BEYDAVİ
Büyük tefsir alimi ve müfessirlerin baş tacı. İsmi Abdullah bin Ömer; künyesi Ebü'l-Hayr, lakabı Nasırüddin'dir. Şiraz'ın köylerinden Beyda'da doğduğu için Beydavi, Şiraz'da kadılık yaptığı için Kadı Beydavi diye meşhur olmuştur. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. 1286 (H. 685) senesinde Tebriz'de vefat etti.
Zamanın alimlerinden akli ve nakli ilimleri tahsil etti. Bilhassa Muhammed bin Muhammed Kettani'nin derslerine devam etti. Tefsir, hadis, fıkıh, usul, kelam, mantık, nahiv, belagat, tarih ve zamanın fen ilimlerinde de mütehassıs, söz sahibi oldu. Ehl-i sünnet vel-cemaat itikadının her tarafa yayılması için çok çalıştı. İlimdeki yüksekliği sebebiyle zamanındaki devlet adamlarının dikkatini çekip, onların ihsan ve iltifatlarına kavuştu. Şiraz'a kadı, bir müddet sonra da kadılkudat, yani temyiz mahkemesi reisi olarak tayin edildi. Son zamanlarında hocası Muhammed bin Muhammed Kettani'nin işaretiyle kadılığı bırakıp, onun sohbetlerine devam etti. Bu arada meşhur Beydavi Tefsiri'ni yazdı. 1286 (H. 685) senesinde Tebriz'de vefat edince, hocasının kabri yanına defnedildi.
İlim ve fazilette yüksek bir zat olan Kadı Beydavi, İslamiyetin yasak ettiği şeylerden çok, şüphelilerden ve mübahları aşırı kullanmaktan sakınırdı. İlmini ve takvasını İslam alimleri çok medh etmişlerdir. Eserlerinde Yunan felsefecilerinin ve bid'at sahiplerinin (doğru yoldan ayrılanların) görüşlerini bildirip kuvvetli delillerle çürütmüştür.
Eserleri:
1) Envar-üt-Tenzil ve Esrar-üt-Te'vil: Beydavi Tefsiri diye meşhur olan bu eseri, Ehl-i sünnet tefsirleri içerisinde en kıymetlisidir. Bu tefsirini akıcı ve beliğ bir üslupla yazmıştır. Kadı Beydavi bu eserinde bid'at sahiplerinin ve felsefecilerin görüşlerini kuvvetli delillerle çürütmüştür. Kadı Beydavi'nin bu tefsirine İslam alimleri tarafından yüzlerce şerh (açıklama) ve haşiye yazılmış olup, bunların en kıymetlisi, Şeyhzade Haşiyesi'dir. Dört büyük cilt halinde İhlas Vakfı tarafından yayınlanmıştır. 2) Nizam-üt-Tevarih: Farsça olup Adem aleyhisselamdan 1275 tarihine kadar olan bir cihan tarihidir. 3) İzah, 4) Minhac, 5) Şerh-i Minhac, 6)Şerh-i Muhtasar-ı İbn-il-Hacib, 7)Şerh-ül-Müntehab, 8) Tavali: Kelam ilmine dairdir. 9) Şerh-ül-Metali: Mantık ilmiyle ilgilidir. 10) El-Gayet-ül-Kusva: Fıkıh ilmine dairdir. 11) Şerh-ül-Kafiye: Nahiv ilmiyle ilgilidir. 12) Lübb-ül-Elbab fi İlm-il-İ'rab: Kafiyenin muhtasarı (özeti)dır. 13) Şerh-ul-Mesabih: Hadis ilmine dairdir. 14) Tehzib-ül-Ahlak, 15) İmtihan-ül-Ezkiya.
Alm. Pferdestärke, Fr. Chevalvapeur, İng. Horsepower. Saniyede 75 kgf. m (kilogramkuvvet. metre) iş yapan bir makinanın gücü. Buna beygirgücü veya bir buharbeygiri denir. Şu halde:
1 B.G. = 75 kgf. m/s’dir.
1 kgf. m/s = 9,81 Watt (W)tır. O halde,
1 B.G. = 75.9,81 Watt =736 Watt = 0,736 kw
Beygirgücü saat:Kısaca buna beygirsaat da denilebilir. Gücü, bir beygirgücü olan makinanın bir saatta yaptığı iştir.
1 B.G. Saat= 0,736 kw.h (kilowatsaat)
1 kw. h= 3,6. 106 Joule’dür.
Meşhur hadis ve fıkıh alimi. İsmi Ahmed bin Hüseyin, künyesi Ebu Bekir'dir. Nişabur'un Beyhek kasabasından olduğu için Beyheki diye meşhur olmuştur. Beyhek kasabasına bağlı Hüsrevcird köyünde 994 (H. 384) senesinde doğdu, 1066 (H. 458)da Nişabur'da vefat etti.
