On dokuzuncu asra kadar, bugünkü Sultanahmet Parkının bulunduğu alana verilen ad. Bizans döneminde burada bir hipodrom bulunuyor, araba ve at yarışları yapılıyordu. İstanbul’un fethinden sonra da ehemmiyetini koruyan at meydanı, at yarışları, cirit oyunları, sünnet düğünleri ve bayram şenliklerine sahne oldu. Çevrede İbrahim Paşa Sarayı, Sokullu Mehmed Paşa Konağı, Sultan Ahmed Camii gibi güzel eserler inşa edilerek meydana Osmanlı mührü vuruldu. Sultan Dördüncü Mehmed zamanında sipahilerle yeniçeriler arasında anlaşmazlık çıktı (1648). Yeniçeriler, Sultanahmed Camiini karargah yapan sipahileri dağıttı. At Meydanı Vak’ası adı verilen bu hadiseden sonra saray üzerinde ocak ağalarının tesirleri arttı. Daha sonra Meydan, Çınar Vak’ası ve Vak’a-i Hayriye hadiselerine sahne oldu. Sultan Abdülaziz zamanında park haline getirilen meydanda Dikilitaş, Burmalı (veya Yılanlı) Sütun ve Örme Sütun gibi Bizans kalıntısı tarihi eserler bırakıldı. İstanbul’da ilk yerli mallar sergisi 1863’te burada açıldı. İkinci Abdülhamid Hanı ziyarete gelen Alman İmparatoru Üçüncü Wilhelm tarafından burada bir çeşme yaptırıldı. Avrupa devletlerince teşvik edilen Yunanlıların İzmir’i işgali bu meydanda toplanan binlerce insan tarafından protesto edildi (1919). Bugün Sultanahmet Meydanı adı ile anılmaktadır.
Alm.Pferderennen, Fr. Course de chevaux, İng. Horse-race. Belli mesafelerde at ile yapılan yarış. Safkan atlarla yapılır. Mesafeler değişik olup düz arazide l000-1400-l600-2000-4800 metredir.
At yarışlarında iyi cins atlar kadar “Jokey” denen binicileri de önemlidir. Jokeyler, çocuk denecek yaşta binicilik eğitimine başlarlar. Ata, yarış esnasında güçlük vermemeleri için kilolarına çok dikkat edilir. Vücud ağırlıklarının 50 kiloyu geçmemesi arzu edilir. Müsabakalarda özel bir elbise giyerler. Yarışta, elleri hariç, kamçı ve üzengilerini kullanabilirler.
Dörtnal koşusu düz arazide veya çit, hendek, toprak, duvar gibi engellerle kesilmiş bir pist üzerinde yapılır. Başka bir yarışma olan tırıs koşusunda at, gidişini hiç terk etmemek zorundadır. Aksi halde yarışı paralel bir pistte otomobille takib eden hakemler tarafından yarışma dışı bırakılır.
Selçuklu Devletinde şehzadeleri eğitip yetiştiren ve zamanla devlet kuran yüksek rütbeli memurlar. “Atabeg” ünvanı ilk defa Selçuklularda kullanıldı ise de daha önceki Türk-İslam devletlerinde de bu vazifeyi gören memurlar vardı. Osmanlılarda ise şehzadeleri yetiştirmekle vazifeli kimselere lala denirdi (Bkz. Lala).
Türkler, neslin, devamını sağlayan çocuğa çok önem verdikleri gibi, onun terbiyesi ve yetişmesi hususunda da hassasiyet gösterirlerdi. Devletin devamının teminatı kabul ettikleri şehzadelere daha çok ehemmiyet verirlerdi. Bu düşünceler içinde olan Selçuklu hükümdarları, oğullarına, dini, milli, manevi ilimlerin yanında; idari, mali, askeri ve siyasi işleri öğretmek için ümeradan birini atabeg (atabey) ünvanıyla muallim tayin ederler ve istikbalin hükümdarlarını en iyi şekilde yetiştirmeye çalışırlardı. Atabegler, büyük işler başarmış, mühim vazifelerde bulunmuş, şahıslar arasından seçilirdi. Küçük şehzadelere vasi ve mürebbi olan ve doğrudan büyük sultana, yani Selçuklu Devletine bağlı bulunan bu atabegler, başında bulundukları idari sahada yarı müstakil bir hükümdar naibi durumundaydılar. İdari, mali ve askeri bütün selahiyetleri ellerinde bulunduran atabegler, şehzadenin sultan olma durumunda da, onun veziri, kumandan ve müşaviri olurlardı.
