BATTAL GAZİ (Seyyid)

Kimi tarihçi ve seyyahlara göre Arap, kimilerine göre Türk olan bir alperen. Arapların Emeviler devrinde yaşayan tarihi kahramanı Abdullah Battal’la isim benzerliği olduğu düşünülürse Battal Gazinin gerçek bir Türk kahramanı olduğunu söylemek gerekir.

Ömrünü Bizans kafirleri ile savaşarak geçirmiştir. Gazilerin önderi oluşunun yanında ermiş olması diğer bir yönüdür. Battal Gazi bunların yanı sıra, yenilmezliği, cömertliği ve yardımseverliğinden dolayı nesilden nesile söylene gelmiş atı ve kılıcı ile de zihinlerde yer tutmuş bir serdengeçtiler başıdır. Türk tarihinde cihad ruhunu yaşatan efsanevi bir hale bürünmüş, güç üstü haller sahibi bir kimsedir. Bu yüzden hayatı menkıbeleşmiştir. Ebu Muhammed Cafer bin Sultan Hüseyin bin Abbas el-Haşimi Türk menkıbesine göre Malatya’da doğmuş ve Abbasiler zamanında yaşamıştır. Nerede öldüğü belli değildir. Anadolu’da Seyyid Gaziden başlayarak Doğu Türkistan’a kadar onun için birçok türbe ve makamlar vardır. Halk muhayyilesi, İslamiyet için rumlara karşı savaşından dolayı, Peygamber efendimizin sülalesinden geldiğini kabul etmiş ona seyyid sıfatını vermekten çekinmemiştir. Çeşitli kaynaklar 742-43 (H.121-123) yılında öldüğünü kaydederler.

Anadolu’da İslamiyet için canla başla savaşması, İslam ruhuna bürünerek onunla şekillenmesi hayatının destanlaşmasına sebeb olmuş ve Anadolu Türklüğünün yanı sıra, bütün Türk dünyasına Seyyid Battal Gazi Destanı'nı kazandırmış, böylece Türk kültür tarihi içinde, müessir bir yer tutmuştur. Şahıs olarak destanının yanında Türk halk şiirine de geniş bir şekilde konu teşkil etmiştir. Hacı Bektaş Veli hazretlerinin bile onun makamını ziyaret  ettiği Velayetnamesi’nde zikredilmiştir. Hatta Evliya Çelebi, İstanbul’daki Kız Kulesi’nin, Kral Kantur’un kızını Battal’dan korumak için onun Şam’da bulunduğu bir zamanda  yaptırdığını yazmıştır. Bilindiği gibi bu alperenler devrinde kayser kızları, İslam savaşçılarına gerekli kolaylıkları gösterirler ve kalelerin içten fethedilmesini sağlarlardı.

Anadolu dışında muhtelif yerlerde menkıbelerine rastlanan Seyyid Battal Gazi, bugün halk arasında anlatıldığı gibi filim ve tiyatroya da konu olmuştur.

Battalname, İslam ruhu ile dolu Anadolu Türklerinin eseri olmakla birlikte, tarihi temeller üzerine kurulmuştur. İslam dininin ve İslam medeniyetinin unsurları açık bir şekilde eserde göze çarpmaktadır. Battalname’nin esas fikri tamamiyle dinidir. Ayrıca İran geleneklerine de rastlanmaktadır. Bu ise mensub olunan ortak kültürün tabii bir neticesidir. Eserin asıl konusu İslam-Bizans mücadelesinden doğmuştur. Emevi, bilhassa Abbasi ordularında Türklerin oynadığı rol düşünülünce Bizans hudutlarında ve İslam ordularında yaşayan Türkler arasında  böyle menkıbelerin varlığını kabul etmek gerekir. Battalname’de, sınırlı da olsa, eski destan üslubunu hatırlatan bazı kısımlar vardır. Eserdeki masal unsurlarının çoğu perilerin ve devlerin bulunuşu, ayrıca halkıyat izlerine pek fazla rastlanması eserin gerçek bir halk destanı olduğunu göstermektedir. Kısacası Seyyid Battal Gazi Destanı şehirlerde yaşayan Müslüman ve medeni Türkler arasında ortaya çıkmıştır.

Manzum ve mensur olarak yirminin üstünde yazması bulunan eser, üzerinde yerli ve yabancı araştırıcılar çeşitli yönlerden incelemeler yapmışlardır.

BAYAT BOYU

Oğuz boylarından biri. Bozokların Gün-Hanoğulları koluna bağlıdır. "Devleti ve nimeti bol, devlet ve nimet sahibi" manasına gelen Bayat boyunun ongunu (sembolü) şahin, şölenlerdeki et payları "sağkarı yağrın" (sağ kürek kemiği) kısmıdır. Kaşgarlı Mahmud Divanü Lügati't-Türk'te Oğuz boylarının dokuzuncusu olarak Bayat boyunu göstermiştir.

Oğuzların sağ kolunda bulunan Bayat boyu ekseri Oğuz hanlarının çıktığı dört Bozok boyundan biridir. Diğer Oğuz boyları gibi Siriderya (Seyhun) Nehri kıyılarında ve kuzeydeki bozkırlarda yaşayan Bayat boyu İslamiyetten önceki tarihinde Korkut Ata (Dede Korkut) ile temsil edilmiştir. Bayat boyundan Kara Hoca'nın oğlu Korkut Ata akıllı, bilgili ve keramet sahibi bir insandı. "Ala atlı kiş tonlu" Kayı İnal Yavku ile ondan sonra gelen hükümdarlar devrinde çıkan birçok zor siyasi meseleler, KorkutAta'nın dirayeti sayesinde halledilmiştir.

Diğer Oğuz boyları gibi İslamiyeti kabul eden Bayat boyunun bir kısmı 11. yüzyılda Selçuklu hükümdarları idaresinde Horasan ve İran üzerinden Anadolu ve Suriye'ye geldiler. Anadolu'ya gelenlerin bir kısmı uçlara yerleştiler. Bir kısmı ise göçebeliği bırakarak Batı ve Orta Anadolu'da köyler kurdular. Bu bölgelerde görülen ve bazısı günümüze kadar gelmiş olan yer adları Bayat boyunun Anadolu'ya yerleştiği devirlere aittir.

Orta Asya'da kalan Bayat boyuna mensup bir kısım oymaklar ise 13. yüzyılda Moğol istilasından kaçarak Doğu Anadolu, Suriye ve Irak'a geldiler. 14. yüzyılda Kuzey Suriye'de, Bozok kolunun Avşar ve Beydilli boylarıyla birlikte yaşadılar. Yaz aylarında yaylak olarak Anadolu içlerine göçtüler.

