BALTALİMANIN ANTLAŞMASI

Osmanlı Devletinin 1838’de İngiltere ile Baltalimanı’nda imzaladığı ticaret antlaşması.

Avrupa’da sanayi inkılabının neticesi olarak daha fazla ham maddeye ihtiyaç duyulmaya başlandı. Bunun üzerine Osmanlı hükumeti de 1826’dan itibaren, ham maddesini dışarıya çıkararak esnafın işsiz kalmasını önlemek maksadıyle bir nevi himaye sistemi olan yed-i vahid (tekel) usulünü uygulamaya koymuştu. Sistemin ayrıca yeni kurulmuş olan Asakir-i Mansure-i Muhammediyye ordusuna kaynak bulmak ve üreticinin mahsulünü ucuza satarak aldanmasını önlemek gibi gayeleri de bulunuyordu. Yed-i vahid uygulaması özellikle İngiliz tüccarlarını son derece rahatsız ediyordu. Nitekim, İngiliz sefiri Ponsenby, yed-i vahid usulü ile ticaret serbestisine konmuş engellere şiddetle çatmakta; Türkiye’de mahsul yetiştirenler, bunların fiyatlarını tesbit etmekte yegane hakim olan imtiyazlı kimselere satmak mecburiyetinde kaldıkça, Türk sanayiinin geriliğe mahkum kalacağını iddia etmekteydi. Kısaca yed-i vahid usulü, İngiltere’nin Osmanlı  Devletini gönlünce sömürmesini engellemekteydi.

Bu sebeple İngilizler, Osmanlı ticaretinde kendilerine ters düşen hükümlerin kaldırılması için 1833’ten itibaren ünlü hariciye nazırları Polmerston aracılığıyla uğraşmaya başladılar. 1836’daki müzakerelerde Osmanlı heyetine başkanlık eden gümrük emini Tahir Efendi, eski düzenden mümkün olduğunca az taviz vermeye çalışmış ve İngiliz isteklerine boyun eğmemişti. Bu durumda İngiliz diplomasisi, Osmanlı bürokrasisinin zayıf ve bunalımlı bir devresini kollamaya başladı. Nitekim bu fırsat iki yönlü bir şekilde İngilizlerin karşısına çıktı. 1837’de Londra büyük elçiliğinden hariciye nazırlığına getirilen Mustafa Reşid Paşa, İngilizlere yakın bir müzakereciydi. Londra büyükelçiliğindeyken mason locasına kayıtlı olan Reşid Paşa, Osmanlı Devlitini iktisadi bakımdan çökertecek bir antlaşmaya yanaşmakta hiç tereddüt göstermedi. Bu sırada Mehmed Ali Paşa Mısır'da Osmanlı Devleti için büyük bir tehlike arz ediyordu. Reşid Paşa, Mısır meselesinde İngilizlerin yardımlarını temin bahanesiyle Baltalimanı’ndaki yalısında dört gün süren ve çok gizli tutulan pazarlıklar sonucunda, 16 Ağustos 1838’de Osmanlı-İngiliz ticaret antlaşmasını imzaladılar. Antlaşma, 8 Ekim 1838’de Kraliçe Victoria, bir ay sonra da Sultan Mahmud tarafından tasdik olundu. Esas ve zeyl olmak üzere iki kısım halinde tanzim edilen antlaşmanın birinci kısmı iç ticarete ait maddeleri; zeyli meydana getiren ikinci kısım ise İngiltere’den ithal edilecek mallarla, transit eşyaların gümrüklendirilme şekillerini ihtiva ediyordu.

Antlaşmanın zeyl kısmının ikinci maddesine göre zirai mahsullerle sair eşya üzerine konan yed-i vahid yani tekel usulü tamamen kaldırılıyordu. Bu maddeyle emperyalizmin önündeki engeller kaldırılarak iktisadi sistemimiz felce uğramış oluyordu. Ayrıca iç ticaretin Osmanlı vatandaşlarına münhasır kalması da kaldırılıp, istisnasız bir şekilde İngiliz tüccarlarına veriliyordu.

Antlaşmanın diğer önemli hükümlerine gelince, dördüncü madde ile, Britanya tebeası, Osmanlı memleketleri mahsulü olan bütün maddeleri, istisnasız olarak ihrac etme müsaadesine sahip olacaklardı. Altıncı madde ile transit resmi kaldırılmaktaydı. Yedinci madde ile, İngiliz gemileriyle gelen İngiliz emtiası için bir defa gümrüğü ödendikten sonra, ithalatçı veya alıcı tarafından nereye götürülürse götürülsün bir daha gümrük ödenmeyecekti. Antlaşmanın bu hükümleri ile, Osmanlı hazinesi, önemli bir gelir kaynağından mahrum kaldı. Önceden yabancı bir emtia bir eyaletten diğer bir eyalete geçerken ilave gümrük ödemek zorunda bulunduğundan, fiyatı artarak rekabet gücünü kaybediyordu. Şimdi ise Osmanlı tüccarı bir yerden bir yere bir malı götürüp, satarken yüzde 12 vergi verirken, İngiliz tüccarları ortakları ve adamları yüzde beş vergi ödeyecekti. Böylece İngiliz tüccarları Osmanlı tüccarına karşı korunmuş oluyordu. Bilahare transit resminin devam etmesine karar verilmiş ise de buna karşılık ithalat resimlerinde, yüzde ikiye varan bir indirime daha gidildi.

