AYA SEYAHAT

Alm. Mondexpedition (f), Fr. Expedition Lunaire, İng. Lunar expedition. Uzayın boşluğuna açılabilen insanın, uzaydan dünyayı inceledikten sonra ilk hedefi en yakın gezegen olan ay oldu. İnsanlar daha sonra çeşitli uzay uçuş programları ile ayı yakından incelemişlerdir.

İnsansız uzay gemileri ile aya seyahat için pekçok ön hazırlıklar, denemeler ve araştırmalar yapıldı. İlk olarak 2 Ocak 1959 tarihinde Sovyetler Luna-1 isimli uzay aracını ay yörüngesine oturtmak ve bilgi toplamak için fırlattılar. Fakat Luna-1, rotayı şaşırarak ayın 6000 km uzağından geçti. Böylece ilk denemeden beklenen netice alınamadı. Sovyetler tekrar 12 Eylül 1959'da Luna-2 isimli uzay aracını ayda araştırma yapmak için gönderdi. Ancak bu teşebbüs de aracın ay yüzeyine sert iniş yaparak parçalanmasından dolayı başarısızlığa uğradı. Nihayet Sovyetler ay araştırmalarıyla ilgili üçüncü teşebbüslerinde başarılı olabildiler. Luna-3 adı verilen araç 4 Ekim 1959 tarihinde fırlatıldı. Ay yörüngesine giren araç pekçok fotoğraf çekip dünyaya gönderdi. Bu sayede ayın görünmeyen yüzü hakkında bilgi elde edilmiş oldu. Aynı vazife ile 18 Temmuz 1965'te gönderilen Sovyetlerin Zond-3 aracı da başarılı oldu. Aya yumuşak iniş yapan ilk uzay aracı olan Luna-4,  Ruslar tarafından 3 Şubat 1966 tarihinde fırlatıldı. Sovyetlerin ay ile ilgili araştırma çalışmaları Luna-10'un 31 Mart l967'de fırlatılması ve bunun ay etrafında bir yörüngeye girmesiyle son buldu.

Amerika Milli Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA) tarafından aya seyahat ve incelenmesi için hazırlanıp tatbik edilen program ise başlıca iki bölümden müteşekkildi. Birinci bölüm, aya seyahat için gerekli ön araştırma ve hazırlıklar için Survoyer programı; ikinci bölüm aya seyahati gerçekleştiren Apollo programıdır. Amerikalıların ay incelemeleri 17 Nisan 1967'de Survoyer-3 aracının fırlatılması ile başladı. Amerika bu ilk denemesinde, aracı aya yumuşak bir şekilde indirerek, buradan çeşitli fotoğraflar göndermesini başardı. 14 Kasım 1967'de fırlatılan Survoyer-5 aya yumuşak iniş yaptı ve pekçok fotoğrafla bilgiler gönderdi. Ayrıca ay yüzeyinde geri kalkış manevrası yaparak bu konuda ileri bir adım atılmasına sebeb oldu. Daha sonra bir ay ara ile 7 Aralık 1967'de Survoyer-6 ve 7 Ocak 1968'de Survoyer-7 fırlatılarak her ikisini de Ay yüzeyine indirmek suretiyle topladığı bilgi ve fotoğraflarla NASA, aya seyahat için hazırlanan ön çalışmaların ilk bölümünü tamamlamış oluyordu.

İkinci bölüm olan Apollo programı, insanoğlunun aya seyahatini gerçekleştirmesini hedef almaktaydı. Ne var ki, bu çağ açması beklenen program bir facia ile başlamıştı. 27 Şubat 1967 tarihinde fırlatılmak için bekleyen Apollo-1 ve içerisindeki üç astronot kalkışa çok kısa bir süre kala araçta çıkan yangında kurtarılamayarak can verdiler. Kaza sebebi bulununcaya ve benzeri kazalara karşı tedbir alınıncaya kadar Apollo projesine ara verildi. Apollo-1'de çıkan yangının sebebi, astronotlara oksijen veren sistemdeki bir kısa devreydi. Benzeri kazalara tedbir olarak Apollo uzay araçlarına ilave bir kabin yapıldı. Kalkış esnasında meydana gelebilecek bir kaza halinde astronotlar bu bölüme geçecek, bu bölüm araçtan ayrılarak 1,6 km yükselecek ve otomatik olarak açılan paraşütleri ile yere inecekti. Eğer herhangi bir kaza olmazsa kalkıştan bir müddet sonra bu kısım atılacaktı.

Uzun bir aradan sonra Apollo programı 11 Ekim 1968'de Apollo-7'nin fırlatılması ile tekrar başladı. Daha önceki insansız yapılan denemelerde olduğu gibi, insanlı denemeler de adım adım yapılıyordu. Apollo uzay araçları dev Satürn füzeleri ile atılmaktaydı. Şimdiye kadar fırlatılan en büyük füzeler Satürn-1 Bfüzesi ile fırlatılan Apollo-7, dünya çevresinde bir yörüngede 10 günde 163 tur atarak çeşitli deneme ve çalışmalar yaptı. Bu deneme ile de Amerika ilk olarak üç kişilik bir grubu uzaya gönderiyordu. Bundan sonra dev Satürn-5 füzesi ile 21 Şubat 1968'de Apollo-8'in fırlatılması, aya seyahate hazırlık çalışmalarının en önemli merhalelerinden biri oldu. Apollo-8'de bulunan üç astronot dünya çevresinde iki defa döndükten sonra aya yöneldiler. Dünyanın çekim etkisinden kurtulan araç, ay etrafında bir yörüngeye girmeyi başardı. Bu, dünya yörüngesinden ayrılan ilk insanlı uzay aracı oluyordu. Astronotlar; Frank Borman, James Lowell ve William Anders dünyadan uzaklaşıp ay etrafında dönen ilk insanlardı. Bu seyahat esnasında astronotlar, ay yüzeyini çok yakından inceleme fırsatı buldular ve ay yüzeyine iniş için uygun yerleri tesbit etmeye çalıştılar.

