ATOM
Alm. Atom, Fr. Atome, İng. Atom. Maddenin en küçük ve temel yapı taşı. Atom, içinde organize tanecikler bulunan ve bunlara bölünebilen yine de maddenin temel yapı taşı olarak bilinen bir birimdir. Bütün maddeleri meydana getiren (madde, boşlukta yer kaplayan ve ağırlığı olan varlık demektir.) 105 çeşit element bilinmektedir. Element, kendisinden başka özellikte maddeler çıkarılmayan saf madde demektir. İşte bu elementlerin her birini meydana getiren en küçük yapı taşları atomlardır. Aynı cins atomlar elementi meydana getirir. Mesela hidrojen ve demir birer elementtir. Çünkü yapılarında birer çeşit atom vardır. Farklı atomların bir araya gelmesinden oluşan maddelere bileşik diyoruz. Su element değil, bir bileşiktir. Oksijen ve hidrojen atomlarından meydana gelmiştir. Su, toprak, ateş, etrafımızdaki bütün maddeler, bu 105 çeşit elementin, yani bunların yapı taşı olan atomların muhtelif şekillerde bir araya gelmesi ile teşekkül etmişlerdir.
Atom teorileri:Rutherford (1911), ince bir maden (altın) levhadan alfa tanecikleri geçirdi. Alfaların çoğu, serbestçe doğru geçip binde biri, yolundan saptı. Madenler atom şebekesi olduğundan, alfaların doğru geçmesi atomların içinin boş olduğunu göstermektedir. Demek ki atomların ortasında, atomun artı elektrik yükünü ve aynı zamanda bütün kütlesini havi bir çekirdek vardır. Bu çekirdeğin çapı atomun tekmil çapından yüz bin defa daha küçüktür. Atomlar elektrikçe nötr olduğu için, çekirdek etrafında, çekirdekteki artı elektrik kadar elektron bulunması lazımdır.
Rutherford, atomları planet modeline benzeterek, elektronların boşlukta gelişigüzel hareket ettiklerini ileri sürdü. Ancak bu model, elektronların yörüngelerindeki ivmeleri dolayısıyla zamanla enerjilerini kayıp ederek, çekirdek üzerine düşmeleri gerekeceği sorusuna cevap veremedi. Bu soruya 1913 yılında Bohr, quanta yörünge modelini geliştirerek cevap verdi. Bohr, elektronların çekirdek çevresinde belirli yörüngelerinin olduğunu ve bir yörüngeden diğerine ganta atlamaları şeklinde geçtiklerini ileri sürdü. De Broglie, Bohr modelinin ortaya koyduğu serbest yörüngeleri, o andaki elektronun madde dalgasının kendi içinde kapalı olarak titreştiği ve böylece duran dalgaların meydana geldiği alanlar olarak açıkladı. Fakat bu madde dalgası fikri ile de atom yapısına fiziksel bir berraklık getirilemedi.
De Broglie’nin fikirlerinden hareket eden Schrödinger ve Heisenberg (1927) muhtelif matematik ifadelerle modern atom teorisini ortaya koymuşlardı. Bu teoriye göre, elektron için çekirdek etrafında belirli bir yol ve yörünge yoktur. Ancak elektron orbital veya yük bulutu adı verilen alanlarda bulunabilir. Elektronun bulunma ihtimalinin olduğu bölgeler Schrödinger’in ortaya koymuş olduğu dalga fonksiyonunun mutlak karesi alınarak bulunabilir.
Bugün bilinen yapıya göre atom, artı elektrik yüküne sahip protonların ve yüksüz nötronların bulunduğu bir çekirdek ile, çekirdek etrafındaki eksi elektrik yüküne sahip elektronlardan meydana gelmiştir. Bir atomdaki proton ve elektron sayıları birbirine eşit olduğunda atom nötrdür. Artı ve eksi yükler arasındaki çekim, elektronları çekirdeğe yakın tutar.
Atomun büyüklüğü: Atomun yarıçapı yaklaşık 10-8 santimetredir. 56 gram demir içinde 6,012.1023= 602.000.000.000.000.000.000.000 tane atom bulunmaktadır. Çekirdeğin yarıçapı 10-13 santimetredir. Yani çekirdeğin çapı atomun çapından 100.000 defa daha küçüktür. Şöyle ki bir atomun içini tamamen çekirdek ile doldurabilmek için 1015 çekirdek gerekir. Büyük bir stadyum ve bunun ortasında bir böcek. Atom ve çekirdeği için böyle bir örnek vermek mümkündür. Böcek atomun çekirdeği ise, elektronların bulunduğu yörüngeler stadyumun duvarlarıdır. Böyle olmasına rağmen atomun hemen hemen bütün kütlesi çekirdekte toplanmıştır. Eğer atomdaki bu büyük boşluk olmasaydı, yani elektronlar bir an için durup dönmeselerdi, dünyamız bir ev kadar küçük olurdu. Bir çay kaşığı su 1015 gr (1 milyar ton) ağırlıkta olacaktı. Böylece kendi vücudumuz dahil olmak üzere, etrafta görebildiğimiz ne varsa hepsinin hemen hemen birer boşluklar aleminden ibaret olduğunu söylemek doğru olacaktır. Atomun insan büyüklüğü yanındaki hacmi, insanın güneş büyüklüğüne nisbeti gibi olup, bu nispet 1028dir. Yani 1028 adet atom bir insanı, 1028 tane insan da güneşi meydana getirir. İnsanın kainattaki yeri güneş büyüklüğü ile atom büyüklüğü ortasındadır.
Proton, nötron, elektron:Önceleri atom, maddenin son durağı bilinirdi. Daha sonra bölünemez sanılan atomda proton, nötron, elektron, mezon, nötrino gibi kütleli veya kütlesiz düzinelerce parçacık keşfedilmiştir. Nötron ve proton atom çekirdeğini teşkil eden parçacıklardır. Kütleleri birbirine yakındır. Protonların kütlesi 1,673.10-24 gram, nötronların ise 1,675.10-24 gram kadardır. Herbirinin kütlesi elektronun 1836 misli kadardır. Nötronlar elektrikçe yüksüz taneciklerdir. Protonlar ise +1 (bir birim pozitif elektrik) yüklüdür. Çekirdekteki proton sayısı kadar +yük mevcut olur. Atomun nötr olması, çekirdek dışındaki elektronların sayısının proton sayısı kadar olmasındandır. Elektronlar, kütlece çok küçük olmalarına rağmen -1 (bir birim negatif elektrik) yüklü olmaları, protonun + yükünü nötrleştiriyor.
Bir atomun çekirdeğindeki proton sayısı atomun numarasını, proton ile nötron sayısı toplamı ise atomun kütlesini verir. Atom numarası aynı zamanda elektron sayısı kadardır. Elektronlar atom çekirdeği etrafında gezegenlerin güneşin etrafında döndüğü gibi dönerler. Nasıl ki güneşe en yakın gezegenin hızı en fazla ise çekirdeğe yakın elektronların hızı da en fazladır. Elektronların çekirdekten uzaklıkları, bir milimetrenin milyonda biri kadardır. Böylece saniyedeki hızları 1000-150.000 km olan elektronlar çekirdek etrafında küçücük yollarında milyarlarca defa dönmektedirler.
