BAĞDAT

Irak'ın başşehri. Nüfusu 4,5 milyon civarındadır. Mezopotamya çanağının ortasında, Dicle Irmağının iki yakası üzerinde ve Dicle'nin Fırat'a en çok (40 km) yaklaştığı noktada, geniş bir alüvyon ovası üzerinde yer alır. Bağdat'ta yazlar kuru ve çok sıcak, kışlar yumuşak ve serin geçer. Ortalama yağış yılda 130 mm dolayındadır.

İlk defa Abbasi Halifesi Ebu Cafer el-Mansur tarafından eski bir Sasani köyünün yerine Darüsselam adıyla kuruldu (M.S. 766). Daha sonra Medinet-üs-Selam adını alan şehir, en son Bağdat adını alarak gelişimini devam ettirdi. Harun Reşid devrinde (M.S. 809) büyük bir kültür merkezi oldu. Bundan sonraki dönemlerde de Bağdat kültür ve ticaret merkezi olarak önemini sürdürdü. Ancak 1258'de şehri yağmalayarak Halife Mustasım'ı ve 800 bin Müslümanı kılıçtan geçiren Hülagu'nun istilasıyla çöktü. Hülagu'dan sonra değişik boyların yönetimine girdi. Osmanlı ve İranlılar arasında da el değiştirdikten sonra Dördüncü Murad zamanında tekrar Osmanlıların eline geçti. Birinci Dünya Harbine kadar Osmanlıların elinde olan Bağdat, 1917'de İngiliz kuvvetlerince işgal edildi ve 1921'de kurulan bağımsız Irak Krallığının başşehri oldu. Bu durum Türkiye tarafından da Lozan Antlaşması ile (1923) resmen kabul edildi.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında petrol gelirlerindeki büyük artış, Bağdat'ın gelişmesinde büyük rol oynadı. Irak sanayiinin çoğu buradadır. Deri eşya, ipek ve pamuklu dokuma, tuğla, çimento, hurma, tütün mamüllerinin yanısıra petrol rafinerileri, demiryolu atölyeleri ve bir de demir çelik fabrikası vardır.

Bağdat'ta eski şark pazarlarından, cam ve selih binalara kadar her çeşit mimari yapı görülebilir. Şehrin eski manzarası değişmekle beraber, pekçok eski bina, kaldırım kahveleri, eski tarz minare ve camiler bugün de durmaktadır. Kazımeyn'deki 19. yüzyıl yapısı altın kubbeli görkemli cami ile yüzü aşkın başka cami ve minare, şehrin mimari güzelliğine ayrı bir hava vermektedir.

Irak'ın başlıca devlet kurumlarının merkezleri yine Bağdat'tadır. 1958'de kurulmuş olan Bağdat Üniversitesinden başka El-Mustansır Üniversitesi, Teknoloji Üniversitesi ve birkaç yüksek okul vardır. Irak yönetiminin 1990'da Kuveyt'i işgal etmesi üzerine kurulan BM Gücü, 1991 Ocak ayından itibaren Bağdat'ı bombaladı. İki ay süren bombardıman neticesinde şehir harab oldu. Eski güzelliğinden çok şey kaybetti (Bkz. Körfez Savaşı).

BAĞDAT KÖŞKÜ

Sultan Dördüncü Murad Hanın emriyle Bağdat Zaferinin hatırası olarak 1639 yılında yaptırılan köşk. Topkapı Sarayında köşklerin bulunduğu dördüncü avludadır. Haliç’e bakmaktadır. Köşkün planı sekizgen şeklinde olup, Revan Köşkünün planına benzemektedir. Köşkün üstü kubbe ile örtülüdür. Bina, kesme taştan geniş ayaklar üzerine oturtulmuştur. Dış cephesi alt pencerelerin bitimine kadar renkli mermerlerle süslü, pencerelerin bitiminde saçaklara kadar olan kısım ise 17. yüzyıl çinileri ile tezyin edilmiştir. On yedinci asır, çinicilik, camcılık, billurculuk, sedefçilik, hattatlık ve nakkaşlık sanatının en ince, en güzel ve en üstün seviyesi Bağdat Köşkünde görülebilir. Köşkün süslemelerindeki ayet-i kerimeler, sarayın meşhur hattatlarından Tophaneli Mahmud Çelebi tarafından yazılmıştır.

Köşkün içi adeta bir çini müzesidir. Sanat şaheseri pencereleri ve sedef kakmalı dolapların güzelliği insanı hayrete düşürmektedir. Ayrıca pek mühim ve güzel bir kütüphanesi vardır.

BAĞDAN PAKTI

Alm. Bündnis Bağdats, Fr. Pacte d'Baghdad, İng. The Baghdad Pact. Türkiye, Irak, İngiltere, İran ve Pakistan arasında kurulan Ortak Savunma ve Bölgesel İşbirliği Teşkilatı. 2 Nisan 1954'te Türkiye ile Pakistan arasında imzalanan güvenlik işbirliği antlaşmasıyla Bağdat Paktının kuruluşuna ilk adım atıldı. 24 Şubat 1955'te Türkiye-Irak arasında bölgesel işbirliği antlaşması imzalandı. Antlaşma bölge barışı ile ilgili bütün devletlere Türkiye ve Irak tarafından tanınmış olmaları şartıyla açıktı. Bu sebeple 4 Nisan 1955'te İngiltere pakta girdi. Türkiye ve Irak'ın çağrısı üzerine 23 Eylül 1955'te Pakistan, 3 Kasım 1955'te İran pakta katıldı. ABD pakta gözlemci gönderdi. Böylece Türkiye, Pakistan, Irak, İran ve İngiltere'den meydana gelen Savunma İşbirliği Antlaşması Teşkilatı meydana geldi. Bağdat PaktıDaimi Konseyi, Kasım 1955'te düzenlediği ilk toplantısında, teşkilat merkezinin Bağdat'ta olmasına ve teşkilat içinde Daimi Askeri Komite ile Ekonomik Komite kurulmasına karar verdi.

Bağdat Paktının kurulmasının birçok faydaları olduğu gibi, Ortadoğu'da Pakta üye olan devletlerle, olmayan devletler arasında ayrılığa sebep oldu. Hatta Pakta üye olmayan ülkeler, üye ülkelerin, Batılıların denetimine girdiğini iddia ettiler. Böylece gerginlikler başgösterdi. 14 Temmuz 1958'de Irak'ta krallığın devrilmesi Paktın geleceğini tehlikeye düşürdü. 28 Temmuz 1958'de Londra'da toplanan zirvede Paktın varlığını sürdürmesi kararlaştırıldı. ABD ile ayrı ayrı güvenlik antlaşmalarının imzalanması karara bağlandı. Bu toplantıya Irak katılmadı. 24 Mart 1959'da da Pakttan çekildiğini resmen açıkladı. Paktın adı 21 Ağustos 1959'da Merkezi Antlaşma Teşkilatı (Central Treaty Organisation= CENTO) olarak değiştirildi. Teşkilatın merkezi Ankara oldu. Böylece siyasi, ekonomik ve askeri bakımdan elle tutulur bir fayda getirmeyen Bağdat Paktı sona erdi.

