BAHRİYE NEZARETİ

Osmanlı Devletinde tanzimat sonrası dönemde deniz kuvvetleriyle ilgili işleri yürüten teşkilat. Tanzimattan önce, Osmanlı donanmasının ve diğer bütün Bahriye teşkilatının bağlı olduğu en yüksek makam Kaptan-ı deryalık makamı idi. Uzun müddet deniz işlerine bakan bu makam, 13 Mart 1867 yılında kaldırılarak yerine 19 Mart 1867’de Bahriye Nezareti kuruldu. Kaptan-ı deryaya da bahriye nazırı denildi. Bu tarihten, saltanatın kaldırılmasına kadar elli altı bahriye nazırı vazife yaptı. Bahriye Nezareti, 4 Kasım 1922’de İstanbul hükumetinin sona ermesine bağlı olarak ortadan kalktı. Buna karşılık Ankara’da 1920’de kurulan Bahriye Dairesi, 1924'ten itibaren de Bahriye Vekaleti adı ile 16 Ocak 1928’e kadar görev yaptı.

BAHŞI (Bakşı)

Kopuz çalan eski Türk şair musikişinası; ruhani rahip, budist rahibi. İlk şekli, İslamiyetten önce kam olarak görülür. Kamlar eski devirlerde musiki ile sihir yaparlar, şiirler terennüm ederler, güya gaipten haber verirler ve hekimlik vazifesini görürlerdi. On birinci yüzyılda mühim bir Türk-İslam merkezi olan Kaşgar’da cemiyetteki iş bölümü doktorla efsuncuyu ve şiirle sihirbazı kesinlikle ayırınca, kamın yerini bakşı aldı, ancak Türklerde az çok eski yerini muhafaza etti. Çünkü İslamiyetten önce halk eskiden gelen bir inançla az çok bunların ilahi bir yönünün bulunduğunu kabul eder ve bakşıların geldikleri yere uğur getirdiklerine inanırlardı. Zaten Türkmenlerde bunu ifade eden;“Kays-i yirge devlet kilse- Bakşı bilen ozan kiler (Hangi yere saadet gelse, bahşi ile ozan gelir.)”  şeklinde bir atasözü de mevcuttur. Kelimenin bakşı ve bahşı şeklinden başka, Türkmenlerde olduğu gibi "baksı" şekli de vardır.

Kelime menşe bakımından açıklık göstermez. Menşe itibariyle Sanksritçedeki Bhikşu kelimesine bağlayanlar olduğu gibi; Türkçede bak-guçı, bak-ıgçı kelimelerine dayandıranlar da vardır. Gerçekte İslam öncesi kamlar zamanı gözönünde  bulundurulunca, kelimenin Türkçe asıllı olması ihtimali pek fazladır. Bugün batıl olan fal için kullanılan bakmak fiiline paralel olarak “fala bakmak” şeklinde, eskiden tabiplik vazifesi bile gören bakşılar için, hastanın her derdine bakıp ilgilenmeleri yönünden bakguçı veya bakıgçı denmesi pek normaldir. Kelimenin zamanla (bakguçı) bakuçı veya bakıcı şekline geçmesi Türkçedeki g harfinin düşmesi ile ilgilidir. Zaten kelime eski devirde kam kelimesiyle aynı manada kullanılmıştır.

Kelime; Moğolların İslamiyeti kabul etmeleri ile “Uygur harfleri ile edebi Türk ve Moğol dillerini bilen katip” manasına da kullanılmıştır. Gerçekte bakşı kelimesi 14 veya 16. yüzyıllarda doğu Türklerinde katip manasında meslek ismi olarak görülür. Hatta Babürlülere ait kaynaklarda katiplik manasına bahşıgeri kelimesi kullanılmıştır. Buradan serkatip veya katipbaşı manasına mir-bahşı veya bahşi-i evvel gibi kelime ve tamlamalar da çıkmıştır.

BAHŞI ABDÜRREZZAK

On beşinci asırda yaşıyan saray katiplerinden. Hayatı hakkında fazla bir bilgi yoktur. Doğum ve vefat tarihleri bilinmemektedir. Adı çoğalttığı ve okuduğu eserlerde Abdürrezzak Şeyhzade Bahşı, Şeyhzade Abdürrezzak Bahşı olarak geçmektedir. Manzumelerinde ise Bahşı, Bakşı Kul ve Türkistani Bahşı mahlasını kullanmıştır.

Bahşı, 15. asırda, Doğu Türklerine gönderilen mektup ve fermanları Uygur ve Arap harfleriyle ve Çağatayca yazan katiplerdendi. Ayrıca çeşitli dillerde gazel ve kasideler de yazmıştır. Manzumelerinin bir kısmı ve çoğalttığı eserler kütüphanelerde mevcuttur. Çoğalttığı eserlerden bazıları şunlardır:

1) Atabet-ül-Hakayık, 2) Mahzen-ül-Esrar, 3) Fatih Sultan Mehmed Yarlığı.

BAHTİYAR VAHABZADE

Azerbaycanlı şair ve yazar. 1925 yılında Azerbaycan'ın Şeki (Nuha) şehrinin bir köyünde dünyaya geldi. Altı yaşında okula başladı. İlkokulu bitirmeden ailesiyle birlikte Bakü'ye taşındılar. Burada tahsiline devam etti. Azerbaycan Devlet Üniversitesi Filoloji Fakültesine girdi. Daha okul yıllarındayken şiir yazmaya başladı. İlk şiiri 1944'te yayınlandı. 1945'te Azerbaycan Yazarlar Birliğine üye oldu. 1947'de Filoloji Fakültesinden mezun oldu. 1951 senesinde bu fakülteye öğretim üyesi olarak girdi. "Samet Vurgun'un Lirizmi" adlı tezini 1951'de hazırladı. "Samet Vurgun'un Sanatkarlık Yolu" adlı teziyle 1964'te doktor oldu. Aynı zamanda milletvekili olarak vazife yaptı. Çok sayıda ilmi kongrelere katıldı, seyahatler yaptı. Almanya'daki Türk işçileri üzerinde araştırma ve incelemeler yaptı. Birçok defa Türkiye'ye geldi. Türkiye'den Bakü'ye giden pekçok ilim ve sanat heyetiyle görüşüp, görüş alışverişinde bulundu.

Ülkemizde 1972 yılından itibaren tanınmaya başlayan Bahtiyar Vahabzade'nin şiirleri ve edebi kişiliğiyle ilgili bilgiler, çeşitli bilim adamları ve dergiler tarafından neşredildi.

Klasik ve yeni Azeri şiirinde mevcut bütün özellikleri şiirinde toplamış olan Bahtiyar Vahabzade şiirlerinde; vatan, millet, aile , tabiat, dil, azadlık (hürriyet) hasreti gibi temaları, en güçlü ve derinleme ifadelerle anlatmıştır. Zaman zaman aruz veznini kullanan ve serbest mısra denemeleri yapan şair, en fazla hece veznini kullanmıştır. Fuzuli başta olmak üzere Azeri divan ve halk şiirinin ustalarına büyük saygı ve hayranlık besleyen Vahabzade, klasik şekiller içinde de yeni meseleleri ve uyarıcı konuları rahatça dile getirmiştir.