Bu arada antlaşma hükümlerinin Mısır, Afrika eyaletleri dahil bütün Osmanlı ülkelerinde ve her sınıf halk tarafından tatbik ve riayet olunacağına dikkat çekildikten sonra, isteyen bütün dost devletlere de istisnasız olarak antlaşmanın teşmil edileceği taahhüt olunuyordu. Nitekim 19. yüzyılın ilk çeyreğine kadar Osmanlı dış ticaretinde birinci sırayı alan Fransa, menfaatlerine halel geleceğini bilerek bu antlaşma hükümlerine şiddetle karşı çıktığı halde, çok geçmeden 25 Kasım 1838’de yukarıdaki maddeye istinaden aynı hükümleri ihtiva eden bir antlaşma imzaladı. Bunu, Avrupa’nın diğer devletleri takib etmekte gecikmediler. 31 Ocak 1840’ta İsveç ve Norveç, 2 Mart 1840’ta İspanya, 14 Mart 1840’ta Hollanda, 30 Nisan 1840’ta Belçika, 1 Mayıs 1841’de Danimarka ve 20 Mart 1843’te Portekiz ile antlaşmalar imzalandı.

Mustafa Reşid Paşanın faaliyetleri sonucu 1838’de önce İngiltere ve sonraki yıllarda diğer Avrupa devletleriyle imzalanan bu ticari antlaşmalar, esnafı ve tüccarlarımızı uşaklığa, devletimizi de borç bataklığına düşürmekten öte bir işe yaramamıştır. Nitekim antlaşmanın imzalanmasından sonra Avusturya başbakanı; “İşte Osmanlı şimdi bitti!” derken, Osmanlı’ya büyük bir darbenin vurulduğunu daha işin başında söylemekten kendini alamamıştır. Aradan yirmi yıl geçtikten sonra, 1858’de antlaşmanın tesirlerini anlatan İngiliz Edward Michelson ise; “Yabancı ülkelerde büyük ünü olan Türk sanayiinin birçok kolları şimdi tamamen yok olmuştur. Bunlar arasında pamuk sanayii başta gelir ki, bunlar tamamiyle İngiliz sanayii tarafından sağlanmaktadır. Şam’ın çelik bıçakları, Kıbrıs’ın şekeri, İznik’in çinisi, Teselya’nın iplik boya sanayi hep yok olmuştur. Bütün bu sanayi kollarının bugün Türk topraklarında artık izi bile kalmamıştır.” derken, Türk sanayiinin düştüğü acı durumu dile getirmiştir. Bu ticaret antlaşmaları, devlet hazinesini önemli masrafları karşılayamaz hale getirdi ve Avrupa’dan borç alma yolu açıldı. Böylece dışa bağımlılık devri başlamış oldu.

Gerçekten de Sultan Abdülaziz 1861’de tahta çıkarken, 1838 ticari antlaşmalarının bir neticesi olarak, dış ticaretin yanında iç ticaret de yabancıların eline geçmiş, büyük çapta mali ve iktisadi çöküntü içerisinde bulunan bir devletle karşılaşmış idi.

BALTIK DENİZİ

Alm. Ostsee, Fr. Mer Baltique, İng. Baltic Sea. Avrupa kıtasında, 54o ve 66okuzey enlemleri ile 9o ve 30o doğu boylamları arasında yer alan; İsveç, Finlandiya, Danimarka, Almanya, Polonya, Rusya, Estonya, Letonya ve Litvanya devletleri ile çevrili bir iç deniz. Güney batıdan kuzeydoğuya doğru uzanır. Kiel'den Hapuranda'ya kadar olan uzunluğu 1700 km, ortalama genişliği 200 kilometredir. Yaklaşık 420.000 kilometrekarelik yüzölçümüyle en büyük iç denizdir. Danimarka ile İsveç arasında yer alan Kattegat Kanalı ve üç girişi de (Onesund, Büyük Belt ve Küçük Belt)Kuzey Denizine bağlanır. Bu kanalın en derin yeri 8 metredir. Bu sebeple kanal, gemiler için büyük güçlük arz etmektedir. Baltık Denizinin ortalama derinliği 65 m ile 550 m arasında değişir. En derin yeri 550 m ile Gotland'ın batısıdır.

Avrupa'nın bir çok önemli akarsularının (Öder, Vistula, Niemen, Western, Dvina ve Mevaa) yağışlar sebebiyle getirdikleri bol su ve sığ bir deniz olması sebebiyle tuzluluk oranı çok azdır. Ortalama tuzluluk oranı binde sekizdir. Ayrıca donma olayları da tuzluluk derecesini etkilemektedir. Donma olayları batıdan doğuya gidildikçe artar. Almanya'nın Stralsund limanı senenin 27 günü, İsveç'in başkenti Stokholm limanı 75 gün, Finlandiya'nın birçok limanı 120 ila 180 gün arasında donarlar. Güney ve batı kıyılarındaki limanlarda buzlar kırılarak trafiğe açılırlar.

Baltık Denizinin bugünkü biçiminin, buzul devrindeki çökme ve yükselmelerle meydana geldiği zannedilmektedir. Günümüzde zaman zaman yükselme olayları meydana gelmektedir.

Baltık Denizinde, kıyıları bulunan devletler için buranın çok büyük önemi vardır. Uzun zaman suyun donması gemilerin ulaşımını güçleştirmektedir. Son zamanlarda Baltık Denizinin ticari önemi artmış durumdadır.

BALTİMOR KUŞU (İcterus baltimore; galbulus)

Alm. Baltimorevogel, Fr. Oriole de Baltimore, İng. Baltimore oriole. Familyası: Amerika sarıasmasıgiller (İcteridae). Yaşadığı yerler: Kuzey ve Orta Amerika’da yaşar, kışın Güney Afrika’ya göç eder. Özellikleri: 18-21 cm boyunda, turuncu-siyah renkli, ötücü bir kuş. Baş ve sırtlarında siyah renk hakimdir. Ömrü: 35-40 yıl. Çeşitleri: Amerika sarıasması ve pirinçkuşu da aynı ailedendir.