Bağdat Paktının sona ermesiyle ABD, İngiltere, Türkiye, Pakistan ve İran'ın üyelikleriyle kurulan CENTO içinde ABD etkin rol oynamaya başladı. Teşkilatın askeri planlama kurulunun başına ABD'li bir general getirildi. Fakat askeri sahada elle tutulur bir çalışma yapılamadı. Sadece ekonomik işbirliğiini artırma teşebbüsleriyle sınırlı kalan CENTO, ABD'nin Hindistan-Pakistan anlaşmazlığı ve Türkiye'nin Kıbrıs meselesinde takındığı tavır sebebiyle önemini tamamen yitirdi. Pakistan 12 Mart 1979'da, İran ise ertesi gün teşkilattan ayrıldıklarını açıkladılar. Bu gelişmeler üzerine CENTO Daimi Komitesi Eylül 1979'da teşkilatı feshetti. Böylece CENTO da sona erdi.

BAĞDATLI İSMAİL PAŞA

Osmanlı Devletinin son devirlerinde yetişen asker, araştırmacı ve biyografi yazarı. Baban ailesinden Baban Mehmed Emir Efendinin oğludur. 1839'da Bağdat'ta doğdu. 1920'de İstanbul'da vefat etti.

İlk tahsilini memleketinde yaptı. Irak'tayken askeri mektepte okudu. Çeşitli askeri birliklerde görev yaptı. Jandarma Dairesi İkinci Şubesi Müdürüyken 1875'te İstanbul'a yerleşti. 1908'den itibaren Mirliva rütbesi ile Jandarma Dairesi Müdürlüğüne tayin edildi. Bu arada ilmi araştırmalarla meşgul olup, uzun bir çalışma neticesinde Katib Çelebi'nin Keşf-üz-Zünun adlı eserine iki ciltlik bir Zeyl (ek) yazdı. 1920 (H. 1339)de İstanbul'da vefat etti.

Meşhurluğunu yazmış olduğu eserden almış olan Bağdatlı İsmail Paşanın ilk eseri; İzah-ül-Meknun fi Zeyl-i ala Keşf-üz-Zünun'dur. İki cilt halinde yazdığı bu zeylde 19.000 kadar kitabı tanıtmaktadır.

Hediyyet-ül-Arifin ve Esma-ül-Müellifin ve Asar-ül-Musannifin adıyla yazdığı ikinci eseri de iki cilt olup, Arapçadır. Alfabetik olarak tertib edilmiş olan bu eserde, bir müelliften (yazardan) bahsedilirken sırayla müellifin adı, babasının adı, nisbeti yani şöhreti, lakabı, memleketi, mezhebi, vefat tarihi, Türk olup olmadığı ve eserleri yazılmıştır.

BAĞDATLI RUHİ

Hiciv ve ahlak şiirleri ile tanınan divan şairi. Bağdat’ta doğduğu için bu isimle meşhurdur. Anadolulu bir askerin oğludur. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Yaşadığı devirde bütün Türkiye’yi gezip Galata ve Konya Mevlevihanelerinde bulundu. Şam’da öldü (1605).

Mevlevi tarikatına bağlı açık sözlü usta bir şairdi. Divan edebiyatında halk için ahlak ve hiciv şiiri yazanların önde gelenlerindendir. Acı hakikatleri açıkça söylemekten çekinmez, dindar geçinen iki yüzlülerin iç yüzlerini gösterirdi. Basit insanların kibirlerinden, bir çok zenginlerin bencil ve insafsız oluşlarından, kötü davranışlarından şikayetçi olurdu. Hatta gördüklerini Türk töresi, beşeri hükümler ve gerçek İslamiyet açılarından cesur, samimi diliyle yeri geldikçe tenkid eder, eleştirirdi. Şiirlerinde devrindeki Türk halkının bütün değer hükümlerini dile getirmiştir. Çok seyahat ettiğini ve sırf görmek, bilmek, sevmek için gezdiğini şu beytiyle ifade etmektedir:

Devreylemedik yer komadık  bir nice yıldır

Uyduk dil–i divaneye dil uydu hevaya

Ruhi’nin seyahatlerini bir derviş olarak değil de sipahi olarak kumandanlar ile yaptığına dair kuvvetli deliller vardır.

Bine yakın şiirlerinden bazıları devrinin tarihi şahsiyetlerini anlatmaktadır. Gazel ve kasidelerinde sadelik ve samimilik vardır. Bir divanı vardır. Divan'ında bulunan Terkib-i Bend’i Türk Edebiyatında bu tür eserlerin en üstünü sayılmaktadır. Tanzimat şairlerinden Ziya Paşa bile meşhur Terkib-i Bend’inde Bağdat’lı Ruhi’yi geçtiğini değil, ancak ona yetişebildiğini söyleyerek, Ruhi’nin şiir gücünü övmüştür. Ruhi, bu Terkib-i Bend’ini Şam’da yazmıştır. Terkib-i Bend’den:

Verdik dil ü can ile rıza hükm-i kazaya

Gam çekmeziz uğrasak eğer derd ü belaya

 

Koyduk vatanı gurbete bu fikr ile çıkdık

Kim renc-i sefer bais ola izz ü alaya

 

Devreylemedik yer komadık bir nice yıldır

Uyduk dil-i divaneye dil uydu hevaya

 

Olduk nereye vardık ise aşka giriftar

Alındı gönül bir sanem-i mah-likaya

 

Bağdad’a yolun düşse ger ey bad-ı seher-hiz

Adab  ile var hizmet-i yaran-ı safaya

 

Ruhi’yi eğer bir sorar ister bulunursa

Derlerse buluştun mu o bi-berk ü nevaya

 

Bu matla-ı garrayı oku ebsem ol andan

Malum olur ahvalimiz erbab-ı vefaya

 

Hala ki biz üftade-i huban-ı Dımışk’ız

Serhalka-yı rindan-ı melametkeş-i ışkız

 

Gör zahidi kim sahib-i irşad olayım der

Dün tekkeye vardı, bugün üstad olayım der. 

