BELEK BEY
Haçlılara karşı büyük zaferler kazanan Artuklu emiri. İsmi, Belek bin Behram bin Artuk olup, lakabı Nuruddevle’dir. Doğum tarihi bilinmemektedir. Amcası İlgazi, Artukluların Mardin; diğer amcası Sökmen ise Hısn-Keyfa kolunun beyiydi.
Sökmen Bey, Haçlılara karşı gösterdiği kahramanlıklardan dolayı Selçuklu Sultanı Tutuş tarafından kendilerine verilen Surve şehrini yeğeni Belek’e verdi. Ancak 1098 senesinde, Kudüs ve havalisinin Fatimilerin eline geçmesinden az sonra, Suruç, Hıristiyanların eline düştü. Belek Bey bundan sonra bir süre daha amcası Sökmen ve İlgazi’nin hizmetinde bulundu.
Büyük Selçuklu Sultanı Muhammed Tapar’ın 1110 senesinde bütün Türk emirlerini Mevdud’un komutasında haçlılara karşı sefere memur etmesi üzerine, Belek Bey de muharebeye katıldı. Büyük yararlılık gösterdi. 1113 senesinde amcası İlgazi’nin yardımı ile Harput ve Palu bölgesini ele geçiren Belek Bey, bu bölgede, Artukluların Harput kolunu kurdu. Malatya ile Mengücüklere ait Dersim (bugünkü Elazığ ve Tunceli çevresi) bölgesini ele geçirerek hakimiyet bölgesini genişletti.
Belek Bey yine amcası İlgazi ile 1119 senesinde Antakya üzerine yürüdü. Frankları Antakya civarında büyük bir hezimete uğratarak pekçok ganimet elde etti. Bu sırada Mengücük oğlu İshak Bey ile Trabzon Dukası Konstantin Gabras, Belek Beye karşı ittifak etmişlerdi. Belek Bey, sür’atle harekete geçerek müttefik kuvvetleri Şiran bölgesinde imha etti (1120). Beş bin civarında Rum ele geçirildi. Esirler arasında Trabzon Dukası ile, Melik İshak da bulunuyordu. Duka Gabras, 30.000 dinar fidye ödemek suretiyle serbest bırakıldı. Melik İshak ise, Melik Gazinin damadı olduğu için esir muamelesi görmedi. Bu sırada amcası İlgazi’nin ölümü üzerine Haçlılara karşı yapılan savaşların idaresini Belek Bey üstlendi. 1122 senesinde Urfa kontu Jocelin ile Birecik senyörü Galeran’ın ordusunu imha ederek, kontu ve senyörü esir aldı ve Harput Kalesine hapsettirdi. Böylece Haçlıların önemli bir kolunu ortadan kaldırdı. Kudüs Kralı İkinci Baudouin intikam almak ve Haçlı kontlarını kurtarmak için büyük bir orduyla harekete geçti. Fakat Belek Bey daha sür’atli davranarak, Haçlıları Raban’da pusuya düşürüp kılıçtan geçirdi. Kudüs Kralını ve yeğenini esir alarak, Harput Kalesine hapsetti. Selçuklu Sultanı Mahmud kazandığı zaferlerden dolayı Belek Beyi Haçlılara karşı savaşan Türk kuvvetlerine baş kumandan tayin etti. Harran ve Tel-başer’i ele geçiren Belek Bey, Haleb üzerine yürüdü. Kısa bir sürede Haleb'e giren Belek Bey, şehri bid’at sahibi İsmaililerden temizledi.
Bu sırada Harput Kalesinin tamirinde çalışan Gerger Ermenileri isyan ederek kaledeki esir Haçlı kralı ile kontları kurtardılar. Durumu haber alan Belek Bey, on beş günde Halep’ten Harput’a geldi. Bu işte parmağı bulunanları ve ihanet edenleri cezalandırdı. Kudüs kralı ile arkadaşlarını Harran’a göndererek orada hapsettirdi. Sonra tekrar Frankların üzerine sefer düzenledi. Müşhile mevkiinde Haçlıları hezimete uğrattı ve Mucaddat Kalesini fethetti.
Menbic Emiri Hasan bin Gümüştekin’in bazı hareketlerinden şüphelendi ve bu şehri ondan almaya karar verip, amcasının oğlu Timurtaş’ı bu işe memur etti. Timurtaş, Hasan’ı ele geçirdi. Fakat Hasan’ın kardeşi İsa kaleye kapandı ve teslim olmayı kabul etmedi. Ayrıca Franklara haber göndererek yardım istedi. Bunun üzerine, Maraş kontu Geofroy komutasında on bin kişilik Haçlı ordusu Menbic önüne geldi. Kuşatmayı kaldırmayarak arkasını sağlama alan Belek Bey, 1124 senesi Mayıs ayının beşinde Haçlı ordusuyla karşılaştı. Çok şiddetli geçen muharebe, Türk ordusunun büyük zarferi ile sona erdi. Maraş kontu dahil olmak üzere, zulümleri ile meşhur Haçlı şövalyeleri öldürüldü ve pekçoğu esir edildi.
Bu zaferden sonra Belek Bey, Menbic’in muhasarasını şiddetlendirdi. Ancak Belek Bey kuşatma sırasında mancınıkların yerleştirilmesi gereken yerleri gösterirken kaleden atılan bir ok, sol köprücük kemiğine saplandı. Oku bizzat kendisi çıkaran Belek Bey; “Bu ok bütün Müslümanlara vurulmuş bir darbedir.” diyerek ruhunu teslim etti (1124). Yeğeni Timurtaş, ordunun komutasını ele alarak, cenazeyi Haleb’e yolladı; İbrahim aleyhisselamın makamı önüne defnedildi. Daha sonra buraya mükemmel bir mezar yapıldı.
Belek Bey, ömrünü Haçlılara karşı cihad etmekle geçirdi. Adil, dindar, devrinin en kahramanı ve Türkiye Selçuklu Sultanı Birinci Kılıç Arslan’ın takdirini kazanmış bir beydi. Ölümü bütün İslam alemini mateme boğdu. Hıristiyan tebeası bile, böyle adil ve şefkatli bir beyi kaybetmekten üzüldü. Haçlılar ise, onun ölümüne ve ondan kurtulmuş olduklarına sevindiler. Belek Bey, Müslümanlığın, Allahü tealanın emirlerini yapmak, yarattıklarına merhamet etmek olduğunu hakkıyla bildiğinden, herkese iyi davrandı ve insanların takdirini kazandı.
Sırbistan'ın başşehri. Tuna ve Sava Irmaklarının birleştiği ve Avrupa'yı Balkanlara bağlayan üç önemli tarihi yolun kesiştiği noktada yer alır. Şehir her iki ırmağın sağ kıyısındaki tepelerde, Kalemegdan Burnunda yer alan hisar ile limanın birleştiği yerde gelişti. Sırbistan'ın bir sınır şehri olan Belgrad'ın tarihini, askeri sahada oynadığı rol tayin etmiştir.