Devletin güçlü olduğu zamanlarda merkezi otoriteye bağlı ve faydalı olan atabegler, Sultan Melikşah’ın oğul ve torunları arasındaki otorite boşluğundan istifade ile idarelerindeki vilayetlerde, yaşları küçük şehzadeler adına değil kendi başlarına hareket ettiler. Bu şekilde bağımsızlıklarını ilan eden atabegler kendi aralarında da topraklarını genişletmek için mücadeleye giriştiler.
En meşhur Selçuklu atabegleri; Tug Tigin, İldeniz, İmadüddin Zengi, Muzafferüddin Salgur, Emir Sipehsalar, Gümüş Tigin Candar, Emir Atabeg Kara Sungur, Aksungur ve Anuş Tigin’dir. Bunlar arasında, elde ettikleri nüfuzlarından istifade ile devlet kuranlar oldu. Atabeylerin kurdukları devletler arasında en meşhurları: Dımaşk Atabegliği (Tuğtiginliler), Zengiler (Musul Atabegliği), İldenizliler, Salgurlular, Beğtiğinliler (Erbil Atabegliği)dir (Bkz. İlgili maddeler).
On yedinci yüzyıl Osmanlı şairi, tarihçi ve Hanefi mezhebi fıkıh alimi. 1583 senesinde İstanbul’da doğdu. Adı Ataullah olup, Nev’i diye meşhur Yahya bin Pir Ali bin Nasuh’un oğludur. Bu sebepten Nev’izade diye tanınmıştır.
Atai, küçük yaşta ilim tahsiline başlayıp, ilk tahsilini babasından aldı. Sonra, Kafzade Feyzullah Efendiden ilim öğrendi. Ahizade Abdülhalim Efendiden akli ve nakli ilimleri tahsil edip, yüksek ilmi dereceye yükseldi. 1605 senesinde İstanbul Canbaziye Medresesi müderrisliğine tayin edildi. 1608 senesinde müderrislikten ayrılıp kadılık mesleğini seçti ve Lofça’ya kadı tayin edildi. 1610 senesinden sonra sıra ile; Babaeski, Varna, Rusçuk, Silistre, Tekfur Dağı, Hezargrand, Tırnova, Tırhala, Manastır ve Üsküp kadılıklarında bulundu. 1634 senesinde kadılıktan alınınca İstanbul’a döndü. 1635 (H. 1044) senesinde İstanbul’da vefat etti. Şeyh Vefa Tekkesi bahçesinde, babasının yanına defnedildi.
Nev’izade Ataullah Efendi, alim ve fazıl bir zat olup, evliyanın büyüklerinden Üsküdar’da medfun Aziz Mahmud Hüdayi’den manevi feyz aldı. Güler yüzlü hoş sohbetti. Kadılık yaptığı sürede doğruluktan, adaletten ayrılmadı.
Fıkıh ve tarih ilminde mütehassıstı. Şiir de yazan Atai, bilhassa Fuzuli ve Baki’nin tesiri altındadır. Mesnevi sahasında bir hamse meydana getirmişse de şiir dili oldukça ağırdır. Birçok kıymetli eserleri vardır. Eserlerinin bazıları şunlardır:
1. Hadaik-ül-Hakayık fi Tekmilet-iş Şakayık: Eserlerinin en önemlisi ve en meşhur olanıdır. Kanuni Sultan Süleyman Handan yaşadığı zamana kadar yetişen ulema ve meşayihin hal tercümelerini anlatır.
2. El-Kavl-ül-Hasen fi Cevab-il Kavl li-Men: Fıkıh kitabı olup, Arabidir.
3- Divan: Yahya Efendiye ithaf etmiş olduğu bu eserinde, kaside, gazel ve diğer nazım türlerinde şiirleri vardır.
