B
Türk alfabesinin ve bazı istisnalar dışında dünyada kullanılan belli başlı alfabelerin hemen hepsinin ikinci harfi. B harfinin, eskiden kullanılan birçok alfabede ve Orhun alfabesinde ....... eb ev manasını veren çadıra benzeyen bir işaretten gelmiş ve zamanla “b” sesi "v" olmuştur. Ayrıca ince ünlülerle kullanılan b sesi yanında kalın ünlülerle kullanılan başka bir b (......) sesi de vardır. En eski Sümer çivi yazısında, ab fonetik hece değerinde kullanılan bir ev resim yazısına, Sümer Akkad çiviyazı sisteminde de aynı şekilde resim yazısına rastlanmıştır. Klasik Fenike, Yunan ve Latin alfabelerinde de ana hatlarıyla bir ev planını gösteren model esas alınmıştır.
DİKKAT! YUKARIDAKİ PARAGRAFTA ... İLE GÖSTERİLEN İKİ YERE GERÇEK HARFLERİ PİKAJ EDİLECEK
Bu harf dudaklardan çıkar. Kapanan dudakların arkasında havanın birikmesi ve açılınca dışarı çıkması ile meydana getirilir. B sesi sedalı bir sestir, yani çıkış esnasında ses telleri titreşir. Aynı şekilde çıkarılan “p” ile çıkış yerleri bir olmasına rağmen aralarındaki fark “p” nin patlamalı, yani sedasız bir ses oluşudur.
B, tek başına bor elementini ifade etmek ve B vitaminlerini belirtmek için de rumuz olarak kullanılır.
Ortadoğu Arap ülkelerinde faaliyet gösteren, bu bölgedeki Arap devletlerini bir tek Arap milleti halinde birleştirmeyi ve sosyalist fikirleri yaymayı gaye edinen siyasi parti. Tam adı; Hizb el-Ba's el-Arabi el-İştiraki= Arap Sosyalist Baas Partisi veya Arap Sosyalist DirilişPartisi olan Baas Partisi 1953 senesinde Michel (Mişel) Eflak ve Ekrem Havrani tarafından kurulmuştur.
Annesi Yahudi, babası Fransız olan Michel Eflak ve Salah el-Bitar 1943 senesinde Şam'da Arap Diriliş Partisini kurdular. Daha sonra da Ekrem Havrani tarafındanArap Sosyalist Partisi kuruldu. 1953 senesinde bu iki parti birleşerek Arap Sosyalist Baas Partisi teşekkül etti. Kısa bir müddet içinde Ürdün, Irak, Libya, Suriye ve Aden gibi ülkelerde teşkilatlanan BaasPartisi Suriye dışındaki ülkelerde faaliyetlerini gizli olarak sürdürdü. Nasır sosyalizmini ve onun milletlerarası tarafsızlık politikasını savunan Baas Partisi, çeşitli ülkelerde yaşayan Arapların tek millet halinde birleştirilmesi ve bu şekilde diğer İslam ülkeleriyle olan münasebetlerinin kesilmesi için çalıştı. Faaliyet gösterdiği ülkelerde iktidarda bulunan hükümetlere karşı düzenlenen mahalli ayaklanmaları destekledi. 1957 Nisanında Abdullah Rimavi tarafından Ürdün'de düzenlenen ayaklanma neticesinde, burada Baas Partisi parçalandı. Suriye'de 1949'dan beri iktidarı elinde bulunduran Edip Çiçekli'nin düşmesinden faydalanan BaasPartisi on sekiz üyesini millet meclisine soktu. Ekrem el-Havrani 1955'te Meclis Başkanı oldu. 1955 senesi Şubatından başlayarak hükumette yer alan Baas Partisi 1958 yılında BirleşikArap Cumhuriyetinin kurulması için çalıştı. Bu birleşmenin doğurduğu neticeleri, mesela siyasi partilerin ve Baas Partisinin kapatılmasını ve idarenin Albay Nasıra bırakılmasını kabul etmedi.
Diğer taraftan 14 Temmuz 1958'de Irak'ta meydana gelen ihtilal, Baas Partisine beklediğini veremedi. Mart 1959'da Kasım'ın, Musul'daki başarısız ayaklanmanın arkasından Nasırcılara karşı uyguladığı siyaset nefrete sebep oldu. Aynı durum Lübnan'da da ortaya çıktı ve Mayıs 1958'de başlattıkları ayaklanma girişiminin başarısızlığa uğramasından sonra Baasçılar bu ülkede varlıklarına göz yumulan kişiler haline geldiler. Suriyeli Baasçılar da Nasır ile ilişkilerini kestiler ve Suriye'nin Mısır'dan ayrılmasına göz yumdular. Bu sayede Baasçı bir hükumet lehine Kasım'ı tasfiye eden 8 Şubat 1963 Bağdat hükumet darbesinden bir ay sonra Şam'da iktidarı ele geçirdiler. Sabah el-Bitar'ı iş başına getirdiler. Kısa bir müddet sonra Suriye Baas Partisi içinde görüş ayrılıkları ortaya çıktı. Ekrem Havrani'nin başında bulunduğu sosyalistler ve Michel Eflak'ın liderliğindeki Milliyetçiler karşılıklı mücadeleye girdiler. Milliyetçi kanat Mısır ile birlik kurulmasını hararetle istedi.Nihayet Nisan 1963'te Mısır-Suriye-Irak arasında üçlü birlik ilan edildi. Baasçılar, Suriye ile Irak'ın federal bir yapı içinde bağımsızlıklarını korumak ve proğramlarındaki sosyalist reformları gerçekleştirmek için mücadeleye giriştiler. Michel Eflak'ın hazırlamış olduğu Baas Anayasasında belirtilen, büyük üretim araçlarının millileştirilmesi, toprak, taşınmaz mal ve sanayi mülkiyetinin sınırlandırılması gibi uygulamalara gittiler. Baas Anayasasında belirtilen devletin din işlerine karışmaması esasından hareket edilerek dindarlara karşı bilhassa Ehl-i sünnet müslümanlara karşı baskı yoluna gittiler.
Baas Partisi, Suriye'deki Nasır'cıların tasfiye edilmesinden sonra Temmuz 1963 askeri darbe teşebbüsünü bastıran bir milis kuvveti kurdu. Irak Baas Partisi de aynı şekilde bir milis kuvveti kurmak isteyince Mareşal Arif'in muhalefetiyle karşılaştı. Mareşal Arif Baas Partisinin Nasır aleyhtarı olan kanadını bertaraf etti.