Belgrad ilk defa 1521'de Osmanlıların eline geçti ve uzun süre canlı bir ticaret merkezi oldu. Sırp ayaklanmasından sonra Sırbistan'ın başşehri oldu. Daha sonra Osmanlıların hakimiyetine geçmekle beraber 1867'de tekrar Sırbistan'a ve 1921'de de Yugoslavya'ya başşehir oldu.1945'ten sonra Yeni Belgrad'ın kurulması ve bazı merkezi görevleri üstlenmesiyle, Sava'nın düz ve alüvyonlu sol kıyısında yayıldı ve eski bir Macar şehri olan Zemun ile birleşti. 1980'li yıllarda nüfusu 1,5 milyonu geçmişti.
Belgrad bir sanayi ve ticaret merkezidir. Motorlu araçlar, tarım makinaları, dokuma, kimyasal ürünler ve yapı malzemeleri üretilir. Eski Yugoslavya'nın dış ticaretinin yarıdan fazlasını elinde tutardı. Şehrin içinden geçen üç demiryolu hattı milletlerarası ulaşımda önemli rol oynar. En önemli eğitim kurumu Belgrad Üniversitedir. Sayısız müze ve galerileri vardır.
1739’da Osmanlı Devletinin Avusturya ve Rusya ile yaptığı iki ayrı barış antlaşması. Rusların 1736’da Orkapı’yı teslim alarak Kırım’ı talan etmeleri ve Bahçesaray’ı yakmaları üzerine Osmanlı Devleti harekete geçti. Ancak Osmanlı Devletinin Rusya cephesinde kazandığı başarılar üzerine Avusturya da üç koldan Osmanlı topraklarına girdi. Böylece iki cephede çarpışmak zorunda kalan Osmanlı kuvvetleri bir müddet bocaladılar ise de kısa sürede toparlandılar. Bilhassa Yeğen Mehmed Paşa, Abdipaşazade Ali Paşa, Ivaz Mehmed Paşa ve Hafız Ahmed Paşa komutasındaki Osmanlı kuvvetleri Avusturya ve Rus kuvvetlerini arka arkaya bozguna uğrattılar. Niş, Özi ve Kılburun kaleleri ele geçirildi. Belgrad kuşatıldı. Bunun üzerine Fransa’nın arabuluculuğuyla Osmanlı Devleti ile Belgrad Barış Antlaşmasını imzalayan Avusturya ittifaktan çekildi.
23 maddeden oluşan Belgrad Antlaşmasına göre; 1718’de Avusturya eline geçen Belgrad, Bosna, Sırbistan ve Eflak’ın bir bölümü Osmanlı Devletine geri verildi. Tuna ve Sava ırmakları iki devlet arasında hudud sayıldı. Antlaşmanın diğer maddeleri Avusturyalıların inşa ettiği bazı askeri tesislerin yıkılması ile, esirler ve elçi teatilerini ihtiva etmekteydi. Antlaşma 27 senelik olmak kaydı ile imza edildi (18 Eylül 1739).
Avusturya ile barış yaptıktan sonra Osmanlı kuvvetlerinin bütün güçleriyle üzerine geleceğini düşünen Rusya da uyuşmayı uygun gördü. Yine Fransa elçisi Ruslara vekaleten sulh talep etti. Yapılan görüşmeler sonunda Rusya ile de 15 maddelik bir ahidname imza edildi (18 Eylül 1739). Antlaşmaya göre Ruslar, Azak dışında işgal ettiği toprakların tamamını Osmanlı Devletine terk ediyordu. Azak Kalesi ise yıkılarak arazisi tarafsız bir hale getiriliyordu.
Osmanlı Devleti Karlofça ve Pasarofça’da imzalamış olduğu muahedelerin zararlarını bu antlaşma ile telafi etti. Ayrıca devrin iki büyük devletine karşı koyabileceğini de göstermiş oldu.
Orta Avrupa'nın kilidi sayılan müstahkem Belgrad şehrinin 29 Ağustos 1521'de Kanuni Sultan Süleyman Han tarafından Osmanlı Devletine katılması. Belgrad'ın ilk muhasarası, buranın stratejik önemini anlayan Sultan İkinci Murad Han tarafından gerçekleştirildi. 1441 senesinde Avranosoğlu Ali Bey komutasında bir ordu gönderen Murad Han, sonra kendisi de giderek kaleyi altı ay kuşattı. Ancak salgın hastalığın artması ve zayiatın fazla olması, muhasaranın kaldırılmasına sebeb oldu.
İkinci muhasara, Fatih Sultan Mehmed Han tarafından yapıldı. Padişah, 150.000 kişilik bir ordu, 200 gemi ve toplarla 13 Haziran 1459'da Belgrad önlerine vardı. Papanın teşvikiyle Haçlı ordusu kalenin yardımına gelip içeri girmeye muvaffak oldu. Yapılan taarruzlardan sonra 22 Temmuz günü kaleye girildi. Fakat kale içindeki tedbirsiz hareketler sonunda yapılan karşı hücuma dayanılamayarak geri çekilindi. Fatih, askerin başına bizzat geçerek kaleden gelen taarruzu durdurdu. Padişahın bu muharebede yaralanması, askerlerin yorgunluğu, Belgrad muhasarasının kaldırılıp geri çekilmeye sebeb oldu. Osmanlılar bundan sonraki zamanda devamlı olarak Belgrad'ın fethi için zaman kolladılar.
Kanuni Sultan Süleyman, Macar Kralı İkinci Lajos'a gönderdiği elçiye yapılan kötü muameleden dolayı sefer açılmasına karar verdi. Rumeli Beylerbeyi Ahmed Paşayı Sabach zaptına, Semendre beyi Hüsrev Beyi Belgrad'ın ablukasına gönderdi. Kendisi de o tarafa doğru 18 Mayıs 1521 günü İstanbul'dan hareket etti. Ayrıca Karadeniz Tuna yoluyla bir donanma sevkedilmişti. Kanuni Sultan Süleyman ordusu ile Belgrad yakınlarına ulaşıp Zemun yakınlarında yüksek bir yere otağını kurdurup, muhasara emrini verdi. Günlerce süren şiddetli ateşten ve çarpışmadan sonra Osmanlı kuvvetleri 8 Ağustos, Ramazanın beşinci günü dış kaleye girdi. İç kalenin fethi ise biraz daha uzadıysa da Ramazan'ın 26. Kadir gecesi orası da alındı (29 Ağustos 1521). Fethin ertesi günü Belgrad'a giren Kanuni Sultan Süleyman kiliseden çevrilen camide Cuma namazını kıldı. Kale halkından Macaristan'a gitmek isteyenlere müsade edildi. Cizye vermeyi kabul edenler ise yerlerinde bırakıldı.
