BALİ BEY (Malkoçoğlu)
Fatih Sultan Mehmed Hanın kurdurmuş olduğu, Enderun-ı Hümayün adlı Saray Üniversitesinde yetişen meşhur akıncı beyi.
Sultan İkinci Bayezid Han devrinde Silistre Beylerbeyliği yaptı. Fevkalade cesur, sadık ve kabiliyetli bir kumandandı. Pekçok ve büyük hizmetlerde bulundu.Kendisi Silistre Beylerbeyi bulunduğu sıralarda isyan eden Eflak Voyvodasına karşı gönderilen Osmanlı ordusunda yararlıklar gösterdi. Yine aynı beylerbeyliği sırasında Macaristan’a ordu sevkederek Varadin Kalesi ile diğer pekçok yeri zaptetti. Daha sonra Prut Nehrini geçerek Akkerman Kalesini ele geçirmek isteyen Buğdan Voyvodasını ordusu ile hezimete uğrattı. 1498 yılında 40.000 kişilik ordusu ile Lehistan üzerine akınlar yaparak Varşova şehrine kadar uzanmış ve büyük bir zafer kazanmıştı. Bu akınları sırasında tam 10.000 esir ve pekçok harb ganimeti ile dönmüştü. Bu ganimet ve esirlerden bir kısmını seçerek, Kethüdası Mustafa Bey ile Sultan İkinci Bayezid Hana gönderdi.
Oğulları Ali ve Tur Ali Beyler de kendisi gibi cesur, silahşör ve kahraman idiler. Büyük oğlu Ali Bey, Sofya Sancakbeyliği yaptı. Küçük oğlu Tur Ali Bey ise, babasından sonra Silistre Sancakbeyliği hizmetinde bulundu. Bali Bey 1514 yılında vefat etti.
Alm.Walfisch, Fr. Baleine, İng. Whale. Familyası: Balinagiller (Balaenidae). Yaşadığı yerler: Sürüler halinde, çoğunlukla soğuk okyanuslarda yaşar. Özellikleri: 30 metre boyunda, 200 ton ağırlıkta olanları vardır. Suda yaşayan sıcak kanlı memelilerdir. Yavrularını doğurur ve sütle beslerler. Ömrü: 70-90 yıl. Çeşitleri: İspermeçet, gagalı, katil balinalar ile yunuslar dişli balinalardandır. Mavi balina, kambur balina, Grönland balinası (Kutup balinası), Fin balinası dişsiz, çubuklu balinalardır.
Arktik denizlerde yaşayan en iri ve büyük memeli hayvan. 60 fil veya 350 sığır rahatlıkla içine sığabilir. Ağzını açtığında bir kayıkla tayfalarını rahatlıkla yutabilir. Memeli olup, akciğer solunumu yapmasına rağmen vücudu balığı andırır. Ön üyeleri kürek şeklindedir. Arka üyeleri ise gelişmemiştir. Sert, kılsız ve kaygan derisinin altında 45 cm kalınlıkta bir yağ tabakasına sahiptir. Kemikleri süngerimsi olup, içleri yağla doludur. Balıkların tersine olarak kuyruk yüzgeci yatay ve kemiksizdir. Tuzlu sudan etkilenmemeleri için gözyaşı bezleri koruyucu sıvı bir madde salgılar. Sürü halinde gezerken kendilerine has sesler çıkararak haberleşirler. Bir katil balina aynı anda iki ses çıkarır. Mavi balinalar ise bütün okyanusa yayılan sesler çıkarırlar. Dış kulakları olmamasına rağmen işitme duyuları çok güçlüdür. Koku alma duyusundan mahrum oldukları sanılır. Yavrularını emzirirken yan yatar ve sütü yavrunun ağzına püskürtürler. 15-20 dakika aralıklarla su yüzüne çıkıp, başlarının üzerindeki kapaklı burun delikleri ile nefes alırlar. 1,5 saat su altında kalabilirler. Burun deliklerinden su fışkırtmazlar. Dışarı soludukları ısınmış nemli hava atmosferde yoğunlaştığından fışkıran bir su hortumunu andırır.
Dişli ve dişsiz olmak üzere iki alttakımı vardır. Dişsiz balinalar üst çenelerinden uzanan 4-5 metre uzunlukta 400 kadar balina çubuğuna sahiptir. Ağzını açıp plankton, küçük balık ve yumuşakçaları ağız boşluğuna alır. Suyu, kuvvetli dili ile dışarı sızdırırken, besinler iç yüzeyi fırça gibi püsküllü balina çubuklarına takılır. Çubuklu balinaların gırtlağına bir insan yumruğu zor sığar. Yemek borusu daha da dardır. Küçük canlılarla beslenmek zorundadır. Balinaların en büyüğü mavi balinadır. 31 m boyunda 200 ton ağırlıkta olanları vardır. Dişsiz balinalarda iki, dişli balinalarda bir burun deliği bulunur. Burun deliği nefes borusuna, ağız ise yemek borusuna açılır. Yemek borusu ile soluk borusunun hiçbir irtibatı olmadığından, ağızdan alınan suyun akciğerlere kaçma tehlikesi yoktur. Dişli balinaların alt çenede (ispermeçet balinası) veya her iki çenede (katil balina, yunus balığı) avını yakalamaya yarayan aktif dişleri vardır. Atlantik ve Pasifik’te yaşayan katil balinaların boyları 9 metreye kadar ulaşır. Sürü halinde avlanan yırtıcı hayvanlardır. Balinaların en hızlısıdır. Geldiklerini fark eden fok, yunus ve diğer balinalar kaçacak yer ararlar. Ağzı ve boğazı küçük fok ve morsları yutabilecek genişliktedir. Kendilerinden çok iri balinalara saldırıp onları parçalarlar.
Balinalar memeliler arasında en uzun göç eden hayvanlardır. Üreme mevsimlerinde birkaç yüz adedi aşan sürüler halinde görülebilirler. Bununla birlikte daha küçük gruplar halinde ve bazan da tek olarak rastlanırlar. Memeli deniz hayvanları üremede her yönden kara memeli hayvanlarına benzerler. Gebelik zamanı umumiyetle bir seneye kadar uzayabilir. Fakat bazan bu süre cinslere göre 11-15 ay şeklinde değişir. Büyük balinalar umumiyetle 5-6’ncı yaşlarından sonra erginlik çağına girerler ve muhtelif senelerde yavrularını doğururlar.
Denizde yaşayan memeli hayvanlardan küçükleri, yazın başlangıcında doğum yapar veya çiftleşirler. Büyük balinalar ise bu faaliyetlerini daha geniş bir zaman (ay) içerisinde gerçekleştirirler. Umumiyetle tek doğururlar, bazan ikiz hatta daha fazla doğurdukları da görülür. Yeni doğan balinanın büyüklüğü yetişkine nazaran oldukça büyüktür. Ana balina 9-10 m boyunda olup, yavru ise 61-165 cm arasında değişir. Büyümeleri çabuk olur. Balina yavrusunun ilk sene, boyu bir kat uzar. 2-3 senede yetişkinlerin boyuna varır. Balinaların ortalama yaşları insanınkine çok yakındır. Bir Fin balinası, 80 yıl kadar yaşar. Yavru balinalar su içine doğururlar. Bunlar hemen yüzmeye başlar. Birkaç aylık süre için ana balinadan süt emerler. Bu süre bazan bir seneye kadar uzayabilir. Emme diğer memeli hayvanlarda olduğu gibidir. Ana balinanın sütü geniş kanallardan akarak süt kanalında tevzi edilir. Yavru balina ana balinanın memelerinden sütü deniz suyuna karıştırmadan emebilmektedir. İspermeçet balinası (Kaşalot) 18 m boyunda 50 ton ağırlıkta olup, okyanus derinliklerinde dev mürekkepbalığı ve ahtapot avlar, köpekbalığı yuttuğu da olur. Bazan yediği mürekkepbalığının gagası sindirim borusuna saplandığında bu yaralı kısımlarda amber birikir. Yanıcı ve güzel kokulu olan bu yağlı madde, gaita (kusuntu) halinde dışarı atılır. Bir zamanlar altın değerinde olan amber, bugün parfüm sanayiinde kokuları sabitleştirici olarak kullanılır.