Küçük yaşta ilim tahsiline başlayan Beyheki zekasının keskinliği, hafızasının kuvveti, öğrendiği şeyler üzerindeki arzusu ve ilim öğrenmekteki ihlası ile hocalarının dikkatlerini üzerine topladı. Beyheki; Horasan, Bağdat, Kufe ve Mekke gibi ilim merkezlerinde zamanın alimlerinden akli ve nakli ilimleri tahsil etti. Yüzden fazla hocadan hadis öğrendi. Ebü'l-Feth Nasır bin Muhammed Ümeri'den fıkıh ilmini, Hakim'den hadis ilmini, İbn-i Fürek'ten kelam ilmini, Ebu Ali Rodbari'den tasavvuf ilmini öğrendi. Büyük alim oldu, kendisine ilmin minaresi denildi. Pekçok alim yetiştirdi. Şeyhülislam Ebu İsmail el-Ensari, Zahir bin Tahir, Ebu Abdullah el-Feravi, oğlu İsmail bin Ahmed onun yetiştirdiği alimlerdendir. Kelam ilminde Ehl-i sünnet itikadına büyük hizmetler yaptı. Çeşitli ilimlerde bilhassa hadis, fıkıh ve kelam ilmine ait binden ziyade eser yazdı. Horasan'da hadis ilminde onun izni olmadan, o icazet (diploma) vermeden kimse hadis ilminden söz edemezdi. Şafii fıkhı öğretmesi için Nişabur'a çağrıldı. Her ne kadar memleketine dönmek istediyse de 9 Nisan 1066 (H. 10 Cemazilevvel 458)da vefat etti. Cenazesi yakın olan Beyhek kasabasına götürüldü.
İlim ve fazilette yüksek bir zat olan Beyheki, devamlı okur, araştırır, tasnif eder, eserlerini öğrencilerine okutur, ilimle meşgul olur, fakirliğe sabreder, halinden hiç şikayet etmezdi. Az yer az içerdi. Kırk dört yaşından sonra vefatına kadar otuz sene bayram günleri hariç devamlı oruç tutmuştur.
Beyheki'nin kitaplarında bildirdiği hadis-i şeriflerden bazıları:
Yabancı bir kız görüp de, Allahü tealanın azabından korkarak başını ondan çeviren kimseye Allahü teala ibadetlerin tadını duyurur.
Eshabım gökteki yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız hidayet bulursunuz.
Ümmetimden bazı kimseler meydana çıkacak ve bunlara Rafızi denecektir. Bunlar Müslümanlıktan ayrılacaklardır.
Eserleri:
1) Es-Sünen-ül-Kübra: Hadis-i şerif kitabı olup, on cilttir. Eshab-ı kiram ve Tabiinin isimleri, senet ve ravileri içerisine alan bir fihristi vardır. 2)Es-Sünen-üs-Sugra: İki cilttir. 3)Kitabü'l-Esma ves-Sıfat: İki cilttir. 4)Delail-ün-Nübüvve: Üç cilttir. 5)Menakıb-üş-Şafi, 6)Marifet-üs-Sünen vel Asar: Eser dört cilttir. 7)Şu'ab-ül-İman, 8)Et-Tergib vet-Terhib, 9)Kitab-üz-Zühd-il-Kebir, 10) El-Ba'sü ven-Nüşur, 11)Fedail-üs-Sahabe, 12)El-Medhal iles-Sünen-il-Kübra, 13)El-Mebsut, 14) El-Adab, 15)El-İtikad ala Mezheb-is-Selefi Ehl-is-Sünneti vel-Cema'a, 16)Ahkam-ül-Kur'an.
Alm. Gehirn (n), Fr. Cerveau (m), İng. Brain. Kafa içi boşluğunu dolduran, üç kat beyin zarı ile örtülü, beyaza yakın gri renkli, yumuşak sinir sisteminin en önemli kısmı ve merkezi olan organ. Beyin, kendisini koruyan kafatası boşluğu içerisinde yer alır. Biçimi, büyüklüğü ve ağırlığı; kafatasının biçimine, ayrıca canlının vücut büyüklüğüne ve gelişmiş olmasına bağlıdır. İnsan beyninin ağırlığı 1300-1800 gr arasında değişir. Bir filin beyni ise 5000 gr civarındadır. Görüldüğü gibi beynin ağırlığı, kabiliyetini göstermemektedir. Beynin kabiliyeti bazı kitaplarda evvelce belirtildiği gibi kıvrımlarının sayısına da bağlı değildir. Zira bazı balıkların beyin kıvrımlarının sayısı insan beynindekinden daha fazladır. İlim adamları bunu daha ilmi metodlarla araştırmalarına rağmen ortak bir sonuca henüz ulaşılamamıştır.
