadaki oyuncuların eline geçerse yanmış sayılır. Yanmadan yerine ulaşınca buradaki birinci oyuncunun da ikinci kaideye varması gerekir. Top çelici bütün kaideleri dolaşarak ilk bulunduğu yere gelince takımına bir puan kazandırır.
Alm. Erbse, Fr. Petits pois, İng. Green Pea. Familyası: Baklagiller (Leguminosae). Yetiştiği yerler: Geniş çapta sebze olarak bütün Türkiye’de yetiştirilir.
Tırmanıcı, uzun ve ince gövdeli, beyaz çiçekli, yuvarlak taneli bir bitki. Ana yurdu Avrupa ve Batı Asya’dır. Ortaçağdan günümüze geniş ölçüde yetiştirilmekte ve sebze olarak kullanılmaktadır. Meyveleri bakla ve fasulye meyveleri gibidir.
Türkiye’nin yıllık bezelye istihsali ortalama 40.000 ton kadardır. Memleketimizde en çok bezelye, İstanbul, İzmir, Zonguldak ve Kastamonu illerinde yetiştirilir.
Bezelye, bahçe ve tarla bezelyesi olmak üzere ikiye ayrılır.
Bahçe bezelyesi: Çiçekleri beyaz ve taneleri yuvarlaktır. Tane renklerine göre, beyaz, sarı ve yeşil olanları vardır. Bahçe ziraatinde yetiştirilen bezelyeler 70-90 cm kadar boy alır. Bu sebepten bunlara sırık bezelyesi de denir.
Tarla bezelyesi:Çiçekleri karışık renktedir. Taneleri basık ve tane renkleri de esmer kül rengi veya yeşil olup, ekseriya taneler lekelidir. 35-40 cm kadar boylanırlar.
Bezelyenin yetiştirilmesi: Bezelye, orta derecede sıcak ve yağışlı olan iklimleri sever. Fazla yağışlı yıllarda yeşile kaçar. Bezelye taneleri sıfırın üstünde 1-2 derecede çimlenir. İçinde normal miktarda kireci olan toprakları sever. Kurak olmayan, kireçli hafif topraklarda da yetişir. Fazla killi, fazla kumlu ve kireçsiz olan topraklarda iyi yetişmez. Baklagillerden olması, toprağı temiz, kuvvetli ve iyi bir halde bırakmasından dolayı, kendisinden sonra buğdaygillerden birinin ekilmesi uygundur. Bezelyeyi üst üste ekmek doğru değildir. Bezelye, yetişmesi için toprağının kuvvetli olmasını ister. Ekilen tarlaların fazla çiftlik gübresi ile beslenmeleri pek doğru değildir. Çünkü rengi yeşile kaçar. Bezelyenin gübre isteği kimyasal ve fosforlu gübrelerden potaslı gübrelerle giderilir. Toprakta bitkiye yetecek kadar potas ve fosfor bulunursa havadan azotu da kafi miktarda te’min eder. Bezelye kireci sevdiğinden toprak kireçsiz ise kireç vermek lazımdır.
Bezelyenin ekimi:Bezelye, kışı fazla sert olmıyan yerlerde, sonbaharda, ekim-kasım aylarında ve kışı sert geçen yerlerde ise ilkbaharda şubat-mart ayları içerisinde ekimi yapılır. Bezelye serpme ile seraya veya ocağa ekilir. Seraya ekimde tohumlar 35-40 cm arayla 5-6 cm derine gömülür. Serpme ekimde sürülerek hazırlanmış tarlaya, serpme suretiyle tohum saçılır ve ondan sonra tırmık veya diskaro ile tohumlar kapatılır. Ocağa ekim yapılacaksa ocaklar açılır. Bir avuç yanmış çiftlik gübresi konduktan sonra her ocağa 3-5 tane tohum konularak çapa ile kapatılır. Dönüme makina ile 15-18 kg, serpmede ise 20-24 kg tohum harcanır. Bu miktarlar çeşitlere göre değişir. Bezelyeler toprak yüzüne çıktıktan sonra gerekli çapalama ve sulama yapılır. Bezelyenin hasadı, toprağa yakın baklaların olgunlaştığı zamandır.
Kullanıldığı yerler: Bileşiminde A, B, C vitaminleri, azotlu maddeler, yağ, nişasta vardır. Meyvesi taze olarak veya taneleri kurutulmuş olarak yenildiği gibi, konservesi de yapılmaktadır. Kuru bezelye tanelerinin öğütülmesiyle bezelye unu elde edilir. Bu un besleyici özelliklerinden dolayı çocuk mamalarına katılır.