Bahtiyar Vahabzade'ye göre; şair ve şiir vatan sevgisinin, millet aşkının kor halinde temsilcisi olmalıdır. Milli kültürü, sanat, vatan sevgisini, aile sıcaklığını, ana, kardeş, evlat muhabbetini en güzel ve en güçlü olarak anlatmalıdır. Şair hak ve hakikat yolunda her türlü mücadeleyi yapmalıdır. Bir milletin maneviyat ve mukaddeslerine alt yapı olan değerleri, şair canı pahasına korumalı ve sevdirmelidir.

Bahtiyar Vahabzade kendini kaybetmiş, Ruslara kapılmış, yabancı değer ve törelere hayran ve rastgele modalara düşkün bazı zümreleri şiirlerinde kınamış ve hicv etmiştir. Taklitçiliği kötü bir şahsiyetsizlik ve insaniyetsizlik saymıştır. Kendisine sorulan bir soruya; "Benim Türk gençlerine, aynı zamanda Azerbaycan gençliğine sözüm şudur: "Kökten, soydan ayrılmayın"... Türk gençleri batıya çok meylediyorlar. Oysa ki Türk gençlerinin batıdan bazı teknik verimlerin dışında alacakları şey yoktur..." diye cevap vermiştir.

Azerbaycan şiirinin en büyük temsilcilerinden olan Bahtiyar Vahabzade şiirlerinde söylemek istediğini doğrudan söyler. Dolaylı ve mecazlı anlatımlara önem vermez. Şiirle ilgili birçok makale ve çalışmasında bu ve diğer önemli konulara yer vermiştir.

Bahtiyar Vahabzade'ye göre anlaşılabilmek herşeyden önce gelir. Günümüz şairlerinin anlaşılmamayı meziyet saymaları onun en çok tenkid ettiği konular arasındadır. Çalışmalarında halk atarafından anlaşılmayı, onlara ulaşmayı düstur olarak kabul eder.

Şiir dışında, tiyatro eserleri ve gezi intibalarının yeraldığı hatıra-seyahatname türü çalışmaları, ilmi edebi makalelerini topladığı eserler de yazdı. Halen Azerbaycan Devlet Üniversitesi Filoloji Fakültesinde Muasır (Çağdaş) Azeri Edebiyatı Profesörü olarak vazife yapmakta olan Bahtiyar Vahabzade'nin eserleri şunlardır:

Şiirler ve manzum hikayeler: Menim Dostlarım, Bahar, Dostlug Nağmesi, Ebedi Heykel, Çınar, Sade Adamlar, Ceyran, Aylı Geceler, Şairin kitaphanası, E'tiraf, Şeb-i Hicran, İnsan ve Zaman, Bir Ürekde Dört Fesil, Seçilmiş Eserler, Kökler-Buğdaylar, Deniz-Sahil, Bir Baharın Garangusu, Dan Yeri, Payız Düşünceler, Şehitler, Özümle Sohpet, Mugam v.s.

Tiyatro eserleri: Vicdan, İkinci Ses, Yağıştan Sonra, Feryat, Darağacı, Artık Adam v.s.

Hatıra-Seyahatname eserleri: Sanatkar ve Zaman, Sadelikte Büyüklük, Derin Katlara Işık v.s.

BAKALİT

Alm. Bakelit, Fr. Bakélite, İng. Bakelite. Sentetik (yapay) olarak elde edilen ilk reçine, İsmi, ilk keşfeden Belçika asıllı Amerikalı kimyacı Leo Hendrik Baekeland’ın soyadından alınmıştır. Fenol (C6H5-OH) ve formaldehitin (H2CO) birleşmesiyle elde edilen bakalit, ısı etkisiyle kimyasal maddelere ve mekanik etkenlere çok dayanıklı, sert, çözünmez bir madde halini alır. 300 oC’ye kadar ısıtıldığında kararlı halini alır. Çok saf hali renksiz veya altın sarısı gibidir.

Bakalit çeşitli renklere boyanarak değişik maksatlarla silah sanayiinde, süs eşyası, elektrik geçirmediği için priz vs. yapımında, düğme, pipo ağızlıklarında, dolmakalem saplarında ve daha birçok eşyanın yapımında kullanılır.

BAKAN

Alm. Minister, Fr. Ministre, İng. Minister. Memleketin genel işlerinden birini idare etmek üzere ekseriya meclisteki milletvekilleri arasından seçilen ve cumhurbaşkanı tarafından tasdik edildikten sonra göreve başlayan hükumet üyesi. Osmanlılarda bu makamlardaki kimselere nazır denirdi. Cumhuriyet devrinde nazır yerine bir müddet "vekil" kelimesi kullanıldı. l945 yılında anayasa dili sadeleştirilince, vekil yerine "bakan" kelimesi kondu ve günümüze kadar böyle geldi. Bakanlar, meclisteki milletvekilleri arasından veya meclis dışından başbakan tarafından seçilir. Tasdik için cumhurbaşkanına sunulur. Bakanlar Kurulu listesi tasdikten çıktıktan sonra, bakanlar resmen göreve başlamış olurlar.

Kamu yönetimi başında bulunan bakan, o teşkilatın en yüksek amiridir. Amiri olduğu teşkilatında bulunanların her türlü faaliyetlerinden Türkiye Büyük Millet Meclisine karşı sorumludur. Hükumet proğramına ve politikasına uygun hizmetlerin yürütülmesini devamlı takib ve kontrol, bakanların esas görevidir. İhtiyaç duyduğu kanunları, tüzük ve yönetmelikleri hazırlatır.

Bakanlar hakkında mecliste soruşturma açılabilir. Aleyhine netice doğarsa, Anayasa Mahkemesinde yargılanır. Bu durumda bakanın görevi sona erer. Ölüm, hastalık, seyahat, istifa veya başka sebeplerle bakanlıktan ayrılanın yerine başka bir bakan vekalet edebilir. Bir bakan birden fazla vekalet alamaz ve vekalet l5 günden fazla devam etmez. Başbakan, istifa eden veya başka sebeple ayrılan bakanın yerine yenisini seçerek cumhurbaşkanının tasdikine sunar. Bir bakan, başbakanın isteği üzerine cumhurbaşkanı tarafından görevden alınabilir.

BAKANLAR KURULU

Alm. Ministerrat (m.), Fr. Conseil des ministres, conseil de cabinet, İng. Council of Ministers. İdare ile yasama organı arasında bağlantıyı sağlayan, başbakan ve bakanlardan meydana gelen kurul. Bu heyete hükumet ve kabine de denir. Bakanlar, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri arasından veya parlamento dışından milletvekili seçilme yeterliliğine sahib olanlardan başbakanca seçilir ve cumhurbaşkanınca atanır. Gerektiğinde başbakanın teklifi ile cumhurbaşkanınca görevine son verilir. Bakanlar Kurulu, çalışmalarını başbakanın veya gerekli gördüğü hallerde cumhurbaşkanının başkanlığında yürütür. Bakanlar Kurulunun cumhurbaşkanınca tasdik edilen listesi, tam olarak TBMM’ye sunulur. Meclis tatilde ise toplantıya çağrılır. Proğramı kuruluşundan en geç bir hafta içinde başbakan veya bir bakan tarafından TBMM’de okunur. Güvenoyuna başvurulur. Güvenoyu için görüşmeler, programın okunmasından iki tam gün geçtikten sonra başlar ve görüşmelerin bitiminden bir tam gün geçtikten sonra oylamaya geçilir.

