BATIL İTİKAT
Alm. Aberglaube, Fr. Préjugé, İng. Superstition, False belief, heretical belief. Aslı olmayan, gerçek olmayan inanç. Batıl, lügatte "hurafe, hak olmayan, sahte, boş, hükümsüz" manalarına gelir. Zıttı olarak "hak, doğru" kelimeleri kullanılır.
İlk insan ve ilk peygamber hazret-i Adem'dir. Allahü teala kullarına onun vasıtasıyla dünyada ve ahirette saadete kavuşmaları için emir ve yasaklarını bildirdi. Buna göre insanların ilk dini hak dindir. Allahü teala hak dinden haberi olmayan veya hak dinleri unutup, yanlış yollara sapanlara, doğru yolu bulmaları için, zaman zaman peygamber denilen rehberler gönderdi. İnsanlar, bu rehberlerin gösterdiği doğru yolu unuttuklarında, yahud onlara uymayıp kendi başlarına gittiklerinde hep yanlış yollara saptılar, batıl itikatların (inanışların) içerisine düştüler.
Batıl itikatlar, çağlara, ırklara, iklimlere, insanların kültür ve medeniyet seviyelerine göre değişiklik gösterir. Günümüzde de çeşitli cemiyetlerde yaşayan bazı insanların birbirlerinden çok farklı batıl itikatları vardır. Bazı ülkelerde batıl itikatlar toplumun bir kısmını veya tamamını kaplayarak uydurma din ve tarikatler ortaya çıkmıştır. Eski çağlarda olduğu gibi, günümüzde de bazı Afrika, Güney Amerika ve Asya'nın yerli kabile ve insan toplulukları insan eliyle taş, ağaç, vs. gibi maddelerden yapılmış resimlere, heykellere, güneş, ay, çeşitli hayvan türleri gibi maddi varlıklara veya hayali vehimlere tapınmaktadır. Bunlardan başka modern toplumlarda da sahib olunan ilmi ve teknik seviye ile taban tabana zıt, türlü çeşitli batıl itikatlara rastlanmakta, hatta yerine göre vahşi, saçma, tuhaf, saldırgan kültürel ekoller, bu tür itikatlara dayanarak, peşlerine taktıkları insan grubları ile parlayıp sönmektedirler. Bu sonuncu çeşidin örneklerine Amerika ve Avrupa'da sık rastlanmaktadır.
Bizim toplumumuzda az rastlanan batıl itikatlar; daha çok yeterli bilgi, kültür ve muhakeme seviyesinden mahrum insanlar arasında görülür. Sayıları pekçok olan bu tür inançlardan; "Salı günü bir işe başlanmaz!", "Elden ele sabun, makas, bıçak, verilmez!", "Çarşamba günü çamaşır yıkanmaz!", "Perşembe günü saç taranmaz!", "fala inanmak" gibi din ile ilgisi olmayanları, mahalli de olsa, uyduranı bilinmeyen ve sebep gösterilmeksizin körü körüne inanılanlarından birkaçıdır.
Bunlardan başka bir de İslamiyete art niyetlerle sokulmak istenen batıl itikatlar vardır; "Sadece Muharrem'in 10. günü aşure pişirip dağıtmak, mübarek gecelerde helva pişirip dağıtmak, Hıdırellezde ateş yakıp üstünden üç defa atlamak, uğura veya uğursuzluğa inanmak, kiralık insan tutarak ölü evinde veya mezar başında ağlatmak, bağırıp çağırtarak kafileyi, sanatlı sözler söyletmek, kabrin etrafını tavaf eder gibi dönmek vb." misal olarak sayılabilir. İnsanları dünya ve ahiret saadetine kavuşturacak olan İslam dininin kaynaklarında böyle şeylerin hiçbirine rastlanmaz ve yer verilmez. İslamiyet, başta putperestlik olmak üzere, inanç, amel ve muamelatta bütün batıl itikatları kaldırmış, her şeyde doğru, hak ve hakiki olanı getirmiştir. Bu hususları İslamın temel kitapları tekrar tekrar yazmaktadır.
Ancak; bazı büyük zatlar için çeşitli şeyler adamak konusunda bilgi eksikliğinden veya yanlışlığından doğan batıl inanç ve uygulamalara bir takım yerlerde rastlanmaktadır. Mesela İslam dininde; türbelere bez, iplik bağlamak, mezarlara mum yakmak yoktur. Bunları Hıristiyanlar ve başka dinlerin mensupları yapmaktadır. Cahil halk veya din bilgisi az kimselerin ölüler için para, mum, yemek ve benzeri şeyler adayarak büyük zatlara yaklaşmak, onlardan faydalanmak istemeleri ve müşkillerinin (problemlerinin) çözümünde, arzu ve isteklerinin yerine getirilmesinde yardımlarını beklemeleri batıl itikatlardandır. İslamiyete uygun olarak büyük zatların ruhaniyetlerinden istifade etmek için, adanacak şeyler Allah için adanır. Sevabı o büyük zata bağışlanır. Böylece o zatın Allah katında adak sahibine şefaatçi olması ve bu kişinin arzusuna kavuşması beklenir, umulur.
Alm. Verwestlichung, Fr. Occidentalisation, İng. Westernization. Batı'nın ilimde, fende, tecrübede, sanatta, imar ve refah vasıtalarında bulduklarını öğrenmek, yapmak ve bunlardan istifadeye çalışmak.
Osmanlı Türkleri 15, 16 ve 17. asırlarda siyasi sahada olduğu gibi medeniyet seviyesi, ictimai, yani, sosyal nizamı ve ahlaki üstünlüğü ile dünyada en ileri seviyede bulunuyordu. Onlar mensubu oldukları İslam dinine ve onun güzel ahlakına, iyilik, çalışkanlık, adalet gibi emirlerine sarıldıkları müddetçe çağının zirvesine çıkmış ve diğer milletlere üstün ve örnek olmuştur. Dünyanın en mühim ticaret yolları önemli ülkeler, şehirler ve denizler Osmanlı hakimiyeti altındaydı. İki saatlik bir savaş sonunda bir devleti bütünüyle idareleri altına alabilecek bir güce sahipti. Karşılarında rakib olabilecek bir kuvvet yoktu. Bu sebeple Osmanlı Devleti hakim bir vaziyette seyrine devam ediyor, onu daha yeni hamleler ve teknik buluşlar yapmaya sevk edecek itici sebepler görülmüyordu.
Buna karşılık 10. yüzyıldan beri açlık, sefalet, hastalık ve zulüm içerisinde, en mühimi Müslümanlar karşısında mahkum bir vaziyetde bulunan batı toplumu için aynı durum söz konusu değildi. Çünkü onların karşısında tatbik edebilecekleri yüksek ve parlak bir ilim, örnek alabilecekleri gelişmiş bir medeniyet mevcuttu. Nitekim onlar, Haçlı seferleri ve çeşitli vesilelerle İslam memleketleri ile olan irtibatları sırasında bu medeniyeti tanıma fırsatı buldular. Rönesans denilen hamlelerinde bunun büyük tesiri oldu (Bkz. Rönesans).