Amerika sarıasmasıgillerden arkadaş canlısı, hareketli ve ötücü bir kuş türü. Siyah, parlak sarı veya turuncu karışımı tüylü, oldukça uzun sivri gagalıdır. Dışları daha koyu ve yeşilimsidir. Başı, göğsü, sırtı, kanatları ve kuyruğu siyahtır. Kanatları açıldığında 28,5 ila 32 cm kadardır. Ot, at kılı ve bitki köklerinden ağaç dallarının ucuna harika torba yuvalar örerler. 1,5 metreden daha uzun yuva yapanları vardır. At kılını kullanırken  boynuna ilmiklenip boğulanların yuvaya asılı vücutlarına bazan rastlanır. Turuncu siyah renkli ötücü kuşlardır.

BALZAC, Honore de

Fransız romancısı. Tours’da 1799 yılında doğdu. 1850 yılında Paris’te öldü. Zengin bir ailenin çocuğu olup, ailesi noter olmasını istiyordu. Hatipler Kollejinde tahsilini bitirdikten sonra, Paris’te bir müddet noter katipliği yaptı. Çabuk zengin olma hevesi çeşitli işlere girmesine ve çok borçlanmasına sebeb oldu. İlk zamanlar tiyatro sahasında meşhur olmak istediyse de başarılı olamadı.

1829 yılına kadar takma adlarla eserler yazdı. Bu yıldan sonra sıkı bir çalışma ile kendisine şöhret kazandıran eserleri sıra ile yazmaya başladı. Böylece İnsanlık Komedisi adını verdiği ünlü romanlarının serisini meydana getirdi. Bu eserlerinde şahısları, yaşadıkları muhit içinde karakterize etmekte, cemiyet grupları içindeki çeşitli insan gruplarını seçmekte, büyük bir ustalık göstermektedir. Balzac, aşırı derece romantik olup, eserlerinde bunun bariz vasıfları olan taşkınlık ve mübalağa açıkça göze çarpar. Toplam eserlerinin miktarı 92’dir.

Başlıca eserleri: Vadideki Zambak, Goriot Baba, Köy Hekimi, İki Yeni Gelinin Hatıraları, Köy Pazarı, Cesar Birotteau, Kırmızı Han, Tılsımlı Deri, Yüz Tuhaf Hikaye, Esrarlı Bir Vaka.

BAMBU (Bambusa)

Alm. Bambusrohr (m), Fr. Bambou (m), İng. Bamboo. Familyası: Buğdaygiller (Gramineae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Kısmen Akdeniz bölgesi.

Asya, Amerika ve Afrika’nın tropik iklim bölgelerinde, geniş alanlar kaplayan, 25-40 m kadar boylanan; çit, hasır, küfe, sepet, olta kamışı ve baston yapımında kullanılan, bir kamış çeşidi. Hintkamışı da denilmektedir. Bambu, kalabalık yerleşim merkezlerinde ev yapımında, süse meraklı kişiler tarafından ev dekarasyonu yapmakta, çeşitli el sanatlarında çok kullanılır. Filizlerinden hayvan yemi olarak da istifade edilir.

Memleketimizde Akdeniz bölgesinin bataklık sahalarını kurutmak için yetiştirilir.

Bambu kamışlarının ortası boştur. Gövdeleri odunsu, boğum noktaları dolu, genişliğine bölmeli ve şeride benzer yapraklara sahiptir. Toprak altında kökleri büyük bir şişkinlik meydana getirirler. Bu kısımdan her sene yeni kamışlar meydana gelir. Çiçek görülünce, kamış için kuruma yaklaşmış demektir. Aynı bölge dahilinde, aynı türe ait bulunan bambuların yine aynı zamanda kurudukları görülür.

Kullanıldığı yerler: Bambu tohumları yenilir. Taze sürgünlerini sebze olarak kullananlar vardır. Dar yapraklı, geniş yapraklı, dikenli, kara (çin), yeşil ve sarı olmak üzere birçok bambu çeşitleri vardır. Bambuların sık rastlanan cinsleri, Arundinaria ve Bambusa’dır. Amerika’da yetişen bambu türleri A.macrosperma ve A.tecta’dır. Bunlara güneydeki nehir kenarlarında ve bataklık etraflarında sık rastlanır. Akdeniz bölgesinde yetişen yerli bambuların, derin ve sürekli toprağa ve nisan-ekim döneminde büyük sıcaklığa ihtiyaçları vardır.

Bambu, saçaklı ve lifli kökleri ile su kenarlarını, kanalları, çukur ve hendeklerin toprağını, yerlerinde tesbite muvaffak olan ve erozyonu önleyen bir bitki olması yönünden de faydalıdır.

Bambunun kimyasal katalizör olarak kullanılması yeni bulunmuştur. Sopalarından elde edilen amorf silika iyice öğütülürse, uygun bir kimyasal katalizör temin edilmiş olunur. Son zamanlarda damıtma yoluyla bambu saplarından motor yakıtı yapılmıştır. Bunlardan ayrı, filizlerinden elde edilen maddeler, cilt testinde daha iyi netice alabilmek için kullanılmaktadır.

BAMYA (Hibiscus esculentus)

Alm. Okra, Ocker, Bamia (f), Fr. Gombo, Bamias, İng. Okra, Gumbo. Familyası: Ebegümecigiller (Malvaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Memleketimizde sebze olarak hemen her yerde yetiştirilmektedir.

Mutedil iklimlerde yıllık, sıcak iklimlerde ise, bir kaç defa yetiştirilebilen, boyu 1-2 metreye kadar uzayan, yaprakları asma yaprağına benzeyen, meyvesi beş bölmeli, tohumları yuvarlak ve yeşilimtrak gri renkte bir sebze.