Bundan sonra yapılan Apollo-9 ve Apollo-10 denemeleri ay yüzeyine iniş için yapılan çalışmaları ihtiva etmekteydi. Dev Satürn-5 füzeleri ile Apollo araçlarından Apollo-9, 3 Mart 1969 tarihinde fırlatıldı. Bu uçuş esnasında aya iniş için kullanılacak olan "Örümcek" isimli bir ek kısım ilave edildi. Bununla, ay yörüngesinde uzay aracından ayrılarak ayrı bir yörüngede yol aldırıp tekrar araçla birleşme denemeleri yapıldı. Yine bu uçuşta Örümcek'te bulunan iki astronot Apollo'dan ayrıldıktan sonra Örümcek'ten dışarı çıkarak boşlukta yürüdüler. Böylece Örümcek'ten dışarı çıkıp tekrar içeri girme denemesi yapılmış oldu. Bu, aya seyahat için hazırlanmış proğramın denemesi olup, bir gemiden küçük bir sandalla sahile çıkılmasını andırıyordu. Apollo-10 aracı da Apollo-9'da yapılan denemelerin hemen hemen aynı olan denemeleri ay yüzeyine daha yakın bir mesafede yaptı. Apollo-10 deneylerinin tek farkı, ay çekiminin daha şiddetli etkisinde bulunmasıydı. Bu aya seyahat için son denemenin yapıldığı bir uçuş oluyordu. Apollo-10'un uçuşu 18 Mayıs 1969'da başlayıp 26 Mayıs l969 günü Pasifik Okyanusu'nda son buldu.

Aya ilk ayak basma: Takvimler 16 Temmuz 1969'u, saatler Türkiye saati ile 15.32'yi gösteriyordu. Amerika Birleşik Devletlerinin Florida eyaletindeki Cape Kennedy Uzay Üssünde 39-A numaralı rampada toplam yüksekliği 111 m olan Satürn-5 füzesi, üzerinde Apollo-11 dev uzay aracı, içerisinde astronotlar Neil Armstrong, Edwin Aldrin, Michael Collins'la birlikte ayı fethetmek için çıkacakları yolculuğa başlamadan yapılan geriye sayma işleminin sonundaydı. "5,4,3,2,1,0 Ateş!" komutu üzerine korkunç bir patlamayla çalışmaya başlayan, toplam itme gücü 34.000 kg olan beş motor bir alev bulutu içerisinde Apollo-11'i havalandırıyordu.

Yeni bir çağ açmak için hareket eden Satürn-5, üzerinde Apollo-11 aracı, 111 m yüksekliğinde ve 3100 ton ağırlığında tam manasıyla dev bir araçtı. Burada Satürn-5 itici güç vazifesini görecekti. Asıl aya gidecek olan araç Apollo-11'di. Füze ve araç (Satürn ve Apollo)toplam sekiz kısımdan müteşekkil olup, bu kısımların en üstte bulunanı "Kurtarma bölümü" olup, kalkış esnasında meydana gelmesi muhtemel olan kazalara karşı astronotların hayatını kurtaracak olan bölümdü. Yukarıdan aşağıya sırasıyla; kurtarma bölümü, komuta  modülü, hizmet modülü, ay modülü, kalan dört kısım ise aracı ay yoluna yöneltecek olan füzenin kısımlarıdır.

Komuta modülü:Astronotların seyahat süresince bulundukları bölümdür. Aracın ana merkezidir. Aracın idaresi, astronotların oturma, istirahat, çalışma ve yemek gibi işlerin yapıldığı ana bölümdür.

Hizmet modülü:Uzayda araca manevra ve hizmet desteği temini vazifesini gören bölümdür. Elektrik enerjisi, hava ve basınç teminini bu bölüm sağlar.

Ay modülü:Daha önceki uçuşlarda "Örümcek", bu uçuşta ise ABD'nin sembolü olan kartala izafeten "Kartal" adı verilen bu bölüm, astronotlardan ikisini alıp ay yüzeyine indirecek, daha sonra buradan havalanarak tekrar araçla birleşecek (kenetlenecek) yani bir nevi sandal vazifesi görecek olan kısımdır. Kalan dört kısım, yakıt tankları ve aracı aya götürecek motorların bulunduğu bölümlerdir.

Ateş komutu ile saniyede 13.600 kg yakıt kullanan beş motor, 10 saniyede 136.000 kg yakıt harcamak suretiyle kendi boyu kadar (111 m) yükselebildi. Her an ağırlığı ve yerçekiminin azalması ve gerekse yakıt harcaması sebebiyle araç hızlandı. İtiş gücü azalmadığı için çok kısa bir zamanda ses hızını aşan araç, fırlatılışından 2,5 dakika sonra saatte 8500 km hıza ve 64 km yüksekliğe erişti. Bu anda birinci kademedeki yakıt ve kademenin (kısmın) vazifesi bitmişti. Toplam füze ağırlığının 3/4'ünü teşkil eden bu kısım atılarak hemen sonra itme gücü toplam 500.000 kg olan beş motorlu ikinci kısım ateşlendi. Araç 96 km yüksekliğe eriştiğinde emniyet için bulunan en üstteki kurtarma bölümü de atıldı. Birinci kademeden biraz daha uzun bir zaman çalışan ikinci kademe, aracı saatte 24.000 km hıza ve 183 km yüksekliğe eriştirdiği zaman, yakıtı ve vazifesi bittiğinden yeryüzüne inmek için araçtan ayrılırken, üçüncü kademenin motorlarından sadece bir tanesi, yer çekimi etkisinden kurtulan aracı, 2 dakika 45 saniye çalışmak suretiyle dünya çevresindeki yörüngesine oturmasını sağladı. Üçüncü kademenin yakıtı ve vazifesi bitmediği için atılmamıştı. Şimdi aracın hızı saatte 28.000 km ve yerden yüksekliği 185 km idi. Dünya etrafında yörüngede dönmekteydi. Artık astronotlar rahatça yerlerinden kalkabilirler, aracın kontrollerini yapabilirlerdi. Aracın ateşlenmesinden bu ana kadar tam 12 dakika geçti. Apollo-11'in uzaya atılışını seyretmeye gelen topluluk henüz dağılmadan araç dünya çevresindeki yörüngesine oturmuş bulunuyordu. Apollo-11'in astronotları, dünya çevresindeki yörüngede iki tur atarken aracın son kontrolleriyle birlikte, aya doğru hareketin son hazırlıklarını da yaptılar ve dünyadaki kontrol merkezine bilgi verdiler. Kalkıştan tam bir saat sonra Satürn'ün son motoru astronotlar tarafından ateşlenerek aya doğru araç yön değiştirdi. Saatte 40.000 km hızla aya doğru yöneldi.

