BERİDŞAHLAR
Hindistan’ın güneybatısında Bidar bölgesinde kurulan sultanlık. Behmenli Devletinin veziri olan Kasım Bey Beridü’l-Memalik ismindeki bir Türk Beyi tarafından kuruldu (1492). Başlangıçta göstermelik olarak Behmenilere tabi olan Beridşahlar, 1527 yılında bağımsızlıklarını ilan ettiler. Adını Kasım Beyin ünvanından alan Beridşahlar Hanedanı, 1619 yılında Babür Sultanı Cihangir Şah tarafından ortadan kaldırılıncaya kadar 127 sene hükümran oldu.
Beridşah Sultanları Saltanatı
Birinci Kasım Berid Şah |
1492 |
1504 |
Birinci Emir Berid Şah |
1504 |
1543 |
Ali Berid Şah |
1543 |
1580 |
İbrahim Berid Şah |
1580 |
1587 |
İkinci Kasım Berid Şah |
1587 |
1590 |
İkinci Emir Berid Şah |
1590 |
|
Mirza Ali Berid Şah |
1590 |
1601 |
Üçüncü Emir Berid Şah |
1601 |
1619 |
Alm. Beryllium, Fr. Béryllium, İng. Beryllium. Metalik ve ametalik özelliklerin her ikisini de gösteren hafif bir kimyasal element. Periyodik (devri) sistemin ikinci grubunda yer alan berilyum, Be şeklinde sembolize edilir. Atom numarası (Z) = 4, atom ağırlığı (A) = 9,01’dir. Kararlı izotopu yoktur. Birkaç radyoaktif izotopu bilinmektedir. Bileşiklerinde +2 değerli olur. Tabiatta az rastlanan elementlerden olup yer kabuğunda % 0,001 nisbetinde bulunur. Berilyum minerallerinin yataklarının çoğu Brezilya, Arjantin, Afrika ve Hindistan’dadır. İlk olarak 1828’de Wöchlar tarafından elde edilmiştir. En tanınmış minerali, kıymetli bir taş olan beril, 3BeO. Al2O3. 6SiO2 formülüne sahiptir. Zümrüt, kromoksit (Cr2O3) ihtiva eden ve yeşil renkli olan bir berildir.
Berilyumun elde edilmesi için beril mineralinden faydalanılır. Beril öğütülerek ince toz haline getirilir. Bir kısım beril iki kısım sodyum hekzaflorosilikat (Na2SiF6) ile karıştırılıp 850°C’ye ısıtılır. Meydana gelen sodyum fluoroberilet (Na2BeF4), Mg ile 1000 °C’de indirgenerek berilyum elde edilir.
Metalik berilyum çok sert ve çelik gibi parlak olup oda sıcaklığında kırılgandır. Erime noktası 1283°C, kaynama noktası 2970°C, özgül ağırlığı da 1,86 g/cm3tür.
Berilyum kimyasal özellikleri bakımından alüminyuma benzer. Kuru havada dayanıklı olup, ancak kızıl derecede yükseltgenir. Kaynar haldeki suya karşı bile oldukça dayanıklı olan berilyum, seyreltik HCl ve H2SO4’te çözünür. Fakat seyreltik HNO3’ten etkilenmez.
Berilyum, teknikte doğrudan doğruya kullanılmaz; bazı alaşımların bileşiminde yer alır. Mesela % 3 oranında bakırla karıştırıldığında, bakırın kopma direncini altı katına kadar arttırır. Atom numarası küçük olduğundan röntgen ışınlarını kolayca geçirir. Bundan dolayı röntgen lambalarının pencereleri bu metaldan yapılır.
Nükleer teknolojide berilyum ve radyum karışımı proton kaynağı olarak kullanılır. Radyum, radyoaktif bozunmalarda devamlı bir alfa partikül kaynağıdır. Bu alfa partikülleri ile berilyum bombardıman edildiğinde nötron üretilir.
Hafif bir element olması sebebiyle nötron reflektörü elementlerinde, güç kontrol silindirlerinde kullanılır. Keza berilyum, mermi ve uzay araçlarında yapı malzemesi olarak kullanılır. Yüksek elastik modülü ve elastik limiti sebebiyle roket ve uçaklarda ciroskopla idare sisteminde bu madenden istifade edilir.
Beril: Berilyum aluminosilikat yapısında [Be3 Al2 (SiO3)6] en yaygın berilyum mineralidir. Soluk mavi yeşil renkli akvamarin koyu-yeşil zümrüt, altın sarısı helyolit ve pembe morganit gibi bazı türleri mücevher olarak kullanıldığından eski çağlardan beri kıymet taşımıştır. Beril, gnayslarda mikalı şistlerde görülen granit kayaçların ve bunlarla ilişkili pegmatit setlerin (dayk) tali elemanıdır. Zümrüt mikalı şistlerde ve bitümlü kireçtaşlarında, öteki değerli taş türlerine çoğunlukla pegmatit içindeki kovuklarda rastlanır. Değerli taş niteliği taşımayan beril ise, çoğu pegmatit kayaçta, genellikle dağınık, küçük kristaller halinde bulunur. Brezilya'da 200 tonluk , ABD'nin Güney Dakota eyaletindeki Black Hills'te 5,8 m uzunluğunda ve 1,5 m çapında, Maine eyaletindeki Albany'de en büyüğü (18 ton) 5 m uzunluğunda ve 1 metre çapında olan büyük parlak kristaller de elde edilmiştir.
1925'ten önce beril yalnızca mücevher taşı olarak kullanılırdı. Bu tarihten sonra, berilyum için pekçok önemli kullanım alanı ortaya çıktı ve beril bu nadir elementin cevheri olarak yaygın biçimde aranır oldu. Ama geniş çökeller bulunmadığından berilin büyük bölümü feldispat ve mika madenciliğinin yan ürünü halinde üretilir. Madenlerden çıkarılan beril miktarı yıldan yıla değişmekle birlikte, 1930'dan bu yana devamlı artış göstermiştir.
Alm. Bering-See, Fr. Mer de Bering, İng. Bering Sea. Kuzey Pasifik Okyanusundaki Bering Denizi ile Kuzey Buz Denizi ve Chukchi Denizini birleştiren boğaz. Batısında Sibirya ve Asya'daki Kamchatka Yarımadası, doğusunda Alaska ve güneyinde Aleut Adaları bulunur. Kuzeyden güneye 1500 km, doğudan batıya 2000 km uzunluğundadır. 2.266.250 km2lik bir alanı vardır. En geniş körfezleri batıdaki Anadyr ve Norton Souhd ve doğuda Bristol körfezidir. Başlıca adaları, Nunivak, Lawrence, Matthau, Prihilof ve Komondor'dur. Boğazın en dar yeri 100 km genişliğindedir.