Akdeniz çevresi, en müsait ve önemli yetişme bölgesidir. Türkiye’nin Erzurum, Kars gibi soğuk ve yüksek yerleri hariç, hemen hemen her yerinde yetiştirilebilmektedir. En çok Akdeniz ve Ege bölgesindeki ovalar ile Amasya’da ziraati yapılır. Memleketimizde, Sultani, Amasya ve Balıkesir bamya çeşitleri tanınmıştır.

Tohum ile üretilir. Soğuk ve don tehlikesi geçtikten sonra, ilkbaharda tarlalara ve bahçelerdeki önceden hazırlanan yerlere dikilir. Hafif (kumlu-tınlı) toprakları sever. Bamya tarlası iyice sürülerek hazırlanır. Gübrelenir ve tırmıkla düzeltilir. Sıra usulü ile ekilirse, sıralar arası 80 cm olmalı, iki bamya arasında ise 30-40 cm aralık bırakılmalıdır.

Bahçelerde, birer metre genişliğinde masuralar hazırlanır. Bunların, iki yan tarafına 15-20’şer cm aralıklarla bamya tohumları ekilir. Tohumlar derine düşecek olursa çimlenemez. Duruma göre, haftada bir veya iki defa sulanır. 15-20 cm kadar boylandıkları zaman ikinci, bunu müteakiben 15-20 gün sonra da üçüncü bir çapalama yapılır.

Hasada, bamya meyveleri tabii büyüklüklerinin yarısı kadar olunca başlanır.

Kullanıldığı yerler: Faydalı bir sebzedir. Yaş veya kuru olarak sarf edilir. Konserveleri de yapılır. Meyveleri müsilajlıdır.

BANGKOK

Tayland'ın başşehri. Tayland'ın tek büyük şehri ve limanıdır. Bu özelliği ile kültür ve ticaret merkezi olmuştur. Şehir Tayland Körfezinden 40 km içeride, Chao Phraya Irmağının deltası üzerinde kuruludur. Nüfusu hızla artmakta olup, 90'lı yıllarda 6 milyon civarındadır. Nüfusunun yüzde 97'sini Taylar meydana getirmektedir. Nüfusu hızla artmakta olduğu için kötü bir şehirleşme ve gecekondu problemi ile yüzyüzedir. Çok sayıdaki kanalıyla eskiden doğunun Venedik'i olarak meşhur olan Bangkok'ta otomobile duyulan büyük ilgi dolayısıyla kanalların çoğu doldurulmuş bu da şehrin tabii güzelliğini bozmuş, ilaveten başka problemler de meydana getirmiştir.

Merkezileşmiş bir devletin başşehri olan Bangkok'ta birçok üniversitenin yanısıra Birleşmiş Milletler Teşkilatının Asya ve Uzakdoğu iktisadi komisyonu da bulunmaktadır. Ayrıca Bangkok Tayland'ın başlıca sanayi merkezidir. Gıda, dokuma, kimya ve elektronik sanayii gelişmiştir. Tayland ve Laos'un dış ticaretinin önemli bölümü Hlong Toei Önlimanından yapılır. Güneydoğu Asya'nın en önemli havaalanı olan Don Muang hem transit geçişler hem de ülkeye gelen yoğun turist akını bakımından önemlidir. Turistik yapısı ile en fazla iş imkanı da hizmetler kesiminde  görülmektedir.

Bangkok'un iklimi yıl boyunca sıcak ve nemlidir. Ortalama sıcaklık, en sıcak ay olan nisanda 30°C, en soğuk ay olan aralıkta 25°C'dir. Aralık-şubat arası hariç hemen her akşamüstü sağanak yağmur yağar.

BANGLADEŞ

DEVLETİN ADI

Bangladeş Müslüman Halk Cumhuriyeti

BAŞŞEHRİ

Dakka

NÜFUSU

115.500.000

YÜZÖLÇÜMÜ

143.998 km2

RESMİ DİLİ

Bengal dili ve Urduca

DİNİ

İslam

PARA BİRİMİ

Taka

Güney Asya'da Müslüman bir devlet. 1971 senesine kadar Pakistan'ın "Doğu Pakistan" adlı eyaleti, daha önceleri de İngilizlerin Kıta Hindi'nde Bengal eyaleti idi. Kuzey-güney arası 625 km, doğu-batı arası 304 kilometredir.

Tarihi

Bangladeş, M.Ö. bölgede hüküm süren büyük devletlerin, M.S. 750-1200 arasında yerel Palas Hanedanların hakimiyeti altında kaldı. Onuncu asırdan itibaren Müslümanlar bölgeye hakim olmaya başladılar.

Bangladeş 12. asırdan 1757 yılına kadar Müslümanların idaresinde, 1757'den 1905 yılına kadar İngilizlerin hakimiyetinde kaldı. 1947 yılında da Müslüman kesimi "Doğu Pakistan" adıyla Pakistan'ın bir eyaleti oldu. 1969 yılına kadar Pakistan'ın eyaleti olarak kaldı. 28 Kasım l969'da meclis üyelerinin teşkili için yapılan seçim propagandaları esnasında Mucib-ür-Rahman ve onun "Avami Partisi" seçim propagandalarını Doğu Pakistan'a muhtariyet vereceği vadi üzerine kurmuştu. Aralık 1970'de yapılan seçimler neticesinde Avami Partisi 313 sandalyeden 167'sini aldı. 1 Mart 1971'de Millet Meclisinin teşkili ertelendi. Bu durum Doğu Pakistan'da meşru hakların ihlali sayıldı ve genel greve gidildi. Bunun üzerine ordu, grevcilerin üzerine gitti ve iç harp başladı. Bir kısım halk da Hindistan'a sığındı. Bu arada Hindistan-Pakistan Savaşı başladı.