Avlanmak istenen bir ispermeçet balinası tarafından 1891’de yutulan gemici James Bartley 24 saat balığın karnında baygın kaldı. Arkadaşları balinayı avlayıp tayfayı karnından çıkarıp hastahaneye yatırdılar. Vücudu balığın sindirim sıvıları tarafından beyaz lekeler halinde yanmış olan Bartley’in akli dengesi iki hafta sonra yerine geldi. Tek bir balinadan her biri 300 kg ağırlığında 100 varil yağ çıkarılır. Balina yağı deri sanayiinde, cilt kremi, ruj ve margarin imalinde kıymetli bir gelirdir. Amerika'da hidrojene edilmiş balina yağı sabah kahvaltısında lüks bir margarin olarak kullanılır. Bugün ilaç sanayiinde bile önemli rol oynar. Milimetrenin 400.000’de biri kalınlıkta balina yağı büyük göl ve barajların yüzeyine serpildiğinde buharlaşma ile su kaybı önlenmiş olur. Balina eti kızartıldıktan sonra konserve haline getirildiğinde dana eti lezzetini verir. Japonya’da insanların önemli bir yiyeceğini teşkil ettiği gibi yem sanayiinde de önemli rol oynar. Eti ve kemikleri öğütülerek balina unu haline getirilir. İç organlarından da gübre imal edilir.
Balina avcılığı özel patlayıcı zıpkınlı toplarla donatılmış gemilerle yapılır. Zıpkınlanan yavruyu ana balina ölüm pahasına terk etmez. Saatlerce onu kurtarmaya çalışır. Bazan bilinmeyen sebeplerle balinalar toplu halde kıyılara vurarak intihar ederler. Vücutlarının ağırlığı sebebiyle akciğerleri ezildiğinden havasızlıktan boğulurlar.
Alm. Ballistik, Fr. Balistique, İng. Balistics. Mermi ve füzelerin hareketlerini inceleyen bir bilim dalı. Uygulamalı mekaniğin bir kolu olarak düşünülebilir. Balistik üç bölüme ayrılır: 1) Mermi veya füzenin, silahta veya tesir sahasındaki hareketini inceleyen iç balistik, 2) Uçuş sırasındaki hareketini araştıran dış balistik. 3) Hedefteki etkileri inceleyen terminal balistik. Herbir kısım bir önceki bölümle sıkı irtibatlıdır.
İç balistik: Bu bölüm, kimyasal enerji kaynağını, gazın genişlemesini ve ortaya çıkan enerjinin kontrolünü ve yönlendirilmesini inceler. Askeri silahlar, askeri olmayanlara göre sıcaklık ve basınç bakımından daha çok zorlanmış durumlarda çalışırlar. Bir merminin silah içindeki hareketi, gazın mermiye etkisi ile ilgilidir. Mermi hareketi sırasında, içinde bulunduğu namluya basınç yaparken arada sürtünme kuvveti ortaya çıkar. Yüksek sıcaklıktaki gaz, namluyu o derece ısıtır ki, onunla kimyasal reaksiyona dahi girer.
Gerçekte modern bir silah bir ısı makinasından ibarettir. Çalışması otomobil motoruna benzer. Burada genişleyen gaz bir piston yerine merminin hareketine sebep olur. Ateşlemenin yapılması sonucu yüksek basınçla yayılan gazın basıncı artarken, mermi atalet ve sürtünme sebebiyle hareket etmez. Ancak, basıncın daha da artması, merminin hareketine sebeb olur. Merminin hareketi sonucu hacim büyürken, basınç bir maksimuma erişinceye kadar hızla yükselir. Bundan sonra basınç düşer, mermi silahı terk ederken bu miktar maksimumun % 10-30’u arasında değişir. Silahın ağzındaki basınç, merminin burayı terk etmesinden sonra da belli bir mesafe için hızlanmasını sağlar. Değişik bir düzen şekli de, genişleyen gazların bir kısmının diğer yönde çıkması sağlanarak silahı etkileyen kuvvetler dengelenir.
Mermi hızlarını ve gaz basınçlarını zaman ve merminin silah içindeki hareketine bağlı olarak ifade eden formüller geliştirilmiştir. Modern top mermilerinde yerçekimi ivmesinin 20.000-30.000 katları kadar ivme elde edilirken, yüksek gerilimler meydana gelir. Bu sebeple, iç balistik namlu gerilmesinin hesabını önemli bir konu olarak telakki eder. Silahta ortaya çıkan iç gerilmeler, aynı zamanda dışardan tatbik edilecek gecikmelerle önemli ölçüde azaltılır.
İç balistiğin diğer bir konusu da, silahın namlu içindeki spiral şeklindeki yiv ve setlerdir. Bu, uzun bir merminin dönerek hedefe ulaşmasına sebeb olurken, yörüngesinin kararlı olmasını sağlar. Spiral yivler silah namlusunun eğimine bağlıdır. Düzgün olabileceği gibi, ağıza doğru sıklaşabilir veya bunların bir çeşit birleşmesinden ibaretir.
Dış balistik: Mermi veya füzeye tesir eden atalet, yerçekimi ve hava tarafından tesir eden aerodinamik kuvvetlerin bilinmesi halinde, yörüngelerin hesabı önemli bir zorluk arz etmez. Ancak, aerodinamik kuvvetlerin bilinmesi oldukça zordur.
Bir mermi, hava direncini yenmek ve dengeli (stabil) uçuş yapmak için uçuş müddeti boyunca hedef noktasına doğru ilk çıkış pozisyonunda gitmek zorundadır. Eğer mermi pozisyonunu değiştirirse, hatta takla atarsa, bu uçuşun planlandığı gibi sonuçlanmamasına ve menziline düşmemesine sebeb olur. Uçuş stabilizasyonunu sağlamak için iki metot vardır. Bunlar, kanatçık stabilizasyonu ve spin, dönme stabilizasyonudur. Kanatçık stabilizasyonunda, mermi üzerine monte edilmiş kanatcıklar merminin kendi ekseninde dönmeden gitmesini sağlarlar. Bu durum kanatçıklar üzerinde ortaya çıkan aerodinamik kuvvetler yardımıyla temin edilir. Spin stabilizasyonlu bir merminin ise sahip olduğu jiroskobik dönme hareketinin bir sonucu olarak daima ilk hedef doğrultusu boyunda hareketi devam eder. Bu dönme hareketinin ataleti, doğru eksenden olacak sapmalara müsaade etmez.