BAĞIMSIZ DEVLETLER TOPLULUĞU (BDT)

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler birliğinin dağılması üzerine kurulan devletlerin meydana getirdiği topluluk. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra 8 Aralıkta Brest şehrinde toplanan Rusya, Ukrayna ve Beyaz Rusya Cumhuriyetleri liderleri SSCB'nin artık var olmadığını kabul ederek, Merkezi Beyaz Rusya'nın başşehri Minsk'te olmak üzere Bağımsız Devletler Topluluğu'nun kurulduğunu açıkladılar. Kısa bir süre sonra Baltık Cumhuriyetleri ile iç karışıklıkların devam ettiği Gürcistan dışında, eski Sovyet cumhuriyetleri Azerbaycan, Ermenistan, Moldova, Kırgızistan, Kazakistan, Tacikistan, Özbekistan ve Türkmenistan da BDT'ye katıldı. Yeni birliği meydana getiren cumhuriyetlerin liderleri, 21 Aralık 1991'de Kazakistan'ın başşehri Alma Ata'da yapılan zirvede BDT'yi şekillendiren anlaşmayı imzaladılar.

Kurulmasından sonra uzun zaman geçmesine rağmen BDT'nin nasıl bir yapıya kavuşacağı henüz açıklık kazanmadı. Bunun yanında topluluğu meydana getiren cumhuriyetler arasındaki problemler BDT'nin geleceği konusunda ciddi kuşkular ortaya çıkarmaktadır. Bazı cumhuriyetlerde ise azınlıkların bağımsızlık istekleri, silahlı mücadeleye dönüşmesi üzerine BDT çatışmaları önlemek için Gürcistan, Moldova ve Tacikistan'a barış gücü gönderdi.

Merkezi planlamalı ekonomiden, serbest piyasa ekonomisine geçmek için özel sektöre izin veren, yabancı yatırımlara açık karma ekonomiyi hedefleyen BDT üyesi cumhuriyetlerde ciddi ekonomik problemler yaşanmaktadır. Bu problemlerin en önemlisi işsizlik ve enflasyondur.

BAĞIMSIZLIK

Alm. Unabhüngigkeit (f), Fr. Independance, İng. Independence. Bir devletin iç ve dış işlerinde müstakil olarak, istediği gibi hareket edebilmesi. En genel anlamda bağımsızlık; muayyen bir ülke üzerinde ve hükumet ile temsil olunan üstün ve merkezi bir otoritenin hükmü ve gözcülüğü altında, hukuki ve otonom bir nizama bağlı olarak yaşayan insanlardan meydana gelen siyasi bir birliğin, yani devletin mümeyyiz vasfıdır. Aynı manaya gelmek üzere bağımsızlık; bir devletin, devletler hukuku kaidelerine bağlı kalmak şartıyla, bir başka devletin veya üstün bir otoritenin kendi iç veya dış meselelerine müdahalesi olmadan, kendi organlarının serbest takdiri ile icraatını düzenleyip yürütebilmesi ve bu çerçeve içindeki irade serbestisidir.

Bağımsızlık kavramının mahiyeti ile ilgili olarak değişik fikirler ileri sürülmüştür. Bu fikirlerin hemen hepsi bağımsızlığı ekonomik, hukuki ve siyasi unsurlara değişik ölçüde ağırlık vererek açıklamışlardır. Meseleye tarihi gelişim açısından bakıldığında bu üç belirleyici vasfın (ekonomik, hukuki ve siyasi) bazan tek tek, bazan da birbiriyle çeşitli ölçülerde teşkil ettikleri kombinasyonlar halinde bağımsızlık kavramını belirledikleri görülür. Bir başka deyişle, bağımsızlık kavramının temel belirleyicisi tarihin farklı kesitlerinde ortaya çıkan güçler dengesinin ortaya koyduğu siyasi ve ekonomik tablo olmuştur.

Bağımsızlığın kazanılması ile bağımsızlığın tanınması kavramlarını da birbirinden ayırmak icab eder. Bağımsızlığın kazanılması için onun mutlaka tanınmasına ihtiyaç yoktur. Siyasi bir camianın bağımsızlığının tanınması demek, bu toplumun devletler hukukunun gerektirdiği devletlik şartlarının yerine getirdiğinin bildirilmesi demektir.

BAĞIŞIKLIK

Alm. Immunität, Fr. Immunite, İng. Immunity. Vücudun kendinden olanı yabancı olandan ayırması ve yabancı madde ve canlılara karşı kendini savunacak maddeleri yapması. Bağışık kişide mikroplar veya zehirler vücuda girdiklerinde özel maddeler vasıtasıyla hemen etkisizleştirildiklerinden hastalık meydana getiremezler.

Bağışıklık; “tabii bağışıklık” ve “sonradan kazanılan bağışıklık” olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Kazanılan bağışıklık da; “aktif bağışıklık” ve “pasif bağışıklık” olarak yine ikiye ayrılır.

Tabii bağışıklık:Doğumdan itibaren vücudun hastalıklara karşı belli bir dirence sahip olmasıdır. Bu bağışıklık belli hastalıklara karşı hasıl olmuş özel bir bağışıklık değildir. Çeşitli faktörler burada rol oynar. Vücut sıcaklığının belli bir seviyede tutulması, bazı mikropların üreme sıcaklığında olmadığından, bu mikroplara karşı kişi dirençli olur. Bunun gibi derideki yağ asitleri, bakterilerin vücuda deri yoluyla girmesine engel olurlar. Dolayısıyla sıhhatli bir deriden vücuda bakterinin girip hastalık yapabilmesi mümkün değildir. Tükrük ve gözyaşının da bakteriler üzerinde öldürücü tesiri vardır. Bronşlarımızda hasıl olan balgamın sayesinde hava yolundan vücuda giren çeşitli parçacıklar, tüylü hücrelerin yutağa doğru olan hareketleriyle  dışarı atılır veya yutulur. Midenin asit derecesi o derece fazladır ki, bazı mikroplar dışında (aside dayanıklı mikroplar) mideye giren mikropları hemen öldürür.

Kanda bulunan “komplement ve properdin” maddeleri bakteriler üzerinde öldürücü tesir yaparlar. Kanda bulunan beyaz hücreler (akyuvarlar)den olan parçalı nüveli hücreler, bakterileri “yutarak” (fagositoz ile) içlerine alırlar ve granüllerinde bulunan enzimlerle parçalarlar.

