BEKÇİ

Alm. Wächter (m), Fr. Gardien (m), İng. Watchman, keeper. Köy ve emniyet teşkilatında çalışan, halkın, mal, can, mülk, mahsul ve eşyasını korumakla vazifeli şahıslara verilen meslek adı. Eskiden, gördükleri işlere göre isim alırlardı. Anadolu’nun bazı yerlerinde tarla ve mahsul bekçilerine “korucu”, bazı yerlerde ise “pazvant” denirdi. Pazvant farsça “Pas-ban= bekçi”  kelimesinin bozulmuş şeklidir.

Osmanlılar zamanındaki bekçiler tarihe, edebiyata geçecek kadar halk arasında meşhurdur. Bilhassa İstanbul bekçileri dillerde dolaşırdı. Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde İstanbul’da 12.000 civarında bekçi olduğundan bahseder. Eski mahalle bekçilerini daima 30-35 yaşın üstünde, yapısı sağlam, ağır başlı, tecrübeli, olgun, kamil ve mutlaka sakallı kimselerden seçerlerdi. Onun için “bekçi baba” diye anılırlardı. Vazifeleri, gece sokaklarda dolaşmak, bu esnada çıkan yangınları haber vermek, hükumetin emir ve yasaklarını mahalle halkına bildirmek, ölüm, düğün, doğum olan evlerin kış odununu kesmek, kiralık evlere kiracı bulmak, kısacası mahalleye ait her türlü işi yapmaktı. Ayrıca Ramazan’da halkı sahur yemeğine davul çalıp maniler söyleyerek kaldırırlardı.

O zamanlar silah taşımazlardı. Ellerindeki ucu demirli ağır bekçi sopaları yegane silahlarıydı. Yatsıdan sonra, kaba taş döşenmiş sokaklarda sopalarını düzenli darbelerle vurarak dolaşırken mahalle halkına emniyet verirlerdi.

12 Mayıs 1914’te geçici, 1921 yılında çıkarılan çarşı ve mahalle bekçileri kanunları ile an’anelere dayanan eski mahalle bekçiliğinden zamanımızdaki bekçi nizamına geçilmiştir. Bugün bekçi, resmi bir kıyafet taşır, kanunların koruyucusu, emniyet teşkilatının bir görevlisidir. Devlet tarafından verilmiş olan tabanca taşırlar.

BEKİR BERK

Hukukçu, gazeteci ve yazar. 1926 yılında Ordu'da doğdu. İlk öğrenimini İstanbul Beşiktaş'ta gördü. Ortaokulu Gaziosmanpaşa Ortaokulunda, liseyi Balıkesir Lisesinde okudu. İstanbul Kabataş Erkek Lisesinde lise bitirme ve devlet olgunluk imtihanlarına girip, diploma aldı. İstanbul Hukuk Fakültesine girip 1951 senesinde mezun oldu. İstanbul adliyesinde bir yıl staj yaptıktan sonra avukatlık ruhsatını aldı. İstanbul Barosuna kaydolarak avukatlığa başladı.

1953-1973 seneleri arasında yirmi yıl müddetle avukatlıkta bulundu. Eski başbakanlardan Adnan Menderes'in ve Said-i Nursi'nin avukatlığını yaptı. Avukatlık vazifesinin yanında çeşitli milliyetçi dernek ve kuruluşlarda vazife aldı. Milli Türk Talebe Birliği, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti Yönetim Kurulu Üyeliği yaptı. Milli Türk Talebe Birliğine bağlı dernek toplantısında Komünizmle Mücadele Komisyonu Üyeliğine seçildi. Türk Kültür Ocağı adlı cemiyetin iki devre başkanlığında bulundu. Ayrıca Milliyetçiler Federasyonu Başkanlığını yürüttü. Bir yıl müddetle Milliyetçiler Derneği İstanbul Şubesi Başkanlığında bulundu. Said-i Nursi'nin ve Risale-i Nur talebelerinin savunmalarını kabul ettiği için bazı dernek mensuplarının itiraz etmeleri üzerine Milliyetçiler Derneğinden istifa etti. Bütün mesaisini, dini faaliyetlerinden dolayı tutuklanan Müslümanların savunmasına ayırdı.

1973 yılında hac vazifesini yerine getirmek üzere Hicaz'a gitti. Hac vazifesini ifa ettikten sonra Suudi Arabistan'ın Cidde Radyosu Türkçe Yayın Bölümünde çalıştı. 1989 yılında yaş haddi sebebiyle çalışma akdi sona erdiğinden Türkiye'ye döndü.

Sakin ve mütevazi bir hayat yaşamaya devam etti. Tutulduğu kanser hastalığından kurtulamayarak 14 Haziran 1992 Pazar günü İstanbul'da vefat etti. Fatih Camiinde kılınan cenaze namazından sonra Eyüp Kabristanlığına defnedildi.

Bütün ömrü mücadele ile geçen Bekir Berk'in, çeşitli gazete ve dergilerde makaleleri bulunduğu gibi, çeşitli eserleri de vardır. Sabahaddin Aksakal tarafından yayınlanan Hakkın Müdafaası adlı eserde bazı müdafaaları yayınlandı. Eserlerinden bazılarının isimleri ise şunlardır:

Komünizme Karşı Mücadele, Dünya Anayasalarında Din, Patrikhane ve Kıbrıs, Mülakat, Ankara Davası, İslami Hareket, Müslümanlar Kızıllarla Bir Tutulamaz, Kanunsuz Suç Olmaz, İlmi ve Hukuki Açıdan Nurculuk Davası, Kararlar (I-II), İthamları Reddediyorum, Hakkın Zaferi İçin, Zafer Bizimdir, Türkiye'de Nurculuk Davası, Körfez Fitnesi.

BEKİR KÜTÜKOĞLU

Cumhuriyet devri tarihçilerinden. 1926 yılında Nevşehir'in Ürgüp ilçesinde doğdu. İlköğrenimini doğum yerinde, orta öğrenimini Kayseri'de gördü. Başarılı bir talebe olan Bekir Kütükoğlu 1944'te Kayseri Lisesi Fen Bölümünü bitirdi. İstanbul'a giderek Teknik Üniversiteye girmek üzere aday kaydını yaptırdı. Hatta ilk günkü imtihana girdi. O sırada İstanbul Yüksek Öğretmen okuluna, lisede üç yıl iftiharla geçenlerin imtihansız kabul edildiklerini örğenip Teknik Üniversiteye girmekten vaz geçti ve Yüksek Öğretmen Okuluna kaydoldu. Bir taraftan Yüksek Öğretmen Okulunda okurken, diğer taraftan Edebiyat Fakültesindeki derslere devam etti. 1948'de Yüksek Öğretmen Okulunu bitirdikten sonra Adana'nın Haruniye ilçesine bağlı Düziçi Köy Enstitüsüne tarih öğretmeni olarak tayin edildi. Bir müddet bu okulda vazife yaptıktan sonra askere gitti. Askerlikten sonra Zonguldak'a tayin edildi. 1951 yılında İstanbul'da toplanan Müsteşrikler Kongresinde vazife alan Bekir Kütükoğlu 23 Ocak 1953'te İÜ Edebiyat Fakültesinde Umumi Türk Tarihi Kürsüsü asistanı olarak vazife aldı. Prof. Zeki Velidi Togan tarafından asistanlığa alındı. 23 Ocak 1953'te İÜ Edebiyat Fakültesinde Umumi Türk Tarihi Kürsüsü asistanı olarak vazife aldı. Bu sırada Rusçayı öğrendi. Zeki Velidi Togan onun Orta Asya Tarihiyle ilgili bir tez hazırlamasını Bekir Kütükoğlu da Osmanlı arşiviyle ilgili bir tez hazırlamayı istediği için araları açıldı. Zeki Velidi Togan'ın kürsüsünden ayrıldı.