Terminal balistik: Temel bilgilerin elde edilmesindeki güçlükler dolayısıyla balistiğin bu kolu, diğer dallar olan iç balistik ve dış balistikten geri durumdadır. Fakat Radyografi alanındaki ve yüksek sür’at fotoğraf çağındaki hızlı gelişmeler bu konuya yardımcı olmuştur. Ancak alınan bilgilerin güvenilebilirliği konusu hala tartışılagelmektedir. Bütün bilinen silah tipleri ve hedef şartlarında hedefin tahrib edilmesi aşağıdaki fiziki tesirlerle olmaktadır:
1. Bomba, roket, harp başlığı, el bombası kullanıldığı durumlarda genellikle parçalanma etkisi veya küçük parçacıkların birbirlerinden farklı hareketleri sebebiyle,
2. Karşı kütleyi delme ve sızma sonucunda parçalama sebebiyle,
3. Su veya hava gibi akışkan bir ortam içerisinde büyük miktarda bir enerjinin ani olarak serbest kalmasının sebeb olduğu infial hadisesiyle,
4. Nisbeten yüksek sür’atli sarsıntıların meydana getirdiği yıkma etkisiyle,
5. Bir infilakın ateşi veya radyasyonu sonucu çıkan ısı sebebiyle,
6. Yangın bombaları veya infilaklar sebebi ve çıkan yangınlar sebebiyle,
7. Özellikle duman veya zehirli gazların kimyasal etkisiyle,
8. Bakteriyolojik etkiyle,
9. Radyoaktivite (Radyasyon) etkisiyle. Bu tür hedef etkilerin analiz edilebilmesi ve değerlendirilebilmesi sonucu bu konuyla ilgili birtakım esaslar geliştirilmektedir.
Yüksek hızla hareket eden mermilerin hızını hesaplamak maksadıyla kullanılan sarkaç. Merminin hızını hesaplamakta takip edilen yol şöyledir: v hızıyla yatay olarak hareket eden m kütleli bir mermi, l uzunluğundaki bir ipin ucuna asılmış olan M kütleli bloka saplanır. Blok, kendisine saplanan merminin tesiriyle v' hızı ile hareket ederek denge durumundan h kadar yükselir. Bu durumda ipin düşeyle yaptığı a açısı ölçülür. ABC dik üçgeninden istifade edilerek bulunan h= l (1-Cos a) bağıntısı yardımıyla h yüksekliği hesaplanır.
Momentumun korunumu kanunundan ve enerji dönüşümlerinden istifade edilerek yazılan:
m.v = (m+M) v'
1/2(m+M) v'2
= (m+M) gh bağıntıları yardımıyla merminin hızı:
FORMÜL VAR!
olarak bulunur.
Osmanlı Devletinin Balkanlar’daki dört devlete karşı yaptığı savaşlar.
Birinci Balkan Savaşı:1789 Fransız İhtilalinin dünyaya yaydığı milliyetçilik akımı neticesinde, imparatorluklar dahilinde bulunan milletler, bağımsızlık için harekete geçmişler ve bazı devletlerin destek ve yardımları ile ayaklanmışlardı. Osmanlı tarihinde 19. yüzyıl, bu tür ayaklanmalar dönemidir. Balkan Yarımadasında çok çeşitli millet yaşadığı için, milliyetçi ayaklanmalar en fazla burada görüldü.
Balkanlarda çıkan ayaklanmaları daha çok 17. yüzyılda gelişmeye başlayan ve en büyük gayesi, Baltık Denizine ve özellikle Akdeniz’e çıkmak olan Rusya kışkırtıyordu. Akdeniz’e inmek için önce Karadeniz’i sonra İstanbul ve Çanakkale boğazlarını ele geçirmesi gerekiyordu. İşte Rusya bu gayeye ulaşmak için her yola başvurmaktan geri kalmamıştır. Bu yollardan biri de ırk ve din bakımından akraba olduğu Balkan prensliklerini alet olarak kullanıp, bu genç devletleri Osmanlı Devletinin varlığını sona erdirmeleri için kışkırtmaktı. Osmanlılar Trablusgarp’ta savaşırlarken, Sırbistan’ın başkenti Belgrat’taki Rus elçisi harekete geçerek, Balkanlarda Osmanlı Devletinin elinde kalan son toprak parçalarının Sırbistan ile Bulgaristan arasında paylaşılması için teşebbüste bulundu. Buna karşılık Sırbistan, Bulgaristan’ı bir tarafa iterek kendi menfaatlerini temin için Babıali ile anlaşmaya uğraşıyordu. Balkan devletleri arasındaki menfaat çatışmalarından gafil olan zamanın İttihad ve Terakki hükumeti, Sırbistan’ın bu çok müsait teşebbüslerine aldırış bile etmedi. Üstelik, İkinci Abdülhamid Hanın Balkan ülkelerinin birleşmesini önlemek için tahrik ettiği kilise ihtilafı, çıkarılan ittihad-ı anasır kanunuyla halledildi. Bu durum ise, Bulgaristan ve Yunanistan’ın arasındaki ihtilafı çözdüğü için şimdi her ikisi için de ortak düşman Osmanlı Devleti olmuştu. Neticede kısa bir müddet için önce Sırbistan ve Bulgaristan arasında kurulan ittifaka Karadağ ve Yunanistan da katıldı. Böylece Balkanlarda Osmanlı Devletine karşı harekete geçme hazırlıkları tamamlanmış oldu.
Bu sırada Türk ordusu subayları iki partiye ayrılmış durumdaydı. Hükumet ise Rusların Balkanlarda savaşa müsaade etmeyeceği hususundaki yalan teminatına inanmıştı. Nitekim Sofya elçiliğinden hariciye nazırı olan Asım Bey, 15 Temmuz’da, Meclis-i Meb’usanda; “Balkanlardan imanım kadar eminim!” tarihi cümlesini ihtiva eden bir nutuk söyleyerek, harb ihtimalinin bulunmadığını iddia etmişti. Ayrıca Asım Beyin yerine gelen yeni Hariciye Nazırı Ermeni Gabriel Noradingiyan da Rusya’nın teminatının kesin olduğunu hükumete bildirmişti. Bu inandırıcı teminatlar neticesinde Rumeli’ndeki en iyi 120 tabur asker terhis edilmişti.
Balkan devletleri ittifaktan sonra Osmanlı Devletine isteklerini bildirdiler. Bu ittifaktan haberi olmayan İttihatçılar, savaş için yüksek öğrenim talebesini kışkırtarak, Babıali önünde “Harb” diye bağırtmış ve hükumet aleyhinde nümayiş yaptırmışlardı. Harbin kolay geçeceğini zannediyorlardı. Halbuki müttefikler, Türkiye’ye karşı uygulayacakları savaşı ve taksim projelerini en ince teferruatına kadar tesbit etmişlerdi.
8 Ekim 1912’de Karadağ Prensliği Osmanlı Devletine savaş açtı. Onu 18 Ekim’de Bulgaristan ve Sırbistan, birkaç gün sonra da Yunanistan takip etti.
İkmal ve Levazım Teşkilatının bozulduğu Osmanlı ordusu, seferberliğini çok geç yapabildi. Terhis edilip Anadolu’ya gönderilen 120 taburu, savaşın sonunda bile yeniden silah altına alamadı.
