AYDINLATMA
Alm.Beleuchtung (f), Fr. Eclairage, İng.Lighting. Işıklı hale getirme. Aydınlatmayı tabii, sun’i, iç ve dış diye gruplara ayırmak mümkündür.
Tabii aydınlatma: Dünyamızın, gündüzleri güneş, geceleri ise ay ve yıldızlar tarafından aydınlatıldığı herkes tarafından bilinmektedir. Güneş, ay ve yıldızlar sayesinde olan tabii aydınlatma Allahü tealanın insanlara bahşettiği bir lütuftur. Yapılan binaların aydınlatılmasında bundan azami derecede istifade etmeye çalışılmaktadır.
Tabii aydınlatma mimarlık tarihinde temel problem olmuştur. Aydınlatma hacminin büyümesinin ve pencere sayısının artmasının yanında, gölgeli bölgelerin meydana gelmesini önlemek için bunların bina duvarlarındaki yeri uygun tarzda tesbit edilir. Binaların yüksekliği, yolların genişliğine göre ve alt katların da yeterli bir tabii aydınlatmaya kavuşmasını temin edecek şekilde sınırlandırılır. Duvarların tamamı veya büyük bir kısmı camdan yapılarak bu mesele çözülmüş gözükmektedir. Böyle hallerde aydınlığı temin eden ışınları geçirerek, kızıl ötesi ve mor ötesi ışınları geçirmeyen özel camlar kullanmak daha idealdir. Bilhassa sıcak memleketlerde dik gelen güneş ışınlarına karşı korunmak için balkonların yapılmasında bazı değişikliklere başvurulmakta, korkuluk duvarı pencerelerin üst seviyesine kadar yükseltilmekte, böylelikle faydalı bir gölge mahalli elde edilmektedir.
Sun'i aydınlatma: Güneş ışınlarının yerini tutacak bir ışık kaynağı bulma problemi, asrımızın en mühim meselelerinden biridir. Tabii aydınlatmanın kifayet etmediği binalarda, geceleri cadde, bina ve umumi yerlerin aydınlatılmasında, elektrik enerjisinden lambalar vasıtası ile istifade ederiz. Lambalardan hasıl olan ışık aydınlatma vazifesini görür. Lambaların, kullanıldıkları yerlere göre çeşitli türleri vardır.
Günümüzde aydınlatmanın pekçok kısmı flamanlı, floresans ve civalı lamba ile gerçekleştirilmektedir. Özel olarak hazırlanan karbon arklı lambalar, filim çekimi, aydınlatılmasında ve bazı fotografik kalıp teşkilinde, xenon arklı lambalar askeri arama ışık kaynağı olarak ve zirkonium arklı lambalar ise optikte ve küçük ışık kaynağının arzu edildiği yerlerde kullanılır. Aydınlatmada kullanılan bazı terimler anlaşmazlığa sebeb olabilir. Mesela “lamba” bunlardan biridir. Aydınlatma endüstrisinde “flamanlı lamba” ve “floresan lamba”dan söz edilirken halk arasında “lamba” ve “floresans” kullanılmaktadır.
Işık kontrolü: Aydınlatma iki gaye için kontrol edilir.
1. Belirli bir noktadaki aydınlatmayı arttırmak için.
2. İstenmeyen yansıtmaları azaltmak için.
Mum ve gaz lambaları duvara iliştirildiğinde, ışığın bir kısmı kayba uğrar. Işık kaynaklarının arkasına yansıtıcı ayna konarak kayıp önlenir ve ışık, aydınlatması gereken yere yöneltilir. Kontrolün ilk olarak kullanıldığı dikkat çekici örneği, deniz fenerlerinde ayna ve merceklerin kullanılmasıdır. Işığın pekçoğu çok küçük bir dar açı ile yöneltilebildiğinden tek bir yağ alevinin ışığı, kilometrelerce uzağa ulaştırılabilmekteydi. Benzer bir misal ise, film projektörlerindeki lamba ve optik sistemleridir. İstenmeyen parlama cismin, mat cam veya plastikle kaplanmasıyla, ışığı başka bir yöne tekrar yöneltecek yansıtıcılar kullanarak veya gözü kaynaktan koruyan düzenle önlenebilir. Bir floresan lambada yansıtıcıları kullanarak aşağı doğru aydınlatma kontrol edilebilir. Masa lambasının abajuru ışığın göze gelmesini önlerken, ışığı masaya ve tavana aksettirerek aydınlatmayı sağlar.
Işık kaynağının şekli: Işık kaynakları üç ana şekildedir. Nokta, doğrusal ve yüzeysel. Flamanlı ve civalı lamba pratik uygulamalardaki nokta kaynaklara misaldir. Floresan lamba ise doğrusal bir ışık kaynağıdır. Bir panel lamba ise yüzeysel bir ışık kaynağıdır. Parlaklığı çalışma alanlarının aydınlatılmasına yetecek kadar değildir. Bu panellerin arkasında normal ve floresan ampuller bulunur.
Lamba ışığının rengi: İnsan gözü görülebilir ışık denilen nisbeten dar bir dalga boyu şeridini görebilir. Bu ise yaklaşık olarak 4000-7000 angstrom arasındadır. (Bir angstrom cm’nin yüz milyonda biridir.) Bu görülür ışık bandı içerisinde farklı dalga boyları, gözde ve beyinde farklı tepkiler doğurur. Bu tepkiler bizim “renk” dediğimiz şeylerdir. İnsan gözünün gündüz en iyi gördüğü dalga boyu 5550 Angstrom olup renk olarak yeşil-sarı arası renklere karşı gelir. Güneş ışığı insan gözünün görebildiği bütün dalga boylarını ihtiva eder. Sıcak ve soğuk dalga boyları arasındaki denge, havanın bulutluluk derecesine ve günün muhtelif saatlerine bağlıdır. Renk hafızası, renk uyumluluğu, bakan kimseye alıştığı bir eşyayı farklı aydınlatma şartlarında da tanımaya yardım eder. Diğer taraftan bir sanatkar, renkleri bulutlu ve güneşli günlerde farklı farklı görür.
İnsanoğlu alevli ışık kaynaklarının sarı olmasını tabii kabul etmiştir. Hava ve gaz karışımını kullanarak çalışan Welsbach hava gazı lambası, mum ve yağ lambalarına göre daha beyaz ışık verirler. Flamanlı lamba ise buna nazaran daha beyaz ışık verirse de, güneş ışığına nazaran daha sarıdır. Diğer taraftan ilk floresan lambalar mavimsi yeşil renkteydi. Floresan lambaların diğer değişikliği ise ışığındaki renklerin fosfor kaplama kullanılarak kontrol edilebilmesidir. Bu kaplama civa arkındaki mor ötesi ışınları, görebilir ışın haline getirir. Bir çok renk tercihi olmasına rağmen, soğuk beyaz renk en fazla büro, fabrika ve okullarda gün ışığı ile kolayca karıştığı için kullanılır. Sıcak beyaz floresan lambalar, flaman lambalara benzer ışığa sahip olması yönünden geliştirilmiştir. Evlerde ve ticari binalarda eve benzer atmosfer hasıl ettiği için kullanılır. Normal bir fosfor kaplamadan çıkan ışık, kırmızı ışına sahip değildir. Ancak verimden fedakarlık ederek dengelemek mümkündür.
Lüks sıcak ve soğuk beyaz lambalar standart tiplerine nazaran daha fazla kırmızı ışık yayarlarsa da, toplam ışık çıkışı üçte bir daha azdır. Floresan lamba kullanan bir kimse, ya sıcak beyaz veya lüks sıcak beyaz lamba kullanmalıdır.