Milli güvenliğin sağlanmasında ve Silahlı Kuvvetlerin savaşa hazırlanmasında Bakanlar Kurulu TBMM’ye karşı sorumludur. Ayrıca bütçe gelir giderlerini tesbit edip bütçeyi yapmak, mali yılbaşından en az üç ay önce parlamentoya sunmak önemli görevlerindendir.

Bakanlar Kurulu gerekli gördüğü kanun tasarılarını hazırlayarak parlamentoya sunar. Kanunlarla ilgili tüzükler, kararnameler ve meclisin vereceği yetki üzerine kanun hükmünde kararnameler çıkarır.

Türkiye Cumhuriyetinin ilk Bakanlar Kurulu (hükumeti) 2.5.l920 tarihinde çıkarılan kanunla kurulmuştur. Bu hükumette yer alan bakanlıklar şunlardır: Umur-ı Şer’iyye, Dahiliyye, Adliyye, Nafia, Hariciyye, Sıhhiyye ve Muavenet-i İctimaiyye, İktisat, Müdafaa-i Milliyye, Erkan-ı Harbiyye-i Umumiyye, Maliye ve Maarif.

1983 senesinin sonunda, seçimlerden sonra kurulan hükumette bazı bakanlıklar birleştirildi. Bunun neticesi olarak başbakan yardımcısı ve devlet bakanlıkları ile birlikte sayı yirmi bir oldu. 1991 Kasım ayında kurulan hükumette devlet bakanlarının sayısı arttırılarak Bakanlar Kurulunun üye sayısı başbakan, bir başbakan yardımcısı, 15 devlet bakanı ve 17 değişik isimde bakanlıklarla bakanlar kurulu sayısı 33'e çıkarılmıştır (Ekim-1992). Mevcut bakanlıkların isimleri şunlardır: Adalet Bakanlığı, Milli Savunma Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Tarım Bakanlığı, Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı, Ulaştırma Bakanlığı, Çevre Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Kültür Bakanlığı, Turizm Bakanlığı, Orman Bakanlığı (1992).

BAKER PLANI

Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankasının, 1985 Ekim ayında, G. Kore’nin başkenti Seoul’deki yıllık olağan genel kurul toplantısı sırasında zamanın ABD Maliye Bakanı James Baker tarafından gündeme getirilen plan. Bu plan bütün gelişme yolundaki ülkeleri değil, en borçlu 15 ülkeyi hedef almaktadır.

Baker Planı’nı teşkil eden üç temel nokta şunlardır:

1. Borçlu ülkeler tarafından, büyümenin hızlandırılması, enflasyonun frenlenmesi ve cari işlemler açıklarının kapatılmasına yönelik, kapsamlı ve piyasa mekanizmasına ağırlık veren istikrar politikalarının yürürlüğe koyulması,

2. Çok taraflı kalkınma bankalarının, bu uyum politikalarını desteklemek gayesiyle, en borçlu 15 ülkeye açtıkları kredileri 1986-88 yılları arasında % 50 artırarak, yılda yaklaşık 9 milyar dolara çıkarmaları,

3. Aynı dönemde, uluslararası ticaret bankalarının da bu ülkelere verdikleri kredileri yılda ortalama 6.5 milyar dolar artırarak, 20 milyar dolara çıkarmalarıdır.

IMF’nin kredi verdiği ülkelerden uygulamalarını istediği politikalara kıyasla, Baker Planı’nda önerilen ekonomi politikaları daha uzun vadeli ve büyümeye daha fazla ağırlık veren politikalardır. Bu politikaların başarıya ulaşmasını sağlamak için Baker Planı çerçevesinde verilecek kredilerin, ilgili ülkelerin kredibilitesini artıracağı ve dış finansman ihtiyaçlarını daha kolay karşılayabilecekleri ileri sürülmüştür.

Baker Planı neden bütün gelişme yolundaki ülkeleri değil de, bunlardan yalnızca 15’ini hedef almıştır? Bu soruya cevap olarak, istikrarlı büyümeyi ve kredibilitesini belirli bir süre içinde arttırabilecek konumda bulunan ve milletlerarası ticaret bankalarına borcu en yüksek olan ülkelerin seçildiği söylenebilir.

IMF’nin teklif ettiği uyum politikalarının odak noktasını ekonomik istikrar ve talep yönetimi; Baker Planı’nda ise, problemler daha mikro düzeyde ele alınmakta, para piyasalarının reformu ve yabancı sermaye girişinin teşvik edilmesi önerilmektedir. Planda, gelişme yolundaki ülkelerin ihracatlarını artırmalarına ve dolaylı olarak dış borç karşılama oranlarını yükseltmelerine yardımcı olmak üzere, sanayileşmiş ülkelerin ekonomik büyümeyi hızlandırmaları ve dış ticarette korumacılığa son vermeleri gerektiği belirtilmiştir.

Dünya Bankası, IMF ve milletlerarası bankalar, Baker Planı’nı desteklerken, sanayileşmiş ülkelerin bir çoğu ve bazı ticaret bankaları bu konuda sessiz kalmaktadırlar. Baker Planı’nın başarısı konusunda ciddi endişelere yol açan diğer bir konu da, borçlu ülkelerin planın öngördüğü ekonomik önlemleri alma konusunda yeterince kararlı görünmemeleri olmuştur.

BAKILLANİ

Kelam alimlerinin en meşhurlarından. İsmi, Muhammed bin Tayyib bin Muhammed bin Cafer; künyesi Ebu Bekr, lakabı Bakıllani el-Eş'ari'dir. Bakıllani veya Kadı diye şöhret bulmuştur. Doğum tarihi kesin bilinmemekle beraber 941 (H.330) senesinde Basra'da doğduğu kabul edilmektedir. 1013 (H. 403) senesinde Bağdat'ta vefat etti.

İlk tahsiline Basra'da başlayan Bakıllani, zamanının meşhur alimlerinden ilim öğrendi. Kelam ilmini Ebü'l-Hasan Eş'ari'nin meşhur talebelerinden İbn-i Mücahid Tai'den tahsil etti. Ayrıca, Ebu İshak el-İsferaini, Ebu Bekr bin Furek ve Ebü'l-Hasan el-Bahili gibi alimlerden ders aldı. Bağdad'a giderek Ebu Bekr bin Malik Katii, Ebu Ahmed Hüseyin bin Ali Nişaburi gibi hadis alimlerinden ders aldı ve hadis öğrendi. Tahsilini tamamlayıp, kelam ilminde çok iyi yetiştikten sonra, Bağdat'ta Cami-i Mansur'da ders vermeye ve kıymetli eserler yazmaya başladı. İlimdeki şöhreti yayılıp, hükümdar ve devlet adamlarından büyük itibar gördü.