Bulgaristan’a karşı çıkacak kuvvetler 5 kolordu halinde, “Şark Ordusu” namıyla toplandı ve Birinci Ferik Abdullah Paşanın kumandasına verildi. Edirne mevkiindeki bağımsız kuvvetler Şükrü Paşanın emrindeydi. Yunanistan’a karşı, Selanik’te bir kolordu ve Yanya Kalesindeki kuvvetler bırakılmıştı. Karadağ’a karşı kuvvetler İşkodra Kalesinde toplanmıştı. Sırbistan’a karşı Makedonya’yı “Garb Ordusu” kumandanı müstakbel sadrazam Birinci Ferik Ali Rıza Paşa savunacaktı.
Savaşı idare kabiliyetinden mahrum Nazım Paşanın hiçbir hazırlığı olmayan orduyu hemen Bulgarlara karşı taarruza geçirmesiyle hezimet başladı ve artık arkası alınamadı. Osmanlı orduları Bulgarlara karşı bütün Trakya’yı bırakarak, Çatalca’ya kadar çekilmek zorunda kaldığı gibi, Sırbistan’a karşı Kumova'da yenilmişti. 6 Kasım’da Preveze’yi alan Yunanlılar, Veliahd Konstantin idaresindeki büyük kuvvetlerini Selanik üzerine gönderdiler. Selanik’i savunmakla görevli jandarma paşası Tahsin Paşa, tek silah atmadan, muazzam kolordosunu bütün silahları ile beraber Yunanlılara teslim etti. Sultan İkinci Abdülhamid Han devrinde ihtilas (devlet malını zimmetine geçirmesi) suçu tesbit edilmiş olan Tahsin Paşa, o devirde menkub (rütbe ve haysiyetten düşmüş) olduğu gerekçesiyle, Selanik kolordusunun başına getirilmişti. Bütün Kuzey Arnavutluk da Sırp-Karadağlılar tarafından işgal edildi.
Selanik’in düşmesinden 8 gün önce, artık “Hakan-ı sabık” diye anılan Sultan İkinci Abdülhamid Han, İstanbul’a getirilmişti. Sultan Abdülhamid Hanı Selanik’ten almaya, nazırlarından Vezir Damad Germiyanoğlu, Arif Hikmet ve Damad Çavdaroğlu Mehmed Şerif paşalar gitmişlerdi. Sultan Abdülhamid Han muhafızlarının yanında, ikisi de bilgin ve değerli eserler sahibi damadlarıyla konuşması meşhurdur. Gazete okuması yasak olduğu için, kulaktan aldığı bilgi dışında siyasi durumu etraflı bir şekilde bilmeyen “Sabık Hakan”, dört Balkan devletinin ittifakına ve bu ittifakın haber alınmamasına hayret etmiştir. Makedonya’da kiliseler meselesinin İttihatçılar aracılığıyle ortadan kaldırıldığını öğrenince, Balkanların ittifakını bununla izah etmiş, fakat ittifakın öğrenilmesi karşısında elçilerin, ataşelerin ne iş yaptıklarını sormuştur. “Allah bu hallere sebeb olanları Kahhar ismiyle kahretsin; devleti batırdılar!” diyerek büyük bir teessürle gemiye binmiştir.
Selanik’i ele geçiren Yunanlılar, daha sonra Ege adalarından Bozcaada, Limni, Somatraki ve Taşoz adalarını işgal ettiler.
22 Ekim 1912 tarihinden beri Şükrü Paşa kumandasında Edirne’yi müdafaa eden Osmanlı birlikleri, İstanbul ile bağlantı kesik olduğu için silah, mühimmat noksanlığı ve açlık gibi sebeplerle teslim olmak zorunda kaldılar (Bkz. Şükrü Paşa).
Üst üste gelen mağlubiyetler üzerine Osmanlı Devleti Bulgaristan’a müracaat ederek ateşkes istedi. Böylece 3 Aralık 1912’de imza edilen ateşkes antlaşması (mütareke) ile silahlı çatışma durmuş oldu. Balkan devletleri ile Osmanlı Devleti arasında antlaşma 30 Mayıs 1913’te Londra’da imzalanmıştır. Bu barış antlaşması ile Osmanlı Devleti, Ege adalarının durumunun tayinini ve Arnavutluk’un sınırlarının çizilmesi işini büyük devletlere bırakmakta, Girit’i hukuken Yunanistan’a terk etmekte ve Midye-Enez hattının batısında kalan toprakları da Balkan devletlerine vermekte idi. Bu antlaşma ile kendisini kahramanca savunmasına rağmen yiyecek sıkıntısından düşman eline geçen Edirne de Bulgaristan sınırları içerisinde kalıyordu. Böylece Bulgaristan, Kavala ve Dedeağaç arasındaki toprakları da alarak Ege Denizine ulaşıyordu.
2500 yıllık Türk tarihinin büyük felaketlerinden biri olan Balkan Savaşında Türkler, Anadolu’dan sonra ikinci anayurt haline gelmiş olan Rumeli’ni bıraktılar. Rumeli, 550 yıldır Türk yurduydu. Birçok bölgede Türkler, ezici ekseriyet halindeydiler.
93 Harbinde görülen göç ve göçmen felaketinin daha şiddetlisi Balkan Harbinde cereyan etti. Yüz binlerce Türk, bütün varlıklarını bırakarak eriye eriye İstanbul’a eriştiler ve Anadolu’ya dağıldılar. Balkanların, bilhassa Bulgarların yaptıkları zulüm tüyler ürpertici idi. Onbinlerce sivil Türk, kadın, ihtiyar çocuk ve bebekler dahil olmak üzere her türlü işkencelerle doğrandı.
İkinci Balkan Savaşı: Birinci Balkan Savaşında Osmanlı Devletinin ağır mağlubiyete uğrayıp Balkanlardan çekilmesi sonucunda, Balkanlarda siyasi bakımdan büyük bir boşluk ve dengesizlik meydana geldi. Ganimetin paylaşılmasında anlaşamıyan Balkan devletleri, birbirine düştüler.
Sırbistan askeri, hareket dolayısıyla Sırp-Bulgar ittifakının çizdiği ve kendisine ayırdığı arazi parçasından daha büyük bir bölgeyi ele geçirmişti. Sırpların bu arazi bölgelerini geri vermemesi anlaşmazlığın düğüm noktasını teşkil ediyordu. Diğer taraftan Londra Konferansında en büyük payı Bulgaristan’ın alması, diğer müttefiklerin hoşnutsuzluğuna sebebiyet vermişti. Bulgarların Ege kıyısına ulaşmış olmasını Yunanlılar sert tepki ile karşılamışlardı. Bu husus, Yunanistan ile Sırbistan’ı birbirine yaklaştırmış ve aralarında ittifak anlaşması akdine sebeb olmuştu. Sırbistan ile Yunanistan’ın birbirlerine yaklaştıklarını gören Bulgaristan, bu iki devlete tam hazırlıklarını yapmadan önce 29-30 Haziran 1913’te saldırdı. Ancak Bulgar ordusu, Yunanlılar ve Sırplar tarafından Makedonya’dan çıkarıldı. Bu sırada Bulgaristan’dan pay almak istiyen Romenler de savaşa girdiler ve kısa zamanda Bulgar Dobruca’sını ele geçirdiler. Bulgar orduları birkaç cephede savaşmak zorunda kaldığı için yenilmeye başladı.
Osmanlı Devleti de bu fırsatı kaçırmadı ve bütün özellikleri ile bir Türk şehri olan Edirne’yi geri aldı.
Bu yenilgiler üzerine Bulgarlar, bir yandan Romanya kralına başvurarak Balkan devletleriyle bir yandan da Babıali’ye başvurarak Osmanlı Devletiyle barış yapmak istediler.