İkinci Mahmud Han’ın hanımı, Abdülmecid Hanın annesi. Oğlu Abdülmecid padişah olunca (1839), valide sultan oldu ve “Mehd-i ulya” ünvanını aldı. Akıllı, tedbirli, şefkatli, cömert, dinine bağlı bir hanımdı. 1852 senesinde vefat edip Sultan Mahmud Hanın türbesine defnolmuştur.
Bezm-i Alem Valide Sultan, fakirlerin yatıp tedavi edilmesi için yüz yataklı Guraba Hastahanesini inşa ettirdi. Ayrıca Bezm-i Alem Valide Sultan Mektebi (bugünkü İstanbul Kız Lisesi) ve Beşiktaş’ta büyük bir çeşme, Yahya Efendi dergah ve mescidine ilaveler ile Mekke ve Medine’de pekçok hayır işleri yaptırdı. Bu hayır eserlerin giderleri için zengin vakıflar bağışladı. Bezm-i Alem Valide Sultan yaptırdığı daha pekçok hayır eserleri ve fakirlere ihsanları ile halkın sevgisini kazanmıştır.
DEVLETİN ADI |
Bhutan |
BAŞŞEHRİ |
Thimphu |
NÜFUSU |
1.476.000 |
YÜZÖLÇÜMÜ |
47.000 km2 |
RESMİ DİLİ |
Tibetçe |
DİNİ |
Budist, Hind, Animizm |
PARA BİRİMİ |
Ngultrum |
Himalaya Dağlarının doğusunda, küçük bir devlet. Kuzeyinde Tibet, güneyinde Hindistan vardır. 321 km uzunluğunda ve 145 km genişliğindedir.
Tarihi
Bhutan'ın tarihi hala karanlıktır. Ancak bilinen tarihine göre 1630 yılında Tibet'ten kovulan Dukba Lama burada ilk rajalığı kurdu. On yedinci yüzyılda İngilizler buralara el atmaya ve sık sık gelerek iyi ilişkiler kurmaya başladı. İngilizlerin gayesi ülkeyi elde edip zenginliklerinden faydalanmaktı. Bhutan zamanla, yavaş yavaş İngilizlerin egemenliği altına girdi ve 1865'te İngilizler burayı tamamıyla işgal ettiler. 1910'da yapılan antlaşmayla Bhutan iç işlerinde serbest, dış işlerinde İngiltere'ye bağlı kaldı. 1949'da yapılan antlaşmayla, İngilizler ülkenin dış işlerinde Hindistan'a bağlı olmasını kabul etti.
Fiziki Yapı
Bhutan oldukça dağlık bir ülkedir.Himalayalarda bulunduğu için geçit vermeyen sekiz yüksek kayalık dağlar, ülkeyi kuzey-güney doğrultusunda ikiye ayırır. Güneyinden kuzeye doğru uzanan geniş bölge, gür ormanlarla kaplıdır. Tibet ile olan sınır kesimlerinde oldukça yüksek dağlar vardır. Ülkenin en yüksek dağı Kulhakangri Dağı olup, yüksekliği 7300 metreyi bulur.
Buhutan'daki akarsular oldukça fazladır. Bu akarsular ülkenin büyük bir kısmını sular. Akarsuları, dağların iç çukurlarından doğar. En önemlisi Brahmaputra Nehridir.
İklim
Yıllık yağış ortalaması yükseklerde 7620 mm, tropikal bölgelerde 1520 milimetredir. Senelik sıcaklık ortalaması kuzeyden güneye 16°C ile 25°C arasında değişir. Yağmurun çok yağmasıyla oldukça zengin yeraltı su kaynaklarına ve akarsularına sahiptir. Ülkenin bazı kesimleri ise her mevsimde kar ve buzlarla kaplıdır. özellikle yüksek dağ tepeleri ve yamaçları hiç erimeyen karlarla örtülüdür.
Tabii Kaynakları
Ülkeye çok yağmur yağdığından bitki örtüsü çok zengindir. Yüksekliği fazla olmayan bölgeler, iri gövdeli gür ormanlarla kaplıdır. Orta kesimlere doğru ormanlar yaprağını hiç dökmeyen ağaçlarla doludur. Orta kesimlere doğru ormanlar kısmen seyrekleşir. İç kısımlardaki ağaçlar kısa boyludur. Yüksekliği çok olan dağ tepelerinde, ağaçlara pek rastlanmaz. Buraları özellikle zengin ot türleriyle kaplıdır.
Ormanlarda yabani hayvanların her çeşidi görülür. Bunlardan fil, kaplan, ayı, geyik, kurt, çakal, yabanÊeşeği, leopar gibi hayvanlar en çok bulunanlardır.