Aydınlatmada ışık şiddeti birimi “mum”, ışık akısı birimi “lümen”, aydınlatma birimi ise “lüks”tür.
Mum: Platinin ergime sıcaklığı olan 1760°C’de bulunan siyah bir cismin 1cm2lik yüzeyinin kendisine dik doğrultuda verdiği ışık şiddetinin 1/60’idir.
Lümen: Bir mum şiddetindeki bir kaynağın bir metre uzaktaki bir metre karelik bir yüzeye dik olarak gönderdiği ışık miktarıdır.
Lüks: Bir metre karelik bir yüzeye düşen ışık akısı miktarı bir lümen ise, bu yüzeyde meydana gelen aydınlanmadır.
Işık şiddeti I olan bir kaynağın yayacağı toplam ışık akısı miktarı f ise:
f = 4.p.I’dır.
Bir yüzeydeki aydınlatma şiddetini E ile, yüzey alanını A ile gösterirsek:
E = f/A’dır.
Bir şehir yolundaki ışıklandırmanın ortalama değeri 10-20 lüks arasında değişirken, güneşli bir günde güneşin temin ettiği aydınlatmanın değeri 50.000-70.000 lüks arasında bulunmaktadır.
Aydınlatma, aydınlatmanın yapıldığı yer ve gayesi bakımından pekçok çeşide ayrılır. Bunların bazıları şunlardır:
Fabrika ve işyerlerinin aydınlatılması : Uygun çalışma ortamının temini için havanın berrak olmadığı zamanlarda fabrika ve işyerlerinde gündüz de sun’i aydınlatma devam eder. Sun’i aydınlatma tesisleri, ışığın mümkün olduğu kadar düzgün bir dağılışını sağlamak gayesiyle yapılmış olup, özel durumların dışında mahalli aydınlatmada kullanılmaz. Gölgelerin yok edilmesine ve lambaların gözü kamaştırmayacak şekilde yerleştirilmesine ayrı bir önem verilir. Yüksekliği sınırlı olan işyerlerinde tek veya bir kaç sıra halinde dizilen projektörlere yerleştirilmiş lambalar kullanılır. Yüksekliği 8 metreyi aşan işyerlerinde ise yuvarlak floresan lambalar tercih edilir. Böylece ekonomik bir aydınlatma sağlanmış olur.
Büro ve okul aydınlatması: Büro ve okullarda ışık, muhakkak tek biçim ve bunun yanında mümkün olduğu kadar güneş ışığına benzer biçimde yayılmış olmalıdır. Yazı ve çizim masalarının üzerinde aydınlatmayı temin eden tek lamba kullanılması mahzurludur. Bu, gözlerin çok çabuk yorulmasına sebeb olur. Gözü en fazla yoran ışıklar tek noktadan gelen ışıklardır. Lambaların parlaklığını gidermek ve dağınık bir ışık akısı elde etmek için özel surette hazırlanmış, ekranları pleksiglas levhaları ile yapılan floresan tüplü plafonyeler kullanılır.
Evlerin aydınlatılması: Mutfak, banyo ve böyle yerlerde tavanda basit ve kullanışlı tüp şeklinde floresan lambaları ile elde edilen büyük şiddette bir ışıklandırma gerekebilir. Işıklandırmada kayıp olmaması için veya daha az olması için tavanı ve duvarları ışığı en az şekilde emen beyaz veya çok açık renklere boyamalıdır. Odalardaki ışıklandırmada dolaylı aydınlatma elverişlidir. Böylece tavan ve duvarlardan yansıyarak yayılan ışıklandırma göze en az zarar veren aydınlatma sistemidir.
Umumi yerlerin aydınlatılması: Postahane, lokanta, otel salonları ve benzeri yerlerde, evlerdekine benzeyen, fakat bu yerlerin mühim vasıflarını ortaya koyan özel bir aydınlatma sistemi gerekebilir. Neon lambalarıyla, çok renkli ışıklı tabelalar gerçekleştirilir. Bunlarla, özel etkiler meydana getirecek şekilde düzenlenebilen ışıklar elde edilir. Mahallelerde daha geniş bir görüş alanı sağlamak için düzlem ayna kullanılarak aydınlatma yapılır. Yoğunluğu sınırlı olan direkt bir aydınlatmanın yarı gölgesi içinde ışık lekeleri halinde hasıl olan ayaklı küçük masa lambaları, umumi yerlerin aydınlatılmasında kullanılan belli başlı araçlar arasında sayılabilir.
Bina ve abidelerin aydınlatılması: Bu aydınlatmanın gayesi, geceleyin de görünümü sağlamaktır. Genellikle belirli ve uygun noktalardan aydınlatılacak yapılara ışık demetleri yöneltilir. Bu iş, ışık ve gölgeler meydana getiren projektörler ve beyaz ışık veren lambalarla gerçekleştirilir. Bazı özel durumlarda binaların üstlerine de lambalar yerleştirilmektedir.
Yolların aydınlatılması: Cadde, meydan ve umuma ait açık sahaların aydınlatılması, uygun yerlere konulan demir veya beton direklere yerleştirilen içerisinde floresan veya beyaz ışık lambalarının bulunduğu reflektörler vasıtasıyla yapılır. Direkler üzerine yerleştirilen reflektörlerin yerden yüksekliği 8 metre ve direkler arasındaki mesafe ise aydınlatılan sahanın önemine ve lambaların kuvvetine göre 15-30 metre arasında değişmektedir. Ayrıca yolların önemine göre kullanılan lambalar da değişiklik arz eder. Büyük caddeler yuvarlak floresan lambalarla, orta büyüklükteki ikinci derece öneme sahip caddeler tüp şeklindeki floresan lambalarla, tarihi özellikleri olan cadde ve alanlar beyaz ışık veren lambalarla, kavşak noktaları ve bilhassa sis olan mevkiler sarı monokromatik ışıklı, sodyum buharlı lambalarla aydınlatılır. Otoyollarındaki tünel girişlerinde, sürücülerin gündüzleri gün ışığında, tüneldeki ışıklandırmaya alışmalarını sağlamak için yoğun bir aydınlatma yapılır.
Havaalanı aydınlatılması: Emniyet yönünden dış aydınlatmanın önemli olduğu bir yer de havaalanlarıdır. Pilot gece inişe geçtiğinde, iniş yerinde ışıkların yanıp söndüğünü görür. Bu ışıklar meşalede bulunan bir ateş topu gibi görülür. Bu ışık için, yüksek güç kullanılır ve eşit aralıklarla yanıp söner.
On dördüncü asır başında Aydın ve çevresinde kurulan Türk beyliği.
Germiyan ordusu subaşısı Aydınoğlu Mübarizüddin Mehmed Bey kurmuştur. Germiyanoğlu Birinci Yakub Bey tarafından Aydın ve çevresini fethetmekle görevlendirilen Mehmed Bey, öncelikle Sasa Beyin elindeki Tire, Ayasluğ (Selçuk) ve Birgi’yi ele geçirdi. Bu çarpışmalar sırasında Sasa Bey öldürüldü (1307). Bundan sonra Birgi’yi kendisine merkez seçerek beyliğini ilan eden Mehmed Bey, gaza harekatına devam etti. 1310’da Müslüman İzmir’i 1328’de gavur İzmir’i ele geçirdi. Mehmed Bey bundan sonra ortaçağ İslam-Türk geleneğine uyarak, ülkesinin idaresini beş oğlu arasında pay etti. Kendisi hükümdar sıfatı ile Birgi’de oturdu. Ayasluğ’da kurduğu tersane ile güçlü bir donanma meydana getirdi. İzmir valisi tayin ettiği oğlu Umur Bey, bu donanmayla Sakız, Ağrıboz, Bozcaada, Mora ve Rumeli kıyılarına akınlar düzenledi.