İkinci Balkan Savaşı sonunda, Bulgaristan’la diğer Balkan devletlerinin imzaladıkları 10 Ağustos 1913 tarihli Bükreş Antlaşması, Romanya ile Bulgaristan’ın yeni sınırını belirliyor, Tuna’nın güneyinde kalan önemli bir arazi parçasını Güney-Dobruca dahil Romanya’ya bırakıyordu.
Osmanlı Devleti ile Bulgaristan arasında 29 Eylül 1913 tarihinde, imzalanan İstanbul Antlaşması ile Bulgaristan, Kırklareli, Dimetoka ve Edirne’yi Osmanlı Devletine geri verdi. Antlaşmada Bulgaristan’da kalan Türklerin de durumu ele alınmakta, Türklerin mülkiyet haklarına saygı gösterileceği de belirtilmekteydi.
Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasında imzalanan 14 Kasım 1913 tarihli, Atina Antlaşması ile Girit kesin olarak Yunanistan’a bırakıldı. Ege adalarının ne olacağı da büyük devletlerce kararlaştırılacaktı. Büyük devletler ancak 1914 Şubatında Londra’da bu adalardan İmroz, Bozcaada ve Meis bir yana, diğerlerinin Yunanistan’a ve İtalya işgalinde olanları da İtalya’ya kalmasına karar verdiler. Ancak bu karar üzerinde henüz bir anlaşmaya varılamadan Birinci Dünya Harbi çıktı. Sırbistan’la antlaşma ise 13 Mart 1914’te İstanbul’da imza edildi. Sırbistan’la Osmanlı Devletinin artık ortak sınırı olmadığından, sadece Sırbistan’da kalan Türklerin durumları düzenlenmiştir.
Böylece Sultan İkinci Abdülhamid Hanın 1909’da tahttan indirilmesinin üzerinden henüz dört yıl geçmeden, Osmanlı İmparatorluğu, Afrika ile ilgisini kesmiş, Balkanlarda ağır toprak kaybına uğramış, Bulgaristan’dan geri aldığı Edirne ile Doğu Trakya’da kalabilmiştir.
Akdeniz'de yer alan üç büyük yarımadanın en doğuda bulunanı. Balkan Yarımadası;Kuzeyde Tuna'nın aşağı kesimleri ve Sana Irmağı, doğuda Karadeniz, güneydoğuda Ege Denizi, güneyde Akdeniz, güneybatıda İon Denizi ve batıda Adriye Denizi ile çevrilidir. Yüzölçümü yaklaşık 505.000 km2dir.
Bölgeyi kaplayan, sık ormanlarla kaplı sıradağlar manasına yarımadaya Balkan ismi verilmiştir.Yarımadayı kaplayan dağlar doğuda enlemesine, batıda boylamasına uzanır. Önemli sıradağları Karpatlar (Romanya), Balkan ve Rodop dağları (Bulgaristan), Dinar Alpleri (Yugoslavya), Pindhos Dağları (Yunanistan)dır. Yarımadanın en önemli düzlüğü, Rumeli Ovasıdır.
Yarımada kıyılarında Akdeniz iklimi hakimdir. İç kesimlerde ise kışları soğuk ve yağışlı kara iklimi hüküm sürer. Balkan yarımadası dağları ormanlarla kaplıdır. 1500 metreye kadar yaprak döken ağaçlar, 1500-1800 m arası iğne yapraklı ormanlar, yükseklerde ise çalı maki hakimdir. Kıyılarda ise yaprak dökmeyen Akdeniz ağaçları ve makilerle kaplıdır.
Balkan Yarımadasında; Arnavutlar, Türkler, Yunanlılar, Bulgarlar ve Güney Slavları olmak üzere beş etnik grup yer alır. Yarımadanın tabii yapısı ve büyük göçler, nüfus ve siyasi hayatı asırlarca etkilemiştir. Ada toprakları üzerinde; Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya, Bulgaristan, Arnavutluk devletleri yer alır. Uzun süre bölgenin Osmanlı hakimiyeti altında kalması yüzünden Türklerin ve Müslümanların sayısı hızla artmıştır.
Balkan Yarımadasında ekonomi tarıma dayalıdır. Dağlık bölgelerde hayvancılık gelişmiştir.Sanayi son senelerde gelişmiştir. Önemli sanayi kolları; dokumacılık, tarım makinaları, kimyevi maddeler ve gemi yapımıdır. Turizm başta Yunanistan, Türkiye ve Yugoslavya olmak üzere bütün Balkan ülkelerinde hızla gelişmektedir.
Kuzey Kafkasya'daki Kabartay-Balkar Özerk Cumhuriyetinde yaşayan Türk boyu. Taulular (Dağlılar) veya Malkarlar diye de tanınırlar.
Balkarların menşei hakkında değişik görüşler vardır. Bazı araştırmacılar Balkar adının Bulgar'dan kaynaklandığını ileri sürmektedirler. Ekseri araştırmacılara göre ise uzun müddet göçebe bir hayat süren ve Karaçaylılarla birlikte yaşayan Balkarlar, adlarının Kırım'dan göç ettikleri sırada kendilerine önderlik eden "Malkar" adında bir beyden geldiğine inanırlar. Menşelerinin Hazar Türklerine dayandığını ileri sürenler de vardır. Bunlara göre Balkarlar 10 ve 11. yüzyıllara kadar bağımsız yaşamış, daha sonra Ruslar veya Osetler tarafından Kafkasya'ya sürülmüşlerdir.
Balkarlar, Altınordu ve Kırım hanlıklarının hakimiyeti altında kaldıktan sonra 15. yüzyıl sonlarında Kırım Hanlığıyla birlikte Osmanlı Devletinin hakimiyetine girdiler. Balkarlar arasında giderek İslamiyet yayıldı. Uzun müddet Osmanlı himayesinde huzur ve güven içinde yaşayan Balkarlar 1827 senesinde Rus hakimiyetine girdiler.
1917 Ekim devriminden sonra Karaçaylılarla birlikte Kuzey Kafkasya Bağımsız Cumhuriyeti içinde yer aldılar. Kızılordu 1921'de bu devlete son verince Balkarlar, Kabartay Bölgesine, Karaçaylar ise Karaçay-Çerkes Özerk Bölgesine yerleştirildiler. İkinci DünyaSavaşı sırasında Balkarlar ve Karaçaylılar birleşerek Sovyet hükumetine karşı çete savaşları başlattılar. Savaş sonrasında, Almanlarla işbirliği yaptıkları için Orta Asya'ya ve Sibirya'ya sürüldüler. Yaşadıkları bölge olan Balkariye de Gürcistan Sovyet Cumhuriyetine katıldı. 1957 senesinde çıkartılan bir kanunla Balkarların büyük bir kısmı Orta Asya'dan geri getirildiler. Kabartay Balkar Özerk Cumhuriyetine yerleştirildiler. Nüfusları 66.000 civarında olan Balkarlar, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği dağılınca yeni sistem içinde hayatlarını sürdürmektedirler.
Balkarlar, Malkar til (Malkar dili) ve Tau til (Dağlı dili) olarak adlandırdıkları Kıpçakça kökenli bir dil konuşurlar. Balkarcanın dilbilgisi bakımından Karaçayca ile ortak özellikleri vardır. 1926 senesine kadar İslam harflerini kullanan Balkarlar daha sonra Latin alfabesini ve 1940'ta da Kiril alfabesini benimsediler. Gelişmiş bir yazılı edebiyatları olmamasına rağmen zengin bir sözlü edebiyatları vardır.