Mesnevi sahasında ise:
1) Alemnüma (Saki-name), 2) Nefhatü’l Ezhar, 3) Sohbet-ül-Ebkar, 4) Heft Han, 5) Hilyet-ül-Efkar adında beş eseri vardır ve bunlar bir hamse meydana getirirler.
Alm. Erterien verkalkung (f), Fr. Arteriosclerose, İng. Arteriosclerosis, atherosclerosis. Atardamarların iç yüzlerinde yağ ve diğer bazı maddelerin birikimine bağlı olarak meydana gelen ve vücuttaki bütün damarları ilgilendiren bir damar rahatsızlığı.
Önce kalbe yakın büyük atardamarlardan başlar ve zamanla diğer damarlar da hastalığa iştirak eder. Kalbi besleyen damarların (koronerlerin) ileri derecede daralmasıyla kalp şikayetleri başlar ve tedavi cihetine gidilmezse, tıkanma ile enfarktüs krizi meydana gelir ve umumiyetle birinci veya ikinci krizde ölüme sebeb olur.
Amerika Birleşik Devletlerinde her yıl yarım milyondan fazla ölümün sebebini koroner atherosklerozun teşkil etmesi sebebiyle, üzerinde oldukça çalışılan bir konudur. Bu, bütün ölümlerin % 33’üne karşılık gelir. Avrupa memleketlerinde de ölümün ilk sebepleri arasındadır. Türkiye’de, kesin istatistikler olmamakla birlikte, orta derecede bir sebeb olarak kabul edilmektedir. Gelişmişlik derecesi arttıkça, bu sebeb ilk sıralara tırmanmaktadır.
Damar sertliği sadece kalp damarlarını değil, beyin, böbrek ve çevre damarlarını da ilgilendirir. Beyin damarlarının kireçlenmesine bağlı ölümler yine ABD’de kalp hastalıkları ve kanserden sonra üçüncü sırayı alır. Enfarktüs vak’alarının % 100’ünde beyin kanamaları ve şeker hastalığı vak’alarının ise % 50’sinde ölüm sebebi damar sertliğidir.
Damar duvarlarında çeşitli faktörlerin tesiriyle bir zedelenme meydana gelir. Normalde damar duvarına yapışmayan trombositler bu zedelenmiş bölgelerde kümeler yaparlar. Her yapışan trombosit bir çok müessir madde ifraz eder ve damar duvarındaki kas liflerinin çoğalmasına sebeb olur. Bu bölgelere kolesterol, fibrin ve kalsiyum birikmesiyle damar ileri derecede daralır. Daha ileri safhalarda damarın tamamen tıkanmasıyla, damarın beslendiği bölge kansız kalır ve bu durum organına göre belirti verir. Kalpte, göğüs ağrısından şoka kadar giden kalp bozuklukları olur ve gecikilen vak’aların yarısında, canlı ilk bir saat içinde ölür. Beyinde olursa çeşitli felçler ortaya çıkar. İlk krizlerden sonra bu hastaların çok dikkatli takipleri gerekir.
Mikroskop altında bakılırsa aterom (damar sertliği) plaklarındaki kolesterin ile birlikte bağ dokusu ve kireç birikimi görülebilir. İnsan vücudu bir çok hayvanlardan farklı olarak kolestrini (kolesterol) bulamazsa kendisi üretir. Çünkü cinsiyet hormanları dahil bir çok mühim maddeye yapıtaşı teşkil eder. Bu yüzden damar sertliğinde sadece kolesterini suçlu tutmak uygun değildir. Esasen bilim adamları arasında damar sertliği mekanizması sebepleri arasında görüş birliğine varılmamıştır. Karaciğerde sentez edilen safra asidi ve safra boyaları serbest kolesterin haline döner. Esterleşen kolesterinin toplam kolesterine oranı normalde % 70’dir. Bu nisbetin azalması karaciğer kifayetsizliğini gösterir ki damar sertliğinde rol oynar.
Karaciğerde yağ toplanmasını azaltan ve yağları karaciğerden atan maddelere lipotropik maddeler denir. Kolin, Netiyonin, inositol ve B12 vitamini bunlardan olup fosfolipid metabolizmasını düzenler. Bu maddelerin de değişmeleri bozulunca, kolesterin seviyesi yükselir. Yağ ve kolesterin muhtevası ve damar sertliğine etkisi en çok olan madde domuz etidir.