Kuzey Suriye'de bulunan, Avşar ve Beğdilli boylarıyla birlikte 40.000 çadırdan fazla olan Türkmenlerin Bozok kolunu meydana getiren Bayatlar bazı siyasi hadiselere katıldılar. Büyük bir ihtimalle Dulkadirli Beyliğini kurdular. Maraş ve Elbistan bölgesinin yeniden iskanına katıldılar. 15. yüzyılın başlarında Kara Tatarlardan boşalan Yozgat ve komşu yörelerde Bozok oymakları yurt tuttu. Bunlar arasında kalabalık sayıda Bayatlar da vardı. Bu Bayatlar kışın Kuzey Suriye'ye gittikleri için Şam Bayatı adını aldılar. Şam Bayatı'nın bir kısım Akçalu (Ağçolu) ve Akçakoyunlu (Ağçakoyunlu) boylarının kollarıyla birlikte Kaçar boyunu teşkil ettiler. 15. yüzyılın sonlarına doğru Kuzey Azerbaycan'daki Gence yöresine giden Kaçarların bir kısmı 17. yüzyılın başlarında İran'ın Esterabad yöresine göç ettirildi. 18. yüzyılın son çeyreğinden başlayarak 1925 senesine kadar İran'ı idare eden Kaçar Hanedanı bu Kaçar koluna mensup olup Şam Bayatı'ndan çıkmış olması mümkündür.

Bozok'ta (Yozgat ve civarı) kalan Şam Bayatı kolu ise çiftçilik yaptığı arazide köyler kurarak tamamen yerleşik hayata geçtiler. Bayatlardan önemli bir kolu da 15. yüzyılın sonunda Akkoyunlu fethi üzerine İran'a göç etti. Bunların bir kısmı Azerbaycan'da, önemli bir kısmı da Hemedan'ın güneydoğusundaki Kezzaz ve Girihrud yöresinde yerleşti.

Akkoyunlu Devletinin yıkılmasından sonra İran'a hakim olan Safevilerin hizmetinde birçok Türkmen topluluğu gibi önemli miktarda Bayat da vardı. Cins atlar yetiştiren ve 10.000 çadırdan ibaret olan bu Bayatların beyleri Şah Abbas tarafından Azerbaycandaki sancaklara tayin edildi. Böylece bu yörede yaşayan Bayatlar dağıldı.

Aynı yüzyılda Horasan'da Nişabur bölgesinde de Bayatlar yaşıyordu. Ancak bu Bayatların Türk olmayıp Moğol asıllı oldukları anlaşıldı. Onlara Kara Bayat adı verildi. Asıl Bayatları bunlardan ayırt etmek için Akbayat veya Özbayat denildi.

19. yüzyılın başlarında Akbayatlardan Azerbaycan'da 5000 kişi, Tahran çevresinde 3000 kişi, Şiraz taraflarında 3000 kişi olmak üzere üç kol halinde yaşadıkları tesbit edildi. Karabayatlar ise Nişabur dolaylarında oturuyorlardı.

Suriye ve Doğu Anadolu'nun Osmanlı Devleti topraklarına katılmasından sonra bir kısım Bayatlar da diğer Türkmenler gibi an'anevi göçebe hayatlarını sürdürdüler. Yerleşik hayata geçenler de köy hayatı içinde uzunca bir müddet yaylaya çıkma geleneğini bırakmadılar. Fakat Osmanlı toplum yapısı içinde kaynaştılar. Boy adlarıyla anılmaz oldular.

Kanuni Sultan Süleyman Han devrinde Kuzey Suriye'deki ana Bayat kolu yirmi obadan meydana gelmişti. Fakat bu obaların nüfusları fazla değildi. 16. yüzyılın ikinci yarısında boyun başında bulunan Bozca adlı boy beyi ailesi, boy halkından birçok kimseyi de yanına alarak İran'a gitti. Bunlar orada Bozcalı adıyla anıldılar ve varlıklarını geçen yüzyılın sonlarına kadar korudular.

Anadolu'da kalan Bayatlar, Pehlivanlı ve Reyhanlı gibi güçlü obalar olarak hayatlarını sürdürdüler. 17. yüzyılda Bayat obalarından çoğu Pehlivanların geri kalanları da Reyhanlıların etrafında toplandılar. Böylece 18. yüzyılda Pehlivanlılar 15.000 çadıra sahip güçlü bir oymak halinde Bozok'ta oturdular. Reyhanlılar ise 3000 çadıra yükselerek yaz mevsimini Sivas'ın güneyindeki Yeni İl'de, kışı da Amik Ovasında geçirdiler. 19. yüzyılda Pehlivanlıların çoğu Yozgat-Ankara arasındaki yörede yerleştiler. Reyhanlılar ise 1865 senesinde AmikOvasında yerleştirildiler. Böylece Reyhanlı kasabası meydana geldi. Bayat boyunun Kuzu Güdenli oymağı Kayseri'nin Bucakkışla yöresinde toprağa bağlandı.

Irak'ın Kerkük bölgesinde yerleşmiş olan Bayatların geçen yüzyılın başlarında 2000 çadır kadar olduğu tesbit edildi. Bu bayatların, İran Bayatlarından olması muhtemeldir.

Anadolu'nun Türk yurdu haline getirilmesinde ve İslamiyetin yayılmasında büyük hizmetleri olan Bayat boyundan büyük şahsiyetler yetişti. Oğuz elinin büyük manevi şahsiyeti Dede Korkut (Korkut Ata), şair Fuzuli, Cem Sultan adına Osmanlı Hanedanının eski atalarına dair Cam-ı Cem-Ayin adlı eseri yazan Mahmud oğlu Hasan, Bayat boyundan yetişen ünlü şahsiyetlerdir.

BAYBARS

Memluklülerin dördüncü sultanı. Asıl adı Seyfeddin olup, 1223 yılında Kıpçak ülkesinde doğdu. Ülkesine yapılan akınlardan birinde esir edilerek Şam’a götürüldü ve satıldı. Eyyubi hükümdarı Melik Salih tarafından affedilmesinden sonra Kahire’ye geldi ve burada hükümdarın Bahri ünvanını taşıyan hizmetkarları arasına girdi.

Kuvvetli bir genç olan Baybars, zeka ve kabiliyeti ile az zamanda kendini gösterdi. Mısır’ı ele geçirmek isteyen Fransa kralı St. Louis’in kuvvetlerinin bozguna uğratılarak kralın esir edilmesinde büyük rol oynadı. Aybeg Memluk tahtına çıkınca, onun, kuvvetli emirleri ortadan kaldırmasından çekinerek Mısır’a kaçtı. Fakat bir müddet sonra Kutuz’un başa geçmesi ile geri dönüp onun hizmetine girdi. Sultan Kutuz devrinde Moğollar Suriye’yi işgal etmişlerdi. Kutuz kuvvetli bir ordu hazırladı ve öncü kuvvetlerinin kumandasını Baybars’a verdi. Ayn-Calut Muharebesinde (1260) Moğollar kanlı bir mağlubiyete uğrayarak geri çekilmeye mecbur oldular. Bu durum Baybars’ın şöhretini bir kat daha artırdı. Bu arada Sultan Kutuz’un devlet idaresinde sert ve şiddetli bir yol izlemesi, düşmanlarının çoğalmasına sebeb oldu. Neticede Sultan Kutuz, 1260 yılı sonunda bir suikaste uğrayarak öldürülünce, Memluk kabile emirleri Baybars’ı sultan olarak tanıdılar.