Bhutan zengin kömür ve demir yataklarına sahiptir. Bazı bölgelerde alçıtaşı ve grafit bulunmuştur. Ama bu yeraltı zenginlikleri henüz tam olarak değerlendirilememiştir. Gümüş, bakır, pirinç madenleri elde edilir ve işlenir.
Nüfus ve Sosyal Hayat
Bhutan'ın en önemli şehirleri; başşehir Thimphu ve Traşikod-Zong, Paro, Tongsa-Ha'dır. Nüfusu en sık olduğu yerler, ekenomik zenginliği olan ve nehirlerin aktığı sulak yerlerdir. Bhutan'da yaşayanların çoğu Tibet asıllı insanlardır.Hindistan'dan ve Afrika'dan gelip yerleşenler de olmuştur. Buradaki evler, büyük ağaçların gövdelerinden oyularak veya ağaç ve çamurla örülerek yapılmıştır. Betondan yapılan apartmanlarda yaşayanlar çok azdır. Bhutan'da eğitim 11 yaşına kadar parasız olarak devlet tarafından sağlanır. Orta öğrenim kişinin isteğine bağlıdır. Yüksek öğrenim görmek için dış ülkelere özellikle Hindistan ve İngiltere'ye gidilir. Okuma-yazma oranı çok düşüktür. Son zamanlarda eğitime çok önem verilmektedir.
Siyasi Hayat
Monarşiyle yönetilen ülkeler arasındaki görülmeyen hükumet sistemi Bhutan'da mevcuttur. 1969 yılından itibaren, kral halkın isteklerini yerine getirmeye çalışmaktadır. Üç senede bir seçim yapılır. Meclis 150 üyeden teşekkül eder. 110'u seçimle, 10'u kralın seçmesiyle, 30'u ise tayinle olmak üzere meclis teşkil edilir. Ülkede siyasi partiler mevcut olup kraliyete ait 8 kişilik danışma meclisi vardır. 1949 yılında komünist Çin tehlikesine karşı Hindistan'ın himayesini kabul etmişlerdir.
Ekonomi
Bhutan'da ekonomi tarıma dayalıdır. Sulama yapılan nehir kenarlarında ekili araziler çoktur. Arpa, buğday, pirinç, çay ve portakal oldukça boldur. Ayrıca ormanlar ülke için büyük bir zenginlik kaynağıdır. Kereste üretiminde çok ileridir. Bhutan'da dokumacılık ve ağaç işleme oymacılığı yaygın olup, bunlar ülkeye büyük gelir te'min eder. İhracatını en fazla Hindistan'la yapar. Başlıca ihraç ürünlerini dayanıklı gıda ürünleri, el işleri ve pirinç teşkil eder.
Ülkede hayvancılık önemlidir. Büyük baş hayvanların yanında, bu bölgelere özel yak denilen öküz ile Midilli atları beslenir.
BILDIRCIN (Conturnix Conturnix)
Alm. Wachtel, Fr. Caile des blés, İng. Quail. Familyası: Sülüngiller (Phasianidae). Yaşadığı yerler: Avrupa, Asya, Afrika, Avustralya, Amerika, Yeni Gine’nin ekin, çayırlık ve fundalık alanlarında. Özellikleri: 18-20 cm boyunda, küçük başlı, narin ve sert gagalı, eti için avlanılan göçmen bir kuş.Ömrü: 15-20 yıl. Çeşitleri: Boyalı, dağ, mavi, tepeli, bataklık ve Japon bıldırcınları.
Tombul vücutlu, sırtı pas sarısı çizgili, kirli beyaz karınlı bir kuş. Başı koyu kahverengi ve gözlerinin çevresi beyaz halkalıdır. Otlar, tahıl tarlaları ve bodur ağaçlıklı alanlarda gezinerek tohum, kurtçuk ve böceklerle beslenir. Yuvasını çalılıklar altında eştiği bir çukurda yapar. Sarı kahverengi benekli 7-15 yumurta yumurtlar. Yılda 2-3 defa kuluçkaya yattığı olur. Üç haftada yumurtadan çıkan yavrular, hemen analarının peşlerine takılarak kurtçuk ve böcek yemeye başlarlar. Bıldırcın ürkütülünce koşarak, çalılıklar arasında gizlenerek saklanır. Avrupa bıldırcınları eylül-ekim aylarında Afrika’ya göç ederek kışı geçirir. Mayıs, haziranda tekrar Avrupa’ya dönerler. Gece alçaktan uçarak göç ettiklerinden ağ kurularak rahatlıkla yakalanırlar. Eti çok lezzetlidir.