Toprak reformu adıyla mülklerine el konulan toprak sahipleri, karışıklıklar sebebiyle işleri iyi gitmeyen tüccarlar, işsiz kalan işçiler, toprak reformundan faydalanamayan köylüler, Suriye'de Baas Partisine karşı faaliyete geçtiler. Bu güçlükler parti idarecilerini bağımsızlarla uzlaşmaya sevk etti. Bu da Meclisteki muhalefetin parti içine kaymasına sebep oldu. Uzlaşmaz sosyalistlerle, ılımlılar, yaşlı Baasçılarla gençler, Nasır'cılarla Nasır aleyhtarları birbiriyle mücadeleye girdiler. Parti içinde milletlerarası Arap Birliği (panarap) komutanlığı ile Jön Türklerin ve Otoriter Sosyalistlerin başını çektiği Suriye Mahalli Komutanlığı adında iki kol halinde teşkilatlanmaya gidilmesi bölünmeyi daha da derinleştirdi. Karşılıklı mücadeleler neticesinde de Michel Eflak parti genel sekreterliğinden tasfiye edildi. 1965 mayısında Michel Eflak'ın yerine Münif Razzaz getirildi. EkremHavrani tutuklandı. Baas Partisinin Suriye mahalli komutanlığı, Milletlerarası Arap Birliği komutanlığı tarafından dağıtıldı. Şubat 1966'da Baas idaresine karşı askeri darbe teşebbüsünde bulunuldu. Suriye BaasPartisi kendi içindeki görüş ayrılıklarını gidermek içinİsrail karşısında parti dışı kişilerle birlik kurarak "Kutsal Birlik" hükümetini kurdu. 1967 Arap-İsrail savaşındaki mağlubiyet Suriye Baas Partisi içindeki iki hizip arasındaki mücadeleyi daha da hızlandırdı.
Hiziplerden birisi soldaki bütün gruplarla yakınlaşmadan yana olurken, diğeri aslına uygun bir Marksizmi savunuyordu. Suriye'de iktidarda bulunan Baas Partisi Mart 1969'da büyük bir bunalım geçirdi. Ordu, fazla SSCB yanlısı olmakla suçladığı hükumete cephe aldı. Savunma Bakanı General Hafız Esat da devlet başkanı Nurettin el-Atasi ve Baas Partisinin genel sekreter yardımcısı General Salah el-Cedid ile çatıştı. Kasım1970'de hükumet darbesinden sonra HafızEsat'ın devlet başkanı olmasıyla Suriye Baas Partisi içindeki mücadele bitti. Hafız Esat Irak'ın yardımıyla Suriye Baas partisine komplo hazırlamakla suçlanan Michel Eflak yanlılarına karşı aylarca süren bir dava açtırdı. Duruşmalar neticesinde Michel Eflak gıyabi olarak ölüm cezasına çarptırıldı. Ağustos 1971'de Hafız Esat Suriye Baas Partisi genel sekreterliğine seçildi.
Irak'ta ise 17 Temmuz 1968 hükumet darbesinden beri Baas Partisi siyaset sahnesine hakimdi. Parti, Şubat 1970'de Michel Eflak'ı parti genel sekreterliğine seçti. Kapılarını değişik siyasetlere açtı. Çeşitli milletlerin varlığı tanındı ve iki komünist lidere hükümette vazife verildi.
Baas Partisi hem Suriye'de, hem de Irak'ta iktidarda olmasına rağmen, Irak-Suriye münasebetleri bunalımlarla dolu bir çizgi takip etti. 1973 Arap-İsrail savaşında iki ülke idaresi arasında yakınlaşma olduysa da, Nisan 1975'te bu yakınlaşma tekrar bozuldu. Ekim 1978'de yeniden barış sağlandı. Bu arada Temmuz 1979'da Bağdat'ta Baas rejimine karşı bir komplonun ortaya çıkarılması Irak-Suriye ilişkilerinin yeniden bozulmasına sebep oldu. Temmuz 1980'de Salah el-Bitar Paris'te öldürüldü.
Gerek Irak'ta gerekse Suriye'de iktidarda bulunan Baas Partisi hem kendi arasında mücadele etti, hem de Baas rejimine karşı olan geniş halk kitlelerine baskı ve zulüm politikası izledi. Bilhassa Ehl-i sünnet Müslümanlara ve Arap olmayan milletlere karşı akla hayale gelmedik işkence ve zulümler yaptı. Irak'ta Musul ve Kerkük'te bulunan Türkler ve Peşmergeler evlerinden yurtlarından uzaklaştırıldılar. Müslüman Kardeşler adı verilen teşkilat mensuplarına karşı da çeşitli sindirme faaliyetleri yürüttü.
Suriye'de 1981'de yapılan seçimleri Baas Partisinin önderliğini yaptığı Ulusal İlerici Cephe kazandı. Lübnan'da Amerikan müdahalesine karşı muhalefet yürüten ve İsrail'e karşı inatçı bir siyaset izleyen Hafız Esat Suriye Baas Partisinin dış politikadaki konumunu büyük ölçüde güçlendirdi. Irak Baas Partisi ise İran'la olan yıpratıcı savaşın çıkmazına saplandığından yardım almak gayesiyle 1980'lerde batıya dönük bir siyaset izlemeye başladı.
Baas Partisinin 1985'teki sekizinci kongresinde Müslüman Kardeşler Teşkilatını ortadan kaldırmaya yönelik tedbirler, zirai kalkınma için yapılması gereken çalışmalar görüşüldü. Dış politikada Camp David antlaşmasının bozulması için çalışılması, İsrail işgalindeki toprakların kurtarılması için Lübnan'a yardımın sürdürülmesi kararlaştırıldı. Irak-İran savaşının, Irak'ı Araplar için en önemli dava olan Arap-İsrail çatışması dışına çekildiğinden yakınılırken, ABD'ye karşı olması sebebiyle İran devrimi medh edildi.
Kongre bağlantısızlar hareketini destekleyeceğini, S.S.C.B ile yakın ilişkilerini sürdüreceğini açıkladı. 1986'da Suriye'de yapılan seçimleri yine Baas önderliğindeki Ulusal İlerici Cephe kazandı. Irak'ta ise Saddam Hüseyin'in Baas Partisinin idaredeki etkisini azaltmaya yönelik çalışmaları dikkati çekti. 1989'daki Ulusal Meclis seçimlerinde Baas Partisinin adayı meclise girmeyi başardı. 23 Haziran 1989'da Baas Partisinin kurucularından Michel Eflak sürgünde bulunduğu Paris'te öldü.
Diğer Arap ülkelerinde Baas Partisi idarede etkili olamamasına rağmen Suriye ve Irak'ta etkisini sürdürmektedir.
(Bkz. Batı Avrupa Birliği)
İstanbul’un Haliç tarafında gemiler kapısının yanında bulunan kuledeki zindan. Burada her hangi bir suçtan dolayı idamına karar verilen yeniçeriler ile borçlarını ödemeyenler bulunurdu. Harun Reşid zamanında elçi olarak gönderilen İmam-ı Hüseyin soyundan Seyyid Cafer’in Bizans İmparatoru tarafından burada şehid edildiği rivayet edilmektedir. Bu sebeple bu kuleye Baba Cafer adı verilmiştir. 1826 yılına kadar böylece adlandırılan Baba Cafer, Yeniçeri Ocağının kaldırılmasından sonra hükumet tarafından Bab-ı Cafer olarak değiştirilmiştir.