Araç aya doğru ilerlerken yapılması gereken bir iş de komuta modülü ile Kartal'ı (Ay modülü) burun buruna getirmekti. Fırlatıştaki sıra ise, komuta modülü, hizmet modülü ve ay modülü (Kartal)idi. Astronotların bulundukları komuta modülünden ay modülüne geçmelerinin kolay olması için, ay modülünü astronot Collins araçtan ayırarak, modüle ait motorlardan bir kısmını ateşlemek suretiyle bir manevra yaptırıp, komuta modülü ile burun buruna kenetlenmesini temin etti. Bundan sonra artık Satürn-5 füzesi yapacağı vazifelerini bitirmiştir. Ama ne yazık ki yaptığı vazifenin mutluluğunu uzay boşluğunda terkedilmiş olarak tek başına yaşayıp gitmeye mahkum olmakla tatmıştır. Saatte 40.000 km hızla dünya yörüngesinden ayrılan araç gitgide yerçekimi etkisiyle hız kaybına uğradı. Dünyadan 320.000 km uzakta, hız saatte 3400 kilometreye düştü. Ayın çekim alanına girildiğinde ise hızı gitgide artarak ay yörüngesinde saatte 10.000 kilometreye erişti. Hız azaltılarak ay etrafında ve aydan 112 km yükseklikte, önce elips sonra dairesel bir yörüngeye girdi. Ay yörüngesine girdikten sonra gerekli kontrollar yapıldı ve astronotlardan Neil Armstrong ve Edwin Aldrin ay modülüne geçtiler. Michael Collins ise komuta modülünde kaldı. Aya ayak basmadan önce birçok araştırma, kontrol ve istirahattan sonra astronotlar aya inmek için hazırlandılar. Bundan sonra ay modülü araçtan ayrıldı, fren vazifesi gören motorları çalıştırarak önceden tespit edilen bölgeye 21 Temmuz 1969'da yumuşak iniş yaptı. Atıldıktan 4 gün sonra 16 tonluk örümcek şeklindeki araçla aya inerlerken iki astronot telsizle insanlara şu mesajı gönderdiler:"Kim olursanız olunuz, nerede bulunursanız bulununuz. Şu andaki işimizi düşünerek, kendi adetlerinize göre bizim için Allah'a dua ediniz."

Örümcek ile ay yüzeyine yumuşak iniş yaptıktan sonra bir müddet aracın kontrollerini yaptılar. Sonra istirahate çekilen astronotlardan ilk olarak Neil Armstrong ay yüzeyine indi. Aya insanın ilk ayak basması ile ay fethi gerçekleşiyor ve tarihçiler bu günü yeni bir çağın (uzayçağının) başlangıcı olarak kabul ediyorlardı. Neil Armstrong'un ay yüzeyine inmesinden bir müddet sonra Edwin Aldrin ay yüzeyine inen ikinci insan oluyordu. Ayda toplam 21.5 saat kalan astronotlar bunun 2 saat 13 dakikasını ay yüzeyinde, kalanını ise Örümcek'te geçirdiler. Ay yüzeyine çeşitli cihazlar, plaket ve bayrak yerleştirdiler. Ay yüzeyi taş ve kumluk idi. Buradan 25 kg tutan taş parçaları getirdiler.

Havalandıktan sonra ay çevresindeki bir yörüngede bekleyen komuta ve hizmet modülüyle birleşerek astronotlar komuta modülüne geçtiler. Artık Örümcek'in işi bittiğinden uzay boşluğuna bırakıldı. Mevcut motorlar ateşlenerek Apollo-11 dünyaya dönmek için gerekli olan rotaya girdi. Dünya yörüngesine girmeden hizmet modülünü de fırlatan Apollo-11'in astronotları, komuta modülü ile birlikte atmosfere 5,4° ila 7,5°'lik açılar arasında girerek bir müddet ilerlediler. Atmosferdeki sürtünme sebebiyle aracın sıcaklığı çok fazla arttı. Bu sıcaklıktan korunmak için komuta modülündeki ısı kalkanı yerden 7000 m yükseklikte atılarak akabinde küçük paraşütler açıldı. 3000 m yükseklikte ise ana paraşütler açılarak fırlatılmasında 111 m yükseklikte ve 3000 ton ağırlıkta olan araç 3 m boyunda ve 5500 kg ağırlıkta olarak saatte 50 km hızla Pasifik (Büyük)Okyanusa indi. Astronotlar civarda bekleyen görevli kişiler tarafından kurtarıldı; muhtemel bir hastalığa ve mikrop kapmış olma ihtimaline karşı karantinaya alındı.

Aya ilk ayak basılmasından sonra Apollo-12 projesi ile astronotlar Charles Conrad, Richard Gordon ve Alan Bean aya giden ikinci grup oluyorlardı. 19 Kasım 1969'da yola çıkan astronotlar, ay yüzeyine daha önce insansız olarak inen "Surveyor-3" aracının yanına gittiler. Astronotlardan Charles Conrad ve Alan Bean aya indiler. Pekçok taş ve kum nümuneleri getirdiler. Astronotlardan Alan Bean hatıralarında şöyle anlatıyor: "İnsan uzayda uçarken pek az kimseye nasib olan bir fırsat elde ediyor. Ufkunu genişletmek arzusu. Gerçekten, bu yolculuktan sonra içimde insanları, Allah'ı, kainatı ve bunların arasındaki ilişkileri daha iyi öğrenmek, anlamak arzusu doğdu."

Aya seyahat programlarından aksayan ve ay yüzeyine inişi gerçekleştiremeyen tek proje Apollo-13'tür. 1970 Nisan'ında fırlatılan Apollo-13 de ay yolunda meydana gelen bir elektrik arızası sebebiyle astronotlar ay yüzeyine inemediler, ancak ay çevresinde bir yörüngede bulunduktan sonra tekrar dünyaya döndüler.