Hükümdar olduğu zaman yaptığı ilk iş, Kutuz’un halktan topladığı ağır vergileri kaldırmak oldu. Böylece halkın sevgisini kazandı. İsyan eden Şam Naibi Sancar’ı 1261 yılında yaptığı savaşta kolayca mağlup ve esir ederek Kahire zindanına attırdı. Bu sırada Memlukler için başta Moğollar olmak üzere kuzeyde Ermeniler, Kıbrıs Krallığı, güneyde Nubyalılar ve batıda Berberiler devamlı bir tehlike arz etmekteydiler. Bu durumu gözönüne alan Baybars evvela imparatorluk içindeki nüfuzunu artırdı. Kırek’deki Eyyubi emirini öldürttü. Böylece Baybars için imparatorluk içinde bir tehlike kalmamıştı.  Bundan sonra dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı faaliyetlere girişti.

1265 ve 1266 yıllarında Suriye’ye iki sefer düzenleyerek Kayseriya, Arsuf ve Sis şehirlerini ele geçirdi. 1270 yılında İsmaililer üzerine yürüyerek onları Mısır Devletine vergi vermeye mecbur etti. Moğollara karşı birçok defa zaferler kazanan Sultan Baybars 1277’de Elbistan civarındaki Moğol kuvvetlerini bozguna uğrattı ise de bunlar Moğolların sadece birkaç müfrezesi idi. Moğollar, memleketinden hayli uzakta bulunan Baybars’tan intikam alabilmek için, müdafaasız Türk halkından binlercesini öldürdüler. Anadolu’da Türklere gösterdikleri zulüm ve baskıyı artırdılar. Bu arada Antakya yolu ile Şam’a dönen Baybars orada aniden hastalanarak 1277 yılında 14 gün süren dizanteri neticesinde vefat etti.

Hayatının en verimli bir devrinde ve saltanatının en parlak ve kudretli bir zamanında ölen Baybars, ortaçağ İslam Türk tarihinin en büyük simalarından biridir. Maddi ve manevi bir çok hususiyetlere sahip, müstesna bir insandı. Çok güçlü bir vücuda, sağlam bir iradeye, benzeri görülmemiş bir cesarete ve parlak bir zekaya sahipti. En önemli ve cesur hareketlerinde bile daima ihtiyatlı hareket eder, en küçük tedbiri bile almakta ihmalkarlık göstermezdi. Harblerin en tehlikeli anlarında bir nefer gibi, ön saflarda çarpışır, tehlikelerden çekinmezdi. Sultan Baybars dinine çok bağlı olup, gerek normal bir insan ve gerekse hükümdar olup, dinin emirlerine uymaya çok dikkat ederdi. Alimlere karşı saygı ve hürmet gösterirdi. Ehl-i sünnet mezhebine mensub olan halkının işlerini görmek için ayrı ayrı kadıların başına kadılkudatlar tayini usülünü ilk önce o koymuştu. Medrese, imaret ve hastahane gibi, hayır müesseseleri kurarak İslam büyüklerinin ve eski mücahid kahramanların türbelerini tamir ettirdi. Yoksullara yardımda bulunarak sevgisini kazanmıştı. Yabancı devlet adamlarına karşı takib ettiği siyasetle Müslüman tüccarların serbest ticaret yapmalarını temin etmişti. Çok önemli bir durum olmadıkça örfi vergilere başvurmazdı. Mükemmel bir posta teşkilatı kurarak ülkesindeki haberleşmeyi en iyi şekilde temin etmiştir. Ayrıca geniş bir casus teşkilatı kurmuş ve casusları kontrol eden casuslar da kullanmıştır. Devrin her türlü kara ve deniz harp mühimmatının yapımına büyük ehemmiyet vermiş, tersaneler kurdurtmuştur. Harp ganimetlerinin hepsini askerlere dağıtır, böylece askerlerin gönlünü alırdı.

BAYBURT

Doğu Karadeniz bölgesinin iç kesiminde yer alan ve Doğu Anadolu ile geçiş bölgesinde bulunan bir ilimiz. İlin kuzeyinde Trabzon ve Rize, doğusunda Erzurum, güneyinde Erzincan, batısında Gümüşhane yer alır. Trafik kod numarası 69'dur.

İsminin Menşei

Bayburt ismi, tarihi kaynaklarda değişik şekilde geçmektedir. Beşinci asır kayıtlarında "Bayberd" olarak Doğu Roma İmparatorluğu zamanında "Baiberdan, Baberd veya Paypert" şeklinde geçer. On üçüncü yüzyılın sonlarında bu bölgeden geçen Marco Polo'nun seyahatnamesinde "Paripart ve Baiburt" şeklinde zikredilmektedir. Selçuklu Sultanı İkinci Gıyaseddin Mes'ud adına 1291'de Bayburt'ta basılan paralarda da "Bayburd" olarak geçmektedir. On altıncı yüzyıldan sonraki kayıtlarda ise "Bayburd" olarak geçmektedir.

Tarihi

Eski devirlerde Haldilerin yaşadığı sahada bulunan Bayburt, daha sonra sırasıyla Urartu, İskit, Med, Pers, Makedonya ve Potnus krallıklarının egemenliği altında kaldı. M.Ö. birinci asırda bir müddet Roma İmparatorluğunun hakimiyetine girdi ise de bu imparatorluğun 395'te ikiye ayrılması üzerine, Doğu Roma (Bizans) toprakları içinde kaldı.

1071 Malazgird Zaferinden sonra Anadolu içlerine yerleşmeye başlayan Türkler, 1072'de Bayburt'u fethettiler. Bayburt 1202'ye kadar bazan Erzurum'da hüküm süren Saltukların, bazan da Danişmendlilerin elinde kalmıştır. 1202'de Anadolu Selçuklularının hakimiyeti altına girdi.

Tuğrul Şah, Trabzon İmparatorluğundan gelecek hücumlara karşı Bayburt Kalesini yeniden inşa ve tahkim etti. Kalede, kendi ad ve ünvanlarını taşıyan kitabeler mevcuttur. Tuğrul Şah, Bayburt'ta çıkan gümüşten istifade ederek, 1216 tarihinde Erzurum'da para da bastırdı.

1243 Kösedağ Savaşını müteakib Moğolların Anadolu'yu istilasından sonra, yapılan anlaşma gereğince, Bayburt uzun süre Selçukluların elinde kaldı.

İlhanlılar devrinde, Tebriz-Trabzon yolu üzerinde bulunması dolayısıyla daha da gelişen Bayburt, Ceneviz ve Venedik kervanlarının konakladığı bir yer idi. Moğolistan'a giderken buraya uğrayan Marco Polo, Bayburt'un zengin gümüş madenlerine sahip olduğunu kaydeder. İlhanlılar zamanında Bayburt'ta Mahmudiye ve Yakutiye medreseleri inşa edilmişti.

Son İlhanlı hükümdarı Ebü's-Said Bahadır Hanın ölümünden (1334) sonra Bayburt, Eretnaoğullarının idaresine geçmişti. Zaman zaman Erzincan emirlerinin de eline geçmiştir.