Yapılan araştırmalar insanların tamamına yakın kısmının, damar sertliğinin ilk safhalarını geçirdiklerini göstermiştir. Üç yaşından büyüklerin hepsinde aortta bu tip bir bozukluğun mevcut olduğu; 20 yaşından büyüklerin hepsinde ise koroner damarlarda bu bozukluğun bulunduğu anlaşılmıştır. Damar genişliğinin yüzde sekseni kapanmadan genellikle belirti ortaya çıkmaz. Belirti çıkması umumiyetle kırk yaşından sonradır.
Damar sertliğini kolaylaştıran faktörler (Risk faktörleri):
1. Hiperlipidemi: Kanda yağ miktarının fazla olmasıdır. Burada suçlanan yağlı madde kolesteroldür. Normalde 100 milimetre kanda 230-250 mg kolesterol bulunur. Bunun 250 miligramı aşması tehlikeli addedilerek kontrol altına alınır.
2. Yüksek tansiyon,
3. Şeker hastalığı,
4. Sigara içmek,
5. Şişmanlık,
6. Hipotiroidili guatr.
Bunlar tesirleri oldukça fazla olan risk faktörleridir. Erkeklerde damar sertliği kadınlardan üç misli fazladır. A grubu kana sahip olanlar diğerlerinden daha çok risk altındadırlar. Hareketsiz kişiler hareketlilerden daha çok hastalığa tutulurlar. Hamileliklerinde preeklampsi denilen rahatsızlığı geçiren kadınlar daha risklidirler.
Tedavi
1. Kan kolesterolü yüksek olan bir şahıs, doktor kontrolü altında tutulmalıdır. Önce yukarıdaki hastalıkların mevcud olup olmadığı araştırılır; varsa tedavi edilir.
2. Kolesterol düşürücü perhiz yapılır. Bunun için margarin ve hayvani yağları kesin olarak yememelidir. Mesela, yumurta sarısı, süt, beyaz peynir, kaymak, tereyağı, beyin, iç organ etleri, havyar, çikolata, ceviz, fındık, badem, hurma vb. yasaktır. Sıvı nebati yağ kullanılmalıdır. Ayçiçek yağı, mısır yağı, pamuk yağı, soya yağı gibi. Bu yağların hidrojenizasyon yolu ile elde edilen margarinleri, yüksek sıcakta hidrojenlendirildiklerinden vücud ısısında kafi miktarda moleküllere ayrılamazlar. Küçük zerrecikler halinde kanda dolaşırlar. Bu ise damar sertliği için çok uygun bir zemin teşkil eder. Bu hususta kaydedilmesi zaruri olan bir bilgi vardır. Dünyaca meşhur bazı tıp mecmualarında, az miktardaki alkolün damar sertliğini önleyebileceği ileri sürülmüştür. Fakat şimdiye kadar hiçbir araştırmada, alkolün damar sertliğini önleyici olduğu tesbit edilememiştir. Çünkü kolesterol seviyesindeki artış, damar sertliğinin anahtar mekanizması değildir. Öyle olmuş olsaydı alkolün bu hastalığı önlemesi gerekirdi. Kısacası, damar sertliğinin mekanizması hakkında son söz söylenmeden yetersiz araştırma neticelerine göre kesin gibi konuşanlar ilme aykırı bir davranış içindedirler. Alkol direkt olarak karaciğerde yağ metabolizmasını bozarak çeşitli hastalıklara sebeb olmaktadır. Çeşitli düşüncelerle alkolü tavsiye edenlere kesinlikle güvenmemelidir. Nazari küçük faydaları vardır iddialarına güvenerek vücudu tamamen harap eden alkolü kullanmamalı, çok daha tehlikeli hastalıklara tutulmamalıdır.
At yarışlarında başlama işareti özel tabanca ile hakem tarafından verilir. Yardımcılar tarafından bir hizaya dizilen atlar; önlerine gerilmiş olan lastik şerit kalkar kalkmaz veya içinde bekledikleri hücrelerin kapıları açılır açılmaz koşuya başlarlar.