Aydınoğlu Mehmed Beyin 1334’te bir av sırasında attan düşerek hastalanması ve ölümü üzerine yerine kardeşlerinin de ittifakiyle Gazi Umur Bey geçti. Umur Bey 14 yıllık beyliğinde devlet merkezi Birgi’de ancak üç gün oturabilmiş, bütün saltanatı savaşlarla geçmiştir. Umur Beyin devri Aydınoğullarının en parlak devri olmuştur. Saruhanoğlu Süleyman Beyle beraber giriştiği Yunanistan ve Mora seferlerinden pek çok esir ve ganimetlerle döndü (1335).
Bizans şehri olan Alaşehir (Philadelfia), yarım asra yakın zaman Türk taarruzlarına karşı koymuştu. Zor durumda kaldıklarında kaleyi kuşatanlara cizye ve haraç veriyorlardı. Bu şehri almayı muhakkak arzu eden Umur Bey, 1335 yılında, yaralı olmasına rağmen şehri kuşattı ve kısa sürede fethetti. Bizans İmparatoru ile dostça geçinen Umur Bey, adalardaki isyanların bastırılmasında imparatora yardım etti. Nitekim 1336 yılında Bizans İmparatoru, Umur Beyle bir dostluk antlaşması yaparak, Sakız Adasını Aydınoğullarına bıraktı. Bizans’la olan anlaşmasına sadık kalan Umur Bey de onlara gerektiğinde yardımda bulundu.
Gazi Umur Bey, 1338-1339 yıllarında yanında kardeşi Hızır Bey de olduğu halde Adalar denizi ve Yunanistan’a seferler düzenledi. Daha sonra Karadeniz’e geçerek Kili ve Eflak seferlerini gerçekleştirdi (1340). Umur Bey bu son sefere üç yüz gemi ile çıktı. Güçlü bir donanmaya sahib olduğundan Girit ve Kıbrıs üzerine olan akınlarını yoğunlaştırdı ve muvaffakiyetleri her tarafa yayıldı.
Özellikle bu seferler sonunda Latinlerin yakın doğudaki menfaatleri tamamen yok olduğundan, Papa, Aydınoğulları üzerine yeni bir Haçlı seferi düzenlenmesini teşvik etti. Bu defa 1344-45 yıllarında Kıbrıs, Cenova, Venedik ve Rodos gemilerinden teşekkül etmiş olan Haçlı donanması ansızın ve büyük bir baskınla sahil İzmir’i aldı. Ancak Haçlılar yukarı İzmir’i elinde tutan Umur Beyin şiddetli ve devamlı taarruzlarıyla karşılaştıklarından, kesin neticeye ulaşamadılar. Sonunda antlaşma yapmağa karar verdiler. Fakat, bazı müttefiklerin antlaşmaya yanaşmaması üzerine, Papa bu antlaşmayı onaylamadı. Antlaşmayla bir sonuca varamayacağını bilen Umur Bey, Sahil İzmir’ini almak için bütün gücüyle silaha sarıldı ve burayı var kuvvetiyle kuşattı ve bu esnada ön saflarda kahramanca döğüşürken şehid düştü. Manevi güçleri sarsılan Aydınoğulları, İzmir üzerine yapılan bu kurtarma teşebbüsünden sonuç alamadılar.
Gazi Umur Beyin şehid düşmesinden sonra, yerine büyük kardeşi Hızır Bey geçti. Hızır Bey, Umur Beyin yerini dolduracak bir kimse olmadığından, Haçlılara karşı mukavemet gösteremedi ve ağır şartlarla, bir antlaşma imzaladı (1348). Bu antlaşma Aydınoğullarının faaliyetlerini durdurmuş ve beyliğin çökmesine sebeb olmuştur.
Hızır Bey devlet merkezini Selçuk’a nakletti ve kendisinden sonra başa geçen kardeşi İsa Bey de burada saltanat sürdü.
İsa Bey zamanında, Osmanoğullarının Anadolu birliğini kurma ve genişleme siyasetine Aydınoğulları karşı çıkmışlardır. Bu sebeple 1389’da Kosova Savaşında Birinci Murad Hanın şehid olmasından faydalanmak istemişlerdir. Karamanlılar başta olmak üzere, diğer bazı beyliklerle ittifak yapmışlar, Osmanlıların aleyhinde bulunmuşlardır. Fakat yeni padişah Yıldırım Bayezid, Rumeli işini yoluna koyduktan sonra, ilk iş olarak Anadolu yakasından tehlikeleri ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Bayezid, Alaşehir’i almış, Aydın taraflarına inmiş, mukavemet görmeksizin Aydıneli’ni almış ve İsa Bey teslim olmuştur. Yıldırım Bayezid de İsa Beyin karşı koymadan ülkesini teslim etmesine mükafat olarak kendisini İzmir ve civarının müstakil emiri tanımış ve İsa Beyin kızı Hafsa Hatun ile evlenerek aradaki bağı kuvvetlendirmiştir. Yıldırım Bayezid, bir müddet sonra İsa Beyi İznik’te ikamete mecbur etmiş, böylece Aydınoğulları Beyliğini kesin olarak Osmanlılara bağlamıştır.
Ankara savaşında (1402) Yıldırım Bayezid’in Timur’a mağlup ve esir düşmesinden sonra Aydınoğulları Beyliği tekrar canlandı. Ancak bu sırada İsa Bey ölmüştü. Bu itibarla Aydınoğullarının başına Timur Hanın emriyle, oğlu Musa Bey geçti. Ertesi yıl Musa Beyin vefatı üzerine yerine İkinci Umur Bey geçti (1403). Fakat Aydınoğlu İbrahim Bahadır Beyin oğlu ve İzmir Valisi Cüneyd Bey buna karşı çıkarak, saltanat iddiasında bulundu. İkinci Umur Beyin üzerine yürüyerek Ayasluğ’u zabteden Cüneyd Bey, Umur’un 1405’te ölümüyle de Aydınoğulları topraklarına tek başına, 1425’e kadar bazı fasılalarla hakim oldu. Cüneyd Bey, yerini sağlamlaştırmak için Osmanoğulları arasındaki taht kavgalarına karışıp, her defasında şehzadelerden birini tutarak zaman zaman kendisine müttefik bulmak ve mevcut ittifaklara katılmak yolunu tuttu. Birçok kereler başarısızlığa uğramasına rağmen, kendini bağışlatmayı bildi. Her seferinde yeni vazifeler almaya muvaffak oldu. İkinci Murad Han zamanında rahat durmayan Cüneyd Bey, sıkışınca Sisam adası karşısındaki İpsili kalesine sığındı. Ancak Karamanlılardan umduğu yardımı göremeyince, teslim oldu ve öldürüldü. Böylece Aydınoğulları toprakları tamamiyle Osmanlıların hakimiyeti altına girdi (1425).
Aydınoğulları, hakimiyetleri altında bulunan Birgi, Tire, Aydın ve Selçuk’u cami, medrese, han ve hamam gibi eserlerle süslemişlerdir. Aydınoğulları mimarisinde Anadolu Selçuklu san’atının etkisi görülmektedir. Aydınoğulları beyliğinin en önemli eseri, Selçuk’taki İsa Bey Camiidir. Mimar Ali bin Dımışki’nin inşa ettiği cami, Şam’daki Ümeyye Camiinin temel özelliklerini taşıdığı gibi, yenilikler de bulunmaktadır. Diğer önemli eserler, Birgi’de Aydınoğlu Mehmed Bey Camii (Ulu Camii) ve türbesi, Karahasan Camii, Sultanşah türbesidir.