Tuna ile Sava'nın birleşme noktası olan Belgrad'ın Osmanlılar eline geçmesi ile,Macar Ovası Türklere açılmış oluyordu. Belgrad'ın düşmesi ile etrafındaki bütün kale, palanka ve kasabalar teslim olup, Osmanlı Devletine katıldılar. Belgrad'ın fethi, Avrupa'da büyük yankılar yaptı. Çünkü burası Hıristiyanlık aleminin ele geçirilemez kalelerinden biri kabul ediliyordu. Avusturya elçisi bu fetihten otuz sene sonra şunları yazmıştır: "Belgrad'ın alınışı, Macaristan'ın daha sonra içine düştüğü acı durumun başlangıcı olmuştur."Gerçekten de birkaç sene sonra Kanuni yeniden Macaristan üzerine yürüdü, Hıristiyanlar bir defa daha yenildiler ve Macaristan ortadan kalktı.
Atomik olayları klasik fizik çerçevesinde anlamak amacıyla 1927'de Alman fizikçi Werner Heisenberg tarafından ortaya konulan ilke. Klasik mekanik ilkesine göre, bir fiziksel sistemde her bir maddesel noktanın yeri, kütle ve hızının çarpılmasından meydana gelen momentumu, verilen bir zamanda tamamen biliniyorsa, bu fiziksel sistemin bütün geleceği belirlenebilir. Klasik mekanik bir anlamda deterministik teorisinin bir örneğidir.
Heisenberg'e göre, atomik seviyede bir madeni noktanın hem yerini hem de kütle ve hızının çarpımından meydana gelen momentumunu tam olarak belirlemek mümkün değildir.Heisenberg, bir maddesel noktanın yerini istenilen hassaslıkta belirleyecek aletle, aynı maddesel noktanın momentumunu gene istenilen hassaslıkta belirleyecek aletin aynı zamanda çalışamayacağını gözlemiştir.Her bir ölçü yapılacak diğer ölçünün hassaslığını bozacaktır. Böylece bir belirsizlik ortaya çıkmaktadır.
Heisenberg belirsizlik eşitsizliği: Eğer bir maddesel noktanın yerini gösteren x koordinatının belirlenmesinde yapılan hata Dx ise, aynı maddesel noktanın aynı andaki p=mv momentumunun belirlenmesinde yapılacak Dp hatası en iyi durumda ancak:
(Dx) (Dpx) ³ h/(4p)
eşitsizliğini sağlayacak doğrulukta olabilir. Burada h Max Planck sabiti olup, 6,63x10-34 joule-saniye değerindedir. Bu verilen formül, maddesel noktanın hız ve momentumunun istenilen hassaslıkta belirlenemeyeceğini göstermektedir. Eşitsizlikte bulunan h sabitinin çok küçük olması, bu belirsizlik ilkesinin günlük hayattaki ölçümlerde ihmal edilebileceğini ve olayların deterministik kabul edilebileceği sonucunu ortaya koyar. Bu anlamda klasik mekanik deterministik olarak kabul edilebilir. Ancak, klasik mekanik ilkelerin atomik düzeye indirilmesi durumunda, h sabiti önem kazanır ve klasik mekanik ilkelerinin bu çerçevede değiştirilmesi gerekir. Klasik mekanik ilkelerin uygun değiştirilmesi ile atomik olayların açıklanması Kuantum teorisinin doğmasını sağlamıştır. Belirsizlik ilkesini kullanan Kuantum teorisi, fiziksel olayların meydana gelmesini ancak ihtimallerle belirler. Tabiat itibariyle bu teori, deterministik değildir.
DEVLETİN ADI |
Belize Cumhuriyeti |
BAŞŞEHRİ |
Belmopan |
NÜFUSU |
192.000 (1992) |
YÜZÖLÇÜMÜ |
22.965 km2 |
RESMİ DİLİ |
İngilizce |
DİNİ |
Katolik, Anglikan, Protestan |
PARA BİRİMİ |
Belize doları |
Orta Amerika'da kurulmuş, küçük ve yeni bir devlet. Kuzeyinde Meksika, batı ve güneyinde Guetemala, doğusunda ise Karaib Denizi yer almaktadır.
Tarihi
Amerika'nın keşfinden sonra Belize'ye ilk yerleşenler İspanyollardır. Daha sonra burası korsanların en çok uğradıkları ve barındıkları bir bölge olmuştur. 1600'lü yılların ortasında İngilizler adaya yerleşmişler ve adanın tabii kaynaklarını Avrupa'ya taşıdıkları gibi Afrika'dan insanları getirerek köle olarak kullanmışlardır. 1860 senesinde tamamen İngilizlerin sömürgesi olan Belize, "İngiliz Hondurası" olarak biliniyordu. 1964 senesinde içişlerinde bağımsızlık kazanan Belize, 1980'de Birleşmiş Milletler Teşkilatının denetimi altında yapılacak bir referandumla kendi yönetim şeklini seçme şansına sahip oldu. Yapılan referandum neticesinde 21 Eylül 1981 tarihinde tam bağımsızlığını ilan etti. Yapılan bir antlaşma gereğince ülkenin savunması İngiltere'ye verilmiştir.
Fiziki Yapı
Küçük bir ülke olan Belize'nin fiziki yapısı genel olarak iki bölüme ayrılır:Kuzeyde ovalık bölge ve güneyde dağlık ve ormanlarla kaplı bir bölge vardır. Doğusunu çevreleyen Karaib Denizinin kıyı kesimleri mercan adacıklarıyla çevrilidir.Kuzeydeki verimli alüvyon ovaları, memleketin en büyük ve önemli akarsuyu olan Belize Nehri ve kolları olan küçük derecikler tarafından sulanır. Kuzeydeki ovalar alçak ve bazı bölümleri bataklıklarla kaplıdır. Güneydeki Maya Dağlarındaki en yüksek yer 1122 m yükseklikte Victoria Tepesidir. Kıyıdan iç kesimlere doğru gidildikçe dağların yüksekliği azalır. Önemli bir göle sahip olmayan ülkede herhangi bir yayla mevcut değildir.
İklim
Belize'de tropikal bir iklim hakimdir. Senelik sıcaklık 12 oC ile 33oC arasında değişir. Senenin en sıcak ayları şubat ve mart aylarıdır. Bol yağış alan memleketin bölgelere göre yağış dağılımı oldukça farklıdır. Meksika'ya yakın olan bölgelerde senelik yağış ortalaması 2000 mm iken, güney bölgelerinde bu ortalama 4500 milimetreyi bulur. Dolayısıyla da Belize'de kurak bölge mevcut değildir. Genellikle kasım aylarında meydana gelen fırtınalar ve kasırgalar ülkede büyük hasarlar meydana getirirler. Bu fırtınaların meydana getirdiği hasar sebebiyle daha önceleri Belize City'de olan başşehir, 1961 senesinden sonra iç kısımlardaki Belmopan'a nakledildi.
Tabii Kaynakları
Tabii kaynaklar bakımından zengin değildir. Özellikle güneydeki dağlık kesim gür ormanlarla kaplıdır. İç kısımlara gidildikçe gür ormanlar yerini savanlara bırakır. Ülkedeki bu gür tropik ormanlarda puma, jaguar, timsah, maymun, çeşitli tropik bölgelere has kuşlar ve hayvanlar yaşar. Belize'de maden mevcut değildir.