Kazanılmış bağışıklık (Aktif bağışıklık): Vücudun kendi gayretiyle (aktif çalışmasıyla) meydana getirdiği maddelerle meydana gelen bağışıklıktır. Ortaya çıkan maddeler belli mikrop ve maddelere karşı özel olarak hazırlanmış maddelerdir. Aktif bağışıklık herhangi bir bulaşıcı hastalık atlatıldıktan sonra gelişebileceği gibi, zayıflatılmış veya öldürülmüş mikroplar yahut mikrop maddeleri ile yapılan aşılar verilmek suretiyle de sun’i olarak ortaya çıkarılabilir. Yine mikropların yaptıkları zehirlerin (toksinlerin) etkisizleştirilerek vücuda verilmesiyle de bağışıklık kazanılır. Bu  kazanılan bağışıklık mikroba karşı değil, o mikrobun zehrine karşıdır. Mikroplar, aşılar veya toksoidlere (etkisizleştirilmiş zehirlere) karşı vücutta antikor denilen savunma maddeleri yapılır. Aktif bağışıklığın müsbet tarafı vücuda uzun zaman, hatta bazı hastalıklardan sonra ömür boyu direnç sağlamasıdır. Bu tip bağışıklığın menfi olan tarafı ise etkisinin ancak 10-15 gün sonra başlayabilmesidir. Aktif bağışıklık sağlayan aşılar bu sebepten dolayı acil bir tedbir olarak kullanılamazlar. Hemen başlayacak bir direnç için pasif bağışıklama yapmak daha uygundur.

Pasif bağışıklık:Daha önce mikroplar veya toksinler ile karşılaşmış kişinin serumlarının başka bir kimseye zerk edilmesi ile olur.  Burada serumu alınan şahıstaki antikorlar, verilen şahısta belli bir müddet için o hastalığa karşı direnç sağlarlar.

Pasif bağışıklık 2-4 hafta kadar devam eder. Başkasının serumu ile verilen antikorları vücut bu süre zarfında etkisiz hale getirmektedir. Pasif bağışıklık hepatitlerde (karaciğer iltihaplarında), difteri ve tetanos hastalıklarında kullanılmaktadır. Pasif bağışıklık, annedeki antikorların çocuğa geçmesi ile de olmaktadır. Sütle geçen bu antikorlar sayesinde bebekler hayatlarının ilk devresinde hastalıklara karşı korunmaktadırlar. Mesela, anne daha önce kızamık geçirmişse, annenin antikorları kızamığa karşı bebeği dört ay boyunca korumaktadır. Anne sütü ile beslenen bir çocuğun dört ay kızamığa yakalanması ihtimali azdır.

Son bilgilere göre aktif bağışıklık şu şekilde gelişmektedir. Vücuda bir antijen girince Makrofajlar (katılgan dokunun Histiosit hücreleri ve kandaki Monositler) bunu tanımakta ve içlerine almaktadırlar. Bu esnada Makrofajlar dışarıya bir madde salgılamaktadırlar. Bu maddeye “Antijen enformasyon maddesi” denilmektedir. Antijen enformasyon maddesinin Ribonükleik asit (RNA) olduğu sanılmaktadır. Bu madde olgunlaşmamış “Retukulum hücreleri” veyahut “B” lenfositleri tarafından alınmakta ve verilen bilgiye (enformasyona) göre antikorlar imal edilmektedirler. Antikor imal eden hücrelere “immünoblast” adı verilmektedir. İmmünoblastlar da plasma hücreleri ve lenfositler olarak ikiye ayrılmaktadırlar.

Plasma hücreleri imal ettikleri antikorları (immünoglobülünleri) katılgan dokuya ve kana boşaltmaktadırlar. Buna, “Hümoral immün sistem” denilmektedir. Vücudun antijenle ikinci bir karşılaşmasında kısa zamanda antijen antikor reaksiyonu meydana gelmektedir. Allerjik durumlarda bu reaksiyon daha kısa zamanda ve daha şiddetli olmaktadır.

Lenfosit hücreleri ise antikorları çeperlerinde (duvarlarında) taşımaktadırlar. Buna da “Hücresel immün sistem” denilmektedir. Burada antijen-antikor reaksiyonları daha uzun sürede hasıl olmaktadır.

Normal olarak vücudun bağışıklık hücreleri ana karnındaki ceninde 4. aydan itibaren faaliyete başlayıp doğumdan sonraki kısa bir devreye kadar gelişimlerini tamamlamaktadırlar. Bu esnada, proteinlerini tanımakta ve antijenlerden vücudun maddelerini ayırt etmesini öğrenmektedirler. Bu gelişim devresinde vücuda yabancı bir madde girerse vücut bunu hoşgörü ile karşılamaktadır.

Otoimmün hastalıklar: Vücudun bağışıklık hücreleri organizmanın kendi maddelerine karşı antikorlar yapmaktadır. Ateşli romatizmada mikrobun maddeleri ile eklemlerdeki bazı maddeler benzerlik gösterdiklerinden, eklemler antikorlar tarafından hastalandırılmaktadır. Otoimmün hastalıklara örnek olarak Hashimoto Tiroiditi, Lupus ve Romatoid artrit hastalıkları da gösterilebilir. Bazan da anatomik yapıları icabı kan dolaşımı ile karşılaşmamış hücreler kanla temasa geldiklerinde bunlara karşı antikor oluşmakta ve daha sonra bu dokular antikorlar tarafından tahrib edilmektedir. Böyle reaksiyonlar erbezleri (testis) ve tiroid dokusuna karşı gelişebilmektedir.

BAĞLI KREDİLER

Kredi açan ülkeden mal veya hizmet satın alınması şartıyla sağlanan krediler. “Bağlı Kredilerle” krediyi sağlayan ülkeden hangi mal ve hizmetlerin alınabileceği genellikle kredi anlaşmalarında belirtilir.

BAHADIR HAN FARUKİ

(Bkz. Farukiler)

BAHADIR ŞAH

(Bkz. Nizamşahlar)

BAHADIR ŞAH - 1

Babürlü hükümdarı. Asıl ismi Kutbuddin Şah-ı Alem olup, 1707-1712 yılları arasında saltanat sürdü.

1643 yılında Hindistan’ın Dekken bölgesindeki Burhanpur şehrinde doğdu. 1663’te babasını temsilen Hindistan’ın güney ve orta kesimlerini kaplayan Dekken platosu bölgesine gönderildi. 1699’da Kabil valiliğine getirildi. Babasının ölümünde burada bulunuyordu. Hemen harekete geçerek saltanatını ilan eden kardeşi Azam ile Agra yakınlarında Cacav’da savaştı ve onu yenerek oğullarını da öldürdü (18 Haziran 1707). Bahadır-I adıyla tahta çıktığında diğer kardeşi Kam Bahş ve Racputlar ayaklandılar. Bahadır Şah, Haydarabat'ta olduğunu haber aldığı kardeşi Kam Bahş ile karşılaştı ve yaptığı muharebede onu yendi. Savaş sırasında yaralanan Kam Bahş da az sonra öldü.