Diğer taraftan Avrupalılar doğunun, bilhassa Hindistan'ın tabii ürünlerinden ancak Osmanlılar vasıtasıyla istifade ettiklerinden onlara pahalıya mal oluyordu. Bu sebeple ihtiyaçları olan maddeleri doğrudan kendi mahalline giderek temin etmeyi düşündüler ve deniz yoluyla Hindistan'a ulaşabilme çarelerini aradılar. Bu yüzden pekçok deniz seyahatleri yaptılar. Bu faaliyetleri sırasında denizcilik bilgi ve tecrübeleri genişledi. Denizcilik mektepleri açarak bu bilgi ve tecrübelerini ilerlettiler. Donanmalarını bu bilgilerle teçhiz ettiler. Diğer harp sahalarında da bu bilgi ve tecrübelerinden faydalandılar. Neticede savaş meydanlarında Osmanlılar üzerinde de üstünlük kurmaya başladılar. Öyle ki, 17. asrın başlarında Osmanlı donanmasının hala kürekli ve yelkenli olmasına karşılık onlar donanmalarını kalyonlarla donatmışlardı.
Avrupa devletlerinin elde ettikleri bu üstünlüğün sonunda, kara ve denizdeki başarısızlıklar Osmanlı devlet adamlarının dikkatini çekti. Osmanlı padişahları ülkelerinin kaybettiği üstünlüğü tekrar kazanmak gayesiyle batının ilim ve tekniğini Türkiye'ye aktarmak için her türlü imkanı seferber etti.
Sultan Üçüncü Ahmed Han döneminde (1703-1730) Avrupa devletleri ile siyasi münasebetler kuruldu. Bu sırada Paris'e giden Yirmisekiz Mehmed Çelebi burada birçok müesseseleri gezdi ve raporlar sundu. Oğlu Said Mehmed Efendi ise ilk Türk matbaasının açılması için izin istedi. Şeyhülislam Abdullah Efendi, matbaanın çok hayırlı bir hizmet olacağına ve açılması gerektiğine dair fetva verdi ve matbaa kuruldu. Rochfart isminde bir Fransız subayına Osmanlı ordusunun ıslahı için rapor hazırlatıldı.
Sultan Birinci Mahmud (1730-1754), Sultan Üçüncü Mustafa (1757-1774) ve Sultan Üçüncü Selim (1789-1807) devirlerinde de bu faaliyetler devam etti. İbrahim Müteferrika, Tatarcık Abdullah Efendi, Koca Sekbanbaşı ve Vak'anüvis Asım Efendi gibi ilim ve devlet adamları padişahlara takdim ettikleri eserlerinde, Avrupa devletlerinin askeri teşkilatı, nizam ve talimleri hakkında bilgiler verdiler. Bu raporlar ışığında Osmanlı Devletinde bilhassa askeri alanda pekçok düzenlemeler yapıldı. Avrupa taktik, disiplin ve silahların kullanılabilmesi için topçu ve humbaracı ocakları ıslah edildi. Kağıthane'de kurulan askeri bir ocak tamamen batı tekniği tarzında eğitime başladı. Burada Fransız subaylarından da istifade edildi. Bu faaliyetlerin geliştirilmesi için Avrupa'da daimi elçilikler ve konsolosluklar açılmaya başlandı. Nizam-ı cedid adı ile yeni ve modern bir ordu kuruldu. Osmanlı Devleti kısa bir süre sonra bu gelişmelerin faydasını gördü. Napolyon'un Mısır'ı işgali teşebbüsü bu talimli ve disiplinli birlikler tarafından önlendi. Rusya ve Avusturya orduları karşısında muvaffakiyetler elde edildi. Fakat teşkilatı bozulmuş, disiplini kalmamış, askerlikten çok esnaflıkla uğraşan, söz dinlemez isyankar bir güruh haline gelmiş Yeniçeri Ocağı bu gelişmelere karşı çıktı. Neticede batının tekniğini alarak devleti yeni bir nizama ve hayatiyete kavuşturmaya inançlı ve kararlı olan Üçüncü Selim Han bu asilerce şehid edildi.
İkinci Mahmud Han (1808-1839) tahta çıkar çıkmaz amcası Üçüncü Selim'in yarım bıraktığı ıslahat programını gerçekleştirmek üzere harekete geçti. Askeri reformları istemeyen Yeniçeri Ocağını 1826'da ortadan kaldırdı. Asakir-i Mansure-i Muhammediyye adı ile yeni bir ordu kuruldu. Ordunun talim ve terbiyesi için Avrupa'dan mütehassıslar getirildi. Mühendishane-i Bahr-i Hümayun ihya edildi. Türkiye'de ilk buharlı gemiler satın alınarak Türk deniz kuvvetlerine kazandırıldı. Tıbhane-i Amire ve Cerrahhane açıldı. Devlet memurlarının yetişmesi için Mekteb-i Maarif-i Adli kuruldu. Açılan okulların seviyesini yükseltmek ve lüzumlu fen ve teknik kitapların tercümesi için batı dillerinde tercüme büroları açıldı.
Görüldüğü üzere batılılaşma adı verilen hareketin esası İkinci Mahmud devri sonuna kadar sadece askeri ve teknik sahada ilerlemek ve bunun için batının lüzumlu olan ilminden istifade etmekti. Bu gaye ile gerekli bütün teşebbüsler yapıldı. Ancak bu çalışmalar daha çok Avrupalı subay ve uzmanların kontrolünde oluyordu. Oysa yeni kurulan askeri ve teknik müesseseleri, mektepleri devam ettirebilmek ve bunlardan büyük ölçüde faydalanabilmek için kendi insanını yetiştirmek lazımdı. Bunun için, ilk defa olarak, 1827'de Paris'e öğrenci gönderildi ve sonraki yıllarda da bu uygulama devam etti.
Diğer taraftan batılılar Osmanlı Devletinin ilmi ve teknik alandaki ilerlemelerine mani olabilmek ve onları içte ve dışta zayıflatmak için bütün güçleriyle çalışıyorlardı. Osmanlı ülkesine gönderdikleri sefirler, tüccarlar, bilginler ve ajanlar vasıtasıyla azınlıkları tahrik ediyor, bölücülük yapıyor ve nüfuz edebildikleri devlet adamlarını kullanarak ihtilaller bile çıkarabiliyorlardı. Nitekim İkinci Mustafa Hanın tahttan indirilmesi, Patrona Halil ve Kabakçı Mustafa isyanları hep onların gizli faaliyetlerinden kaynaklanıyordu. Şimdi ise Türk gençleri kendilerinden istifade etmek üzere ayaklarına kadar gelmişti. Onlar bu gençleri memleketlerine döndüklerinde, gayelerine uygun bir şekilde kullanabilmek için metodlu telkinlerde bulundular. Bu telkinlerin üç ana hedefi vardı. Bunlar; gençlerin Osmanlı Hanedanına itaat duygusunu kırmak, dini metanetlerini zaafa uğratmak, yabancı fikir ve adetlere alıştırarak yozlaştırmaktı. Böylece bünyelerindeki tahribat tamamlanmış olacaktı. Gerçekten de birkaç yıl içerisinde, batı ülkelerine giden gençlerin pek çoğu, bedeni Türk fakat düşünüşü, anlayışı ve yaşayışı itibariyle tam bir Avrupalı haline geldi.