Nüfus ve Sosyal Hayat
Nüfusun çoğunluğunu Afrika asıllı siyahlar teşkil eder. Ülkenin batı kesimlerinde yerlilerle İspanyolların karışımı olan melezler yaşar. Güney kesimlerinde ise Maya soyundan gelen halk çoğunluktadır. Kendilerine has kültür ve geleneklerini kaybetmemiş olan bu Maya asıllı yerli halk ayrı bir lisan kullanmaktadırlar. Halkın çoğunluğu ise çok bozuk bir İngilizce lisanı kullanmaktadırlar. Halkın büyük bir kısmı katolik olup, protestan ve anglikan da vardır.Halkın çoğu sahil kenarlarında yaşar.
6 ile 14 yaş arası öğrenimin mecburi olduğu Belize'de orta öğrenim yapan oldukça azdır. Okuma-yazma oranının % 80 olduğu ülkede üniversite yoktur. Yüksek öğrenim yapmak için yurtdışına gidenler ise genellikle ülkeye geri gelmemektedirler. Birkaç tane haftalık gazetesi bulunan ülkede günlük gazete ve TV istasyonu bulunmamaktadır. Liman şehri olan ülkenin en büyük şehri Belize City dışındaki şehirleri büyük köy niteliğindedir. Yolların kenarlarında yapılan evlerde yaşayanlar küçümsenemeyecek çoğunluktadır.
Siyasi Hayat
Parlamenter bir rejimle idare edilen memlekette parlamentoda çoğunluğu sağlayan partinin başkanı başbakan olarak ülkeyi yönetir. Ülke tam bağımsızlığını kazanmasına rağmen İngiliz Milletler Topluluğunun üyesidir.
Ekonomi
Ekonomisi tarıma dayalı olan ülkede, ziraat, kuzeydeki ovalarda şekerkamışı ekimi şeklinde yapılmaktadır. Portakal, muz, greyfurt yetiştirilmektedir. Ormanlardan elde edilen kereste, ciklet imalatında kullanılan sopot ağacı zamkı, tekstil boyacılığında kullanılan bakkam ağacından elde edilen boya, şekerkamışı ve şeker ülkenin başlıca ihraç mallarıdır.Sanayi kuruluşları bulunmayan Belize'de yeni yeni gelişen sanayi, şeker kamışı ve yan mamülleri üzerine kurulmaktadır. Ticaret pek önemli olmayıp mahdut olan ticaret en büyük şehri olan Karaib kıyısındaki Belize City'den yapılmaktadır.
Süleyman aleyhisselam zamanında Yemen'in Sebe şehrinde hüküm süren kadın sultan. Himyeri hükümdarlarının soyundandır. Bir rivayete göre annesi cinlerdendir.
Hazret-i Davud vefat edince, on iki yaşındaki oğlu hazret-i Süleyman babasının yerine sultan oldu. Allahü teala onu İsrailoğullarına peygamber olarak da vazifelendirdi. Mucize olarak; rüzgarlardan başka, kuşları ile cinnileri emrine verdi. Süleyman aleyhisselam, Mescid-i Aksa'yı yedi senede tamamladıktan sonra, hükumet sarayını on üç senede yaptırdı.
Süleyman aleyhisselamın Yemen'in Sebe şehrinde hüküm süren Belkıs'dan, Belkıs'ın da Süleyman aleyhisselamdan haberi yoktu. Hüdhüd kuşu Süleyman aleyhisselama Belkıs'la ve kavmiyle ilgili haber getirdi. Belkıs ve kavminin Allahü tealayı bırakıp güneşe taptıklarını söyledi. Hazret-i Süleyman, Belkıs'a Hüdhüd'le mektup göndererek Allahü tealaya iman etmesini istedi. Belkıs ileri gelen adamlarıyla danışmada bulundu. Hediyeler hazırlayarak Süleyman aleyhiselama gönderdi. "Eğer Süleyman aleyhisselam dünya padişahlarından ise, hediyelerimi alır, eğer peygamber ise dinine tabi olmaktan başka hiçbir şeye razı olmaz. Mutlaka onun dinine tabi olmamız icab eder." diye düşündü.
Süleyman aleyhisselam Belkıs'ın hediyelerini kabul etmedi. Elçiler, Süleyman aleyhisselamın saltanatını, ordularını gördükten sonra, Belkıs'ın yanına döndüler. Süleyman aleyhisselamın, Belkıs ve ahalisinin Allahü tealaya iman ve ibadet etmelerini istediğini bildirdiler. Belkıs, Süleyman aleyhisselamın peygamber olduğunu anlayıp, yolculuğa hazırlandı. Tahtını muhafazalı bir yere kilitleyip kalabalık ordusu ile Süleyman aleyhisselama gitmek üzere yola çıktı. Cinniler bu durumu hazret-i Süleyman'a haber verdiler. Süleyman aleyhisselam Belkıs'ın akıllı olup olmadığını, tahtını tanıyıp tanıyamayacağını denemek için ve peygamberliğine delalet eden bir mucize olması için Belkıs'ın Yemen'de muhafaza altında bulunan tahtını bir anda Kudüs'e getirtti. Belkıs Kudüs'e gelince, Süleyman aleyhisselamla görüştü. Tahtının Yemen'den Kudüs'e getirilmiş olduğunu görünce, hayran kalıp, Süleyman aleyhisselamın mülkünün Allahü tealadan olduğunu, Allahü tealadan başka ibadete layık bir ilah bulunmadığını, Süleyman aleyhisselamın Allahü tealanın peygamberi olduğunu anladı ve:
"Ey Rabbim! (Güneşe ibadet etmekle) nefsime zulmetmişim. (Şimdi) Süleyman'ın maiyetinde alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum, (Müslüman oldum)." dedi ve iman etti.
Rivayete göre Süleyman aleyhisselam Belkıs'la evlendi. Kırk sene hükumet ettikten sonra vefat etti. Belkıs'tan Davud isminde bir oğlu olup, babasının sağlığında vefat etti. Süleyman aleyhisselamın vefatından kısa bir müddet sonra Belkıs da vefat etti.
Belkıs'ın Süleyman aleyhisselamla mektuplaşması ve Kudüs'e gelmesi, Kur'an-ı kerimde Neml suresi 24-44. ayet-i kerimelerinde uzun bildirilmiştir.
Telefonu ilk yapan ilim adamı. İngiltere’de Edinburgh’da doğan Bell Amerikalı olup, keşfettiği telefonla ün yapmıştır. 1847’de Edinburgh'da doğmuştur. 1868'de Londra’ya gelerek, hem babasına konuşma öğretmenliği ile yardım etmiş, hem de üniversite tahsili yapmıştır. Daha sonra iki kardeşinin veremden ölmesi üzerine 1870’te daha elverişli havası olan Kanada'nın Ontario bölgesine ve 1871'de Boston’a göç etmiştir. Burada sağırların işaret lisanını kullanmaksızın konuşmalarını öğretmek üzere babasının metodunu yaymıştır. Boston’a yerleşmiş ve Boston Üniversitesine profesör tayin edilmiştir. Daha sonraları özel talebelerinden biri olan Mabel Hubbard ile evlenmiştir. Eşi doğuştan sağır olup, babası, Bell’in çalışmalarını çocuğuna yaptığı yardım sebebiyle desteklemiştir.