Evcilleştirilen Japonya bıldırcını çiftlikte eti ve yumurtası için kafeslerde beslenir. Amerika ve Avrupa ülkelerinde de yetiştirilmeye başlanmıştır. Bıldırcın yetiştiriciliği Türkiye’de de her geçen gün yaygınlaşmaktadır. 12 haftalık yavrusu yumurtlamaya başlar. Amerikan bıldırcınları Eski Dünya bıldırcınlarından daha iri ve renklidir. Bıldırcınlar avcılar tarafından tüketildiği gibi, tilki, kokarca, gelincik, atmaca, baykuş tarafından da avlanırlar.
(Bkz. Baş)
Yavuz Sultan Selim devri beylerbeyilerinden. Enderunda yetişti. Çeşitli saray hizmetlerinde yetiştikten sonra baş mirahur oldu. Yavuz Sultan Selim, Çaldıran Seferine giderken Bıyıklı Mehmed Paşayı Bayburt’u almakla görevlendirdi. Bayburt zaptedildikten sonra Erzincan beylerbeyliğine bağlandı. 1515’te Kemah’ı kuşattı. Yavuz Sultan Selim’in de kuvvetleriyle gelerek muhasaraya iştiraki üzerine kale kumandanı şehri padişaha teslim etti. Bundan sonra Yavuz onu Safevi Devletinin batı hududunda elinde tuttuğu kalelerin en mühimi olan Diyarbekir üzerine serdar tayin etti. Büyük alim İdris-i Bitlisi ile birlikte hareket eden Bıyıklı Mehmed Paşa, şehri sulhen zaptetti. Bu arada şehrin kurtarılması için gelen Karahan kumandasındaki Safevi kuvvetlerini Mardin civarında Koçhisar mevkiinde bozguna uğrattı. Böylece Mardin, Ergani, Çermik ve Birecik de Osmanlı hakimiyeti içerisine girdi. Bıyıklı Mehmed Paşa, teşkil olunan Diyarbekir eyaletine ilk beylerbeyi tayin olundu. Diyarbekir halkının “Fatih Paşa” sanını verdikleri Bıyıklı Mehmed Paşa 1524’te vefat etti.
Bir kimseye bir hususta bağlılığını bildirme, söz verme. Arapça aslı "bey'at" olup, sonradan dilimize "biat" diye geçmiştir. Lügatte satmak ve satın almak demektir. Alış verişte bayi (satıcı) ile müşterinin (alıcının) el ele tutuşarak bir şeyde pazarlık etmelerine(alış veriş sözleşmesi yapmalarına) denir. Bu mana genelleştirilerek bir hususta el ele vererek yapılan akde, sözleşmeye, söz vermeye de biat denilmiştir. Biatler, mahiyetleri itibariyle aynı olmakla beraber, konuları bakımından birbirinden ayrılırlar.
İslam tarihinde ilk biat, hicretten iki sene önce, Akabe denilen yerde Medineli Müslümanların, Peygamber efendimize yaptığı biatlardır. Bu biat ile onlar, Allahü tealaya ortak koşmayacaklarına, ayıplanmak ve rızık korkusuyla çocuklarını öldürmeyeceklerine, zina yapmayacaklarına, hırsızlık etmeyeceklerine, iftiradan sakınacaklarına ve daha başka hususlara dair söz verdiler (Bkz. Akabe Biatları).Yine hicretin altıncı senesinde yapılan Biat-ı rıdvan meşhurdur. Hazret-i Osman'ın, Mekkeli müşrikler tarafından şehid edildiği şayiası üzerine Eshab-ı kiramın (radıyallahü anhüm) ecmain her biri ellerini Peygamber efendimizin mübarek eli üzerine koyarak:
"Allahü teala sana zafer ihsan edinceye kadar, önünde çarpışa çarpışa, fethi gerçekleştirmek, yahut şehid olmak üzere biat ettik." diye söz verdiler.
Kur'-an-ı kerimde, Allahü teala bu biatı yapanlardan razı olduğunu bildirdiği gibi, Peygamber efendimiz de onlardan hiç birinin Cehennem'e girmeyeceğini haber vermiştir.
Siyaset terimi (ıstılahi) olarak biat, devlet başkanı durumunda olan kimseye, senin başkanlığını, idareciliğini kabul ettim, iyi ve faydalı her sözüne itaat edeceğim şeklinde söz vermektir. Bu çeşit biat, Peygamber efendimizin vefatından sonra Beni Sakife denilen yerde hazret-i Ebu Bekr halife seçilirken görülür. Burada Ebu Bekr'e ilk biatı, hazret-i Ömer yaptı. Bundan sonra İslam devletlerinde devlet başkanına itaat edilmesi ve sözünün dinlenmesi için biat esas oldu. Zamanla biat için merasimler yapıldı. Bu, çeşitli devirlere ve devletlere göre farklılık gösterir. Osmanlı Devletinde de, biatın önemli bir yeri vardı. Her padişahın tahta çıkışında merasimler yapılırdı. Resmi biat, Topkapı Saray-ı Hümayununda Babüssaade önünde icra olunmak eskiden beri adetdi. Biat sırasında el tutuşmak adeti, zamanla kaldırılmış, yerine etek öpmek usulü getirilmiştir.