Bayburt 1410'da Karakoyunlu hükümdarı Kara Yusuf tarafından zaptedilmişse de sonradan Akkoyunluların eline geçti. Uzun müddet Akkoyunluların elinde kalan Bayburt ve havalisi, 1501'de Safevilerin eline geçti. 1514'te de Yavuz Sultan Selim Hanın Çaldıran Zaferiyle Osmanlılar tarafından fethedildi. Osmanlıların son devirlerinde Rus işgaline uğradıysa da, 1918'de kurtarılmıştır. Gümüşhane'ye bağlı ilçe merkeziyken 14 Ağustos 1989'da il merkezi haline getirilmiştir.

Fiziki Yapı

İl, genel olarak dalgalı bir araziye sahiptir. Kuzeyde Doğu Karadeniz kıyısı silsilesinin 3369 m yüksekliğindeki Soğanlı, 2829 m yükseklikteki Yamanlı, kuzeybatıda Madur Polut, Ziyaret dağları ve bunların güneyinde Salmankas Dağlarının Kitova mevkii, batıda 2500 m yükseklikte Akbaba dağları yer alır. Dağlar üzerinde sivri tepeler ve keskin vadiler bulunmaktadır.

Etrafı dağlık olan il arazisinin orta kesimlerinde yer yer tepeler ve düzlükler görülmektedir. En büyük ovası Bayburt Ovası olup, eni ve boyu 30 km civarındadır. Hart-Sünür önemli ovalarıdır.

İlin hayat kaynağı olan Çoruh Nehri, Mescid Dağından çıkarak şehrin ortasından geçer.

İklim ve Bitki Örtüsü

Bayburt'ta Doğu Karadeniz iklimiyle Doğu Anadolu iklimi arasında bir geçiş iklimi hüküm sürmektedir. Bu sebeple yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve yağışlı geçmektedir. Devamlı kuzey rüzgarlarının etkisi altındadır. Senelik ortalama yağış 438 milimetredir. En yüksek sıcaklık 36 derece, en düşük ise -26,2 derecedir.

Bayburt topraklarının ancak % 3 gibi çok az bir kısmı ormanlarla kaplıdır. Eskiden ormanlarla kaplı yerler, düzensiz kesim ve yangınlar sebebiyle çıplak hale dönüşmüştür. Arazinin geniş kısmı hayvancılığa elverişli mer'alarla kaplıdır.

Ekonomi

Bayburt'un ekonomisi tarıma dayalıdır. Tarım faaliyetlerinde Hart ve Sünür ovaları önemli yer tutar. Ovalar sulamaya tam olarak açılmadığı için yeteri kadar faydalanılamamaktadır. En çok buğday ve arpa üretilir. Mercimek, fiğ, şekerpancarı, patates yetiştirilen diğer ürünlerdir.

İl ekonomisinde hayvancılık önemli yer tutar. İl, doğu illerimizde olduğu gibi, hayvan yetiştiriciliğine çok elverişlidir. Daha çok mer'a hayvancılığı yapılmakta olup, sığır ve koyun beslenmektedir. Arıcılıkta son yıllarda önemli gelişmeler olmuştur.

İl sanayisi tarım ve hayvancılığa bağlı olarak gelişmiştir. Peynir-tereyağ fabrikası, tuğla, kiremit, un fabrikaları, et kombinası belli başlı sanayi kuruluşlarıdır. El dokuma tezgahları, gelişen teknoloji karşısında kaybolmaktadır.

Nüfus ve Sosyal Hayat

1990 sayımına göre toplam nüfusu 107.330 olup, 41.295'i şehirlerde 66.035'i köylerde yaşamaktadır. Ekonomik sebeplerden ve tarihte bir çok harplere, işgallere uğradığından nüfusun büyük kısmı sanayii gelişmiş şehirlere ve yurt dışına göç etmiştir. İşsiz sayısı fazla olduğundan bu göç halen devam etmektedir. Bilhassa İstanbul, Ankara ve Bursa'ya göç olmaktadır.

Örf ve adetleri: Her ne kadar eski adetler bozulmaya yönelmiş ise de memleketimizde örf ve adetlere sıkı bağlı olan illerimizden birisi de Bayburt'tur. Bayburt ve çevresinde dini günlerde cirit oynanır. Manda güreşleri de eskiden beri yapılmaktadır. Yörede oynanan halk oyunlarının genel adı "Bar"dır. Cürütme, Tümerağa, Hoşbilezik, Sallama, Serçe barı, Dello, Hançer barı, Dallar meşhur oyunlarıdır.

El sanatları ve dokumacılık önemli yer tutar. İhram ve kilim dokumacılığı, bakır işlemeciliği çok meşhurdur. Kadınlar ince yün iplikten dokunmuş ihram örtünürler.

Ulaşım: Bayburt, Erzurum-Trabzon transit karayolu üzerindedir. Erzurum'a 120 km, Erzincan'a 150 km, Gümüşhane'ye 80, Trabzon'a 190 km mesafededir.

İlçeleri

Bayburt'un biri merkez olmak üzere üç ilçesi vardır.

Merkez: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 77.930 olup, 33.677'si ilçe merkezinde, 44.253'ü köylerde yaşamaktadır. Merkeze bağlı 108 köyü mevcuttur. Bayburt Ovasında kurulan merkez ilçeyi Çoruh Nehri ortadan ikiye böler. Ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri buğday, arpa, şekerpancarı ve patatestir. Mera hayvancılığı yapılan ilçede sığır, koyun ve keçi beslenmektedir.

Aydıntepe: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 16.081 olup, 5166'sı ilçe merkezinde, 10.915'i köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 17 köyü vardır. Aydıntepe çok eski bir yerleşim merkezidir. Güneyinde Hart ovası yer alır. Denizden yüksekliği 1650 metredir. İlçenin kuzeyinde Soğanlı dağları olup, Doğu Anadolu yayla ikliminin özelliklerine sahiptir. İl merkezine 24 km uzaklıktadır. Ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayanır.

Demirözü (Pulur): 1990 sayımına göre toplam nüfusu 13.319 olup, 2452'si ilçe merkezinde 10.867'si köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 29 köyü vardır. Gümüşhane dağlarının güney doğusunda kurulmuştur. Kelkit Çayı ortasından geçmektedir. Güneyde Pulur Dağları bulunmaktadır. Bayburt'a 31 kilometredir.

Tarihi ve Turistik Yerleri

Eski çağlardan beri Bayburt ve çevresi mimari alanda bir çok önemli eserin yapımına sahne olmuştur. Başta kale olmak üzere camiler, medreseler, hamamlar, bedestenler, hanlar, türbeler ve köprüler inşa edilerek halkın istifadesine sunulmuştur.

Bayburt Kalesi: Şehrin kuzeyinde yükselmiş tepenin üzerindeki yalçın kayalara inşa edilmiştir. Çevresi iki kilometreden fazla olan kale iki kat surla çevrilmiş olup, surları altı köşe üzerine yapılmıştır. Her köşe 12-13 m yükseklikte ve yarım silindiri andıran köşeli burçlarla tahkim edilmiştir. Kalenin biri doğu, diğeri batıya açılan iki kapısı vardır. İlk defa Roma imparatoru Birinci Justinien zamanında yapılan kale, en mükemmel ve en azametli şeklini Selçuklular zamanında almıştır. Erzurum valisi Tuğrul Şah, Trabzon Pontus Krallığından gelecek saldırıları önleyici ileri karakol vazifesi gören Bayburt Kalesini temelinden tamir ettirmiştir.