Avrupalılar diğer taraftan aynı gayeye dönük planlarını ülkelerine gelen dini yönü zayıf ve sefahata düşkün Osmanlı Devlet adamları üzerinde de deniyorlardı. Avusturya büyükelçisi Sadık Rıfat Paşa ile Londra büyükelçisi Mustafa Reşid Paşa bunlar arasındaydı. İskoç Mason teşkilatı üyesi Lord Rading bilhassa Reşid Paşa ile sıkı bir dostluk tesisine muvaffak oldu. Onun idarede en yüksek mevkilere gelebilmesi için çalışacağını ve İngilizlerin desteğini devamlı yanında tutacağını bildirdi. Tatlı vadlere aldanan Reşid Paşa, Mason locasına üye oldu. Lord Rading ona devlet idaresinde yapılması gereken ıslahatları telkin etti. Mustafa Reşid Paşa bu telkinler ile İkinci Mahmud Hana; "Batılıların, Osmanlı Devletine, bilhassa Müslüman ve Hıristiyan tebaa arasında eşitlik gözetmediği için düşman olduğunu, müslim ve gayri müslim ayrılığının kaldırılması gerektiğini, bu hususlarda yapılacak ıslahatı bir hatt-ı hümayunla ilan etmesini" teklif etti. Reşid Paşanın isteklerinin İngilizlerin arzusu ve emeli olduğunu iyi bilen padişah, bu teklifleri reddetti.
Ancak 1839'da İkinci Mahmud Hanın vefatı, Osmanlı Devleti'nin Mısır valisi Mehmed Ali Paşa isyanı karşısında düştüğü durum ve nihayet tahta 16 yaşında genç ve tecrübesiz Abdülmecid Hanın çıkması İngilizlere bekledikleri fırsatı verdi. Mısır meselesinde destek olmaları vadiyle genç padişaha Mustafa Reşid Paşayı sadrazamlık makamına tayin ettirdiler. Reşid Paşa da daha önce Lord Rading'le beraber hazırlamış olduğu reform ve ıslahatları Tanzimat Fermanı adı altında yayınlatarak yürürlüğe koydu. Bu ferman sayesinde büyük vilayetlerde mason locaları açıldı. Casusluk ve hıyanet ocakları açılıp çalışmaya başladı. Osmanlıyı geri bırakan sebepler olarak İslamiyet gösterilmeye çalışıldı. Gençlere ecdat düşmanlığı aşılandı ve milli birlik parçalandı. Fatih devrinden beri medreselerde okutulmakta olan fen, hesap, hendese, astronomi dersleri, "din adamlarına lazım değildir" denilerek kaldırıldı. Batının günlük kültürü Osmanlı toplumunu sarsmaya başladı. Giyim ve ev eşyalarından, evlerin stili ve insanlar arası ilişkilere kadar Avrupa örf ve adetleri yayıldı. Nihayet konu batılı kanunların alınması meselesine kadar geldi. Reşid Paşa ekolünden yetişen Ali, Fuad, Kabuli ve Midhat paşalar mahkemelerde Fransa medeni kanunlarının uygulanmasını istediler. İstanbul'daki Fransız elçisi Marqui de Mousteir, Fransız medeni hukuku hakkında malumat vererek onların fikirlerini destekledi. Halbuki bu kanunlar, batı insanının aile, toplum, iktisat ve siyaset anlayışını temsil ettiklerinden Osmanlı cemiyetinin yapısına ters düşüyordu. Nitekim meşhur hukukçu ve tarihçi zamanın adliye nazırı (Adalet Bakanı) Ahmed Cevdet Paşa ve taraftarları bu görüşün karşısında yer aldılar. Ahmed Paşaya göre; "Bir milletin temel kanunlarını değiştirmek o milleti ölüme mahkum etmek." demekti.
İşte Üçüncü Ahmed Handan itibaren "Avrupalıların ilim ve tekniğini tatbik etmek" şeklinde kabul edilen batılılaşma, Tanzimat devri aydınlarınca "batının sadece kültür örf ve adetlerini almak ve batılı gibi yaşamak" şeklinde benimsendi ve yozlaştırıldı. Konu aslından saptırıldı. Bu şekilde düşünmek aydın olmanın icabı sayıldı. Batılılaşmayı gerçek manasında anlayanlara gerici, yobaz denildi. Devlet kademeleri tamamıyla Mustafa Reşid Paşa zihniyetinde yetişenlerin eline geçti. Avrupa'da tahsil yapmış denilerek işbaşına getirilenlerin kısa bir süre sonra, ilim ve teknikten habersiz, tek sermayelerinin İslam düşmanlığı ve kuru bir Avrupa hayranlığı olduğu görüldü. Batının ilim ve tekniğini alma gayesiyle Avrupa'ya giden bu gençlerden herbiri dönüşte ateşli bir hatip veya yazar kesiliyor ve Osmanlı Devletini meşruti bir rejime oturtmak için gayret sarf ediyorlardı. Onlara göre padişahın yetkileri azaltılmalı ve asıl iktidar gücü meclise devredilmeliydi. Böylece batılılaşmanın en önemli unsurlarından olan devlet idaresinde çok seslilik sağlanacaktı. 1876'da İkinci Abdülhamid Hanın ilan ettiği meşrutiyet neticesinde kurulan ve çoğunluğunu Türk olmayanların meydana getirdiği meclis, altı ay içerisinde devleti felaketlerin eşiğine getirdi. Osmanlı cemiyetinin henüz böyle bir sisteme hazır olmadığını ve o şartlar içerisinde Meşruti idarenin ülkeyi yıkıma götürdüğünü gören padişah, meclisi feshetti.
Devleti, tam otuz bir sene dahiyane bir siyaset ve adaletle yönetti. İçte Ermeni, Rum, Bulgar, Arnavut çetecileri, dışta bunları destekleyen süper güçler ve mason teşkilatlarının çalışmalarına rağmen devletin bütünlüğünü korudu. Ayrıca bu büyük meseleler yanında, ülkesini ileri bir seviyeye ulaştırmak için eğitim, sanayi, imar, haberleşme ve memleket kalkınmasında büyük hamleler başlattı. Her vilayetde mektepler, hastahaneler, yollar ve çeşmeler yaptırdı. Mekteb-i Mülkiye, Güzel Sanatlar Akademisi, Yüksek Ticaret Mektebi, Hukuk, Yüksek Mühendis Mektebi, Bursa'da İpekçilik Mektebi, Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi, Yatılı Kız Lisesi, Mülkiye Lisesi, Üsküdar Lisesi, Maden Arama Mektebi, Fen ve Edebiyat Fakülteleri, Dilsiz ve Sağırlar Mektebi, Haydarpaşa Mekteb-i Tıbbıye-i Şahane, Gülhane Tababet-i Askeriye Tatbikat Mektebi açılan eğitim müesseselerinden sadece bir kaçıdır. Ayrıca ziraat, sanayi ve ticaret odaları açıldı. Hereke kumaş fabrikası, çini fabrikası, Kadıköy havagazı fabrikası, Hamidiye kağıt fabrikası, mum fabrikası kuruldu. Ereğli kömür ocakları işletildi. Musul ve Kerkük civarında petrol kuyuları açıldı. Medine-i münevvereye kadar telgraf hattı ve ülkenin dört bir yanı demiryolu ile döşendi.
Avrupalıların Osmanlı devlet adamları ve aydınları bünyesinde yaptıkları tahribat pek büyüktü. Bunlar batıda mevcut parti, fırka ve hizipcilik gibi her türlü sosyal müesseseyi devletlerinin bünyesine uygun olup olmadığını düşünmeden tatbik etmeye çalışıyorlardı. Bu maksatlarının tahakkuku için her türlü gayri meşru yolu deniyor, hatta Ermeni, Rum, Bulgar, Yunan ve Arnavut çetecileriyle işbirliği yapıyorlardı. Nihayet İkinci Meşrutiyetin ilanı ile kısmen ve 1909'da Sultan Abdülhamid Hanı tahttan indirerek bu isteklerine tamamen kavuştular. Böylece batılılaşma adı altında parti ve hizipçilik memlekete hakim oldu. Bu idare 10 milyon km2 toprağı olan Osmanlı ülkesini 10 yılda bitirerek düşmanlarının insafına terk etti.