Prof. Cavit Baysan tarafınan kendisinin müdürü bulunduğu Türkiyat Enstitüsü'ne müdür muavini olarak getirildi. 31 Mart 1954'te bu vazifeye başlayan Bekir Kütükoğlu, Cavit Baysun'un başkanı olduuğu Yeniçağ Tarihi Kürsüsündeki Dr. Münir Aktepe'den boşalan kadroya asistan olarak vazifelendirildi.

Bundan sonra hızlı ve yoğun bir çalışma yapan Bekir Kütükoğlu hazırladığı "Osmanlı-Safevi Münasebetleri"(1578-1590) konulu teziyle Mart 1957'de doktor ünvanını aldı. Arkasından da aynı konunun 1590-1612 seneleri arasını ihtiva eden doçentlik çalışmasına başladı. Bu arada Yeniçağ Tarihi Kürsüsündeki faaliyetlere de aktıldı. Bu kürsü mensuplarının müşterek çalışmalarıyla gerçekleştirilen Ali'nin Mevaidü'n-Nefais fi Kavaidi'l-Mecalis adlı eserinin baskıya hazırlanmasında önemli vazife aldı. 1959'da Vak'anüvis Vasıf Efendinin kaynaklarından olan Çeşmizade Mustafa Efendinin Tarihinin edition critique adlı eserini yayımladı. Doçentilk tezi çalışmaları sürerken Fransız kütüphane ve arşivlerinde araştırma yapmak üzere Haziran 1961'de Parise gitti. Pariste kaldığı bir sene içinde ve kısa bir müddet için gittiği Londra'da şark yazmalarıyla ilgili hayli malzeme topladı.

1962'de Osmanlı-İran Siyasi Münasebetleri adlı eserini bastırdı. Kasım 1965'te doçent olan Bekir Kütükoğlu 1967 martından itibaren Edebiyat Fakültesinde öğretim üyeliği yanında Yüksek İslam Enstitüsünde iki yıl müddetle müdürlük yaptı. 1970'de bir yıl süreyle Londra'da British Library ve Devlet arşivi ile Paris bibliothéque Nationale ve Viyana National-bibliothek'de incelemelerde bulunduktan sonra 1971 başında yurda döndü. Ord. Prof. Ömer Lütfi Barkan'ın ayrılmasıyla boşalan Fen Fakültesi İnkılab Tarihi derslerini de yürüttü.

1974 mayısında Katib Çelebi Fezlekesinin Kaynakları adlı takdim tezini sunarak profesör oldu. 1976'dan itibaren birkaç yıl Edebiyat Fakültesi İnkılab Tarihi derslerini okuttu. 5 Ekim 1983'te Yeniçağ Tarihi Anabilim Dalı başkanlığı, 1 Temmuz 1983'de Edebiyat Fakültesi İslam Araştırma Merkezi müdürlüğü, 25 ocak 1990'da ise Tarih Bölümü başkanlığına getirilen Bekir Kütükoğlu 28 Haziran 1990'da İstanbulda öldü.

Yurt içi ve yurt dışındaki çeşitli kongre, sempozyum, seminer ve kongrelere katılarak tebliğler sunan Bekir Kütükoğlu Türk Tarih Kurumu ve Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü asil üyeliklerinde bulundu. Milli EğitimBakanlığınca yayınlanan İslam Ansiklopedisi'nde murahhas aza ve murahhas müdür olarak vazife yaptı. Tercüman Gazetesince yayınlanan 1001 Temel Eser serisinin kontrolünde vazife aldı.

Osmanlı kültürüne ve kaynaklarına vukufiyeti, tetkiklerinde titizliğiyle ve tevazusu ile tanınan Bekir Kütükoğlu'nun; Çeşmizade Tarihi, Osmanlı-İran Siyasi Münasebetleri, Katip Çelebi Fezlekesinin Kaynakları adlı basılı eserlerinden başka çeşitli ansiklopedi ve dergilerde yayınlanan makaleleri ve tebliğleri de vardır. İslam Ansiklopedisi'ne yazdığı Vekayinüvis maddesi bunun örneklerindendir.

BEKİR PAŞA (Koca)

Kaptan-ı derya, Sultan İkinci Mustafa’nın damadı, vezir.

1670 yılında Alanya’da doğdu. Sarayda yetişerek darbhane eminliğine kadar yükseldi. Bu vazifedeyken vezir rütbesi ile Cidde ve peşinden de Mısır valiliğine tayin edildi. Çeşitli yerlerde valilik yaptıktan sonra, Kıbrıs muhassıllığında ve Eğriboz muhafızlığında bulundu. Birinci defa olarak 1732 senesinde kaptan-ı derya oldu. On bir ay kadar bu vazifede bulunduktan sonra nişancılık verildi. Sultan İkinci Mustafa’nın kızı Safiye Sultanla evlendi (1740). 1750 senesinde ikinci defa kaptan-ı derya oldu. Üç sene sonra bu vazifeden alınıp Cidde valiliğine tayin edildi ise de ihtiyarlığını ileri sürerek İstanbul’da kaldı. Gelibolu ve Alanya’ya sürgüne gönderildi (1752).

Ömrünün son yıllarını İstanbul’da Safiye Sultanın sarayında geçirdi. Çeşitli yerlerde cami, medrese, çeşme gibi hayır eserleri inşa ettirdi. Doksan yaşındayken vefat etti (1759). İstanbul’da defnedildi.

BEKİR SITKI ERDOĞAN

Günümüz şairlerinden. 1926’ da Karaman’da doğdu. İlk ve ortaokulu burada okuduktan sonra, Kuleli Askeri Lisesini bitirdi. Harp Okulundan 1948’de mezun olduktan sonra on yıl kıta subaylığı yaptı. Ankara'da bulunduğu yıllarda, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirerek İstanbul’da edebiyat öğretmenliği yaptı.

Şiirleriyle tanındı. Bunlardan divan ve halk şiirimizin sadeleşmiş şekline benzer yazdığı ilk 22 şiirini bir kitap halinde 1949’da çıkardı. Çeşitli edebiyat ve sanat dergilerinde şiirleri yayınlandı. Hece ve aruz vezni ile şiirler yazan şairin en çok tanınan şiiri, Hancı adıyla meşhur olan Binbirinci Gece adlı manzumesidir. Şiirleri his ve hasret yüklüdür. Aruzla yazdıklarında bir varlık gösterememiştir.

Eserlerinden bazıları: Bir Yağmur Başladı, Dostlar Başına, Binbirinci Gece.

BİNBİRİNCİ GECE (Hancı’dan iki dörtlük)

Gurbetten gelmişim, yorgunum hancı

Şuraya, bir yatak ser yavaş yavaş...

Aman karanlığı  görmesin gözüm!

Beyaz perdeleri ger yavaş yavaş.

 

Sıla burcu burcu, ille ocağım,

Çoluk çocuk hasretinde kucağım...

Sana her şeyimi anlatacağım,

Otur baş ucuma, sor yavaş yavaş.

BEKRİ

Müslüman coğrafya alimi. İsmi, Abdullah bin Abdülaziz bin Muhammed el-Bekri el-Endülüsi olup, künyesi Ebu Ubeyd’dir. Doğum tarihi bilinmemektedir. İşbiliye’nin batısında Seltiş adlı yerde doğdu. Bekri Kabilesinden olduğu için Bekri nisbesiyle meşhurdur. 1094 (H.487) senesinde Kurtuba’da vefat etti. Ümmü Seleme Kabristanına defnedildi.