Aydınoğulları kültür bakımından da büyük hizmetlerde bulunmuşlardır. Tezkiretü’l-Evliya, Araisü’l-Mecalis adlı Peygamberler tarihi, Süheyl ü Nevbahar ile Hüsrev ü Şirin tercümesi gibi pekçok dil yadigarı, ilme değer veren Aydınoğulları sayesinde yazılmış ve bunlardan bazıları günümüze kadar gelmiştir.
Aydınoğulları Latinlerle yaptıkları ticaret dolayısıyla yabancı sikke kullandıkları gibi, İslami sikkeleri de vardır. Bundan başka Birinci Umur Beyin bakır sikkeleri ile İsa ve oğlu Musa beylerin ve Cüneyd Beyin gümüş sikkeleri bulunmaktadır. Aydınoğulları beyliğinin devlet teşkilatı diğer Anadolu beyliklerine benzemektedir.
Osman Gazinin kardeşi Gündüz Alp’in oğlu. Doğum yeri ve tarihi bilinmemektedir. Bir çok savaşlarda bulunarak büyük kahramanlıklar gösterdi. 27 Temmuz 1302’de Osman Beyin üstün Bizans kuvvetlerine karşı giriştiği Koyunhisar Muharebesine katıldı. Bu savaşta büyük yararlıklar gösteren Aydoğdu Bey şehid düştü. Osman Gazi, yetişmesi ile bizzat ilgilendiği bu gözüpek yeğeninin ölümüne son derece üzüldü. Kabri Bursa-Yenişehir arasında Koyunhisar’a giden yol üzerindedir. Hastalanan atların, kabrinin etrafında gezdirilince şifa buldukları söylenmektedir.
Kur'an-ı kerimdeki sureleri meydana getiren cümle veya cümlecikler. Çoğulu ayattır. Lügat manası; "Açık alamet, işaret, ibret, mucize" demektir.
Kur'an-ı kerimde 114 sure, 6236 ayet-i kerime vardır. Ayetlerin sayısının 6236'dan az veya daha çok olduğu bildirildi ise de, bu ayrılıklar büyük (uzun) bir ayetin, birkaç küçük ayet sayılmasından veya bir kaç kısa ayetin bir büyük ayet, yahut surelerin başındaki besmelelerin bir veya ayrı ayrı ayet sayılıp sayılmamasından ileri gelmiştir. Kur'an-ı kerim ayetleri nazil oldukları (indikleri) yer bakımından ikiye ayrılır: Mekke'de inenlere ve daha ziyade iman esaslarını bildirenlere "Mekki"; Medine'de inen ve emirler, yasaklar, toplum, ekonomi ve hukukla ilgili konuları ihtiva edenlere de "Medeni" ayetler denmiştir.
Ayetler ifade ettikleri hükümlere göre de "muhkem" ve "müteşabih" olmak üzere iki kısma ayrılırlar. Muhkem, manası meydanda (açık) olan ayet-i kerimelerdir. Müteşabih ise, manası kapalı ayet-i kerimelerdir. Bunlara görülen anlaşılan meşhur olan mana verilmeyip meşhur olmayan manayı vermek icab eder.
Ayet-i kerimeler, Allahü tealanın kelamıdır. Değişmez, değiştirilemez. Benzeri söylenemez. Allahü teala Kur'an-ı kerimde mealen; "Ey Resulüm! De ki; "Yemin olsun, eğer insanlar ve cinler bu Kur'an'ın benzerini meydana getirmek üzere toplansalar, birbirlerine yardımcı da olsalar, yine onun benzerini getiremezler." (İsra suresi: 88) buyuruyor.
Gerçekten bin dört yüz seneyi aşkın bir zamandan bu yana İslamiyetin aleyhinde olan kimseler çok uğraşmalarına rağmen Kur'an-ı kerimin en kısa suresi gibi bir sure meydana getirememişlerdir.
Nitekim Kur'an-ı kerimde mealen şöyle buyurulmaktadır;. "Eğer kulumuza (Muhammed aleyhisselama) indirdiğimiz Kur'an-ı kerimin Allahü tealanın indinden olduğunda şüphe ediyorsanız, siz de ona benzer bir sure söyleyiniz. Bunu yapabilmek için güvendiklerinizden yardım isteyiniz. Buna benzer bir sure söyleyemezsiniz." (Bakara suresi: 23)
Kur'an-ı kerimde on dört yerde secde ayeti olup bunların birisini okuyanın, işitenin manasını anlamasa da bir secde yapması vaciptir.
Ayet-i kerime yazılı herhangi bir kağıdın ayet kısmına abdestsiz dokunulmaz ve o kağıt belden aşağı tutulmaz ve konmaz. Ayet-i kerimeler kısa ve tam tercüme edilemez. Müfessir derecesindeki İslam alimleri ayet-i kerimeleri tercüme değil, uzun tefsir ederek açıklamaya çalışmışlardır.
Bakara suresinin 255. ayet-i kerimesi. Bu ismin Arapça kaideye uygun söylenişi, ayet-ül-kürsi şeklinde olduğu halde, Türkçede ayet-el-kürsi diye söylenmesi daha meşhurdur ve yaygındır. Halk arasında galat (yanlış) olarak "Allahüla" denir. Doğrusu "Allahü la ilahe illa Hüv'el-Hayy'ul-Kayyum" diye söylemektir. Ayet-el-kürsi, Allahü tealanın sıfatlarını, büyüklüğünü en yüksek bir surette bildirmektedir. Akaid ilminin (inanılacak bilgilerin) özünü içerisinde bulundurur. Bu sebeple fazileti büyüktür. Ayet-ül-kürsiyi ihlasla okuyan, işlerinde muvaffak olur, hayırlı işlerini başarır, insan ve hayvan haklarından ve farz borçlarından başka günahları affedilir. Yani tövbeleri kabul edilir. İnsan ve hayvan hakları için, tövbe ettikten sonra ayrıca hak sahipleri ile helallaşmak lazımdır. Hadis-i şeriflerde ayet-el-kürsi'nin fazileti ve faydaları bildirilmiştir. Bunlardan bazıları şöyledir:
Her kim farz namazı bitirir bitirmez yerinden kalkmadan bir kerre ayet-el-kürsi okuyup, otuz üç kerre Sübhanellah, otuz üç kerre Elhamdülillah, otuz üç kerre Allahü ekber derse, hepsi doksan dokuz olur. Bir kerre de La ilahe illallahü vahdehü la şerike leh lehülmülkü ve lehülhamdü ve hüve ala külli şey'in kadir, dese, Hak teala o kişinin günahlarını affeder.
Farz namazlarından sonra ayet-el-kürsi okuyan kimse ile Cennet arasında, ölümden başka mani yoktur.
Alm. Bär (m), Fr. Ours, İng. Bear. Familyası: Ayıgiller (Ursidae). Yaşadığı Yerler: Antarktika, Avustralya ve Orta Afrika’dan başka her yerde yaşar. Özellikleri: 120-270 cm uzunlukta, 50-800 kg ağırlıkta olanları vardır. Ömrü: 35-50 sene.Çeşitleri: Kara, Boz, Suriye, Malaya, Gözlüklü, Korkunç (Grizzly), Dudaklı, Tibet, Kutup ayısı meşhurlarıdır.