Adudüddevle tarafından Bizans'a elçi gönderilen Bakıllani, Bizans hükümdarının kendi huzuruna eğilerek girmesini sağlamak için hazırlattığı dar ve alçak dehlizden ters dönüp eğilerek geçti. Bizans hükümdarının odasına arka arka yürüyüp girdi. Girince doğrulup yönünü hükümdara döndü. Bu hareketi gören Bizans hükümdarı İkinci Basilius şaşırıp, heybeti ve vekarı karşısında ezildi. Bakıllani hazretleri, Bizans hükümdarının sarayında papazlarla münazaraya oturup, Hıristiyanlığın bozuk yönlerini ilmi delillerle ispat etti.

Sapık bid'at fırkalarıyla mücadele edip, onların görüşlerinin yanlış olduğunu göstererek, Ehl-i sünnet itikadının yayılmasına çok hizmet etti. İmam-ı Eş'ari hazretlerinin bildirdiği bilgileri, yazdığı kitaplarında genişçe izah ederek kelam ilminde önemli yere sahip oldu. Ömrünün sonuna kadar ilim öğretmekle ve eser yazmakla meşgul olan Bakıllani, 1013 senesinde Bağdat'ta vefat etti. Cenaze namazını oğlu Hasan kıldırdı. Önce evine daha sonra Bab-ı Harb Kabristanına nakledildi.

Gecelerini ibadetle ve ilmi meseleler yazarak geçiren Bakıllani, sabahleyin talebelerine yazdıklarını okuturdu. Rafizilere, Mu'tezileye, Cehmiyyeye ve Haricilere karşı kesin delillerle cevaplar verirdi. Bu sebeple o, "Lisan-ül-Ümme" (Ümmetin Sözcüsü) veya "Sarim-ül-İslam" (İslamın Keskin Kılıcı) lakablarıyla anılırdı.

Eserleri: 1) İ'caz-ül-Kur'an: Kur'an-ı kerimin büyük bir mucize olduğu ve i'cazı hakkında bilgi vermektedir. 2) Temhid-ül-Evail ve Telhis-üd-Delail. 3)Menakıb-ül-Eimme. 4) El-Beyan. 5) El-İnsaf. 6)El-İntisar li-Sıhhati Nakl-il-Kur'an.

BAKIR

Alm. Kupfer, Fr. Cuivre, İng.Copper. Sembolü Cu olan bir metal. Kırmızı renklidir. Takriben M.Ö. 8000 yıllarında kullanıldığı bilinmektedir.

Özellikleri: Periyodik cetvelde 1B grubundadır. Hakiki metal olup, eksi değerleri yoktur. Gümüş ve altın ile aynı gruptandır. Atom numarası 29, Atom ağırlığı 63,546’dır. Kararlı izotoplarının kütle numaraları 63 ve 65'tir. Radyoaktif izotoplarının kütle numaraları 58,59,60,61,62,64,66,67 ve 68’dir. 20°C’deki yoğunluğu 8,95 g/cm3tür Erime noktası 1083°C, kaynama noktası 2595 oC’dir. Spesifik (özgül) ısısı 0,0919 cal/g/ oC’dir. Sertliği (Mohs skalası) 3,0’dır. Elektron dizilişi ls2, 2s22p6, 3s2, 3p63d10, 4s1’dir. Değerliği +1 ve +2’dir. Erime ısısı 50,6 cal/g’dır. Spesifik direnci 1,682 mikroohmdur. Hidrojenden pasif olup, civa, gümüş, altın ve platinden aktiftir. Bakıra oksijensiz asitler etki etmez. Oksijenli asitler yükseltgen olarak etki eder. Bakır atmosferik şartlara oldukça dayanıklıdır. Kükürt ve bileşikleri aşındırıcı etki yaparlar. Mukavemeti düşük, döküm ve kaynak kabiliyeti iyi değildir. Kübik yüzey merkezli kristal yapısı sebebiyle soğuk olarak şekillendirilebilir.

Bulunuşu: Bakır, tabiatta metal olarak bir çok yerlerde dağınık olarak bulunur. Birçok kaya ve toprakta olduğu gibi, okyanus çamurunda, nehir kumlarında, deniz bitkilerinin küllerinde, deniz mercanlarının birçoğunda, insan karaciğerinde ve salyangoz gibi yumuşakcalarda bulunur.

Bakır cevherleri genel olarak üç sınıfa ayrılır: 1. Tabii bakır, 2. Sülfürlü cevherleri, 3. Oksitli cevherleri.

Başlıca Mineralleri: Kalkosit (Cu2S), kovellit (CuS), kalkopirit (CuFeS2), bornit (Cu5FeS4), tetrahedrit (Cu3SbS3), kubrit (Cu2O), tenorit (CuO), malahit (CuCO3 Cu (OH)2), azurit (2CuCO3Cu(OH)2), turkuaz (CuAl6(PO4)4(OH)8).

En önemli sülfür minerallerinde, demir ve bakır sülfürlerle birleşmiş halde bulunur. Bir mineral % 6’dan fazla bakır bulunduruyorsa, zengin sayılır. Bakır rezervlerinin % 90’ının yeri bilinmektedir. En çok bakır mineraline sahip memleketler, Amerika Birleşik Devletleri (Rocky Dağında ve Great Basin bölgesinde), Şili, Peru (And Dağlarında), Afrika (Kongo ve Zambiya’da), Kanada (Kuzey Mişigan’da), Alaska, Çin, Rusya ve Avusturya’dır. Ülkemizde Ergani, Murgul ve Küre yörelerinde bakır yatakları vardır.

Alaşımları: Bakırın özelliklerini istenilen yönde değiştirmek amacıyla alaşımlama yapılır. Saf bakırın çekme mukavemeti 16 kg/mm2dir ve soğuk şekillendirme sonucu 50’ye çıkabilir. Fakat esneme özelliğinde önemli derecede azalma görülür. Hatta kopma uzaması sıfıra düşebilir. Korozyon mukavemetinde düşme görülür. Alaşımlama ile de sertlik ve mukavemet arttırılabilir.

Özellikle pirinç dediğimiz Cu-Zn (bakır-çinko) alaşımlarında alaşımlama ile hem sertlik ve mukavemet hem de süneklik artmaktadır. Alaşımlamada çok az rastlanan bir durumdur. % 37’ye kadar Zn (çinko) ihtiva eden alaşımlara a pirinci, % 37-44 arasında Zn ihtiva eden alaşımlara a + b pirinci denir. Çekme mukavemeti alaşımdaki Zn oranıyla orantılı olarak artar ve % 44 Zn ihtiva eden pirinçte saf bakırın iki katını geçer. Kopma uzaması ise % 30 Zn ihtiva eden alaşımda en yüksektir. Saf bakıra göre % 40 daha fazladır. a pirinci soğukta şekillendirilebilir. Döküm kabiliyeti iyi değildir. a + b pirinci soğukta şekillendirilemez. Fakat talaşlı işlenmesi kolaydır. Kurşun katılırsa daha da iyi olur. Pirincin rengi sarı olduğu için süs eşyası yapımında, ısı değiştiricilerde, dövme ve haddeleme gibi usullerle şekillendirilmesi zorunlu olan parçalarda, çalgı aletleri yapımında silah fişekleri yapımında kullanılır. Pirinç içerisinde Ni (nikel) bulunursa, mukavemet daha da yükselir. Mn (mangan), deniz suyu ve kızgın buharlara karşı direnci artırır. Al (alüminyum) yüksek sıcaklıkta oksitlenmeye karşı direnci artırır.