Bayburt Ulu Camii:Anadolu Selçuklu sultanlarından İkinci Gıyaseddin Mes'ud zamanında yaptırıldığı kabul edilen cami, pekçok tamirler geçirmiş olmasına rağmen ana planını korumuştur. Caminin kuzeydoğusunda bulunan minarenin kaidesinde geçirdiği son büyük tamiri belgeleyen 1850 tarihli kitabe bulunmaktadır. Kara kaideli minarenin sekiz yüzlü papuçluğunda ve yuvarlak gövdesinde geometrik ve bitki motifi mozaik çiniler Anadolu Selçuklu çinilerinin özelliklerini sergiler.

Pulur (Gökçedere)Camii:Pulur kasabasında Akkoyunlu Korkmaz Beyin oğlu Ferahşat Bey tarafından 1517 senesinde yaptırılmıştır. Yapı, Osmanlı mimarisinde tek kubbeli cami tipindedir.

Sünür (Çayıryolu)Camii:Akkoyunluların kurucusu Turalibey oğlu Fahreddin Kutlu Bey tarafından yaptırılmıştır. Çayıryolu köyündedir. 1548-1549 İran şahı Tahmasb'ın bu yöreyi yağmalaması esnasında cami tahrip edilmiştir. 1550 yılında ve son olarak 1970 yılında tamir edilmiştir. Caminin 30 metre kadar güneydoğusunda Kutlu Beyin türbesi yer almaktadır.

Yukarı Hınzevrek Camii:Demirözü kazasına bağlı Çatalçeşme köyündedir. Yapım tarihi kesin bilinmemekle beraber, Akkoyunlular devrinde yapıldığı sanılmaktadır.

Pulur Medresesi:Pulur Camii avlusunda bulunmakta ve L şeklinde tek katlı bir yapıdır. Akkoyunlulardan Süleyman Bey tarafından yaptırılmıştır. Tüm oda kapıları avluya açılmaktadır. Avluya açılan kapı ve pencere kemerleri üzerinde Farsça beyitler vardır.

Şehid Osman Tepesi Türbesi:Şehid Osman tepesinde bulunan her iki türbenin de Saltıkoğlu kumandanlarına ait olduğu görüşü yaygındır. Kitabeleri çok silik olduğundan okunamamaktadır. Türbenin yanında bulunan büyük mezar taşlarının şekilleri ve yazı izleri onların 600-700 senelik olduklarını göstermektedir.

Kümbet:Ahilerden Ahmed Zencani'ye aid olduğu bilinen bir türbedir. 1785'te tamir edilmiştir.

Bend Hamamı:Çoruh Nehri kıyısında ve Bayburt Kalesinin güneydoğu eteğindedir. On altıncı asırda yaptırılmış olup, Sancakbeyi Hacı Feradşah Bey vakfıdır. Dış yapısı değişen ve tamir edilen hamamın iç yapısı ilk günkü  durumunu korumaktadır.

Bedesten (Taşhan):Ulu Camiinin yakınında çarşı içindedir. Yangın sırasında kitabeleri yok olduğundan, ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Bedesten Yavuz Sultan Selim döneminde hapishane olarak kullanılmıştır.

Aydıntepe (Hart) Yeraltı Kenti:Aydıntepe ilçesindedir. Tünelle başlayan kalıntılar, bir yolun yanlarına dizilmiş karşılıklı mekanlar biçimindedir.

Kaplıcaları:İlde Bakır, Ayazma köyü, Mucurnu, Sarayak ve Kop madensuyu kaynakları vardır.

BAYBURTLU ZİHNİ

On dukuzuncu yüzyıl halk şairlerinden. Doğum tarihi belli değildir. Bayburt’ta doğmuş, Erzurum ve Trabzon’da iyi bir medrese tahsili gördükten sonra İstanbul’a gelmiş, burada 10 yıl (1815-1825) kalmıştır. Memleketine geri döndüğünde General Paskeriç komutasındaki Rus kuvvetlerinin işgal sırasında yaptığı korkunç zulüm ve tahribat karşısında aşağıya aldığımız içli koşmasını yazmıştır. 1834'te hacca gitmiş, dönüşünde Mısır’a uğrayarak İstanbul’a gelmiştir. Sultan Abdülmecid Hana bir cülusiye sunarak Akdaf ve Erzurum’da bazı vazifelere tayin edildi. Reşid Paşanın divan katipliği, Hopa ve Karaağaçta müdürlük, Of’ta mal müdürlüğü gibi çeşitli vazifelerden sonra ömrünün sonunda Bayburt’a dönerken Trabzon'a 4 saat mesafede Olasa (Maçka ilçesine bağlı Bahçekaya) köyünde hastalanarak vefat etti (1859).

Bayburtlu Zihni kendine has bir şiir dili kurabilmiş, samimi usta şairlerdendir. Hem aruz hem de hece vezniyle şiir yazmıştır. Aruzla yazdığı şiirlerinin toplandığı bir Divan'ı ve Sergüzeştname adlı bir de mesnevisi vardır. Aruzla yazdığı şiirlerden çok hiciv ve taşlamasının bol görüldüğü hece vezniyle yazdığı manzumeleriyle tanınmıştır.

KOŞMA

Vardım ki, yurdumdan ayag göçürmüş,

Yavru gitmiş ıssız kalmış otağı.

Camlar şikest olmuş, meyler dökülmüş,

Sakiler meclisten çekmiş ayağı.

 

Hangi bağda bulsam ben o merali,

Hangi yerde görsem çeşm-i gazali,

Avcılardan kaçmış ceylan misali,

Kaçmış dağdan dağa yoktur durağı.

 

Laleyi sümbülü gülü har almış,

Zevk ü şevk ehlini ah u zar almış,

Süleyman tahtını sanki mar almış,

Gama tebdil olmuş ülfetin çağı.

 

Zihni derd elinden her zaman ağlar,

Vardım ki bağ ağlar bağban ağlar,

Sümbüller perişan güller kan ağlar,

Şeyda bülbül terk edeli bu bağı.

BAYEZİD - 1

(Bkz. Yıldırım Bayezid)

BAYEZİD - 2

Sekizinci Osmanlı padişahı. Fatih Sultan Mehmed’in iki oğlundan büyüğüdür. 1447 yılında doğdu. Küçük yaştan itibaren tam bir ihtimamla yetiştirilen şehzade Bayezid, devrin en kıymetli alimleri elinde tahsil gördü. Yedi yaşındayken, Hadım Ali Paşa nezaretinde Amasya valisi oldu. 1473 Otlukbeli Savaşına sağ kol kumandanı olarak katıldı. Babası Fatih, 3 Mayıs 1481 tarihinde sefere giderken Gebze’de vefat edince, 20 Mayıs 1481’de tahta çıktı.