Böylece saltanata tek başına sahib olan Bahadır Şah, Racput ve Sihlerin ayaklanmalarına müdahale ederek, üzerlerine yürüdü. Banda idaresindeki Sihler, Longarh’da Aralık 1710’da mağlup edildiler ve Pencab Dağlarına kadar sürüldüler. Bahadır Şah-I beş sene süren saltanattan sonra, 27 Şubat 1712’de vefat etti. Delhi’deki Huld Menzil (Ebediyet Konağı) adı verilen türbesine defnedildi.

BAHADIR ŞAH - 2

Hindistan’da Babürlü Türk  Devletinin son hükümdarı. Asıl ismi Ebü’l-Muzaffer Siraceddin Muhammed’dir. İkinci Ekber Şah’ın oğludur. 24 Ocak 1775’te doğdu.

1837 yılında babasının ölümü üzerine, 62 yaşında tahta çıktı. Bu sırada  devletin kontrolü İngilizlerin elinde bulunuyordu. 20 sene sadece isimden ibaret kalan bir hükümdarlık yaptı. 1857’de Kalküta yakınlarında Müslüman askerler ayaklandılar. Sür’atle büyüyen ayaklanma sonunda askerler Delhi’de duruma hakim oldular. İkinci Bahadır fiili bir hükümdar olarak göreve başladı. Camilerde hatipler Delhi halkını cihada çağırıyor ve Bahadır Şahı desteklemeleri için ikazlarda bulunuyorlardı. İkinci Bahadır, oğlu Moğol Mirzayı seraskerliğe tayin etti.

Fakat bir süre sonra askerin iaşe masraflarının karşılanmaması yüzünden sipahiler komutanlarını dinlemeyerek yağmaya başladılar. Bu karışıklıktan faydalanan İngilizler, Sir John Lawrens idaresinde Delhi harekatını başlattılar. Lawrens, 8 Haziran’da Delhi önlerine gelerek İngiliz kuvvetlerini savaş nizamına soktu. Dört bir yandan açılan topçu ateşi Delhi’de büyük zayiata sebeb oldu. İngiliz birlikleri açılan surlardan şehre girdiler. Bahadır Şah ve sipahiler iç kaleye (Kale-i Mualla) çekildiler ise de çok geçmeden teslim oldular. İngilizler batı vahşetinin tipik bir misalini burada göstererek, kendilerine sığınan saray erkanını kurşuna dizdiler. Mahkemeye sevkedilen İkinci Bahadır Şah ömür boyu hapse mahkum edildi. Aralık 1858’de resmen tahttan indirildi. Burma’da Rangun şehrine gönderilen Bahadır Şah 7 Kasım 1862’de öldü.

İkinci Bahadır Şah, alim, hattat ve aynı zamanda iyi bir şair olup, Zafer mahlası ile şiirler yazardı.

BAHADIR ŞAH GÜCERATİ

Gücerat Sultanı. İkinci Muzaffer Şahın oğlu olup, doğum tarihi bilinmemektedir. Babasına karşı ayaklandı ise de yenilerek Delhi Sultanı İbrahim Ludi’ye sığındı. Daha sonra babasının ölümü üzerine 1526’da tahta çıktı. 1531 yılında Babürlülerden Malva ve Çitor’u aldı. Ancak Hümayun Şaha karşı giriştiği savaşı kaybetti. O sıralarda Portekizliler ilk defa olarak Hindistan’a ayak basmışlardı. Bahadır, Portekizlilerden yardım isteyeceği sırada Hümayun Şah, Gücerat’tan ayrıldı. Böylece o, saltanatına tekrar kavuştu. Ancak bu defa da Portekizlilerle mücadeleye başladı. 1537 senesinde Portekiz valisinin görüşme isteğini kabul ederek gemisine gitti. Ancak buraya geldiğinde Gücerat düşmanı Portekizliler üzerine saldırdılar. Bahadır Şah göğüs göğüse çarpışma sırasında şehid oldu (14 Şubat 1537). Bu hadiseden sonra Portekizliler Diu’yu ele geçirdiler.

BAHAEDDİN ÖGEL

Son devir tarihçilerinden. 1924’te Elazığ’da doğdu. Türklerin Müslüman olmadan önceki dönemlerdeki tarih ve kültürleri üzerine yaptığı araştırmaları ile tanındı. 1945’te Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesini bitirdi. Erzurum Lisesinde ve Hasanoğlan Köy Enstitüsünde tarih öğretmenliği yaptı.

Dil Tarih Coğrafya Fakültesi öğretim üyesi Wolfram Eberhard’ın yanında “Uygurların Menşe Efsaneleri, Uygur Devletinin Kuruluşu” konulu doktora tezini tamamlayarak D.T.C.F’de asistan oldu. 1956’da Doçentliğe, 1964’te profesörlüğe yükseldi. İki yıl Tayvan’da Taipei Üniversitesinde misafir profesör olarak ders verdi. Orta Asya’da Türk tarihi ve kültürü hakkında incelemeler yaptı. 7 Mart 1989’da Ankara’da öldü. Daha ziyade Türk tarihini İslam öncesi düşünce ile izaha çalışanlardandır.

Eserleri: Türk Kültür Tarihine Giriş (Dokuz ciltlik araştırma eseri.), İslamiyetten Önce Türk Kültür Tarihi, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, Türk Mitolojisi, Kaynakları ve Açıklamaları ile Destanlar, Büyük Hun İmparatorluğu Tarihi, Türklerde Devlet Anlayışı.

BAHAMA MİLLETLER TOPLULUĞU

DEVLETİN ADI

Bahama Milletler Topluluğu

BAŞŞEHRİ

Nassau

NÜFUSU

261.000 (l991)

YÜZÖLÇÜMÜ

13.935 km2

RESMİ DİLİ

İngilizce

DİNİ

Baptist Anglikan ve Katolik

 Atlas Okyanusunda, Amerika kıtasının Florida Yarımadasının 80 km güneydoğu istikametinde, Küba'nın 1000 km kuzeyinde yer alan 700'den ziyade ada ve küçük adacıklardan ve 2000 civarında mercan kayalıklardan müteşekkil adalar topluluğu. Toplam yüzölçümü 13.935 kilometrekareyi bulan bu adacıkların ancak 30'u insanların yerleşmesine müsaittir.