Bunlardan başka biat, tasavvuf ilminde kullanılan önemli bir terimdir. Tasavvufta üç manayı ifade eder. Birincisi, büyük bir zatın yanında, günah işlememek için söz vermektir. Buna tövbe biatı denir. Büyük günahlardan biri işlenince, bu biat bozulur.Yeniden biat etmek lazımdır. İkincisi intisab etmek, bağlanmak, bereketlenmek için bir veliye veya onun hakiki mensuplarına biat etmektir. Onlar için bildirilen müjdelere ve şefaatlarına kavuşulur.Mesela Abdülkadir Geylani kuddise sirruh; "Benim müridlerim tövbe etmeden ölmezler." buyurmuştur. Bu müjdeye kavuşmak için bu yolun büyüklerinden birine biat olunur. Biatın üçüncüsü, evliyanın feyzlerine kavuşmak, onlardan faydalanmak için yapılandır.
Hudeybiye denilen yerde Semüre ismindeki bir ağaç altında 627 (H.6) senesi Zilkade ayında Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Eshab-ı kiram arasında yapılan sözleşme. Hicretin 6. yılında Peygamber efendimiz, Eshabı ile birlikte hac etmek için Medine'den yola çıktılar. Hemen hemen bütün sahabenin kılıçtan başka silahları yoktu. Yanlarında kurban için aldıkları yetmiş deve vardı. Resulullah'ın yola çıktığı haberi Mekke'ye ulaşınca, iman etmeyen Mekkeli müşrikler, Peygamber efendimizi ve Eshabını Mekke'ye sokmamak için birleştiler. Etraftaki kabilelere de haberci gönderip yardım istediler. Hepsi yardım etmeyi kabul edip toplandılar.
Peygamber efendimiz, Hudeybiye yakınlarında konakladılar. Kendisini sevenlerden Nevfel ve bazı kimseler gelip Mekkelilerin toplanmalarını ve aralarındaki anlaşmaları bildirdiler. Bunun üzerine Peygamber efendimiz harb için gelmediklerini, hac için geldikleri haberini Mekkelilere gönderdi. Fakat onlar inanmadıkları gibi kabul de etmediler.Hazret-i Osman elçi gönderilerek durum tekrar anlatıldı. Fakat müşrikler yine kabul etmediler ve hazret-i Osman'ın geri dönmesine mani oldular. Bu durum Müslümanların arasında, hazret-i Osman'ın şehid edildiği şeklinde yayıldı. Haber duyulunca, Resulullah efendimiz mübarek sırtını Semüre ismindeki ağaca verip, Eshab-ı kiram ile ölünceye kadar sabır ve sebatla, asla firar etmemek şartıyla bağlılık anlaşması yaptılar. Eshab-ı kiram, Resulullah efendimize; "Allahü teala sana zafer ihsan edinceye kadar önünde çarpışa çarpışa fethi gerçekleştirmek ve bu uğurda şehid olmak için biat ettik." dediler. Bu anlaşmaya "Biat-ı rıdvan" denildi.
Anlaşmaya katılanlar 1400 kişiydi. Eshab-ı kiram, inanmayanlara karşı sanki tek bir kalp ve tek bir vücud olmuşlardı. Bu bağlılık ve sevgileri, Peygamber efendimizin etrafında çelikten bir kale meydana getirmişti. Birlik ve beraberliğin, kardeşliğin, inanmanın en güzel örneğini vermişlerdi. Bunu gören Mekkeli müşrikler korktular. "Aman bunlar yek vücut olmuşlar. Bu bağlılık ve sevginin karşısında durulmaz. En iyisi biz onlarla anlaşalım." dediler. Elçi gönderip anlaşma imzaladılar. Bu anlaşmaya Hudeybiye Antlaşması denildi. (Bkz. Hudeybiye Antlaşması)
Kur'an-ı kerimde Feth suresi 18. ayet-i kerimede mealen; "Ağaç altında, sana söz veren mü'minlerden Allahü teala elbette razıdır." buyruldu. Bu ayet-i kerimede, Biat-ı rıdvan'a katılan Eshab-ı kiram medh edildi. Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem de hadis-i şerifte; "Ağaç altında benimle sözleşenlerden hiç biri Cehennem'e girmez." buyurdu.
Alm. Pfeffer, Fr. Capsicum Cihillie, İng. Paprika Redpepper. Familyası: Patlıcangiller (Solanaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Erzurum-Kars gibi soğuk ve yüksek yaylalar haricinde, hemen hemen her tarafta yetiştirilmektedir.