Ancak Bayezid, kardeşi Cem Sultanın muhalefeti ile karşılaştı. Bursa’yı alan ve adına hutbe okutan Cem’e karşı Yenişehir Savaşını kazanan Bayezid duruma hakim oldu. Fakat Cem meselesi sona ermedi. Tersine olarak bu iş doğu ve batı devletlerinin en çok ilgilendikleri bir problem halini aldı. Devlet bu yüzden daimi bir tehdit altına girdi. Çünkü Cem’in Avrupa’ya geçmesi Hıristiyan devletlerce ve bilhassa papalık makamınca Türkler hakkında beslenilen kötü fikirlerin tatbik sahasına konulması için bir fırsat olarak kabul edildi ve Osmanlı İmparatorluğunun yıkılması için en müsait vaktin geldiği sanıldı. İşlerin tehlikeli bir yola girdiğini gören Bayezid Han bu sebeple 16 Ocak 1482’de Venediklilerle bir antlaşma imzalayarak Hıristiyanlığın en kuvvetli uzuvlarından birini felce uğrattı. Böylece, zahiren de olsa, onların dostluğunu temin ederek, 17 yıl Osmanlılar aleyhindeki teşebbüslere seyirci kalmalarını sağladı.

Boğdan Voyvodasının yıllık vergisini ödememesi ve aleyhte faaliyetleri üzerine 1484 yılında bu ülkeye karşı sefere çıkan Bayezid, 15 Temmuz'da Kili ve 11 Ağustos’ta Akkerman Kalesini fethetti.

Bu sırada Osmanlıların, daha önce Cem’e sahip çıkarak Bayezid’e karşı kışkırttığı gerekçesiyle aralarının açık olduğu Memluklülerle Dulkadir Beyliği üzerindeki hakimiyet meselesi yüzünden 1485’te başlayıp 1491’e kadar devam eden savaşlara girişildi. Genelde küçük birliklerin vuruşmaları şeklinde cereyan eden savaş sonunda kesin bir netice alınamadı.

Sultan Bayezid, kardeşi Cem’in 1495’te Napoli’de vefat etmesinden sonra, Osmanlı Devletinin dış politikasına başka bir yön verdi. 1498 senesi ilk ve sonbaharında Silistre sancakbeyi Bali Bey kumandasında 40 bin kişilik akıncı birliği Lehistan’a Osmanlı tarihinin en büyük akın hareketlerini gerçekleştirdiler. Bu arada Venediklilerin Mora üzerine tecavüzi hareketlerde bulunması üzerine de Sultan, 1499’da Mora seferine çıktı. 25 Ağustos’ta İnebahtı, 9 Ağustos 1500’de Modon ve 16 Ağustos’da Koron Venediklilerden alındı.

Bayezid Han batıda daha önemli fetihlere başlama noktasındayken, doğuda büyük bir tehlike ile karşı karşıya kaldı. Bu sebepten Osmanlı Sultanı 1502’den sonra zamanını Safevi hükümdarı Şah İsmail’in türlü entrikalarını karşılamaya hasretti. Memluklülerle birlikte ona karşı askeri tedbirler aldı. Fakat bilhassa onunla bir ihtilafa düşmemeye çalıştı. Çünkü Anadolu’da kalabalık bir halk kütlesi, Şah İsmail tarafını tutuyordu. Nitekim 1511’de patlak veren Şah Kulu Baba Tekeli isyanında Kütahya’yı ele geçiren asiler güçlükle bastırılabildiler.

Sultan Bayezid’in son yılları, saltanatı ele geçirmek isteyen oğullarının mücadelesine sahne oldu. Neticede kardeşlerine karşı daha dirayetli olan ve yeniçeriler tarafından da desteklenen oğlu Selim İstanbul’a davet edildi. Selim, 24 Nisan’da Bayezid’in huzuruna gelerek el öptü. Bayezid ellerini kavuşturarak duran Selim’e; “Adaletten ayrılma, acizlere ve biçarelere karşı merhametli ol. Kimsesizlere şefkat göster, herkesin sana ram olmasını istiyorsan ulemaya çok saygı göster; zaruret olmadıkça kimseye sert davranma.” dedikten sonra çok dualar etmiş ve padişahlığını Allahü tealanın mübarek etmesi dileğiyle saltanatı kendisine teslim etmiştir.

Bayezid Han, daha sonra Dimetoka’daki saraya giderken Abalar köyü mevkiinde hastalanarak 26 Mayıs 1512 günü vefat etti. Kabri İstanbul’da Bayezid’deki caminin yanındaki türbededir. İlim sahibi, takva, adalet ve merhametten ayrılmayan vakarlı ve hilmiyle meşhur bir padişah olduğu için Veli Bayezid olarak bilinir. Bayezid meydanında kendi külliyesi ile birlikte camiinin inşası bitince Padişah: “Her kim ömrü boyunca ikindi ve akşam namazlarının sünnetlerini terk etmemiş ise, ilk Cuma namazında imam olsun!” buyurmuştu. Bu hususta kendisinden başka kimse çıkmamış, sulhte ve seferde hiçbir sünneti bırakmadığı için namazı kendisi kıldırmıştır. Sultan Bayezid’in mührünü taşıyan sayısız yazma eserin Türkiye ve Avrupa kütüphanelerinde bulunması onun kültür faaliyetlerini açıkça göstermektedir.

Bayezid Han vaktinin çoğunu mütalaa ile geçirir, okuduğu kitaplar hakkında düşüncesini yazardı. Namına çok eser yazılmıştır. O, eserlerin açık ve anlaşılır bir dil ile yazılmasını emrederdi. Bu yönüyle Türk diline verdiği ehemmiyet ortaya çıkmaktadır.

Bayezid Hanın alimliği, şairliği, hat sanatkarlığı, ilim ve şiir erbabına gösterdiği saygı ve sevgi, Fatih Sultan Mehmed’in oğluna yakışır derecedeydi. Adli mahlasıyla Türkçe ve Farsça şiirler yazmıştır. Sultan İkinci Bayezid Hanın otuz seneden fazla süren saltanatı boyunca, sulh ve sükunu tercih etmesi, donanmayı yenileyip hazırlıklar yapması, kendisinden sonra tahta geçen oğlu Yavuz Sultan Selim Hanın fasılasız seferler ile meşgul olmasına vesile oldu. Zamanında yeniçeri ocağını genişletti. Ağa bölükleri kuruldu. Donanmaya ehemmiyet verilerek, yelkenli savaş gemileri yapıldı ve gemilere uzun menzilli toplar yerleştirildi. Timar teşkilatında değişiklik yapıldı. Sultan Bayezid bir taraftan devlet teşkilatını sağlamlaştırarak halkın huzur ve sükununu temin etmek için uğraşırken, diğer taraftan doğudan batıya kadar bütün müslümanların meseleleri ile ilgilendi.

Memleketin her tarafında imar faaliyetlerini devam ettirdi. Yaptırdığı en önemli eserler arasında Amasya’da medrese, cami ve zaviye, Edirne’de bir darüşşifa ve İstanbul’da Bayezid Camii, medrese ve imareti başta gelmektedir.

BAYEZİD CAMİİ

İstanbul’un yedi tepesinden biri üzerine kurulan ve semte adını veren muhteşem cami. Fatih’in oğlu Sultan Bayezid tarafından yaptırılan caminin temeli, 1501 yılında atılıp, inşası 1506’da tamamlandı. Caminin yanına mektep, medrese, imaret, kervansaray ve hamam yaptırılmıştır. Bu medreseye, ancak şeyhülislam olanlar müderris tayin edilirdi. İlk müderrislik, Şeyhülislam Zembilli Ali Efendiye verilmiştir.