Bizanslılar zamanında da hapishane olarak kullanıldığı bilinen bu yer, 1831 yılına kadar aynı hizmeti gördü. Sultan İkinci Mahmud Han hapishaneyi Sultanahmed’de kurulan karakola kaldırtınca buranın fonksiyonu zamanla kayboldu.
Evliyanın büyüklerinden. Hace Ubeydullah-ı Ahrar hazretlerinin talebesidir. Baba Haydar Semerkandi diye tanınmıştır. Doğum tarihi kesin bilinmemektedir. Semerkant'ta doğdu. 1550 (H. 957) senesinde İstanbul'da vefat etti.
Küçük yaştan itibaren doğum yeri olan Semerkant'ta Ubeydullah-ı Ahrar hazretlerinin derslerine ve sohbetlerine devam eden Baba Haydar Semerkandi, tasavvuf yolunda ilerledi. İcazet (diploma) alıp, Mekke-i mükerremeye gitti. Bir müddet orada kaldıktan sonra İstanbul'a geldi. İstanbul'da Eyyub Sultan Camiinde ibadet ve taatla meşgul oldu. Halleriyle ve nasihatleriyle insanlar arasında tanındı. Zamanın padişahı Kanuni Sultan Süleyman Han, Baba Haydar Semerkandi'nin adını ve üstün hallerini işitip ona iltifat gösterdi. Onun için, Eyub Nişancası'nda Cezeri Kasım Paşa Camiine inen yol üzerinde Baba Haydar Camiini ve dergahını yaptırdı. Cami inşaatı tamamlanınca, Baba Haydar Semerkandi burada yerleşip cemaate namaz kıldırdı, vaz ve nasihatta bulundu. Baba Haydar Efendi, camideki vazlarında ve dergahındaki sohbetlerinde insanlara İslam dininin emir ve yasaklarını anlattı. İslam bilgilerinin yayılmasına ve güzel ahlakın yerleşmesine hizmet etti. 1550 (H. 957) senesinde İstanbul'da vefat etti. İmamlık yaptığı caminin bahçesinde defnedildi. Kabri, onu sevenler ve tanıyanlar tarafından ziyaret edilmektedir.
Anadolu'da yetişen evliyadan. Doğum tarihi bilinmemekte olup, Sivrihisarlıdır. 1512 (H. 917) senesinde İstanbul'da vefat etti.
Hacı Bayram-ı Veli hazretlerinin kurduğu Bayramiyye yolunda yetişmiş, edeb sahibi ve olgun bir zat olan Baba Yusuf Sivrihisari'yi Sultan İkinci Bayezid Han, Bayezid Camiini yaptırınca, caminin açılışına davat etti. Bayezid, Camiinde kılınan ilk Cuma namazından önce tesirli bir vaz veren Baba Yusuf Sivrihisari, Sultan İkinci Bayezid Hanın iltifat ve ihsanlarına kavuştu. Bir müddet İstanbul'da kaldıktan sonra memleketine döndü. Sonra hac ibadetini yerine getirmek üzere Mekke-i mükerremeye gitti. Bir sene Mekke'de kalıp, ertesi sene Medine-i münevvereye gitti ve Resulullah efendimizin kabrini ziyaret etti. Daha sonra İstanbul'a dönüp, Yavuz Sultan Selim Hanın padişahlığının ilk zamanlarında vefat etti. Eyyub Sultan Türbesi civarındaki kabristana defnedildi.
Baba Yusuf Sivrihisari, İslam dininin emirlerine uymak, yasaklarından kaçmak hususunda çok dikkatli davranırdı. İnsanlara vaz ve nasihat ederdi. Sözleri çok tesirliydi.
On üçüncü yüzyılda Anadolu'da Baba Resul ve onun adamlarından Baba İshak tarafından Selçuklu Devletine karşı başlatılan siyasi isyanlar.
Anadolu Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad 1237'de vefat edince, yerine İkinci Gıyaseddin Keyhüsrev geçti. Fakat, babası gibi dirayetli olamayınca, Moğol istilasından kaçarak Anadolu'ya gelen göçebe Türkmenler, bölgede büyük bir karışıklığın çıkmasına yol açtılar. Bu fırsattan istifade etmesini bilen Baba Resul adında birisi, Sultan'ın zalim olduğunu, Allah yolundan ayrıldığını, kendisinin bu zalim ve yolsuzluklara son vermek üzere Allah tarafından peygamber olarak vazifelendirildiğini söyleyerek halkı isyana teşvik etti. Adamlarından Kefersutlu bir Yahudi olan Baba İshak'ı da Türkmenleri isyana teşvik için Güneydoğu Anadolu'ya gönderdi. Baba İshak'ın Müslüman ve zahid olarak kendisini göstermesi, cahil halkı aldattı. Batıniliğe ait sapık fikirlerini Türkmenler arasında yaydı. Amasya dolaylarında geleceği beklenen peygamberin çıktığını söyleyerek halkı isyana teşvik etti. Baba İshak ve taraftarları geçtiği yerleri yağma ve talan ederek, Amasya'ya ulaştılar.
Sultan İkinci Gıyaseddin Keyhüsrev, Mübarizüddin Armağan Şahı Amasya valiliğine tayin etti ve isyanı bastırmakla vazifelendirdi. Mübarizüddin Armağan Şah, Baba Resul'ü yakalatarak idam ettirdi. Karşı harekete geçen Baba İshak ve taraftarları ise, Mübarizüddin Armağan Şahı şehid ettiler. Baba Resul'ün ölmediğine, göklere çıkıp meleklerin yardımını getireceğine inanan Babailer, Konya'ya doğru yürüdüler. Sultan İkinci Gıyaseddin Keyhüsrev topladığı altmış bin kişilik orduyu Necmeddin Behramşah'ın idaresinde Babailer üzerine gönderdi. 1240 sonbaharında Kırşehir yakınlarındaki Malya Ovasında meydana gelen şiddetli savaşta Baba İshak ve taraftarları mağlub oldu. İsyancıların büyük bir kısmı kılıçtan geçirildi. Reisleri olan Baba İshak da bu savaşta öldürüldü.
Selçuklu Devletini şiddetli bir şekilde sarsan babailik İsyanının bastırılmasıyla büyük bir fitne önlenmiş oldu. Daha sonraki zamanlarda bilhassa Türkmenler arasında Babailiğe ait inançların izleri görülmüşse de yerleşik hayata geçilmesi ve İslam dininin sağlam kaynaklardan öğrenilmesi neticesinde, bu tesir tamamen kaybolmuştur.
Anadolu Türk tarihi boyunca en geniş ve en büyük ayaklanmalardan biri olan Babai İsyanı, Anadolu Selçuklu Devleti tarihinde bir dönüm noktası teşkil eder. Bu isyan sebebiyle devletin siyasi, iktisadi ve ictimai nizamı sarsıldı. O zamana kadar Anadolu Selçuklu Devletine karşı harekete geçemeyen Moğollar, 1243'te bu zayıf durumdan istifade ederek Anadolu'ya saldırdılar ve Anadolu'yu tamamen yağmaladılar.