Elektron hızında giden bir tren saniyede Haydarpaşa’dan Erzurum’a birkaç kere gidip gelebilir. İşte elektronların bu yüksek hızından dolayı atomların içi dolu gibi görünüyor. Boşluklu olduğu halde, maddelerin içinin dolu sanıldığını, ilk olarak bulan ve kitablarında yazan, başta Mektubat olmak üzere birçok kıymetli kitabların yazarı büyük İslam alimi İmam-ı Rabbani Ahmed Faruki Serhendi hazretleridir.
Atomu organize halde tutan kuvvetler: Atomu gerek kendi içinde muhafaza etmekte, gerekse diğer atomlarla olan hareketlerini düzenlemede dört kuvvet rol oynar. Çekim kuvveti, zayıf kuvvet, elektromanyetik kuvvet ve nükleer kuvvet. Gezegenleri güneş sisteminde tutan kuvvet, çekim kuvvetidir. Aynı tür kuvvet atom ve molekülleri bir arada tutan kuvvettir. Çekirdek etrafında korkunç bir hızla dönen elektronların kaçıp gitmelerini önleyen kuvvet elektromanyetik kuvvettir. Bu kuvvet ters işaretli elektrik yüklerinin birbirini çekmesi şeklinde tezahür eder. Çekirdekte bulunan protonların aynı işarette elektrik yükü ile yüklü bulunmalarına rağmen, birbirlerini itmeyip, bilakis çok yakın durmalarını gerçekleştiren kuvvet nükleer kuvvettir. Bu kuvvetler birbiri ile kıyas edilemiyecek kadar farklı şiddetlerde oldukları halde atomu büyük bir düzen ile kurarlar.
Periyodik sistem: 1867 senesinde Mendelyef ve Lothar Meyer isminde iki kimyager, birbirinden haberi olmadan 105 elementten, o gün bilinenleri, atom ağırlığına göre soldan sağa doğru sıra ile yazmış, birkaç elementten sonra gelenlerin kimya özelliklerinin tekrar baştakilere benzediğini görmüş, bunları baştakilerin altına yazmıştır. Böylece yedi satır meydana gelmiştir. Her satıra devre (periyod) denir. Alt alta olan elementlerin kimyasal özellikleri aynıdır. Bunlara, yukarıdan aşağı, bir grup denir. Yan yana sekiz grup vardır. Yüz beş elementin yedi devir ve sekiz grup teşkil etmek üzere sıralanmasına periyodik sistem (veya devr-i tasnif) denir.
Elektron yörüngeleri: Elementlerde basitten karmaşığa doğru gidildikçe proton sayısı artmakta, dolayısıyla çekirdeğin pozitif elektrik yükü de fazlalaşmaktadır. Elektron sayısının da bu oranda artacağı meydandadır. Nitekim atom numarası 1 olan hidrojenin 1 proton ve 1 elektronu vardır. Atom numarası 2 olan Helyumun 2 proton ve 2 elektronu vardır. 92 numaralı uranyumun 92 protonu ve 92 elektronu vardır.
Bir atomun bütün protonları çekirdekte bulunurken, elektronların atomdaki mevzilenme durumları oldukça komplekstir. Elektronlar çekirdeğin etrafında belli mesafelerdeki yörünge gruplarına belli sayılarla yerleşirler. Her yörünge grubunun elektron kapasitesi bellidir. Yörünge gruplarına elektron zarfı veya tabakası ismi verilir. Elektron zarfları içten dışa doğru K,L,M,N,O,... diye isimlendirilir. Her bir zarfın alabileceği maximum elektron miktarı zarf numarasının karesini iki ile çarpmak suretiyle bulunabilir.
K zarfı: 2 . 12 = 2 elektron
L " : 2 . 22 = 8 "
M " : 2 . 32 = 18 "
N " : 2 . 42 = 32 "
Bu zarflar ayrıca alt yörüngelere ayrılır. Bunlar da içten dışa doğru s,p,d,f harfleri ile temsil edilirler. Bir zarfta bulunan elektronlar bu alt yörüngelere dağılmıştır. Hidrojen atomunun tek elektronu K zarfında, helyum atomunun ikinci elektronu yine K zarfında, Helyum atomunun ikinci elektronu yine K zarfında, lityum ise 3 elektronlu olduğundan, 3’üncü elektronu K zarfına sığmayıp, L zarfının ilk yörüngesi s’ye yerleşir. 6 elektronlu karbon atomunda K ile L zarflarının iki alt zarfı (1s, 2s ile temsil edilirler) ikişer elektron aldığından, kalan iki elektron L zarfının p alt yörüngesine geçer. s,p,d ve f alt zarflarının da maksimum elektron alabilme kapasiteleri sırasıyla 2,6,10 ve 14’tür.
Atomların en dıştaki zarfında 8’den fazla elektron bulunmaz. Sekizden fazla olanlar bir sonraki zarfa geçer. Mesela potasyumun 19 elektronu vardır. 2’si K zarfında, 8’i L zarfında bulunur. Geriye kalan 9 elektronu M zarfında yer alabileceği halde, sadece 8’i M zarfında kalır, kalan tek elektron N zarfına geçer. Son zarfında 8 elektron bulunan atomlar kararlı atomlardır. Bu yüzden atomlar bu kararlı hale geçmek için ya elektron alma veya verme eğilimi gösterir. İşte bu eğilim yüzbinlerce çeşit bileşiğin teşekkülüne sebeb olur. Mesela sodyum’un M zarfında 1 elektronu vardır, klorun ise M zarfında 7 elektronu vardır. Sodyum atomu 1 fazla elektronunu 1 eksik elektronu bulunan klor atomuna verirse, her ikisi de kararlı hale gelir. Bu alışveriş sonucu sodyum atomu elektrikçe nötr halden çıkar, pozitif yüklü bir iyon (katyon), klor ise negatif yüklü bir iyon (anyon) olur. Bu iki zıt yükün çekim kuvveti sonucu sodyum ve klor atomu birleşerek sodyum klorür (NaCl) denilen bileşiği (yemek tuzu) meydana getirirler.
Atom ağırlığı: Bir elementin bir atomunun ağırlığıdır. Mesela 6,02.1023 tane hidrojen atomu 1 gr geldiğinden 1 tek hidrojen atomunun ağırlığı 1/6,02.1023 gr olur. Bu rakam oldukça küçük olduğundan genellikle Avagadro sayısı (1 mol) kadar atomun ağırlığından söz edilir. Böylece 1 mol Fe atomu 56 gr, 1 mol oksijen atomu 16 gr olur.
Atom kütlesi: Bir kimyasal elementin atomlarının ortalama kütlesinin standart bir kütleye oranıdır. Söz konusu standart kütle 1961'de karbon-12 izotopunun bir atomunun kütlesinin 1/12'si olarak seçilmiştir. Buna atomik kütle birimi (akb) denir. Böylece hidrojenin atom kütlesi 1, oksijenin atom kütlesi 16 ve demirin atom kütlesi 56 olur.
Atom numarası: Elementlerin çekirdeklerindeki proton sayısına göre küçükten büyüğe doğru sıralandıkları periyodik tabloda, her elementin sıra numarası. Yüksüz bir atomda elektronların sayısı protonların sayısına eşit olup, bu sayı atom numarasıdır. Mesela, 7 protonu bulunan azotun atom numarası 7, 8 protonu bulunan oksijenin atom numarası 8'dir.
Alm. Atombombe, Fr. Bombe atomique, İng. Atomic bomb. Kararsız atomların çekirdeğindeki zincirleme bölünme reaksiyonunun bir anda ve patlama şeklinde olmasıyla ortaya çıkan enerji. Eğer zincirleme bölünme reaksiyonu, kontollu bir şekilde devam ettirilirse atom pili veya nükleer santral meydana getirilir.