Bütün tabanları üstüne basarak yürüyen, iri gövdeli, etçil, memeli bir hayvan. Semiz ve yuvarlak vücudu, sık kıllı, kalın postlu ve kısa kuyrukludur. Başı uzunca olup, geniş alınlı, sivri burunlu, kısa yuvarlak kulaklı ve gözleri küçüktür. Bütün ayılar ayak tabanları üzerinde yürürler. Kutup ayısı hariç hepsinin tabanları çıplaktır. Her pençe beş parmaklı, kanca gibi kıvrık, içeri çekilmeyen iri güçlü tırnaklıdır. Arka bacakları öndekilerden daha kısa olduğundan sırtları omuzlara doğru bir kambur görünümü taşır. Tabanlarına basarak yürüdüklerinden hızlı koşamasa da arka ayaklarının üzerine rahatça dikilebilirler. Tehlike karşısında 35-40 km hızla koşabilirlerse de bu koşuya fazla dayanamazlar. Çok irilerinin dışındakiler ağaca tırmanabilirler. Hepsi iyi yüzücüdür. Her ne kadar etçilseler de meyve, kök, ot, kurbağa, balık, yılan, böcek, kuş gibi hayvanları da yerler. Bala pek düşkün olduklarından ağaçların tepelerine çıkıp arı kovanlarını basarlar. Kat’iyetle leş yemezler. Ayı yaratılış itibariyle obur olduğundan bu huyundan istifadeyle pekçok şey öğretilebilir. Talim ettirilmiş bir ayı gayet itaatkar olup meyve, şeker, vs. gibi bir mükafata kavuşmak hevesiyle öğrendiği şeyi sahibinden emir alır almaz tatbik eder. Hatta sirklerde çeşitli gösteriler yapabilir. Arka ayakları üzerine dikilebilmesi, insan görünüşü verdiğinden herkesçe sevilir. Ayı şeklinde yapılan çocuk oyuncakları bu sevginin belirtilerinden biridir.
Temkinli ve ihtiyatlı bir hayvandır. Oldukça da cesurdur.
İncelemeler ayının avını sıkarak öldürmediğini, daha çok ön pençe darbesi ve dişleriyle öldürdüğünü göstermektedir. Yaratılış itibariyle inzivaya çekilmeyi seven bir hayvandır. Toplu halde yaşamayı sevmez. Ormanlarda bir ağaç kovuğu veya mağaralarda bir in bulursa derhal orasını kendine yurt edinir. Kışın, inine çekilerek haftalarca ve yalnız başına günlerini orada geçirir. Ayı gerçek manada bir kış uykusuna yatmaz. Kışın ininde uyuklarken vücut ısısı normalin altına düşmez, hatta ılık havalarda uyanıp ininden çıktığı da olur.
Dişi ayı, yedi aylık bir hamilelikten sonra, kışlık ininde ve genellikle ocak ayında ikiz doğurur. Bazan üç-beş yavru doğurduğu da olur. Doğan yavrular şaşılacak kadar küçük (180-350 gr), tüysüz ve gözleri kapalıdır. Uzun süre korunmaya ve bakıma muhtaçtırlar. Gözleri dört hafta sonra açılır, dört aylıkken anneleri ile gezmeye ve yaşamak için gerekli işleri öğrenmeye başlarlar. Altı aylıkken yavrularda ısırma isteği başgösterir. Anne ayı ikinci kışı da yavruları ile beraber geçirir. Onları en iyi şekilde yetiştirir, bazan sırtında taşır, onlarla oynar. Eğer yavrularına yaklaşan olursa, korkunç ve yırtıcı bir canavar olur.
Amerika’da yaşayan korkunç ayı ve aç kutup ayısının dışında diğer bütün ayılar çekingen ve uysaldır. Rahatsız edilmedikçe insana pek saldırmazlar. Bununla beraber yanlarına yaklaşmamalıdır. Amerikan serbest milli parklarında arabalarını terk ederek bu hayvanlara yaklaşanların bazan hayatlarını kaybettikleri görülmüştür.
Ayılar genellikle yağı ve postu için avlanırlar. Ayı avı son derece tehlikelidir. Yaralı ayı bir kaplandan daha yırtıcı ve korkunç olur. Postu her ne kadar kaba ise de sıcaklığı sebebiyle çok makbuldur.
1. Boz ayı (Ursus arctos):
Yurdumuzda, Balkanlar’da, Sibirya, Kuzey Afrika ve Kuzey Amerika’da yaşar. Batı Avrupa’da çok avlanıldığından şimdi ancak Pirene Dağlarında ve İskandinav ülkelerinde rastlanır. Kuzey Amerika ormanlarında yaşayan korkunç ayı olarak da bilinen Grizzly (U. horribilis), 2,5 metre uzunlukta ve 450 kg ağırlıktadır. Tırnakları ise 10 cm uzunlukta olduğundan ağaçlara tırmanamaz. Fakat iyi yüzücüdür. Alaska’da yaşayan Kodiak boz ayısı dünyanın en iri etçil hayvanıdır. 270 cm uzunlukta ve 800 kg ağırlıktadır. Arka ayakları üzerine kalktığı zaman 360 santimetrelik korkunç görünüşlü bir dev olur. Türkiye’de yaşayan ve sokaklarda ayıcıların oynattıkları ayılar boz ayı türüdür.
2. Kara ayı (Ursus maritimus):
Ayıların en ufaklarındandır. Çok çeşitleri vardır. Bunları boz ayılardan ayırt etmek güç olur. Çünkü kahverengi de olurlar. Pas rengi, tarçın rengi ve hatta beyaz renkte kara ayılar vardır. Meşhur kamp hırsızlarıdır. İnsanlara ait yiyecekleri çok severler. Asya’nın siyah ayısı, Amerikan kara ayısından daha küçüktür.
3- Güneş ayısı-Malaya ayısı (Ursus malayanus):
Asya’nın güneydoğusunda, Sumatra ve Borneo’da yaşar. Buna tropikal ayı da denir. Ayıların en küçüğü olup çok iyi tırmanıcıdır. Göğsünde nal veya gerdanlık biçiminde sarımsı-turuncu bir leke bulunur.
4. Gözlüklü ayı (Tremarctos ornatus):
Güney Amerika’nın And Dağlarında yaşar. Adını, gözlerini çevreleyen beyaz halkalardan almıştır. Siyah postlu olup daha çok otçuldur. Ağaç tepelerinde maymun gibi dolaşarak beslenir.
5. Tibet ayısı (Ursus thibetanus):
Siyah veya boz renklidir. Tibet, Doğu Sibirya, Çin ve Japonya’da yaşar. 180 cm uzunlukta ve 180 kg kadar ağırlıktadır. Göğsünde “y” harfine benzer beyaz bir leke vardır.
6. Dudaklı ayı (Melursus ursinus):
Doğu Hindistan ve Seylan’da ormanlarda yaşar. Uzunluğu 175 cm kadardır. Postunun uzun siyah tüyleri, vücuduna tıknaz bir görünüm sağlar. Bunun da göğsünde sarı veya beyaz bir hilal vardır.
7. Kutup ayısı -Beyaz ayı- (Ursus maritimus):
Soğuk kuzey kutup bölgesinin karlı sahillerinde ve buzullar üzerinde yaşar. Diğer ayılar gibi tıknaz olmayıp başı ve vücudu ince uzun yapılıdır. 2,5-3 m uzunlukta ve 400-500 kg ağırlıktadır. Derisinin altında kalın bir yağ tabakası vardır. Çok iyi yüzücüdür. Ayak tabanlarının altında deriden yastıklar ve tüyler olduğundan buzlar üzerinde kaymadan rahatlıkla hareket eder. Karada saatte 35-40 km sür’atle koşarak bir ren geyiğine yetişebilir.