Boğazın kuzey ve doğu kesimleri nisbeten sığdır. En derin yeri 4115 m olup, Aleut Adalarının batısındadır. Kışın, güneyindeki bazı yerler, Matther Adası ve Alaska kıyılarından Bristol Körfezine kadar olan kısımlarında buz kütleleri meydana gelir. Denizin kuzeyinin bir bölümü ekimin sonundan haziran sonuna kadar deniz seferlerine kapalıdır ve havalar da nadiren iyidir. Kış ve sonbahar mevsimlerinde genellikle kar yağar. Deniz, sonbaharın başlangıcında, yaz ve ilkbahar aylarında sürekli sislidir. Alaska sahilinde bulunan bol miktardaki balık ile Pribineo Adasındaki ayı balığı, boğazın önemli besin kaynaklarıdır. Boğaz ilk defa Semyon Dezhneo tarafından 1648'de keşf edilmiştir. Daha sonra Rusya hesabına çalışan bir Danimarkalı denizcinin adına izafeten "Vitus Bering" ismi verilmiştir.
Altınordu hükümdarı. İslamiyeti kabul eden ilk Moğol hükümdarıdır.
Cengiz Hanın torunu ve Cuci Hanın oğludur. Han olmadan önce Harezm’de yaşadığı sırada, Şeyh Seyfeddin Bekarzi vasıtasıyla Müslüman oldu. 1255’te ağabeyi Batu Hanın ölümünden sonra tahta geçen oğulları Sartak ve Ulakçı hanların da kısa aralıklarla vefatı üzerine tahta çıktı.
Devleti içerisindeki iç isyanları bastıran Berke Han, yeğeni ve İlhanlı Hükümdarı Hülagu’nun gittikçe artan gücü karşısında Memlük Sultanı Birinci Baybars’la ittifak kurdu. Hülagu’nun 1258’de Bağdat’ı alarak yakıp yıkmasından sonra, Berke Han Azerbaycan üzerinde hak iddia ederek Hülagu’nun üzerine yürüdü. Ancak 1262’de Kür Irmağının kuzeyinde yapılan savaşı kaybederek Terek Irmağına çekildi. Daha sonra kendisini takib eden Hülagu’yu bozguna uğrattı.
Berke Han, 1265’te Bizanslılarca Enez’de esir tutulan Anadolu Selçuklu Sultanı İkinci Keykavus’u kurtarmak için yeğeni Noyan komutasında bir orduyu Balkanlara gönderdi ve Sultan’ın serbest bırakılmasını sağladı.
Berke Han, saltanatının sonlarına doğru, Pekin’de oturan Moğol Hükümdarı Kubilay’a bağlılığını kaldırdı. Böylece onun zamanında Altınordu bağımsız bir hale geldi. Berke Han, 1266’da Hülagu’ya karşı yaptığı başarılı Kafkasya seferinden dönüşte vefat etti. Naşı, Saray Batu’ya getirilerek defnedildi.
Berke Han zamanında Altınordu büyük bir devlet haline geldi. O, saltanatı zamanında Moğol İmparatorluğu üzerinde önemli değişiklikler yaptı. Kavmi arasında İslamiyeti yaydı. İdaresi altındaki bütün bölgelerde camiler ve medreseler yaptırdı. Alim ve fakihlere izzet ve itibar göstererek, ülkesine getirtti. İlmin yayılması için büyük gayret gösterdi.
Alm. Berkelium, Fr. Berkélium, İng. Berkelium. Sun'i olarak elde edilen, aktinitler serisinden bir element. Periyodik tablonun III B grubunda yer alır ve Bk sembolüyle gösterilir. Tabii halde bulunmaz. İlk defa 1949'da California Üniversitesinde amerikyum-241'in helyum çekirdeği ile bombardıman edilmesi sonucu berkelyum-243 izotopu halinde elde edildi. Bütün izotopları radyoaktiftir. En kararlı izotopu Bk-247'dir.
Berkelyum hakkındaki bilgiler çok kesin değildir. Nitekim bugüne kadar metal halinde üretilememiştir. Atom numarası 97 olup elektron düzeni (Rn) 5f9 7s2 şeklindedir. Bileşiklerinde +3 ve +4 değerliklerini alması ihtimali yüksek bulunmuştur.
Büyük Selçuklu İmparatorluğunun beşinci sultanı. Melikşah’ın büyük oğludur. Babasının ölümü üzerine henüz çok küçük olan oğlu Mahmud, sultan ilan edildi. Ancak buna rıza göstermeyen vezir Nizamülmülk ve taraftarları Rey şehrinde Berkyaruk’u tahta çıkarıp sultan ilan ettiler. Kardeşinin kuvvetlerini Berucird mevkiinde bozguna uğratan Berkyaruk daha sonra kendisini tanımak şartıyla ona, İsfehan ve Fars eyaletlerini devretti. Bu arada amcası Tutuş da harakete geçerek Musul’u ele geçirmişti. Berkyaruk Tutuş’u yenerek Bağdat’a girdi ve adına hutbe okuttu. Mücadeleye devam eten Tutuş, Halep, Harran ve Urfa’yı ele geçirerek tekrar Sultanın üzerine yürüdü. Zor durumda kalan Berkyaruk, İsfehan’a kardeşi Mahmud’un yanına sığındı. Bu sırada Mahmud’un ölümü ile onun kuvvetlerine de sahib oldu. Daha sonra Rey yakınlarında Tutuş’la giriştiği muharebeyi kazandı. Savaş sırasında Tutuş’un öldürülmesi ile de ülke içerisinde birlik ve beraberliği sağladı.
Sultan Berkyaruk bundan sonra Anadolu ve Suriye’yi işgale başlayan haçlılar üzerine kuvvetler sevketti. Ancak emirler arasındaki rekabetler ve Şii Fatımilerin aleyhte faaliyetleri sonucu, Haçlılara karşı kesin bir zafer elde edemedi.
Bu arada Berkyaruk’un karşısına Gence Melik’i ve kardeşi Mehmed Tapar saltanat iddiasıyla çıktı. Berkyaruk 1100 yılında Sefid-rud’da mağlup oldu ise de; Mehmed Tapar’ı arka arkaya dört defa bozguna uğrattı. Ahlat’a sığınan Mehmet Tapar, buranın hükümdarı Sökmen’i ve Ani emiri Menuçehr’i hizmetine alarak yeniden savaşa hazırlandı. Sultan Berkyaruk çok kan akdığını, memleketin harab, emir ve askerlerin yorgun olduğunu, hazinenin boş kaldığını, vergilerin tahsil edilemez bir hale geldiğini ve nihayet İslam düşmanlarına fırsat verildiğini beyan ederek, gönderdiği bir elçi ile, kardeşini barışa ikna etti. Böylece 1104’te Azerbaycan’da Sefid-rud hudut olmak üzere Kafkasya’dan Suriye’ye kadar bütün vilayetler Mehmed Tapar’da kalmak ve Bağdat'ta hutbe Berkyaruk namına okunmak şartıyla, bir antlaşmaya varıldı.
Selçuklu İmparatorluğu iki devlete ayrılmak suretiyle Türkiye ile birlikte üç Selçuk sultanı meydana çıktı. Lakin bu durum çok kısa sürdü. Zira Berkyaruk vücutça hasta olduğu için, 1104 yılında yirmi altı yaşında öldü.Sultan Berkyaruk, ülkesini düşünen ve milletinin refahı için çalışan bir kimse idi. Ancak kardeş kavgalarının hem de birlik ve beraberliğe en muhtaç olunduğu bir döneme rastlaması Berkyaruk’u çok üzmüştü. Buna rağmen fırsat buldukça Haçlı kuvvetleri üzerine asker sevk etmekten ve onlara darbeler vurmaktan geri kalmadı.