Varışta hakemler atların birbirine bir baş, boyun veya bir at boyu farkıyla geçişlerini dürbünle gözlerler. Kazanan atı tesbit etmek için bazan fotoğraflara başvurmak gerekir. Zamanımızda elektronik cihazlarla yarış bitimleri gayet net olarak tesbit edilebilmektedir. Handikaplı koşularda atların taşıyacakları değişik ağırlıklar ve koşacakları farklı mesafeler, onların yaşını ve gücünü denkleştirmek imkanı verir.
Yarış sahası oval veya 2x600 m düz kenarlı ve yarı çapı 150 m olan bir elipstir. Koşu yeri genel olarak çimenlidir. Bitiş yerine yakın seyirciler için tribün ve saha vardır.
Alm. Arterie, Schlagadez, Fr. Artere, aorte, İng.Artery. Kalpten pompalanan kanı, vücudun organ ve dokularına dağıtılan kan damarları. Atardamarlar, dolaşım sisteminin başlıca elemanlarındandır. İnsanlarda dolaşım sistemi, bir büyük bir de küçük dolaşım olmak üzere iki kısımda mütalaa edilir.
Büyük dolaşım sistemi, temizlenmiş kanı çeşitli organ ve dokulara götürür; kirlenmiş kanı tekrar kalbe getirir. Küçük dolaşım sistemi ise, kalbe gelen kirli kanı akciğere götürüp, orada temizlenen kanı kalbe getirmektedir. Kalb her iki dolaşım sistemi için pompa vazifesi görür.
Kalbin sağ karıncığından akciğerlere, sol karıncığından da vücudun diğer bölgelerine ve organlarına kan götüren damarlara atardamar, aynı yerlerden ters yönde ve kalbin sağ ve sol kulakçığına kan getiren damarlara ise toplardamar denir. Büyük dolaşım sisteminde, dokularda atardamarlar ile toplardamarlar arasında, kılcal damarlar denilen gözle görülemeyecek incelikte damarlar bulunur. Kan ile doku arasındaki madde alış verişi kılcal damarlar bölgesinde olur.
Büyük dolaşım sisteminin en büyük atardamarı Aort atardamarı (yani ana atardamardır). Aort, kalbin sol karıncığından çıkar. Küçük dolaşım sisteminin en büyük atardamarı ise akciğer atardamarıdır. Akciğer atardamarı kalbin sağ karıncığından çıkar.
Atardamarlar genellikle vücudun derin kısımlarında bulunurlar. Bu yaradılış özelliği, insanı birçok kazada kan kaybından korumaktadır. Çünkü, atardamarlarda kan basıncı yüksek olduğundan yaralanmalarda tazyikli, yani fışkırır tarzda kan akar, dolayısıyla zor pıhtılaşma olur. Pıhtılaşmanın kolay olması için kanın durgun olması mühim bir faktördür. Genel tababette ölçülen (tansiyon yükselmesi, düşmesi vs. olarak nitelendirilen) kan basıncı da atardamar basıncıdır. Aorttaki basınç ince atardamarlardakinden daha fazladır. En büyük atardamarlarda kapakçıklar vardır. Atardamarlar, gevşeyip kasılma kabiliyetindeki düz kaslardan yapılıdır. Kesilen bir atardamardan akan kan, parlak kırmızı renktedir ve kalbin her atımına uyarak kesik kesik akar. Toplardamarlar ise deriye yakın yerlerden seyreder. Kesilen toplardamardan akan kan, koyu kırmızı renkte olup, akışı devamlılık gösterir.
Bütün dillerde atardamarlara, bulunduğu bölge ve organa göre isim verilmiştir. İstisnai olarak bazı atardamarların devamına, sanki başka bir atardamarmış gibi isim verildiği de olmuştur.
Alm. Sprichwort, Fr. Proverbe, İng.Proverb. Yüzyıllarca süren bir zaman dilimi içinde, tecrübeler sonucunda çeşitli sebeplerle söylenerek, sayısız hikmetleri küçük ve kısa sözler haline getiren, dedelerden torunlara kalan ibretli, özlü ve kısa sözler.