Bir metreye kadar boylanan, muhtelif şekil ve renkte meyveleri bulunan, tohumu sarı renkte, basık ve kısmen böbrek şeklinde, mutedil iklimlerde ve tropik memleketlerde birkaç senelik ağaçcık halinde, patlıcangiller familyasına bağlı bir sebze çeşidi.
Kahramanmaraş, Gaziantep gibi güneydoğu illerimizde, tarla ziraati şeklinde, bol miktarda üretilmektedir. Akdeniz, Ege ve Marmara bölgesi ovaları, ziraat yapılmaya elverişli olup, ihtiyacı karşılayacak kadar yetiştirilir. Türkiye’de, uzun-ince, uzun-sarı, yeşil dolmalık, sarı dolmalık ve domates biberi gibi çeşitleri tanınmış olup, en fazla bu çeşitleri üretilmektedir. Domates biberinin şekli domatese benzediği için bu isim verilmiştir. Domates biberinin kabuk rengi, parlak kırmızı, eti kalın ve boldur. Lezzeti tatlıdır.
Kullanıldığı yerler:Trakya’da bilhassa Edirne’de çok yetiştirilmektedir. Bundan gayet lezzetli ve güzel kırmızı bir renkte salça imal edilir.
Maraş Gaziantep gibi güneydoğu illerimizde, muhtelif uzun dolmalık biber çeşitleri üretilmekte ve bunlar daha ziyade kırmızı toz biber istihsalinde kullanılmaktadır.
Yetiştirilmesi: Biber, güneşi, sıcağı ve rutubeti sever. Besin maddelerince zengin, kumlu-killi topraklarda iyi yetişir. Bol miktarda çiftlik gübresine ihtiyacı vardır. Biberden yüksek kaliteli ve bereketli mahsül almak istendiğinde, çiftlik gübresine ilave olarak dönüm başına 30 kg amonyum sülfat, 39 kg süper fosfat ve 25 kg potasyum sülfat gibi kimyevi gübreler de kullanılır. Bu kimyevi gübrelerin 2/3’ü fideler yerlerine dikilmeden evvel, 1/3’ü fideler yerlerine dikildikten sonra, çapalama esnasında verilip, toprağa karıştırılmalı ve arkasından sulanmalıdır.
Ocak-mart aylarında, biber tohumları sıcak yastıklara ekilir. Tohum ekildikten sonra üzerine bir santimetre kadar ince elenmiş çürüntü atılır, bastırılır ve sulanır. Tohumlar 8-10 gün içerisinde çimlenir. Fideler 5-6 yapraklı olunca ve dışarıda da don tehlikesi kalkınca, hazırlanmış olan yerlerine götürülüp dikilir. Dikim zamanı, mahalli iklim şartlarına göre mart-mayıs ayları içerisindedir. Fidelerin dikimi, saç ayağı şeklinde 30-50 cm aralıklarla yapılır. Başlangıçta iki defa çapalama yapılır. Yaz aylarında sık sık sulanır ve yabancı otları alınır. Biber meyveleri olgunlaştıkça, toplanır. Tohumluk bırakılacaklar ise ilk mahsülden ayrılır ve iyice kızardıktan sonra koparılır. Bir dönümden, takriben 1000-3000 kg kadar biber alınır.
BİBERİYE (Rosmarinus Officinalis)
Alm. Rosmarin, Fr. Romarin, İng. Rosemary. Familyası: Ballıbabagiller (Labiatae), Türkiye’de yetiştiği yerler: İstanbul, Ege ve Akdeniz bölgelerinde bahçelerde süs bitkisi olarak yetiştirilir.
Bütün ilkbahar ve yaz boyunca soluk-mavi renkli çiçekler açan, 1-2 m yüksekliğinde, kışın yapraklarını dökmeyen bir bitki. Gövdeleri dik ve çok dallıdır. Yaprakları mızrak gibi, etli ve yeşil renklidir. Çiçekleri dalların uçlarında, yaprakların tabanlarında bulunur. Meyveleri esmer renkli ve fındıksıdır. Kuşdili olarak da bilinir.
Kullandığı yerler: Yaprakları ile bundan elde edilen yağı kullanılır. Yaprakları ve çiçekli dallar yaz mevsiminde toplanır ve açık havada kurutulur. Yapraklar ve çiçeklerinden uçucu yağ, tanen, acı maddeler, organik asitler ve glikozit elde edilir. Mide ve barsak uyarıcısı, idrar söktürücü ve safra artırıcı etkisi vardır. Uçucu yağ, uyarıcı olarak haricen kullanılır. Birçok preparatların terkibine girer.