Bell, boş zamanlarını telgrafa ve Alman bilim adamı Hermann Helmholz’un sesi elektriğe çevirme araştırmasına hasretmiştir. Bu çalışmaları sırasında, insanın işitme mekanizmasını yakından incelemiş ve bir şans eseri, insan sesinin elektrik akımı yardımı ile nasıl iletildiğini ortaya çıkarmıştır. Meşhur Amerikan bilim adamı Joseph Henry’nin teşvikleriyle Bell bu buluşunu pratikte uygulamaya çalışmıştır.
7 Mart 1876’da patentini aldığı telefon, bir ucunda ses ile titreyen bir zar ve böylece bir elektrik devresindeki akımı kontrol ederek, diğer uçtaki zarı titreten bir mekanizmadan ibarettir. İngiliz bilim adamı Lorol Kelvin bu buluşu 1876 Philadelphia fuarında gördüğünde “harikalar harikası” olarak isimlendirmiştir. Kayınpederinin ve arkadaşlarının da yardımıyla Temmuz 1877’de “Bell Telephone Company” kurulmuştur. Balmumunun gramafon plaklarında kullanılmasını bulması bir başka keşfidir.
Bell hayatının daha sonraki kısmını ilmi konulara özellikle sağırlara hasr etmiştir. 1896’da Harvard Üniversitesi, konuşma üzerinde ilmi çalışmalarını takdire layık bularak, kendisine bir akademik derece vermiştir. İrsiyetten gelen konuşma bozukluklarını incelerken, irsiyet ve bunun ile ilgili konuları da araştıran Bell, 1922 yılında Kanada’da ölmüştür.
BELSOĞUKLUĞU (Gonorrhoe, Gonore)
Alm. Tripper (m), Fr. Blennorrhagie (f), İng. Gonorrhoea. İdrar yollarının son kısımlarında, idrar yolu çevresi salgı bezlerinde, kadında rahim ağzı başta olmak üzere genellikle üreme organlarında meydana gelen akut (had, ani) iltihap. Belsoğukluğu, umumi kanaata göre sadece zührevi (cinsi münasebetle geçen) hastalıkların en sık rastlanılanıdır. Dünyada her yıl 60 milyon yeni belsoğukluğu vak’ası ortaya çıktığı tahmin edilmektedir. Belsoğukluğu kadınlarda sessiz seyreden, erkeklerde ise ani ve rahatsız edici işaretleri olan bir hastalıktır. Bu sebeplerle hastalık genellikle erkeklerde ortaya çıkmasına karşılık, taşıyıcısı kadınlardır.
Belsoğukluğunun yaygınlaşmasının sebepleri: Cinsi münasebetlerin özellikle batılı ülkelerde gelişigüzel bir hal alması, aile mefhumunun giderek kişilerin gözünde önemini kaybetmesi. Gayri meşru yaşamanın, cemiyet üzerindeki zararının gözardı edilmesi.
Yeni yetişen nesillerin dini inançlardan uzak yetiştirilmeleri, “zina”nın basit bir olay olarak kabul edilmesi ve basının bunu körüklemesi sonucu fuhşun artması.
Temizlik kaidelerine gereken önemin verilmemesi de sayılabilir. Hastalık amili bir diplokoktur (ikili kok cinsi bakteri) ve 1879’da Neisser tarafından bulunduğu için Neisseria gonorrhoe adı verilmiştir.
Hastalık alametleri:Erkeklerde idrar yolundan gelen cerahatli akıntı, idrar yaparken yanma ve sızlama başta gelen alametidir. Muhtemel teşhis bu belirtilere göre konulabilirse de kesin teşhis ancak bakteriyolojik tetkiklerde Neisseria gonorrhoe veya gonokok denilen mikrobun görülmesiyle konulabilir. Kadınların çoğunda (% 50-70’inde) ağrı ve yanma şikayeti olmaz. Sadece cerahatli bir akıntı görülebilir. Bu sessiz seyretme, kadının hastalığı farkında olmadan taşımasına ve eğer kadın fahişe vs. ise teşhis konuluncaya kadar birçok kişinin de hastalanmasına sebeb olur.
Korunma ve tedavi:Hastalıktan korunmanın başlıca yolu, eşi haricinde başkaları ile sonu ızdırap ve yıkım olacak bir münasebette kesin olarak bulunmamak, aile düzenine azami saygıyı göstermektir. Sosyal yönden fuhuşa karşı savaş açılması, dini kültür eğitimine önem verilmesi bu hastalığı çok düşük seviyelere indirecektir.
Hastalık bulaşması halinde en çok kullanılan ilaç penisilin olmakla birlikte, son yıllarda hastalık için penisilinden çok etkili ilaçlar da bulunmuştur.
Alm. Schönetsfleck (m), Fr. Grain de beaute (m), İng. Mole, beauty-spot. Kahverengi boyaya sahip bazı maddelerin veya hücrelerin; yüz, alın ve vücudun diğer kısımlarında deri altında birikimi. Benler anadan doğma veya sonradan olabilirler. Hamilelikte daha sık ortaya çıkabildiği gibi, cinsi organ hastalıklarında, hormon dengesizliklerinde ve yaşlılıkta meydana gelmeleri sık olur. Dış derinin alt tabakalarında melanosit denilen kahverengi boya yapıcı hücreler bulunur. Bu hücreler melanin denilen kahverengi boyayı imal ederler. Derinin bazı kısımlarında fazla melanin birikmesiyle benler ortaya çıkar. Tedavisi: Doktor tarafından neşter veya elektro neşter ile bertaraf edilebilir. Deri yüzeyindeki “melanosarkom” denen kötü huylu benlerin, cerrahi müdahale ve ışın tedavisi ile bertaraf edilmeleri gerekir.
Pakistan’ın başbakanlarından. İslam dünyasının ilk ve tek kadın başbakanı. 1 Aralık 1989’da güven oyu alarak başbakan oldu.
21 Haziran 1953’te Karaçi’de doğdu. Zülfikar Ali Butto’nun büyük kızıdır. 1969-1973 seneleri arasında Harvard Üniversitesinde öğrenim gördü. Sonra Oxford Üniversitesine girdi. Bu üniversitede felsefe, siyaset bilimi ve iktisat öğrenimi görerek 1976’da tamamladı. 1977’de Oxford Birliğinin başkanlığına seçildi.