Türk milletinin gözü önünde tamamen mecrasından saptırılmış batılılaşma adı altında böylesine acıklı bir manzara mevcutken yüz yıla yakın bir süredir hala bu mevzu üzerinde tartışmalar sürmekte, ilim, fen ve teknik sahalarında bu mesafenin kat edildiği görülmemektedir. Meşhur Alman filozofu Ranke: "Eğer millet layık olduğu mevkiye yükselememiş ise bilin ki hayatına bir kasıt vardır." demektedir. Gerçekte de tarihte parlak medeniyetler tesis etmiş Türk milletinin en önemli bir vasfı da ilim ve fende gerçekleştirilmek istenen hamlelere karşı hiçbir zaman karşı çıkmamış olmasıdır. Onun mukavemeti ve itirazı ancak örf ve adetlerine lüzumsuz yere müdahale edildiği zaman olmuştur. Bu ise kültür bütünlüğü ve istiklali bakımından çok sıhhatli bir tepkidir.Türk toplumu hakkında bu hususta en iyi hükmü Fransız akademisi üyesi Claude Farrere vermektedir. O; "Yeni Türkiye'yi saran en bulaşıcı, en kötü mikrop, şüphesiz siyaset mikrobu. Günümüzün Türkleri, kitaplarda okudukları kimselere benzemek istiyorlar. Bu bakımdan şuurlu veya şuursuz olarak, komşularında gerçekten yeni olan her şeyi kopya etmişler, bilhassa ilerici olduklarını iddia eden komşularından. Rusya da bunlardan biri. Fransa da... Eski Türkiye'yi medeniyete götüren tek vasıta İslamdı. Gerçek imanları vardı. Kadınları da kendileri gibi mümindi. Toprağına çok çeşitli ve derin köklerle bağlı bir halkın dinini kökünden sökmeye kalkışmanın iyi bir şey olduğunu iddia edemeyeceğim. Menşelerine (asıllarına) çok yakın olan bir halkın, iç dünyasının temelini teşkil eden dinini kökünden sökmeye kalkışmanın çok ciddi ve tehlikeli bir şey olduğuna eminim." diyerek hakikati bütün açıklığıyla gözler önüne sermektedir.
Netice olarak, 1839'dan itibaren batılılaşma "yabancıların kültürleriyle yoğrulma" gibi maksadından uzak bir manada ele alındığı içindir ki Türkiye, ilim ve teknikte istenilen seviyeye ulaşmak şöyle dursun sürekli geriledi. Nitekim bugün pekçok Afrika ülkesi bile ilmi araştırmalarda Türkiye'yi geçmiş bulunmaktadır. Japonya ve Kore gibi ülkeler, ileri seviyedeki devletlerin teknik gelişmelerini kendi kültürleri ile mecz ederek kullanmak suretiyle 50 yıl gibi kısa bir süre içerisinde ilimde, sanatta, teknikte hatta ticaret ve ekonomide dünyanın süper güçleri arasına girdiler.
Türk milleti batılılaşmayı gerçek manasında kavrayıp tatbik edebildiği gün, ileri milletler seviyesine ulaşmaya ve layık olduğu mevkiyi kazanmaya namzed olacaktır.
(Bkz. İsmailiyye)
Alm. Bäthysphare, Fr. Bathysphere, İng. Bathysphere. Deniz ve okyanusların derinliklerinde araştırma ve inceleme yapmak üzere kullanılan küre biçimindeki çelik kabin. Şimdi aynı maksat için kullanılan Batiskaftan önce kullanılmıştır. Çapı 1,5 metreye yakın, ağırlığı ise iki tondan fazladır. Batisferler çelik bir kablo ile deniz yüzeyindeki bir gemiye bağlanır. Ayrıca gemi ile telefon ve elektrik irtibatı olan batisferlerin, kuvarstan yapılan “Lomboz” adı verilen pencereleri bulunur. İlk defa l930’larda Amerikalı William Beebe tarafından yapılan batisferin yerini günümüzde batiskaflar almıştır. Çünkü batisferin batiskaf gibi serbest hareket edebilme kabiliyeti olmadığı gibi, 900 metreden daha derine de inememiştir.
Alm. Bathyskaph, Tiefseeboot (n.), Fr.Bathyscaphe,İng. Bathyscaphe. Okyanus ve denizlerin dibinde inceleme ve araştırma yapmaya yarayan araç. Latince bathus (derin) ve skaphs (kayık) kelimelerinden meydana gelir. Batiskafı, ilk defa balonlar üzerinde de hayli çalışmalar yapmış olan Prof. Auguste Piecard yapmıştır. Yapılışı, Arşimed prensibine dayanır. Denizin dibine doğru dik olarak hareket ederek yer değiştirir. Eğer yoğunluğu suyun yoğunluğundan fazla ise batar, az ise su yüzüne çıkar, eşit olduğunda su içinde dengede kalır.
Esas olarak, içi benzinle dolu yüzücü bir şamandıra ile buna bağlı çelikten küre biçiminde bir kabinden meydana gelir. Bu kabin, deniz dibindeki büyük basınçlara dayanacak şekilde kalın çelikten yapılmış olup, kalınlığı l0 santimetreden fazladır. Hatta 20 santimetreye yaklaşanlar vardır. Çok ağır olduğundan taşınması için bir şamandıraya bağlanmıştır. Kabinin içi araştırma yapmak için çeşitli aletlerle techiz edilmiş olup, dışarıyı görebilmek için iki tane yarım koni şeklinde “lomboz” denilen saydam malzemeden yapılmış penceresi vardır. Bunlar koni tabanı dışarıya gelecek şekilde ve basınca maruz kaldığında sıkışıp sızıntıyı önleyecek şekilde yapılmıştır. Ayrıca çevreyi aydınlatmaya yarayan farları vardır.
Şamandıra kısmının içi, yoğunluğu sudan daha az olan benzinle doldurulduğundan su yüzünde kalabilme kabiliyeti vardır. Şamandıranın içindeki silindirik bölmelerin bazısında hava vardır. Dalmak için pompalar yardımıyla buralara su basılır. Battıkça alt kısımda bulunan bir delikten deniz suyu içeri girerek benzini sıkıştırır. Böylece iç basınç dış basınca daima eşit kalır ve şamandıranın büyük basınçlar altında ezilmesi önlenmiş olur. Bu sebepten şamandırayı daha hafif malzemelerden yapmak mümkün olur. Aksi taktirde kabin gibi çok sağlam yapmak gerekirdi. Araç battıkça, şamandıra içine giren su, benzini sıkıştırdığından benzinin yoğunluğu artar. Dolayısıyla batma hızı da artar ve araç yüzme kabiliyetini kaybeder. Bunu önlemek için “safra” diye adlandırılan ve elektromıknatıslarla aracın silolarında tutulan demir talaşları kısmen salınır. Ağırlık azaldığından hızı azalır. Batiskaf deniz dibine indiğinde aracı kontrol etmek için yine safralardan ve zincirlerden faydalanılır. Araca asılı zincirler deniz dibine dokununca, araç, zincir ağırlığından kurtulup hafifler ve hızı azalır; tekrar yüzme kabiliyeti kazanır. Sağa sola hareketleri ise küçük elektrik motorlarıyla sınırlı olarak sağlanır. Ayrıca sualtı akıntılarından da bu gaye için faydalanılır.