Alm. Bibliographie, Fr. Bibliographie (f), İng. Bibliography. Bir konu hakkındaki yayınların tamamı. Eski Yunancada tavsif anlamına gelen biblios (kitap)ile grapho (yazma) kelimelerinden türemiştir. "Kitaplar hakkında yazı" anlamında kullanılmıştır. Kelimenin iki manası vardır:
1. Belli bir konuda veya muhtelif konulardaki yayınların (kitap, broşür, makale vb.) listesi. Umumiyetle bu listede yazar (müellif) ile eserin; tercüme ise mütercimin adı, cilt ve baskı kaydı, basıldığı yer, yıl ve naşiri ile sayfa adedi hakkında malumat verilir.
2. Matbu veya yazma eserlerin listelerinin nasıl yapılacağından, nasıl tavsif ve tasnif edileceğinden ayrıca bu işi yaparken uyulması gereken kaidelerden bahseden bilimin adı.
Kısaca bibliyografya; ilim, sanat gibi fikir ürünleri ve kayıtlarla ilgili yayınları bir düzen içerisinde toplayan listedir. Fakat umumiyetle tavsif ettikleri eserlerin nerede bulunduklarını göstermezler. Bu özellikleriyle kataloglardan ayrılırlar. (Bkz. Katalog)
Bizde, bibliyografya sahasında yapılmış en kıymetli ve şümullü çalışma; Katib Çelebi’nin 17. yüzyılda meydana getirdiğiKeşf-üz-Zünun adlı eseridir. Başlıbaşına bir kıymet ifade eden ve asırlarca elden düşmeyen bu mühim eser, 300 kadar ilmin mahiyetinden bahsetmekte, 10.000 kadar müellif ve alfabetik olarak 15.000’e yakın kitab hakkında bilgi vermektedir. Daha sonra Bağdatlı İsmail Paşanın bu esere yazdığı ili ciltlik zeyl ile iki ciltlik Esma-ül-Müellifin de çok meşhurdur.
1935 senesinden beri neşredilmekte olan Türkiye Bibliyografyası; Türkiye’de basılan bütün kitapların, broşürlerin, harita ve atlasların gazete ve mecmuaların vesair matbuaların bibliyografik künyelerini bildiren milli bir bibliyografyadır. Ayrıca Türkiye’de seçilmiş dergilerde yayımlanan makaleleri bildiren bir de Türkiye Makaleler Bibliyografyası vardır. Bu da Türkiye Bibliyografyası gibi üç ayda bir yayımlanmakta bazan yayınını aksatmaktadır.
Bibliyografyalar çeşitli açılardan ele alınır:
A- Mahiyetleri bakımından: Basit, tahlili ve tenkidi olmak üzere üçe ayrılırlar:
1. Basit bibliyografyalar: Ele aldıkları eserlerin, belirli kaidelere göre sadece künyelerini verirler.
2. Tahlili bibliyografyalar: Eserlerin künyeleri yanında ayrıca muhtevaları hakkında bilgi verirler.
3. Tenkidi bibliyografyalar: Bu bibliyografyalarda eserlerin münderecatı ve tertipleri tenkid edilir.
Ayrıca mahiyetleri bakımından bibliyografyalar esas (pirimaire) ve kopya (secondaire) olmak üzere iki gruba ayrılırlar:
1. Esas bibliyografyalar: Bu tip bibliyografyalar, eserler bizzat görülerek ve tetkik edilerek hazırlanırlar.
2. Kopya bibliyografyalar: Esas bibliyografyalardan faydalanmak suretiyle hazırlanan bibliyografyalardır. Bu tip bibliyografyalarda eserlere doğrudan müracaat yoktur.
B- Zaman bakımından: Tamamlanmış ve periyodik olmak üzere iki çeşittir.
1. Tamamlanmış bibliyografyalar: Belli iki tarih arasında veya belli bir tarihe kadar çıkmış olan eserleri ele alırlar.
2. Periyodik bibliyografyalar: Belli bir konu veya konulara dair yayımlanan eserleri muntazam veya gayri muntazam fasılalarla bildirirler.
C- Tertib edilişleri bakımından: Alfabetik, sistematik, kronolojik, vurgu ve başlık kelimelerine göre düzenlenen bibliyografyalardır.
1. Alfabetik bibliyografyalar: Eserleri müelliflerin adlarına göre; müellifi yoksa veya anonim eserse, kitap adlarına göre veren bibliyografyalardır.
2. Sistematik bibliyografyalar: Bu bibliyografyalarda eserler konularına göre tanzim edilmişlerdir.
3. Kronolojik bibliyografyalar: Bu bibliyografyalarda ele alınan eserler, yayın tarihlerine veya bahis konusu, hadiselerin vuku buluş tarihlerine göre sıralanırlar.