İkinci Dünya Savaşına kadar Almanya'nın başşehri. 1943'te Almanya ikiye bölününce, Berlin de Doğu Berlin ve Batı Berlin diye ikiye bölündü. Doğu Berlin, Doğu Almanya'nın başşehri, Batı Berlin ise Batı Almanya'nın bir eyaleti oldu. 1961'de Doğu Almanya tarafından yapılan ve "Utanç Duvarı" diye tanınan Berlin Duvarı, Almanya'nın bölünmüşlüğünün bir sembolüydü.
Doğu Berlin'in yüzölçümü 403 km2, Batı Berlin'in yüzölçümü 480 km2; nüfusları ise birbirine yakın olup, 2'şer milyona varmaktaydı.
Berlin şehir merkezinin ortasından geçen Spree Irmağının buzul vadisi üzerinde, Atlas Okyanusunun etkisinin azaldığı ve kara ikliminin başladığı yerde kuruludur. Bu yüzden havası soğuk ve az nemli, öte yandan diğer sanayi şehirlerine göre de temizdir. Berlinde kış aylarında ortalama sıcaklık 0°C, yaz aylarında ise 18°C'dir.
Berlin, 1870'te Almanya birliğinin kurulmasıyla İmparatorluğun başşehri oldu ve dünya çapında önem kazanmaya başladı. Geniş caddeleri, bakımlı meydanları ve ihtişamlı taş yapıları vardı. İkinci Dünya Savaşında şehir hava bombardımanıyla altüst olduğunda bu taş yapılar daha az zarar görmüştür.
Berlin, taş apartmanların görünümünü dengeleyecek oranda yeşilliğe sahip olan bir şehirdir. Bu yeşilliği, şehirden geçen Spree Irmağı, kanallar ile doğu ve batıdaki göller temin eder.
Berlin'de dokuma, metal, giyim, makina ve porselen gibi geleneksel ekonomik etkinliklerin yanında elektronik sanayi de büyük önem taşır.Ayrıca sigara ve konfeksiyon üretimi de gelişmişti. Batı Berlin'de lüks tüketim malları ve yüksek ücretlerle modern bir hayat yaşanırken, Doğu Berlin'de temel ihtiyaç maddeleri üretimine ağırlık verilmişti. Doğuda düşük ücretler, fakat buna mukabil ulaşım, mesken gibi ihtiyaçların daha kolay sağlandığı bir hayat tarzı vardı.
Berlin, Alman eğitiminde geleneksel bir yere sahiptir. Savaştan sonra Berlin Üniversitesi doğuda kalınca, adı Humboldt Üniversitesi olarak değiştirilmişti. Batıda da 1948'de Berlin Üniversitesinden gelen antikomünist öğretim üyeleri tarafından Berlin Hür Üniversitesi kurulmuştu.
1990'da iki Almanya'nın birleşmesiyle Berlin Duvarı yıkıldı. Kilise merasimiyle birleştirilen Berlin, Birleşik Almanya'nın başşehri oldu.
Osmanlı Devleti ile Almanya, Avusturya, Macaristan, Fransa ve Rusya arasında Berlin’de yapılan antlaşma. Halkımızın 93 Harbi dediği 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşından Osmanlı İmparatorluğu'nun yenik çıkması neticesinde, Ruslarla 3 Mart 1878’de şartları çok ağır Ayastafanos Antlaşması imzalanmıştı.
Türkiye’nin Balkanlardaki rolünü pek zayıf bir vaziyete düşüren ve Rusları Balkanların efendisi durumuna yükselten bu antlaşma büyük devletlerin gözünü korkuttu. Ayastafanos Muahedesinin Rusya, İngiltere ve Avusturya arasında tadil edilmesi hususunda, o sırada İngiltere, sonra dünyanın ikinci devleti durumuna yükselen Almanya’nın yardımı ile bir konferansın toplanması mümkün olmuştu.
Sultan İkinci Abdülhamid Han, İngiltere’yi Rusya’nın aleyhine mahirane bir şekilde kışkırtmıştı. İngiltere, zayıf bir Türkiye’nin karşısında Rusya’nın Orta Doğudaki İngiliz menfaatlerini tehdid edeceğine, ılık sulara inip kendisiyle rekabete başlayacağına inanmıştı. Daha önce geçici ve şartlı olarak Kıbrıs’ın idaresini İngiltere’ye bırakan Babıali, Rusya’yı yola getirmek için birinci derecede bu devlete güveniyordu. Tabii Türkiye, savaştan mağlup çıkmıştı. Bahis konusu olan şey, imkan dahilinde az zararla işin içinden sıyrılmaktı.
Kongrenin Berlin’de toplanması hususunda, Almanya İmparatorluk Şansölyesi Prens Bismark’ın teklifi kongreye katılan devletlerce kabul edildi. Türkiye ve Rusya’dan başka İngiltere, Almanya, Fransa, Avusturya-Macaristan ve İtalya'nın katıldığı Berlin Konferansı, Almanya İmparatorluk Şansölyesi (federal başbakan) Prens Bismark’ın başkanlığında 13 Haziran 1878’de açıldı. Diğer devletleri başbakanlar ve dış işleri bakanları temsil ediyordu. Türk murahhasları, Hariciye Nazırı Karatodori Paşa, Müşir Mehmed Ali Paşa ve Berlin büyük elçisi Sadullah Bey (Paşa) idi.
Berlin Muahedesi, Türkiye için bir yıkım olmakla beraber, Türkleri Avrupa’dan tasfiye etmiyordu. Bilakis Türkiye’nin Balkanlardaki hayatını, 1913’e kadar 35 yıl uzatıyordu. Üstelik anlaşmanın Rusya’ya sağladığı faydalar azdı ve asla Rusya’nın savaşta göze aldığı fedakarlıkları karşılamıyordu. Asıl faydalananlar Balkan devletçikleri ve İngiltere idi.
64 maddelik muahedede, toprak değişiklikleri dışında en mühim maddeler, Türkiye’nin Doğu Anadolu’da Ermenilerin az çok önemli bir azınlık teşkil ettikleri vilayetlerde, bu kavim lehine ıslahat yapmayı, aynı ıslahatı Makedonya vilayetlerinde de uygulamayı kabul etmesiydi. Her iki madde de, Sultan İkinci Abdülhamid tarafından Büyük Devletler arasındaki rekabetten faydalanarak yıllar boyunca uyutuldu ve asla tatbik edilmedi.
Diğer pek mühim bir madde, Türkiye’yi Rusya’ya 802.500.000 frank savaş tazminatı ödemeye mecbur ediyordu. Tazminatın ödenmesi, Sultan İkinci Abdülhamid’in uzun saltanatı boyunca devam etti.