1971 Aralık ayında savaş bittiğinde Hindistan, Doğu Pakistan'ın büyük bir bölümünü işgal etmişti. Hindistan burayı iki hafta kadar kontrol altında tuttu. 22 Aralık 1971'de Mucib-ür-Rahman'ın liderliğinde Bangladeş Müslüman Halk Cumhuriyeti kurulduktan sonra, Hindistan ülkeyi terk etti. Mucib-ür-Rahman ve Avami Partisi'nin iktidara gelmesiyle karışıklıklar dinmedi. 15 Ağustos 1975'te yapılan darbe ile Mucib-ür-Rahman ailesi ile birlikte öldürüldü. İdareyi Kandahar Mustak Ahmed ele aldı. 3 Kasım 1975'te Dakka garnizon komutanı Tuğgeneral Halid Müşerref, Mustak Ahmed'i devirdi. Ancak kendisi iktidarda sadece dört gün kalabildi.

7 Kasım 1975 tarihinde General Ziya-ür-Rahman bir darbe ile Halid Müşerref'i devirdi. Ziya-ür-Rahman zamanında ordu uzun müddet siyasetten uzak durdu. 1977 yılında yapılan seçimleri Ziya-ür-Rahman kazandı ve geçici olsa da, siyasi istikrar temin edildi. 30 Mayıs 1981 tarihinde bir grup subay ve askeri birlik başarısız bir darbe yaptılar. Ziya-ür-Rahman'a bağlı birlikler darbeyi bastırdılar. Ancak darbe esnasında Ziya-ür-Rahman öldürüldü. 15 Kasım 1981'de seçim yapıldı ve Milli Birlik Partisi lideri, öldürülen Ziya-ür-Rahman'ın yardımcısı Abdüssettar, oyların % 66'sını alarak devlet başkanı oldu. Ancak siyasi istikrar yine temin edilememiş ve kargaşa bitmemişti. Nihayet hükumet, Milli Güvenlik Kurulu kurulmasını kabul etti ise de, gerginlik durmadı. Sonunda Genel Kurmay Başkanı Muhammed Erşad, askeri bir darbe ile Abdüssettar'ı devirerek idareye el koydu. Askeri idare iki sene iş başında kalacağını ilan etti. 21 Mart 1985'te yapılan referandumda Erşad'ın devlet başkanlığında kalması onaylandı. Diktatörlük ve otoriter bir rejimle ülkeyi yönettiği söylenen Muhammed Erşad'ın geniş çaplı kitle gösterileri neticesi istifa etmesi üzerine 6 Aralık 1990 senesinde Şahabeddin Ahmed devlet başkanlığına vekaleten getirildi. 19 Eylül 1991 senesinde yapılan seçimleri kazanan Ziya-ül-Hak'ın hanımı Halide Ziya başbakan oldu.

Fiziki Yapı

Bangladeş daha ziyade Kıta Hindi'nin Ganj (Padna), Jamune (Brahma Putra)Nehrinin aşağı kolu ile Meghna gibi önemli nehirlerinin deltasında oluşan alüvyonlu ovalardan meydana gelir. Bu nehirler birleşerek Bengal Körfezinde bir delta içinde akarlar. Ovaların büyük bir kısmının denizden yüksekliği 9 metreyi geçmemektedir. Bu sebeple her yıl yağışlı mevsimlerde ırmakların kabarmasıyla ovalar seller altında kalırlar. Bu sel baskınlarının en büyüğü 1974 yılında olmuş ve ülkenin % 70'i sular altında kalmış, 2 bin insan ölüp, yüz binlerce insan evsiz, barksız ve aç kalmıştır. Jamuna Irmağının kolları olan Tistua ve Astrai ırmakları, ovanın kuzey bölümünden geçerler. Bu bölgede çok sayıda bataklık ve sazlık bulunmaktadır. 9300 kilometrekarelik bir yer kaplayan Barind Ovası, orta kesimde 6350 kilometrekarelik yer kaplayan Madhupur Platosu ve Meghna Irmağının doğusundaki Lalmai Tilas bölgeleri, alüvyonların meydana getirdiği başlıca plato alanlarıdır. Feni Irmağının güneyinde uzanan Chittagong bölgesi, tepeler, vadiler ve ormanlarla kaplıdır. Buraları ülkenin başlıca dağlık bölgesidir.Yüksekliği ortalama 600 metredir.

İklimi

Genel olarak Muson iklimi görülür. Ükeye düşen yağış miktarı yüksek olup, metrekareye 1270-5080 mm arasında değişir. Nem oranı yüksekliği, bunaltıcı sıcaklara sebeb olmaktadır. Ocak ayında en yüksek sıcaklık 25-26oC arasında değişmektedir.Yazın ise 30-35o'ye kadar ulaşır. Yıllık siklonlar ülkeye büyük zararlar vermekte, bilhassa sahil şehirlerinde büyük hasara sebeb olmaktadır. 1970 yılındaki bir fırtınada 500 bin insan ölmüş ve yüz binlercesi de evsiz, barksız kalmıştır.

Tabii Kaynakları

Bangladeş Ovası eskiden ormanlarla kaplıydı. Ekilecek alanları az olduğu için ormanların büyük bir kısmı yok edilmiş ve bugün sadece iki orman kalmıştır. Bunlardan birisi Madhupur olup, alüvyon platosudur ve 4140 kilometrekarelik bir kısmı yapı malzemesi için elverişli ağaçlarla kaplıdır. İkinci orman ise güneydeki Sundarbans kıyı bölgesindeki ormanlardır. 5960 kilometrekarelik bir alanı, bataklıklar arasındaki adacıklar ve Mangrov ormanlarıyla kaplıdır. Bu ormandaki ağaçlar kibrit ve kutu imalatına elverişlidir. Ayrıca Chittagong bölgesindeki sıradağlar tropikal ormanlarla kaplıdır. Buradaki ağaçlar, 60 metreye kadar uzunlukta olup, mobilyacılıkta ve kağıt sanayiinde kullanılır. Ormanlarda; bambu, muz ve Hindistan cevizi vb. ağaçlar bulunur.