Bakırın Zn’dan başka diğer elemanlarla yaptığı alaşımlara bronz denir. En fazla bulunan alaşım elemanına göre isimlendirilir. Bronzlar içerisinde en fazla kullanılan kalay bronzudur. % 9’dan daha az Sn ihtiva eden alaşımlar soğukta ve sıcakta dövülebilir. Bunlara dövme alaşımları denir. % 9-20 arasında kalay ihtiva eden alaşımlar oldukça serttir ve döküm olarak imal edilirler. Bronzlar korozyon ve aşınmaya oldukça dayanıklıdırlar. Kaymalı yatakların önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Türbin, dişli, sonsuz vida ve benzeri uygulamalarda kullanılır. Kalayın fiatı çinkonun yaklaşık olarak 10 katı kadardır. Bu sebepten bronz alaşımları pirince göre çok pahalıdırlar.

Berilyum bronzu % 1-3 arasında berilyum ihtiva eder. Berilyum oranı düşüktür. Fakat nadir elementlerden olduğu için en pahalı ve aynı zamanda en mukavim bakır alaşımıdır. Mangan bronzu % 12’ye kadar mangan ihtiva edebilir ve 400°C’ye kadar sıcaklıklarda kullanılabilir. Kalay ve çinkonun toplam oranının % 15’i geçmediği bakır alaşımlarına kızıl döküm denir. Döküm kabiliyetleri ve korozyon dayanıklığı iyi olduğundan, gemi pervaneleri, kağıt haddeleri, vana imalatında kullanılırlar.

Elde edilmesi: Bakır filizleri genellikle % 1-2 civarında bakır ihtiva ettiklerinden, önce filizler zenginleştirilir. Mineraller önce kırılır, sonra öğütülür. Öğütülen mineraller flatasyon (yüzdürme) metodu ile zenginleştirilir. Bu metodla mevcut bakır minerallerinin % 90’ı diğer yabancı kısımlardan ayrılır ki, bu kısım % 32 bakır ihtiva eder. Okside bakır minerallerine ise flatasyon metodu uygulanmaz. Bunlar doğrudan doğruya asid ile yıkama ameliyesine gönderilir. Flatasyon yapmak için konulan 100 kg bakır cevherinden ancak 1 kg zengin bakır cevheri elde edilir ki bu da kırma, öğütme ve flatasyon işleminin maden ocaklarında yapılmasının gerektiğini gösterir. Flatasyon ile zenginleştirilmiş sülfürlü cevherler kavurma işlemine tabi tutulur. Bu da yüksek sıcaklıkta sülfürlü cevherlerin hava akımına tabi tutulmasıdır. Bu esnada erime olmamalıdır. Kavurma işleminde, cevherde bulunan kükürtlerin bir kısmı SO2 (kükürt dioksit) haline döndürülerek yok edilir. Geriye demir ve bakır oksid kalır. Kavurma fırınından gelen zenginleştirilmiş cevherler cevher fırınında eritmeye tabi tutulur. Burada ısıtma gazla veya pulvarize edilmiş kömürle yapılır. Eritme işleminin sonunda iki tabaka teşekkül eder ki, biri curuf, diğeri (altta) mattır. Matta demir ve bakır sülfürler bulunur. Ayrıca matta serbest bakırın çok olması istenmez. Bakır miktarı ekseri % 40-45’tir.

Elde edilen mat, ağırlığının 1/4’ü kadar silis mineralleriyle sıcak konvertere yüklenir. Yarım saat hava üflenir. Önemli miktarda curuf teşekkül eder. Bu curuf alındıktan sonra yeniden mat ve silis ilave edilerek tekrar hava üflenir. Bu işlemler tekrarlanarak 200-300 ton mat, 60-120 ton blister bakır elde edilir. Bu blister bakır % 98-99,5 saflıkta olabilir. Curufta ise % 1,5-2,5 bakır bulunabilir. Konvertere hava üflenmesiyle matta bulunan demir sülfür, FeO halini alır ki bu da SiO2 ile FSiO3 halini alır ve curufa geçer. Demir sülfürün (FeS) bu reaksiyonundan ve curufa geçişinden sonra bakır sülfürün (Cu2S) reaksiyonu başlar:

2Cu2S + 3 02 ® 2 Cu20 + 2SO2

Cu2S + CU20 ® 6 Cu + S02

Bu şekilde elde edilen bakır, yaklaşık olarak % 0,02-0,03 arsenik, % 0,015- 0,178 antimon, % 0,001-0,15 kurşun, % 0,005-0,05 nikel, % 0,002-0,12 çinko, % 0,03-0,25 demir, % 0,06-0,2 kükürt ihtiva eder. Ayrıca ton başına 70-3136 gram gümüş ve 0,56-8,68 gram altın bulunur. Elde edilen blister bakır, ateş rafinasyonuna veya elektrolit rafinasyona tabi tutularak % 99,99 saflıkta bakır elde edilir. Eğer bakır cevherleri karbonat halinde ise, kavurma işlemi ile Cu0 elde edilir. Kavurma ürünü:

  3 CuO+Fe2(SO4)3+3H2O®3CuSO4+2 Fe(OH)3

reaksiyonuna tabi tutulur. Bakır sülfat (CuSO4) suda çözünür ve çözelti halinde alınır. Bakır sülfat metalik demir ile reaksiyona sokulur:

Fe+CuSO4 ® Cu+FeSO4

Bileşikleri: Bakır-2-asetat (Cu(CH3COO)2H2O) yeşil toz veya koyu yeşil monoklinal kristal halindedir. Mantar öldürücü ve bazı organik reaksiyonlarda katalizör olarak kullanılır. Tekstil boyalarında kullanılır. Bakır arsenat (Cu3(AsO4)24H2O) böcek öldürücü olarak, sümüklü böcek kontrolünde ve ahşapların korunmasında kullanılır. Bazik bakır karbonat (CuCO3Cu(OH)2) toz halinde veya koyu yeşil kristaller halindedir. Seramikte, pigment olarak, boya ve vernik endüstrisinde kullanılır. Mantar öldürücüdür.

Bakır-l-klorür (Cu2Cl2) beyaz tozdur. Nemli havada ve ışıkta renk değiştirir. Organik kimyada ve petrol endüstrisinde katalizör olarak kullanılır.

Bakır-2 klörür (CuCl2) sarımtrak esmer renkte olup nem çekicidir. Tekstil boyacılığında ve basmacılıkta mordan olarak, fotoğrafçılıkta, petrol endüstrisinde koku giderici olarak kullanılır.

Bakır-1 oksid (Cu2O) koyu kırmızı veya karmen kırmızısı kristaller veya granül halde bulunur.

Bakır-2 oksid (CuO) siyah renkte, granül veya toz halinde bulunur. Sun’i ipek endüstrisinde, seramik imalatında, renkli cam yapımında ve birçok kimyasal reaksiyonlarda katalizör olarak kullanılır.