Babası, Endülüs’teki Kurtuba şehrine yerleşince, burada aralarında Ebu Mervan bin Hayyan'ın da bulunduğu meşhur alimlerden ders aldı. Şiirleri ile meşhur olup, ayrıca edebiyat, tarih, botanik ve coğrafya alanında söz sahibiydi.

İbn-i Safdi, onun hakkında şöyle demektedir: “Endülüs sultanları, birbirlerine Bekri’nin eserlerini hediye gönderirlerdi. Kurtuba’da yetişti. Daha sonra Mürri’ye gitti. Mürri Emiri Muhammed bin Main, kendisiyle sohbet etmek, fikirlerinden faydalanmak üzere onu yanında alıkoydu ve bol maaş bağladı. Bu yüzden bazı tarihçiler, vezirliğini de zikretmişlerdir. Ebu Ubeyd Bekri, Murabitinler Muharebesinden sonra Kurtuba’ya döndü ve ömrünün sonuna kadar burada kaldı.”

Bekri, çeşitli ilim dallarına ait pekçok eser yazdı. Önemli eserleri şunlardır:

1) Kitabü Mu’cemi Meste’cem: Coğrafya alanında yazdığı en önemli eseridir. Dört cüz olan eser; Kur’an-ı kerimde, hadis-i şeriflerde, eski Arap vak’a-name ve şiirlerinde ve Müslümanlığın yayılmasında adı geçen şehir, kale, dağ, köy gibi yerlerin adlarını içine alan bir coğrafya sözlüğüdür. Bu isimlerin çoğunluğu Arabistan Yarımadasına aittir. Diğer bölgelere ait yer isimleri, yer yer yazılmıştır. Kitap, Wüstenfeld tarafından iki cilt halinde yayınlanmıştır. Milano Ambrosiana Kütüphanesinde üç ciltlik bir nüshası vardır.

2) Kitab-ül-Mesalik vel-Memalik: Bekri’yi şöhrete kavuşturan eseridir. Tamamı zamanımıza ulaşmamıştır. Eserin bir kısmı El-Muğrib fi Zikri İfrikıyye vel-Mağrib ismi ile basılmıştır. O zamanda yazılan bütün coğrafya kitapları gibi, şehirleri ve bunların vasıflarını anlatmaktadır. Mısır coğrafyası, Irak, Maveraünnehr ve İspanya coğrafyası hakkında bilgi veren kısmı, Baron de Slane tarafından 1857 senesinde bastırılmıştır. Eserin bu bölümü Avrupa dillerine de tercüme edilmiştir. Bu eserin Nuruosmaniye Kütüphanesinde bulunan yazma nüshası esas kabul edilmiştir. Bu yazmanın sekizinci bölümü Ruslara ve Rusya’ya ait olup; burada Akdeniz, Karadeniz, Azak ve Hazar denizine, Ceyhun Nehri ile diğer büyük nehirlere dair bilgiler de vardır.

3) A’lam-ün-Nübüvve:Peygamber efendimizin nübüvveti hakkındadır.

4) Et-Tenbih ala Ağlat-ı Ebi Ali el-Kali fi Şerh-i Kitab-il-Emval li-İbn-i Sellam: Matbu olan eserin bir kısmı yazma olup, 1211 (H.608) senesinde Ribat’ta istinsah edilmiştir (el yazısı ile çoğaltılmıştır).

5) Şerhu Emal-il-Kali, 6) El-İhsa fi Tabakat-iş-Şuara, 7) A’yan-ün-Nebat, 8) Eş-Şeceriyyat-ül-Endülüsiyye, 9) Mu’cemu ma Üstü’cime mi’nel-Buldan vel-Emakin, 10) Şerh-ul-Emsal-is-Saire.

BEKTAŞİLİK

Büyük veli Hacı Bektaş-ı Veli'nin tarikatına verilen ad. Hacı Bektaş-ı Veli'nin derslerini takib eden ve vefatından sonra da ondan feyz alıp, gösterdiği yolda giden Müslümanların yolu.

Bektaşi denilen tarikat mensupları, Hacı Bektaş-ı Veli'ye bağlı olarak Anadolu'nun dini, iktisadi, askeri ve sosyal teşekkülü olan Ahilik teşkilatına büyük yardım ve hizmetlerde bulundular. Hacı Bektaş-ı Veli'nin ve talebelerinin Osmanlı Devletinin kuruluş devrinde ve devletin sağlam temellere oturmasında büyük yardımları oldu. Yeniçeri ordusu Hacı Bektaş-ı Veli'yi kendilerine manevi pir olarak kabul etti ve onun yolunda olanlara saygı gösterdiler.

Bektaşi denilen bu tarikatın hak yolda olan mensupları zamanla azaldı. Bu arada bozuk fikirleri sebebiyle Timur Hanın oğlu Miranşah tarafından babasının emri ile öldürülen Fadlullah-ı Hurufi'nin (1340-1393) talebeleri, Anadolu'ya kaçarak bektaşi tekkelerine sığındılar. Kendilerini bektaşi göstererek Fadlullah-ı Hurufi'nin bozuk fikirlerini yaydılar. Zamanla hakiki Bektaşilik tamamen unutularak yerini hurufi fikirleri aldı. Bugün bektaşi deyince iki çeşit insan anlaşılır: Birincisi, hakiki doğru bektaşi olup, Hacı Bektaş-ı Veli'nin gösterdiği hak yolda giden temiz Müslümanlardır. İkincisi sahte, yalancı bektaşilerdir. Bunlar bozuk yolda olan hurufiler olup "batıla" ismi ile anılırlar. Halk arasında anlatılan bektaşi fıkraları bu sahte ve yalancı ve sapık bektaşilere aittir (Bkz. Hurufilik).

BEL AĞRISI

Belde çeşitli hastalıkları gösteren belirti. Bel omurları çok hareketlidir ve öne, arkaya, yanlara bükülebilir ve hatta kendi ekseninde dönebilir. Birçok bel ağrısı vak’aları bu hareketlerdeki ufak tefek bozukluklardan meydana gelir. Ağrı, bel omurgası etrafındaki kaslardan da kaynaklanabilir. Kaslar omurgayı sabitleştirmeye, bükmeye yararlar. Bu tip mekanik sebepli bel ağrıları genellikle hareketle kötüleşirler. Hasta istirahatle fazla tedaviye gerek olmadan iyileşir. Genellikle bahçe kazma, eşya taşıma gibi şahsın alışmadığı ağır bir iş yapma, belirgin bir sebep olarak mevcuttur. Bu tip ağır işler dikkatli yapılmalıdır. Ayrıca arasıra yürümek gibi hafif eksersizler yapmak da faydalıdır. Vak’aların çoğunda istirahat, etkilenen bölgeye sıcak uygulamak, ağrı kesici, kas gevşetici ilaçlar almak yeterlidir. Birçok hasta sert yatakta veya yer yatağında yatmaktan fayda görmektedir.

Eğer ağrı 3-4 günde geçmezse doktor bel grafisini isteyebilir. Bu film çekilmeden bele masaj vb. elle müdahaleler yaptırmamalıdır.

Yaşlılar, daha önce bel kayması geçirenler, bedenen çalışanlar, şişmanlar, boyu uzun olanlar bel ağrısına daha sık yakalanırlar.

Bel Ağrısının Sebepleri

Sık görülenler:Fibrosit, böbrek problemleri, kas incinmesi, eklemde kireçlenme (osteoartrit), burkulma ve hafif zorlamalar, bel kayması.

Az görülenler:Romatizma çeşitleri, kanser, kemik erimesi.

Korunma: Bel ve sırt problemini önlemenin en güzel yolu sırtın tabii duruşunu hiç bir zaman bozmamaktır. Kadınlar alış-veriş ve ev işlerinde yassı topuklu ayakkabılar giymelidirler. Sırt ağrısından şikayet edenler hiçbir zaman yüz üstü yatmamalıdır. Yumuşak bir yatak, beli desteklemeyeceği için ağrıya sebeb olur. Yatağın altına sert bir tahta yerleştirilebilir.