Ormanlarda aslan, kaplan, fil, timsah gibi vahşi hayvanların yanısıra, her çeşit tropikal bölge hayvanları, ayrıca benekli ceylanlar, çeşitli türlerde yılanlar vardır. Nehirlerde de bol balık bulunur.

Bangladeş'te fazla maden kaynağı yoktur. Ancak, üç tane küçük tabii gaz ve çok ince bir kömür tabakası keşfedilmiştir. Bengal Körfezinde de petrol bulunmuştur.

Nüfus ve Sosyal Hayat

Bangladeş, dünyanın nüfus yoğunluğu bakımından en kalabalık ülkelerindendir. Nüfus yoğunluğu kilometrekareye 290-770 kişi arasında değişir. Yirminci asrın sonunda nüfusun iki misli artacağı tahmin edilmektedir. Nüfusun % 90'ı köylerde, % 10'u şehirlerde yaşar. En önemli şehri "Dakka", aynı zamanda başşehirdir. Güneydoğu sahilindeki Chitagony şehri, önemli bir limandır. Halkın % 85'i Müslümandır. Bangladeş'in resmi dili Bengal dilidir. Halkın çoğu bu dili konuşur. Ayrıca Urduca dili de yaygındır. Kuzey ve doğu dağlık bölgelerinde yaşayanlar da mahalli lisanları konuşurlar. Para birimi "Taka"dır. 11 idari bölge birer askeri vali tarafından yönetilir. Bir radyo ve televizyon istasyonu vardır. Erkekler "Lungi" denilen bir elbise, kadınlar "Burka" denilen baştan ayağa kadar vücudu örten bir elbise giyerler.

Eğitim: Dünyada okuma-yazma oranı en düşük ülkelerdendir. Halkın % 33.1'i okuma-yazma bilmektedir. Köylerinde ekseriya ilkokul bulunmamaktadır. Dakka, Rajshani ve Chittagong üniversiteleri, batı tarzı eğitim yapan üç büyük üniversitedir. İngilizler bu bölgede uzun süre kalmışlar, halkı cahil bırakmışlar, bozuk fikirleri yaymışlardır. Halkın kültür seviyesi ve ekonomik durum çok düşüktür. İngilizlerin kültürünün tesirleri devam etmektedir.

Ekonomi

Ekonomi tarıma dayalıdır. Başlıca ürünleri, pirinç, önemli dayanıklı gıda maddeleri, Hind keneviri ve çaydır. Bu alanda Çin ve Hindistan'dan sonra dünya üçüncüsüdür. Diğer zirai bazı sebzeler ve şekerpancarı iç tüketim için yetiştirilir. 10 milyon hektarlık alanda ekim yapılır. Bu alanların % 80'inde pirinç üretilir.

Sanayi ve taşımacılık:Bangladeş'te başlıca sanayi Hintkeneviri üretimidir. Bu ülkede ileri sanayi tam kurulmamış, hatta bulunan madenler dahi tam olarak işlenememektedir. Ülkede Hintkeneviri (jüt) işleyen 20 fabrika vardır.

Dış ticaret: Başlıca ihracat ürünleri; Hintkeneviri (jüt), çay ve balıktır. Ancak ihracatı hiçbir zaman ithalatını karşılamamakta ve ithalat ile ihracat arasındaki açık, gün geçtikçe artmaktadır. Çok az da olsa dış yardımlarla ayakta durmaya çalışmaktadır.

BANKA

Alm. Bank, Fr. Banque, İng.Bank. Sermaye, para ve kredi üzerine işlem yapan kuruluş. Bankalar faizle mevduat toplayarak, bu fonları, kredi talebinde olanlara, belirli bir karla aktarırlar.

Bu asli fonksiyonunun yanısıra, para ve para ile temsil edilen kıymetlerin alım satımına aracılık etmek, iskonto, avans, senet tahsili, ticari hesaplaşma, muhafaza, teminat ve kefalet mektubu vermek şeklinde sıralanabilen işlemler de bankacılık faaliyetleri arasında sayılabilir. Hatta, kağıt para ihracı görevi de bankalarca üstlenilmiştir.

Bankalar yaptıkları işlemlere göre, emisyon bankaları (Merkez Bankası), ticaret bankaları, sanayi bankaları, emlak (ipotek) bankaları, ziraat bankaları, halk bankaları olmak üzere çeşitleri kategorilere ayrılabilirler. Diğer taraftan sermayesine sahip olan sektör yönünden, devlet bankaları ve özel bankalar olarak iki bölümde ele alınabilir.

Bankacılığın 3000 yılı aşkın bir maziye sahip olduğu (Sümerler devri) belirtilmektedir. Banka teriminin menşei (aslı) İtalyanca masa anlamına gelen banco kelimesidir. Sokak başlarındaki masalarda, banker adı verilen kişiler tarafından madeni paraların ayar ölçümü, değişimi, bozulması ve muhafazası işlemleri, sonraları organize hale gelerek bugünkü bankacılık sektörünü ortaya çıkarmıştır. Türkiye’de 1850’den önce Galata Bankerlerine inhisar eden bankacılık faaliyeti, organize olarak ilk defa 1856’da Bank Osmani-şahane (Banque Ottomone)nin kurulması ile başlamıştır. Bunu 1863 yılında Midhat Paşanın kurduğu memleket sandıklarının, 1888’de Ziraat Bankası haline getirilmesi takip etmiştir. Cumhuriyet sonrasında milli bankacılık hareketi başlamıştır. Günümüzde Türkiye’de çok sayıda milli, mahalli bankalarla birlikte yabancı bankaların şubeleri de faaliyet göstermektedir.