Bakır-2 sülfat (CuSO4) ticari olarak en önemli bir bileşiktir. Çok kullanıldığı hali CuSO4.5H2O’ dur. Bu hale göztaşı (mavitaş) da denir. Ziraatte kullanılan bordobulamacı, bakırsülfat ve kalsiyum hidroksitten yapılır. Bu bulamaç bahçe, bağ ve sebze ziraatinda ilaç olarak kullanılır. Sun’i ipek elde edilmesinde, yüzme havuzlarında üreyen bitkisel parazitlerle mücadelede kullanılır. Sun’i ipek elde edilmesinde, yüzme havuzlarında üreyen bitkisel parazitlerle mücadelede kullanılır. Azo boyalarının imalatında, deri debbağlamada ve ahşapların muhafazasında kullanılır.

Bakırın kullanılışı: Bakır, ısıyı ve elektriği en iyi ileten bir maden oluşu sebebiyle elektrik, telefon, telgraf, kablo ve telleri elektrik motorları, dinamolar, motor sargıları, şalterler ve daha birçok benzeri sınai araç ve gereçlerde, gemi yapımında da iç düzene ait tesislerde önemli yer tutmaktadır. Metal paraların yapımında da, diğer madenlerle birlikte alaşımlı olarak faydalanılmaktadır. Ayrıca atmosfer aşındırmasına karşı yeterli dayanıklılığı sebebiyle kanalizasyonlarda, binalarda, damlara konulan levhalarda ve bazı yapıların dış süslemelerinde de kullanılmaktadır.

Mobilyacılıkta 18. yüzyılda kaplama olarak kullanılmaya başlanılmış ise de, fiyatının yüksek oluşu sebebiyle imalatı sürdürülememiştir. Tekstil sanayiinde de bakırın ayrı bir yeri ve önemi vardır. Almanya'da Glanzstoff adını verdikleri "bakır ipeği" bir dizi işlemlerden sonra lifler haline getirilerek inceltilip, tekstil imalatında kullanılmaktadır. Bakır ipeğinin boyama maddelerine karşı çok iyi birleşme özelliği, vizkoz ipeğine oranla % 30 daha fazla olduğundan tekstilde öncelik taşımaktadır.

Bakırcılık: Bakırdan çeşitli alet, avadanlık, silah ve sanat ürünleri yapılmasıdır. Bulunması tarih öncesine uzanan bakırın, alet ve silah yapımında kullanılan ilk maden olduğu bilinmektedir. İlk örneklerin Kaldea'da M.Ö.4000'lerde yapıldığı sanılmakla birlikte bu tarihin daha da geriye gittiği bir gerçektir. Alet ve silah yapımında, önce tunç daha sonra demir tercih edilmiştir; ama yemek kabı, ev aletleri, ayna ve süs eşyasında bakır daha yaygın biçiminde kullanılmıştır. Döküm için elverişli olmamasına mukabil kolay işlenir bir madendir. Dövme, kabartma, oyma ve soğuk çekme yöntemleriyle biçim verebilir. Bakır eşyalar genellikle yaldızlanarak, mine kaplanarak ya da üstüne değerli taşlar kakılarak bezenirdi. Bakırın kendine has kızılımsı rengi kaplamada kullanılan yaldıza daha koyu bir ton kazandırıyordu. Avrupa'da yaldızlı bakır 15 ve 16. yüzyıllarda özellikle mücevher ve süs eşyalarının yapımında çok sık kullanıldı. Pirinçten ve başka madenlerden daha ucuz olması, gündelik ev eşyaları yapımında bakırın kullanılmasını ön plana çıkarmıştır.

18. yüzyılda bakırcılıkta Sheffield levhası geliştirildi. Bu teknikte ince gümüş levhalar eritilerek bakırla karıştırılıyor, sonra istenen biçim veriliyordu. Sheffield levhası kısa sürede çok tutularak yaygınlaştı. Bunun sebebi yalnızca gümüş kaplamalı bakırın daha ucuz olması değil, som gümüşle yapılan ve beğenilen tasarımların Sheffield levhasına da uygulanabilmesiydi.

Anadolu'da bakırcılığın tarihi günümüzden yaklaşık 10.000 yıl önceye kadar inmektedir. Üreticiliğe geçiş safhasının önemli bir kültür merkezi olan Çatalhöyük'te cevherden arıtma yoluyla bakır elde edildiği arkeolojik kazılar sonucunda ortaya çıkmıştır. Çayönü, Çatalhöyük ve Suberde kazılarında tabii bakırdan dövme tekniğiyle yapılmış M.Ö. 7000'e ait iğne, bız, kanca gibi küçük aletler ve bazı süs eşyaları bulunmuştur. Güneydoğu Anadolu'da yapılan kazılarda bulunan ve yaklaşık dokuz bin yıl öncesine ait olduğu sanılan üç bakır iğnenin,  bilim adamlarınca dünyada bugüne kadar  bilinen en eski madeni eşya niteliğini taşıdığı kaydedilmiştir.

Osmanlı döneminde önce, Anadolu'da, daha sonra da Balkanlar'daki bakır yataklarının yoğun  olarak işletilmesi sonucu bakır işçiliği doruk noktasına erişmiş, pekçok merkezde yeni atölyeler  açılmıştır. Anadolu'da bakırdan kap kacak yapımıdövme, dökme, sıvama (tornada çekme) ve preste basma teknikleri uygulanırdı. Ham bakır kalhanelerde ergitilip 50-60 cm büyüklükte yuvarlak ya da dikdörtgen tahta kalıplara dökülerek külçe haline getirilirdi. Sonra demir bir örs üstünde çekiççiler tarafından düzenli aralıklarla dövülerek inceltilirdi. Bu işlem genellikle 8 kişiden oluşan ve "dövücüler"  veya "kol" denen bir ekip tarafından yapılırdı. Bu yöntem 20. yüzyılın başlarına kadar Anadolu'da ve Balkanlar'da varlığını korudu.  Sonraları "şahmerdan" denen büyük otomatik çekiçler, insan gücüyle dövülerek yapılan inceltme işleminin güçlüğünü ortadan kaldırdı. Daha sonra "hadde silindirleri" adı verilen makinalarda, özel silindirler arasından geçirilen bakır külçeleri, istenen incelikte levhalar haline getirilmeye başlandı. Bugün yalnızca, Muğla'ya bağlı Yatağan ilçesinin Kavaklıdere bucağında, ağırlığı 100-120 kg arasında değişen 1 metre boyunda leblebici tavaları, külçenin uzun ağır çekiçlerle dövülmesiyle yapılmaktadır.

Dövme tekniğiyle kap yapımı çok zaman istediğinden, sonraları sıvama tekniği kullanılmaya başlanmıştır. Bu teknik, yapılacak kabın tornaya bağlanmış kalıbına özel demir çubuklar yardımıyla bakırın sıvanması yani bakır levhanın kalıbın biçimini almasının sağlanması işlemidir. Elde edilen ürün dövme olarak yapılan kaplar kadar dayanıklı olmasa da, böylece seri üretim nedeniyle maliyet düşürülmektedir. Daha seri bir üretim yolu olan preste basmada ise insan emeği hemen hemen yok gibidir.