Bacakları bükmeden önce doğru eğilmemelidir. Bu hareket bahçelerde çalışanlarda görülen bel ağrısının en sık sebebidir. Eğilinecekse dizler üzerine çömelerek eğilmelidir.

Araba kullanırken, otururken, okurken kamburu çıkarmamalıdır. Sırt pozisyonunu koruyan, fazla yumuşak olmayan sandalyeler seçilmelidir. Dik durulmalı, kitabı dize koyup, ellerle tutarak göze yaklaştırmalıdır.

Ağır bir eşyayı yalnız kaldırmamalı, yardım edecek bir kimseyi bulmalıdır. Eşya taşırken öne eğilmemelidir. Yanlış taşımak ve yatmak bel ağrısının sık görülen sebeplerindendir. Kaldırılacak eşya ile beraber çömelmeli, ayakları açıp eşyaya yaklaşmalı, taşırken eşyayı kendine doğru çekmeli ve rahat kıyafetler giymelidir.

Alış-veriş dönüşünde yüklerin hepsini bir büyük çantaya doldurmamalıdır. Yükün tek tarafa binmesi, beli zorlar. Yükü iki çantaya eşit olarak bölmeli, her birini bir elle taşımalıdır. Böylece ağırlık dengelenmiş olur. Gerektiğinde istirahat etmeli, fazla yorulmamalıdır.

BEL FITIĞI

Omurlararası disk fıtığı (Hernidiscal). Omurlararası disklerde çeşitli sebeplerle husule gelen, harabiyet ile kendini gösteren ve şiddetli ağrıya sebeb olan durum.

Omurgayı meydana getiren kemik kısmın, yani omurların arasında, bağ dokusundan yapılmış diskler bulunmaktadır. Omurlararası diskler, yuvarlak bir yastık gibi olup, ortada nükleus pulpozus denilen yumuşak kıvamlı bir kısım, onun çevresinde de annulus fibrozus denilen sert kıkırdaksı kısım bulunur. Üstte ve altta da kıkırdaksı bir yapı, diskin yapısını tamamlar. Nükleus pulpozus; yumuşak, jelatinimsi, oval şekilli bir kitledir. Su bakımından zengin ve gergin olan bu kısım, bir otomobil amortisörü gibi omurgaya binen ağırlığı dengeler ve dağıtır. Annulus fibrozus ise oldukça kuvvetli bir dokudur. Özel lifleri ile omurlara tutunmuştur. Yaşlanmayla birlikte diskin ihtiva ettiği su miktarı % 80'den % 60'a kadar düşer. Yaşlanmayla elastik fibriller de giderek azalır ve disk, dıştan gelecek etkilere daha hassas hale gelir.

Ani travmatik (zedeleyici) basınç, omur çekirdeği içindeki basıncı o derece arttırabilir ki, kıkırdağımsı tabakalardan veya annulus fibrozus yırtıklarından fıtık teşekkül edebilir. Her iki halde de omurlararası mesafe daralır ve mafsalda kısmi bir çıkık meydana gelir. Böylece, omurilikten sinir köklerinin çıktığı delikler daralır.

Bu suretle sinir kökleri basınca uğrayabildiği gibi, husule gelmiş olan nükleus pulpozus fıtığı da, buradaki muhtelif sinir dokuları üzerine basınç yaparak, çeşitli sinirsel belirtilere yol açabilir. Fıtık hareketli olabilir. Bu durumda, çıkmış olduğu yerden tekrar içeri girebilir ve belkemiğinin ikinci bir zorlanmasında yeniden dışarı çıkabilir. Dışarı çıkan nükleus pulpozus; kurur, değişmeye uğrar, bu yüzden de omurlararası mesafe daralır.

Müzmin zorlanmalar da diskte değişikliklere sebeb olurlar. Bu değişikliklerin, önce annulus fibrozusta olduğu kabul edilmektedir. Bu durum, nükleus pulpozusun dışarı çıkabilmesi için zemin hazırlarlar. Bel fıtıklarının % 90'ı 4 ve 5. bel omurları arasındaki veya 5. bel omuruyla kuyruk sokumu arasındaki disklerde görülmektedir. Bununla beraber, disk fıtığına nazaran daha az oranda üst omurlarda da rastlanmaktadır. Boyun disklerinde görülenler % 5, göğüs disklerindekiler ise % 1 kadardır. Omurlararası disk fıtıklarının çoğunluğu bel bölgesinde görüldüğü için genellikle omurlararası disk fıtığı denilince bel fıtığı anlaşılmaktadır. Mekanik yüklenmenin en fazla olduğu kısım beldir. Ayrıca bu bölgede yumuşak doku desteği de azalmıştır ve buradaki omurların bağları incedir.

Fıtıklaşan diskin yerine göre kişideki belirtiler de değişir. Sinire olan baskı daha çok bir omurilik sinirinin kökünü ilgilendirir. Şiddetli hasarlarda ön köklerin de basınca uğraması halinde siyatik sinir sahasında felçler de başgösterir. Hasta zorlanmayı müteakib aniden belin alt kısımlarında teşekkül eden ağrıdan şikayet eder. Takip eden aylar içinde lumbago denilen ağrı krizleri meydana gelir. Bundan sonra siyatik sinir boyunca bacağa ağrı yayılması görülür. Ağrıların yayılışı, basınca uğrayan sinire bağlıdır. Öksürme, aksırma, ıkınma, eğilme gibi hareketler ağrıyı arttırır. Bu kısımlarda uyuşma bulunabilir, bazan his kaybı da vardır (ayak bileğinin arka kısmına vurunca ayağın refleksi olarak hareketiazalmıştır). Bazı vak'alarda dizkapağı refleksi de azalmış veya kaybolmuştur. Fıtıklaşma sinir köküne baskı yapmazsa, sadece bel ağrısı vardır. Fıtıklaşma sinirlere doğru değil de omur cisimlerine doğru olursa hiç bir belirti olmayabilir. Fıtıklaşma, omuriliğin uç kısımlarından çıkan at kuyruğu şeklindeki sinirler üzerine baskı yaparsa, sinir belirtilerine ilaveten idrar ve büyük abdest tutamama da görülür. Bel fıtığının vuku bulduğu omur, üzerine basmakla ağrılıdır. Bu bölgede kaslar kasılıdır ve omurgada ağrıyı azaltmak üzere hafif bir eğrilik mevcuttur.

Disk fıtığı şüphe edilen hastalarda röntgen filmi mutlaka çekilmelidir. Böylece bu filmlerle bir disk hastalığı teşhisi konmasa bile diğer ağrılı belkemiği hastalıklarının çoğu bertaraf edilebilir. Kesin teşhis için, Lipiodol denilen ilaçla yapılan ve myelogram adı verilen filme ihtiyaç duyulabilir. Myelogram, ancak ameliyat düşünülen vak'alara, bel fıtığının kesin durumunu tesbit etmek için uygulanmaktadır. Ayrıca Bilgisayarlı Bel Tomosu, bu bölgedeki hastalıkları ayrıntıları ile gözler önüne sermektedir.

Bel fıtığı tedavisinde ilk prensip, hastanın sert bir yatakta yatmasının sağlanmasıdır.Yatak yaylı olmamalıdır, ince bir şilte ve ince bir yastık uygundur. Hasta üç hafta kadar yatak istirahatine devam eder.