En çok balık ve fok yer. Aç kaldığı zamanlar yüzen buz parçaları üzerine binip kilometrelerce uzaklara giderek besin arar. Fok balıklarının soluk alma deliklerinde pusuya yatar.
Kutup ayıları yalnız yaşar. Sadece çiftleşme mevsiminde bir araya gelirler. Sonra tekrar ayrılırlar. Gebe dişiler kar içinde inler yaparak kış uykusuna yatar. Erkek ise kışın şiddetinden ve besin için daha güneylere iner. Erkek kış uykusuna yatmaz.
Alm. Faonie, Pfingstrose (f), Fr. Pivonie, İng. Paeony, Peony, Piony. Familyası: Düğün çiçeğigiller (Ranunculaceae). Türkiye'de yetiştiği yerler: Memleketimizde altı türü vardır. Çoğunlukla dağ ormanlarında yetişir. Bazı türleri Avrupa'da da yaygındır.
Şakayık adıyla da tanınan mayıs ve haziran aylarında çiçek açan, gövdesi odun, 50-100 cm boyunda, parçalı veya tam yapraklı çok güzel kırmızı çiçekli bir bitki. Bitkinin daha çok kullanılan kısımları, meme şeklinde olan kökleridir. Köklerinin bileşiminde peonin heterozidi vardır.
Kullanıldığı yerler: Köklerinin kabız edici, spazm çözücü (düz kas kasılmasını önleyici) özellikleri vardır. Kanamalara karşı da kullanılır.
AYIÜZÜMÜ (Vaccinium Mrytillus)
Alm. Heidelbeere (f), Fr. Myrtille, İng. Bilberry, Wortheleberry. Familyası: Fundagiller (Ericaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Uludağ ve Trabzon çevreleri.
İlkbahar başlangıcında, dağların humusça zengin ve gölgeli yerlerini seven 20-50 cm yüksekliğinde, çok dallı, odunlu bir bitki. Yaban mersini de denir. Genç dallar; yeşil, tüysüz, köşeli ve kanatlıdır. Yaprakları çok kısa saplı, şekilleri yuvarlakça, oval, kenarları ince dişli ve açık yeşil renklidir. Sonbaharda kırmızımtrak bir renk alır ve kışın dökülürler. Çiçekler yaprakların koltuğunda tek veya çift olarak sarkık vaziyette bulunurlar. Meyve küçük bir küre şeklinde olup, olgunlaştığı zaman mavimsi-siyah bir renk alır. Tohum esmer renklidir.
Kullanıldığı yerler: Meyveleri ve yaprakları kullanılır. Meyvelerinde organik asitler (elma, limon, tartar asidi), şeker, pektin tanen, A ve C vitaminleri bulunur. Yapraklarından ise arbutin ve tanen elde edilir. Yaprakları şeker hastalığında, meyveleri ise ishale karşı kullanılır. Dizanteri hastalığı için iyi bir ilaçtır. Ayrıca meyve olarak da yenir ve şerbetleri yapılır. Bir başka özelliği de elbise boyamakta kullanılan morumsu bir boya elde edilmesidir.
Küt yapraklı ayıüzümü, kırmızı ayıüzümü gibi türleri de vardır.
Yazar, siyasetçi. 13 Nisan 1942'de Afyon iline bağlı Sandıklı ilçesinde doğdu. 1953'te ilk, 1959'da orta öğrenimini bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine girdi. Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra yayın hayatına atılarak Otağ Yayınevini kurdu. Çeşitli haftalık ve aylık dergiler çıkardı. 1975 yılında günlük Bayrak Gazetesi'ni çıkardı; başyazarlığını yaptı. Aylık Pınar ve üç aylık Gerçek dergilerini çıkardı. 1979'dan sonra yayını haftalık olarak süren Bayrak Gazetesi'nin başyazarlığına devam etti.
24 Mart 1984'te bir kısım arkadaşlarıyla beraber kurduğu Islahatçı Demokrasi Partisi (IDP)nin Genel başkanı oldu. Yayınlanmış ve baskıya hazır eserleri bulunan Aykut Edibali 20 Ekim 1991 milletvekili erken genel seçimlerinden önce partisi IDP'den istifa ederek, Refah Partisi (RP)ne geçti. 1991 milletvekili erken genel seçimlerine Kayseri'den Refah Partisi (RP) milletvekili adayı olarak katıldı. Milletvekili seçilerek TBMM'ye girdi. Daha sonra istifa ederek, Barış ve Birlik Partisini kurarak genel başkan oldu. (1992)
Alm. Spiegel (m), Fr. Miroir, İng. Mirror. Işığın % 100’e yakın bir kısmını düzgün olarak yansıtan cilalı yüzey. Metal yüzeylerin parlatılmasıyla ilk ayna elde edilmiştir. Daha sonraları ise, cam levhaların bir yüzeyleri civa amalgamaları ile kaplanarak, ayna elde edilmiştir. Günümüzde ise, umumiyetle cam levhaların bir yüzü, ince bir gümüş tabakası ile sırlanarak elde edilir. Bazan gümüş yerine alüminyum, altın, hatta platin dahi kullanılır. Alüminyum sırlı aynalar, dalga boyu 0,4 mikrondan küçük olan morötesi ışınları da yansıtırlar. Aynalar; düzlem, küresel ve parabolik diye üç gruba ayrılırlar.
Düz aynalar: Bir cismin veya noktanın düz bir aynada görünen şekline “görüntü” denir. Düzlem aynada görüntü, cismin tam simetriğidir. Yani cisim ve görüntünün, aynaya uzaklıkları ve boyları birbirine eşittir. Görüntü gerçek değildir, zahiridir. Çünkü, aynanın içinde imiş gibi görünür. Zahiri görüntüyü bir ekran üzerine düşürmek mümkün değildir.
ŞEKİL VAR! (1)
Küresel aynalar: Yansıtıcı yüzeyi, küre kapağı şeklinde olan aynalardır. Yansıtıcı yüzey, küre kapağının iç yüzeyi ise bu aynalara “çukur”, “konkav” veya “iç bükey” aynalar denir. Yansıtıcı yüzey, küre kapağının dış yüzeyi ise böyle aynalara “tümsek”, “konveks” veya “dış bükey” aynalar denir.
ŞEKİL VAR! (2)
Küresel yüzeyin merkezinden geçen eksene “asal eksen” veya “optik eksen” denir. Asal eksenin aynayı kestiği noktaya “tepe noktası” , tepe noktası ile merkezin tam ortasına da “odak noktası” adı verilir. Asal eksene paralel olarak gelen ışınlar, yansıdıktan sonra odaktan geçerler. Odaktan geçerek gelen ışınlar ise asal eksene paralel olarak yansırlar. Merkezden geçen ışınlar aynı yoldan geriye yansırlar. Tepe noktasına gelen ışınlar ise asal eksen ile meydana getirdiği açı kadar diğer tarafta açı yaparak yansırlar.
Çukur aynada, merkezin dış tarafındaki bir cismin görüntüsü, merkez ile odak arasında cisimden küçük, ters ve gerçek bir görüntüdür. Cisim merkezyken görüntüsü de merkezde ters, gerçek ve boyu cismin boyuna eşittir. Cisim merkezle odak arasındayken görüntü merkezin dışında ters, gerçek ve cisimden büyüktür. Cisim odak ile ayna arasında ise, görüntüsü aynanın arkasında düz, zahiri ve cisimden büyüktür.
Tümsek aynanın önünde bulunan bir cismin görüntüsü ise, daima odak ile ayna arasında, cisimden küçük, düz ve zahiridir. Cisim, aynanın tepe noktasına geldiği zaman, görüntünün boyu cismin boyuna eşit olur.