İslam Bankacılığı:

Faizsiz çalışan İslam Bankacılığının başlıca çalışma metodları şunlardır:

Mudarebe: Esas olarak bir tarafın emek bilgi ve tecrübe, diğer tarafın ise sadece sermaye koyarak yürüttükleri bir faaliyet türüdür. Emek, bilgi ve tecrübesini koyan aynı zamanda faaliyetin yönetimini de üstlenmektedir. Bu yöneticiye “mudarib” denilmektedir. Faaliyete yalnız sermayesiyle katılan kişi veya kuruma da “Rab-ül-mal” denir. Rab-ül-mal yalnız faaliyeti denetleme yetkisine sahiptir.

Mudarebe daha açık bir ifadeyle, bir tarafta sermaye sahibi kişi veya kişilerle diğer yanda bu sermayeyi emeği, bilgi ve tecrübesiyle değerlendirecek olan kişi arasında karın paylaşılması esasına göre yapılan bir anlaşma, kurulan bir ortaklıktır. Bu ortaklıkta emeğini koyan, sermayeyi yöneten, ne ana parayı geri ödemeyi ne de belirli bir kar payı sağlamayı taahhüt etmektedir.

Mudarebenin temel özellikleri: 1) Sermaye sahibi olan kişi ile emeğini bilgi ve tecrübesini ortaya koyan kişinin kara ortak olmaları; 2) Tarafların kar paylarının belirli (maktu) olmaması, karın taraflar arasında önceden belirlenmiş bir oranda bölünmesi; 3) Zararın tamamen sermayedara ait olması; 4) Sermayenin emeğini koyan tarafından yönetilmesi; 5) Sermayedarın ise sadece denetim yetkisine sahip olmasıdır. 6) Sermayenin altın, gümüş veya başka geçer para olması lazımdır.

İslam bankaları mudarebe akdi çerçevesinde daha çok kısa süreli ticari projeleri finanse etmekte ve bu tür projelerin finansman ihtiyacını karşılamaktadır.

Mudarebede zarar tamamen sermayedara ait olduğundan, bu işlemde sermayedar (banka) faaliyetin karlılığını daha iyi değerlendirmek, kaynakların kullanımını yakından izlemek durumundadır.

Murabaha: Sermaye sahibinin bir malı satın alıp belli bir kar payı ekleyerek müşterisine vadeli olarak satması demektir. Bir tacir, bir malı satın almak için İslam bankasından kredi istediğinde, banka krediyi para olarak vermez, müşterisinin yazılı isteği (talimatı) üzerine, emtiayı satın alır ve üzerinde anlaştıkları kar payını ekleyerek bu kişiye satar. Bu işlemde malın fiziki olarak mevcut olması, bankanın malı satın aldıktan sonra satması gerekir. Fiziki anlamda varlığı olmayan mücerred varlıklar (patent, marka, ticari isim vb. sınai haklar) için murabaha geçerli değildir. Malı satın almak isteyen müşterinin sonradan vaadinden cayması, banka için ciddi bir risk doğuracağından, bunu önlemek için, müşterinin bankaya başvurusunun veya talimatının yazılı olması istenmektedir. Vadeli olarak satılan malın bedelinin tahsili bir defada veya taksitler halinde olabilir. Banka, tahsilatı güven altına alabilmek için müşteriden güvence de isteyebilir.

Murabaha, bir kredili alış finansman tekniği olup, İslam bankalarınca üretim desteği olarak nitelendirilerek uygulanmaktadır.

Müşareka: Bir işletmenin sermayesine katılma, ona ortak olmaktır. Bu faaliyet türü, esas olarak hem sermayede hem de yönetiminde ortaklığı öngörür. Sermayedar (banka), bir işletmeye sermaye koyar, ortak olur, karı veya zararı paylaşır. Müşarekanın mudarebeden farkı, mudarebede bir yanda etkin olmayan sermayedar, diğer yanda emeğini, çalışmasını ortaya koyan aktif bir girişimci olduğu halde; müşareka hem sermayedarın hem de girişimcinin (emek sahibinin) etkin olduğu bir ortaklıktır. Diğer bir deyişle müşarekada hem sermaye, hem yönetim ortaklığı söz konusudur. Taraflardan birinin yönetime katılmak istemediği durumlarda, yönetimi üstlenen taraf için karın belirli bir oranı, yönetici ücreti olarak belirlenir. Kardan bu ücret düşüldükten sonra kalan tutar, taraflar arasında sözleşme ile belirlenmiş oranlar dahilinde paylaşılır. Ayrıca mudarebede mali zararın sermayedarlara ait olmasına karşılık, müşarekada zarar, taraflar arasında paylaşılmaktadır.

Bu tür ortaklıkta koyulan sermayenin eşit olması gerekmediği gibi, kar oranı da taraflar arasında anlaşma ile belirlenir. Kar oranının sermaye oranına bağlı olması zorunlu değildir. Banka, müşareka prensibiyle ortaklarına sermaye sağlarken, kar paylaşma oranını anlaşma ile belirlemekte serbesttir. Ancak tarafların kar paylarının önceden kesinlikle belirlenmiş olması gerekir. Zararın paylaşımında ise taraflara serbesti tanınmamıştır; zarar paylaşım oranı belirlidir ve bu oran taraflarca ortaklığa konulan sermayenin, ortaklığın toplam sermayesine bölünmesi suretiyle bulunur.