Berlin Muahedesi,Türkiye’nin 1699 Karlofça Muahedesinden sonra Avrupa’dan tasfiyesini hazırlayan ikinci büyük dönüm noktası oldu. Bu tasfiye, 1913 Bükreş Muahedesi ile tamamlandı ve Avrupa Türkiyesi, Doğu Trakya’ya münhasır kaldı.
Osmanlı Devletinin bu antlaşma ile doğrudan doğruya veya dolayısıyla olan toprak kayıpları şu şekilde özetlenebilir: Devlet, doğrudan doğruya idaresinde bulunan Niş sancağını Sırbistan’a, Teselya sancağını Yunanistan’a, birkaç kazayı Karadağ'a, Kars, Artvin ve Ardahan sancaklarını Rusya’ya, Dobruca sancağını Romanya’ya bırakıyor, bu suretle birkaç kaza ile birlikte 6 sancak, İmparatorluktan ayrılıyordu. Kendisine tabi olan Romanya, Sırbistan, Karadağ prensliklerinin imparatorluktan ayrılmasına razı oluyordu. Bunların arasında Tunus Prensliğini de saymak mümkündür. Zira üç yıl sonra Tunus’u işgal eden Fransa, bu işgalin ortamını Berlin Konferansının kulisinde sağlamıştı. Osmanlı Devleti, çok imtiyazlı bir Bulgaristan Prensliği ile az imtiyazlı bir Doğu Rumeli vilayetinin kurulmasına rıza gösterdiği gibi, Bosna-Hersek vilayeti (eyalet, umumi valilik) ile kısmen Yenipazar sancağının idaresini Avusturya-Macaristan’a, Kıbrıs sancağının idaresini de İngiltere’ye bırakıyordu. Birkaç şaşkın ve gafil devlet adamının Karadağ’a bir kaza bırakmamak için göze aldıkları savaşın sonunda yapılan bu büyük Türk yağmasından İran bile nasibini alıyor, bu devlete de o zamandan beri İran’da kalan Kotur kazası veriliyordu.
Mithad, Mahmud Celaleddin, Redif paşalar gibi gafillerin kazanacakları zannıyle, Osmanlı Cihan Devletini ortasına attıkları meşhur “93 Harbi”nin neticesi budur. Eğer Sultan İkinci Abdülhamid’in şahsi diplomasisi olmasaydı bu kayıplar çok daha büyüyecek ve Ayastafanos’un ağır şartları aynen uygulanacaktı.
Abbasi Devletinin meşhur vezirlerinin mensub olduğu bir aile. Belh’teki Nevbahar budist tapınağı rahiplerinden olan Bermek, astronomi ve tıp ilimlerinde yetişmiş bir kimseydi. Horasan Valisi Kuteybe bin Müslim’in bölgeye gelmesinden sonra Bermek’in hekimliğinden istifade yoluna gidildi. Bermek Şam’a götürülüp sarayda hekimlik yaptı. Bermek’in Müslüman olan oğlu Halid, Ebu Müslim Horasani'nin maiyetinde bulunup, Abbasi Devletinin kurulmasında büyük gayret gösterdi. Bu sebeple, ilk Abbasi halifesi Ebü’l-Abbas-es-Seffah onu önce baş katipliğe, sonra Beytülmalin idaresine ve daha sonra da vezirlik makamına tayin etti. Halid bin Bermek; isabetli görüşleri, başarılı idaresi ve askeri işlerdeki muvaffakiyetiyle meşhur oldu. Ebu Müslim’in komutasında savaşlara katıldı. 765 senesinde Taberistan valiliğine tayin edildi. Burada 4 sene valilik yaptı. Bizans üzerine yapılan seferlere de katılıp, bazı kalelerin alınmasında çok başarıları görüldü. Bağdat şehrinin kuruluşunda önemli vazifeler aldı. Bağdat’ta pekçok bina yaptırdı. Mansur’un halifeliğinin son yıllarında, Musul valiliğine tayin edildi. Musul valisiyken halk tarafından çok sevildi. Meziyetleri ve faziletleriyle herkesin takdirini kazandı. 781 senesinde vefat etti.
Halid’in oğlu Yahya, Halife Mansur zamanında Azerbaycan ve Ermeniye valiliklerinde bulunmuştu. Halife Mehdi Yahya’yı vezirliğin yanında oğlu Hurun Reşid’i yetiştirmekle de vazifelendirdi.
Harun Reşid halife olunca, Yahya bin Halid’i vezirlikte bıraktı ve Beytülmalin idaresini de verdi. Yahya bin Halid, on yedi sene vezirlik makamında kaldıktan sonra oğlu Fazıl vezir oldu. Fazıl, 793 senesinden 797 senesine kadar Taberistan, Ermeniye, Azerbaycan ve Horasan eyaletlerini idare etti. Horasan’da valiyken kurduğu kalabalık ordu ile zaferler kazandı. Bu ordudan 20.000 kişilik bir grubu Bağdat’a, halifenin emrine gönderdi. İdare ettiği yerlerde camiler, büyük binalar yaptırdı. Kanallar açtırdı. Büyük başarılar gösterip itibar kazandı.
Bermeki ailesinden dördüncü ve son vezir olan Cafer bin Yahya’nın Harun Reşid ile çok yakın bir dostluğu vardı ve gece-gündüz beraberdiler. Bu sebeple uzun müddet vezirlik yaptı. Pekçok servete ve imtiyaza sahib olan Cafer, babası ve kardeşinden daha çok meşhur oldu. Vezarati zamanında kendisi, babası ve kardeşleri son derece müreffeh bir hayat yaşadılar. Pekçok servete sahib oldular. Muhtaçları, alimleri, sanatkarları görüp gözettiler ve sayılamayacak derecede hayır kurumları yaptılar. Böylece Bermeki ailesi, Abbasi Devletinin hem idaresinde ve hem de memleketin imarında, ilmin yayılmasında, ziraat, sanat, ticaret ve diğer alanların gelişmesinde çok hizmet ettiler.
Bermeki ailesinin Abbasi Devleti içinde önemli bir nüfuza ve itibara ve bunun yanında fevkalade bir servete sahib olması dikkati çekiyordu. Hatta, devlete tamamen hakim olacakları düşüncesi yaygın bir hale gelmişti. Bütün bunlar, birtakım fitnelerin çıkmasına sebeb oldu ve Cafer bin Yahya 803 (H.187) senesinde öldürüldü. Cafer’in babası Yahya bin Halid ve kardeşleri Fazıl, Muhammed ve Musa hapsedildiler. Yahya 804, Fazıl 805 senesinde hapisteyken vefat ettiler. Bermeki ailesi, bu hadiselerden sonra bir daha devlet işlerine karışmayarak tarih sahnesinden çekildi.
DEVLETİN ADI |
Bermuda |
BAŞŞEHRİ |
Hamilton |
NÜFUSU |
60.000 |
YÜZÖLÇÜMÜ |
54 km2 |
RESMİ DİLİ |
İngilizce |
DİNİ |
Hıristiyanlık |
PARA BİRİMİ |
İngiliz para birimi |
Kuzey Atlas Okyanusunun batı kısımlarında yer alan 120 kadar küçük mercan adaları topluluğu.