Atom bombasının yapımı çalışmaları: Bazı atom çekirdeklerinin büyük birer enerji deposu olduğu, 1896’da Fransız fizikçisi Henri Becquerel'in radyoaktifliği keşfetmesiyle anlaşılmıştır. 1919’da İngiliz fizikçisi Rutherford azot gazı çekirdeğini, radyoaktif cisimlerin yaydığı alfa tanecikleri ile bombardıman ederek azot çekirdeğini oksijen çekirdeğine dönüştürmüştür:
7N14+2He4 ® 8017 + 1H1
Bu buluştan sonra çekirdek reaksiyonu üzerindeki çalışmalar artmış ve 1934 yılında İtalyan fizikçisi Enrico Fermi uranyum çekirdeği ile nötron taneciğinin reaksiyonundan, atom numarası daha büyük olan transuranyum denilen yeni elementlerin meydana geldiğini ileri sürmüştür. Bu bilgilerden faydalanan Alman kimyacıları Otto Hahn ve F. Strasmann 1938 yılında uranyum çekirdeğini nötron bombardımanına tabi tutarak yaklaşık aynı boyda iki çekirdeğe bölmüşlerdir:
92U235+ 0n1 ® 56Ba140+ 36Kr 92 30n1 + Isı
Bir uranyum 235 çekirdeğinde 92 proton ve 143 nötron vardır. Kararsız olan bu çekirdekte enerji fazlalığı olup, her an patlamaya hazır vaziyettedir. Böyle bir çekirdeğe bir nötron daha gönderildiğinde daha yüksek enerjili hale gelir. Bu enerji fazlalığı çekirdeğin küresel şeklini bozarak iki parçaya bölünmesine sebeb olur. Bölünme sonucunda meydana gelen radyoaktif baryum ve kripton bir süre beta ışını yayarak kararlı hale geçerler. Ayrıca fazla miktarda enerji ve nötron açığa çıkar. Açığa çıkan nötron, reaksiyonu devam ettirir.
Her bir çekirdeğin bölünmesinden çok fazla miktarda enerji meydana gelir. Buna göre bir kilogram uranyum 235 çekirdeğin bölünmesiyle açığa çıkan enerji 2500 ton kok kömürünün yanmasıyla açığa çıkan enerjiye eşittir.
Bu çalışmalar İkinci Dünya Savaşının yaklaştığı bir zamanda Alman kimyacıları tarafından yapılmaktaydı. Amerika Birleşik Devletleri, Almanların atom enerjisinden faydalanarak bomba yapabileceklerini düşünerek, Almanlar’dan önce sonuca ulaşabilmek için metalurji projesi kod adıyla çalışmalara başlamışlardır. Proje İtalyan fizikçisi Enrico Fermi tarafından yönetilerek 1942 yılında Uranyum çekirdeklerinin zincirleme parçalanması gerçekleştirilmiş ve 2 Aralık 1942’de ilk reaktör çalıştırılmıştır. Bu tarih atom çağının başladığı gün olarak kabul edilir. Böylece atom bombasının yapımı için ilk adım atılmıştır.
İkinci Dünya Savaşına katılmış olan Amerika, atom bombasının yapımı için New Mexico eyaletinde Los Alamos’da atom bombası yapım merkezi kurmuştur. Bu bölge askeri yasak bölge ilan edilerek adı haritadan silinmiş, atom fizikçisi Prof. Dr. Oppeheimer başkanlığındaki 5700 kişilik bilim ordusu çalışmalarını sürdürmüştür. Bu merkezde 1945 yılı başında bombanın esas maddesi olan saf uranyum 235 ve plutonyum 239’dan 50’şer kilogram elde edilmiştir.
1945 yılı Temmuz ayında dünyanın ilk atom bombası hazırlanmıştır. Bunlardan uranyum 235’ten yapılan atom bombasına (little boy), plutonyum 239’dan yapılana ise (fat man) adı verilmiştir. Bu bombalar saniyenin milyonda birinde, bir milyon kere milyon kilo kalori enerji açığa çıkarmaktadır. Bu enerji havayı ısıtarak 12.000 m yüksekliğinde bir bulut meydana getirmekte, rüzgarlarından binalar yıkılmakta ve 400 m çapındaki alanı eriterek ateş gölü haline getirmektedir.
Atom bombasının kullanılması: Amerika Birleşik Devletleri tarafından 6 Ağustos 1945 günü ilk uranyum bombası Japonya’nın Hiroşima ve 9 Ağustos 1945'te plutonyum bombası Nagazaki'ye atılmıştır. Bunun sonucunda Japonya teslim olarak İkinci Dünya Savaşından çekilmiştir. Bombaların etkisi ile 300.000'den fazla insan ölmüş, 250.000 kişi yaralanmış ve radyoaktif ışınlardan zarar görmüştür. Aradan 50 yıla yakın bir süre geçmesine rağmen, halen bölgedeki korku ve huzursuzluk sürüp gitmektedir.
Atom silahları patlayınca, hemen şiddetli bir rüzgar etrafa yayılır. Bu rüzgar beş saniye sürer. Sonra etraftan buraya, ikinci bir rüzgar gelir. Bu rüzgarlar, binaları, ağaçları yıkar. Ancak kuvvetli çelik çerçevelerle takviye edilmiş betonarme yapılar, bunlara dayanabilir. Gamma ışınları, kandaki akyuvarları (lökositleri) tahrip edip, alyuvarların (hematilerin) üremesini men eder. Hiroşima’da bu ışınlarla 9000 kişi ölmüştür ki, bu miktar, bütün zayiatın % 15’i kadardır. Patladığı yerden itibaren birkaç kilometreye kadar şiddetli tesiri vardır. Otuz üç santimetre kalınlığında çeliğin, bir metre betonun, yüz altmış yedi santimetre toprağın; atom bombası tesirinden korudukları tespit edilmiştir.
Bugün, tesiri daha fazla ve daha korkunç atom bombaları yapılmaktadır. Fakat, şimdi, atom bambasından endişe ve korku kalmamış gibidir. Çünkü, haber alma merkezlerindeki radarlarda, düşmanın bomba taşıyan uçağının harekete geçtiği görülür. Yerden idare edilen roket atılarak, tam isabet ile, bomba, düşmanın memleketi üzerinde patlatılacak, onun bombası ile kendisi imha edilebilecektir.
Haberleşmede meydana gelen ilerlemelerin sonucu olarak, radar merkezinde, herhangi bir şehirden, bir üsten kalkan uçağın, cinsi, yüksekliği, hızı, uçuş istikameti, her an görülmektedir. Keşif uçakları ve gemiler, düşmanın binlerce kilometre uzaktaki hareketi, ekranda seyredilmektedir. Tam isabetli roket ve füzeler gönderilerek, düşmanın hareketi önlenmektedir.
Bugün ABD, Rusya, İngiltere, Fransa, İtalya, Pakistan, Mısır, Japonya ve Almanya bu savunma vasıtalarını kendileri yapmaktadırlar. Müttefik oldukları memleketlerde de bu merkezler kurulmuştur.
Bugün atom bombasına sahip ülkeler ABD, Rusya, İngiltere, Fransa ve Çin Halk Cumhuriyetidir. Bu devletlerin elindeki toplam güç, Hiroşima’ya atılan ilk atom bambasının 500.000 katıdır. Buna karşılık bu silahlardan korunma çareleri üzerinde de devamlı çalışılmaktadır.