Tarihi

Bahama Adalarının bilinen en eski tarihi Kristof Coloumb'a dayanmaktadır. Amerika kıtasını keşfi sırasında Kristof Coloumb'un karaya ilk çıktığı yer kendisinin San Salvador adını verdiği, şimdiki ismi Watling olan adadır. Yerli halk, değişik bir kıtadan gelen Coloumb'a, yakın alaka gösterip yardım ettiler. Avrupa memleketlerinin bilhassa İngiltere, Fransa, İspanya, Portekiz gibi denizci ülkelerin sömürgecilik zihniyeti Bahama Adalarına felaket getirdi. Yeni Dünyaya yerleşmeye başlayan sömürgeciler, her yerde yaptıkları gibi burada da yerli halkı esir edip, çeşitli yerlerde çalıştırmak için adalardan çıkardılar. 1508 yılından sonra İspanyollar, 40 bin yerlinin tamamını Haiti ve Dominik'teki madenlerde esir olarak çalıştırmaya götürdüler. 1630 yıllarından sonra İngilizlerin hakimiyeti altına giren Bahama Adaları, uzun yıllar korsanların ve kanun kaçaklarının barınağı halindeydi. Adalar yüzyıllarca İngilizlerin esareti altında kaldıktan sonra nihayet 10 Haziran 1967'de zencilerin hükumet kurması ile yarı bağımsız hale geldi. 1973 senesinde tam olarak bağımsızlığını ilan eden Bahama adaları, yine de İngiliz Milletler Topluluğunun bir üyesidir.

Fiziki Yapı

Umumi görünüş itibariyle düz bir yapıya sahip olan Bahama Adalarının ortalama yüksekliği 45 metredir. En yüksek yeri 120 m yüksekliğe sahib olan Cat Island (Kedi Adası)daki Advernia'dır. Adalar topluluğundaki en büyük olanı Andros Adasıdır ki, yüzölçümü 3760 kilometrekaredir. Adaların jeolojik teşekkülü mercan kayalıkları şeklindedir. Topluluğun önemli adaları; başşehri Nassau'nun da bulunduğu New Providence, Büyük Abaco, Büyük Bahama, Küçük Abaco, Eleuthera, Biminiler, Watling ve Mayaguana'dır.

Akarsuları çok azdır. Devamlı akan en önemli nehri Andros Adasındadır. En büyük gölü de İngua Adası üzerinde bulunur. Toprağı kırmızı renkli olup, adaları çevreleyen denizler sığ ve sahiller yumuşak, kumlu tabii plajlardır.

İklim

Yengeç dönencesinde bulunan adalar topluluğunda yarı tropik bir iklim hüküm sürer. Atlas Okyanusundaki gulf stream sıcak su akıntısı iklime tesir etmektedir. Senelik sıcaklık ortalaması 24 oC olup, kışın ortalama 20 oC, yazın ise 30 oC civarındadır. Yağışlar daima yağmur şeklinde olup, ilkbahar ve sonbahar, yağmurların en bol olduğu mevsimlerdir.Yıllık yağış miktarı 1200 mm kadardır.

Tabii Kaynakları

Bahama Adaları tabii kaynaklar bakımından zengin değildir. Bitki örtüsü bakımından iklimi sebebiyle yeteri derecede zenginliğe sahiptir. Yaklaşık 200 civarında olan kuş türünden başka yabani hayvanlara rastlanmaz. Az bir miktarda petrol çıkmakta olup, başka tabii kaynakları bulunmamaktadır.

Nüfus ve Sosyal Hayat

Nüfusunun % 85'ini zenciler, % 15'ini ise beyazlar teşkil eder.Yerli halk esir edilip götürüldüğü için halkın tamamı sonradan gelip yerleşmiştir. 14 yaşına kadar eğitim ve öğretim mecburidir. Bu sebepten okuma yazma oranı % 95 gibi yüksek bir rakama ulaşmıştır.Halkın büyük bir kısmı tarım için sınırlı olan arazilerde çiftçilik, hayvancılık ve balıkçılıkla uğraşmaktadır.Turizmin gelişmesiyle bu alandaki çalışanların sayısı da gittikçe artmaktadır. Ortaçağlardan beri İngiltere'nin hakimiyeti altında kaldığı için, halk üzerinde İngiliz kültürü hakimdir. Konuşulan lisan da İngilizcedir. Nüfusu en kalabalık ada, başşehrinin bulunduğu New Providence'dir.

Siyasi Hayat

1973'te bağımsızlığına kavuşan ve İngiliz Milletler Topluluğuna bağlı olan Bahama Adalarında yönetim sistemi parlamenter sistemdir. Adalar 38 kişilik meclis ve 16 kişilik senato tarafından idare edilir. Parlamentoda çoğunluğu sağlayan siyasi partinin başkanı başbakan olur.

Ekonomi

Ekonomisi esas itibariyle turizme dayanır. ABD'nin buraya yatırım yapması, bunun için Bahama'nın vergi indirimi vs. gibi kolaylıklarda bulunması, turizm endüstrisinin gelişmesine sebeb olmuştur.Turizm için gerekli bütün tesislerin olması nüfusun iki katı kadar turistin her sene ülkeye gelmesini sağlamaktadır. Milli gelirin % 70'i tek başına turizmden karşılanır. Tarım, hayvancılık ve balıkçılık ülke ihtiyacını karşılayacak miktardadır. Ekonomisi beyaz nüfusun elindedir. Sanayi olarak petrol kuyuları, dokuma, kağıt, ilaç fabrikaları vardır. Ticaret ve endüstrinin en yoğun olduğu bölge, başşehri Nassau ve bulunduğu adadır.

BAHARAT BİTKİLERİ

Alm. Gewürze, Fr. Epices, İng. Spices. Besin maddesinden ziyade, lezzet verici olarak yemeklere ve içeceklere ilave edilen bitkisel ürünler. Bu bitkiler, büyük bir kısmına çeşitli iklim bölge ve kuşaklarında rastlanmakla beraber, daha çok tropikal memleketlerde yetişirler. Arabistan, Hindistan, Malaya adaları gibi. Faydalanılan kısımlarına göre gruplara ayrılırlar:

1. Köklerinden faydalanılan baharat bitkileri: Kara turp, kırmızı turp gibi.

2. Gövdelerinden faydalanılan baharat bitkileri: Zencefil, tarçın gibi.

3. Yapraklarından faydalanılan baharat bitkileri: Nane, kekik, merzengüş, maydanoz, defne gibi.

4. Soğan yapısında olan baharat bitkileri: Mutfak soğanı, sarmısak gibi.

5. Çiçeklerinden faydalanılan baharat bitkileri: Karanfil gibi.

6. Meyvelerinden faydalanılan baharat bitkileri: Kimyon, anason, karabiber, kırmızı biber, vanilya gibi.

7. Tohumlarından faydalanılan baharat bitkileri: Hardal, küçük Hindistan cevizi gibi.

BAHÇE

Alm. Garten, Fr. Jardin, İng.Garden. Çiçek, meyve ve süs ağaçları gibi bitkileri; süs veya ticaret maksadı ile yetiştirmek için, parklardan küçük olan ve bahçe mimarisi planlamasına göre yapılan etrafı çevrili yerler. Bahçeler kurulma maksatlarına göre, tarım, süs, botanik, zoolojik diye çeşitlere ayrılırlar. Tarım bahçesi; içerisinde sebze ve meyve yetiştirilen bahçelerdir. Süs bahçeleri; bunlar özel ve genel olurlar. İnsanların dinlenme ve gezinti yeridir. İçerisinde her zevke hitab eden çiçek ve ağaçlar vardır. Botanik bahçeleri; çeşitli bitkiler üzerinde ilmi araştırma ve inceleme yapmak üzere kurulmuş zoolojik bahçeler. Bu çeşit bahçelerde bitki ve hayvanlar bir arada yetiştirilir.