1977’de babası Zülfikar Ali Butto askeri bir darbe ile devrilerek idam edildi. Bundan sonra siyasete karışan Benazir, sık sık evinde göz hapsine alındı. 1984’te yurt dışına çıkmasına izin verilince, Londra’ya gitti. Londra’da siyasi faaliyetlerine devam ederek, ülkesindeki Halk Partisinin lideri durumuna geldi. Nisan 1986’da Pakistan’a döndü. 14 Ağustos 1986 bağımsızlık gününde gösteri yasağını çiğneyerek bir konuşma yaptı. Bir ay hapse atıldı. Ziya-ül-Hak’ın Ağustos 1988’de bindiği uçağın sabote edilip öldürülmesi üzerine, Kasım 1988’de seçim yapıldı. Halk Partisinin seçimi kazanmasıyla Benazir 2 Aralık 1988’de başbakan oldu. 1989’da başbakan olarak ABD, Türkiye, İngiltere ve Bangladeş’e resmi ziyaretlerde bulundu. Benazir, Pakistan’da köklü değişikliklerden çekinerek ılımlı bir siyaset takib etti.
5 Ağustos 1990 tarihinde devlet başkanı Gulam İshak Han tarafından başbakanlık görevinden azledildi. Pakistanlı Zerdar Ali adlı bir iş adamı ile evli olan Benazir iki çocuk anasıdır.
Alm. Benelux (m), Fr. Benelux (m), İng. Benelux. Belçika, (Belgium), Hollanda (Netherlands) ve Lüxemburg (Luxembourg) devletlerinin aralarında kurdukları birlik. Benelüx ismi üç devletin yazılışlarının ilk hecelerinden meydana gelmektedir. Pekçok bakımdan birbirleriyle ortak tarafları olan bu üç devlet, 1948’de yürürlüğe giren bir sözleşme ile ortak bir gümrük tarifesi kabul etmişlerdir. Zamanla ekonomik politikalarını daha çok yaklaştırıp, 1958’de Lahey’de imzaladıkları antlaşma ile aralarında ekonomik birlik kurmuşlardır. Bu antlaşma 1960 yılında yürürlüğe girdi. Benelüks (Benelüx) devletleri ekonomik birliği sağladıktan sonra, Avrupa Toplulukları ve Ortak Pazar dolayısıyla birbirleri ile daha çok yaklaşmışlar, birçok politik konuda ortak hareket eden bir grup meydana getirmişlerdir.
Asya kıtasının güneyinde Hindistan ile Birmanya arasında büyük bir körfez. Hint Okyanusunun, kuzeydoğuya Akdeniz büyüklüğünde uzanan bir koludur. Batısında Hindistan ve Seylan, kuzeyinde Hindistan ve Bangladeş, kuzeydoğusunda Birmanya yer alır. 2.172.000 km2lik yüzölçüme sahiptir. Körfezin ortalama derinliği 800 metreden fazladır. En derin yeri güney ucunda olup 4500 metredir.
Asya'nın güneyine inen pekçok nehir buraya dökülür. Kuzeyde Ganj ve Brahmaputra, doğuda Irrawadi, batıda Manahandi, Kistna ve Kaveri körfeze ulaştıklarında büyük birer delta meydana getirirler.
Batı tarafta tabii bir liman yoktur. Hindistan Matras ve Vizahapatnam'da sun'i limanlar yapılmıştır. Körfezin diğer önemli limanları ise, Seylan'da , Trinkomalı, Burmada, Kalihuta, Chittagong'dur. Doğuda ise Akbay, Mulmein, Rongum gibi çok iyi limanlar vardır.
Körfezdeki adalar; Andaman, Nikobar, Mergui takım adalarıdır. Bunların hepsi körfezin güney doğusunda bulunurlar. Bu adaların pekçoğu volkanik olduğundan zaman zaman patlamalar olur.
Körfezin yüzeyindeki akıntılar muson rüzgarlarından devamlı etkilenir. Musonlar kışın kuzeydoğudan, yazın güneybatıdan eserler. Bir de Bengal Körfezinde sık sık şiddetli kasırgalara tesadüf edilir. Tsunami dalgaları da bazan etkili olur.
Nasriler olarak da bilinen, İspanya’daki Müslüman hanedanların sonuncusu. Endülüs Müslümanlarına yardım için gelen Muvahhidlerin İspanyollar karşısında başarı sağlayamayarak Fas’a çekilmesi üzerine bu bölgede İslam birliği tamamen bozulmuştu. Bunu fırsat bilen İspanya Hıristiyan devletleri Müslümanlar üzerine akınlar düzenleyerek, Haçlı Seferlerine başladılar. Endülüs’ün en büyük merkezi olan Kurtuba, Kastilya Kralı İkinci Ferdinand tarafından ele geçirilip, yakılıp yıkıldı. Bundan sonra diğer Müslüman şehirleri de birer birer Hıristiyanların eline düştü. Endülüs beylikleri tamamen ortadan kalktı. Bunlardan sadece bir tanesi güneydoğu İspanya'da Hıristiyanlara karşı bir müddet daha varlığını koruyabildi. Bu devlet, merkezi Gırnata şehri olan Beni Ahmer idi.
Devletin kurucusu Muhammed bin Ahmer adında bir zattır. Bu sırada Hıristiyanlar Müslümanları kuzey ve orta İspanya’dan atmışlardı. Memleketi elden giden bütün Müslümanların Gırnata’da toplanması bu devletin gücünü artırdı. Bununla beraber Beni Ahmer Devleti, siyasi bir kuvvet olmaktan çok, kültür ve medeniyet alanında üstün bir varlık gösterdi. İspanya’nın Hıristiyan devletleri, yarımada üzerinde bir İslam devletinin mevcudiyetine tahammül edemiyorlardı. Fakat, tek başlarına da bir şey yapamıyorlardı. Böylece Beni Ahmer Devleti 15. asrın sonuna kadar hakimiyetini sürdürdü. Ancak bu devirde, İspanya’nın kuvvetli krallıklarından olan Kastilya Kraliçesi İzabella ile, Argonya Kralı Ferdinand’ın evlenmeleri İspanyol birliğinin teşekkülünü sağladı ve Müslümanlara felaket getirdi. Zira bu tarihten itibaren Ferdinand Müslümanlar üzerine akınlar yapmaya ve onları yurtlarından uzaklaştırmak için sıkıştırmaya başladı. 1462’de Cebel-i Tarık, 1489’da Kadiz, İspanyolların eline geçti. Sıkışık bir durumda olan Gırnatalılar, Afrika’daki Müslüman devletler ile Osmanlı Devletinden yardım istedilerse de bir cevap alamadılar. Bilhassa bu sırada Osmanlı Devletinde deniz kuvvetlerinin uzak seferlere çıkmaya elverişli olmaması ve papanın elinde esir bulunan Cem Sultanın devletin aleyhine kullanılma tehlikesi istenilen yardımın yapılmasına mani oldu. Neticede 1492’de İspanyollar devletin merkezi Gırnata’yı kuşattılar. Son Beni Ahmer hükümdarı Ebu Abdullah Muhammed, bazı şartlarla şehri Katolik Ferdinand’a teslim etmeye razı oldu.