Alm. Lamium, Fr. Lamier, İng. Dead-nettle. Familyası: Ballıbabagiller (Labiatae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Değişik türleri, değişik yerlerde yetişir.
Ballıbabagiller familyasından mor çiçekli, pembe, krem veya beyaz renkli bir bitki. Memleketimizde 27 türü tesbit edilmiştir. Çoğu türleri, Batı ve Güney Anadolu’da yaygındır. Bunun yanında diğer bölgelerde de yer yer rastlanmaktadır. En çok bilinen ve kullanılan türleri şunlardır:
Beyaz ballıbaba (Lamium album): Türkiye'de yetiştiği yerler: Trabzon civarı, Bayburt (Kop Dağı), Erzurum, Bingöl dağları ve Rize’dir.
Mayıs, eylül ayları arasında beyaz renkli çiçekler açan, 20-30 cm boyunda, çok senelik bir bitkidir. Çitler, koru kenarları ve rutubetli yerlerde, ekseriya ısırgan otları ile beraber bulunur. Gövdeleri dört köşeli, dik, tüylü ve içi boştur. Yaprakları saplı ve tüylüdür. Çiçekleri tüplü ve iki dudaklıdır. Üst dudak miğfer şeklinde, alt dudak üç lopludur.
Kullanıldığı yerler:Bitkinin kullanılan kısımları çiçekleri ve çiçekli dallarıdır. Çiçekler açılmaya başladıkları esnada toplanır ve gölgede kurutulur. Hafif kabız ve kan kesici özelliği vardır. İdrar yolları hastalıklarında da kullanılmaktadır. Diğer ballıbaba çiçeklerinden de Anadolu’da beyaz ballıbaba gibi istifade edilmektedir.
Sarı ballıbaba (Lamium galeobdolon): Çiçekleri sarı renktedir. İstanbul ve çevresinde bulunur.
Benekli ballıbaba (Lamium maculatun): Çiçekleri kırmızı renkli, yapraklar beyaz ve siyah beneklidir. Kastamonu (Gavurdağı)da bulunur.
Kırmızı ballıbaba (Lamium purpureum): 10-30 cm boyunda otsu bir bitkidir. Çiçekleri pembe renkli ve küçüktür. Kabız ve yaraları iyi edici özellikleri vardır. Nezleye karşı iyi gelir. Memleketimizde çok yayılmıştır.
Alm. Labiaten, Fr. Labiées Labiacées, İng. Labiatae. Türlerinin çoğu yıllık otsu bitkiler veya ağaçcıklar. Gövdeleri 4 köşeli, yaprakları basit, karşılıklı çapraz dizilişli olup, uçucu yağ yönünden zengin bez tüyleri bulunur. Çiçekleri, taşıyıcı yaprakların koltuğundan çıkan sık kümeler durumundadır. Çanak yaprakları dilimli taç yaprakları 5, fakat iki taç yaprağın (petal) birleşmesi ile 4 dilimli çoğunlukla 2 dudaklıdır. Üst dudak miğfer şeklinde 2 taç yapraktan, alt dudak ise 3 taç yapraktan yapılmış olup lopludur. Erkek organları uzunlukları farklı iki çift meydana getirirler. Yaklaşık olarak 200 cins ve 3200 türü vardır. Türkiye’de 38 cins, 400 türü yetişir.
Alm. Bienenvachs, Fr. Cire, İng. Wax. Arıların peteklerini yapmak için karın halkaları arasından saldıkları yumuşak sarı veya daha koyu madde. Bunun yanında sanayide hazırlanan maddeye de balmumu denir. Umumiyetle balmumu deyince arının hazırladığı petekteki mum anlaşılır. Arılar karın halkaları arasındaki deri altı bezlerinden salgıladıkları maddeleri, arka ayakları ile alıp çenelerinde yoğururlar ve bunlarla petek yaparlar. Balmumu elde etmek için, önce petekler baldan ayrılır. Sonra kaynar suya atılır. Yüzeyde toplanan balmumu alınır.
Balmumu molekül ağırlığı yüksek, doymuş veya doymamış bazı asitler, alkol ve ester karışımıdır. Yoğunluğu bire yakındır (0,966). Erime noktası 62-63 derecedir. Balmumun içine, tebeşir, iç yağı ve kola gibi maddeler katılınca bunların tesbiti çok güçtür. Sarı balmumu parke cilalamasında, heykel, bazı boya ve mum yapımında kullanılır. Saflaştırılmış, temizlenmiş beyaz balmumu ise ilaç sanayiinde, kremlerin yapımında kullanılır.
Bazı bitkiler, arının petek için yaptığı balmumuna benzer bir madde salgılar. Bu salgılanan madde özellikle mum ağacı denen bazı palmiye türlerinde fazla olur ve toplanır. Bitkisel balmumundan sabun ve mum yapımında istifade edilir.
Alm. Ballon (m), Fr. Bollon (m), İng. Balloon. İçine havadan daha hafif gaz veya sıcak hava doldurularak uçması sağlanan, kumaş, kağıt, kauçuk naylon, poliüretan veya neopren gibi maddelerin karışımından küre veya armut biçiminde yapılan bir uçma aracı. Kullanıldığı gayeye göre insanların binmesi veya muhtelif araçların yerleştirilmesi için bazılarının altında bir sepet ve bu sepeti balona tutturmaya yarayan bir de ağ bulunur.
Balonlarda, hafif gaz olarak hidrojen ve helyum kullanılır. Hidrojenin yanıcı, helyumun ise pahalı olması birer dezavantaj teşkil etmesine rağmen kaldırma kuvveti ve dayanıklılık bakımından hidrojen daha iyidir. Hidrojenle şişirilen balonlar küre biçimindedir. Hidrojenin sızıp kaçmasını önlemek için balon zarfına kauçuk veya noepren emdirilir. Balonun altında bir sap kısmı, üstünde ise sepetten kumanda edilen bir supap bulunur. Bu supap, balon yükselirken havanın yoğunluğunun ve buna bağlı olarak basıncının, balon iç basıncına göre azalması neticesi patlamayı önlemek için balon içindeki gazı kısmen boşaltmaya yarar. Balonun yükselip alçalması için ağırlığın azaltılıp-artırılması gerekir. Yükselirken “safra atmak” diye adlandırılan kum torbaları atılarak ağırlık azaltılır. Alçalırken ise ağırlığı artırmak mümkün olmadığından supap açılarak gazın bir kısmı boşaltılır. Hacim küçülmesi neticesi (buna karşılık kütle çok az değişir) kaldırma kuvveti azalmış olur.
Sıcak havayla doldurulan balonlar armut biçiminde tabii bir şekil alır. Daha emniyetli ve ucuzdur. Fakat kaldırma gücü ve mukavemeti azdır. Balonun altında propan gazıyla çalışan çelik tellerle bağlı bir brülör bulunur. Brülörün ısıttığı hava, balonun altındaki açıklıktan içeri dolar. Balonu alçaltıp yükseltmek için brülörü çalıştırıp durdurmak kafidir. Brülör çalışmayınca hava soğur ve balon alçalır.
Balonlar yere indiği zaman rüzgarın etkisiyle uzaklara sürüklenmesini önlemek için balonun çabucak sönmesini sağlayan flaplar geliştirilmiştir.