Beynin veya sinir hücrelerinin bir özelliği, uyarılabilir olmalarıdır. Bir sinir hücresi uyarıldığı zaman ortaya çıkan uyarı dalgası hücreden hücreye yayılır. Bu, ateşlenen barutta her taneciğin bir sonraki barut tanesini ateşlemesine benzetilebilir. Sinir hücrelerini uyaran tesirler ısı, ışık, ses, temas olabilmektedir. Uyarı bir hareket veya aktif bir cevap uyandıracaksa, sonuçta ortaya çıkan cevap yine sinir uzantılarıyla kaslara ulaştırılır. Burada karar organı beyindir. Ancak reflekslerde durum daha değişik olup istek dışı olarak hareket ortaya çıkmaktadır.
Kimyasal olarak, beynin başlıca yapı maddesi proteindir. Fakat vücudun diğer organlarında fazla bulunmayan bazı yağlı maddeler (lesitin gibi) beyinde bol miktarda bulunmaktadırlar. Sinir faaliyetinin enerjisi glükozun (bir basit şeker) oksijenle yanmasından sağlanır. Beynin kimyasal veya fiziksel özellikleri vücudun diğer organlarındakinden fazla bir fark göstermez.
Omurgalı hayvanların da bir beyni olduğu bilinmektedir. Daha basit yapılı canlıların bir sinir sistemi bulunmasına rağmen bir beyinleri yoktur. Omurgalı hayvanlar ve insan ana karnında cenin halinde iken beyinleri boru biçiminde bir boş organdan gelişmektedir. Organın ortasındaki boş kısım daha sonra omurilikte daralarak omurilik “merkezi kanalı”nı meydana getirir. Merkezi kanalın yukarı doğru uzantısı beyin içindeki ventrikülleri, yani “beyin sarnıçları”nı meydana getirmektedir. Ön beyinden gelişme esnasındaki belli bir zamanda göz çıkıntısı ortaya çıkmaktadır. Göz sinirleri beynin ileri doğru uzantısı olarak kabul edilirler.
İnsan beyni doğuşta gelişmesini tamamlamamıştır. Çocuğun ana karnında büyümesiyle insan beyni de gelişmesini tamamlamaktadır. Bazı beyin sinirlerinin kılıfları doğumdan sonra teşekkül eder. Beyin doğuşta insan yavrusunun en büyük organıdır ve vücut ağırlığının 12’de birine eşittir. Ancak 20 yaşına gelindiğinde ağırlığı vücut ağırlığının 50’de birine eşit hale gelir. Hem beynin hem de omurga kanalı içerisindeki omuriliğin etrafında katlı koruyucu bir zar bulunmaktadır. Dıştaki zara sert beyin zarı, içtekine de yumuşak beyin zarı denilmektedir. Yumuşak beyin zarı da Araknoid ve Pia mater diye iki kattan yapılıdır. Bunlarda Araknoid dışa yakın olup, Pia mater omurilik veya beyne yapışık vaziyettedir. Araknoid ile Pia mater arasında “beyin omurilik sıvısı” bulunur. Bu sıvı, beynin ve omuriliğin bütün yüzeylerini çevreler. Beyin; beyin yarıküreleri (hemisferler), orta beyin, beyincik ve beyin sapından meydana gelir. Beyin sapı da, pons ve omurilik soğanından meydana gelir.
Beyin önden arkaya doğru derin bir yarık ile iki ayrı yarıküreye (hemisfere), bunlar da derin yarıklarla başlıca dört bölüme ayrılır. Her parçaya “lob” denilmektedir. Önde alın lobu, arka üst kısımda yan tepe lobu, şakak lobu ve art kafa lobu, beyin yarıkürelerinin kısımlarıdır. Beyin yarı küreleri ortadan birbirlerine “beyin büyük birleşiği” (Corpus Callosum) ile bağlanırlar. Ayrıca ara beyin yapıları da her iki hemisferi birbirine bağlarlar.
Beyin; işitme, görme, kavrama, öğrenme, düşünme, akılda tutma gibi hassaların komuta merkezidir. Bir beyin kesitine bakıldığında gri ve beyaz olarak iki ayrı renkte kısımdan meydana geldiği görülür. Gri bölümlere “gri cevher”; beyaz bölümlere de “ak cevher” denir. Gri cevher, sinir hücrelerinden; ak cevher ise, sinir hücrelerinin uzantılarından meydana gelmiştir. Beynin kabuk kısımları gri, iç kısımları ak maddeden ibarettir. Ayrıca beynin iç kısımlarında da gri maddeden yapılı çekirdekler (beynin nukleusları) bulunur. Gri maddeyi meydana getiren milyonlarca hücre dıştan etkilenerek kazandıkları özellik ve bilgileri bir ağ gibi birbirini saran sinir telleriyle birbirlerine iletirler.