31 Ocak 1971'de fırlatılan Apollo-14 ile aya giden astronotlar A.Shepard, E.Mitchell ve S. Roosa idi. Aya inen astronotlar Shepard ile Mitchell beraberlerinde götürdükleri bir el arabası ile malzemeler taşıyarak bazı cihazlar tesis ettiler.

Rusların 6 Haziran 1971 günü fezaya gönderdikleri Soyuz-11 uzay cihazı, felaketle ve yüz karası ile neticelendi. 30 Haziranda dünyaya dönen kapsülün içindeki üç astronot ölmüştü.

26 Temmuz 1971'de fırlatılan Apollo-15, ay yolculuğunda pekçok hususiyetler ihtiva eden bir programdır. Bu yolculukta, hazırlanan bir ay arabası ile astronotlardan David Scolt ve James İrwin, ay yüzeyinde evvelki seyahatlere nisbeten daha uzak mesafelere seyahat edebildiler. Birçok cihaz tesis eden, pekçok araştırma ve denemede bulunan astronotlar, ayın teferruatlı bir haritasını hazırladılar. Ayrıca da sun'i bir uyduyu Apollo aracından fırlatarak ay yörüngesine yerleştirdiler.

16 Nisan 1972'de fırlatılan Apollo-16 ile aya seyahat eden astronotlardan John Young ve Charles Duke bir başka ay arabası ile ay üzerinde dolaştılar. Pekçok deney ve araştırmalarda bulunan astronotlar bazı cihazlar yerleştirerek daha sonra dünyaya döndüler.

Aya son seyahat 1972 senesinin sonlarında gerçekleşti. Apollo-17 ile yapılan bu seyahat, ay araştırmalarının şimdilik sonu olmaktadır. İlerde yıldızlara yapılacak seyahatler için düşünülen projelerde ay bir üs olarak kullanılacaktır. Aya toplam 6 uçuş yapıldı ve 12 astronot ay yüzeyine indiler. Toplam 6 tane jeofizik gözlemevi kuran astronotlar, 360 kg ağırlığında kaya ve diğer maddeleri dünyaya getirdiler.

AYAK

Alm. Fuss (m), Fr. Pied, İng. Foot. İnsan vücudunun en alt kısmında bulunan ve yürümeyi, dik durmayı sağlayan, 26 kemik, bağ ve kaslardan meydana gelen organ. Vücudun bütün ağırlığını taşıdığından mekanik olarak en fazla zorlanan organdır. Ayak kemiklerinin en büyüğü topuk kemiğidir. Parmak kemikleri de en küçük kemiklerdir.

Topuk kemiği, aşık kemiği ile birlikte ayak arka kısmını meydana getirir. Aşık kemiği, baldır kısmının çatısını yapan kaval kemiği ve kamış kemiğinin meydana getirdiği çatalın içine sokulur. Yukarı aşık eklemi ayağın alt bacak ile olan biricik bağlantısıdır. Aşık kemiğinin ön yüzünde ayak sandal kemiği vardır. Topuk kemiğinin ön çıkıntısında zar kemiği bulunmaktadır. Topuk kemiği ile zar kemiği arasındaki ekleme Coupart eklemi denilmektedir ki bu eklemin cerrahi açıdan önemi büyüktür. Ayak kesilmesini gerektiren hastalıklarda bu eklem hattı açılır ve bağları kesilirse bu hattın önünde kalan kısmı kolaylıkla ayırmak mümkün olur. Aşık kemiği ile topuk kemiği arasındaki ekleme aşağı topuk eklemi denir. Bu eklem, ayağı dikey ekseni etrafında oynatmak, ayak iç yan ve dış yan kısmını kaldırmak vazifesini görmektedir. Ayak, sandal kemiğinin ön kısmında üç konik kemik bulunur. Üçüncü konik kemik ayak zar kemiğine çok sıkı bir şekilde bağlıdır. Böylece ayak bileği bu kısımda çok sağlam bir yapıya sahip olmaktadır. Ayak konik kemikleri ile zar kemiğinin yaptığı kemik dizisinin önünde 19 adet ayak tarak ve ayak parmak kemikleri bulunur.

Ayak, ayak kasları vasıtasıyla hareket ettirilir. Ayak kasları kısa ve uzun ayak kasları  olarak iki grupta ele alınır. Uzun kaslar alt bacakta, kısa kaslar ayak iskeletinde bulunmaktadır.

En önemli ayak hareketleri şunlardır:

Yukarı aşık ekleminden ayağı geriye bükme ve germe hareketi; ayağı içe ve dışa çevirme; ayak tarağı ve ayak bileği arasındaki hareketler.

Ayak mekanik olarak bulunduğu yükleme durumundan başka, çeşitli hastalıkların belirtilerini de ortaya çıkarabilir. Bu hastalıklardan bazıları şunlardır:

Şeker hastalığında damar bozukluklarından dolayı deride iyileşmeyen yaralar, kalp ve akciğer hastalıklarının  bazılarında ve ileri derecedeki kansızlıklarda tırnaklarda kırılma ve gelişememe, gut hastalığında büyük parmakta şişme ve ağrı, romatoid artritte eklem bozuklukları, aterosklerozda ayakta soğukluk ve ayak krampları.

Ayak, günün yaklaşık üçte ikisi kadar zamanda kapalı kalan bir uzuvdur. Gün boyunca ayakkabılar içinde vücut ağırlığını taşıdığı gibi birçok güç hareketleri de yapmak zorundadır. Giyilen ayakkabıya ayak sağlığı açısından çok dikkat etmelidir. Dar ayakkabılar ayağın aktif hareketlerini engellemekle kalmayıp, aynı zamanda ayak kan dolaşımını da zorlaştırdığından, çeşitli rahatsızlıklara sebeb olabilmektedir. Sivri burunlu ayakkabılar ayak sıhhatini bozduğu gibi yüksek topuklu ayakkabılar da bel ve göğüs omurlarına, diz ve uyluk eklemlerine menfi tesirlidir.

Ayak sağlığı için giyilen ayakkabıda şu şartlar aranmalıdır:

Ayakkabı ayak hareketlerine mani olmamalı ve ayak terinin buharlaşmasını engellememelidir.