Atom çekirdeğinde saklı olan bu muazzam enerji, akıllı insanları düşündürmektedir. 1956 yılında Türkiye’ye gelip, atomda saklı muazzam enerji hakkında seri konferanslar veren atom alimi W. Heisenberg sözlerini şöyle bitirmişti: “Bütün konferanslarımda atomdaki enerjiden nasıl istifade edilebileceğini anlattım. Şimdi aklımıza haklı olarak şu sual gelmektedir. Bu muazzam kudreti, küçücük yere kim ve nasıl koydu? Buna ancak metafizik (ilahiyat) cevap verecektir.” Buna hangi dinin cevap vereceği kendisine sorulduğunda; “İslam dini cevap verir. Arkadaşım atom alimi Hahn ile aynı fikirdeyiz.” demiştir.
(Bkz. Nükleer Enerji)
(Bkz. Nükleer Enerji)
Alm. Atomische Uhr, Fr. Horloge Atomique, İng. Atomic clock. Atom veya moleküllerin titreşimlerini kullanarak zamanı büyük bir hassasiyetle ölçen alet.
Zaman ölçümünde temel birim saniyedir. Saniye güneş gününün uzunluğuna bağlı olarak tarif edilmiştir.
Ancak ilmi çalışmalar için daha ileri bir hassasiyet gerekmektedir.
Atom saatinin esasını, atom ve moleküllerinin belirli frekanslarda enerji emerek veya yayarak, enerji alıp verebilecek duruma gelebilmeleri teşkil etmektedir.
Bir atom veya molekül sisteminden yüksek frekansta kararlı elektromanyetik dalgalar üreten ve maser adı verilen bu cihazlar üzerindeki çalışmalar 1940 yılında başlamıştır. 1949’da ABD’nin Milli Standartlar Bürosu, amonyak molekülünün özelliklerine bağlı olarak ilk saati imal etmiştir. 1955’te İngiltere’de, frekansı, saniyede 9.192.631.750 devir olan sezyum ışını kullanılarak atom saati yapılmıştır. Bu saatin hassasiyeti 1/1011 derecesinde olup, 1963 yılında milletlerarası zaman standardı olarak kabul edilmiştir.
1960 yılında ABD’de 1/1012 hassasiyetinde hidrojen ışın maseri geliştirilmiş olup, hassasiyeti 1/1014e yükseltmek için çalışmalar yapılmaktadır. 1/1014 hassasiyet üç milyon yılda bir saniyelik bir hataya karşılık gelmektedir.
(Bkz. Nükleer Enerji)
Alm. Atropin, Fr. Atropine,İng. Atropine. Tıpta kullanılan, zehirli ve kristal şeklinde bir alkolait. Atropin maddesini tabiatta Atropa belladonna adlı, Türkiye’de “itüzümü” veya “güzelavrat otu” denilen bitki grubu ihtiva etmektedir. Fazla alındığı zaman öldürücü bir zehir olan atropin, tıbbi tedavide sık kullanılan bir maddedir.
Atropin ihtiva eden Atropa belladonna bitkisinin hülasasını, Venezuelalı kadınlar göz bebeklerini büyütüp güzel görünmek için kullanırlardı. Orta Avrupa’da Atropa belladonna bitkisi “çıldırtan kiraz” adıyla tanınmaktadır. Enfes bir kiraz gibi görünen bu bitkiyi genellikle çocuklar yanlışlıkla yiyerek zehirlenirler. Bu bitkiye “Çıldırtan kiraz” denmesinin sebebi; güzel bir kiraz gibi görünmesi ve merkezi sinir sistemine tesir ederek çeşitli belirtiler ortaya çıkarmasıdır.
Atropin birçok müstahzarın yapısına girerek tedavide kullanılan bir maddedir.
Atropin'in tedavide kullanıldığı yerler:
1. Mide-bağırsak hastalıkları,
2. Yukarı solunum yolu hastalıkları ve astım,
3. Organik fosfor bileşikleri ihtiva eden ilaçlarla olan zihirlenmelerde antidot olarak (zirai mücadelede ve evlerde kullanılan haşere ilaçları),
4. Mantar zehirlenmelerinin büyük çoğunluğu, Amanita Muscaria adlı zehirli mantarın yenmesi ile olur. Zehirlenmenin sebebi, mantarın ihtiva ettiği muscarin maddesidir. Bu zehirlenmelerde de atropin baş ilaçtır.
Atropinin tedavide kullanılması yanında, atropinle olan zehirlenmeler de çok önemlidir ve tanınması gerekir.
Atropin zehirlenmesi:
a) Merkezi sinir sistemi belirtileri: Heyecan, telaş, zaman- mekan mefhumunda şaşırma, dağınıklık, etraftaki cisimleri yanlış idrak etme (illüzyon), korkulu bir ruh hali, gerçekte olmayan cisimleri görmek ve hissetmek.
b) Vücutla ilgili belirtiler: Ağızda kuruluk, susuzluk hissi, konuşma ve yutkunma zorluğu, gözbebeklerinde ileri derecede genişleme, bulanık görme, göziçi basıncında artma, yüz ve boyunda kızarma, ateş, nabız sayısında artma, kan basıncında (tansiyonda) yükselme, idrar atılmada güçlük ve buna bağlı idrar birikmesi, karında gerginlik. Bu zehirlenme belirtileri 10 miligram atropin alındığında görülüp hatta bazan ölüme sebebiyet verebildiği gibi, 500 miligram atropin gibi yüksek doz alanlarda ölüm olmayabilmektedir. Küçük çocuklar atropin zehirlenmesine, yaşlılar atropinin merkezi sinir sistemi etkilerine karşı hassastır. Atropin vücutta etkisizleştirilirken hem karaciğerde parçalanır hem de böbreklerde değişmeden atılır. Bu bakımdan karaciğer ve böbrek yetmezliği olanlarda çok ufak doz çok tesirli olabilir.
Zehirlenme halinde yapılacaklar: Önce aktif kömür tozu verilmeli ve sür’atle mide yıkaması yapılmalıdır. Zehirlenme belirtilerine karşı, vücut ısısı düşürülmeli, ağızdaki kuruluğu gidermeli, idrar birikimini önlemek için sonda takılmalıdır. Merkezi sinir sistemi belirtilerine karşı ilaçlarla tedavi yapılır. Bugün atropin zehirlenmesinde en çok kullanılan ilaç Fizostigmin adlı bir tabii maddedir.
Atropin zehirlenmesinde ölüm oranı % 1’den az olup, zehirlenme geçtikten sonra herhangi bir araz, iz bırakmaz.
Alm. Kraemer, drogist, Fr. Droguiste, herboriste, İng. Herbalist. Baharat, güzel koku, şifalı ve sağlığa faydalı bitkileri hazırlayıp satan kişi. Attarlar, günümüzde olduğu gibi eczanelerin bulunmadığı zamanlarda sadece güzel koku satmazlar, ilaç yapımında kullanılan hayvani ve nebati bitkileri de satarlardı.
Attarlar; ilaçları alıcının şikayetine göre bulundukları dükkanlarda kendileri hazırlardı. Bazan da alıcı yapacağı ilacın hammaddesini kendisi attardan alır, ilacını yapardı.
Attarlar bugünkü modern eczacılığın çekirdeğini teşkil etmektedir. Bugün attarların sattığı maddelerin çoğu halk hekimliğinde bulunmadığı gibi, eczacılıkta ve kozmetik sanayiinde kullanılmaktadır.