Batiskaf su üstüne çıkmak istediği zaman çelik bilyalardan meydana gelen safraları boşaltır ve hafif olan benzin, balon gibi aracı su üstüne çıkarır. Su üstüne çıkınca hava bölmelerindeki su, sıkışan hava tarafından dışarı atılır. Elektrik kesilmesi gibi durumlarda elektromıknatıslarla tutturulan safralar kendiliğinden bırakılır. Ayrıca tehlike anında safra görevi yapan bazı ağır aletler de elektromıknatıslarla taşınır.
Prof. A. Piccard’ın gerçekleştirdiği ilk batiskaf, Belçika Bilimsel Araştırma Milli Fonu (FRNS) tarafından desteklendiğinden FRNS-2 olarak adlandırıldı. (Piccard, balon çalışmaları da yaptığından FRNS-1 ismi balonuna verilmişti.) Bu araç l948’de 1 kilometreden biraz daha fazla derinlere inmeyi başardı. Arkasından FRNS-3 ve İtalya’da Trieste batiskafını gerçekleştirdi. Çeşitli dalışlar neticesi Trieste l960’da Büyük Okyanustaki Mainas Çukuruna 11 kilometreye yakın bir dalış yaptı. l96l’de ise Arşimed batiskafı denize indirildi. Çok derinlere inebilme kabiliyeti olan bu aracın kabin iç çapı 2 m civarındadır. Su altındaki hareket kabiliyetini artırmak için üç tane pervane eklenmiştir. Bunlardan biri itme kuvvetini sağlarken, ikincisi yön değiştirmeye, üçüncüsü ise az miktarda dik doğrultudaki hareketlerini sağlar. Fransa, Sovyetler Birliği, ABD’de hala batiskaf konusunda çalışmalar sürdürülmektedir.
Yunan astronomi, tarih ve coğrafyacısı. Batlemyüs veya Ptolémée de denir. Mısır'da Sa'id şehrinde 85 yılında doğdu. İskenderiye'de 167 yılında öldü.
Astronomi üzerine, eski Yunanca yazdığı Mecisti kitabı meşhurdur. Mecisti, büyük demektir. Bu kitap Arapçaya, ondan da Latinceye çevrilmiştir. Kitapta dünya sistemi, düzlem ve küresel trigonometri üzerine inceleme ve çeşitli hesaplar yer almaktadır. Coğrafya kılavuzu isimli kitabında o tarihte çizilmiş haritalar da bulunmaktadır. Bunlardan başka eserleri de olan Batlemyüs'ün kitaplarını İslam alimleri Arapçaya çevirdiler. Pekçok konuda yanlışını tesbit ederek doğrularını yazdılar.Onun bazı görüşlerinin yanlışlığını ortaya koyan İslam alimlerinden biri de Bettani'dir. Bettani, yıldızların hareketlerini Batlemyüs'ten daha doğru olarak tesbit etti. Onun ay ve gezegenlerin yörüngelerindeki yaptığı bir takım hesapların yanlışlarını düzeltti. Ayrıca güneş sistemi ile ilgili görüşlerini de, İslam alimlerinden olan İbn-i Şatır ile Batruci düzeltti. Batlemyüs'ün hatalarının en büyüklerinden biri de dünya duruyor, gökler dönüyor demesiydi.
Alm. Alte Gewichtseinheit, Fr. Unite de poids ancienne, İng. Old weight unit. Özellikle yakındoğuda eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü. Bu ölçü memleketlere göre iki okkadan sekiz okkaya kadar değişir. Bu birim, tartılacak şeye ve memleketin muhtelif şehirlerine göre de değişebilirdi. Osmanlılar zamanında, 6 okka (7,375 kg) bir batman olarak kabul edilirdi. Anadolu'nun bazı yerlerinde, Müslüman devletlerin bir kısmında hala ziraat ve bahçe mahsullerinin alış-verişinde kullanılmaktadır. Memleketimizde metrik ölçü sisteminin resmen kabulü ile batman ölçü sistemi kaldırılmıştır.
Türkiye'nin petrol yatağı olarak bilinen bir ilimiz. Güneydoğu Anadolu bölgesinin Dicle bölümünde Bitlis, Muş, Diyarbakır, Mardin ve Siirt illeri arasında yer alır. Trafik numarısı 72'dir.
İsminin Menşei
İlin ilk adı Ela Khan idi. Bu isim zamanla telaffuz değişikliğine uğrayarak İluh şeklini almıştır. Daha sonra yakınından geçen Batman Çayı ismi buraya verilmiştir. Diğer bir rivayette burada yapılan petrol araştırmaları sırasında, kurulan ambar yerin çökmesi ile batmış, daha sonra İluh köyünü de içine alan bölgeye Batman ismi verilmiştir.
Tarihi
Batman'ın bilinen tarihi milattan önce beşinci asırda yaşayan Medlerle başlamaktadır. Bölgeye yerleşen Medler, Buraya Ela Khan ismini vererek uzun süre bağımsız olarak yaşadılar. Önce Büyük İskender'in istilasına uğrayan bölge, daha sonra sırasıyla Selepkoslar, Partlar, Romalılar, Sasaniler ve Bizans'ın hakimiyeti altında kaldı. 650'den sonra İslam mücahitleri bölgede görünmeye başladı. 1071 Malazgirt Zaferine kadar İslam orduları ile Bizans arasında el değiştiren bölge, bu zaferden sonra Türk hakimiyeti altına girdi. Artukluların merkezi olan bölge daha sonra Moğol,İlhanlı, Karakoyunlu, Akkoyunlu ve Safevilerin eline geçti. Bilahare Yavuz Sultan Selim Han, Safevileri yenerek Batman havalisini Osmanlı topraklarına kattı.
1515'te Dördüncü Murad Han, Bağdat seferi sırasında büyük yararlılık gösteren Turhanoğlu Mahmud Paşaya bölgeyi timar olarak verdi.
İstiklal savaşı sırasında işgale uğramayan bölgede, 1950'den sonra petrolün çıkarılıp değerlendirilmesi ile büyük bir gelişme sağlandı ve Batman 1957'de ilçe merkezi oldu. 16.5.1990 tarihine kadar Siirt iline bağlı bir ilçe olarak kalan Batman, bu tarihten sonra il merkezi haline getirildi.
Fiziki Yapı
Batman ili topraklarının büyük kısmı dağlarla kaplıdır. Kuzeyinde Güneydoğu Torosları meydana getiren Güney Muş Dağları, Sason ve Kozluk ilçelerini tamamen kaplar. Bu bölgedeki en yüksek noktalar Sason Dağı (Aydınlık Dağı) (2973 m), Zupser Tepe (2721 m), Tanrıdağı Tepe (2044 m)dir. Sason Dağı aynı zamanda ilin en yüksek noktasıdır.
İlin en büyük ovası, il merkezinin bulunduğu Batman Ovasıdır. Ova, Batman Çayı Vadisi ve Dicle Vadisi ile birleşmeden önce genişleyen bölümde meydana gelmiştir. Batman Çayının taşıdığı alivyonlarla kaplı ve çok verimlidir. İlin diğer küçük ovası olan Beşiri, Batman Ovasına göre çok küçüktür. Garzan Çayının taşıdığı alivyonların birikmesiyle meydana gelmiştir.