Tarihi
Bermuda Adaları 15. yüzyılda Tuan'de Bermudez adında bir İspanyol denizcisi tarafından keşfedilmiş olup, adalara keşfeden kişinin ismi verilmiştir. Adalar 1609 yılında İngiliz gemiciler Virginya'ya giderken yolda Bermuda Adalarına sığınmak zorunda kalıncaya kadar meskun değildi. 1684'te İngilizlerin sömürgesi olmuş, ancak 1969 senesinde iç işlerinde bağımsızlık hakkı verilmiştir. Özel bir hükumet tarafından idare edilir. Savunma olarak polis teşkilatı vardır.
Fiziki Yapı
Adaların en büyüğü Bermuda'dır. Bu mercan adaları topluluğu genellikle balık oltası şeklinde pürüzlü bir görünüşe sahiptir. Adaların en yüksek noktası 79 m yüksekliğindedir. Birkaç büyük adasında düzenli bir yerleşim vardır. Bunlar; Main, İsland, St. Georges ve S. Davids Somertst ve İreland adalarıdır. Adaların 7 tanesi köprülerle birbirine bağlanmıştır. Adaların yüzeyi umumiyetle süs bitkileri ile kaplıdır. Tabii güzellikleriyle dikkati çeker.
İklim
Bermuda Adalarında oldukça yumuşak bir subtropikal iklim görülür. Adalar yazın esen okyanus rüzgarlarıyla; kışın ise ılık havasıyla önemlidir. Esen rüzgarların etkisiyle bol yağmur alır. En sıcak ay temmuzdur. Ortalama 20 oC'yi bulur. Ancak şubat aylarında ısı 10 oC'ye düşer.
Nüfus ve Sosyal Hayat
Bermuda Adalarının sadece 22'sinde insan yaşamaktadır. Nüfus yoğunluğu çok olup, kilometrekareye 1088 kişi düşer. Adalar yaz aylarında daha çok kalabalıklaşır. Nüfusun en yoğun olduğu yer başşehir Hamilton'dur. Halkın çoğunluğu zencidir. Yaşayanlardan İngilizler, Portekizler de vardır. Tarihi güzellikleriyle ve hoş havasıyla çok turistin gelmesini sağlar. Dil olarak İngilizce ve Portekizce yaygındır. İlk öğretim mecburi değildir. İki binden fazla ortaokul öğrencisi vardır. Yeni anayasası 1968 yılında kabul edilmiştir. Yönetimin başı dominyon tarafından tayin edilir.Yasama organı, Genel Vali'nin hükumet ve muhalefetin tavsiyesi ile tayin ettiği 11 üyeden müteşekkil yasama meclisi ile, iki dereceli seçimle 40 üyeden meydana gelen Assembleden ibarettir.
Ekonomi
Bermuda Adalarının en büyük gelir kaynağı turizmdir. Senede 400.000'i aşkın turist gelir. Burası bir dinlenme yeridir. Turistlerin rahat etmeleri için her türlü dinlenme tesisleri yapılmıştır. Bazı sanayi ürünleri bilhassa gemi tamiri, beton malzemeleri, eczacılık ürünleri ve güzellik preparatları önemlidir.
Adanın 1/4'ünde tarım yapılabilir. Sebze, muz, portakal, soğan ve patates yetiştirilir. Emsali az bulunan zambaklar yetişir. Her türlü çiçek çeşitleri vardır. Çiçeklerin çok olmasından dolayı, parfüm imalatında dünyada büyük önem taşır. Ayrıca dikkate değer yumurta ve süt mamülleri de ihraç edilir. Senelik ihracatı 2 milyon dolarken teşviklerle 25 milyon dolara kadar çıkmıştır. En büyük müşterileri ABD ve İngiltere'dir. Para, ağırlık ve uzunluk birimleri İngiliz sistemine göredir. Ancak Amerikan birimleri de yaygın olarak kullanılır. Gümrük gelirlerinde önemli yer tutar. Stratejik bakımdan önemli bir yeri vardır.
Alm. Dreieck Von Bermudas (s),Fr.Triangle de Bermonda, İng. The Bermuda triangle. Bermuda Adaları, Florida'nın güney ucu ve Karayib Adası olan Puerto Rico'nun arasında kalan bölge. Çeşitli uçak ve gemilerin hiçbir iz bırakmadan kaybolduğu, pusula ve elektronik aletlerin devre dışı kaldığı bu kısım "Şeytan Üçgeni" olarak da bilinir.
Kristof Kolomb, Karayib Denizinden Avrupa'ya dönerken pusula ibresinin bu bölgede kuzeyi göstermeyip büyük ölçüde sapma yaptığını gemi seyir defterine yazmıştır. Bermuda Şeytan Üçgeni, uzun süre hakkında kafi derecede araştırma yapılamadığından, gemici ve pilotların çekindiği esrarlı bir bölge olarak kabul edildi. Hakkında içinde hayal gücü de bulunan birkaç kitap yazıldıktan sonra esrarengizliğini daha da arttırdı. Amerika ve Rus bilim adamları, son yıllarda "Polymode" adlı bir programla Bermuda Üçgeninde ortak bir araştırma yaptılar. Bunun sonucunda da, bu bölgedeki kazaların sebebini büyük ölçüde açıkladılar.
Araştırmacılara göre Bermuda Üçgenindeki hadiselerin büyük sebebi; atmosferle okyanus arasındaki karşılıklı ve değişen etkilerdi. Bunların sonucunda da güçlü hava hortumları ile muazzam okyanus girdapları ve onların dev çekiş kuvvetleri ortaya çıkmaktadır. Tropik sıcağında ısınmış su kütlelerinin enerjileri, Bermuda Üçgeninde eşine rastlanması zor olan kuvvetler açığa çıkararak büyük hortum ve fırtınaların odaklarını meydana getirmektedir. Bazan bu merkezlerin 50 km uzağında, hava akımlarının hızı saatte 400 kilometreye ulaşmaktadır. 1979 yılında Karayib'i etkisi altına alan iki hortum, büyük hasarlara sebeb olmuş, ardında harabeler bırakmıştır.
Bermuda Üçgenindeki güçlü girdapların ana sebebi olarak Golfstrim Akıntıları gösterilmektedir. Okyanus akıntısının burada parçalanması sonucu, kendi etrafında dönen fiyonga şeklinde girdaplar meydana gelir. Bu hareketli sulardaki muazzam enerji, girdapların ömrünü 2-3 yıla çıkarır. Bu girdaplar serbestçe ve deniz akıntılarına tabi olarak hareket ederler. Ayrıca zeminin engebelikleri ve atmosferik olaylar da hareket doğrultularını değiştirmektedir. Kuvvetli bir okyanus akıntısından meydana gelen girdabın süre ve varlığı, atmosferik enerjinin etkisiyle de uzatılır.