Beyin yüzeyinde belirli bir fonksiyonu gerçekleştirmekle mesul bölgeye, o fonksiyonun merkezi denilir. Mesela, alın lobu ile yan tepe lobunu birbirinden ayıran yarığın ön kısmında hareket merkezleri, arka kısmında duyu merkezleri bulunmaktadır. Ard kafa lobunda görme duyusu ile ilgili işlemler gerçekleştirilir. Alın lobunun büyük bir kısmı henüz yeterince anlaşılamamış görevler yapar. Duyu ve davranışları düzenleyen merkezlerin alın lobunda bulunduğu zannedilmektedir. Bu alanda hafıza ve karışık zihni faaliyetler gerçekleşir. Alkoliklerde en önce hasara uğrayan alın lobundaki sinir hücreleridir. Alınan alkol miktarının çok düşük olduğu hallerde bile bu hücrelerin zarara uğrayacağı tesbit edilmiştir.
Beynin, ilaçla ve cerrahi yollar ile tedavi edilebilen pekçok hastalığı vardır. Beynin tıbbi hastalıkları ile nöroloji (asabiye) bilim dalı ilgilenir. Sara, beyin damarlarının hastalıkları (tıkanma veya kanamalar, felçler), enfeksiyon hastalıkları (menenjit, beyin iltihabı, beyin absesi) ve parkinson hastalığının tedavisi, nörolojinin sahasına girer.
Beyin urları, darbe ve çarpmalar ile meydana gelen kırık ve kanamaların yaptığı basınçlar, anevrizma gibi damar hastalıklarının cerrahi usullerle tedavisiyle de “Beyin Cerrahi” dalı uğraşır.
(Bkz. Nöroşirurji)
Alm. Brain drain, Fr. Drainer de cerveux, İng. Brain drain. Yetiştirilmesi için büyük kaynak gerektiren veya yetiştiği halde ilgisizlik ve imkansızlık sebebiyle istihdam edilemeyen bilim adamı, hekim, mühendis vb. gibi vasıflı insan gücünün daha gelişmiş bir ülkeye göç etmesi.
Beyin göçünden bahsedilebilmesi için terk edilen ülke ile göç edilen ülke arasında gelişmişlik ve imkan açısından az da olsa bir fark bulunmalıdır. Beyin göçü temelde gelişmiş ülkelere yönelik bir kaynak aktarımı olarak değerlendirilebilir. Az gelişmiş ülkelerin bu yüzden uğradığı kayıp gelişmiş ülkelerden bu ülkelere gönderilen geçici uzman ve teknik personel yardımıyla kapatılamayacak kadar büyüktür. Gelişmiş ülkelerce gönderilen uzmanların vazife müddetinin sınırlı olmasına karşılık, gelişmiş ülkelere giden uzmanlar göç ettikleri ülkelere büyük çoğunlukla yerleşmektedirler. Gelişmiş ülkelere göç eden, hekim, mühendis, bilim adamı ve diğer uzmanların yetişmesi için harcanmış olan milli kaynaklar toplamı, göçü kabul eden gelişmiş ülkelerin, göç veren az gelişmiş ülkelerdeki kalkınma programları için yaptıkları yardımları çok aşmaktadır.
"Yetişmiş insan gücü hareketi" olarak değerlendirilen beyin göçünün geçmişi çok eski devirlere dayanır. Çeşitli dini, siyasi, ilmi ve ideolojik sebeplere dayanan beyin göçü ilk ve ortaçağlarda mevcuttu. Günümüzde ise umumiyetle ekonomik, sosyal sebeplerle ve siyasi baskının fazla olduğu ülkelerden, diğer ülkelere doğru insan gücü akımı devam etmektedir. Ülkemizden de çeşitli Avrupa ülkelerine ve bilhassa ABD'ye beyin göçü sürmektedir. Gerek ülke imkalarının sınırlı olması gerek kanuni düzenlemelerdeki karmaşıklıklar ve devlet yetkililerinin ilgisizliği, gerekse iç ve dış menfaat gruplarının baskıları sebebiyle yetişmiş insan gücüne sahip çıkılamamaktadır. Bilim ve teknoloji sahasında ilerlemiş ülkeler ise bu yetişmiş insan gücüne her türlü imkanı hazırlayarak ülke menfaatlerine göre istihdam etmektedirler. Gelişmiş ülkelerin geliştirdiği ve uyguladığı projelerdeki Türk bilim adamı, hekim, mühendis gibi yetişmiş elemanın bulunması Türkiye'den olan beyin göçünün durumunu göstermektedir.
Türkiye Cumhuriyeti devleti ve yetkilileri gerekli kanuni düzenlemeleri yapıp, bilim ve teknolojinin gelişmesini teşvik edici ve özendirici tedbirler alırlarsa ve gerekli maddi imkanlar hazırlarlarsa beyin göçü önlenecek, yetişmiş elemanlar, milli menfaatler doğrultusunda kullanılacak ve ülkemizin kalkınmasında büyük mesafeler kat edilecektir.