Ebu Abdullah’ın Afrika’ya çekilmesi ile sekiz yüz yıldan beri bir İslam memleketi olan İspanya, tamamen hıristiyanların eline geçti. Gırnata’ya giren Hıristiyanlar, Haçlı taassubu ile İslam kültür ve medeniyetinin en güzel yerlerinden biri olan Endülüs’ü yakıp yıktılar. Sanat harikası camileri tahrib ettiler. Bir kısmını kiliseye çevirdiler. Beş yüz bin el yazması eser, Ferdinand tarafından meydanda yakıldı. Böyle ilim düşmanları tarihte pek nadir görüldü. Müslüman halka muameleleri de çok zalimane oldu. Kaçabilen Müslümanlar, Kuzey Afrika’ya sığındı, geride kalanlar kitle halinde katlolundu. Hıristiyanlık, İspanya’nın bu son parçasına vahşet ve barbarlık afeti olarak girdi. Osmanlı Devleti Kemal Reis komutasında bir donanmayı yardım için İspanya’ya gönderdi. Bu donanma, Hıristiyan kıyılarını vurdu. Hıristiyanların zulmü altında kalan bazı Müslümanları kurtararak Osmanlı Devletine getirdi.
Beni Ahmer Devleti, Ortaçağda kurulan devletlerin kültür ve medeniyet alanında ileri bir seviyede olması sebebiyle İslam tarihinde önemli bir değere sahiptir. Devletin kurucusu Muhammed bin Ahmer, başşehir Gırnata’da yaptırdığı, Elhamra Sarayı ile, dünya mimarlık tarihinin en muhteşem eserlerinden birini meydana getirmiştir. Günümüzde bile bu saray, görenlerin hayret ve takdirini kazanmaktadır. Ayrıca Beni Ahmer Devletinde pekçok alim yetişti. Daha çok çalıştıkları ilim sahalarında kurucu rol oynayan bu alimlerin başında gelen İbn-i Haldun, tarih sosyolojisinin kurucusudur. Yine Lisanüddin ibni Hatib ve Makkari gibiler ise ünleri her tarafa yayılmış alimlerdir.
Beni Ahmer HükümdarlarıTahta Geçişi
Muhammed I el-Galib |
1230 |
Muhammed II el-Fakih |
1272 |
Muhammed III el-Mahlu |
1302 |
Nasr |
1308 |
İsmail I |
1313 |
Muhammed IV |
1325 |
Yusuf I |
1333 |
Muhammed V el-Gani |
1354 |
İsmail II |
1359 |
Muhammed VI |
1360 |
Muhammed V (İkinci defa) |
1362 |
Yusuf II |
1391 |
Muhammed VII el-Musta'in |
1395 |
Yusuf III |
1407 |
Muhammed VIII el-Mütemessik |
1417 |
Muhammed IX es-Sagir |
1419 |
Muhammed VIII (İkinci defa) |
1427 |
Muhammed IX (İkinci defa) |
1430 |
Yusuf IV |
1432 |
Muhammed X el-Ahnef |
1445 |
Yusuf V |
1445 |
Muhammed IX (Üçüncü defa) |
1446 |
Muhammed X (İkinci defa) |
1447 |
Muhammed IX ve Muhammed XI (ortak) |
1451 |
Sa'd el-Musta'in |
1453 |
Yusuf V (İkinci defa) |
1462 |
Sa'd (İkinci defa) |
1462 |
Ali |
1464 |
Muhammed XI |
1482 |
Ali (İkinci defa) |
1483 |
Muhammed ez-Zegall |
1485 |
Muhammed XI (İkinci defa) |
1487-1492 |
İspanyol istilası
(Bkz. İsrailoğulları)
Medine'de yaşayan Yahudi kabilelerinden biri. Sevgili Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, Mekke'den hicret ettiği yıllarda, Medine'de Müslümanlardan başka, Hıristiyanlar, Yahudiler ve puta tapan müşrikler de vardı. Yahudiler, Beni Kaynuka, Beni Kureyza, Beni Nadir olmak üzere üç kabileden meydana geliyordu. Bunlar, İslama ve bilhassa sevgili Peygamberimize aşırı düşman idiler. O'nun peygamber olduğunu biliyor, fakat kendi kavimlerinden olmadığı için hasetliklerinden bir türlü iman etmiyorlardı. Hatta, Peygamber efendimizin doğumundan beri hep O'na tuzak kurarak, mübarek vücudunu ortadan kaldırmaya çalışıyorlardı. Hicretten sonra Peygamber efendimiz bu kabileler ile sulh içinde yaşamak üzere yazılı anlaşma yaptı.
Beni Kaynuka Yahudileri çoğunlukla kuyumculuk ve ticaretle uğraşırlardı. Hicretin ikinci yılında Bedr Gazası yapılmış, Eshab-ı kiram muzaffer olarak dönmüştü. Bir gün bir Müslüman hanım, kuyumcuya gitmiş, bir ihtiyacını alırken, dükkan sahibi ve yanındaki Yahudiler, kadınla alay etmişlerdi. Bunu gören sahabeden biri, derhal kılıcını çekip, o Yahudilerden birini öldürünce, Yahudiler de toplanıp, onu şehid etmişlerdi.
Hadise Peygamber efendimize bildirilince onları, Kaynuka pazar yerinde toplayıp; "Ey Yahudi topluluğu! Siz, Allahü tealanın Kureyş'e verdiği azab gibi bir azaba yakalanmaktan korkunuz ve Müslüman olunuz. Benim, Allahü teala tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğumu iyi bilirsiniz. Bunu da, Allahü tealanın size olan ahdini de kitabınızdan okumuş bulunuyorsunuz..." buyurdu.
Beni Kaynuka Yahudileri münafıklarla da işbirliği yaparak, vatandaşlık anlaşmasını bozdular. Peygamberimize; "Ey Muhammed! Bedr Gazasında harb etmesini bilmeyen bir kavmi hezimete uğratman seni aldatmasın! Yemin ederiz ki, biz cengaver kimseleriz! Sen, ancak bizimle çarpışmaya başladığın zaman, nasıl bahadırlar olduğumuzu anlarsın!.." diyerek meydan okudular. Peygamber efendimizle yaptıkları anlaşmayı bozarak, sözlerinde durmadıklarını açığa vurdular.