Avrupa'da modern bilgisayarların başlangıç çalışmalarını yapan matematikçi, İngiliz bilim adamı. 1791’de Totnes Devon’da doğdu. Cambridge’de matematik profesörlüğü yaptı ve İngiliz Kraliyet Astronomi kuruluşunu gerçekleştirenler arasında bulundu. Fakat esas ilgisini hesap makinaları çekmiş olup, birbirini takib eden tam sayıların karelerini hesaplamak içini Fark Makinası ve daha ileri matematik işlemler için Analitik Makinayı yapmayı düşündü ise de o zamanın malzeme ve imalat tekniği yeterli olmadığı için, bu iki makina imal edilemedi.
Avrupa kıtasındaki hesap metodlarının İngiltere’de yaygınlaşmasını sağlamak için kurulan Analitik Toplum’un iki kurucusundan biridir. Hayat sigortasının yaygın hale gelmesini sağlarken, pekçok çeşitli mekanik buluşlar yapmıştır. 1832’de yayınlanan Makina ve İmalat Ekonomisi Üzerine adlı kitabında imalatın verimliliğini incelemekte ve bu hususta genel metodlar vermektedir. 1871’de Londra'da öldü.
Abbasi idaresine karşı isyan eden Azerbaycan taraflarındaki Hurremilerin reisi. Azerbaycan’da doğmuş olup, doğum tarihi bilinmemektedir.
Mecusi bir ailenin çocuğudur. Mejdek tarafından ortaya konan komünist fikirlerini savunan Hurremiye fırkasının reisi oldu. 816 yılında Bizanslıların kışkırtması ile Abbasi Devleti’ne isyan etti.
Bizanslılarla harp halinde olan Halife Me’mun, Babek ile meşgul olamadı. Bunu fırsat bilen Babek, Abbasi Halifesi Me’mun’a düşman olan Ermenileri de toplayarak Azerbaycan’a hakim oldu. Böylece Abbasi Devletinin en önemli meselesi haline gelen Babek isyanı Halife Me’mun’un vefatından (833) sonra yerine geçen Mu’tasım zamanında da olmak üzere 20 sene sürdü. Babek’in nüfuzu Fars ve İsfehan şehirlerine kadar yayıldı. Halife Mu’tasım, meşhur Türk komutan Afşin’i, Babek isyanını bastırmakla vazifelendirdi. Afşin, Hurremiler ile iki yıl savaştı. Nihayet 836’da el-Bazz’da Babek ve taraftarlarını büyük bir bozguna uğrattı. Babek yakalanarak Samarra’ya getirildi ve idam edildi 838 (H. 222).
Babekiyye veya Hurremiye diye bilinen bu fırkanın temel görüşleri Mecusiliğin kurucusu Mejdek’in fikirlerinin aynısıdır.
Tenasühe (ruhların nakli) ve Babek’in peygamber hatta ilah olduğuna inananları vardı. Bütün haramları mübah sayarlar. Kadın erkek içkili eğlenceler tertip ederek, her şey herkesin malıdır, zevceleri değiştirmek helaldir, herkesin malları ve yaşayışları eşittir, şahsi tasarruf yoktur, bütün insanlar eşit ve her şeyde ortaktırlar, zenginler mallarını fakirlere vermelidir, derlerdi.
Büyük servetler biriktiren Babek, El-Bazz şehrinde pekçok kadın ile içki ve çalgı alemleri yapardı. Çok zalim olup, yirmi senede öldürdüğü Müslüman sayısı iki yüz elli bini aşmıştır.
Alm. Hohe Pforte, Fr. Sublime-Porte, İng. Sublime Porte. Osmanlı Devletinin son döneminde sadrazamlık makamına ve hükümete verilen ad. Babıali "yüce kapı" manasına gelmektedir. Osmanlılarda "kapı" kelimesinin yanısıra aynı anlama gelen Farsça "der" ve Arapça "bab" kelimeleri "padişah ve sadrazam sarayı, devlet ve hükümet dairesi" manasında kullanılmıştır. İslam ve Türk tarihinde birliğin ve kuvvetin temsilcisi olarak kabul edilen devletin ve hükümetin merkezleri yüksek ve yüce olarak bilinmiş, dolayısıyla buralara aynı manada olmak üzere Dergah, Bab-ı Saray, El-Bab-üs-Sultaniye, Bab-ı Hümayun, Bab-ı Ali, Bab-ı Asafi ve Paşa Kapısı gibi isimler verilmiştir.
Osmanlılarda İstanbul başkent oluncaya kadar devletin bütün işleri padişah saraylarında görülürdü. Padişahın başkanlığında devletin ve halkın işlerine "divan" denilen bir mecliste bakılırdı. Divan Osmanlıların ilk kuruluşundan beri vardı. Fatih Sultan Mehmed, çıkardığı Kanunname'yle bunu esaslara bağladı. Önceleri padişahlar divana başkanlık ederken bu görev sadrazamlara geçti. Ancak mühim kararlar alınacağı zaman yine padişahlar divana katılır ve başkanlık yaparlardı. Bu durum 17. yüzyılın ikinci yarısına kadar devam etmiştir.
Sadrazam başkanlığındaki teşkilata önceleri Vezir Kapısı, Bab-ı Asafi ve Paşa Kapısı gibi isimler verilmiş 18. yüzyılın sonlarında ise Babıali denilmeye başlanmıştır. Paşa Kapısı sadrazamın oturduğu yere göre İstanbul'un çeşitli semtlerine taşınmıştır. Genellikle Mahmudpaşa, Gedikpaşa, Atmeydanı, Yerebatan semtlerinde bulunmuştur. 17. asırdan itibaren Paşakapısı'nın Alayköşkü'nün karşısına taşınması ve istisnalar hariç sadrazamların burada oturmalarıyla Babıali olarak bilinen yer ortaya çıkmıştır. Bu mahalde ilk konağı, Sultan Birinci Ahmed'in sadrazamlarından Derviş Paşa yaptırmıştır. Sadrazam Halil Paşa da, Alayköşkü karşısında şimdiki Başbakanlık Arşivi binasının bulunduğu yerde bir saray inşa ettirmiştir. Bunu sonradan Sultan Dördüncü Mehmed tamir ettirip düzelttikten sonra, Sadrazam Derviş Mehmed Paşaya hediye etmişti. Sonra da Paşa Kapısı için burada karar kılınmıştı.