Attarlık babadan oğula geçen bir ocak mesleğidir. Günümüzde attarlık, kökçülük veya baharatçılık ismiyle varlığını sürdürmektedir. Bunlar bazan dükkanlarında tütün, iğne, iplik, zarf vb. gibi küçük eşyalardan da satarak varlıklarını devam ettirmeye çalışmaktadırlar.
Beşinci asırda Avrupa’da yaşamış Hun hükamdarı. 395 yılında bugünkü Macaristan’da doğdu. Babası Avrupa Hun Devletinin kurucusu olan Muncuk’tur. Çocukluğu ve gençliğinin bir kısmı barış rehinesi olarak Roma’da geçti. Amcası Ruga’nın ölümü üzerine (434) ağabeyi Bleda ile birlikte doğuda Hazar Denizi kıyılarından batıda Alpler ve Baltık Denizine kadar uzanan bir imparatorluğun başına geçti.
Kurnaz bir savaşçıydı, hileyi çok severdi. Acımasız ve çok gururluydu. Bir takım göçebe kavimleri, Türkleri, Moğolları, Rusya ve Avrupa’nın diğer kavimlerini çevresinde toplayarak büyük bir savaş devleti kurdu. Dünyanın tek hakimi olmak istiyordu. İlk iş olarak imparatorluğun batı bölümünü idare eden ağabeyi Bleda’yı öldürdü (445). Merkezi Macaristan olmak üzere, Orta ve Güney Avrupa üzerinde çok geniş bir alana yayıldı. Tasarladığı Dünya İmparatorluğunu kurmak için, Bizans’a (Doğu Roma) saldırdı. 451 yılında yarım milyonluk ordusuyla İtalya’ya yürüdü. Paniğe kapılan bütün Avrupa birleşti. Yapılan savaştan kesin bir netice alınamadı. Ertesi yıl birçok şehri ele geçirip, Roma’ya yöneldi. Papanın ricaları ve ordusunun salgın hastalıklar yüzünden bitkin düşmesi üzerine Roma’yı istiladan vazgeçti. Haraca bağlayarak geri döndü.
İldiko isminde bir kadınla evlendiği gece içtiği içki yüzünden şüpheli bir şekilde öldü (453). Ölümünden hemen sonra koca imparatorluk dağıldı.
Hükümdarlığı sırasında bütün Avrupa’ya korku ve dehşet salmıştır. Avrupalılar kendisine “Allah’ın gazabı” derlerdi. Ömrü savaşmakla geçen Attila, Avrupalı milletlerin efsanelerinde barbar, zalim, acımasız ve çirkin biri olarak yer almıştır.
(Bkz. Tekalif-i Örfiyye)
Üçüncü ve dokuzuncu yüzyıllar arasında Orta Asya ve Avrupa’da önemli rol oynamış ve devlet kurmuş eski bir Türk boyu.
Asya’da Hun İmparatorluğu çöktükten sonra 5. yüzyıl başlarında Avarlar İrtiş Irmağından Kore Yarımadasına kadar uzanan sahada büyük bir devlet kurdular. Ancak 458 yılında Çinlilere yenilerek kuzeye doğru çekildiler. 552 yılında da Büyük Türk Hakanlığı tahtını Bumin Kağan idaresinde Çinlilere karşı ayaklanan Göktürklere kaptırdılar. Bu durumda Göktürklere boyun eğmek istemeyen Avarlar, batıya göç ettiler ve 558 senesinde Volga Nehrinin doğusuna gelip yerleştiler. Güney Rusya Türklerini biraraya topladılar. 568’de Orta Avrupa’ya gittikleri zaman başlarında Bayan-Kağan bulunuyordu. Lombardlarla birleşen Avarlar, Macaristan’ı ele geçirdiler. Lombardların Kuzey İtalya’ya göç etmelerinden sonra ise, bu ülkeye bütünüyle sahip oldular. Peşinden Ukrayna, Romanya, Bulgaristan, Çekoslovakya, Sırbistan-Hırvatistan topraklarını içine alan büyük bir imparatorluk kurdular. Bizans İmparatorluğunu üst üste mağlubiyete uğratan Bayan Kağan’ın orduları Konstantinopolis (İstanbul) önlerine kadar geldi. 617 ve 626 yıllarında İstanbul iki defa kuşatma altına alındı ise de bir netice elde edilemedi. Bu başarısızlıklardan sonra Avarların gerileme dönemi başladı. Avarlara bağlı kavimler, Bizans’ın da desteği ile ayaklanarak topraklarını ele geçirmeye başladılar. Sekizinci yüzyılda Bavyeralılar ile devam eden yirmi yıl savaşlarında Avarlar iyice zayıfladı. 791’de Frank Kralı Charlemigne, Avarlar üzerine büyük bir sefer düzenledi ve hakimiyeti altına aldı. 805 yılında düzenlediği son seferde ise, Avar Devletine son verdi.
Avarlar göçebe bir kavimdi. Diğer eski Türk beyliklerinde olduğu gibi Şaman inancına mensuptular. Ancak Avrupa’da Frank istilası sırasında Hıristiyan olmuşlardı. Devlet yönetimi askeri nitelikte olup, başta kağan bulunurdu. Askeri kuvvetleri atlı Avarlar ile Slav kavimlerinden teşekkül eden piyadelerden oluşuyordu. Avarlarla ilgili eserlere Macaristan bölgesinde rastlanmaktadır. Yapılan kazılardan elde edilen bilgiler Avarların Avrupa’da büyük bir topluluk halinde yaşadıklarını ve ölülerini atlarıyla beraber gömdüklerini ortaya koymaktadırlar.
Alm. Jagerei, Fr. Chasse, İng. Hunting, stalking, shooting. Spor yapmak gayesiyle avlanan, avlanmayı seven veya bunu kendine iş edinen kimselerin yaptığı iş.
Avcılar, insanlar tarafından evcil olarak beslenmeyen, vahşi veya yabani hayvan ve kuşları beslemek, deri ve etlerinden istifade etmek, zararlarından kurtulmak veya hayvanat bahçelerinde beslemek üzere avlar, yahud da tuzak kurarak yakalarlar. Bu işi, iz takib ederek, avın sesini dinleyerek gerekli yerlerde tuzak kurarak yaparlar. Avcılık; kara ve su avcılığı olarak ikiye ayrılır. Yurdumuzda yürürlükteki kanunlara ve kurallara uyularak yapılır. Milyonlarca meraklısı olan bu iş için avcılık kulüpleri kurulmuştur.