Uç kısmı yeterli genişlikte olup ayak parmaklarını birbirine yapıştırmamalıdır.

Çocuk ayakkabılarında ökçe kısa ve geniş olmalı, topuk uzunluğu erişkinlerde üç santimetreyi geçmemelidir.

Ayakkabının ucundaki deri yeteri kadar bol olmalı, dar olup parmaklar üzerine basınç yapmamalıdır.

Ayakkabı köselesi mümkün olduğu kadar esnek olmalıdır.

Yazın üst kısmından hava geçiren ayakkabılar tercih edilmelidir.

Ayakkabıda bulunması gereken bu özelliklerden başka, ayak sağlığı için yapılması gereken birkaç basit tedbir daha vardır. Günlük hayatta küçük bir gayretle yapılabilecek bu ayak bakımı ömür boyunca sağlıklı, temiz ve şekli düzgün ayaklar sağlayacaktır. Ayak sağlığı için gençlerde soğuk su, yaşı ileri olanlarda ılık su kullanılmalıdır. Ayak terlemelerini mümkün olduğu kadar önlemek için her gün bir miktar çıplak ayakla dolaşmalı arasıra da tuzlu ılık suda dinlendirmelidir. Çorapları sık sık değiştirmek ve naylon çorap kullanmamak ayak sağlığı bakımından önemlidir.

AYAN MECLİSİ

Osmanlı Devletinde 23 Aralık 1876’daki Kanun-i Esasi’ye göre, Meb’usan Hey’eti ile birlikte Meclis-i Umumi’yi meydana getiren hey’et. Hey'et-i Ayan da denilmektedir. Hey’et-i Ayanın üye sayısı Hey’et-i Meb’usanın üye sayısının üçte birini geçmezdi. Ayan olabilmek için, eserleriyle, hizmetleriyle tanınmak ve kırk yaşını doldurmak gerekliydi. Hey’et-i Ayana giren bir üyenin üyelik hakkı hayatı boyunca devam ederdi. Meb’usan Hey’eti toplanmadıkça, Ayan Hey’eti de toplanamazdı. Fevkalade hallerde padişahın isteği veya mebusların salt çoğunluğunun yazılı isteği ile meclis vaktinden önce açılabilirdi. Ayan Hey’eti, Meb’usan Hey’etince kabul edilip kendisine gönderilen kanun ve bütçe tasarılarını madde madde inceler, uygun olmayan maddeleri tespit ederek düşüncesini belirtirdi. Burası da, ya tamamen reddeder veya değiştirir, yahud düzeltilmesi için Meb’usan Hey’etine geri gönderirdi. Kabul ettikleri tasarıları tasdik ederek sadrazama gönderirlerdi.

İlk Ayan Hey’eti 19 Mart 1877 günü Sultan Abdülhamid Han tarafından Dolmabahçe’nin büyük salonunda meclisin açılması ile vazifeye başladı. Padişah tarafından tayin edilen bu hey’etin, 27 üyesi vardı. Ayan Hey’eti çalışmalarına bir sene kadar devam etti. Meb’usan Meclisinin faaliyeti, bu meclisin çoğunluğunun Türk olmayan azınlıkların elinde olması sebebiyle 13 Şubat 1878 tarihinde Sultan Abdülhamid Han tarafından durdurulunca, Ayan Hey’eti İkinci Meşrutiyetin ilanına kadar (1908) harhangi bir vazife görmedi. Fakat üyeleri hiçbir göreve tayin edilmediler ve normal maaşlarını aldılar. İkinci defa meclis açıldığı zaman bu heyetten hayatta yalnız üç kişi kalmıştı. Kanun-i Esasi’de 1909’da yapılan değişikliklerle, her konuda yasa teklifi yetkisini elde eden Ayan Meclisinin hukuki varlığı Osmanlı Devletinin ortadan kalkmasıyla son buldu.

AYASOFYA

Alm. Haghia Sophia, Fr. Ste. Sophie, İng. Haghia Sophia. İstanbul’un fethine kadar hıristiyan aleminin en büyük kilisesi, bu tarihten 1934’e kadar İslam aleminin en büyük camilerinden biri idi. 1935’ten sonra ise müze olarak kullanılmaktadır.

Ayasofya (Sainte Sophie) Camii, İstanbul’da Topkapı Sarayı yanındadır. Miladın 325. senesinde, Büyük Konstantin tarafından ahşap olarak yapıldı. Aryüs mezhebinde olup, 408’de vefat eden Arkadyus zamanında yandı. Bunun oğlu Teodosyus yeniden yaptırdı. Jüstinyanus zamanındaki ihtilalde yine yandı. Bunun tarafından şimdiki bina yaptırıldı. Jüstinyanus, 565’te ölmüştür. Bunun zamanında, zelzelede kubbesi yıkılmış, şimdiki kubbe 548’de yapılmıştır. Doğudan batıya 81, kuzeyden güneye 73, yüksekliği 57 metredir. Makedonyalı Valis (Balis-I) ve Roman ve Andronik zamanlarında tamir edilmiştir.

Asıl kilise, kareye yakın dikdörtgendir. Bu alanın üzerini 24,3 m yükseklikte, 33 m çapında bir kubbe örtmektedir. Kubbede 40 tane kaburga, kubbe kasnağında ise 40 pencere vardır. Bu büyük kubbeyi taşıyan fil ayakları birbirleriyle bitiştikleri yerlerde pandantif yaparak kubbeye bitişirler. Aynı zamanda büyük kubbenin basıncını, doğu ve batıdaki yarım kubbeler toprağa taşırlar. Binanın ağırlığını taşıyan sütunların sayısı ise 107 tane olup, 40 tanesi aşağıda, 67 tanesi ise yukarıdadır. Sütunlar için mermerler, Bizans İmparatorluğunun muhtelif yerlerindeki mermer ocaklarından, en nadide olanları seçilerek kullanılmıştır.