Geleneksel bakırcılık sanatında ayrıca bakır kapların üstüne çeşitli süslemeler yapmak için kazıma, kabartma, zımba ile vurma, ajur (kesme) ve kakma gibi birçok bezeme tekniği geliştirilmiştir.

İstanbul'un Bayezit semtindeki Bakırcılar Çarşısı'nın tarihi geçmişi Osmanlı İmparatorluğu zamanına dayanmaktadır. Bu çarşıda bugün de işlenmekte ve satışa sunulmakta olan her tür bakır eşya doğunun havasını taşıyan nargile muhafazalıkları, biblolarda kullanılabilecek türüne kadar büyüklü küçüklü mangallar, semaverler, vazolar, çerçeveler asma mum fenerleri, yabancı turistlerin ilgilerini çeker. Halkımızın da ilgi gösterdiği çeşitli bakır eşya turizm açısından da böylece önem kazanmıştır. Ancak, bakırda el işletmeciliği, bakır dövmeciliği işleri ustalarının kişisel yetenekleriyle, becerileri yavaş yavaş yerini çarklı makinalı atölyelere bırakmaktadır.

Memleketimizde Maraş, Mardin, Diyarbakır ve özellikle Erzincan bakır el işlerinde ve işletmeciliğinde ünlü illerimizdir.

Dünyadaki bakır üretiminin ancak % 0,4 miktarı Türkiye'de çıkarılmaktadır. En önemli bakır yatakları Ergani çevresine yoğunlaşan ana yataklardır.Murgul yöresindeki bakır yatakları da ikinci derecede yer almaktadır.

BAKIRCILIK

(Bkz. Bakır)

BAKİ

Divan şiirinin büyük üstadı. Asıl adı Mahmud Abdülbaki’dir. Hem şair, hem de alimdir. İstanbul’da 1526 yılında doğdu. Babası Fatih Camii müezzinlerindendi. Oğlunu küçük yaşta sanatkar yapmak düşüncesiyle saraç çıraklığına verdi. Fakat Baki yaratılışı icabı ilme düşkün olduğundan tahsile başladı. Uzun yıllar zamanın büyük medreselerinde, devrin en ileri gelen hocalarından ders gördü. Tahsilini tamamladıktan sonra ilk olarak 1563 yılında Silivri’deki Piri Paşa Medresesi müderrisliğine getirildi. Sonra sırayla, Murad Paşa, Eyyub, Sahn ve Süleymaniye medreselerinde müderrislik yaptı. Selim-i Kadim Medresesi müderrisliğinden sonra, Mekke kadılığı, Anadolu ve Rumeli kazaskerliği görevlerinde bulundu.

Osmanlı İmparatorluğunun en parlak bir döneminde yetişmesi, kabiliyetinin ortaya çıkmasına sebeb oldu. İstanbul o zamanlar ilim ve sanat yönünden en verimli devrindeydi. Büyük devlet adamlarının ilimle uğraşanları himaye etmesi, Baki’nin genç yaşında şöhrete kavuşmasına sebeb oldu. Muhibbi takma adı (mahlası) ile şiirler yazan Kanuni Sultan Süleyman Han, Baki'yi takdir edenlerin başındaydı. İlim adamlarını çok seven sultan, şairi de meclislerine davet ederek ihsanlarda bulundu. Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümü için yazdığı meşhur Mersiye’si o devrin edebiyat şaheseridir.

Kanuni’den sonra sıra ile padişah olan İkinci Selim, Üçüncü Murad ve Üçüncü Mehmed Han zamanlarında da ülkenin her tarafında Şairler Sultanı diye meşhur oldu. Şöhreti sadece Osmanlı sınırlarında kalmayıp, İran, Arabistan ve Hindistan’a kadar yayıldı. 1599 yılında ölen Baki’nin mezarı Edirnekapı dışında Eyyüb’e giden yol üzerindedir.

Şiirde Zati tarafından yetiştirilen Baki’nin sanatı, mükemmel olup, gazellerinde büyük bir ustalık hakimdir. Kelimeler yerli yerinde ve bütün söz sanatları ifadelerinde kendini gösterecek şekilde yer alırdı. Şiirlerinde zeka oyunlarına büyük önem verirdi. Kelimelere birçok anlamlar vermekte, mısra ahenginin üst derecelerine ulaşmakta eşsiz bir sanatkardı. Şiirlerinde hep ölçülü ve hesaplıdır. Mısraları dilde hiçbir takıntı ve kulakta hiçbir tırmalama yapılmaksızın söylenir. Zaten devrin İstanbul Türkçesini kullanmış ve şiirleriyle mahallileşmeyi getirmiştir. Bu sebeple gazellerinde atasözleri ve halk tabirlerine yer vermiştir. Uzun yıllar taklid edilmesi bu mükemmel söyleyişinden ileri gelmektedir. Çağımızın büyük şairlerinden Yahya Kemal, ona nazireler yazmış, Yavuz Sultan Selim için kaleme aldığı Selimname’sini Baki’nin Kanuni Mersiye’sine benzetmek istemiştir.

Baki’nin şiirlerinde konular, diğer divan şairlerine nisbetle daha serbesttir. Şiirlerinde dünyanın gelip geçici olduğunu ve bu fani dünyadan bir şey elde edilemeyeceğini, asıl gerçek olanla meşgul olunması lazım geldiğini işlemiştir. Bazı şiirlerinde geçen aşk, şarap vb. kelimeler, tasavvuf edebiyatındaki özel manaları (mazmunları) içinde kullanılmıştır. Baki, dinine bağlı büyük bir  alimdi. Şeyhülislam olabilecekken, sırası gelmediği için bu yüce makamda görev yapamadı.

Eserleri:

En büyük eseri Divan'ıdır. Divan'ından başka Fedail-i Mekke, Hadis-i Erbain (Hazret-i Halid bin Zeyd’in bildirdiği hadis-i şerifler), Fedail-i Cihad, Mealim-ül Yakin (Mevahib-i Ledünniyye tercümesidir) adlarıyla Arapçadan çevrilmiş eserleri vardır.

Gazel

Ferman-ı aşka can iledir inkıyadımız

Hükm-i kazaya zerre kadar yok inadımız

 

Baş eğmezüz edaniye dünya-yı  dun için

Allahadır tevekkülümüz, i’timadımız

 

Biz mütteka-yı zerkeş-i caha dayanmazuz

Hakk’ın kemal-i lutfunadır istinadımız

 

Minnet Hudaya, devlet-i dünya fena bulur

Baki kalır sahife-i alemde adımız

BAKKAM AĞACI (Haematoxylon campechianum)

Alm. Farbholz (n), Fr. Bois de Compeche, İng. Logwood. Familyası: Keçiboynuzugiller (Caesalpiniaceae). Yetiştiği yerler: Türkiye’de yetişmez.

Orta Amerika, Meksika, Hindistan ve Jamaika’da yetiştirilen dikenli bir ağaç. Yaprak boyu ortalama 15 cm olup, 2’den 4’e kadar çift damarlardan meydana gelmiştir.