Türkiye’de avcılık, av hayvanları bakımından üç kısma ayrılır. Büyük av; yivli silahlarla yapılır. Bu avcılık hemen hemen 2000 m yükseklikteki bölgelerde olur. Buralarda bulunan dağ keçisi, ayı, dağ koyunu gibi hayvanlar avlanır. Bu av türü memleketimizde pek yaygın değildir. Su ve su kenarı hayvanları avcılığı; yabani kaz, ördek çeşitleri, toy vb. hayvanların avcılığıdır. Bu tür avcılığın yapıldığı kuşların çoğu göçmen kuşlardır. Ördek, av mevsiminde hemen hemen her göl ve su kenarında bulunur. Kış aylarında Konya Ovası, Akşehir, Altınova ve civarlarında kaz sürülerine çok rastlanır. Kaz ve ördek avcılığı çok ustalık isteyen bir iştir, ayrıca bu, en zevkli av çeşididir. Dağ avı; meraklısı ve tatbikçisi pekçok olan bir av çeşididir. Bu tür avcılıkta av tüfeği ile dağ ve ormanlık bölgelerde bulunan çeşitli av hayvanları, takip edilmek suretiyle avlanır. Bu av çeşidi yurdumuzda çok yaygın, yaygın olduğu kadar da bilgisizce yapılmaktadır. Her av hayvanının belirli bir avlanma zamanı vardır. Bu hayvanlar ancak bu zamanlarda avlanırlar. Böylece hem hayvanların nesli tükenmemiş, hem de avcılık kurallarına uyulmuş olur. Ne yazık ki yurdumuzda pekçok kimse bu durumun ehemmiyetinden habersiz bir şekilde rastgele ve elinde tüfek önüne gelen her hayvanı avlamaktadır. Bu yüzden artık bazı hayvanların nesli tükenmiş veya tükenmeye yüz tutmuştur. Avcıların unutmaması gereken en önemli husus, av kurallarına harfiyen uymak, böylece nesli tükenmeye yüz tutmuş hayvanların çoğalmasını sağlamaktır.
Yurdumuzda avlanan belli başlı kuş ve hayvanlardan bazıları şunlardır: Keklik, çil, bıldırcın, sülün, turaç, toy, megzerdek, bağırtlak, güvercin, çulluk, ördek, kaz, tavşan, geyik. Bu hayvanların amansız düşmanı olan hayvanlar ise; çakal, tilki, porsuk, gelincik, kokarca, ağaç ve kaya sansarı, yaban kedisi, karga, saksağan ile yılanlardır.
Avcı olmak isteyenler, avcı kulüplerine dilekçe ile başvururlar. Derneğin tüzüğünde belirtilen şartları yerine getirenler derneğe üye olurlar.
Suda avcılık: Nehir, göl veya denizlerde su ürünlerinin avlanmasıdır. Bu, su altı ve su üstü avcılığı olmak üzere ikiye ayrılır. Su altı avı, balığı yerinde vurup kıyıya getirmek şeklinde olur. Bu spora deniz altını araştırmak, filim ve fotoğraf çekmek gibi olanları da ilave edilebilir. Su altı avı, deniz veya göllerde su seviyesinin 10-12 m altında, özel kıyafet ve aletlerle yapılır. Balık avcılığı için lüzumlu olan avadanlıklar, komple satıldığı gibi ayrı ayrı da bulunmaktadır. Amatör balıkçılık için dört olta, bir iki parekete, bir kepçe, bir kaç zoka ve iğne yeterlidir.
Yurdumuz suları, balık türleri bakımından çok zengindir. Yüzlerce balığın avlanması, mevsim ve balıkların özelliklerine göre çeşitli şekillerde yapılır.
On dokuzuncu yüzyıl divan şairi. 1826’da bugün Yunanistan sınırlarında kalan Yenişehir’de (Larissa) doğdu. Asıl adı Hüseyin’dir. Fenarlı Sıdkı Ebu Bekr Paşanın oğludur. Tahsil durumu hakkında bilgi yoktur. Fakat Arabi, Farisi ve Rumcayı biliyordu.Vidin valiliği sırasında Abdurrahman Sami Paşaya katiplik yaptı (1853). Daha sonra İstanbul’a geldi. Beşiktaş Mevlevihanesi Şeyhi Nazif Dede’ye damad oldu. Mustafa Nuri Paşanın Bağdat valiliği ve Irak müşirliği sırasında onunla birlikteydi. İstanbul’a döndükten sonra, bir ara Gelibolu’ya gitti. Tekrar İstanbul’a döndü. Ömrünün son zamanlarını Üsküdar Bidayet mahkemesi azası olarak geçirdi. Eşi ve oğlunun arka arkaya ölmeleri üzerine maddi ve manevi yönden çok sarsıldı ve ömrünün son zamanlarını sıkıntı içinde geçirdi. 7 Ekim 1883'te İstanbul'da vefat etti. Vasiyeti üzerin Eyüp'te Bahahireye Dergahı semahanesine defnedildi. Hüsameddin ve Muhsine adlı iki çocuğu vardı.
Mevlevi yolunda olan Avni, derviş bir hayat yaşayıp şöhretten kaçmıştır. Bu sebepten eserlerini yayınlamamıştır.
Eserleri:
Divan: Üç bin beytten fazladır. Damadı Şevki Bey tarafından bastırılmıştır. Mesnevi Tercümesi: Mesnevi’nin ilk üç cildinin mensur olarak Türkçeye tercümesidir.Ab-name: İkinci Abdülhamid Hana sunulmuş manzum-mensur dilekçe mahiyetinde bir eserdir. Mir’at-ı Cünun: Mesnevi türünde mizahi şiirlerdir.Ateşgede: Şeyh Galib’in Hüsn ü Aşk’ına nazire olarak yazdığı mesnevi tarzında bir eserdir.
Avni Beyin kıymetli bir şair olduğu çeşitli yazarlar tarafından bildirilmiştir. Türkçe şiirleri yanında Farisi şiirleri de başarılıdır. Ancak mütevazi bir hayat yaşadığından şairler arasında layık olduğu yeri alamamıştır. On dokuzuncu asırda batı şiirine özenen şairler, divan şiirine ve divan şairlerine gereken önemi vermemişler ve cephe almışlardır. Bu kutuplaşma içinde Yenişehirli Avni eski şiirimizi devam ettirenler grubunda olup, Encümen-i Şuara arasında yer almıştır.
Rubai
Bu deyr-i fenadan ki mükedder gitdim
Dil-haste vü dil-figar u muğber gitdim
Bu amed ü şüdde ihtiyarım yokdur
Mecbur gelip cihana muztar gitdim
(Bu geçici dünyadan kederli, gönlü hasta ve yaralı hatta küskün gittim. Bu geliş-gidiş benim elimde olmadığından, cihana gelişim mecburi olduğu gibi, ayrılışım da sıkıntı iledir.)
Okyanusya kıtasından sonra dünyadaki kıtaların en küçüğü. Avrupa sınırlarının, nereden başladığına dair, kesin bir sınır birliğine varılamamıştır. Ancak Hazar Denizinden Kuzey Buz Denizine kadar uzanan Ural Dağları Avrupa'dan sayılmaktadır. Avrupa; güneydoğuda Kafkas Dağları, Karadeniz, Marmara Denizi, Boğazlarla Asya kıtasından ayrılır. Güneybatıda ise Akdenizle sınırlanır. Kuzeyinde Kuzey Buz Denizi, batı ve kuzeybatısında Atlas Okyanusu vardır. 10.600.000 km2lik yüzölçümü ile toplam kara alanlarının % 15'ini kaplar.