Küresel aynanın yarıçapı (r) ile, odak uzaklığı (f) ile, cismin boyu (c), görüntü boyu (g), cismin aynaya uzaklığı (u), görüntünün aynaya uzaklığı (u') ile gösterilirse:
1 1 1 c u
r = 2f ; ¾ = ¾ + ¾ ; ¾ = ¾
f u u' g u'
bağıntılarımevcuttur. Çukur aynada “f” pozitif, tümsek aynada ise negatif işaretlidir. Cisim gerçek ise u pozitif, zahiri ise negatif işaretlidir. Görüntü gerçek ise (u') pozitif, zahiri ise negatif işaretlidir. Bu kaide ve formüllerle bütün küresel ayna problemleri çözülebilir.
Aynalarda ışıkların yansıması kanunlarını bulan, Muhammed bin Hasan ibni Heysem’dir. Avrupalılar buna (Alhazem) derler. 965’te Bağdat’ta doğmuş, 1039’da Mısır’da vefat etmiştir. Matematik, fizik, tıp üzerinde yüze yakın kitap yazmıştır. Eserlerinin çoğu Avrupa dillerine tercüme edilmiştir.
Kullanıldığı yerler: Tümsek aynalar, seyahat otobüslerinde dikiz aynası olarak yaygın kullanılma alanı bulmaktadır. Teleskop imalinde de kullanılır. Tepe noktası delinmiş tümsek aynalar ise kulak, burun, boğaz boşluklarını incelemede kullanılır. Bu tür aynalar ile yapılan incelemeler başarılı neticeler verir. Çukur aynalar ise mikroskoplarda ve tuvalet aynası olarak kullanılır.
Parabolik aynalar: Yansıtıcı yüzeyleri parabolik olan aynalardır. Otomobil farlarındaki aynalar birer parabolik aynadır.
Diğer ayna türleri arasında silindirik aynaları saymak mümkündür. Bu tür aynalar gerçek görüntüye benzemeyen acaib görüntüler verirler. Panayır yerlerinde ve fuarlarda eğlence maksadıyla kullanılan bu tip aynalar, parabolik ve silindirik aynaların bir araya getirilmesiyle elde edilir.
On dördüncü ve 15. yüzyıllarda Mısır'da yetişen fıkıh, hadis alimi ve tarihçi. İsmi Mahmud, lakabı Bedreddin, künyesi Ebu Muhammed'dir. Babası Ahmed de büyük fıkıh alimi idi. Ayni 1360 senesinde Gaziantep'te doğdu. Burada doğduğu için Ayni (Ayıntepli) diye şöhret buldu. 1451 (H. 855) senesi Zilhicce ayının dördüncü günü 91 yaşında Kahire'de vefat etti.
Aslen Türk ve bir alim ailesine mensup olan Ayni, küçük yaşından itibaren çeşitli şehir ve memleketlerdeki alimlerden ilim tahsil edip kendisini yetiştirdi. Kahire muhtesipliği Evkaf Nazırlığı (bakanlığı) yaptı ve Mahmudiye Medresesinde fıkıh (İslam Hukuku) okuttu. Melik-ül-Müeyyed'in Kudüs Seferine katıldı. Müeyyediyye Medresesinde hadis hocalığı yaptı. 1520'de Konya'ya Karamanoğlu Ali Beye elçi gönderildi. 1425'te Hanefi başkadılığına (hakimliğine) tayin edildi. 1429'da yeniden muhtesipliğe getirildi. İki yıl sonra tekrar başkadılığa tayin edildi. 1435'te Melik-el-Eşref'in Amid (Diyarbakır) Seferine katıldı. 1438'de başkadılıktan ayrılarak Evkaf nazırlığı ve müderrislik yaptı. Bu tarihten sonra evine çekilerek eser yazmakla meşgul oldu. Elliye yakın kitap telif etti. Cami-ül Ezher yakınında bir medrese ve kütüphane yaptırıp, ders vermek ve kitap yazmakla meşgul oldu. Bütün kitaplarını buraya vakfetti.
Eserleri:
1. Umdet-ül-Kari fi Şerh-i Sahih-il-Buhari: Her cildi yedi yüzer sahife olmak üzere on bir cilttir. Bu eseri hadis alimlerince çok takdir edilmiştir. Çeşitli baskıları yapılmıştır.
2. Ikd-ül-Cüman fi Tarihi ehl-iz-Zeman: Bu eserinde, kainatın (alemin) yaratılışından başlanarak, varlık aleminin yaratılışı ve geçirdiği devirler izah olunduktan sonra, Adem aleyhisselamdan 1447 (H. 851) tarihine kadar olan vak'alar ve peygamberlerin hayatı anlatılmaktadır.
3. El-Bidaye fi Şerhi'l-Hidaye: Hanefi mezhebinin temel fıkıh kitaplarından Hidaye'nin şerhidir.
4. Remz'ül-Hakaik fi Şerhi Kenzi'd-Dekaik, 5. Tabakatü'l-Hanefiyye, 6. Tabakatü'ş-Şuara, 7. Mebani'l-Ahbar fi Şerhi Meani'l-Asar, 8. Şerhu Sünen-i Ebi Davud, 9.Nühabü'l-Efkar fi Tenkihi Meyani'l-Ahyar (hadis ilmine dair olup, sekiz cilttir.), 10. Ed-Dürerü'z-Zahire fi Şerhi'l-Bihari'z-Zahire, 11. Muhtasar-ı Kuduri Tercümesi (Türkçedir).
Osmanlı şairlerinden. Asıl ismi Hasan’dır. 1766’da Gaziantep’te doğdu. 1837’de İstanbul’da öldü. Çocukluğunda yemenici çıraklığı yapardı. Sık sık çıkan ayaklanmalar ve kargaşalar sebebiyle Gaziantep’ten ayrılıp Darende, Elbistan ve Kahramanmaraş’ta bir kaç sene kaldı. Sonra İstanbul’a gitti. Yirmi yaşında medresede tahsile başladı. İstanbul’da vezir konaklarına devam ederek, kendisini devrin ileri gelenlerine tanıttı. Bilhassa sadaret kaymakamı Tayyar Mahmud ve Kaptan-ı derya Abdullah Ramiz Paşa tarafından çok yardım yapıldı. 1831’de Babıali’ye Arabi ve Farisi muallimliğine tayin oldu. Ayni, yazdığı şiirlerle Üçüncü Selim Han ile İkinci Mahmud Hanın birçok iltifatlarına kavuştu. Divan’ındaki kasidelerinde bunu belirtmiştir.
Ayni’nin Nazm-ül-Cevahir isimli Türkçe, Arabi, Farisi manzum bir sözlüğü, yeniçeriliğin kaldırılması ve askeri teşkilatı ile alimlerin menkıbelerine yer veren Nusretname adlı mesnevisi ve Divan'ı vardır. Divan'ında yer alan Sakiname'sinde 50 sene içinde tamir edilen ve yapılan eserleri anlatır.
(Bkz. Einstein)
(Bkz. Einsteinium)
Alm. Gemeine Qecke, Fr. Chiendent commun, İng. Common Couch Grass, Scutch, Twitch.Familyası: Buğdaygiller (Gramineae). Türkiye’de yetiştiği yerler: İstanbul, Trakya, Muğla, Anadolu.
Temmuz-ağustos ayları arasında yeşil veya morumsu-yeşil renkli başaklar veren, 30-100 cm boyunda, çok senelik otsu bir bitki. Toprak altında çok fazla yayılmış olan ana kökleri bulunur. Bilhassa kumlu toprakları sever. Gövdeleri dik, tüysüz ve içi boştur. Yaprakları dar, uzun, ince, paralel damarlı, sivri uçlu, koyu yeşil renklidir. Çiçekler gövdenin ucunda ve yassı bir başak durumunda toplanmışlardır. Meyve sarımsı renkli uzuncadır.