Atasözleri, herhangi bir olay ve konu karşısında bazı ortak düşünceleri, tecrübeleri, tenkitleri, teklifleri, nasihatleri vb. ifade için kullanılırlar. Bunlar bir toplumun meydana getirdiği ortaklaşa değerlerdir. Türk folklörü içinde atasözlerinin büyük bir yeri vardır. Milletimiz, atasözü yönünden zengin bir kaynağa sahiptir. Birbirinden güzel ve manalı sayısız atasözümüz vardır. Bu sözlerin derlenip toparlanması ve yazıya geçirilmesi çok büyük dikkat ve incelik ister. Araştırmacılar, konuyla ilgili çalışmalar yapmakta ve kıymetli eserler hazırlamaktadırlar.
Atalarsözüne eskiden, "darb-ı mesel", yahut kısaca "mesel" denilirdi. Sonraları bu ifade "Atasözü" şeklinde klişeleşti. Türk atasözleri ilk defa Kaşgarlı Mahmud’un Divanü Lügat-it-Türk isimli eserinde derlenip toplanmış ve pekçok atasözü bir araya getirilmiştir.
Her milletin kendine has atasözleri vardır. Bunlar o milletin inanç, kültür ve medeniyetlerinin tesiri altında şekillenmişlerdir. İfade ettiği mana genellikle söylenen kelimelerin anlamlarında aranmaz. Bu sözler herhangi bir konu ile ilgili çok geniş bir düşünce ve fikir atmosferi doğuran, ince, zarif ve nükteli ifadelerdir. “Ağaç yaş iken eğilir” sözü; aslında terbiye ve eğitimin küçük yaşlarda başlaması gerektiğini, huy ve alışkanlıkların insan hayatında henüz çocukken şekillenmeye başladığını ifade eder.
Diğer atasözleri de böyledir. Atasözleri ile deyimler ve kelam-ı kibar (büyüklerin sözleri) birbirine karıştırılmamalıdır. Atasözleri bir hüküm ifade eden ve toplumun ortaklaşa meydana getirdiği sözlerdir. Kelam-ı kibar ise, büyükler tarafından söylenip, söyleyeni belirli, eğitici ve öğretici, doğru yolu gösterici sözlerdir. Bunlara vecize de denir.
Atasözleri, daima doğru yol göstererek, öğüt ve nasihat verir. İnsanları, günaha, isyana, hırsızlığa ve kötülüğü davet ve teşvik edici sözler, umumiyetle bazı düşman güçler tarafından söylenilmiş ve kabul ettirilmeye çalışılmıştır. Bunlar bir müddet için kullanılsalar da neticede unutulup giderler. Mesela “Devlet malı deniz, yemeyen domuz.” “Akçası ak olanın bakma yüzünün karasına.”, “Erliğin onda dokuzu kaçmaktır.”, “Pire itte bit yiğitte bulunur.” gibi uydurma ve zararlı sözler böyledir.
Çoğu atasözlerinin mutlaka bir “dar” bir de “mecazlı” manaları vardır. Dar anlam, çürütülmez bir gerçeğe, bir deneye dayanır. Mecazlı anlam ise, onlara eski-yeni, her meseleye uyabilen bir yorum ve izah alanı sağlar. Atasözleri uslup yönünden; dili sade ve güzel kullanışın en az kelime ile en geniş manaları ifade edişin birer şaheseridir. Bunlarda yersiz ve gereksiz kelime bulunmaz.
Türk atasözlerinde divanlar, mesneviler ile nasihat eserlerinde çok rastlanır. Ayrıca başlı başına atasözlerine yer veren eserler de vardır. Yazmaların dışında; Şinasi’nin Durub-i Emsal-i Osmaniye, Ahmed Vefik Paşanın Müntehabat-ı Durub-i Emsal, Ahmet Midhat Efendinin Türki Durub-i Emsal gibi eserler son devirde ortaya konmuştur.
ATASÖZLERİ
A
- Aptal düğünden, çocuk oyundan usanmaz.
- Aça dokuz yorgan örtmüşler, yine uyuyamamış.
- Acıkan doymam, susayan kanmam sanır.
- Acındırırsan arsız olur; acıktırırsan hırsız olur.