Bunun üzerine Cebrail aleyhisselam vahiy getirdi ki, mealen şöyle buyruluyordu: " (Ey Habibim!) Eğer (Seninle) antlaşma yapan bir kavmin, bir hainliğinde (sözleşmeye aykırı hareket ettiğinde) endişeye düşersen, (savaş açmadan önce) hak ve adalet üzere ahidlerini reddettiğini doğruca kendilerine bildir. Çünkü, Allahü teala hainleri sevmez." (Enfal suresi: 58). Başka bir ayet-i kerimede de mealen buyruldu ki: "Ey Resulüm! O kafir olan Yahudilere de ki: "Siz muhakkak mağlub olacaksınız ve toplanıp Cehennem'e sürükleneceksiniz. O Cehennem, ne kötü bir karargahtır." (Al-i imran suresi: 12)
Habib-i ekrem efendimiz, yapılan anlaşmanın bozulmasından sonra derhal, bir ordu kurup, Kaynuka Yahudilerinin bulunduğu kaleye yürüdüler. Beyaz sancağı, hazret-i Hamza taşıyordu. Medine'ye vekil olarak Ebu Lübabe radıyallahü anh bırakılmıştı. İslam ordusu Kaynuka Kalesini muhasara etti. "Biz ne cengaver bahadırlarız." diyen Yahudiler; değil karşı koymak, bir ok bile atmaya cesaret edemediler. Resulullah efendimiz, giriş ve çıkışları kontrol altına aldı. Kimse dışarı çıkamadı. Bu hal on beş gün devam etti. Yahudiler korkuya kapılıp, teslim oldular. Her birinin öldürülmeleri lazım gelirken, alemlere rahmet olarak gönderilen sevgili Peygamberimiz, merhamet buyurup, Kaynuka Yahudilerinin Şam'a gitmelerine izin verdiler. Böylece Medine topraklarından çıktılar. Beni Kaynuka Yahudileri, kısa bir süre sonra gittikleri yerde perişan bir şekilde dağılıp kayboldular.
Medine'de yaşayan Yahudi kabilelerinden biri. Peygamber efendimizin Medine'ye hicret ettiği senelerde Medine'de Müslümanlardan başka Yahudiler, Hıristiyanlar ve puta tapan müşrikler de vardı. Yahudi kabileleri Beni Kaynuka, Beni Nadir ve Beni Kureyza olmak üzere üç kabileydi. Bu kabileler İslamiyete ve sevgili Peygamberimize aşırı derecede düşman idiler. Peygamber olduğunu bildikleri halde kendi kavimlerinden olmadığı için hasetliklerinden iman etmiyorlar ve sinsi düşmanlık besliyorlardı. Peygamber efendimiz bu Yahudi kabileler ile vatandaşlık anlaşması yaptı. Ancak Beni Kaynuka ve Beni Nadir anlaşmayı bozdular. Bu sebeple Medine'den çıkarıldılar.
Beni Kureyza kabilesi ise, Uhud Savaşı sonrasına kadar Medine'de kaldı. Fakat bu kabile de Hendek Savaşı sırasında vatandaşlık anlaşmasına uymadı. Savaşın en şiddetli anında on bin kişilik bir Kureyş ordusunun yürüdüğünü gören bu kabile de, Müslümanları arkadan vurmak üzere, harekete geçti.
İslam ordusu iki ateş arasında kalmıştı. Kuzey ve batıda müşrik Kureyş orduları, güney doğuda ise Yahudiler bulunuyordu. Müslümanlar, on bin kişilik müşrik ordusu ve Yahudilerle, bir aya yakın geceli gündüzlü durup dinlenmeden çarpıştılar. Açlık, susuzluk, uykusuzluk ve şiddetli soğuklara aldırış etmeden canla başla mücadeleye devam ettiler. Sonunda müşrikler mağlub bir şekilde, fırtınalı bir gecede, geldikleri gibi perişan bir halde Medine'yi terk ettiler. (Bkz. Hendek Savaşı)
İslam ordusu Hendek Savaşından Medine'ye döner dönmez ihanet eden Beni Kureyza Yahudilerinin üzerine yürüdü. Peygamber efendimizin emriyle derhal harekete geçip Beni Kureyza kabilesinin bulunduğu kale kuşatma altına alındı.
Peygamber efendimiz onları önce İslama davet etti. Yahudiler, bu güzel teklifi kabul etmediler, Sevgili Peygamberimizin; "Öyle ise, Allahü teala ve Resulünün emrine boyun eğerek kaleden inip teslim olunuz." emr-i şerifini de reddettiler. Bunun üzerine Alemlerin Efendisi, okçuların üstadı Sa'd bin Ebi Vakkas hazretlerine; "Ey Sa'd! İlerle ve onları oka tut!" buyurdu. Hazret-i Sa'd ve diğer okçular, sadaklarındaki okları, tekbir sadaları arasında Yahudi kalesine atmaya başladılar. Onlar da ok ve taş atışlarıyla karşılık vererek, çarpışmayı başlattılar.
Bir ay kuşatmadan sonra Beni Kureyza kabilesi Peygamber efendimizden haklarında hüküm vermek üzere bir kimseyi hakem tayin etmesini istediler. Resulullah efendimiz de; "Eshabımdan istediğiniz kimseyi hakem seçiniz." buyurdu. Onlar da daha önceden Medine'de meşhur kabile reislerinden olan Sa'd bin Muaz'ı istediler. "Biz Sa'd bin Muaz'ın vereceği hükme razı oluruz." dediler. Peygamber efendimiz, Sa'd bin Muaz hazretlerinin getirilmesini emrettiler. Sa'd bin Muaz, Hendek Savaşında ağır yara almıştı. Sedye üzerinde getirildi. Peygamber efendimiz; "Ey Sa'd! Şunlar, senin hükmüne göre teslim olmayı kabul ettiler. Haydi, onlar hakkındaki hükmünü bana bildir." buyurdu. Hazret-i Sa'd, Yahudilerden, vereceği hükme razı olacaklarına dair kesin söz aldı. Her iki taraf da verilecek hükmü merakla beklemeye başladılar. Bunun üzerine hazret-i Sa'd, üstünlüğünü gösteren, ilikleri donduran, şanına layık olan şu muazzam hükmü açıkladı: "Benim hükmüm odur ki, akil ve baliğ olan bütün erkeklerin boynu vurulsun! Kadınları, çocukları esir alınsın, malları da Müslümanlar arasında taksim edilsin!"
Bu kesin hüküm karşısında, Yahudiler donup kaldılar. Çünkü, kendi kitaplarında, azgınlık yapanlara verilecek ceza aynen böyleydi ki; "Şehrin birine harb etmek için vardığında, onları sulha davet et. Bunu kabul edip, kapılarını açarlarsa, içindekilerin hepsi, sana haraç versinler ve hizmet etsinler. Şayet, harb etmeye karar verirlerse, onları muhasara et. Allahü tealanın ihsanı ile, onlara galip geldiğin zaman, erkeklerinin hepsini kılıçtan geçir. Kadınlarını, çocuklarını ve mallarını ganimet olarak al!.." diye yazıyordu.
Sa'd bin Mu'az hazretlerinin verdiği hükmün ilahi hükme uygun gelmesinden dolayı, alemlerin efendisi sevgili Peygamberimiz, onu tebrik edip; "Sen, onlar hakkında Allahü tealanın yedi kat gökler üstünde, Levh-i mahfuzdaki hükmüne uygun hüküm verdin!" buyurarak takdirlerini bildirdiler.
Yahudiler, kendi kitaplarında belirtilen bu hükme itiraz edemediler. Verilen hüküm yerine getirildi.
Böylece, Müslümanların en sıkışık zamanlarında arkadan vuran, yapılan bütün antlaşmaları bozan, Peygamber efendimize, çocukluğundan beri düşmanlık yapan, öldürmeye uğraşan, sihirler yapan bu kavim de Medine'den temizlenmiş oldu.