İl akarsu yönünden fazla zengin değildir. Batman'ın güneyinden geçen Dicle Nehri ile Batman Çayı ilin iki önemli akarsuyudur. Batman Çayının meydana getirdiği vadi, Batman-Diyarbakır il sınırını çizer.
İklim ve Bitki Örtüsü
Batman ilinde genel anlamda Akdeniz iklim özellikleri görülmektedir. Yazları sıcak ve kurak, kışları ise nisbeten ılık ve yağışlıdır. Yağışlar yükseklerde kar, ovalarda yağmur şeklindedir. Senelik ortalama sıcaklık 16°C, yağış miktarı ise 552 milimetredir. İl toprakları bozkırlarla kaplıdır. Buralarda bozkır bitkilerinden başka bitkiye rastlanmaz. Dağlık bölgelerde az olsa da meşelikler vardır.
Ekonomi
Batman'ın ekonomisi, Raman Dağında çıkarılan petrole dayanmaktadır. Türkiye'nin petrol ihtiyacının % 20'si bu bölgeden karşılanır. Petrolün bir kısmı Batman-İskenderun boru hattı ile Yumurtalık bölgesine gönderilmektedir. İlde petrol rafinerisinden başka büyük sanayi fabrikası yoktur. Tuğla fabrikaları, yem fabrikaları, mercimek işleme fabrikaları, çırçır fabrikaları, bisküvi fabrikaları özel sektöre ait olup, küçük işletmelerdir.
Tarım, Batman ve Beşiri ovalarında yapılmaktadır. Batman Ovası, ülkemizin sayılı verimli ovalarından biridir. Sulama yapılan alanlarda pamuk, tütün, tahıl, baklagiller ve meyve-sebze yetiştirilir. GAP bu bölgede de tarımın gelişmesinde büyük rol oynayacaktır. Dağlık bölgelerde büyükbaş hayvancılığı gelişmiştir.
Nüfus ve Sosyal Hayat
Nüfus bakımından Türkiye'nin en hızlı gelişen bölgesidir. 1950'de nüfusu 915'ken, 1990 sayımında il merkezinin nüfusu 148.121 olmuştur. 1990 sayımına göre toplam nüfusu 345.070 olup, 194.458'i ilçe merkezlerinde, 150.612'si köylerde yaşamaktadır.
Örf ve adetleri: Batman bölgesinde tarih boyunca çeşitli milletler ve kültürler yaşamıştır. Malazgirt Zaferinden sonra buraya hakim olan Artuklular, bölgeyi Türkleştirmişlerdir. Bölge zamanla Türk İslam kültürü ile yoğrulmuş, diğer kültür ve milletlerin izi kaybolmuştur. Türk aşiretlerinin örf ve adetlerine bağlı hayat tarzları, birçok yerde halen devam etmektedir.
Eğitim: Batman'da ekonomik gelişmeye paralel olarak il merkezinde eğitimde de gelişmeler olmuştur. Fakat kırsal kesimde bu gelişme çok yavaştır. Okulu bulunmayan köy sayısı çoğunluktadır. İlde 53 ilkokul, 2 ortaokul, 2 ilköğretim okulu, 4 lise, 1 özel lise, 4 meslek lisesi, 1 meslek yüksek okulu vardır.
Ulaşım: Batman'ın şehir merkezinden Diyarbakır-Siirt karayolu ile Haydarpaşa-Kurtalan demiryolu hattı geçmektedir. Askeri amaçlı bir havaalanı mevcut olup, bazan sivil ulaşım hizmetinde de kullanılmaktadır.
İlçeleri
Batman'ın biri merkez olmak üzere altı ilçesi vardır.
Merkez: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 169.755 olup, bunun 148.121'i ilçe merkezinde, 21.634'ü köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 26 köyü vardır. Yüzölçümü 498 km2 olup, nüfus yoğunluğu 341'dir.
İlçe toprakları yaklaşık 1000 m yükseklikte olan bir alanda yer alır. İlçenin batı sınırını çizen Batman çayı havzası verimli bir ovadır. İlçenin en yüksek noktası Raman Dağıdır (1263 m). Dicle Nehri, ilçenin Mardin sınırını çizer.
Ekonomisi petrol çıkarımı ve arıtımına dayalıdır. Türkiye'de petrolün büyük bölümü Raman Dağından çıkar. Köylerde yaşayanların temel geçim kaynağı tarımdır. Ovada en çok buğday, arpa ve pamuk yetiştirilir. Ayrıca mercimek, tütün ve üzüm de üretilir. Hayvancılık genelde göçebe aşiretler tarafından yapılır. Koyun ve kılkeçisi beslenir.
İlçe merkezi Raman Dağı eteklerinde düz bir alanda kurulmuştur. Petrol, ilçenin gelişmesinde ve kalkınmasında büyük rol oynamıştır. Diyarbakır-Kurtalan demiryolu ilçe merkezinden geçer. Batman belediyesi, 1955'te kurulmuştur.
Beşiri: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 34.385 olup, 5202'si ilçe merkezinde, 29.183'ü köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 12, Oğuz bucağına bağlı 8 ve Beşpınar bucağına bağlı 15 köyü vardır. Yüzölçümü 586 km2 olup, nüfus yoğunluğu 59'dur.
İlçe toprakları, Diyarbakır havzasının uzantısı olan Güneydoğu Anadolu düzlüklerinde yer alır. İlçenin tek yükseltisi, Raman Dağıdır. Dağın yüksek kesimlerinde yaylalar vardır. İlçenin en önemli akarsuyu, Siirt sınırını çizen Yanarsu Çayıdır. Bu çayın vadisinin genişlediği yerde Beşiri Ovası yer alır.
Ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Başlıca tarım ürünü buğdaydır. Ayrıca arpa, mercimek ve tütün yetiştirilir. İlçede bağcılık da yapılır. Hayvancılık daha çok göçebe aşiretler tarafından yapılır. En çok kıl keçisi ve koyun beslenir.
İlçe, Yanarsu Çayı vadisinde Batman-Siirt karayolu üzerindedir. İlçe belediyesi 1928'de kurulmuştur. Batman-Kurtalan demiryolu ilçe topraklarından geçer. Siirt'e bağlı ilçe iken, Batman'ın il olması üzerine buraya bağlanmıştır.
Gercüş: 1990 sayımına göre toplam nüfusu, 33.202 olup, 8226'sı ilçe merkezinde, 24.976'sı köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 38, Kayapınar bucağına bağlı 17 köyü vardır.
İlçe toprakları Mardin-Midyat eşiği olarak bilinen geniş ve yüksek bir platonun kuzeyinde yer alır. İlçenin en önemli akarsuyu olan Dicle, doğuda Siirt iliyle tabii sınırı çizer. Küçük akarsu boylarında dar ova düzlükleri vardır.
Ekonomisi hayvancılık ve tarıma dayalıdır. Akarsu vadilerinde meyvecilik yapılır. Başlıca tarım ürünleri, buğday, mercimek, arpa, nohut ve üzümdür.Hayvancılık daha çok mer'alarda yapılır. En çok sığır ve keçi beslenir. Süt, süt ürünleri, deri ve yapağı, hayvansal ürünler daha çok iç ticarete yöneliktir. El dokumacılığı yaygındır. İlçe merkezi Siirt-Mardin karayolu üzerinde dağlık bir arazide yer alır. Gercüş belediyesi 1926'da kurulmuştur. Mardin'e bağlı bir ilçe iken, Batman'ın il olması lüzerine buraya bağlanmıştır.