Müşareka Mütenakısa: Bu tür finansmanda, başlangıçta, banka ile girişimci bir müşareka sözleşmesi çerçevesinde bir ortaklık kurarlar. Proje faaliyete geçtikten sonra, diğer taraf girişimci projenin tamamını kendi mülkiyetine geçirmek isterse, belli devreler halinde, bankanın paylarını satın alır. Zaman ilerledikçe bankanın yatırım projelerindeki payı ve alacağı kar/zarar payı giderek azalır, sonunda proje tamamiyle diğer tarafın mülkiyetine geçer.

Müzaraa ve Müsakat: Müzaraa, özellikle tarımsal alanlarda kurulan bir ortaklık tipidir. Sermaye olarak bir taraf arazisini, diğer taraf da işgücünü koyar. Bu açıdan mudarebeye benzemektedir. Yapılan tarımsal faaliyetten sağlanan kar veya ürün, ortaklar arasında önceden belirlenmiş bir oranda paylaşılır.

Müsakat da, tarımsal alanda kurulan bir ortaklık tipidir. Genellikle bu tür ortaklıkta bir meyvelik söz konusudur. Taraflardan biri meyve ağaçlarını sermaye olarak koyar, diğer taraf da ağaçların bakımını ve meyvelerin toplanmasını üstlenir. Elde edilen kar veya ürün, yine tarafların aralarında anlaştıkları oranda bölüşülür.

Kiralama: Kiralamanın iki şekli vardır:

a) İcare: İcare bir mülkün yahut bir makina veya techizatın kiraya verilmesidir. Burada bir iş sahibinin üretim için ihtiyaç duyduğu bir makina, bir alet veya bir gayri menkul, İslam bankası tarafından satın alınarak üreticiye kiralanmaktadır. Üretici, söz konusu makina, teçhizat, bina vb. şeyleri bir süre kullanmasına karşılık, belli bir kira öder. Ödenecek kira bedeli, genellikle, kiraya verenin amortisman giderlerini karşıladıktan başka belirli bir kar payını da kapsayacak şekilde tesbit edilmektedir.

b İcare ve İktina: Burada İslam bankası, bir malı (makina, alet, bina vb.) belirli bir dönem için kiraya verir, kiracı bu dönem içinde kira ile birlikte malın mülkiyetini kazandıran taksitleri de öder. Kira süresi sonunda malın mülkiyeti kiracıya geçmiş olur. İcare ve İktina, mülkiyetin devriyle sonuçlanan bir uzun süreli kira sözleşmesi olarak nitelenebilir. Bu yöntem, bankaya, firmanın hesaplarını yakın kontrol altında tutmadan, riski en az düzeye indirerek yeterli bir kar sağlama imkanı vermektedir.

İslam bankaları, genelde kar-zarara katılma hesapları ile fon toplamaktadır. Bu hesap sahiplerine faiz veya sabit bir gelir değil, bir kar payı ödenmektedir. Ayrıca bankaların yaptığı bütün hizmetleri yapabilmektedir.

Türkiye’de Faaliyet Gösteren Milli Ticaret Bankaları

A- Kamu Sermayeli Bankalar

1. Denizcilik Bankası

2. Etibank

3. Sümerbank

4. T.C. Ziraat Bankası

5. Türkiye Emlak Bankası

6. Türkiye Halk Bankası

7. Türkiye Öğretmenler Bankası

8. Türkiye Vakıflar Bankası

B- Bazı Özel Sermayeli Bankalar

1. Adabank

2. Akbank

3. Demirbank

4. Egebank

5. Eskişehir Bankası

6. Finansbank

7. İktisat Bankası

8. Koç-Amerikan Bank

9. Milli Aydın Bankası

10. Netbank

11. Pamukbank

12. Şekerbank

13. Tekstil Bankası

14. Türk Dış Ticaret Bankası

15. Türk Ekonomi Bankası

16. Türk Ticaret Bankası

17. Türkiye Garanti Bankası

18. Türkiye İmar Bankası

19. Türkiye İş Bankası

20. Türkiye İthalat ve İhracat Bankası

21. Türkiye Turizm Yatırımları ve Dış Ticaret Bankası

22. Türkiye Tütüncüler Bankası

23. Uluslararası Endüstri ve Ticaret Bankası

24. Yapı ve Kredi Bankası

Türkiye’de Faaliyet Gösteren Kalkınma ve Yatırım Bankaları  

A- Kamu Sermayeli Bankalar

1. İller Bankası

2. Türkiye İhracat ve Kredi Bankası (Türk Exim Bank)    

3. Türkiye Kalkınma Bankası

B- Özel Sermayeli Bankalar

1. Avrupa Türk Yatırım Bankası

2. Birleşik Yatırım Bankası

3. Sınai Yatırım ve Kredi Bankası

4. Tekfen Yatırım ve Finansman Bankası

5. Türk Merchant Bank

6. Türkiye Sınai Kalkınma Bankası

7. Yatırım Bank

Diğer Ticaret Bankaları

A- Türkiye’de Kurulmuş Bankalar

1. Arap-Türk Bankası

2. BNP-Ak Dresbnerbank

3. Birleşik Türk Körfez Bankası

4. Türk Mitsui Bank

5. Osmanlı Bankası

B- Türkiye’de Şube Açan Bankalar

1. Bank Mellat

2. Bank of Bahrain and Kuwait B. S. C.

3. Bank of Credit and Commerce International

4. Banko di Roma

5. Banque Indosuez

6. Citibank N. A.

7. Credit Lyonnais

8. Habib Bank Limited

9. Holantse Bank UNI N. V.

10. Kıbrıs Kredi Bankası

11. Manufacturers Hanover Trust Company

12. Saudi American Bank

13. Standard Chartered Bank

14. The Chase Manhattan Bank N.A.

15. The First National Bank of Boston

16. Türk Bankası Limited