1830'larda nezaretlerin kurulmasına kadar Babıali'nin çalışma düzeni kendine has bazı özellikler taşımaktadır. Bu dönemde sadrazamın yardımcısı sıfatıyla Babıali'de Sadaret Kethüdası, Reisülküttab ve Çavuşbaşıya bağlı üç büyük daire mevcuttu. Kethüdanın Babıali'deki dairesi Alay Köşkü karşısındaki büyük kapının üzerindeydi. Kethüda daha çok dahili işlerle uğraşırdı. Vilayetlere giden yazılar ve gelenlerin cevapları burada hazırlanır, incelenir, asılları gönderilir, suretleri ise defterlere kaydedilirdi. Bugün Başbakanlık Osmanlı Arşivinde Kethüda Kalemine ait binlerce belge bulunmaktadır. Reisülküttab ise Sadaret Teşkilatındaki yazışmaları idare ederdi. Kendisine bağlı beylikçi, tahvil ve ruus kalemleri adıyla üç büro bulunmaktaydı. Suçluların yakalanması ve cezalandırılması gibi adli işleri ise Çavuşbaşı idare ederdi. Çavuşbaşı sadrazama verilen arzuhalleri ya bizzat kendisi inceler veya tezkirecilere inceletirdi. Sonra bunları ilgili mahkemelere havale ederdi. Çavuşbaşının emri altında 600'den fazla çavuş görev yapardı. Babıali'de üst düzeydeki bu üç görevliden sonra ikinci derecede büyük ve küçük tezkireciler, mektupçu, beylikçi, teşrifatçı ve kahya katibinin oluşturduğu altı müsteşar gelmekteydi. Daha sonra bu memur kadrosu Osmanlı bürokrasisini teşkil edecek tarzda genişletilmiştir.
Nitekim 1830'lardan sonra nezaretlerin kurulmaya başlanmasıyla Babıali yavaş yavaş yeni teşkilat ve çalışma dönemine girmiştir. Bilhassa 1838'de teşkil edilen Meclis-i Vala'yı Ahkam-ı Adliyye ile Dar-ı Şura-yı Babıali adlı iki meclis Babıali'nin gelişmesinde ve çalışmalarında önemli bir merhaleyi gerçekleştirmişlerdir. İdari, adli ve askeri sahada Dar-ı Şura'da alınan kararlar Meclis-i Valaya giderdi. Burada görüşülüp kabul edilenler ise sadrazam tasvibinden sonra padişahın tasdikiyle kesinlik kazanırdı. Tanzimatın ilanı ile bu iki meclis birleştirildi ve Babıali'deki yeni binasına taşındı. Çalışmalarına burada aralıksız devam eden yeni meclis, 1854'te Meclis-i Ali-yi Tanzimat ve Meclis-i Ahkam-ı Adliyye olarak tekrar ikiye ayrıldı. 1861'de yeniden birleştirildi ise de 1868'de Şura-yı Devlet ve Divan-ı Ahkam-ı Adliyye adlarıyla yeniden ikiye ayrılarak son şeklini aldı. Şura-yı Devlet idari işlere, Divan-ı Ahkam-ı Adliyye ise yargı işlerine bakmaya başladı.
1847 yılından itibaren yayınlanmaya başlayan devlet salnamelerine göre Babıali heyeti adı altında sadaret Dairesi, Şura-yı Devlet, Dahiliye Nezareti, Hariciye Nezareti yer almaktadır.
Babıali'dememurlar sabahları gün doğumunda işe başlar, akşamdan bir saat önce işlerinden ayrılırlardı. Ne suretle olursa olsun, izinsiz iş yerlerinden ayrılmaları yasaktı. Babıali'yi en çok meşgul eden konular iç ve dış siyasi meselelerdi. 19. asırda merkez ve eyalet teşkilatında pekçok değişiklikler yapılmıştı. Bu düzenlemelerin yanında eyaletlerin ekonomik durumundan, etnik ve dini yapısından kaynaklanan pekçok problemleri mevcuttu. Babıali her konuda uzmanların raporlarına dayanarak çeşitli ıslahatlar yapardı. İhtilaflı yerlere uzun veya kısa vadeli müfettişler gönderilerek huzursuzluk hakkında bilgi alınır ve ona göre tavır konulurdu. Gayri müslim cemaatlerin meseleleri de Babıali'yi en çok meşgul eden meselelerden biri olmuştur. Diğer taraftan 18. asrın sonlarından itibaren diplomasinin öneminin artması ve Osmanlı Devletinin sık sık Batının ültimatomlarına maruz kalması dış meselelerin artmasına da yolaçmıştır. Bilhassa Fransa, İngiltere ve Rusya'nın Osmanlı Devletinin iç işlerine karışması Babıali'yi rahatsız etmiş ve çeşitli diplomatik yollarla cevap vermeye zorlamıştır. Bu tür yabancı müdahaleler Babıali'yi zaman zaman güç durumlara düşürmüş ise de devlet olmanın tecrübesinin artması ve onların dış siyasette olgunlaşması gibi neticelere de sebep olmuştur. Halkın davalarının dinlenmesi de Babıali'nin önemli işlerinden biridir. Tanzimat öncesi dönemde sadrazamın huzurunda huzur mürafaası adıyla bakılan davalar vardı. Babıali'de sadrazam divanında cuma günü Rumeli ve Anadolu kazaskerleri, çarşamba günleri ise İstanbul kadısı halkın şikayetlerini dinlerdi. 1838'de ise Dahiliye Nezareti işlerinin başvekalete devredilmesi ve dolayısıyla muamelatın artması üzerine huzur mürafaaları Babıali'den Bab-ı Meşihata nakledilmiştir.
Sultan Abdülmecid ve Sultan Abdülaziz Han devirleri Babıali'nin devlet idaresinde tamamen nüfuz sahibi olduğu bir devreyi teşkil eder. Bu devreden sonra devlet idaresi padişahların eline geçmiş ve İkinci Meşrutiyete kadar bu idare tarzı devam etmiştir.
Osmanlı Devletinin yıkılması ile birlikte Babıali'nin bulunduğu bina Büyük MilletMeclisi Hükümetinin İstanbul Mümessilliğine tahsis edilmiş, sonra da bugün olduğu gibi İstanbul Valiliğine verilmiştir.
İttihat ve Terakki Cemiyetinin hükumeti ele geçirmek için 23 Ocak 1913’te yaptıkları kanlı baskın. İttihat ve Terakki komitesi İkinci Meşrutiyetin ilanından ve 31 Mart Vak’asından sonra orduya dayanarak hükumeti ele geçirmişlerdi. Yalnız kısa bir zaman sonra asker ocağını siyasetle uğraştırmanın cezasını çekerek “Halaskar Zabitan Grubu”nun tazyikiyle yıkıldılar. Fakat tekrar orduyu elde etmek suretiyle yeniden iş başına gelmek için gizli bir faaliyete giriştiler.
Nitekim Balkan Savaşının şiddetle cereyan ettiği ve düşman ordularının İstanbul kapılarına dayandığı sırada, İttihatçılar, Kamil Paşa Hükumetini devirmek ve çeşitli entrikalarla hükumeti elde etmek için çalışıyorlardı.