İstanbul’un Fethinden Sonra Ayasofya

29 Mayıs 1453 (H. 857)te İstanbul fethedilince, Fatih Sultan Mehmed Han Ayasofya’nın camiye çevrilmesini emretmiş ve fethi takiben ilk Cuma namazı burada Akşemseddin hazretleri tarafından kıldırılmıştır. Fatih Sultan Mehmed Han, Ayasofya’yı hayratının ilk eseri olarak, kıyamete kadar cami kalmasını yazılı vasiyet ve vakfetti. Caminin yanına da bir medrese yaptırdı. Müslüman Türkler, Ayasofya’ya daima ilgi duymuşlar, yaptıkları ustaca tamiratlarla bugüne kadar gelmesini sağlamışlardır.

İslam dini her şeyde olduğu gibi, resimleri de faydalı ve zararlı olmak üzere ikiye ayırmış olduğundan canlılara tapılmasına alet olan resimleri yasaklaması sebebiyle, Ayasofya’nın camiye çevrilmesi esnasında, binadaki mozaikler alçıyla sıvanarak badanalanmıştır. Ayrıca güneydoğudaki istinat duvarı ile buradaki tuğla minare, Fatih devrinde inşa edilmiştir. Kuzeybatıdaki minare, Sultan İkinci Bayezid, diğer minareler Sultan İkinci Selim devrinde, Mimar Sinan tarafından inşa edilmiştir. Sultan Üçüncü Murad devrinde de, Mimar Sinan İmparator Andronikos zamanında yapılan payandaları yeniden örmek ve yeni payandalar inşa etmek suretiyle, caminin çökme tehlikesinin önüne geçmiştir. Yine bu devirde Ayasofya’da bulunan iki büyük su küpü Bergama’dan getirilmiştir. Mihrabın iki yanındaki şamdanlar ise Kanuni Sultan Süleyman Han tarafından Budin’den getirilerek camiye vakfedilmiştir. Ayasofya Camii, 1809’da Sultan İkinci Mahmud Han, 1847 senesinde Abdülmecid Han ve 1894'te İkinci Abdülhamid Han devirlerinde tamir edildi.

Duvarlardaki ayetler, Sultan Dördüncü Murad zamanında, Bıçakçızade Mustafa Çelebi tarafından yazılmıştır. Bir şaheser olan mermer mimber ile vaz kürsüsü de bu devre aittir. Caminin güneyinde, duvarları Kütahya ve İznik çinileriyle kaplı ve çok kıymetli yazma eserler bulunan kütüphane Sultan Birinci Mahmud Han tarafından inşa ettirilmiştir. Caminin büyük kubbesine asılı olan büyük top kandili Üçüncü Ahmed Han yaptırdı.

Bugün mevcut olup, duvarlarda asılı duran ve Mustafa İzzet Efendinin hattı olan 7,5 m çapındaki lafzatullah, Peygamber efendimizin ve dört halifenin isimleri yazılı yuvarlak levhalar, Abdülmecid Han zamanında asılmıştır.

Ayasofya Camiinin bahçesindeki mezarlığa inşa edilen ilk türbe, Sultan İkinci Selim’e aittir. Bundan sonra Sultan Üçüncü Murad ve Sultan Üçüncü Mehmed’in türbeleri inşa edilmiştir. Ayrıca Ayasofya’nın bahçesinde Sultan Birinci Mustafa ile Sultan İbrahim’in türbeleri de mevcuttur.

Ayasofya’nın figürlerini ortaya çıkarma işi 1931-38 döneminde zamanın hükümeti tarafından Amerikan-Bizans Enstitüsüne verilmiş ve bu enstitü adına T. Whittemore çalışmalara başlamıştır. Kubbedeki mozayiklerin bir kısmı boya ile kopye edilmiştir. Fatih Sultan Mehmed Han zamanında mozayikler tamamen kazındığından yeniden yapıldığı da bildirilmektedir.

AYASTEFANOS ANTLAŞMASI

Doksanüç Harbi (1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı) sonunda imzalanan barış antlaşması. Sultan İkinci Abdülhamid Hanın karşı olmasına rağmen Midhat Paşa, Damad Mahmud Paşa ve Redif Paşa gibi devlet adamlarının sebeb olduğu Osmanlı-Rus Harbi, Türklerin umumi olarak yenilmesiyle neticelendi. Ruslar batıdan Yeşilköy'e, doğudan Erzurum’a kadar geldiler. Osmanlı Devleti mütareke istedi. Rus orduları başkomutanı Nikolay barış esaslarının mütarekeyle birlikte görüşülmesi şartıyla bu isteği kabul etti. 3 Mart 1878’de Osmanlı tarihinde benzeri görülmeyen, aleyhimizde ağır ve feci şartlar getiren Ayastefanos Antlaşması imzalandı.

Yirmi dokuz maddelik antlaşmaya göre batıda büyük bir Bulgaristan Prensliği kurulacak; Makedonya, Batı Trakya, Kırklareli, bir Rus kuklası olarak düşünülen bu otonom prensliğe verilecekti. Kars, Ardahan, Batum Rusya’ya verilip, Karadağ ve Sırbistan’ın istiklalleri kabul edilecekti. Ayrıca Osmanlı Devleti, Rusya’ya 245 milyon Osmanlı altını harp tazminatı verecekti. Antlaşmaya göre Rumeli’nde kesin kayıplar 237.298 km2 toprak ve yaklaşık 8 milyon nüfus idi. İmtiyaz verilmiş Bulgaristan, Doğu Rumeli, Artvin, Tunus gibi yerler bu rakamların dışındaydı. Bunlar da ilave edilince devletin kaybı korkunçtu.

Ayastefanos Antlaşması ile Rusların bölgede tamamen hakim bir konuma gelmeleri Batılı devletleri telaşlandırdı. Zira Rusların Bulgaristan yolu ile sıcak denizlere inmeleri İngilizlerin Hindistan siyasetine ve Avusturya’nın Bosna-Hersek’i ilhakına set çekmiş olacaktı. İkinci Abdülhamid Hanın şahsi diplomasisi bu tepkileri çok iyi değerlendirdi. Kıbrıs’ın idaresini İngiltere’ye bırakmakla Berlin’de yeniden bir antlaşma zemini elde etmeye muvaffak oldu. Ayastefanos’un feci şartlarını hafifleten bu antlaşma ile Türkiye’nin Balkanlardaki hayatı bir müddet uzadı (Bkz. Berlin Antlaşması).