Alm. Gehirnentzündung (f),Fr. Encephalite, İng. Brain İnflamation. Mikrobik bir sebepten beynin iltihaplanması. Beyin dokusunun iltihabına “ensefalit” denilmektedir. Sebepleri çok çeşitli olup, hemen her mikrobik hastalık beyin iltihabına sebeb olabilir. Mesela; kızamık, boğmaca, zatürre ve tifo hastalıklarıyla beraber beyin iltihabı ortaya çıkabilmektedir. Bazı mikrobik hastalıklarda ise beyin iltihabı olması mutlaktır. Mesela; “Ricketsia provazeki” ismindeki bir cins mikrobun yaptığı beyin iltihabı (epidemik ensefalit) böyledir.
Epidemik ensefalitin had (akut) dönemlerinde uykuyla ilgili rahatsızlıklar olduğundan, buna halk arasında uyku hastalığı veya uyku gribi de denilmektedir. Aynı hastalığa “İspanyol Gribi” de denilmektedir. Beyin iltihabı en zararsız seyretme halinde dahi beyinde mutlaka kalıcı arazlar bırakmaktadır. Bunlar karakter bozuklukları, kasılmalar, titremeler, göz ve kafanın belli istikamete çevrilmesi olarak sayılabilir. Epidemik ensefalitin şimdiye kadar tesirli bir tedavisi tarif edilmemiştir. Hastalığın bıraktığı arazlar bir dereceye kadar “Atropa belladona” bitkisinden elde edilen maddelerle etkilenebilmekte ve kısmen de olsa hafifletilmektedir.
Herhangi bir enfeksiyon hastalığı da beyin iltihabı meydana getirebilir. Bilhassa çocukluk devresinde sık görülen enfeksiyon hastalıklarının beyin iltihablarına dönüşmeleri mümkündür. Kızamık geçirenlerin binde biri kadarında beyin iltihabı gelişir. Hiç şüphesiz beyin iltihabının en tehlikeli türü kuduz virüsüne bağlı olanıdır. (Bkz. Kuduz)
Beyin iltihabına yol açan virüsleri etkileyecek ilaçların azlığı; her virüs hastalığında olduğu gibi, beyin iltihabında da tıbbın müsbet sonuç almasını zorlaştırmaktadır. Beyin iltihabını meydana getiren amil, bakteri türünden bir mikrop ise, verilecek geniş etkili antibiyotikler, beyindeki iltihabın şifa bulmasını sağlar.
Alm. Hirnblutung, Fr. Hemorragie cérekralé İng. Brain bleeding. Beyin damarlarının yırtılması dolayısıyla beynin içinde veya dışına yakın bir yerde ani kan toplanması. Beyin damarlarının geçirgenliğinin artması beyin kanamasına sebeb olabilir. Bir darbe gelmesi sonucu orta büyüklükte beyin damarlarından birinin yırtılmasından da beyin kanaması husule gelebilir. Kan, kafatası kemiği ile dış beyin zarı arasında toplanırsa, dıştan beyin ve beyin sapını sıkıştırır. Dış beyin kanamasının sonucunda şuur bozukluğu ve nabız yavaşlaması, ayrıca solunum felci görülür. Bundan başka beyin kanamasının kafa içine toplandığı tarafta gözbebeği büyümesi de olur. Bu tip kanamalarda hasta birdenbire şuurunu ve iradi hareketlerini kaybederek komaya girer. Yüzü kırmızı, baş ve gözler beyinde afetin olduğu tarafa çevrilidir. Hastanın şahdamarına sokulan bir iğneden boya verilerek çekilen röntgen filimleri ile kanamanın olduğu taraf tesbit edilebilir. Beyin kanaması olduğu takdirde hemen cerrahi müdahale ile kanın beyin üzerine yaptığı basınç hafifletilmelidir. Hemen müdahale edilmezse hasta ölür.
Alm. Gehirnwäsche (f), Fr. Lavage de cervau (m), İng. Brain washing. İnsanı kendine has düşünce ve dünya görüşüne yabancılaştırmak, başka yönde düşünür ve davranır duruma sokmak için çeşitli yollarla tesir altına alma.
İnsan, düşünen ve aynı zamanda çok yanılan bir yaratıktır. Çünkü hiçbir canlı gerek kendi iç yapısından, gerekse dışardan gelen tesirlere insan kadar açık değildir. Bu tesirlerden insan kadar etkilenmez. İşte beyin yıkama, insanın iç ve dış tesirlere açık olma özelliğinin istismarıdır.
Beyin yıkama uzun ve kısa sürede gerçekleştirilen olmak üzere sınıflandırılabilir.