Traksiyon (çekme) suretiyle sinir köklerini baskıdan kurtarmak ve böylece ağrıları gidermek mümkündür.Traksiyon ekseriya fizik tedavi veya ortopedi kliniklerinde bulunan özel aletlerle yapılmaktadır. Bazı vak'alarda traksiyon esnasında fıtıklaşmış olan kısım tekrar içeri girip şifa husule gelirse de, nüksetmesi daima mümkündür. Halk arasında "bel çektirmek" diye bilinen ve kırık-çıkıkçılar tarafından uygulanan iş de, elle uygulanan bir traksiyondur. Kırık varsa traksiyon yapılmaz. İlaveten hastaların ağır kaldırmaması, üşütmemesi ve korse kullanması faydalıdır.

Hastaya ayrıca ilaç olarak kas gevşeticiler, ağrı kesiciler ve müsekkinler verilir. Akupunktur, masaj aletlerinden çok iyi neticeler alınmaktadır. Fizik tedavi olarak; lokal sıcak tatbiki de mümkündür ve faydalıdır. Bu gaye için; infraruj ışınları, parafin, sıcak kompres, tuğla vb. kullanılabilir. Ağrı hafifledikten 5-6 gün sonra zorlanmadan bel eksersizleri yapılabilir. 3-4 haftada hasta yavaş yavaş ayağa kaldırılır ve en az bir ay korse giydirilir.Sık nükseden idrar ve dışkı tutamama, sinir belirtilerinin artması durumlarında cerrahi müdahale yapılır.

BELAGAT

Alm. Deklamatorik (m), Rhetorik (m), Fr. Elocution (f), Rhéotorique, İng.Elequence, rheotoric. Sözün fasih (güzel, düzgün) olmakla beraber, hale ve makama uygun olması. İnsanların belagat ilmine göre konuşanlarına “beliğ” denir. Sözün fasih olması için, ifadede kusur bulunmaması yerinde ve konuşulan makama  uygun olması gerekir. Söz ne kadar düzgün ve süslü olursa olsun, yerinde ve konuşulan şahsa göre söylenmezse  belagattan uzaktır. Mevki makam sahibi bir kimsenin, karşısında basit ve laubali; cahil bir kimseye de, alimle görüşür gibi söz söyleyen, yerinde ve adamına göre hitab etmesini bilmiyor demektir.

Belagata, düzgün ve yerinde söyleyebilmek kabiliyeti de denebilir.

Belagat, cahiliye devri Arap edebiyatında hayli gelişmişti. Fakat bunun bir ilim haline gelişi İslamiyetten sonradır. Hakiki İslam alimleri, belagat ilmini bilen, beliğ kimselerdi.

Kur'an-ı kerim aynı zamanda bir belagat ölçüsü olarak usul, misal ve kaideler kaynağıdır.

Bu ilmi, bütün kısımları ile birlikte ilk defa sistemleştiren Arab dilinin değerli bilgini büyük Türk dilcisi Siraceddin Sekkaki’dir. Belagat ilminde diğer mühim kitaplardan biri de Teftazani’nin Mutavvel adlı eseridir.

BEL'AM BİN BAURA

Musa ve Yuşa aleyhimesselam zamanlarında yaşayan, İsm-i azam duasını bilip, her duası kabul olurken, dünyaya meylettiği için doğru yoldan ayrılan kimse.

Musa aleyhisselam vefat ederken yerine Yuşa bin Nun aleyhisselamı halife bıraktı. Allahü teala Yuşa aleyhisselamı da İsrailoğullarına peygamber olarak vazifelendirdi. Yuşa aleyhisselam, İsrailoğullarının başında olduğu halde Arz-ı mev'ud denilen bölgeye gidip, Eriha ve İlya (Eyliya) şehirlerini fethettikten sonra, Belka şehrini kuşattı. Belka şehrinin Belak ismindeki zalim hükümdarı, Yuşa aleyhisselama karşı aciz kalıp, İsm-i azam duasını bilen, her duası kabul olan, ilim ve ibadette yüksek, sözlerini yazıp istifade etmek için elinde hokka ve kalem ile yanında 2000 kişi bulunan ve İbrahim aleyhisselamın dinine inanan Bel'am bin Baura isimli kimseden yardım istedi. Yuşa aleyhisselama ve ordusuna karşı beddua etmesini istedi. Belka şehri ahalisi de gelip beddua etmesi için Bel'am bin Baura'ya yalvardılar. Bel'am, Allahü tealanın peygamberine karşı beddua edemeyeceğini bildirdiyse de, azgın ve imansız Belka şehri ahalisi bedduada bulunması için daha çok ısrar ettiler. Bel'am bin Baura'ya hediyeler getirip birçok dünyalık vad ettiler. Karısı da; "Eğer bu kavmin topraklarımızdan gitmesi için dua etmezsen senden ayrılacağım!" diye tehditte bulundu. Zalim hükümdar da beddua etmediği takdirde onu idam edeceğini söyleyerek idam sehpası kurdurdu.

Bütün bunlar karşısında Bel'am bin Baura'nın gönlünde dünya malına ve servetine karşı meyl belirdi. Dua etmeye razı olarak şehrin dışındaki Husban Dağına gitti. Husban Dağının tepesine ulaşınca, ellerini dua için kaldırdığı zaman, dilinden Belka şehri ahalisi aleyhine, Yuşa aleyhisselamı ve İsrailoğulları lehine kelimeler dökülmeye başladı. Bu sözleri işiten Belka şehri ahalisi; "Ey Bel'am! Ne yapıyorsun? Onlara dua, bize beddua ediyorsun!" dediler. Bel'am onlara; "Bu sözleri isteyerek söylemiyorum. Allah tarafından böyle konuşturuluyorum!" dedi.

Bu sırada Allahü tealanın hikmetiyle dili ağzından çıkıp göğsü üzerine sarktı. Allahü tealanın kendisine ihsan ettiği nimetlerin kıymetini bilmeyen, irade-i cüz'iyyesini şeytanın ve kötü insanların istekleri doğrultusunda kullanan Bel'am bin Baura, nefsin ve şeytanın saptırmasıyla, dünya malına ve kadına meylederek yeni hileler peşine düştü ve imansız öldü. Kur'an-ı kerimde A'raf suresinin 175. ve 176. ayet-i kerimelerinde soluyan köpeğe benzetildi. "Onun gibiler köpek gibidir." sözü, dillerde darb-ı mesel kaldı.

BELAZURİ

Dokuzuncu yüzyılda yetişmiş büyük tarih ve edebiyat alimi. İsmi, Ahmed bin Yahya bin Cabir bin Davud el-Belazuri'dir. Künyesi, Ebu Cafer, Ebu Bekr ve Ebu Hasan gibi değişik şekillerde bildirilmiştir. Belazuri nisbesi ile meşurdur. Doğum tarihi bilinmemektedir. Sekizinci asrın sonlarında, Bağdat'ta doğduğu kabul edilir. Dokuzuncu asırda yetişmiştir. Fars asıllı olduğu da söylenir. 892 (H. 279) senesinde vefat etti.

Belazuri, önce Bağdat'ta bulunan alimlerin derslerine devam etti. Onlardan hadis-i şerif, siyer ve çeşitli ilim dallarında çok faydalandı. En çok ders aldığı alimler; Hüseyin bin Ali el-Esved, Kasım bin Sellam, Ali bin Muhammed el-Medaini, Vakıdi'nin katibi olan İbn-i Sa'd'dır.

Sonra Şam'a gitti. Orada devrin büyük alimlerinden Hişam bin Ammar ile Ebu Hafs Dımeşki'nin derslerini dinledi. Sonra Şam çevresinde alimlerin bulunduğu Humus, Antakya, Cezire, Rakka ve Rum sınırlarını dolaştı. Böylece Belazuri, Irak ve Şam gibi önemli iki ilim merkezinin özellikle tarih hakkındaki bilgilerini kendisinde toplamış oldu. Şam, Humus,Menbec, Rum hududu ve Antakyalılardan, oraların fethi ve tarihi ile alakalı çok malumat topladı ve bu bilgilerle eserlerini zenginleştirdi.