Okyanusta golfstrim etkisinden başka hava kitlelerinin etkisiyle ortaya çıkan girdaplar da mevcuttur.Mesela, okyanus üzerinde patlak veren bu siklon (kasırga), enerjisinin bir kısmını okyanusa verir. Böylece su kitlesinin kendi kendine titreşmesine sebeb olur. Bu titreşimlerin peryotları birkaç saatle bir kaç ay arasında değişir. Bunların sonucunda meydana gelen sinoptik (havaya bağlı) girdaplar çok derinlere kadar uzanır. Uçaklardan ve gökyüzü gözlem merkezlerinden bakıldığında golfstrime bağlı girdap halkaları okyanus üzerinde görülebilir. Sinoptik halkalar ise okyanus yüzeyinde görülemez. Ancak denizlerin derinliklerinde tespit edilebilir.
Girdapların bir kısmı da zeminin kabarıklıklarından meydana gelmektedir. Bir su altı akıntısı, yolunda yüksek bir engele rastlayınca, bunun etrafında dönmeye başlayarak bir girdap meydana getirir. Büyük bir girdabın alanına yakalanan gemiler, hızlarını kaybederek kayar ve rotasından çıkar. Meksika Körfezinde sıcak su akıntısı sebebiyle enerji yüklenen su kütlesi, golfstrim olarak Küba ve Florida'nın arasından Atlantik Denizine dökülür. Ortalama olarak 80 km eninde ve 500 metre derinliğe yaklaşan bu akıntı, saatte 240 milyon metreküplük su kütlesi taşımaktadır.
Gerek su akıntılarına gerekse hava akımlarına bağlı güçlü bir girdaba yakalanan gemilerin enkazlarının kaza mahallinden yüzlerce km uzağa taşınması tabiidir. Bermuda üzerinde kasırgaya yakalanan uçaklar da parçalanarak denize atılmakta, parçaları girdaplarla derinlere sürüklenmektedir. Fransız Müslüman deniz araştırmacısı Kaptan Cousteou, enkazların bulunamamasını, tropik sularda mercanların büyüme hızlarının çok yüksek olmasına bağlamaktadır. Ona göre enkazlar kısa süre içinde mercanlarla örtülerek gizlenmektedir. Karayib'deki araştırmaları esnasında Cousteou, 300 yıl önce batmış bir İspanyol gemisinin kalıntısını, 5 m kalınlığında bir mercan tabakasının altında bulabilmiştir.
Bugün Karayib bölgesinde güçlü yer hareketleri ve jeolojik kuvvetlerin varlığı bilinmektedir. Araştırmacılar yüksek basınç kuvvetlerinin günün birinde volkanlar halinde patlayarak serbest hale geçebileceğini açıklamaktadır. Deniz tabanında meydana gelen yer hareketleriyle, Bahama Adalarıyla Florida arasında sık sık yer değiştiren kum tepeleriyle uçurumlar meydana gelmektedir.
Büyük girdaplarda, deniz hareketlerinde ve elektrostatik alanlarda; pusula ve elektronik göstergelerde önemli sapmalar olmaktadır. Volkanik vakalar, zelzeleler ve yıldırım düşmeleri elektrostatik alanlara sebeb olduğundan elektroniği önemli derecede etkiler.
Bermuda Üçgeninde meydana gelen girdaplar, güçlü hortum ve fırtınalar ile pusula ve telsiz cihazlarının çalışmasını bozan manyetik alanlar bir arada düşünülünce, bu bölgede kaybolan gemilerin "muamması" oldukça gerçeğe yakın bir sür'atte gün yüzüne çıkmış olur.
Enerjinin korunumu ilkesinin sıvılara uygulanmasından elde edilen prensip. Kararlı durumda bulunan bir sıvının enerjisi, genel olarak, yerçekiminden doğan potansiyel enerji ve kendi üzerinde bulunan sıvının aşağı itmesinden doğan potansiyel enerjiden meydana gelmektedir. Eğer sıvı hareket halindeyse, potansiyel enerjiye ilaveten hızından doğan kinetik enerji de mevcuttur. Bernoulli ilkesine göre, akım çizgilerine sahip turbulent ve viskoz olmayan bir akımda bu enerjilerin toplamı değişmez. Bu ilke ilk defa 1700'lerde İsviçreli Matematikçi Daniel Bernoulli tarafından ortaya konulmuştur. Daniel Bernoulli (1700-1702) hidrodinamik ilmine, gazların kinetik teorisine, diferansiyel ve integral hesaba, ihtimaller hesabına katkılarda bulunmuştur. 1733'te Basel Üniversitesinde, 1725-1732 arası da St. Petersburg'da matematik dersleri verdikten sonra, anatomi profesörü oldu. 1750'de fizik profesörü oldu. Esas eseri, 1738'de yayınlanan Hydrodynamica olmuştur.
Bernoulli ilkesi, hava deniz araçlarının tasarımında kullanılır. Buna göre eğer bir sıvının hızı çoğalıyorsa, orada basıncı düşer. Mesela bir uçak kanadı, üstünden geçen akımın daha hızlı, altından geçen akımın daha yavaş olacak şekilde düzenlenir. Bu suretle üst tarafta basınç düşük, alt tarafta basınç yüksek olur ve sonuç olarak yukarı doğru bir kaldırma kuvveti ortaya çıkar. Buna benzer olarak dönerek atılan bir topun üzerinden geçen havanın hızı, dönmeden dolayı bir tarafta fazla, bir tarafta az olur. Bunun tersine olarak bir basınç farkı ortaya çıkar. Bunun sonucu olarak, dönerek ileri atılan top, eğrisel bir yörünge üzerinde hareket eder.
Türk dil bilimci, yazar. 1882’de Uşak’ta doğdu. İlk ve orta tahsilini Uşak’ta yaptı. Medreseye girdi. İstanbul’a gelerek Şehzade Camiinde, Müderris Çarşambalı Hacı Ahmed Efendinin derslerine devam etti. Darülmuallimine (öğretmen okulu) girerek mezun oldu. Medrese derslerine devam ederek icazet (diploma) aldı (1909). İcazet aldıktan sonra, Konya Muallim Mektebinde “Fenn-i Terbiye” hocalığına başladı. Trabzon, Ankara muallim mekteplerinde müdürlük yaptı. İstanbul Darüşşefaka Lisesinde Ulum ve Ahlak-ı Diniyye öğretmenliği yaptı. Konya Öğretmen Okulu Müdürlüğüne tayin oldu. Daha sonra Maraş, İçel, Niğde Milli Eğitim Müdürlüğü görevlerini yaptı. Silifke’de Müdafaa-i Hukuk Cemiyetini kuranlar arasında bulundu. İstiklal Savaşı sırasında Uşak’a giderek, milli mücadele için faaliyete başladı. Ankara’da toplanan Birinci Büyük Millet Meclisine Kütahya millet vekili olarak girdi. Bu görevi yedi dönem sürdürdü. Milli Eğitim Bakanlığında Kültür (Hars) Müdürlüğü yaptı. Bu görevdeyken, halk ağzındaki konuşulan kelimeleri derledi. TDK’de yönetici olarak çalıştı (1933-1951). Aynı zamanda DTCF ve Polis Enstitüsünde Farisi dersleri verdi. 7 Kasım 1965’te Ankara’da öldü.