Kısa sürede gerçekleştirilen beyin yıkama: Bu, tıbbi ve psikolojik usullerin kullanıldığı beyin yıkama metodudur. Bu metodun esası, söylenenlerin ayrıntısız, kontrolsüz kabullenildiği, yorgun, uykusuz, uyuşturulmuş durumlar hazırlayarak, insanın heyecanlarını, sürekli olarak kısa kısa etkileyip onu istenileni tartışmadan yapar bir davranış içine sokmaktır. Bu metodun kurucusu Rus bilgini Pavlov’dur. Pavlov çalışmalarını şartlı refleksler üzerinde yoğunlaştırmıştır. “Refleks”, tabii bir uyarıya karşı bünyenin gösterdiği tepkidir. Ateşe yaklaştırılan elin kendiliğinden çekilmesi böyle bir reflekstir. Şartlı refleks ise, alışkanlığa bağlı olan ve zamanla kazanılan reflekslerdir. Pavlov deney hayvanı olarak köpekleri kullanmış. Birçok defa köpeklere zil sesinin hemen arkasından et vermiştir. Daha sonraki deneylerde et verilmediği halde zil sesiyle birlikte köpeklerin salyalarının aktığı görülmüştür. Pavlov köpeklere çeşitli şartlı refleksler kazandırmıştır.
1924 senesinde Leningrad’da büyük bir su felaketi oldu. Pavlov’un köpeklerinin bulunduğu binayı su bastı. Köpekler burunlarına kadar yükselmiş su seviyesinde günlerce kaldılar. Kurtarıldıktan sonra köpeklerin kazanmış oldukları şartlı refleksleri kaybettikleri görüldü. Pavlov’u beyin yıkama metoduna götüren bu olay oldu. Aşırı korku, heyecan, yorgunluk gibi hadiselerin kazanılmış şartlı refleksleri sildiği sonucuna ulaştı. Bundan sonraki deney araçları komünist rejim kurbanı insanlar oldu. Öyle usuller geliştirildi ki, bunlarla bir insanın akli melekeleri bozuluyor, hatıraları ve tasavvurları siliniyor, yapma bir mantıkla, başka duygulara sahip robot şahsiyet meydana getiriliyordu. Bu işte ilk şart, köpeklerde görülen ruhi çöküntü halini insanlarda meydana getirmekti. Bu, eskiden beri insanlarda görülen ve zihni çöküntü adı verilen bir haldir. Pavlov, sun’i bir zihin çöküntüsü meydana getirmek için yeni usuller geliştirdi. Bu durumu sağlamak için dört şart gerekiyordu.
1. Yorgunluk: Beyin yıkamak için yapılacak ilk iş insanı yormaktır. Bunun için uzun devreler zarfında uykusuna engel olunur. Mesela, yüzüne kuvvetli ışık tutularak hem yorulması, hem de uyumaması sağlanır.
2. Şaşkınlık:Bu büyük yorgunluğun etkisiyle zihin faaliyetlerinin zayıfladığı ve çözüldüğü sırada, zavallı şahıs saatlerce süren soru yağmuruna tutulur. Zihni o kadar karıştırılır ki, hakikat ile yalan arasındaki irtibat tamamen kaybolur.
3. Devamlı acı:Vücudunda, uzun zaman işleyecek yaralar açılır. Kelepçeye veya zincire bağlanıp hareketine mani olunur.
4. Devamlı korku: Hissi gerilim veya korku doğuracak yollara başvurulur. Bu uygulamalar sonucu, insanda bitkinlik son haddini bulur ve dimağ çözülür. Zihnin kontroldan çıkması aşağıdaki sonuçları doğurur:
Beden hareketlerinde yavaşlama: Kişi sevk ve gayretten mahrumdur.
Hafıza dağınıklığı: Hatıraları, yorum ve muhakeme kabiliyeti, eski alışkanlıkları tamamen kaybolmuştur. Olayların sırası unutulmuştur. Hayalle hakikat arasındaki sinirler, karanlık ve bulanık bir hal almıştır.
Melankoli: Zihin bilinmeyen bir derdin pençesinde kıvranır. Kişi intihar etmek ister.
Telkin edilebilme kabiliyetinin artması: İnsanın bu zayıf ve müdafaasız halinden istifade edilerek, telkin yoluyla hafızayı sahte bir şekle sokarlar. İnanılmasını istedikleri yeni fikirler, telkinde hastanın yorgun zihnine yerleştirilir. Artık beyin yıkama işlemi tamamlanmıştır. Bu şekildeki beyin yıkama metodu, komünist devletler, özellikle Rusya ve Çin tarafından kullanılmıştır. Kore Harbinde Çinlilerin eline esir düşen Amerikalı askerler beyinlerinin yıkanmaları sonucu; “Biz gerçekleri şimdi gördük. Emperyalistlere uşaklık ediyormuşuz. Komünizmin hedefi, dünya barışını sağlamaktır.” demişlerdir. Çinliler, beyin yıkama işini Kore Savaşında esir düşen Türk askerlerine uygulayamamışlardır. Psikologlar buna sebeb olarak, Türk askerindeki iman gücünü, sarsılmaz disiplin anlayışını ve birbirlerine olan bağlılığı göstermişlerdir.
Uzun sürede gerçekleştirilen beyin yıkama: Bu metod propaganda ile gerçekleştirilir.
Propaganda: İnandırma, ikna etme, aldatma, şüphe uyandırma ile fikren ve ruhen baskı yapma faaliyetidir.