AYÇİÇEĞİ (Helianthus annuus)

Alm. Sonnenblume (f), Fr. Tournesol, İng. Sunflower. Familyası: Bileşikgiller (Compositae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Yerli bir bitki olmamakla beraber, soğuk yüksek yerler hariç bütün bölgelerde yetişir. Bilhassa Ege, Trakya, Marmara bölgelerinde çok ekilir.

Günebakan, Gündöndü ve Günçiçeği diye de bilinen bir yıllık bitki. Ayçiçeğinin boyu, yarım metreden dört metreye kadar varır. Kalınlığı 1 ile 4 cm arasında değişir. Ayçiçeğinin çok sağlam bir kök yapısına sahip olduğu bilinmektedir. Bu bitki kuvvetli kökleriyle toprağı sıkı sıkıya kavrar ve çok fazla besin maddesi, özellikle potasyum alır. Ayçiçeğinin sapı, yani gövdesi de çok kuvvetlidir. Tek bir saptan ibaret olan veya dallanan çeşitleri vardır. Tarımı yapılan ayçiçeklerinin dallanmaması, buna karşılık süs bitkisi olarak kullanılanlarının ise dallanması istenir. Ayçiçeğinin yabani türleri daha fazla  dallanır; dallanma yabanilik vasfıdır. Fazla dallandığı zaman her dalın ucunda bir tabla meydana getirir. Fakat tablalar ve tabla üzerinde oluşan meyve (tohum) küçük ve yağ oranı düşük olur. Bu bakımdan dallanan ayçiçekleri makbul değildir.

Ayçiçeğinin yaprakları iri ve kalp şeklinde olup, renkleri açık yeşilden koyu yeşile kadar değişir. Bitkinin yaprakları, dalları ve sapı tüylüdür. Ayçiçeği saplarının içi özle doludur. Çiçekler ana sap veya dalların ucunda teşekkül eden tablalarda meydana gelir. Tablaların altında birbiri üzerine kiremit gibi dizilmiş ve sivri, sapsız mekik şeklinde yaprakları bulunur.

Tablalar üzerinde iki çeşit çiçek vardır. Tablanın ilk iki sırasındaki çiçekler kısır olup ürün vermezler. Bunların erkek ve dişi organları yoktur. Kısır çiçeklerin taç yaprakları, tablanın dışa gelen kısmında bir dil şeklinde uzanmış olup, uzunlukları yarım ile iki santimetre arasındadır. Renkleri beyazımsı kırmızımtrak, portakal renklidir. Son derece güzel bir görünüşe sahiptirler. Bu çiçeklerin bir tabladaki sayısı 50 ile 200 arasında değişir.

Ayçiçeği tohumlarının bin tanesinin ağırlığı 70 ile 200 gram arasındadır. Yağlı çeşitlerin tohumları daha küçük, çerezlik çeşitlerin ise daha büyüktür. Tanesi küçük olan tohumlarda yağ nisbeti daha fazla, tanesi büyük olanlarda ise yağ nisbeti daha düşüktür. Bu bakımdan ayçiçeği ekimi yapılırken hangi gaye güdülüyorsa ona göre çeşit seçimi yapılmalıdır.

Ayçiçeği tohumlarında yüzde 35 oranında kabuk ve yüzde 65 oranında da iç bulunmaktadır. Kabuklu tohumların yağ oranı yüzde 45-55; içteki yağ oranı ise yüzde 65-70 dolayındadır.

Ayçiçeğinden nasıl faydalanılır? Ayçiçeği ışığa karşı duyarlı bir bitki olup, güneşin hareketini takip eder. Özellikle bu durum, ayçiçeği tabla bağladıktan sonra çok bariz bir şekilde görülür. Bu özelliğinden dolayı ayçiçeğine birçok yerde “Güne Bakan”, “Gündöndü” ve “Günçiçeği” gibi isimler verilmektedir.

Ayçiçeği, bitkisel yağ sanayiinin hammaddesini veren bitkilerin başında gelmektedir. Ayçiçeği yağı en kaliteli ve lezzetli yağlardandır. Bu yağ yemeklerde, salata, kızartma ve balık konservelerinde; sanayide ise boya ve sabun yapımında kullanılır. Ayçiçeği küspesinde önemli nisbette (yüzde 20) protein ve bir miktar yağ (yüzde 1-7) bulunduğu için çok besleyici bir hayvan yemidir. Bilhassa sığır ve süt inekleri için değerli bir besindir.

Öğütülmüş ayçiçeği tablaları küçükbaş ve kümes hayvanları için yem olarak kullanılmaktadır. Ayçiçeği tohumunun kabuğu; mayaların hazırlanmasında, alkol ve furfurol elde edilmesinde hammadde olarak kullanılır. Ayçiçeği tohumları ülkemizde yaygın bir şekilde çerez olarak tüketilmektedir. Ayçiçekleri arılar için önemli bir bal kaynağıdır.

Ayçiçeği saplarından yakıt ve inşaat malzemesi olarak faydalanılır. Çiftliklerde sundurma ve gölgelik gibi tesislerin üzerlerinin kapatılmasında kullanılır. Yakıldıktan sonra geriye kalan külünde yüzde 40 nisbetinde potasyum bulunur. Bu kül toprağa verilerek toprakların potaslı gübre ihtiyacı karşılanmış olur.

Ayçiçeğinin en önemli düşmanı canavar otudur. Bugün ise bu problem büyük ölçüde halledilmiş olup, canavar otuna dayanıklı çeşitler geliştirilmiştir.

Halen memleketimizde en fazla ayçiçeği, Trakya-Marmara bölgesinde ekilmekte ve üretilmektedir. Ayçiçeği ekim alanlarının üçte ikisi bu bölgemize aittir. Trakya-Marmara bölgesini, Ege, Orta Anadolu ve Orta Karadeniz bölgeleri takib etmektedir. Halen ülkemizde 500-600 bin hektar alanda ayçiçeği tarımı yapılmaktadır. Yıllık üretim miktarı ortalama 600 bin ton ve dönüme verim ise 120-130 kilogramdır. Son yıllarda Doğu Anadolu bölgesinin bazı illeri de ayçiçeği ekimi açısından önemli gelişmeler göstermiştir. Ülkemizdeki yemeklik yağ ihtiyacını karşılamak için, başta ayçiçeği olmak üzere yağlı tohumlu bitkilerin üretim ve verimini artıracak tedbirlerin alınması gerekmektedir.