Balonun uçma prensibi: Balonun sağa sola hareket etmesi, güdümlü balonlar hariç, rüzgarın yönüne bağlıdır. Burada önemli olan balonun alçalıp yükselmesidir. Bu da bir cismin, yoğunluğu kendisinin yoğunluğundan daha fazla olan bir sıvı veya gaz içinde batmayıp, yerçekimi kuvvetinin tersi yönünde, yani yukarı doğru yükselmesi prensibine dayanır. Yoğunluğu fazla olan madde yerçekimi kuvveti etkisiyle daima yoğunluğu az olan maddelerden daha aşağı inerek, onun yerini işgal etmek, dolayısıyla onu kaldırmak eğilimindedir. Evlerde pencereden giren soğuk ve dolayısıyla yoğunluğu fazla havanın tabana çökerek oradaki sıcak havanın yerini işgal etmesi ve neticede onu tavana doğru itmesi hep bu prensibe dayanır. Ev gibi çevreyle sıcaklık farkı olan yerlerin tavan kısmının havası bu yüzden daha sıcaktır. Su zeytinyağı karışımında suyun dibe çökerek yağı kaldırması, bir şişe mantarının suyun yüzünde batmadan durması yine aynı prensibin neticesidir (Bkz. Arşimet Prensibi).
Kaldırma kuvvetinin meydana geldiği bu tip sistemlerde kaldıran madde ya sıvı veya gazdır. Çünkü gaz ve sıvı moleküllerinin hareket edebilme kabiliyeti vardır. Balonlar da yoğunluğu az olan madde olarak düşünülebilir. Balon hafif gazlar ile doldurularak hacmin kütleye göre artırılmasına, dolayısıyla yoğunluğun düşürülmesine çalışılır. Balonu meydana getiren bütün parçalar ve içindeki gaz sistemi bir madde olarak düşünülürse, bu maddenin yoğunluğu yani birim hacminin kütlesi havanınkine eşitse balon dengede kalır, küçükse havanın içinde yükselmeye başlar. Fakat havanın yoğunluğu yükseldikçe azaldığından, bir noktada tekrar yoğunluklar eşit hale gelir ve balon dengeye gelerek daha fazla yükselmez. Bu durum, balonun toplam ağırlığının, yerini işgal ettiği havanın ağırlığına eşit olması şeklinde ifade edilir.
Balonun kullanıldığı yerler:Balonlar askeri gayelerle savaşlarda, ilmi araştırmalarda, meteorolojik incelemelerde ve spor gibi çeşitli sahalarda kullanılagelmektedir.
Savaşlarda hava saldırılarına karşı korunacak yerler, balonlar yere bağlanarak meydana getirilen örtü ile kamufle edilir. Ayrıca askeri gözetleme yeri ve bombalama aracı olarak da balonlardan faydalanmak mümkündür.
Meteorolojik olarak çeşitli yüksekliklerdeki nem, sıcaklık, basınç, rüzgar hızı gibi atmosferik özellikleri ölçmek için balonlara çeşitli meteoroloji aletleri yerleştirilir. Bilgiler ya radyo vericisiyle yere gönderilir veya grafik olarak kaydedilir. Aletlerin yere çarpıp parçalanmasını önlemek için de paraşüt kullanılır. Ayrıca astronomik araştırmalar yapmak üzere kullanılan teleskop ve fotoğraf makinası gibi aletleri atmosferin üst tabakalarına çıkarmak için de balonlardan faydalanılır. Pek çok ilim adamı stratosfer çalışmaları yapmak için de yine balonlardan faydalanmıştır.
1920’lerde yolcu taşımak için güdümlü balonlar yapılmıştır. Bunlar motor ve dümenleri sayesinde istenilen istikamette hareket edebilmektedir. Bu tip balonların ilkini Ferdinand von Zeppelin adında bir Alman yaptığı için Zeplin olarak da adlandırılır.
Balonların tarihi gelişimi: Balonla uçmak fikri ortaçağlara dayanmakla birlikte ilk olarak uçuşu 1783’te Jacques Eteinne ve Joseph Michem Montgolfier kardeşler sıcak havalı, kağıttan bir balonla gerçekleştirmişlerdir. Bu balon 300 m kadar yükselebilmiştir. Aynı sene Jacques Charles adında başka bir Fransız ilk hidrojenli balonu 1000 m yüksekliğe kadar uçurdu. Daha sonraları insanlı uçuşlar yapılmaya başlandı. 1785 yılında Manş Denizi ilk defa bir Fransız ve Amerikalı tarafından balonla geçildi.
1784 yılından sonra balon stratosfer araştırmaları için kullanılmaya başlandı. 1900’lerden sonra da balonla 20 km’den daha yükseklere çıkılabildi.
Balon 1794’ten itibaren savaş alanlarına girdi. Fransız İhtilalinde, ABD İç Savaşında, Birinci Dünya Savaşında balonlar sivil savunma ve askeri gözleme aracı olarak kullanıldı. İkinci Dünya Savaşında Japonlar, hidrojenli kağıt balonlara bomba yükleyerek ABD ve Kanada’ya doğru salıp bombalama gayesiyle kullandılar. Yine aynı savaşta balonlardan meydana getirilen engellerle gemiler ve şehirler hava saldırılarından korunmaya çalışıldı. 1955’lerde balonlarla uçuş bir spor olarak tekrar moda oldu. Hala 3-4 bin metrekübe varan büyüklükte sıcak havalı spor balonu yapılmaya devam edilmektedir.
Günümüzde balon: Balonlar yerle bağlantıları kesildiği anda uçmaya (havalanmaya) başlarlar. Diğer hava araçları gibi (uçaklar, helikopterler) havalanmak ve havada kalmak için sürekli enerjiye ihtiyacı olmadığından, her geçen gün üzerinde yapılan çalışmalar artmaktadır. Yalnız balonlar havada hızlı gidemez. Fakat, diğer araçlardan farklı olan tarafları da vardır. Bunlar sessiz gitmesi, gövde ve diğer parçalarının uzun ömürlü ve az bakım isteyen bir yapıya sahip olmalarıdır. Balonların bir avantajı da uçakta olduğu gibi bir yerden bir yere giderken taşıma aracı değiştirmeye (aktarma yapmaya) ihtiyaç göstermemesidir. Hava alanı gerektirmeyen balonlar 500 kilometrelik bir menzil için özellikle uygundur. Bu uzaklıktan fazla olan mesafelerde uçakların hızı karşısında balonlar mağlup olmaktadır.
Son yapılan balonlar kauçuk kaplama polyester bir malzemeden imal edilmektedir. Yüksekliği 15 metreye varan bu enerjisiz nakil vasıtalarının yolcu için ayrılan bölümü 7 m boyunda 2,4 m yüksekliğindedir. Pilot haricindeki 6 kişiyi, 60-65 km/h hızla taşıyabilir. Yeni planlanan balonlar ise daha büyük kapasiteli olup, 80 ton ağırlığı 260 km/h hızla taşıyabilecektir.
Alm. Honigsaft, Fr. Nectar, İng. Nectar. Bazı çiçeklerin içinde bulunan salgı dokuları tarafından salgılanan, böcekler tarafından emilen tatlı sıvı. Böcekler aracılığıyla tozlaşma yapan birçok bitkiler balözü (nektar) adında şekerli bir sıvı salarak böcekleri çekerler. Balözü, nektaryum (balözü salgı bezi) denen salgı bezleri tarafından meydana getirilir. Nektaryumlar genellikle çiçekte veya çiçek dışında olabilir. Çiçekte bulunduğunda, ya özel yapılar teşkil eder veya çiçeğin herhangi bir kısmı nektar salma özelliği kazanır.