Bahçe tesisinde yapılacak ilk iş, toprağın tesviye edilmesidir. Yüksek yerler kazılır, çukurlar doldurulur, meyiller düzeltilir ve büyük taş parçaları toplanır. Sonra; toprak, derince krizma (belleme) yapılır veya sürülür. Toprağın ve yetiştirilecek bitkilerin çeşidine göre bahçede kullanılacak, çiftlik gübresinin mikdarı hesab edilerek, gübreleme yapılır ve tırmıkla karıştırılır. Böylece toprak, ekim ve dikime hazır bir hale getirilmiş olur.

Ev, villa veya ticari bahçe gibi, bahçe şekillerinden, hangisine karar verilmiş ise, ona göre bahçe planı yapılır. Bahçe planı yapılırken, toprak durumu, iklimi, toprak altı su seviyesi, bitki hastalıklarına dayanıklılık ve sulama gibi durum ve imkanlar göz önünde bulundurulur. Aynı türden olan bitki çeşitlerinin, birbirlerini dölleyebilmesi için, aynı zamanda çiçek açanlarının olması gerektiği dikkate alınmalıdır.

Ağaçlar uzun ömürlü olurlar. İlerideki yıllarda alabilecekleri taç büyüklükleri, düşünülerek, aralarındaki dikim mesafesi ona göre tanzim edilir. Ağaç fidanları dikilirken, kare, dikdörtgen, üçgen veya santraçvari (her taraftan aynı hizada görülmesi) sistemlerden birisi uygulanır. Bunun için, ip ele alınır; verilecek mesafeler ip üzerinde işaret edilerek, ip gerilir ve fidan çukurları, ipteki işaret yerlerine kazılır.

Bahçe tesis edildikten sonra, sulama, toprak işlemesi, yabancı otlardan temizlenmesi, budama, aşı ve hastalıklarla mücadele yapılır. Bu gibi, bakım işlerine zamanlarını geçirmeden, gerekli zamanlarda bakılmalıdır.

Bahçenin etrafı duvar, tel örgü veya çitle çevrilir. Çit bitkileri; dikenli, sık dallı, gelişmeleri kuvvetli ve budamaya dayanıklı olmalıdır. Aynı zamanda, bahçedeki kültür bitkilerine, zararlı olabilecek hastalık ve zararlı böceklere, barınaklık yapamıyacak olanlarından seçim yapılmalıdır.

Memleketimizdeki bahçelerde en çok yetiştirilen süs ağaçları ve çiçekler:

Zarif kriptomerya çamı: Çabuk büyüyen bir bitkidir. Sonbaharda yaprakları pas kırmızısı, yazın yeşil renktedir. Bahçelerin çim parsellerine dikilir.        

Japon kriptomerya çamı:Piramit biçimi alarak çabuk büyüyen bir ağaçtır. Kışın yaprakları daha canlı bir görünüştedir. Karaçam, kızılçam, porsuk çamı, montereçamı, ladin ve sedir gibi çam çeşitleri, bilhassa Marmara, Ege, Akdeniz ve Karadeniz bölgelerindeki bahçeleri süslerler.

Diğer süs ağaçları:

Tüysüz yapraklı yemişgen: Yaprakları geniş ve çok parlaktır. Marmara bölgesindeki bahçelere çok dikilen bir bitkidir.

Ligustrumlar: Sarkık dallı ligustrum, parlak yapraklı ligustrum, altuni Japon ligustrumu ve oval yapraklı ligustrum gibi çeşitleri vardır. Ligustrumlar yaprak ve çiçekleriyle güzel manzara yaparlar. En çok Marmara ve Ege bölgesi bahçelerinde yetiştirilir.

Cehri ağacı:Yaprakları oval, sert ve parlaktır. Çiçekleri salkım halinde, yeşil ve çok kokuludur. Marmara, Ege ve Akdeniz bölgelerindeki bahçelerde yetiştirilir.

Kaymak ağacı:Daimi yeşil bir ağaçtır. Yaprakları sert, parlak ve kurşunidir. Güneşli yerleri sever. Marmara, Ege ve Akdeniz bölgelerinde yetiştirilmeye elverişlidir.

Defne ağacı:Yaprakları yeşil, az parlaktır. Yurdumuzun ılıman iklim bölgelerinde yetiştirilmektedir.

Büyük çiçekli manolya:Daimi olarak yeşil haldedir. Uzun ömürlü, zarif, bal çiçekli, çiçekleri kokulu ve yapraklarının güzelliği ile bütün bahçelerde bulunması istenen bir bitkidir. En çok İstanbul bahçelerinde yetiştirilmektedir.

Gül: Yeryüzünde 25 bin kadar çeşidi vardır. Deniz seviyesinden itibaren 3500 m yüksekliğe kadar iyi gelişme ve yetişme imkanına sahiptir. Memleketimizin hemen hemen her tarafında yetişir. En fazla Anadolu’nun Göller Bölgesi denilen Isparta ve dolaylarında yetiştirilmektedir.

Karanfil: Türklerin milli çiçeğidir. Hemen bütün dünyada bir çok ailenin geçimini temin eder. Doğu Anadolu hariç, memleketimizin her yerinde yetiştirilmektedir. Çiçekleri, kırmızı, hafif pembe, sütbeyazı ve altın sarısı renginde olan çeşitleri vardır.

Nilüfer: Bahçelerde; havuz kenarlarının süslenmesinde kullanılır. Bir çeşit su çiçeğidir. Gösterişli yaprak ve çiçekleri vardır. Beyaz, sarı, pembe, kırmızı ve mor renkte olan çeşitleri çoktur. Memleketimizde, ılıman iklimli yörelerde yetişir (Bkz. Nilüfer).

Kasımpatı: Bahçelerde kenarlara, duvar diplerine ve ağaçcıklar arasına dikilerek, süslemede kullanılır. Japonların milli çiçeğidir. Çiçekleri; beyaz, krem, sarı, mor, bronz ve pembe kırmızısı renklerde olan çeşitleri vardır. Memleketimizde don tehlikesi olmayan yerlerde yetiştirilmektedir.

Bunlardan başka bölgenin iklimine göre bahçelerde çok çeşitli çiçekler yetiştirilmektedir.