O, İbn-i Sa'd vasıtasıyla, Vakıdi'nin fetihlerle alakalı bütün rivayetlerini elde etti. Ebu Ubeyd Kasım bin Sellam'dan öşr ve harac ile alakalı mevzuları öğrendi. Bunların sonunda, memleketler hakkında bilgili ve ufku geniş bir tarihçi, neseb alimi, geçmiş hadiseleri rivayet eden (nakleden) bir ravi durumuna geldi. Farsça da öğrenen Belazuri, Ahd-i Erdeşir adlı eseri Arapçaya tercüme etti. 892 yılında vefat etti.

Belazuri'nin eserleri çoktur. Fakat şu ikisi çok meşhurdur:

1. Fütuh-ül-Büldan:Peygamber efendimizin gazalarından, Suriye, Cezire, Mağrib, Irak ve İran'ın fetihlerinden bahsetmektedir. Yeri geldikçe, hadiselerin geçtiği yerlerin, ilmi, kültürel ve diğer sosyal durumlarından bahseder. Vergi meselelerine ve Arapçanın tarihçesine dair kıymetli bilgiler verir. Eser, yazıldığı asra kadar olan devrede, Müslümanların yaptığı fetihler için iyi bir kaynaktır. İngilizce, Almanca ve eksik bir şekilde Latinceye de çevrilmiştir.

2. Kitab-ul-Ensab ve'l-Ahbar: Ensab-ül-Eşrafadıyla da tanınır ve bu isimle yayınlanmıştır. Belazuri, bu kitabına Peygamber efendimizin mübarek hayatlarıyla başlamıştır. Sonra Abbasiler ve Emevileri anlatır. Sonra bunların dışında kalan Kureyşlilerden, Mudar kabilesinin kollarından bahseder.Son kısmı Kay kabilesinin Sakif koluna ayrılmıştır. Ayrıca Haccac hakkında geniş bilgi vardır. Eserin çeşitli baskıları yapılmıştır.

BELÇİKA

DEVLETİN ADI

Belçika Krallığı

BAŞŞEHRİ

Brüksel

NÜFUSU

9.978.000

YÜZÖLÇÜMÜ

30.518 km2

RESMİ DİLİ

Fransızca, Flamanca, Almanca

DİNİ

Hıristiyan, (Protestan, Katolik)

PARA BİRİMİ

Belçika Frangı

Avrupa'nın en küçük ülkelerinden birisi. Kuzeyinde Kuzey Denizi ve Hollanda, doğusunda Almanya ve Lüksemburg, güney ve batısında Fransa vardır. Sınırları çok girintili ve çıkıntılı olup, uzunluğu 1445 km, kıyı uzunluğu ise 67 kilometredir.

Tarihi

Belçika'ya ilk yerleşenler Belgealar olup, 5. asra kadar Roma İmparatorluğunun idaresi altındaydılar. Beşinci asırda ise Frankların istilasına maruz kaldılar. Daha sonra ülke Charles (Şarlken)in Batı imparatorluğuna dahil oldu. 1477'den sonra, Şarlken'in yeğeni Maximilian'ın eline geçti. Bundan sonra 300 sene kadar Belçika yabancılar tarafından idare edildi. 1713'te Avusturya İmparatorluğunun eline geçti ve "Avusturya Hollandası" diye anıldı. Fransa 1813'te Belçika'yı işgal etti. 1815'te Napolyon yenilince, Belçika Hollandalıların idaresine girdi. 1830'da Belçikalılar birleşerek Fransa ve İngiltere'nin garantisi altında bağımsız bir devlet kurdular. 4 Haziran 1831 tarihinde bir krallık haline gelen Belçika, Afrika'da sömürgecilik hareketlerinde de bulundu. Sömürgelerinden en son Kongo, 3 Haziran 1960'da bağımsızlığını kazandı. Belçika, Birinci ve İkinci Dünya Harbine iştirak etmiş olup her iki savaşta da Almanya tarafından işgal edilmiş, Almanya'nın yenik düşmesi üzerine işgalden kurtulmuştur. Birleşmiş Milletler ve NATO  üyesidir.

Fiziki Yapı

Belçika coğrafi bakımdan üç bölgeye ayrılır. Batıda "Aşağı Belçika", "Orta Vadi" ve güneydoğuda "Ardennes Platosu"dur. Aşağı Belçika, düz bir arazi olup, Hollanda ve Kuzey Denizi tarafından yaklaşık 64 km çevrilmiştir. Aşağı Belçika'daki Batı Flanders eyaleti 500 km kıyı kesimleri polder denilen setlerle çevrilidir. Böylece okyanus taşmalarına karşı korunmaktadır. Kuzeydeki Kampenlanda ve doğu kısımları kumlu ve tarıma elverişli olmayan topraklara sahiptir. Ancak önemli kömür kaynakları burada yer alır. Anthracite kömürü Belçika'nın başlıca gelir kaynağıdır. Kaolin, demir ve kireç taşı da bol miktarda bulunur.

Nüfusun büyük bir kısmı Orta Belçika'da bulunur ve burası yumuşak dalgalı vadilerle bölünmüştür. Bu bölge son derece mümbit bir arazi olup, son zamanlara kadar Belçika'nın başlıca kömür kaynağı idi. Borinage bölgesinde bağ yetiştirilmeye başlanmış, sonra bölge, metelurjik bir merkez haline gelmiştir. Scheldt nehri Belçika'nın kuzeybatı kesiminde doğar. Memleketin merkezi, tabii geniş su yollarına sahip değildir.

Ardanes Yaylası, merkez vadiye Sambre ve Maas nehirleri ile bağlanırlar En yüksek yer, Botrange olup 694 metreyi bulur. Bucaklı ve Şist bölgesinde toprak tarıma elverişli değildir.Yer yer tarım alanları ile kesilen ormanlara rastlanır. Belçika'nın ortalama yüksekliği 160 metredir. Belçika'nın % 18'i ormanlarla kaplıdır ve kerestesi çok makbüldür.

Akarsuları:Belçika sınırında iki akarsu kolu vardır. Scheldt Nehrinin iki yüz kilometrelik kısmı, Belçika sınırından akar. Yavaş akan bir akarsudur. Nehrin Almanya sınırına yakın bölümünde liman şehri olan Anverbs vardır. Diğeri ise Meuse Nehridir. 183 kilometrelik bölümü Belçika topraklarında ve hızlı akan bir nehirdir.

İklim

Belçika'da genel olarak kışları serin, yazları ılık geçen bir iklim görülür. İklimi en çok etkileyen Gulf Stream sıcak su akıntısıdır. Bu ülkede güneşli geçen bir gün yok gibidir. Senenin büyük bir kısmı sisli geçer ve bol miktarda yağmur yağar. Yıllık yağış ortalaması 76 ila 102 cm arasında değişir. Ortalama sıcaklık yazın 18 oC, kışın ise 3 oC'dir.

Bitki örtüsü ve hayvanlar: Belçika'nın büyük kısmı çam, meşe, kayın, huşağacı ve karaağaçlardan meydana gelen ormanlarla kaplıdır. Yabani hayvanların türü, avlanma yüzünden azalmıştır.Ormanlarda en çok yaban domuzu, yaban kedisi ve geyiğe rastlanır.