Fertlerin ve cemiyetin fikirlerine, görüş, düşünce ve hislerine müspet veya menfi tesir yapmak suretiyle tatbik edilen, hassas ve özel metodlu faaliyettir.
Propaganda vasıtaları; uydular, sportif ve sanat faaliyetleri, basın, televizyon, radyo ve kitaplardır.
Propaganda ile insanların beyninin yıkanması işine en fazla ehemmiyet veren komünist ülkelerdir. Rusya, milli gelirin 1/4’ünü propagandaya ayırmıştır.
Propagandanın hedefi, insanın fikirleri, hisleri yani ruhi dimağıdır. Beyinleri yıkanan insanlar ilk ve ortaçağdaki kölelerden daha kuvvetli bir esaret zinciri ile düşmanın esiridir. Beyni yıkanarak kendi milletine ve devletine düşman edilen bir bedbaht, ömrünün sonuna kadar düşmanın kölesi olduğunu anlayamaz. Çünkü yaptığının kötü olduğunu gösterecek değerler onda yıkılmıştır. Bir değerin ölçülmesi, iyi olup olmadığı ancak milli ve manevi duygulara sahip olmakla ve sahip çıkmakla belli olur. Bu değerlerini kaybeden kişi, düşmanın arzularına göre hareket eder. Bu, bir köle, daha doğrusu robottur. Robot emre uyar, normal bir insan ise kendisine verilen emri, telkini, iman ve milli değerler ve akıl süzgecinden geçirerek karar verir.
1921’de Lenin bir konuşmasında; “Bir milletin arzularını, diğer millete empoze etmesi, zamanla tamamen propaganda sayesinde gerçekleşecek ve savaş meydanlarında silah kullanılmasına lüzum kalmayacaktır. Silah yerine insan beyninin dejeneresi, zekanın sönükleştirilmesi ve milletin moral ve ruh bakımından dağılmasını temin yönüne gidilecektir.” demiştir.
Alm. Kleinhirn, Fr. Cervelet , İng. Cerebellum. Kafatası içinde beynin alt ve arka kısmında, iki yanı şişkin, ortasında bir çıkıntı olan yapı. Beyinciğin vücutla olan münasebeti, beyin-vücut münasebeti gibi çapraz değildir. Beyinde sol yarım küredeki merkezlerden, sağdaki organlar; sağdaki merkezlerden ise, soldaki organlar yönetilir. Dolayısıyla beynin bir tarafında çıkan afet (rahatsızlık) vücudun karşı tarafında arızalara yol açar. Halbuki beyinciğin sol tarafında meydana gelen arızalar, vücudun sol tarafında; sağ tarafındaki arızalar ise, sağ tarafta belirtisini gösterir.
Beyincik, kısaca vücudun denge kontrolorüdür. Bu denge, vücutta cereyan eden motor faaliyetler ve bu faaliyetleri yapan dokuların ahenkli bir şekilde işlenmesini sağlar. Denge, bilhassa yürüme esnasında sağlanır. Ayrıca, ayakta durmayı sağlayan reflekslerin (proprioseptif) üst merkezi, beyinciktir. Motor fonksiyonları (hareket fonksiyonları) iradeli, düzenli yapılır. Ayrıca peşpeşe yapılan takip hareketleri (bir adımın öbürünü takib etmesi) beyincik sayesinde mümkün olur.
Beyinciği hasta olan kişi ayakta zor durur, iki tarafa sallanır, başı döner, düşmemek için ayaklarını yanlara açar, ölçüsüz sallanarak yürür. Gözlerinin kapanması dengesizliği arttırmaz. Bir maksatla yapmak istediği hareketleri istemsiz ve düzensiz yapar. Birbiri ardına yapılan hareketleri de tam yapamaz. Uzun müddet aynı halde durabilir ve adale gerginliği azalmıştır. Dururken ve hareket ederken vücut ve gözlerde titremeler olur. Beyin kanamaları, doğum esnasındaki travmalar, darbeler, beyin yumuşaması, çıbanlar ve ur sebebiyle de olabilir. Ayrıca, sıtma, tifo, romatizma, frengi, verem gibi hastalıklarda, alkol, üremi gibi zehirlenmelerde de bu belirtiler görülebilir. Beyincik hastalıklarının tedavisi, sebeplerine göre yapılmalıdır.
Osmanlı devlet teşkilatında eyayet idaresinden mesul askeri ve mülki yetkiler taşıyan en yüksek görevli. On dördüncü yüzyıl boyunca beylerbeyi, Osmanlı Devletinde taşra kuvvetlerinin kumandanı ve çeşitli sancaklara dağılmış beylerin topluca amiri durumundaydı. Dolayısıyla belli bir bölge ile doğrudan doğruya münasebeti yoktu. İlk defa olarak Sultan Birinci Murad zamanında Lala Şahin Paşa Rumeli Beylerbeyi olarak tayin edildi. Edirne ise, beylerbeyliğin ilk merkezi yani Paşa sancağı oldu. Daha sonra bu beylerbeyliğe ilave olarak 1393’te Anadolu, 1413’te ise Rum (Amasya, Tokat, Sivas) ve daha sonra Karaman beylerbeylikleri kuruldu.