Bayezid Camii, klasik Osmanlı üslubunun ilk örneğidir. Mimarının, bazı kaynaklarda Üstad Hayreddin olduğu yazılmakla beraber, son yapılan araştırmalarda Yakub Şah bin Sultan Şahın inşa ettiği meydana çıkmıştır. Beş seneye yakın zamanda biten caminin ilk ibadete açıldığı Cuma gününde namazı Sultan İkinci Bayezid Han kıldırmıştır. Bunu Evliya Çelebi şöyle anlatır:

Caminin yapısı tamam oldukta, bir Cuma günü, büyük bir cemaat toplanıp açıldı. Bayezid-i Veli buyururlar ki: "Her kim ki ömründe ikindi ve akşam namazlarının sünnetini tamam kılmışsa şu mübarek vakitte o kimse imam olsun.” Derya misali cemaat içinden bir kişi çıkmaz. Bayezid Han: “Elhamdülillah! Seferde ve barış zamanında sünnetleri terk etmedik.” diyerek kendileri imam olup namazı kıldırırlar.

Caminin kubbesi dört fil ayağı ve iki sütuna oturmaktadır. Merkezi kubbenin mihrab ve medhal tarafından iki yanlarda iki yarım, diğer yanlarında dört kubbe bulunmaktadır. Yanlar, biri merkezi olmak üzere beşer kubbelidir. Böylece büyük bir mekan nispeten daha küçük kubbelerle örtülmüştür.

Cami iki minareli, her minare de birer şerefelidir. Güneyde olanı cami ile birlikte, diğeri ise çok uzun zaman sonra yapılmıştır. Her ikisi de gerek iç, gerekse dış görünüşleri, süslemeleri bakımından çok güzeldir. İki minare arası 87 m olup, bu durum camiye azamet vermektedir.

Caminin Bayezid meydanına bakan yüzünde dışarıya üç kapı ile bağlanan bir revaklı avlu vardır. Ortada şadırvan kenarlarda 20 sütuna dayalı 25 kubbe avluyu süsler. Osmanlı mimarisinin nefis taş işçiliğinin bütün incelikleri avlu ve şadırvanda görülür.

Caminin sağ tarafına Şeyhülislam Veliyüddin Efendi tarafından 1736 yılında bir kütüphane yaptırılmıştır. Mihrab üzerindeki kapı ile şadırvan avlusunun kapılarındaki yazılar Hattat Şeyh Hamdullah’a aittir. Mihrabın ön tarafında Sultan Birinci Selim tarafından yapılan türbede Sultan İkinci Bayezid medfundur.  Bahçede Osmanlı devrinde yaşamış büyük zatlardan bazılarının kabirleri vardır.

Bayezid Camii, 1509 yılında meydana gelen zelzeleden hasar gördüğünden ve ayrıca 1797, 1870, 1940, 1958 yıllarında esaslı tamirler görmüştür.

BAYEZİD KULESİ

İstanbul’daki yangınları itfaiye teşkilatına ve diğer ilgililere anında haber vermek için yapılan yüksek kule. İstanbul Üniversitesi, merkez binasının avlusundadır.

Bu kule, yapılmadan önce aynı vazifeyi Ağakapısı’nda bulunan ahşap bir yangın kulesi görüyordu. İtalyan mimar Egli’ye yaptırılan bu ahşap yangın kulesi Süleymaniye’de şimdiki Fen Fakültesi Botanik Enstitüsünün bulunduğu yerdeydi. Süleymaniye Camiinin minarelerinden daha kısa olan ve dört köşe bir plan üzerine inşa edilen bu yangın kulesinin üst katında bir tarassud odası bulunmaktaydı. O zamanın tabiriyle buraya "köşk"; yangın tarassuduna memur olanlara da “köşklü” denirdi. Ancak bu kule birçok defa yanmış ve yeniden yapılmıştır. 1782 senesindeki yangından sonra yenisi inşa edilmeyip, yangın gözetleme işi Süleymaniye Camiinin minarelerinden yapılmıştır. Daha sonra Sultan İkinci Mahmud Han, Seraskerlik Dairesine tahsis edilen Eski Sarayın büyük avlusunda bir yangın kulesi yapılmasını emretti. Serasker Ağa Hüseyin Paşanın bizzat ilgilendiği kulenin yapımı, 1828 tarihinde tamamlandı. Bu kule ahşaptan yapılmıştı. Sultan İkinci Mahmud’un yeni kurmuş olduğu Asakir-i Mansure birliklerinden kule içine alınan bir kısım askerler tarafından çıkarılan ayaklanma sonucunda bu yangın kulesi yakılmıştır. İkinci Mahmud bu kulenin yeniden taştan yapılmasını emretmiş, böylece bugünkü kule inşa edilmiştir. Fakat o zaman bugünkü dört katın yerinde dört bir yana çıkıntılı büyük bir köşk bulunuyordu ve bu köşkün üstü sivri külahlı kurşun bir damla örtülüydü. 1849 yılında bu kısım üç kat halinde taştan yapılmıştır. Kuledeki bayrak direği ise 1889 senesinde dikilmiştir. 1849 yılında vuku bulan zelzelede hasara uğrayan kule, bir müddet kendi haline bırakıldı. Daha sonra tamir edilerek yeniden faaliyete geçti.

Yüksekliği 85 metredir. Kulede vazifeli memurlar şehri dürbünle devamlı olarak gözetlemekte ve bir yangın alameti görünce itfaiye teşkilatına haber vermektedirler. Eskiden yangın devam ettiği müddetçe kuleye işaret olmak üzere gündüzleri sepet, geceleri fener asılmaktaydı. Sepetlerin adedi ve fenerlerin renkleriyle yangının yeri işaret edilirdi. Şehirde telefon tesisatı yapılmadan önce, yangını haber verme işi “köşklü” denilen ve hususi elbiseler giyen vazifeliler tarafından yapılırdı. Geceleri bu vazifeye bekçiler de katılır ve “Yangın var!” diye bağırarak mahalle halkına duyururlardı.

BAYEZİD MEYDANI

İstanbul’da, Bayezid Camii yanındaki meşhur meydan. Sultan İkinci Bayezid tarafından yaptırılan camiden dolayı bu meydana Bayezid Meydanı denilmiştir. Eski ve yeni binaları ile İstanbul Üniversitesi, Bayezid medreseleri, yangın kulesi, Kapalı Çarşı gibi İstanbul’un başlıca kültür müesseseleriyle birçok sanat eserleri meydanın civarında bulunur. Bayezid Meydanı birkaç defa restore edilmiş, bazı düzeltmeler yapılarak bugünkü duruma getirilmiştir.