Nüfus ve Sosyal Hayat

Belçika'da yaşayan insanlar ırk ve din bakımından iki gruba ayrılır. Ülkenin kuzeyinde oturanlar Flamanlar, güneyinde oturanlar Wallonlardır. Flamanlar Flamankçe, Wallonlar Fransızca konuşur. Bazı kesimlerde Almanca da konuşulur. Resmi muameleler ve neşriyat ise Fransızca ve Flamankçedir. Nüfusun büyük bir çoğunluğu Brüksel'de oturur. Çoğunluğunu Wallonlar meydana getirir. Flamanlar, Germen ırkındandır. Wallonlar ise Romalılar ırkından gelmedir. Halkın büyük çoğunluğu katoliktir. Bir kısmını da protestanlar meydana getirir. Nüfusun çoğunluğu şehirlerde yaşar. Din serbestliği vardır. Avrupa'da nüfusun en az artış gösterdiği ülkelerden biridir. Nüfus yoğunluğu en kalabalık olan Avrupa ülkelerindendir. Kilometrekareye 323,7 kişi düşer. Savaş yıllarında kadınlar erkeklerden 200.000 daha fazlaydı. Belçikalılar basit sade bir hayatı severler. Halk genellikle festival, bisiklet yarışı, spor ve sinema gibi eğlencelere düşkündürler. Avrupa'da hayat standardı en yüksek ülkelerdendir. Ailede dini bağlar çok kuvvetlidir.

Eğitim: Belçika'da eğitim çok gelişmiştir. Gençlerin eğitiminde kilisenin büyük bir yeri vardır. 14 yaşına kadar eğitim mecburidir. Kilisenin ve Yahudilerin kontrolünde olan okullar yaygındır. Okullarda genellikle Flemenkçe ve Fransızca birlikte öğretilir. Çeşitli branşlarda ve birçok şehirde üniversiteler kurulmuştur.

Spor: Belçika sporun çeşitli dallarında kendini gösteren bir ülkedir. Atletizm, futbol, bisiklet, basketbol en başarılı sporlarıdır. Bu arada güreş en çok ilgi gören sporlar arasındadır.

Hükumet: Belçika, Meşrutiyetle idare edilen bir krallıktır. Hükumet,1831'de kabul edilen Anayasa esaslarına göre kurulur. Kral, ordu kuvvetlerinin başıdır. Parlamentonun görüşü doğrultusunda savaş ve barışı ilan edebilir. Aynı zamanda ünvanları ve genel affı tasdik eder. Parlamento, Senato ve Millet Meclisinden meydana gelir. Her ikisinin de yetkileri ve gücü eşittir. Seçim mevsimi seçim tarihinden 40 gün önce başlar. 1921 Anayasasında yapılan değişikliğe göre bazı senatörler direkt olarak 4 yıllığına, kalanı da endirekt olarak seçilirler. Senatoda 175 üye bulunur. Millet Meclisinin 212 üyesi 4 yıllığına direkt olarak seçilirler.

Şehirleri:Belçika idari bakımdan dokuz ile ayrılmıştır. Şehirler seçimle başa gelen idareciler tarafından yönetilir. Konseylerin yetkileri sınırlıdır. Eyaletler gibi içişlerinde bağımsız değildir.

Brüksel:Belçika'nın başşehridir. Avrupa'nın merkezlerindendir. Yabancıların ve işçilerin en çok bulunduğu bir şehirdir. Bu şehir tarihi yerleri ile meşhurdur. NATO ve Avrupa Ekonomik Topluluğunun idari merkezi Brüksel'dedir.

Anverns:Belçika'nın bir liman şehridir. Gemiler Kuzey Denizinden ve Hollanda kıyılarından gelerek nehrin geniş deltasından Anverns'e girerler. Burası dünyanın büyük limanlarından birisi olup ülkenin ticaret merkezidir.

Gandı:Üçüncü büyük şehri ve ikinci büyük limanıdır.

Brugge:Tarihi zenginlikleri bol olan bir şehirdir. Ticaret, turizm gelişmiştir.

Liege:Belçika'nın bir kültür merkezi olup, endüstrinin çok gelişmiş olduğu bir şehirdir.

Ekonomi

Belçika'da toprakların ancak % 50'si tarım için kullanılmaktadır. İş gücünün % 10'unu almasına rağmen ülke ihtiyacının % 80'i karşılanmaktadır. Kooperatifcilik yaygındır. Buğday, arpa, şekerkamışı, yulaf, elma, baklagiller, başlıca ürünlerindendir. Çiftlikler küçük, ancak ileri tekniğe sahiptir. Tarımda traktör sayısı hızla artmaktadır. Belçika'da hayvancılık çok ilerlemiştir. Küçük ve büyük baş hayvanlar beslenir. Sütten yapılan mamüller oldukça yaygındır. Belçika'da çok zengin kömür yatakları mevcuttur. Başlıca iki kömür madeni vardır:Birisi Sambre-Meuse'de, diğeri Noorderbekten'dedir.Yıllık çıkarılan kömür otuz milyon tonun üzerindedir. Tabii gaz ve nükleer enerji gibi yeni enerji kaynakları da kullanılmaya başlamıştır. Petrol ihtiyacını dışardan ithal ederek karşılamaktadır.

Endüstri: Belçika dünyanın en eski demir ve çelik endüstrilerinden birine sahiptir. Çelik yıllık üretimi ortalama 11.000.000 tondur ve dünyanın sayılı demir ve çelik ihraç eden ülkelerindendir. Ağır endüstri fabrikaları, dökümhaneler, çinko, cam fabrikaları ve Gand bölgesinde kimya endüstrisi kurulmuştur. Kimya sanayi üç ana sektörden ibarettir. Temel kimyasal ürünleri, üretilmiş kimyasal maddeler ve hassas kimyasal mallardır. Kimyasal malların pekçoğu ihraç edilmektedir. Devlet gelirlerinin toplam % 7'sini teşkil eder.Nüfusun % 40'ı sanayide çalışmaktadır.

Tekstil üretim: Keten bezi, pamuklu dokuma ve jüt gibi dokumacılık çok ileridir.Tekstil sanayi ürünlerinin çoğu ihraç edilir. İhracat, mamül ve yarı mamül şeklinde yapılır. Brüksel, Brugge önemli tekstil merkezleridir.

Ulaşım: Belçika ağ gibi örülmüş bir kara ve demiryoluna sahiptir Avrupa kıtasının ilk demiryolu Belçika'da döşenmiştir. Demiryollarının tamamı elektriklidir ve bütün komşularıyla bağlantılıdır. Brüksel'de kapasitesi büyük bir hava limanı kurulmuştur. Dünya ülkeleriyle bağlantı Brüksel'den sağlanır.

Belçika, dışarı, kimyevi maddeler, makina çeşitleri, besin maddesi, meyve, çiçek satar; dışardan petrol, hammadde ve kimya sanayiinde kullanılan hammaddeler satın alır. İhracatının % 40'ını sanayi ürünleri teşkil eder. Ticari münasebette bulunduğu ülkeler arasında Benelüx ülkeleri başta, daha sonra Almanya, Fransa, ABD ve İngiltere gelir.

BELEDİYE

Alm. Stadtverwaltung (f), Fr. Municipalite (f), İng. Municipality. Bir belde halkının ortak, mahalli ihtiyaçlarını karşılayan ve hizmetlerini gören, kamu tüzel kişiliğine sahip mahalli idare birimi, şehremaneti. Belediye kelimesi kökü bakımından Arapça olan ve bir insan topluluğunun yerleşme niyeti ile oturduğu yer anlamını taşıyan belde kelimesinden gelir. Beldeye ilişkin kuruluş veya yönetim anlamındadır.