Önce Balkan Savaşının neticeleri ne olursa olsun, büyük devletlerin sınır değişikliğine müsaade etmeyecekleri, bu sebepten Türkiye’nin zararı olmayacağı propagandasını yaptılar. 81 yaşındaki Kamil Paşa bir ara istifa edip yeni bir kabine kurmayı düşündü. Sonra bu fikrinden vazgeçince İttihatçılar bu sefer Kamil Paşanın Edirne’yi Bulgarlara bıraktığı şeklinde akıl almaz ve yıkıcı bir propagandaya giriştiler. Bu arada başkumandan vekili Nazım Paşa, Sadrazamın muhalefetine rağmen, orduda bozgunculuk yaptıkları için tevkif edilen İttihatçıları serbest bıraktı. Nazım Paşa daha önce Kurmay Albay Cemal Beyi Menzil Müfettişi Umumisi, Kurmay Yarbay Enver Beyi de Kolordu Kurmay Başkanı yapmıştı. Böylece en stratejik merkezlere İttihatçılar getirilmişti. Bütün bu işler Balkan Savaşının en acıklı günlerinde cereyan ediyordu.
23 Ocak 1913 günü Bulgarlar, Edirne ve Çatalca önlerindeyken, Kurmay Albay Enver Bey (Paşa) sabıkalılardan müteşekkil 20-50 kişilik bir çete ile Babıali’yi bastı. Babıali’yi muhafaza ile ilgili muhafız bölüğü, Dahiliye Nazırının haberi olmadan Cemal Bey (Paşa) tarafından yerlerinden alınmış ve başka bir yere götürülmüştü. Böylece baskıncılar rahatça içeri girdiler. Baskının kanlı safhaları dış sofada cereyan etmiştir. Dış sofa mücadelesinde 11 kişi öldürüldükten sonra başlarında Enver ve Talat beylerin bulunduğu çeteciler iç sofaya daldılar. Kendilerini engellemek isteyen sivil polis komiserini öldürdükleri sırada Harbiye Nazırı Nazım Paşa ile karşılaştılar. Nazım Paşa, Enver’e; “Beni aldattın hani siyasetle uğraşmayacağına dair namus sözü vermiştin!” deyince, fedaisi Yakub Cemil’in tabancasından çıkan kurşunla alnından vurularak öldürüldü.
Bundan sonra Talat ve Enver Beyler sadrazam Kamil Paşanın odasına girerek onu istifaya zorladılar. Ancak Kamil Paşa, devletin içinde bulunduğu durumu izah ederek böyle bir darbeyle hükumetten çekilmesinin felaketi artıracağını söyledi. Fakat silahla tehdid edilmesi üzerine istifa etti. Böylece yaşlı sadrazamın siyasi hayatı sona erdi. Bu sırada Babıali Baskınını duyanlar mahşeri bir kalabalık meydana getirmişlerdi. Toplanan kalabalığa İttihatçıların meşhur hatibi Teğmen Ömer Naci nutuk çekiyordu. Sokaktaki kalabalık arasında Almanya Büyükelçiliği Baştercümanı da vardı. Baskın planı için, Almanya Büyükelçiliğinde yapılan toplantı sonunda, Berlin’in izni alındığı açıkça görülüyordu. 1876 ve 1909 darbelerinin arkasında İngiltere vardı. Almanya ise Türkiye’de ilk defa bir darbeye karışıyor ve destekliyordu.
Sadrazamın istifa mektubunu alan Enver Bey, saraya gitti. Babıali’de kalan Talat Bey, kendini “Dahiliye Nazır Vekili” tayin ederek bu ünvanla valilere emirler gönderdi. Kamil Paşa Hükumetinin Adalarla Edirne’yi düşmana verdiği için millet ve ordu tarafından iskat edildiğini bildirdi. Halbuki ne Edirne, ne de Adalar Kamil Paşa tarafından düşmana asla verilmiş değildi. Edirne’yi güya kurtarmak iddiasıyla Babıali’yi basıp hükumeti zaptetmiş olan İttihat ve Terakki komitesi, Kamil Paşanın kabul etmediği bu yerlerin teslim şartını hiç sıkılmadan kabul ederek, bütün Rumeli topraklarıyle beraber Edirne’yi de düşmana terk etti. Bu tarihi ihanetlerini de ters-yüz ederek millete anlattılar.
Bu hükumet darbesinden sonra sadrazamlığa Mahmud Şevket Paşa getirildi. Babıali baskını neticesinde İttihatçılar fiilen yeniden iktidara geldiler.
Alm. Brände in der Hohen Pforte, Fr. Incendies de la sublime-Pote, İng. Fires on Sublime Porte. Osmanlı Devletinin idari merkezi olan Babıali'nin; 1740, 1755, 1808, 1826 ve 1839 senelerinde tamamen, 1878 ve 1911 senelerinde ise kısmen yanmasına sebeb olan yangınlar.
1740 yangını: Bu yangın sadrazam Mehmed Paşanın devrinde vuku bulmuştur. Harem ağalarının oturdukları kısımda başlıyan yangın kısa bir sürede binayı sarmış, havanın rüzgarlı olması yüzünden arz odası, hasır odası ve bitişik daireler tamamen yok olmuştur. Devrin padişahı Sultan Birinci Mahmud, söndürme çalışmalarına bizzat nezaret etmiştir. Ancak kısmen kurtarılan kısımlar da, birkaç gün sonra çıkan bir yangınla yanarak kül olmuştur.
1755 yangını: Silahdar Tevkii Ali Paşanın sadrazamlığı sırasında meydana gelen yangın esnasında Babıali binası da tamamen yanmıştır. Demirkapı semtinde çıkan yangın, kısa bir sürede bütün semti sarmış ve yangında ev eşyalarını kurtaranlar, mallarını Sultan Üçüncü Osman’ın emriyle Gülhane Parkına koymuşlardır. Babıali binası inşa edilinceye kadar, işler Esma Sultan’ın Kadırga semtindeki konağına nakledilmiştir.
1808 yangını:Sadrazam Alemdar Mustafa Paşaya karşı ayaklanan yeniçerilerin kasden çıkardıkları yangındır. 1808 yangınında da tamamen kül olan Babıali’nin bir sene sonra yeniden inşasına başlanmış, bilahare binanın tamamlanmasıyla buraya taşınılmıştır.
1826 yangını: Büyük Hocapaşa yangını sırasında Babıali de yanmıştır. 36 saat süren bu yangın esnasında, Babıali, Çifte Saraylar, Büyük Çarşı semtlerinde sayısız bina kül olmuştur. Babıali dairesi yangın neticesi geçici olarak Şeyhülislamın dairesine taşınmıştır. Babıali tekrar 1828’de yeniden inşa edilen binasında hizmete devam etmeye başlamıştır.
1839 yangını: Dahiliye dairesi ahırlarından çıkan yangın binayı tamamen kül etmiştir. Devlet işlerinin gecikmesini önlemek için memurlar önce Necip Efendi Konağına, oradan da Defterdarlık binasına taşındılar. 1844’te inşaatı bitince merasimle açıldı ve çalışmalar kargir olarak yapılan binada devam etti.