Tarihi
Avrupa'ya ilk gelenler muhtemelen Asya'dan gelip yerleşmişlerdir. Bilinen ilk Avrupa medeniyeti M.Ö. 8. yüzyılda Yunanistan'da başlar. Yunanlılar M.Ö. 5. yüzyılda en parlak devirlerini yaşamışlar ve Makedonya Kralı Büyük İskender, Anadolu, Mısır, Mezopotamya ve Hind kıyılarına kadar seferler yapmıştır. Yunanlıların yıkılmasından sonra kurulan Roma İmparatorluğu, Akdeniz ülkelerinin tamamını, Almanya içlerine ve Britanya adalarına kadar olan yerleri ellerine geçirmiştir. Romalılar zamanında Hıristiyanlık, resmi devlet dini olmuştur. Roma İmparatorluğunun 395 yılında ikiye ayrılması ve Germen kabilelerinin göçleri Avrupa'nın siyasi tablosunda büyük değişiklikler meydana getirdi. Bu göçler neticesinde Ostrogoslar ve Lumbartslar İtalya'ya, Franklar Fransa'ya, Vizigotlar İspanya'ya, Anglo-saksonlar ise Güney İngiltere'ye yerleştiler. 711 yılında Müslümanlar Tarık bin Ziyad'ın önderliğinde İspanya'da hakimiyet kurmuşlardır. Müslümanların İspanya'daki hakimiyetleri 16. yüzyıla kadar sürmüştür. Müslümanların ilim ve kültürleri, Avrupa'da rönesansı hazırlamıştır. Charlemange adlı bir Germen (742-814), Almanya ve Fransa'yı içine alan büyük bir Germen İmparatorluğu kurdu. Daha sonra İtalya'yı da ele geçirdi. Slavlar, Bohemya, Polonya ve Rusya'da krallık kurdular. Normanlar; Fransa, Sicilya, İngiltere ve Doğu Avrupa'nın birçok yerlerinde krallıklar ve prenslikler kurarak bütün Avrupa'yı altüst ettiler.
Ortaçağ müddetince Avrupa'da bir kilise hakimiyeti vardı. Krallar dahi kiliseye karşı koyamıyor ve kilise karşısında aciz kalıyordu. Papazların çağrısı üzerine on ikinci yüzyıldan itibaren Kudüs'e kanlı Haçlı seferleri başladı ve defalarca tekrarlandı. Bu seferlerde Haçlılar yüz binlerce suçsuz insanın, çoluk-çocuk demeden kanını döktüler. Haçlı seferleri esnasında Avrupalılar, Şarktaki İslam kültür ve medeniyetini tanıdılar ve bunları Avrupa'ya taşıdılar. On üçüncü yüzyıldan itibaren hızla gelişip, Viyana kapılarına kadar varan Osmanlıların Avrupa üzerinde yılarca tesiri olmuş ve Avrupa'nın siyasi olaylarında Osmanlı Devleti mühim rol oynamıştır. On beşinci yüzyılda Martin Luther ve arkadaşlarının başlattığı Protestanlık hareketi, Amerika ve Ümid Burnunun keşfi Avrupa'nın siyasi ve sosyal hayatında önemli değişiklikler meydana getirdi. 1789'da Fransa İhtilali, Napolyon'un Avrupa savaşları, bilhassa milliyetçilik ve demokrasi hareketleri Avrupa üzerinde büyük etkiler meydana getirmiştir. Balkan devletlerinin bağımsızlıklarını kazanması, Prusya, liderliğinde kuvvetli bir Alman Devletinin kurulmasını sağlamıştır. Osmanlı Devleti bu durumdan etkilenmiştir. Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) sonunda, Almanya, batı, doğu ve kuzeydeki birçok toprağını kaybetti. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu parçalandı ve yıkıldı. Rusya'da 1917 Bolşevik İhtilali ile batıda Polonya, Çekoslovakya, Finlandiya, Litvanya ve Romanya devletleri kuruldu. İkinci Dünya Savaşı (1939-1945) Avrupa'nın ve özellikle İngiltere'nin dünya üzerindeki üstünlüğünün sonu, ABD ve SSCB'nin dünya siyaseti üzerindeki nüfuzunun artması ile sonuçlanmıştır.
Fiziki Yapı
Dağları: Kuzeyde İskandinavya'daki dağları sayılmayacak olursa, Avrupa'daki dağları Alp dağ silsilesine bağlı dağlar teşkil eder. Bu dağlar. İsviçre'de Alp Dağları, İtalya'da baştan başa uzanan Apeninler, Karpatlar, Pireneler, Balkan Dağları adını alan Pindus, Dinar ve Rodolp dağlarından meydana gelir. Doğuda Ural Dağları, Hazar Denizinin batısında Kafkas Dağları yer alırlar. Kuzeyde yer alan, İskandinavya Dağlarının yüksekliği 2500 metreyi pek geçmez. Avrupa'nın en yüksek noktaları, Fransa-İtalya sınırındaki Mont Blanc Tepesi (4810 m), İsviçre'nin Monte Rosa Tepesi (4634 m), Pirenelerde Anete Tepesi (3404 m)dir. Avrupa'da pekçok yanardağ faaliyet göstermiştir. İtalya'daki Vezüv, Stromboli ve Etna yanardağları faal haldedirler. Yüz seneye yakın zamandan beri faaliyetine devam eden Volkono Adası, yanardağ kelimesine "volkan" adının verilmesine sebep olmuştur.
Geçmiş senelerde, yanardağların faaliyetleri yanında Akdeniz bölgesinde büyük zelzeleler görülmüştür. Bilhassa Portekiz'in Tağus Vadisinde, Güney İtalya ve Sicilya, Malta, Yugoslavya, Yunanistan, Ege adalarında büyük zararlara sebeb olan zelzeleler olmuştur.
Ovaları: Avrupa'nın en büyük ovaları doğu bölgesindedir. En önemlileri; Dinyeper, Volga ve Don nehrinin suladığı Ural Dağlarına kadar uzanan geniş düzlüklerdir. Bu ovaların bir bölümü Pripet Bataklıkları ile kaplıdır. Orta Avrupa'da, Macar, Eflak ve Po Ovaları, Britanya'nın güneyi, Fransa, Almanya ve Polonya'nın kuzeyindeki ovalar da önemlidir.
Akarsuları:Avrupa'nın yen uzun ırmağı Volga'dır. Kuzeydoğu Avrupa'daki Valday Yaylasından doğan Volga, doğu yönüne akarak, Hazar Denizine dökülür. Volga'dan sonra Karadeniz'e dökülen Tuna Nehri, kıtanın en önemli akarsuyudur. Don, Dinyester ve Dinyeper nehirleri de Karadeniz'e dökülür. Avrupa'nın kuzeybatısındaki ırmaklarından Ren ile Elbe, Kuzey Denizine; Sen ise, Manş Denizine dökülür. Güneyindeki ırmaklar,Kuzey Denizine dökülen Peçora, Dvina; Baltık Denizine dökülen, Oder; Kuzey Denizine dökülen Weser ile Meuse'dir. Fransa'da akan Zoire Irmağı ise Atlas Okyanusuna dökülür. Peçora Irmağı Ural Dağlarından çıkar.
Gölleri: Avrupa'daki göllerin tamamı Baltık Denizi çevresindedir. En büyüğü Rusya'daki Ladoga, Ongega, İsveç'deki Vener gölleridir. Finlandiya'daki göller ise Enare ve Ulea'dır.
İklim ve Tabii Kaynakları
Kuzey kutup bölgesinde dar bir kısım hariç, Avrupa'da genel olarak ılıman bir iklim hakimdir. Başlıca 4 iklim bölgesine ayrılır: 1)Kuzey Buz Denizi kıyıları:Burada sıcaklık daima 0°C'nin altındadır. 2)Batı Avrupa:Burada yıllık sıcaklık farkları az olan okyanus iklimi hakimdir. 3)Orta Avrupa:Burada, denizin uzak olması sebebiyle kışları çok soğuk, yazları da sıcak geçen kara iklimi görülür. 4)Akdeniz kıyıları: Burada Akdeniz iklimi hüküm sürer.