BAHİRA

Peygamberimiz Muhammed aleyhisselamın çocukluk zamanında yaşamış Süryani rahibi. Zamanın ilim ve fennine aşina, kozmografya ve astronomi ilminde geniş bilgi sahibiydi. Tevrat ve İncil'de ahir zaman peygamberi ile ilgili bahisleri okumuş ve onun alametlerini öğrenmişti. Teslis (Trinite: üç tanrı) inancını kabul etmediği için, diğer papazlar tarafından kiliseden kovulmuştu. Peygamber efendimiz çocukluğunda amcası Ebu Talib ile Şam'a giderken,Beriyye-i Şam tarafında Busra denilen yerde Bahira'ya rastladı. Bahira, Muhammed aleyhisselamı ve onun başı üzerinde gölge yaparak gezinen bulutu, yaslandığı ağacın dallarının yeşerip çoğalması gibi alametleri görünce, O'nun ahir zaman peygamberi olduğunu anladı. Kervandakileri yemeğe davet etti. Daha sonra Muhammed aleyhisselamın sırtındaki nübüvvet mührünü görerek, O'nun peygamber olduğuna inandı ve peygamberliğini müjdeledi. Bu bakımdan peygamberlik bildirilmeden önce hazret-i peygambere inanmış ise de, hazret-i Peygamberin peygamberliğini açıkladığı zamana yetişememiştir.

Bahira papazlar tarafından tard edildikten, sürüldükten sonra, Şam'dan Musul'a giden yol üzerinde bir manastır edinerek, gelip geçenlere Allahü tealanın bir olduğunu, putlara tapmanın yanlışlığını anlatırdı. Talebelerinden Mühezzeb isimli bir zata bu sözlerini yazdırıp, El-Enba  adıyla bir kitap bırakmıştır.

BAHREYN

DEVLETİN ADI

Bahreyn Devleti

BAŞŞEHRİ

Manama

NÜFUSU

516.000

YÜZÖLÇÜMÜ

661 km 2

RESMİ DİLİ

Arapça

DİNİ

İslam

PARA BİRİMİ

Bahreyn Dinarı

Basra Körfezindeki adalar topluluğunda kurulan küçük bir körfez devleti. Suudi Arabistan'ın 21 km doğusunda yer alır.

Tarihi

Bahreyn Adaları, tarih boyunca ticari ve stratejik öneme sahib olmuştur. 1520'den 1602 yılına kadar Portekizlilerin işgalinde, 1602 yılından 1783 yılına kadar Safevilerin kontrolü altında kaldı. 1783 yılında, şu anda iş başında bulunan halife ailesi idareyi ele geçirdi. On dokuzuncu yüzyılda İran, Mısır ve devlet kurmak için çalışan Suudiler ele geçirmeye çalışmışlarsa da, İngilizler daha atik davranarak Halife ailesi ile 1820'de bir dostluk anlaşması imzaladılar. Bu vesile ile bölgenin zengin kaynaklarına göz diken İngiltere burayı sömürge haline getirdi ve uzun seneler tabii kaynaklarından istifade etti. Aynı zamanda da köle ticareti yaptı. Uzun yıllar İngiliz sömürgesi olarak kaldı. Nihayet 1972 yılında Katar'la beraber bağımsızlığını ilan etti. 1973 yılında anayasası yürürlüğe kondu. 1991'de çıkan Körfez Savaşı sırasında müttefiklerin safında yer aldı.

Fiziki Yapı

Bahreyn 3 büyük adadan meydana gelir. En büyük adası Bahreyn Adası olup, 48 km uzunluğunda ve 19,3 km genişliğindedir. Başşehri Manama, bu ada üzerinde yer alır. Diğer büyük adaları Muharrak ve Sitra'dır. Kıyıları nakliyat ve gemilerin yaklaşması için elverişlidir. Adalar genel olarak denizden fazla yüksek değildir. En yüksek yeri 137 m ile Bahreyn Adasındaki bir tepedir.

İklim

Bahreyn Adalarında iklim, yazları sıcak ve nemli, kışları serin ve yağışlıdır. Yazın aylık sıcaklık ortalaması 29oC'nin üstündedir. Senelik yağış ortalaması 76 milimetredir. Adada çok az vahşi hayvan vardır. Bunlar arasında ceylan, yabani tavşan, kertenkele vb. sayılabilir. Kışın buraya göç eden pek az sayıda kuş türleri vardır.

Nüfus ve Sosyal Hayat

Nüfus genellikle Bedevilerden teşekkül eder. Hindistan'dan, Pakistan'dan, İran'dan, Avrupa ve Amerika'dan gelen çeşitli insanlar da vardır. Bunlar 140.000 civarındadır. Nüfus hızla artmaktadır. 516.000 nüfusu olup, yöneticiler dahil halkın yarısı sünnidir. Diğer yarısının çoğu şiidir. Geri kalanlar da çeşitli dinlere mensuptur. Resmi dili Arapçadır. Okur-yazar oranı % 75,1'dir. Diğer İslam ülkelerine olduğu gibi, burada da İngilizler, yıllarca halkın inanç ve kültürünü bozmak için uğraşmışlar, bozuk fikirleri aralarına sokmuşlardır. Bu devletin de yıllarca geri kalmasına sebeb olmuşlardır.

Siyasi Hayat

Bahreyn bir nevi sultanlık şeklinde olan şeyhlikle idare edilir. Üst idari kademelerde halife ailesinden biri bulunur. Mahalli idarelerdeki meclis üyelerinin yarısını şeyh ailesi tayin eder, yarısı da seçimle gelir. Şeyhlik babadan oğula geçer.

Ekonomi

Bahreyn bir petrol ülkesidir. 1920'li yıllardan itibaren petrol kuyuları yabancı şirketler tarafından işletilmeye başlamıştı. Uzun zaman yabancı şirketler tarafından çalıştırılan petrolün büyük hissesi, ancak 1975 yılında Bahreyn'in eline geçti. Sitra'da modern bir petrol rafinerisi vardır. Senede 25 milyon varil ham petrol üretilir ve 11 milyon tonunu işler. Devlet gelirlerinin % 80'ini petrol teşkil eder.

Bahreyn'de petrolden önce inci çıkarımı başta gelirdi. Kalitesi çok yüksekti. Organizasyon eksikliği ve dış pazarlara açılamama sebepleriyle inci üretimi İkinci Dünya Savaşından sonra düşmüştür. Gemicilik, gemi yapımı ve mobilyacılık ileri gitmiştir. Bahreyn'in üçte ikisinde tatlı su yoktur. Geri kalan kısmı da kumlu ve kireçli topraklarla kaplı olup, çok az kısmı ziraate elverişlidir. Ülkede kişi başına düşen milli gelir, 6360 dolardır.