BAYEZİD PAŞA

Çelebi Sultan Mehmed ve İkinci Murad devri vezir-i azamlarından. Amasyalı olup babasının adı Yahşi’dir. Çelebi Sultan Mehmed Amasya’da sancakbeyiyken hizmetine girdi. Ankara Muharebesinden sonra Osmanlı şehzadeleri arasında başlayan saltanat kavgalarında Çelebi Mehmed’i destekledi. Çelebi Mehmed’in Osmanlı tahtına geçmesinden sonra birinci vezir oldu (1413). Karamanoğlu üzerine yapılan bir seferde gösterdiği başarı üzerine vezir-i azamlık makamına ilave olarak Rumeli Beylerbeyliği de kendisine verildi (1414). Şeyh Bedreddin İsyanının bastırılmasında önemli rol oynadı. İkinci Murad Hanın tahta geçmesinden sonra da görevlerine devam etti. Bu sırada Mustafa Çelebi (Düzmece Mustafa) İsyanı meydana geldi. Mustafa Çelebi, Bizans İmparatorunun da desteğiyle Rumeli’de durumu lehine çevirmeye başladı. Bunun üzerine Murad Hanın emriyle, Bayezid Paşa Rumeli’ye geçerek Mustafa Çelebi üstüne yürüdü. İki kuvvet Sazlıdere mevkiinde karşılaştı. Fakat ilk temasta Bayezid Paşa kuvvetlerinin önce sağ kolu ve onu takiben sol kolu Mustafa Çelebi tarafına geçti. Bu vaziyet üzerine teslim olan Bayezid Paşa, Mustafa Çelebinin yanında bulunan Aydınoğlu Cüneyd Beyin ısrarıyla öldürüldü. Kabri Sazlıdere’dedir. Torunları zamanımıza kadar gelmişlerdir. Muktedir bir devlet adamı olan Bayezid Paşa, Amasya’da cami, imaret ve medrese inşa ettirmiştir.

BAYEZİD-İ BİSTAMİ

Evliyanın büyüklerinden. Silsile-i aliyye adı verilen büyük alimler silsilesinin beşincisi. İsmi Tayfur, babasının ismi İsa, künyesi Ebu Yezid olup, lakabı Sultanü'l-arifin'dir. Bayezid-i Bistami diye meşhur olmuştur. 776 (H. 160) veya 803 (H. 188) senesinde Hazar denizinin güney sahillerindeki Bistam şehrinde doğdu. 846 (H. 231) veya 875 (H. 261) senesinde aynı yerde vefat etti.

Küçük yaşta ilim tahsiline başlayan Bayezid-i Bistami, bir gün Kur'an-ı kerim okumak için gittiği mektepte okuduğu bir ayet-i kerime üzerine erkenden eve döndü. Annesi niçin erken eve döndün diye sorduğunda; "Bir ayet-i kerime okudum. Allahü teala kendisine ve sana hizmet etmemi emrediyor. Bunun için hemen hizmete koştum. Ya benim için Allahü tealaya yalvar, sana hizmet edeyim, yahut da bırak kendimi Allah'a vereyim." dedi. Annesi de; "Seni Allahü teala için bıraktım, kendini yalnız O'na ver." dedi. Bayezid-i Bistami hazretleri kendisini Allahü tealaya verdi. Ama annesinin de hizmetinden ayrılmadı. Çünkü Allahü tealanın emri de böyleydi.

Soğuk bir kış gecesi, annesi yattığı yerden oğluna seslenip su istedi. Bayezid-i Bistami hazretleri buzlarla kaplı testi elinde, annesinin başucuna geldi. Fakat annesi uyumuştu. Annesini uyandırmadı. Saatlerce bekledi. Nihayet annesi uyandı ve mırıldandı: "Su, su!" Bayezid hazretleri suyu uzattı. Soğuktan eli donmuş, parmakları testiye yapışmıştı. Bu hali gören annesi: "Ya Rabbi! Ben oğlumdan razıyım! Sen de razı ol.." diye canı gönülden dua etti. Belki de, annesinin bu duası, onu evliyalığın yüksek derecelerine kavuşturdu.

İmam-ı Ali Rıza'nın sohbetiyle yetişip kemale geldi. Otuz sene Şam ve civarında dolaşarak yüz on üç büyük alimin sohbetinde bulundu. Bu sohbetlerin bereketiyle, kendisinin doğumundan kırk sene önce vefat etmiş olan İmam-ı Cafer-i Sadık hazretlerinin ruhaniyetinden de istifade ederek tasavvufta yüksek derecelere kavuştu. Daha sonra tekrar Bistam'a döndü.

İnsanlara Allahü tealanın emir ve yasaklarını anlattı. Ondan pekçok kimse istifade etti. Kendisi de evliyalığın çok yüksek mertebelerine kavuştu. İstanbul'a geldiği, papazların bir toplantısında bulunduğu ve aralarında yüzlercesinin Müslüman olmasına vesile olduğu rivayet edilmektedir. Menkıbeleri ciltleri dolduracak kadar çok olan Bayezid-i Bistami'nin pekçok kerametleri görüldü. Bistam'da vefat etti. Türbesini Bistam'a gidenler mutlaka ziyaret etmektedirler.

Pekçok hikmetli sözleri olan Bayezid-i Bistami İslamiyetin emirlerine son derece uyardı. Allah sevgisinden, namaz kılarken göğüs kemiklerinin gıcırtısını yanında duranlar işitirdi.

Buyurdu ki: "Dilini Allah'ın ismini anmaktan başka işlerle uğraşmaktan ve başka bahis konuşmaktan koru! Nefsini hesaba çek..! İlme yapış ve edebi muhafaza et. Hak ve hukuku gözet. İbadetten ayrılma! Yumuşaklık ve merhamet sahibi, güzel ahlaklı ol! İlme yapış ve eşyanın hakikatini ara. Allahü tealayı unutturacak her şeyden uzak dur ve onlara kapılma."

"Bu kadar zahmet ve meşakkatlere katlanarak aradığımı annemin rızasını almakta buldum. Çok basit gibi gelen anne rızasını almanın, bütün işlerin evvelinde lazım olduğunu anladım."

"Bulunduğunuz derecelere nasıl kavuştunuz?" diye kendisine sordular. Cevabında; "Her yerde Allahü tealanın gördüğünü ve bildiğini düşünüp, edebe riayet etmekle kavuştum." buyurdu.

"İnsana en şiddetli zararı olan şeyin ne olduğunu bilmek istedim. Bunun gaflet olduğunu anladım. Gafletin insana yaptığı zararı Cehennem ateşi yapamaz. Ya Rabbi! Bizleri gaflet uykusundan uyandır. Lütuf ve kereminle bu duayı kabul eyle!"

Bayezid-i Bistami hazretleri bir gün ellerini kaldırdı ve Allahü tealaya şöyle yalvardı:

"Ey Allah'ım, ey kusurlardan münezzeh olan sonsuz kudret sahibi Rabbim! Sen ne dilersen yaparsın. Benim vücudumu öyle büyült, öyle büyült ki, Cehennem'i ağzına kadar doldursun. Böylece başka kullarına yer kalmasın. Onların yerine ben yanayım." Hazret-i Ebu Bekir de böyle dua ederdi. Bayezid-i Bistami hazretleri kitap yazmamıştır. Ancak, menkıbeleri, kerametleri, hikmetli sözleri birçok kitaplarda toplanmıştır.