Besim Atalay, Arabi ve Farisi biliyordu. Fakat Türk dilinin sadeleşmesi yolunda sürekli çalıştı. Tartışmalara girdi yazılar yazdı. Türk dilinin dilbilgisi, sözlük bilgisi ve filolojik özelliklerini ihtiva eden kitaplar yazdı. Din bilgisi az olduğu halde, dini konularda söz söylemesi ilim çevrelerinde tenkide uğradı.
Eserleri: 1) Türk Dili Kuralları (1931), 2) Türkçemizde -men-man (1940), 3) Türk Dilinde Ekler ve Kökler Üzerinde Bir Deneme (1942), 4) Türkçede Kelime Türetme Yolları, 5) Divanü Lügat-it-Türk (Tercüme) (1943), 6) Hilafet, Saltanat ve Cumhuriyet Hakkında (1923), 7) Türk Dili ile İbadet (1961), 8) Kur’an Tercümesi Tanrı Kitabı (1962), 9) Tarikat (Bektaşilik ve Edebiyatı) (1921), 10) Baş Belaları (Üç perdelik oyun).
Alm. Nahrungsmittel, Fr. Noirritures (f), İng. Aliment, foodstuff. Canlıların hayatlarını idame ettirmek, büyümek, gelişmek ve sağlıklı yaşamak için dışarıdan almaları gerekli maddeler. Vücudumuzda cereyan eden metabolik olaylara ve her türlü faaliyetimize kaynak teşkil edecek enerji, besinlerle sağlanır. Metabolik hadiselerde gerekli iç ortamı meydana getiren yardımcı rol oynayan mineraller ve vitaminler ile büyümeyi, gelişmeyi ve eskiyen hücrelerin yerine konmasını sağlayacak yapı taşları besinlerle vücuda alınır.
Bugün kanserden damar sertliğine kadar pekçok hastalığın meydana gelmesinde veya ilerlemesinde beslenmenin etkileri anlaşıldığından, yeterli ve dengeli beslenme çok önem kazanmıştır. Besinlerde bulunan gıda unsurları şu gruplara ayrılmaktadır:
1. Karbonhidratlar (Nişasta, şeker, selüloz, vs.),
2. Yağlar (Bitkisel ve hayvansal),
3. Proteinler (Yumurta, et ve süt),
4. Mineraller (kalsiyum, demir, fosfor gibi),
5. Vitaminler (A-B-C-D-E-K-P vitaminleri gibi),
6. Su.
Vücutta; 1 gr karbonhidratın yanması 4,1 kalori, 1 gr yağın yanması 9,3 kalori, 1 gr proteinin yanması 4,1 kalori verir. En çok enerjiyi yağların yanması verirse de, asıl enerji kaynağımız karbonhidratlar olup, bunu yağlar takip eder. Vücudun yapı taşlarını meydana getiren proteinler ise ancak ihtiyaç duyulduğunda enerji sağlamak üzere harcanırlar.
Karbonhidratlar: Besinlerle aldığımız karbonhidratlar nişasta, sellüloz gibi kompleks veya çay şekeri (sakkaroz), süt şekeri (laktoz), meyve şekeri (früktoz) gibi daha basit şekerlerden meydana gelir. Nişasta, bitkilerin depo şekeridir ve bizim en önemli enerji kaynağımızdır. Yine bitkisel kaynaklı kompleks bir karbonhidrat ve yapı maddesi olan sellüloz, insan vücudunda sindirilemediği için besin değeri taşımaz. Ama, sindirilmeyen bu karbonhidratlar posa olduğundan barsakların düzenli çalışmasına yardım ederler.
Kompleks veya tekli, ikili şekerler halinde alınan karbonhidratlar tükürük bezleri ve pankreastan salgılanan enzimlerle tekli yapı taşlarına (glikoz, galaktoz, früktoz) parçalanıp emilirler. Kan dolaşımında bulunan ve hücrelerin en önemli yakıtını meydana getiren şeker ise glikozdur. Kan glikoz seviyesi beyin gibi bazı dokular için hayati önem taşığıdından, az miktarda glikoz, karaciğerde glikojen şeklinde depo edilir. Bu sayede kanda glikoz seviyesi belli sınırlar içerisinde sabit tutulmaya çalışılır. Çok kısa sürede tükenen bu depodan başka, kaslarda da yedek yakıt ihtiyacını karşılayacak glikojen deposu bulunur. Fazladan alınan karbonhidratlar ise, yağlara dönüşerek, yağ şeklinde depo edilirler. Karbonhidratlar günlük enerji ihtiyacının asgari % 40’nı karşılayacak miktarda alınmalıdır. Bu oran gelişmiş memleketlerde ortalama % 50 iken, az gelişmiş ve gelişmekte olan memleketlerde karbonhidratlar günlük enerjinin % 60-70’ini teşkil etmektedirler.
Karbonhidrat metabolizmasının ön planda bozulduğu şeker hastalığında (Diabetes mellitus) günlük alınan karbonhidrat miktarı kadar, karbonhidratların cinsi de önem taşımaktadır. Uzmanlar şeker hastalarına patates gibi nişasta ihtiva eden besinler ve barsaktan şeker emilimini azalttığı için bol kepekli (selülozlu) gıdalar almalarını teklif etmektedirler.
Yağlar: Yağlar diğer besin maddelerinden farklı olarak, kimyasal yapıları çok değişik maddelerin birarada bulunduğu bir gruptur. (Yağ asitleri, trigliseritler, kolesterol, fosfolipitler, vs.). Kaynaklarına göre hayvansal ve bitkisel diye sınıflandırılabileceği gibi, yapılarında bulunan karbon atomlarının doymuşluk derecelerine göre katı ve sıvı yağlar diye de ayrılabilir. Margarinler; bitkisel yağların sun’i olarak hidrojen ile doyurulmaları ile elde edilir. Yağlar enerji kaynağı olmalarının ötesinde, hücre zarlarının temel yapısını teşkil ederler. Doku ve organların etrafında onları koruyucu bir yastık görevi yaparlar. Vücut için çok önemli bazı vitamin ve hormonların yapımında kullanılırlar (D vitamini, steroid hormonlar gibi). Yağda eriyen vitaminlerin barsaktan emilmesini sağlarlar. Sinirlerin etrafında miyelin adı verilen kılıfı meydana getirerek iletimin aksamamasını sağlarlar. Vücudumuza alınan enerjinin fazlası da yağ şeklinde depo edilir.
Bugün uzmanlar, günlük alınan toplam kalorinin % 30’unun yağlardan te’minini tavsiye etmektedirler. Aşırı mikdarda ve özellikle katı yağlarla beslenme ve kandaki yağ mikdarının fazlalığı (hiperlipidemi), batıda en önemli ölüm sebebi olan damar sertliği (arterioskleroz) hastalığının husulünde rol oynayan risk faktörlerinden birisidir. Bu sebeple, günümüzde hem alınan yağ mikdarında bir azaltma yapılırken hem de tercih edilen yağ türü değişmektedir. Katı- doymuş, margarin yağlarının yerine sıvı, doymamış, bitkisel kaynaklı ayçiçek, mısırözü ve zeytinyağı tercih edilmektedir. Yiyeceklerin yağda kızartılması da kalori değerini arttırırken, meydana gelen yanmış yağ asidleri mide-barsak sistemini fazlaca tahriş etmekte ve çeşitli mide barsak sistemi, safra kesesi hastalıklarına yol açabilmektedir.