Çiçek dışı nektaryumlar çiçeğin haricindeki gövde, yaprak gibi organlar üzerinde bulunurlar. Mesela, bakla yaprak kulakçıklarının alt yüzeyinde koyu renkli noktacıklar vardır. Bu noktacıklar incelenecek olursa, birkaç hücreden yapılmış salgı tüylerinden ibaret nektaryumlar görülür. Bu nektaryumlarda tozlaşma söz konusu olmadığından, ödevleri, bitkiden su atılmasını sağlamaktır.
Osmanlı Devleti sadrazamlarından. 1660 yılında Kastamonu sancağı Osmancık kasabasında doğdu. Baltacı ocağında yetişti ve yazıcı halifeliğine kadar yükseldi. Devletin birçok eyaletinde görevlerde bulundu. Sultan Üçüncü Ahmed zamanında Mirahurluğa yükseltildi. 6 Eylül 1704’te vezirlik rütbesi ile kaptan paşalığa getirildi. Aynı yıl içinde Kalaylıkoz Ahmed Paşanın yerine sadarete getirilerek, 18 ay bu vazifede kaldı. Fakat hakkında çıkarılan bazı dedikodular sebebiyle azledilerek, Erzurum, sonra da Halep valiliğine tayin edildi (1706).
Dört yıl kadar bu vazifede kaldıktan sonra, 18 Ağustos 1710’da ikinci defa sadrazam oldu. Bu sırada Rusya’ya karşı açılan seferin serdarlığına getirildi. Komutasındaki kuvvetlerle Prut Irmağı kıyısında Rus ordusunu çember içerisine aldı. Rus kuvvetlerinin bir yanı Prut bataklığı diğer yanı ise Osmanlı askerleriyle çevriliydi. Rus çarı büyük tavizler vermek suretiyle barış yapmak istedi. Kırım Hanı Devlet Giray’ın karşı çıkmasına rağmen sadrazam Baltacı Mehmed Paşa yeniçerilerin disiplinsiz hareketleri ve bazı devlet adamlarının anlaşmaya meyilli olmaları yüzünden bu isteği kabul etti (22 Temmuz 1711) (Bkz. Prut Antlaşması).
Ancak Rusların antlaşma hükümlerini yerine getirmemesi üzerine Baltacı’nın aleyhtarları harekete geçti. Nitekim görevinden azledilen Baltacı Mehmed Paşa, önce Midilli, ardından da Limni adasına sürüldü ve 1712 yılında burada vefat etti.
Osmanlı devlet teşkilatında, sarayların muhafız kıt’alarına verilen isim. “Teberdaran” ismi de verilen bu teşkilata devşirmelerden seçilen kimseler alınırdı. Osmanlı Devletinin klasik döneminde baltacılar, Zülüflü Baltacılar (Topkapı Sarayındaki Baltacılara mahsus isim), Eski Saray, Galata Sarayı İbrahimpaşa Sarayı ve Edirne Sarayı olmak üzere beş ocak halinde teşkilatlanmışlardı.
Sultan İkinci Murad zamanında kurulan bu teşkilata acemi oğlanların güçlü, kuvvetli ve iri cüsseli olanları alınırdı. Önceleri nakliye ve istihkam sınıfı olarak vazife görmüşler, Fatih Sultan Mehmed devrinde ise saray muhafazasına alınmışlardır.
Devşirme usulü devam ettiği müddetçe, acemi ocağından çıkmalar yapılırken, diğer ocaklarla beraber Baltacılar Ocağına da acemi oğlanı verilirdi. Burada yetiştikten sonra, ya hizmete devam ederler, ya kapıkulu süvarisi veya yeniçeri ocağına geçerlerdi. Diğerlerine göre daha imtiyazlı bir ocak olan Zülüflü Baltacıların çıkmaları, Sipahi ve Silahdar bölüklerine olurdu. Galata ve İbrahimpaşa Sarayı teşkilatları bozulduktan sonra (1675), Baltacılar; “Zülüflü” ve “Eski Saray Baltacıları” olmak üzere yeniden teşkilatlandırılmışlardır.
Zülüflü Baltacılar, Topkapı Sarayının orta kapısı dahilindeki koğuşlarında yatarlardı ve "çiniden yukarı yatan" ve "çiniden aşağı yatan"lar olmak üzere iki gruptu. Zülüflü Baltacıların mutat vazifelerinden biri, ayda bir kere Topkapı Sarayı Haremine odun taşımaktı. Enli ve yüksek yakalı dolama giydikleri ve başlıklarının yanlarında yünden zülüf sarkıttıkları için bunlara “Zülüflü Baltacı” ismi verilmiştir.
Zülüflü Baltacıların diğer vazifeleri arasında bayram ve cüluslerde padişahın tahtını Babüssaade’nin önüne getirmek, arkasında nöbet tutmak, padişahın haremiyle beraber sayfiyeye gidişinde eşyasını taşımak, her sene Sultanahmed Camiinde okunması adet olunan mevlid sırasında orada bulunanlara şerbet, gülsuyu ve buhur dağıtmak, harb esnasında da 30 Zülüflü Baltacının sancak-ı şerif altında Kur’an-ı kerim okuması sayılabilir. Ayrıca padişah mutfağının aşçıbaşılığı ve yamaklığı vazifesini de yaparlardı. Darüssaade Ağası, Silahdar Ağası, Hazine Kethüdası, Seferler Kethüdası gibi enderun amirlerinin hizmetinde de birkaç Zülüflü Baltacı bulunurdu.
Zülüflü Baltacıların amirlerine verilen isimler zaman içinde teşkilatta yapılan değişikliklerle farklı şekilde ortaya çıktı. En büyük zabiti Baltacılar Kethüdası idi. Bundan başka, ağa, katib, ser-oda kethüdası ve baltacılara ders okutan hoca vardı.
Zülüflü Baltacıların sekizi bıçaklı-eski baltacı olup, bunlar kıdemce yüksektiler ve sırma kuşak takarlardı. Bıçaklı-eskilerden sonra mülazimler gelirdi. Mülazimler bıçaklı-eskiliğe namzed demekti. Bütün baltacıların bellerinde siyah sahtiyandan enli kemer ve başlarında 30-33 cm yüksekliğinde tepesi yassı deve tüyü külah bulunur ve iç fesin kırmızı rengi iki parmak kadar görünürdü. Üzerlerine giydikleri dolamanın (kaput) rengi ise 18. asırda kırmızı, yeşilken sonradan lacivert olmuştur.
Zülüflü Baltacılar Ocağı, Sultan Üçüncü Mustafa Han devrinde kaldırılmışsa da, Sultan Birinci Abdülhamid Han zamanında tekrar ihdas edilmiştir.
Eski Saray Baltacıları ise, İstanbul Üniversitesinin bulunduğu arazideki Eski Sarayın Mercan Yokuşu tarafındaki kapısındaydı. Bunlar Bayezid Camiinde ders görürler, içlerinden kabiliyetli olanlar, Darüssaade Ağasının nezaretindeki Haremeyn evkafı yazıcılığıyla Darüssaade Ağasının hususi katipliğini yaparlardı. Buradan yetişip hacegan olan ve sadrazamlığa kadar yükselenler dahi olmuştur.