Hasankeyf:1990 sayımına göre toplam nüfusu 11.421 olup, 4181'i ilçe merkezinde, 7240'ı köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 23 köyü vardır. Gercüş'e bağlı bucak merkezi iken, 1990'da ilçe oldu.
İlçe toprakları, geniş ve yüksek bir platonun üstünde yer alır. Kuzeyinde Yama Dağı, güneyinde Mardin Dağları vardır. Dicle Nehri Beşiri ile tabii sınırı çizer. Dicle Vadisinde geniş düzlükler vardır.
Ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayanır. Akarsu vadilerinde meyvecilik yapılır. Başlıca tarım ürünleri buğday, mercimek, nohut ve üzümdür. Hayvancılık, ekonomide önemli yer tutar. En çok sığır ve keçi beslenir. İlçe merkezi Dicle Nehri kıyısında kurulmuştur.
Kozluk: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 64.222 olup, 22.283'ü ilçe merkezinde, 41.739'u köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 34, Fındık bucağına bağlı 22 köyü vardır.
İlçe topraklarının kuzeyinde Sapan Dağları, güneyinde ise dalgalı düzlükler yer alır. Garzan Çayı ve Sason Çayı tarafından derin biçimde parçalanmıştır.
Ekonomisi tarıma dayalıdır. Tarım daha çok akarsu boylarında yapılır. Başlıca tarım ürünleri, buğday, arpa, üzüm, tütün ve soğandır. Hayvancılıkla uğraşan göçmen aşiretler koyun ve kılkeçisi beslerler. Bu aşiretler aynı zamanda çadır, kilim ve meşhur Siirt battaniyeleri dokurlar. Tuzla Gölü yakınlarında kaya tuzu yatakları vardır.
İlçe merkezi, Diyarbakır-Siirt karayolunun 4 km kuzeyinde yer alır. 1938'de ilçe merkezi olmuş ve aynı yıl belediyesi kurulmuştur.
Sason:1990 sayımına göre toplam nüfusu 32.085 olup, 6245'i ilçe merkezinde, 25.840'ı köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 20, Yücedağ bucağına bağlı 8 köyü vardır. Yüzölçümü 754 km2 olup, nüfus yoğunluğu 43'tür.
İlçe toprakları akarsular tarafından derin bir şekilde parçalandığı, Güneydoğu Toroslarla kaplı bir alanda yer alır. Başlıca yüksek noktaları Malato Tepesi (2973 m)ve Zupser Dağıdır (2721 m). Dağlar orman bakımından fakirdir. Dağlarda yer yer meşeliklere rastlanır. Dağlardan kaynaklanan sular, Dicle Nehrine dökülür. Önemli akarsuları Sason Çayı, Sarkan Çayı ve Gerzan Çayıdır. Dağların yüksek kesimlerinde hayvancılık yönünden önemli olan yaylalar vardır.
Ekonomisi hayvancılığa dayalıdır. Yaylacılık yoluyla kılkeçisi, koyun ve yöreye ait siyah yünlü Ankara keçisi beslenir. Ankara keçilerinden elde edilen yünlerle meşhur Siirt battaniyeleri yapılır. Arıcılık gelişmiş olup, balı meşhurdur. Tarıma elverişli alan az olduğu için, az miktarda tütün, buğday, arpa, üzüm, nar ve badem yetiştirilir.
İlçe merkezi Sason Çayı vadisinin güneyinde kurulmuştur. Eskiden Kabilcevaz ve Sasun isimleriyle bilinen ilçe gelişmemiştir. İlçe belediyesi 1937'de kurulmuştur.
Tarihi Eserler ve Turistik Yerleri
Batman ili, 1950'den sonra geliştiği için, tarihi ve turistik yerleri yok denecek kadar azdır. Jeoloji yapısında kalkerli yapı önemli yer tuttuğundan, çok sayıda mağara vardır. Bazı köylerde mağaralar ev, hayvan barınağı ve soğuk hava deposu olarak kullanılmaktadır. Kozluk ilçesinde tarihi eserler vardır.
Hızır Bey Camii:1512'de Sason Beyi Ebubekir Raski'nin oğlu Hızır Bey yaptırmıştır. Kozluk'ta olup, ilçenin en büyük camisidir.
İbrahim Bey Camii:1705'te Garzan aşiretinden İbrahim Beyin tamir ettirdiği caminin yapım tarihi ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Minare, geometrik motif ve kitabe kuşaklarıyla süslüdür. Kozluk ilçesindedir.
Alm. Raffinerie in Batman, Fr. Raffinerie de Batman, İng. The refinery of Batman. Batman ilinde bulunan, Türkiye'nin en eski ham petrol arıtma tesislerinden.
Batman Rafinerisinin kuruluşu 1930'da İstanbul'un Beykoz ilçesinde "Türkiye Neft Sanayi A.Ş." adıyla kurulan ve "Boğaziçi Tasfiyehanesi" olarak anılan özel bir rafineriye dayanır. Romanya'dan gelen ve ham petrol işleyen bu rafineri 1934'te kapandı. 1940'ta Raman'da petrol bulunması üzerine, bu rafinerinin tesisleri MTA tarafından satın alınıp Maymune Boğazına taşındı ve "Raman Tecrübe Tasfiyehanesi" adıyla 1941'de kuruldu. Tesisin günlük ham petrol işleme kapasitesi 3 tondu. Bu küçük rafinerinin ihtiyacı karşılayamaması üzerine 1948 senesinde Batman'da "Batman Tecrübe Tasfiyehanesi" adıyla daha büyük bir rafineri kuruldu ve Raman'daki rafineri söküldü. Yeni rafinerinin günlük kapasitesi 200 tondu.
Petrol üretiminin devamlı artması ve yeni kuyuların üretime geçmesi neticesinde bu tesisler de yetersiz kalınca 1953 senesinde aynı yerde daha geniş kapasiteli ve modern bir rafineri kurulması kararlaştırıldı. Yapım işleri bir Amerikan şirketine ihale edildi. Yeni rafinerinin inşaatı devam ederken 1954'te çıkarılan 6326 sayılı Petrol Kanunu gereğince TPAO (Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı)ya devredildi.
1955'te deneme üretimine geçen Batman Rafinerisi, bir yıl sonra da tam kapasiteyle çalışmaya başladı. 1962, 1966 ve 1972'de yeni ünitelerin eklenmesiyle kapasitesi genişletildi. 1966 senesinde 700.000 tonluk yıllık kapasitesi 1972'de 1,1 milyon tona çıkarıldı. İki ham petrol arıtma birimi, TCC (Termal Katalitik Kraking), LPG, reformer ve kimyasal arıtma birimlerinden meydana gelen rafineride, benzin, asfalt, gaz, hafif nafta, kerosin, dizel yakıtı ve sıvılaştırılış petrol gazı (LPG) elde edilmektedir. Türkiye toplam ham petrol işleme kapasitesinin yaklaşık % 4'ünü işleyen Batman Rafinerisinde arıtma birimlerine ek olarak buhar santralı, elektrik santralı gibi yardımcı birimler ile oksijen, varil ve teneke fabrikaları vardır.