On altıncı yüzyılın ilk yarısında Osmanlı Devletine geniş yeni toprakların ve ülkelerin katılmasına kadar yeni devletin ilk iki yüz yıllık gelişmesinde bu dört beylerbeyliğin önemi çok büyük oldu. On beşinci yüzyıl beylerbeyi beratlarına göre bunların görevleri şu şekildedir: Eyaletindeki bütün devlet işlerinde sultanın temsilcisi olarak beylerbeyi, divanında askeri zümresine dair çeşitli meseleleri halletmek. Bölgesinde emniyeti sağlamak. Timarlıların atanma ve terakkileri ile belli bir miktara kadar timar tevcih işlemlerini yürütmek. Beylerbeylerinin bu genel otoritelerine karşı bölgelerinde bir sancağın kendilerine ayrılmış olması dolayısıyla normal idarede bunlar da birer sancak beyi sayılabilirler. Ayrıca bölgelerindeki sancak beylerinin tayinlerinin doğrudan doğruya merkezden yapılması ve sancak beylerinin idarede ve seferlerde yine sultanın emriyle ayrı olarak görevlendirilebilmeleri beylerbeylerinin otoritelerini sınırlandırmaktadır.
On yedinci yüzyılda ise sancakbeyi tayinlerinde beylerbeyilerin (eyalet valilerinin) daha fazla sözü geçmeye ve bazı tayinler bunların tavsiyesiyle yapılmaya başlandı. Ancak geçen süre zarfında beylerbeyilerin sayıları da arttığından eski kıymet ve itibarları kalmadı. Eyaletlerin kaldırılması ile, vilayetlerin teşekkülü ve buralara valilerin tayin edilmesi ile beylerbeylik bir ünvandan ibaret kaldı.
Klasik devirde Osmanlı Devletindeki beylerbeylikler şunlardır: Rumeli, Cezayir, Budin, Temaşvar, Anadolu, Karaman, Eyalet-i Rum, Haleb, Şam, Mısır, Yemen, Habeş, Diyarbakır, Rakka, Bağdat, Basra ve Lahza, Van, Dulkadriye, Erzurum, Kıbrıs, Cezayir-i Garb, Kefe, Tiflis, Kars, Trablus-ı Mağrib, Pelengan, Revan, Şemahi, Bosna, Kanije, Eğri, Özü, Adana, Trabzon ve Çıldır.
İstanbul Boğazında, Beylerbeyi’nde yaptırılan muhteşem saray. Sarayın bulunduğu yerde daha önceleri Birinci Ahmed Handan kalma bir ahşap saray vardı. Harab olan bu sarayın yerine, İkinci Mahmud Han yeni bir saray yaptırdı. Bu saray çıkan bir yangında tamamen yok olduğundan, yerine Sultan Abdülaziz tarafından yeni bir saray yaptırıldı. Baştanbaşa beyaz mermerden olan bu sarayı 1865 yılında Mimar Serkiz (Balyan) kalfa yaptı. Abdülaziz Han Beylerbeyi Camiinde Cuma namazını kıldıktan sonra merasimle buraya girmişti.
Sarayın boğaza bakan tarafı çok sade, iç kısımlar ise akıllara durgunluk verecek şekilde süslüdür. Saray, Rönesans ve Barok üslubuna göre mermer ve küfeki taşlarıyla yapılmıştır. Sarayın üç tarafında mermer merdivenli üç kapısı vardır. Sarayda 6 büyük salon ve 24 oda bulunmaktadır. Binanın içinde ve ortasında on altı mermer sütunlu büyük bir havuz yer alır. Bu havuzun karşısında zarif bir çifte merdivenle üst kata çıkılır. Boğaziçi tarafında da mermer merdivenli bir kapı vardır. Odaları, salonları, tavanları yaldızlı nakışlar ve yazılarla tezyin edilmiştir. Havuzların ve üst kattaki hamamın mermerleri dantela gibi örülü nefis eserlerdir. Bahçesi ise setler şeklinde olup, her setin boğaz görünüşü başka ve çok güzeldir. Burada muhtelif cins hayvanların bulunduğu bir hayvanat bahçesi yapılmıştır.
Abdülaziz Han, yazları ekseri burada otururdu. Yabancı devlet adamlarını kabul ettiği salondaki koltuklarının yanında sırtını okşadığı çok heybetli bir aslan da bulunurdu. Heybetli görünüşü ile Sultan Aziz ve hemen yanındaki aslanı görenler gayri ihtiyari titrerlerdi. Fransa İmparatoriçesi Öjeni, Avusturya İmparatoru Fransuva Josef ve İran Şahı Nasirüddin, İstanbul’a geldikleri zaman oturmaları için bu saray tahsis edilmiştir.