Proteinler: Vücudumuzun en önemli yapı taşları olup, çok sayıda amino asidin birleşmesinden meydana gelmiş organik moleküllerdir. Metabolizmanın en önemli maddeleri olan enzimler (ferment, maya) ve vücudun iç dengesinin sağlanmasında önemli rolleri olan hormonların büyük kısmı da protein yapısındadır. Et, süt, yumurta gibi hayvani gıdalar en önemli protein kaynaklarımızdır. Ayrıca soya fasülyesi, mercimek, kuru fasülye ve baklagillerde de önemli oranda protein bulunur.
Alınan proteinler mide ve barsaklarda bulunan enzimlerle yapı taşları olan aminoasidlere kadar parçalanırlar ve ince barsaklardan emilirler. Bu aminoasidler kullanılarak, hücre çekirdeklerinde bulunan genetik şifreye uygun olarak, her insanı diğerlerinden ayırt ettirici özellik veren vücut proteinleri ve enzimler sentez edilir. Çocukluk ve ergenlik döneminde büyüme ve gelişme için çok gerekli olan proteinler; erişkinlerde eskiyen hücrelerin yenilenmesinde, enzimlerin ve hormonların yapılmasında kullanılırlar. Treonin, Lösin, İzolösin, valin, lizin, metiyonin, fenilalanin, triptofan ve ayrıca çocuklar için serin, arginin ve histidin aminoasidleri, alınan proteinlerin içinde bulunmaları gerektiğinden, bunlara esansiyel aminoasidler denir. Proteinlerin ihtiva ettikleri aminoasit türleri ile birlikte vücut tarafından rahat sindirilebilmeleri ve kullanılabilmeleri de önem taşır. (Proteinlerin biyolojik değeri). Bu yüzden, vücudumuz biyolojik değeri yüksek proteinlerin (mesela anne sütü) aynı miktarından, biyolojik değeri düşük proteinlere oranla daha fazla faydalanır.
Proteinler; karbonhidrat ve yağlara oranla daha pahalı gıda maddeleri olduğundan, beslenmenin sık aksayan bölümünü meydana getirirler. Süt ve süt ürünleri ile yumurta gibi biyolojik değeri çok yüksek proteinler ile, biyolojik değerleri nisbeten düşük de olsa ucuz protein kaynakları olan soya fasülyesi, mercimek gibi besinler dengeli ve şuurlu olarak kullanılırsa, yeterli bir beslenme sağlanabilir.
Vitaminler: Çok az miktarları bile; vücuttaki metabolik olaylardaki katalizör ve düzenleyici görevleri için yeterli olan vitaminlerin eksiklikleri de önemli hastalıklara yol açabilmektedir. Süt ve sütlü gıdalar, et, unlu gıdalar, meyve ve sebzelerle beraber az da yağ ihtiva eden bir beslenme; vücut için gerekli olan A,B, C, D, E ve K vitaminlerinin hepsinin karşılanmasına yeterli olur. Suda erimeyen A, D, E, K vitaminlerinin emilimi için diyette az miktarda da olsa yağa ihtiyaç vardır. Bu gruptaki vitaminler vücutta depolanabildiklerinden, özellikle A,D ve K vitamininin yanlış intiba ile aşırı olarak alınması (genellikle vitamin hapları, iğneleri ile) vücut için toksik (zehirli) etkilere yol açabilir. Suda eriyen vitaminler ise idrar yolu ile atılabildiklerinden vücutta depolanamazlar; fazla alındıklarında toksik etki hasıl olmaz ve yine aynı sebeple yağda eriyen vitaminlere oranla vücudun ihtiyacı daha fazladır. Yemeklerin yüksek ısıda pişirilmesinden yağda eriyen vitaminler fazla etkilenmezken, özellikle B ve C vitamini bozulmaktadır. Besinlerin uygun olmayan şartlarda ve uzun süre saklanması ise, hem yağda eriyen, hem de suda eriyen vitaminlerin bozulmasına yol açmaktadır.
Mineraller: Mineraller toplam vücut ağırlığının % 4’ünü meydana getirir. Na, K, Mg, Ca, Kl, PO4, SO4 gibi önemli mineraller iyon halinde, su ile birlikte vücutta cereyan eden metabolik olaylar için uygun iç ortamı meydana getirir. Bu iyon dengesinde ufak da olsa görülen sapmalar, hücrelerin bütün işleyişini alt üst edebilir. Fe, Ca, P, Co gibi bir kısmı da ferment sistemleri ve özel taşıyıcı sistemlerin yapısına girerler. Son zamanlarda, eser elementler adı verilen ve vücutta çok az miktarda bulunan ve günlük ihtiyaç duyulan miktarları da bu oranda az olan, çinko, bakır, kobalt, iyot, flor, kadmiyum, arsenik gibi bazı minerallerin vücut için önemleri ve çeşitli hastalıklara katkıları üzerinde çalışmalar yapılmaktadır. Dengeli bir beslenmede mineraller için bir eksiklik söz konusu olmaz.
İnsan hayatının farklı dönemlerinde besin maddelerine olan ihtiyaç da değişmektedir. Mesela; yeni doğan bir bebeğin ilk dört-altı aydaki besin ihtiyaçlarının tamamı anne sütü tarafından karşılanabilmektedir. Çocukluk ve ergenlik dönemlerindeki enerji ihtiyacı aynı ağırlık, cins ve faaliyetteki bir erişkinden daha fazladır. Yaşlandıkça, metabolizma yavaşladığından ve hareketler azaldığından vücudun kalori ihtiyacı azalmakta, yaşlıların erişkin yaşlarındaki beslenme alışkanlıklarını sürdürmeleri ise giderek şişmanlamaları ile sonuçlanmaktadır. Hamilelik ve emzirme dönemleri de vücudun mineral ihtiyacının çok arttığı dönemlerdir.
Tarih boyunca beslenme ile sağlık arasındaki alaka insanları meşgul etmiştir. Perhiz, klasik yani vazgeçilemeyen tedavilerin temelini oluşturmuştur. Bugün çeşitli yöntemler kullanarak, farklı boy, cins ve yaşlar için ideal kilolar hesap edilmeye çalışılmakta, insanların yaptıkları işlerle uygun kaloride beslenmeleri sağlanarak ideal kilolarını muhafaza etmeleri, bu sayede beslenme ile ilgili hataların getirebileceği hastalıklardan, risk faktörlerinden korunmaları istenmektedir. İnsan, iyi bir eğitim ve iradesini kullanarak beslenmesini kontrol altına alabilir ve kendi şartlarına uygun, ekonomik ve ideale uygun bir beslenmeyle sağlıklı olmak için gerekli şartların en önemlisini yerine getirebilir.
DİKKAT! BESİNLER MADDESİ SONUNA SAĞLIK ANSİKLOPEDİSİ 1. CİLD 74-75. SAHİFELERDEKİ (BAZI BESİNLERİN MUHTEVASI) TABLOSU KONULACAK.