Modern astronominin kurucusu. Asıl adı, Ebu Cafer Nureddin Ebu İshak el-Batruci el-İşbili'dir. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Kurtuba'nın kuzeyinde, Pedroches şehrinde doğduğu tahmin edilmektedir. İspanya'daki İşbil'de (bugünkü adıyla Seville) yaşadığı için, El-İşbili lakabıyla meşhur oldu. Meşhur tabiplerden İbn-i Tufeyl'in talebeliğini yaptı. Hayatı hakkında daha fazla bilgiye kaynaklarda rastlanamamıştır. 1217 (H. 614) yılına kadar yaşadığı bilinmektedir.
El-Batruci, İslam ve Latin dünyasının astronomi sahasında büyük bir alimi olarak tanınmıştır. Avrupalı bilim adamları üzerindeki tesiri çok olduğundan, Batı dünyası onun ismini; Latince olarak, Alpetrazius şeklinde değiştirdi ve bu isimle tanıdı.
El-Batruci'nin tek bilinen kitabı Kitab fi'l-hey'e (Astronomi Prensipleri) olup, Arapçadır. Eserini, 1185 yılından kısa bir süre sonra bitirdi. Tesiri asırlarca devam eden bu kitap, Hıristiyan ve Yahudilerce kaynak kabul edildi.
El-Batruci'nin eseri incelendiğinde, onun geniş bir tarih ve astronomi bilgisine sahib olduğu görülür. Astronomiyi; zamanın önde gelen Müslüman astronomi bilginlerinden El-Bettani, Ez-Zerkali ve Cabir bin Eflah'ın kitaplarından öğrendi.
Batruci, Kur'an-ı kerimdeki astronomi ile ilgili ayetlere hususi bir ilgi gösterdi. İbn-i Bacce ile başlayıp, Zerkali, Cabir bin Eflah, İbn-i Tufeyl ve İbn-i Rüşd ile devam eden Batlemyüs astronomisinin tenkidi, Batruci ile olgunluk noktasına ulaştı. Bu büyük astronomi alimi, yalnız Batlemyüs'ü tenkidle kalmamış, bugünkü modern astronominin temeli kabul edilen Kopernik'in ve daha pekçok batılı bilim adamının faydalandığı bir çok yeni esaslar koyup, nazariyeler geliştirmiştir.
Batruci, astronomi tarihinde bir devir açan eseriyle, modern astronominin temeli olan Helyo Sentrik Gezegen Sistemini ilk defa kuran kişi oldu. Geçerli trigonometrik ispatlamalarda bir üstad idi. Bunları açıklamak için, onun sistemi şöyle özetlenmektedir:
1. Bütün gezegenlerin iki kutuplu olduğunu açıkladı. Batlemyüs ise, tek kutuplu kabul ediyordu.
2. Gök cisimlerinin hareketlerinin, doğudan batıya doğru olduğunu kabul etti. Batlemyüs ise, gezegenlerin hareketlerinin batıdan doğuya doğru olduğunu söylemişti.
3. Bütün gök cisimleri, gerçek ve aklın ereceği biçimde mevcuttur dedi. Batlemyüs ise, gök cisimlerini gerçek olmayan varlıklar olarak farz ediyordu.
4. Gök cisimlerinin hareketinin kutuplar etrafında cereyan ettiğini söyledi. Batlemyüs ise, hareketin merkez etrafında olduğunu söylüyordu.
5. Az yoğun gök cisimlerinin, çok yoğun gök cisimlerine göre daha hızlı döndüğünü açıkladı.
6.Yıldızların bulunduğu gök tabakalarının değişken olduğunu söyledi. Batlemyüs ise, sabit olduğunu kabul etmişti.
7. Gezegenler günlük dönüşe sahiptir. Batlemyüs, gezegenlerin günlük dönüşlerini kabul etmemişti.
8. Yıldızların, eşit zamanlarda eşit olmayan kavisler yaptığını, yıldızlar küresinin üç hareketinin bulunduğunu bildirerek bunların birincisini boylam, ikincisini enlem, üçüncüsünü günlük olarak vasıflandırdı. Batlemyüs, sadece boylam hareketi olduğunu kabul etmişti.
9. Hareketi, yer değişimi yanında, hız ve enerjinin bir fonksiyonu olarak ifade etti. Batlemyüs'e göre hareket, sadece bir konum değişimi idi.
10. Gezegenleri yeniden tarif etti. Merkür'ü güneşin üstünde, Venüs'ü güneşin altında düşündü. Platon onların her ikisini de güneşin üstünde kabul etmiştir. Batlemyüs ise, onların her ikisini de güneşin altında düşünmüştür.
Bütün bunları dikkate alan Yahudi fen adamı ve astronomi bilgini Levi B. Gerson Milhamot Adanai (ölm. 1344) Wors of the Lord kitabında, onu astronominin kurucusu olarak vasıflandırırken; başka bir Yahudi bilgin Yehuda bin Salamon Kohen de, Batruci'yi, fizik prensipleri ile, fezada düşmeyen astronomik modeller inşa ettiği için övmüştür. Kopernik'in De Revolit ionibus Arbium Coelestium adlı eseri, Bettani ve Batruci'ye dayanmaktadır. O, bu eserinde Batruci ve İbn-i Şatır'ın Latinceye tercüme edilmiş eserlerinden etkilenmiş ve Latin bilginlerinden de faydalanmıştır. Keza, Batruci'nin güneş ve ay teorisini muhtemel bir Latince tercümesinden okuyup öğrenmiştir. Onun, kimsenin inkar edemiyeceği gibi, Batruci'nin fikirlerini çok iyi bildiğini, Venedik'te 1496 senesinde basılan Regionontanus adlı kitabı isbat etmektedir.
Kopernik, Batruci'den dolaylı olarak etkilenmiştir. Onun istifade ettiği batılı kaynaklar, Batruci'nin tesiri altında kalıp, astronomi konusunda onun görüşlerinden faydalanmışlardır. Bu bakımdan; Kopernik, Arapça bilmez, eserleri okuyup anlayamaz görüşü isabetli değildir. Batruci'nin; Latin, Hıristiyan ve ortaçağ bilginleri üzerinde etkisinin dolaylı yoldan Kopernik'e etkisi aşikardır. Bütün bunlar, modern astronominin kurucusu olarak Kopernik'i değil, Batruci'yi kabul etmek mecburiyetinde olduğumuzu gösterir.
Batruci, hem İslam aleminde hem de batıda çok tesirli oldu. Batı ilim dünyasında, Batruci'nin etkisi altında kalan bilginlerden bazıları şunlardır: Albertus Magnos, Roger Bacon, Robert Grasseteste, Müller, Regiomontanus, Michael Scot, İlliam the Englishman, Petrus de Abane, Donte, Copernicus, Yehuda bin Salamon Kohen, Tıbbon, Leviben, Gerson, Issaac İsraeli, Vicent Benaudis, Dus Skot.
Batruci'nin yeni sistemi, Batlemyüs'ün sisteminin yerini aldı ve modern çağları hazırladı. Onun bu yeni sistemi, yalnız astronomiyi değil, ortaçağ boyunca, tabiat ilimlerini ve batı felsefesini etkiledi. Tesirleri çok derin oldu. Öyle ki, sonraki asırlarda batılı bilim adamlarının dikkat nazarlarını, tam manasıyla İslam alemindeki fen, matematik ve astronomi ilimlerine teksif etmelerine yol açtı.