Kullanıldığı yerler: Kırmızı kahverengi odunundan, sitoloji (hücre bilimi) çalışmalarında ve deri ve boya sanayiinde kullanılan kırmızı renkli hematoksilin boyası elde edilir. Tıpta, kabukların kabız edici etkisi vardır.

BAKLA (Vicia faba)

Alm. Pferdebohne, Saubohne, Fr. Féve, İng. Broad Bean.Familyası: Baklagiller (Legumino sae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Türkiye’nin hemen hemen her yerinde yetiştirilir.

Toprak üstünde 70-150 cm boyundaki gövdesi dört köşeli ve içi boş, yaprakları karşılıklı, çiçekleri üç-beş adedi bir arada toplu halde, tohumları muhtelif renk ve büyüklükte yıllık bir bitki. Kökü, tahminen 170 cm kadar derine iner. Bu asıl kök üstünde bir çok yan kökler ve bu yan köklerin üstünde de içlerinde bakteriler bulunan “nodozite” adı verilen yumruları ihtiva eder. Çin’de ve Mısır’da çok eski zamanlardan beri yetiştirilmekte olduğu bilinmektedir. Yabani olarak Hazar denizi civarında bulunur. Memleketimizin hemen hemen her yerinde yetiştirilmektedir. En çok bakla yetiştiren illerimiz, Balıkesir, Manisa, İzmir, Çanakkale ve Bursa’dır. Yıllık üretimimiz ortalama 70.000 ton kadardır. Memleketimizde hayvan baklası ve adi bakla olmak üzere iki çeşit bakla üretilmektedir. Hayvan baklası iyi bir hayvan yemi olarak, adi bakla da insan beslenmesinde kullanılmaktadır.

Çiçekleri salkım durumunda toplanmıştır. Çanak yaprakları dip kısımlarında birleşik, uç kısımlarında ise 5 ayrı diş meydana getirir. Taç yaprakları tipik kelebek şeklinde, 5 taç yaprağından 3’ü serbest, 2’si birleşiktir. Alt tarafta iki taç yaprağı birleşerek kayıkcık, iki yan taç yapraklara kanatcık veya ala, üstte bulunan ve çoğunlukla diğerlerinden büyük olan, tomurcuk halindeyken diğerlerini saran taç yaprağına da bayrak adı verilir. Çiçeğin erkek ve dişi organı kayıkcık içinde bulunur. Meyve tipleri legümendir.

Baklanın yetişmesi: Üç-dört derecede çimlenir ve rutubetli iklimleri sever, fazla soğuklara dayanamaz. Çiçek zamanındaki fazla yağmurlar verimin azalmasına sebeb olur. Çiçek zamanında havanın açık ve güneşli geçmesi verimi çoğaltır. Fazla su isteyen bir bitki olduğu için ağır toprakları sever. İklimi yağışlı yerlerde kumlu topraklarda da yetişir. Üst tabakası derin kireçli killi topraklar bakla yetiştirilmesine en uygun topraklardır.

Bakla, tarlayı temizler ve azotça zenginleştirir. Onun için, bakladan önce ve sonra buğdaygil yetiştirilmesi uygundur. Üst üste bakla ekildiğinde bir defa iyi verim alınabilir. Daha sonraki ekimler verimsiz olur. En iyisi bakla ekilen yere 3-4 sene geçmeden tekrar bakla ekmemekdir.

Bakla yetiştirilmesinde çiftlik gübresinden çok faydalanılır. Yalnız çiftlik gübresi bakla tarlasına güzün verilmelidir. Geç verilirse baklanın azmasına sebeb olur (Bu takdirde meyve tutmaz). Tarlaya çiftlik gübresi verilmediği taktirde, kimyasal gübrelerden potaslı ve fosforlu gübreler verilebilir. Potas ve fosfor, baklanın iyi yetişmesini, tanelerin büyük ve olgun olmasını sağlar.

Baklanın ekimi: Ekimi, sonbaharda (ekim-kasım) veya bahar başlangıcında yapılır. İklim, toprak ve iş durumuna göre baklanın ekim zamanı değişir. Tarla sürüldükten sonra tırmıklanır ve ekime hazır bir hale getirilir. Ekimi, elle veya makina ile yapılır. Elle yapılan ekimde çizgi takibi yapılıp, tohumu 50 santimetrelik aralıklarla atmak gerekir. Bakla ekiminde en uygun derinlik 5-8 cm kadardır. Dönüme, sıraları arasında 50 cm bırakmak şartı ile 12-15 kg kadar tohum sarf edilir. Baklalar çimlendikten sonra duruma göre bir iki defa çapa, gerekli zamanlarda sulama yapılır.

Bakla taneleri sertleştiği zaman taneleri kaplayan kabuk siyahlaşır ve kurur. Bu zamanda hasatı yapılır.

Bitkinin karakteri baklagiller familyasında belirtilenler gibidir.

Kullanıldığı yerler: Meyveleri ham olarak koparılırsa, sebze olarak kullanılabilir. Olgunlaşmış halde yenilebilen kısmı ancak tohumlarıdır. Ayrıca iyi bir hayvan yemi olarak da faydalanılmaktadır. Kuru tohumlarına eski tabiriyle “bakliyat” da denilir. Tohumlarının özelliği nişasta ve proteince zengin olmalarıdır. Halk arasında öksürüğe karşı kullanılmaktadır.

BAKLAGİLLER (Leguminosae)

Alm. Leguminosen, Fr. Légumineuses, İng. Leguminousplants. İki çeneklilerin Rosales takımından yayılışı çok geniş olan bir familya. Bu familyada değişik şekillerde odunlu ve otsu bitkiler bulunmaktadır. Bunlardan birçoğu kültür bitkisi ve tıbbi bitkilerdir. Odunlu türler çoğunlukla tropik bölgelerde, otsu türler de mutedil bölgelerde tabii olarak yetişirler.

Bu familya bitkileri azot toplayıcı olarak, fizyolojik bakımdan özel bir mevki işgal ederler. Havanın serbest azotunu toplayan bakteriler, bitkinin köklerindeki küçük yumrucuklar içinde yaşarlar. Besin maddesi tohumların kotilendonlarında (tohumun olgunlaşmamış taze halindeki durumu) depo edilmiştir. Tahılların aksine olarak, nişasta ve protein aynı hücreler içinde bir arada bulunur. Protein zenginliği (% 22-45 protein) bakımından tahıl bitkilerinden önce gelir. Başlıca sebze bitkileri fasulye, bezelye, bakla, mercimek ve nohuttur. Bu familyada 50 cins bitki ve bunlara ait 700 kadar türü bulunmaktadır.

BAKRAÇ

Alm. Eimer aus Kupfer, Fr. Seau en cuivre, İng. Copper bucket. Bakırdan yapılmış kulplu ve geniş ağızlı süt ve yoğurt kapları. Buna halk arasında helke de denir. Süt, tereyağı, yoğurt koymada kullanılır. Ege’de eskiden evlerde dükkanlarda tarhana çorbası götürmek için, gemilerde kömür taşımak veya yanmış kömürün kül ve cürufunu denize dökmek için kullanılırdı. Sade işlenmemiş olanları bulunduğu gibi, yazı ve çiçeklerle süslenmiş tipleri de vardır.