Osmanlılar zamanında, devlet hizmetleri anlayış ve uygulaması bakımından İslam dini esaslarına bağlı olduğundan, kadılar, ihtisab ağası ve vakıflar, belediye hizmetlerinin yürütülmesini üstlenmişlerdi. Bugünkü anlamda ilk belediye yönetiminin kurulması çalışmaları Tanzimatı takib eden senelerde özellikle l854-l856 Kırım Savaşı sırasında ortaya çıkmış, Fransız komün idarelerinden örnek alınarak l855 yılında İstanbul’da ilk defa belediye kuruluşu denemesine girişilmiştir. İki sene sonra yürürlüğe konulan Belediye Nizamnamesi (tüzüğü) ile İstanbul’da semt semt belediye daireleri kurulması öngörüldü. Önce azınlıkların çoğunlukta bulunduğu Beyoğlu ve Galata semtinde kurulması ve sırasıyla diğer semtlere de yaygınlaştırılması kabul edildi (l858). l869 senesinde Devlet Şurasınca hazırlanan Dersaadet İdaresi Belediye Nizamnamesi ile belediye teşkilatının bütün İstanbul’a yayılması kararlaştırıldı. Bütün belediye dairelerinin üstünde olan şehreminliğinin üç organı vardır: a) Şehremini (Belediye Reisi), b) Şehremaneti Meclisi, c) Cemiyet-i Umumiyye.

1868’de Taşrada da belediye kurulması için talimat verildi. l876’da Teşkilat-ı Esasiyye Kanunu, l877’de Dersaadet Belediye Kanunu ve Vilayet Belediye Kanunu kabul edildi. l9l2’de Belediye şubeleri ve Şehremaneti Meclisi yerine bir “Encümen” kuruldu. Ankara için l6 Şubat l924’de Ankara Şehremaneti Kanunu çıkarıldı.

1930 senesinde çıkarılan l580 sayılı kanun ile Cumhuriyet devri belediyeciliğinin temeli atıldı. 1984'te çıkarılan kanunla metropolitan kentlerin yönetimi için, Büyük Şehir Belediyeleri kuruldu. İmar planlama konusunda belediyeler tek başına yetkili kılındı ve belediye gelirleri arttırılarak güçlendirildi.

Nüfusu ne mikdar olursa olsun kaza ve vilayet merkezlerinde ve nüfusu iki binden fazla olan yerlerde belediye teşkilatı mecburidir. Belediye idaresindeki organlar; belediye idaresi, belediye meclisi ile belediye encümeni, belediye başkanı ve muavinleri, belediye şubeleri mevcud ise şube heyetlerinden ibarettir.

Belediye sınırı; belediye idaresinin yetki ve görev alanını belirten ve çerçeveleyen bir tesbittir. Bir belediyenin emir ve  yasaklarını uygulama, cezalandırma, gelirlerini toplama ve benzeri hak ve yetkileri belediye sınırları içinde geçerlidir. Belediye sınırları dışında esas itibariyle, belediyenin yetkisi kalmaz. Belediye görev ve hizmetleri de bu sınırlar içinde görülür.

Kanunen bir yerde belediye kurulması için bazı şartlar gereklidir. Bir belediye ya tek bir köyde, ya bir kaç köy birleşerek, köylerle köy kısımları birleşerek, bir yerin il veya ilçe merkezi olması ile veya boş bir yerde yeni bir yerleştirme yapılmak suretiyle kurulur.

Belediyenin bazı vazifeleri:Belediyenin vazifeleri esas itibariyle belde içinde oturan kimselerin mahalli ihtiyaçlarını karşılamaktır. Belediyeye ait bazı vazifeler şunlardır:

Umuma açık yerlerin temizliğine, intizamına bakmak.

Yenilecek, içilecek ve umumun sıhhati ile ilgili kullanılacak şeylerle, yerlerinin, kanun, nizamname ve talimatnamesine uygun olarak denetlenmesi.

Salgın ve bulaşıcı hastalıklarının önüne geçmek ve yayılmasına mani olmak.

Ölenleri muayene etmek ve gömülmesine izin vermek, mezarlık işlerini takib etmek.

Sağlık şartlarına uygun olarak mezbahahanelerde ve başka yerlerde hayvan kesimini denetlemek.

Parlayıcı ve patlayıcı maddelerin konulup korunacağı depolar yaparak, bunların nizamnamesini ve diğer benzeri depoların nizamnamesini kontrol etmek.

Halk ile temas eden hizmet erbabı işçilerin sıhhi ve fenni muayenesini yapmak.

Belediye dahilindeki toplu nakil vasıtalarının kontrolü ve ücret tesbitini yapmak.

Bütün inşaat tamir ve ilaveler için imar planına göre ruhsat vermek.

Başıboş hayvanları kontrol etmek.

Beldenin imar planlarına uygun olarak gelişmesini kontrol etmek.

Belediye meclisi:Belediye organlarından olan meclis, doğrudan doğruya halk tarafından seçilir ve normal süresi beş sene olup, bazı özel durumlarda bu süre uzatılır. Meclis üyelerinden herhangi bir sebeple boşalma olduğu takdirde belediye başkanı meclise katılacak olan yedek üyenin adını ilçe seçim kurulu başkanlığına yazılı olarak sorar ve alınacak cevaba göre sırası gelmiş olanı üyeliğe davet eder. Üyelikten boşalan yer, partiye aitse davet edilen yedek üye de partili olur.

Encümen: Belediyenin yasama organı olan meclisten başka mevcut bulunan yürütme organlarından encümen, üç değişik nitelikte elemanın bir araya gelmesi ile teşekkül eder. Bu elemanlar şunlardır: a) Belediye başkanı;

b) Belediye teşkilat durumuna göre: Yazı işleri müdürü veya başkatip, hesab işleri müdürü veya muhasebeci sağlık işleri müdürü veya baştabib veya tabib, veteriner müdürü veya veteriner, fen işleri müdürü veya başmühendis veya mühendis.

c) b’deki sayının yarısını geçmemek ve ikiden az olmamak üzere belediye meclisi üyelerinden seçilen üyeler.

Encümen'in vazifeleri:Bütçenin ilk tetkiki; aylık icmallerin denetlenmesi ve incelenmesi; hesaplar için meclise görüş beyan etmek; istimlak edilecek yerler hakkında hususi karar itası; beklenmedik sarf mahallerinin tayini; belediye menkullerinden icab edenleri müzayede ile satışa çıkarmak; belediye cezaları hakkındaki kanunlara tevfikan ceza takdiri; memurların terfi ve taltiflerini karara bağlamak.

Başkan: Belediye başkanı, başkanlık hizmetine beş senelik bir süre için seçimle işbaşına getirilir. Ceza uygulaması ve kovuşturması memurlar için konan kanunlar hükmünce icra edilir. Aldıkları para ücret veya maaş olmayıp “ödenek”tir. Başkan ödenekleri, belediyenin en büyük karar organı olan meclis tarafından tayin ve tespit edilir. Belediye başkanı mal beyanına tabi değildir. Belediye başkanının çalışması belirli bir mesai saati ile kayıtlı ve sınırlı değildir.

Başkan yardımcısı:Lüzumu kadar bulunur. Ankara ve İstanbul belediye başkan yardımcıları belediye başkanlarının inhaları üzerine İçişleri Bakanlığınca tayin edilir. Tayinler belediye başkanınca yapılıp meclisce tasdik olunur. Ayrıca başkan; kendi sorumluluğu ve gözetimi altında kendine ait görevlerden bir kısmını adına yürütmek ve sonuçlandırmak üzere yardımcılarına vermek yetkisine sahiptir.

Başkan yardımcıları memur niteliğinde bulunurlar. Eğer başkan yardımcısı meclis üyesi ise üyeliği bitince vazifesi de biter. Belediye bütçesi başkan tarafından hazırlanarak eylül ayı başında encümene verilir. Encümen iki ay içinde bütçeyi inceler ve 1 Kasımda başkan tarafından meclise verilir.