1878 yangını:Rivayete göre yangın, odacıların ihmali neticesi Şura-yı Devlet Dairesinde çıkmış ve altı saat devam etmiştir. Ahkam-ı Adliye Dairesi, Dahiliye ve Hariciye nezaretleri tamamen kül olmuştur. Sadrazamlık Dairesi ise büyük gayret sonucu kurtarılabilmiştir.
1911 yangını: Sabaha karşı çıkan bu yangında, Sadrazamlık ile Hariciye Nezareti daireleri kurtulmuştur. Şura-yı Devlet, Dahiliye Nezareti, Mektubcu, Teşrifatçı, Beylikçi, Sadaret Kalemi daireleri ile Vak’anüvis daireleri tamamen yanmıştır.
Çeşitli tarihlerde kısmen veya tamamen olmak üzere vuku bulan Babıali yangınları sırasında evrak ve vesikalara hiçbir şey olmaması Osmanlı Devletinin mükemmel işleyen bir arşiv teşkilatı olduğunu göstermektedir. Babıali hazine-i evrakı, orada özel olarak yapılmış mahzene konur, her gün o evraktan lazım olanlar kalem dairelerine getirilir ve işi bitsin, bitmesin akşamları tekrar mahzene konur, sabahları yine getirilirdi. Bazan bu hususa riayet edilmemesi yüzünden Babıali yangınlarında odalarda bulunup mahzene konmayan evrakların yandığı görülmüştür.
Alm. Babylonische Qönigriche, Fr. Voyaumez de Babylone, İng. Babylonian kingdoms. Ön Asya bölgesi Dicle ve Fırat nehirleri arasındaki verimli sahalarda kurulan ve merkezi Babil olan krallıklar.
I. Babil Devleti: M. Ö. 1895-1595 tarihleri arasında Mezopotamya’da Batı Samiler (Amurrular) tarafından kurulan en büyük ve en teşkilatlı devlet. Kurucusu olarak Samu Abum bilinmektedir. Bundan sonra gelen üç-dört kral, silik şahsiyetlerdir. Bu sülale Mezopotamya’yı Elamlılardan tamamen temizlemiş ve Elam ülkesini nüfuzu altına almıştır. Elamlılara son darbeyi vuran kral, eski doğunun en büyük simalarından olan Hammurabi’dir.
Hammurabi, İsin ve Larsa sitelerinin kralı olan Rimsin’i mağlub ederek, Elam’a kadar takib etti ve sonunda esir aldı. Bundan sonra sınırlarını genişletmeye başladı. Asur ülkesini de devletine kattı. Orta Fırat bölgesinde bulunan ve bugün Tell Harrir ismi ile anılan Mari’de Kenanilerin kurduğu bir krallıkla temasa geldi. Mari Kralı ile bir müddet dost geçinen Hammurabi, orayı da ülkesine kattı. Kuzeye gittiğine dair bir kayıt yoktur. Herhalde Akkad kralları gibi hudutlarını Akdeniz’e ve Anadolu’nun içlerine kadar genişletememiştir. Zaten Hammurabi, askeri seferlerden ziyade iç işlere önem vermiştir. Kültür hayatının hemen her safhasında eserler ortaya koymuştur. Mezopotamya’da ilk defa gerçek anlamıyla merkezileştirilmiş birleşik bir devleti Hammurabi kurdu. Bu devlete tabi olan sitelerin başlarındaki kral ve prensler ortadan kaldırıldı. Onların yerine kralın tayin ettiği valiler gönderildi. İdari teşkilat, geniş bir memur kadrosuna dayanmaktadır. Teşkilatın en yüksek noktasında bulunan kral, idari işlerle yakından ilgilenmekte, vergilerin zamanında ve tam olarak toplanılmasına önem vermekteydi. Askeri teşkilatta da yenilikler yapan Hammurabi, ilk defa daimi bir ordu vücuda getirmiş ve idaresini bizzat eline almıştır. Hammurabi’nin şöhretini artıran husus, düzenlemiş olduğu kanunlardır. Bu kanunname, medeni ve ceza hukuku ile ilgili olan 300 kadar maddeyi ihtiva ediyor ve halkın birbirleriyle veya devletle olan münasebetlerini düzenleme gayesini güdüyordu.
Birinci Babil Devletinin ömrü uzun sürmedi. Hammurabi’nin ölümünden sonra yer yer isyanlar çıktı. Dışardan da komşu kavimlerin taarruzları başladı. İsyanlar neticesinde güneydeki kıyı eyaletleri Babil’den ayrıldı. Kuzeyden, doğudan ve batıdan gelen istila dalgaları, devletin büsbütün sarsılmasına yol açtı. Nihayet Anadolu’da büyük bir devlet kurmuş olan Hititler M.Ö. 1595 tarihinde Fırat boylarından güneye inerek Babil şehrini hakimiyetleri altına aldılar. M. Ö. 1570’de ise şehrin idaresi Kassitlerin eline geçti. Bu istilalar kısa bir müddet içinde sona ermesine rağmen, Babil Devleti uzun süre toparlanamadı. Ancak 1000 sene sonra İkinci Babil Devleti adı ile tarih sahnesine tekrar çıkacaklardır. Babilliler, Sami dili konuşur ve çivi yazısı kullanırlardı.
II. Babil Devleti:İran’da bir devlet kurmuş olan Medler, Asurluların üzerine şiddetli hücumlarda bulunuyorlardı. Bunu fırsat bilen Babilliler, Medlerle birleştiler ve Asur Devletini yıktılar. Yerine yeni Babil Devletini kurdular (M. Ö. 625).
İkinci Babil Krallığının en ünlü hükamdarı olan Nabukednazar daha babası zamanında Mısır ordusunu Kadeş’te yenmiş, Suriye ve Filistin’i Babillilerin yönetimi altına sokmuştu. En büyük gayesi Kudüs’ü ele geçirmek olan kral, maksadına ulaşmak için yerli halkı ayaklandırmak istedi. Buna karşı çıkan Kudüs Kralı, Babil’e vermekte olduğu yıllık vergiyi kesti. Bunun üzerine Nabukednazar, Kudüs üzerine bir sefer düzenledi ve Filistin ile Kudüs’ü ele geçirdi. Yahudi alimlerini ve bu arada zamanın Peygamberi Danyal aleyhisselamı esir etti. Esirlik 70 sene sürdü. Suriye ve Mısır’ı da çöllere kadar aldı. Dini literatürde ismi Buhtunnasar olarak geçmekte olan Nabukednazar, yeryüzüne hakim olan dört kişiden biridir. Nitekim bir hadis-i şerifte:
“İsmini duyduğunuz kimselerden yeryüzüne dört kişi malik oldu. İkisi mü’min ikisi de kafir idi. Mü’min olan iki kişi, Zülkarneyn ile Süleyman(aleyhisselam) idi. Kafir olan ikisi de, Nemrud ve Buhtunnasar idi. Beşinci olarak yeryüzüne benim evladımdan biri, yani Mehdi de malik olacaktır.” buyuruldu.