Kullanıldığı yerler: Kullanılan kısımları kökleridir. Köklerinde triticin, uçucu yağ, müsilaj ve potasyum bulunur.
Bitkinin etli kökleri çok eskiden beri üriner hastalıklarda kullanılan önemli bir halk ilacıdır. Kökler mesane ve böbrek iltihapları dahil, mesanedeki taş ve kumları düşürmek için kullanılan iyi bir idrar söktürücüdür. İdrar arttırıcı olarak mısır püskülü, arpa ile beraber kaynatılarak kullanılır. Hatta köpekler bile ağız ve barsaklarını temizlemek için bitkinin yapraklarını büyük bir zevkle yedikleri için bitki "köpekçimeni" olarak da bilinir. Tarlalarda belirtilen türden başka, buna çok benzeyen büyük ayrıkotu (cynadan dactylon) olarak bilinen çeşidinin daha kalın kökleri olup, nişasta da taşımasıyla ayrılır ve diğeri gibi kullanılır.
Alm. Eisberg (m), Fr. Iceberg, İng. Iceberg. Kuzey ve güney kutub denizlerinde bulunan büyük deniz buzulu. Devamlı soğuk olan bölgelerde karın üst üste yığılması, kardan bir dağ ve sonra da bir buz katmanı teşekkül ettirir. Bu katman zamanla kıyıya doğru kayar ve denizde parçalanır. Böylece muazzam buz dağları meydana gelir. Uzunlukları birkaç kilometreyi ve kalınlıkları 300 metreyi bulur. Deniz üstünde sallanmadan dururlar. Birer ikişer tane olmayıp çokturlar. Her yıl güney kutbu Antarktika, her boydan binlerce buz dağı teşkiline sebeb olur. Kuzey kutbundaki Grönland Adasının iki milyon km2ye yaklaşan yüzeyi tamamen buz tabakası ile kaplıdır. Her sene buradan da 10-15 bin kadar buz dağı kopar. Buz dağları zamanla meydana gelen çatlak veya dalgaların aşındırması ile yerlerinden büyük bir gürültü ile ayrılırlar. Ayrılır ayrılmaz deniz içinde harekete geçerler. Özgül ağırlığı 0.9 gr/cm3 olan aysbergin deniz üstünde görünen kısmının sekiz veya on katı su içindedir. Başıboş büyük denizlerde dolaşan bu buz dağlarının ağırlığı milyonlarca tonu bulur.
Grönland'dan kopup gelen buz dağları ilkbaharda ve yazın ilk aylarında Kuzey Atlas Okyanusunda sefer yapan gemiler için büyük tehlike teşkil ederler. Bunların yanında Kanada'nın kuzeydoğu kesiminden gelen buzdağları Labrador Akıntısı ile Yeniel kıyılarından güneye doğru sürüklenir. Buralardan Golffstream Akıntısına kapılarak Ekvator'a doğru yol alırlar. Bazıları tamamen erimeden önce 27°'lik arz derecesine kadar ulaşırlar. Antarktika buzullarından kopanlar ise kuzeye doğru yol alırlar. Bunlar Hint ve Büyük Okyanusta çalışan gemiler için pek tehlike teşkil etmezler. En fazla kuzeye gidebilen Aysberg, Avustralya'nın 100 mil kuzeyine kadar yaklaşabilmiştir.
Buzdağları gemiler için büyük tehlikedir.Zamanının en büyük transatlantiki olan Titanik, 14-15 Nisan 1912'de ilk seferinde gece bir buzdağına çarparak parçalandı. Çarpışmadan 2 saat 40 dakika sonra gemi tamamen battı ve içinde bulunan 2224 yolcudan 1513'ü boğulup, 711 kişisi ancak kurtarılabildi. Bu olay üzerine, buzdağlarının sebeb olacağı felaketleri önlemek için tedbirler alındı. ABD'nin kıyı koruma teşkilatına ait gemiler, Kuzey Atlas Okyanusundaki buzdağlarını gözetleme görevlerini de yaparlar. Ayrıca Seyir ve Hidrografi Bürosu, Buzdağlarının bulunduğu yerleri, bunlardan emin olan yolları belirten haritalar yayınlar. Alınan bu tedbirlerden başka deniz suyu sıcaklığı ölçülerek de buz dağlarının yerleri bulunabilir. Bu işlem çok hassas, santigrat derece (°C)nin birkaç binde birini gösterebilen özel aletlerle yapılır. Bugünkü gemiler hassas radarlarla donatıldığından, buzdağları bunlar için büyük tehlike teşkil etmez.
Buzdağlarının rengi genellikle beyazdır. Mavi ve yeşil de olabilir. Güneşli havalarda eriyen kısımlar yüzeyde gölcükler meydana getirir. Suları tatlıdır. Bu sebepten büyük buzdağlarından istifade edilmesi düşünülmektedir.Su sıkıntısı çeken, bilhassa Aden Körfezi devletlerine getirilmesinin yolları araştırılmaktadır. Büyük römorklarla konvoy halinde getirilmesi düşünülen buz dağlarının Aden Körfezine gelmesi tahminen 6-7 ay sürecektir. Güç gibi görünmesine rağmen, milyonlarca insanın susuzluk çekmesi göz önünde tutulursa, gayretli bir çalışma sonunda netice vereceği tahmin edilmektedir.
Alm. Quittenbaum, Fr. Cognaissier (m), İng. Quince tree. Familyası:Gülgiller (Rosaceae). Türkiye'de yetiştiği yerler: Batı Anadolu.
Mayıs ve haziran ayları arasında beyaz veya pembe çiçekler açan 4-8 m yüksekliğinde bir ağaç. Genellikle yetiştirilir. Bazan yabani olanlarına da rastlanır. Ağacın gövdesi silindirik, odunlu ve çok dallıdır. Yaprakları derimsi, üst tarafları koyu yeşil renkli, alt yüzleri ise, çok tüylü ve grimsidir. Çiçekleri dalların üzerinde teker teker bulunur ve hemen hemen sapsızdır. Meyve, çiçek tablasının etlenmesi ve büyümesi ile meydana gelmiş oval, küre şeklinde, sarı-yeşil renkli ve tüylüdür.Tohumları oval, köşeli ve esmer kırmızımtrak renklidir.
Kullanıldığı yerler: Bitkinin kullanılan kısmı olgunlaşan meyve, tohum ve yapraklarıdır. Meyvelerinde petkin, tanen, şeker (glikoz, sakkaroz), elma asidi ve C vitamini vardır.Tohumlarında ise müsilaj, yağ, tanen, renkli maddeler, az miktarda emygdalin ve emülsin bulunmaktadır.
Meyvelerinden hazırlanan şurup ve kompostolar çocuk ishallerine karşı çok tesirlidir. Ayva meyveleri kalbe kuvvet verir ve rahatlatır, harareti keser, mideyi kuvvetlendirir ve hazmettirir. Tohumlarından su ile kaynatarak elde edilen müsilaj ise, dahilen ve haricen dudak ve meme çatlakları ile ekzamalarda yumuşatıcı olarak kulanılmaktadır. Yaprakları kabız edici olarak tanınmıştır.
Ekmek ve limon ayvası gibi çeşitleri vardır. Ayrıca Gördes, Şeker, Misket, Ayıboğan, Tavşanbaşı, Altın ayva tipleri de memleketimizde en çok rastlananıdır.