Ayçiçeği nasıl bir iklim ister? Ayçiçeği aslında ılık iklimleri sever. Soğuk olan yerlerde gelişmesi oldukça yavaştır. Ayçiçeğinde normal gelişme süresi 80-140 gündür. Ekim zamanında toprak sıcaklığının 10-12 dereceden az olmaması gereklidir. Bol ışık ve fazla sıcaklık ayçiçeği tohumunda yağ nisbetinin yüksek olmasını te’min eder. Bunun yanında ayçiçeği tablalarının ortasındaki çiçeklerin tohum bağlayabilmesi için, toprakta yeteri kadar nem olması gereklidir. Bundan dolayı çiçeklenme ve döllenme devresine kadar yeterli yağış alması verimin fazla olmasını sağlar.

AYDERUSİLER

Yemen, Hindistan, Endonezya ve Mısır'da yaşamış çeşitli ilmi ve dini hizmetlerde bulunan Hadramut asıllı bir aile. Peygamber efendimizin neslinden olan bu aile "Alevi", "Seyyid" ve "Şerif" ünvanlarıyla anılmıştır.

Ayderus kelimesi, "şiddetle yakalama ve kuvvetle bastırma" manalarında kullanılır.

Ayderus arslanın isimlerindendir. Bu manası dikkate alınarak manevi derecesi yüksek olan bazı zatlara Ayderusi lakabı, ismi verilmiştir. Ayderus'un İdris kelimesinin değiştirilmiş şekli olduğunu söyleyenler de olmuştur.

Ba Alevi diye tanınan Alevi ailesinin Sekkaf kolundan gelen, bu aileden pekçok veli, alim ve salih zat yetişmiştir. Bunlardan otuz kadar zatın ismini Muhibbi Hulasatü'l-Eser adlı kitabında zikretmiştir.

Ayderusiler ailesinin meşhur şahsiyetlerinden bazıları şunlardır:

1. Abdullah bin Ebu Bekir el-Ayderus: Ayderus ailesinin atasıdır. 1408 (H. 811) de Hadramut'ta doğdu. "Hadramut Şeyhi" diye tanındı. 1460 (H.865) ta vefat etti.

2. Fahrüddin Ebu Bekir bin Abdullah el-Ayderus: Ayderusiyye tarikatinin kurucusu veli bir zattır. Aden'in en büyük velisi ve manevi koruyucusu olarak kabul edilir. 1447 (H.851)de Terim'de doğdu. 1508 (H.914)de Aden'de vefat etti. Türbesi ve yanındaki cami Aden'in en büyük ziyaret yerlerindendir. Her yıl 11-15 Rebiulevvelde burada adına İhtifal (anma törenleri) tertip edilmektedir.

3. Şeyh bin Abdullah el-Ayderus: 1513 (H.919)te Terim'de doğdu. 1582 (H.990) de Hindistan'ın Ahmedabad (Gucerat) şehrinde vefat etti. Veli bir zattı.

4. Abdülkadir bin Şeyh el-Ayderus: Fıkıh alimi ve veli bir zattır. 1570 (H.978)te Haydarabad'da doğdu. Annesinin Abdülkadir Geylani hazretlerine bağlı olması sebebiyle Abdülkadir ismini aldı. Zengin bir kütüphane kurdu. 1628 (H.1038) de vefat etti.

5. Şeyh bin Abdullah bin Şeyh el-Ayderus: Evliya bir zat olup 1585 (H.993) de Terim'de doğdu. Hindistan'daki Devletabad'da vefat etti ve buraya yakın bir yere defnedildi.

6. Ali bin Abdullah bin Şeyh el-Ayderus: 1577 (H.985) de Terim'de doğdu. Zeynelabidin ve Tacülarifin ünvanlarıyla meşhur oldu. 1632 (H.1041) senesinde vefat etti.

7. Cafer es-Sadık bin Ali el-Ayderus: Tasavvuf erbabı veli bir zattı. 1589 (H.997) da Terim'de doğdu. Hindistan'daki Surat şehrine gitti. 1654 (H.1064)te orada vefat etti.

8. Abdullah bin Şeyh el-Ayderus: 1608 (H.1017)de Terim'de doğdu. Mekke veMedine'yi ziyaret ettikten sonra Hindistan'a gitti. Daha sonra Arabistan'a dönerek Şihr'e yerleşti. 1663 (H.1073)te Şihr'deki zaviyesinde vefat etti.

9. Cafer bin Mustafa bin Ali Zeynelabidin el-Ayderus: 1673 (H.1084)te Terim'de doğdu. Hindistan'a giderek Bahadır Şahtan itibar gördü. 1729 (H.1142) da Hindistan'ın Surat şehrinde vefat etti.

10. Abdurrahman bin Mustafa Zeynelabidin el-Ayderus: 1723 (H.1135) de Terim'de doğdu. Önce Hindistan'a gitti daha sonra Arabistan'a döndü. Yemen Mekke ve Taif'i ziyaret etti. Mısır'a giderek Kahire'de yerleşti. Suriye ve İstanbul'a geldi. Tekrar Kahire'ye döndü. 1778 (H.1192) senesinde Kahire'de vefat etti. Kabri Zeyneb binti Fatıma'nın Kahire'deki türbesi civarındadır.

11) Hüseyin bin Ebu Bekir el-Ayderus: Endonezya'daki velilerin en büyüklerindendir. Luar Batang'daki türbesi ve yanındaki büyük, Hint Takımadalarında en çok ziyaret edilen yerlerden birisidir. Kubu (Borneo) Ayderus Hanedanlığı da aynı adı taşıyan bir seyyid tarafından kurulmuştur.

12. Ayderus bin Ömer bin Ayderus el-Habsi: Hadramutlu olup seyyiddir. 1822 (H.1237) de Gurfe'de doğdu. 1896 (H.1314) da vefat etti.