4. Vurgu ve başlık kelimelerine göre tertib edici bibliyografyalarda tanzim işi, bu eserlerden çıkarılan vurgu ve başlık kelimelerine göre, alfabetik olarak yapılır.
D- Şümulleri bakımından: Milli ve milletlerarası olmak üzere ikiye ayrılır:
1. Milli bibliyografyalar: Bir tek memleketin hudutları içinde veya aynı dilde yayımlanmış bütün eserleri ele alırlar.
2. Milletlerarası bibliyografyalar: Her konuya veya muhtelif konulara dair, muhtelif memleketlerde, muhtelif dillerde yapılmış yayımları ele alırlar.
Ayrıca şümulleri bakımından bibliyografyalar genel ve özel olmak üzere ikiye ayrılırlar:
1. Genel bibliyografyalar: Muhtelif veya bütün konulara ait eserleri ele alırlar.
2. Özel bibliyografyalar: Bir tek konuda veya birbiriyle yakın ilgisi olan konularda yayımlanmış eserleri ele alırlar. Bu bibliyografyalara ihtisas bibliyografyaları da denir.
Yine özel bibliyografyalar grubunda mütalaa edilen iki çeşit bibliyografya daha vardır:
1. Şahıs bibliyografyaları: Bir veya birkaç şahsa dair bibliyografyalardır. Bu bibliyografyalarda o şahsın eserleri veya o şahsa dair yazılan kitap ve makaleler yer alır.
2. Yer bibliyografyaları: Muayyen bir yerin veya bir mıntıkanın tarihine, coğrafyasına, kültürüne, vs. dair yazılan eserleri bildirirler.
Bibliyografyaların hemen her konuda yapılması ve çok çeşitli olması, son zamanlarda bu bibliyografyaları tanıtan bibliyografyaların hazırlanması ihtiyacını doğurmuştur. Bu tip bibliyografyalara bibliyografyaların bibliyografyası adı verilir.
Alm.Mähdrescher (m), Fr.Moissoneuse-batteuse (f),İng.Combine- harvester. Hasadın bütün geleneksel işlemlerini yerine getirmek için tasarlanmış makina.Tarladaki ekini hem biçer hem de harman yapar. Tarım alanlarında rastlanan tarım makinalarının en büyüğü ve en önemlisi biçerdöverdir.
On dokuzuncu yüzyıldaki sanayi inkılabıyla beraber tarım sanayiinde de atılım yapılmış ve bunun en önemli sonuçlarından biri; geleneksel usullerle orak ve insan-hayvan kuvvetiyle yapılan hasadın, biçerdöverlerin geliştirilmesiyle makinalaştırılması olmuştur. Bu yüzyılın başlarında biçme için orak makinası, tanelerin samandan ayrılması için harman makinası gerçekleştirilmiş, nihayet 1835’te A.Y.Moore Michigan’da biçme, dövme, harmanlama ve temizleme işlemlerini tek bir makinada birleştirerek ilk biçerdöveri yapmıştır. İlk makinalar, hayvanlar tarafından çekiliyordu.Yüzyıl sonunda buharlı traktörler kullanılmaya başlandı. Birinci Dünya Savaşı sıralarında tarım işçisi bulma zorluğu biçerdöver kullanımını yaygınlaştırdı. 1922’de Massey-Harris, biçme ve harmanlama işlemlerinin benzinli motor ile tahrikini gerçekleştirdi. 1924’te aynı şirket biçerdöverin kendi hareketini de motorize ederek makinayı tam otomatik hale getirdi. 1935’te Wisconsin’deki Allis- Chalmers şirketinin, tek kişinin kullanabileceği bir biçerdöveri gerçekleştirmesi devlet işletmelerinde kullanılmasıyla başlamıştır.
Çalışması: Döner kanatlarla çekilen ekin, bıçaklar tarafından dibinden kesilir. Döner burgularla ortaya doğru taşınan ekin başları buradaki elevatörlerle, harman yapılmak üzere biçerdöverin “Tambur”una taşınır. Ekin, tanecikleri başaktan ayrılan çubuklarla kaplanmış silindir biçimindeki tamburda harman olduktan sonra saman dışarı atılmak üzere bir taşıyıcı vasıtasıyla makinanın arka kısmına taşınır. Taneler ise kalbura dökülerek kabuk ve büyük parçalardan ayrılır. Kalburdan geçen taneler hava akımı sayesinde savrularak, diğer kabuk ve çöplerden ayıklanır ve makinanın dibine gelir. Buradan bir burgu aracılığıyla yukarıdaki bir depoya, oradan da bir başka burgu ile kamyon ve römorklara aktarılır.