Bitki örtüsü: Yüksek dağlarda, Alpler'de kendilerine has bitki örtüsüne rastlanır. Ormanlar ekseriya kozalaklı ağaçlardan meydana gelmiştir. Güneydoğu Norveç'ten, İsveç, Finlandiya, Rusya, Kuzey Almanya ve Polonya'ya kadar olan sahayı bu ormanlar kaplarlar.
Akdeniz bitkileri, bu iklimin görüldüğü yerlerde rastlanır. Don olmayan yerlerde zeytin ağacı boldur. Halep çamı ve diğer çam türleri kıyılarda pek çoktur. İspanya ve Portekiz'de mantarlı meşe, yapraklarını dökmeyen meşeler ise, diğer bölgelerde yaygındır.
Fundalıklar çok azdır. Fransa'da ve diğer bazı yerlerde rüzgarlara açık sırtlar çam ağaçları dikilerek orman haline getirilmektedir.
Batı Avrupa'da çayırlar çok yaygındır.Portekiz ve Kuzey İtalya gibi yerlerde de çayırlar görülür. Garik adı verilen bodur kekik otları, diğer kokulu bitkiler, cüce lavanta, bitki örtüsünün en yoksul sayılanlarıdır. Bunlara Güney Fransa, İtalya, Dalmaçya, Yunanistan ve Malta'da rastlanır.
Hayvanlar: Avrupa'da yabani hayvanlar genellikle soylarını tüketmiş, bunun yerine evcil hayvanların yetiştirilmesine önem verilmiştir. Sığır, at, koyun, keçi, kümes hayvanları en çok beslenen evcil hayvanlardır.
Nüfusun az olduğu dağlık yerlerde yabani hayvanların bazılarına rastlanır. Karaca, alageyik, geyik en çok görülenlerdendir. Bizon Polonya'da, Mus kuzey bölgelerinde vardır.
Etciller familyasından olan gelincik, kokarca, zerdeva, kaya sansarı, su samuru, porsuk, bozayı, çakal, kurt, tilki, vaşak, yaban kedisi Avrupa'da yaygındır. Kemiricilerden, çeşitli sıçan türleri, sincap, kirpi, köstebek de vardır. Avrupa kuş bakımından zengindir. Güvercin, kartal, kırlangıç, bülbül, kanarya, baykuş, ispinoz gibi güzel öten kuşlar her yerde bol olarak görülür.
Madenler: Az veya çok çeşitli madenler bulunur. Bol bulunan madenler; demir, krom, boksit, kurşun, kömür, alüminyumdur. Altın, gümüş az bulunur. Avrupa'da ihtiyaca cevap verecek kadar petrol elde edilir. Kömür, Batı Avrupa'da, Kuzey Ren-Westfalten alanında çoktur. Fransa'da Pas de Calais, Belçika'da Sambre-Meuse en büyük kömür alanıdır. İtalya'da, Sardunya'da ve İspanya'da kömür madenleri vardır. Doğu Almanya'daki Saksonya, Polonya'daki Yukarı Selazya, Uralların batısındaki kömür yatakları en önemli olanlarıdır. Kuzey Denizinde bulunan petrol son yıllarda Avrupa'yı petrol alanlarında üretici durumuna geçirmiştir. Batı Almanya, Hollanda ve Avusturya'da çıkan petrol önemsizdir. Tabii gazın her geçen gün önemi artmaktadır.Kuzey Denizinden elde edilen tabii gaz, İngiltere'de, Gaskonya'dakiler de Batı Avrupa'da kullanılmaktadır.
Nüfus ve Sosyal Hayat
Avrupa'da 700 milyon civarında insan yaşamaktadır. Asya'dan göç ederek Avrupa'ya yerleşenler çok olmuştur. Çoğunluğu beyaz ırkın teşkil ettiği Avrupa'da çeşitli insan tipleri vardır. Kuzey Denizi ile Baltık Denizinin çevrelerindeki insanlar uzun boylu, sarı saçlı ve mavi gözlüdürler. Bu tip insanlar asıl Avrupa özelliğini taşır. Doğu Avrupa halkı genellikle orta boylu esmer veya sarışın, elmacık kemikleri çıkık insanlardır. Alplerde yaşayanlar, kısa boylu, beyaz benizlidirler. Akdeniz çevresinde yaşayanlar, kısa boylu, esmer, siyah gözlü, siyah saçlı insanlardır.
Avrupa'da çeşitli insan tipleri olduğu gibi, çeşitli dini inançlar da dikkati çeker. Çoğunluk çeşitli mezheplerdeki Hıristiyanlardadır. Son yıllarda bilhassa aydınlar arasında İslamiyet hızla yayılmaktadır.
Nüfus, sanayi bölgeleri ile kömür havzalarının bulunduğu yerlerde çok kalabalıktır. Ruhr Havzası, Kuzey Fransa'daki Pas de Calais kömür bölgesi, Doğu Almanya'daki Saksonya, Polonya'daki Yukarı Silezya, Batı Çekoslavakya kömür bölgeleri nüfusun toplandığı kalabalık bölgelerdir. Bunlardan başka Rotterdam, Antwerb, Hamburg, Göteburg, Leningrand, Barselona, Napoli, Londra, Moskova,Madrid, Roma,Paris gibi yerler de kalabalıktır.
Avrupa'nın Turistik ve Tarihi Yerleri
Avrupa, tarih ve turizm bakımından çok zengindir. Fransa'daki Lourve Müzesi dünyanın en zengin sanat ve tarih hazineleriyle doludur. Londra'daki Britsh Museum, paha biçilmez eserlerle, tarihi sanat hazineleriyle doludur.
Avrupa'nın her sene binlerce turist çeken şehirlerinden birisi de İstanbul'dur. Burası Osmanlıların kültür, medeniyet, sanat özelliğini ihtiva eden ve sayısız minareleriyle, camileriyle, medreseleriyle, saraylarıyla dolu bir şehirdir. Osmanlıların Viyana önlerine kadar olan topraklarda bıraktığı eserler, bugün bütün dünyanın ilgisini çekmekte ve bu eserleri anlatan kitaplar Nobel Edebiyat ödülünü almaktadırlar.
Ekonomi
Avrupa'da endüstri çok gelişmiştir. Endüstri merkezleri; Almanya, Fransa, İngiltere, Rusya, Hollanda, İsveç ve İtalya gibi ülkelerdir. Endüstrinin yanında tarım da önemli bir yer tutar. Buğday, patates, çok yetiştirilir. Güney Avrupa, üzüm, zeytin, portakal bakımından zengindir. Kuzey deniz suları dünyada en çok balık bulunan yerlerden biridir. İngiltere Norveç arasındaki Doggar Bank, Norveç kıyıları, İzlanda açıkları balıkçılığın en çok yapıldığı bölgelerdir. Morina, pisi, ringo, dil balıkları en çok avlanan balıklardır. İspanya ve Portekiz'in çok avladıkları sardalya ve turna balıklarından konserve yapılır. İngiltere, Portekiz, İspanya, İzlanda Norveç, Almanya ve İsveç'in gelişmiş modern balık av filoları vardır.
Ulaşım: Avrupa'da ulaşım hızla ilerlemiştir. Dünyanın en modern hızlı ulaşım araçlarına sahiptir. Bütün devletler hava, kara yoluyla birbirine bağlı olduğu gibi diğer ülkelerle de bağlantılıdır. Demiryolları her ülkede farklı olmakla beraber, kıtayı sarmıştır. Limanlardan da bütün dünyaya deniz yolu bağlantısı vardır. Avrupa'da son sistem haberleşme cihazları kullanılır.