Burada zikredilen Buhtunnasar, Yeni Babil Devletinin en meşhur kralı Nabukednazar’dır. Kendisi ateşe tapardı. Zamanında Babil, büyük bir ticaret merkezi haline geldi.
Nabukednazar’dan sonra Babil Devleti çökmeye başladı. Bu çöküş, Marduk rahiplerinin düşman olduğu Kral Nabo-Nedo devrinde hızlandı. İran’da Medlerin yerine geçen Perslerin büyük hükümdarı Kiros (Kurus) tarafından Babil şehri alınınca, Babillilerin bağımsızlıkları sona erdi ve ülke Pers İmparatorluğunun bir eyaleti haline geldi (M.Ö. 539).
On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında İran'da El-Bab Ali Muhammed isminde bir Acem tarafından ortaya atılan bozuk inanç yolu. Bu inancı kabul edenlere "Babi", yollarına da "Babilik" denmiştir.
El-Bab Ali Muhammed, İran'da Kazım Reşti isimli bozuk inanışlı birisinden aldığı bozuk bilgilerle yetişti ve onun ölümünden sonra yerine geçerek almış olduğu bozuk fikirlerini gizlice ve sinsi şekilde yaymaya başladı. Etrafına topladığı cahil kimselere bozuk fikirlerini aşıladı. Kendisinin Mehdi olduğunu ilan etti. İddiasını kuvvetlendirmek için birçok sözler uydurdu. Bu iddiası İslam alimleri tarafından delilleriyle çürütülünce, yol değiştirerek bu defa kendisinin beklenen imama açılan bir bab (kapı) olduğunu söyledi. Ayrıca Peygamberlik iddiasında bulundu. Sonra da tanrı olduğunu söyledi.
El-Bab Ali Muhammed'in bozuk fikirleri 19. asırda İran Şahının koyu zulmü altında inleyen cahil halk topluluklarında taraftar buldu. İngilizlerin maddi ve manevi desteğiyle daha çok taraftar topladılar. Böylece Babiler her türlü ahlaksızlığı teşvik ederek, ahlakça düşük kimseleri kadınlar vasıtasıyla avlayarak tuzağa düşürdüler.
El-Bab Ali Muhammed,El-Beyan adlı kitap yazdı. Bu kitabında kıyameti, öldükten sonra dirilmeyi inkar etti.
İngiliz, Rus ve misyonerlerin yardım ve teşvikiyle fikirlerine pekçok taraftar bulan El-Bab Ali, Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam dininin tek din halinde birleşmesi fikrini de savundu. Yedi ve on dokuz rakamlarının kudsiliğini bildirdi. Evlenmeyi on bir yaşından itibaren herkese mecbur tuttu. Hanımı ölen erkeğin en fazla 90 gün, kocası ölen kadının en geç 95 gün sonra evlenmesini mecbur etti. Bu suretle Babilerin nüfuslarının kısa zamanda artıp hakim duruma geçmeleri için çalıştı. Her Babinin, her yıl sermayesinin beşte birini yönetici kurula ödemesini mecbur tuttu. Para cezaları ve karı-kocanın birlikte yaşamasını yasaklama, yani evlilikleri devam ettiği halde geçici bir süre için ayırma cezası haricindeki bütün cezaların kaldırıldığını ilan etti.
Her türlü faizin mubah olduğunu, on bir - kırk iki yaşları arasındaki kimselerin yılda on dokuz gün, güneşin doğuşu ile batışı arasında perhiz yaparak oruç tutmalarını emretti. Cenaze namazı haricinde cemaatle namaz olmadığını söyledi. Kadınların istedikleri şekilde yabancı erkeklerle gezme ve flörtün ibadet olduğunu bildirdi. İslam dininin ipekli kumaşlar ve mücevherlerle ilgili yasaklarını kaldırdı. Her gün kendi yazdığı El-Beyan adlı kitaptan on dokuz cümle okumak şartını getirdi. Taraftarlarına "Ehl-i Beyan" da denmiştir.
El-Bab Ali Muhammed, bozguncu fikirleri ve sapık inanışı sebebiyle önce yakalanıp hapse atıldı. Nihayet 1850 senesinde Tebriz'de idam edildi. Daha sonra yerine geçen ve sapık yolunu devam ettiren Behaullah tarafından cesedi ve kemikleri Akka'ya götürülerek defnedildi.
El-Bab Ali Muhammed'in ölümünden sonra yerine talebesi Mirza Hüseyin Ali geçti. El-Bab'ın fikirlerinden beğenmediklerini çıkarıp yerine kendi görüşlerini hakim kıldı ve kendisine Behaullah lakabını verdi ve sapık fikirlerini yaymaya başladı. Babilik, Behailiğin bir başlangıcı kabul edilmiştir (Bkz. Behailik).
Alman Türkiyatçı. 1891 senesinde Weiden’de doğdu. Würzburg ve Münih’de tarih ve sanat tarihi dersleri okudu. Hind dili ve semitik filolojisinde doktora yaptı (1914). Aynı sene gönüllü asker olarak Türkiye’ye geldi. Osmanlı ordusu içinde Çanakkale, Kafkasya, Irak ve Galiçya’da bulundu. Berlin Üniversitesinde doğu bilimleri doçenti ve profesörü oldu (1924). Bir süre Naziler tarafından görevden uzaklaştırıldı. Bükreş ve Yaş şehirlerinde çalıştı. 1947’de tekrar Almanya’ya dönerek, Münih Üniversitesinde kültür ve edebiyatı ile Türk tarihi üzerinde çalıştı. 1951 senesinde İstanbul’da toplanan Müsteşrikler (Doğu Bilimciler) Kongresine iştirak etti. İstanbul’un 500. fetih yılı münasebeti ile Fatih Sultan Mehmed hakkında bir kitap neşretti. 1967 senesinde öldü.
Almanca olan eserlerinden bazıları; İstanbul’da Kitapçılık (1919), Osmanlı Tarih ve Müverrihleri (1927), Evliya Çelebi’nin Küçük Asya’da Seyahat Notları (1930), Boşnak Osman Paşa Arşivi (1931), Rumeli’de Türk Hakimiyetinin İlk Devreleri Hakkında Notlar (1944), İslam Ansiklopedisi’nde Türklerle ilgili yüzden fazla makalesi yayımlanmıştır.
Familyası:İpekotugiller (Asclepiadaceae), Türkiye’de yetiştiği yerler: Anadolu’da çok yaygın olarak yetişir.
60-100 cm uzunluğunda çok senelik, zehirli bir bitki. Yaprakları karşılıklı, oval şekilli, uzun saplı, tabanları kalp biçimindedir. Çiçekleri beyaz renkli ve tüysüzdür. Meyveleri genellikle tek başına 8-10 cm uzunlukta, bir cm genişlikte, silindir biçiminde, yeşil renkli ve tüysüzdür.Tohumlarının üzerinde tutam şeklinde ipek tüyleri vardır.
Kullanıldığı yerler: Henüz tıbbi bir kullanılışı bulunmamakla beraber, hayvanlarda zehirlenmeler yaptığı bilinmektedir.