- Aç gözünü, açarlar gözünü.
- Açın gözü ekmek teknesinde olur.
- Açlık ile tokluğun arası yarım yufka.
- Aç tavuk kendini buğday (arpa) ambarında sanır.
- Adam adama yük değil, can gövdeye mülk değil.
- Adam adamdan korkmaz; utanır (hatır sayar).
- Adam adamdır, olmazsa da pulu (parası); eşek eşektir, olmazsa da çulu.
- Adam adamı bir kere aldatır.
- Adam ahbabından (dostlarından) bellidir.
- Adamak kolay, ödemek güçtür.
- Adamın eti yenmez, derisi giyilmez, tatlı dilden başka nesi var.
- Adam kıymetini adam bilir.
- Ağaca dayanma kurur, insana dayanma ölür.
- Ağacı kurt, insanı dert yer.
- Ağacın meyvesi olunca başını aşağı salar.
- Ağaç yaş iken eğilir.
- Ağaran baş, ağlayan göz gizlenmez.
- Ağır taş yerinden oynamaz.
- Ahmağa yüz, aptala söz vermeye gelmez.
- Ahmak (şaşkın) misafir ev sahibini ağırlar.
- Akacak kan damarda durmaz.
- Ak akçe kara gün içindir.
- Akıllı düşman akılsız dosttan hayırlıdır.
- Akılsız başın zahmetini ayaklar çeker.
- Akıl (akıllı) isen açma sırrını dostuna; dostunun dostu vardır, o da söyler dostuna.
- Ak koyunun kara kuzusu da olur.
- Akşamın hayrından sabahın şerri yeğdir.
- Alçak yerde tepecik kendini dağ sanır.
- Alet iş görür, el övünür.
- Allah gümüş kapıyı kaparsa altın kapıyı açar.
- Allah kulundan geçmez.
- Allah sabırlı kulunu sever.
- Allah sevdiğine dert verir.
- Al malın iyisini çekme kaygısını.
- Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste.
- Altın ateşte, insan mihnette belli olur.
- Altın eşik gümüş eşiğe muhtaç olur.
- Altının kıymetini sarraf bilir.
- Altın leğenin kan kusana ne faydası var.
- Altı olur, yedi olur, hep Allah’ın dediği olur.
- Aman diyene kılıç kalkmaz.
- Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az.
- Araba devrilince yol gösteren çok olur.
- Arabanın arka tekerleği öndekinin izine basar.
- Arayan Mevlasını da bulur belasını da.
- Arı bal alacak çiçeği bilir.
- Arefe günü yalan söyleyenin, bayram günü yüzü kara çıkar.
- Arpa eken buğday biçmez.
- Arsızın yüzüne tükürmüşler; “Yağmur yağıyor!” demiş.
- Aslını saklayan (inkar eden) haramzadedir.
- Aşıka Bağdat ırak gelmez.
- Aşını, eşini, işini bil.
- Ata dostu oğula mirastır.
- Atasını (büyüğünü) tanımayan, Allah’ını tanımaz.
- At bulunur meydan bulunmaz,meydan bulunur at bulunmaz.
- Ateş olmayan yerden duman çıkmaz.
- Atılan ok geri dönmez.
- At ölür meydan (nalı) kalır, yiğit ölür şanı (namı) kalır.
- Ava gelmez kuş olmaz, başa gelmez iş olmaz.
- Avradı eri, peyniri deri saklar.
- Avrat var ev yapar, avrat var ev yıkar.
- Ayağını yorganına göre uzat.
- Ayıpsız yar arayan (dost isteyen), yarsız (dostsuz) kalır.
- Aza kanaat etmeyen çoğu hiç bulamaz.
- Azıcık aşım, kaygısız (ağrısız, kavgasız) başım.
- Azıksız yola çıkanın iki gözü el (yabancı) torbasında kalır.
- Az veren candan, çok veren maldan.
- Az yiyen az uyur, çok yiyen güç uyur.
B
- Bağa bak üzüm olsun, yemeye yüzün olsun.
- Bakarsan bağ, bakmazsan dağ olur.
- Bakmakla usta olunsa (öğrenilse) köpekler (kediler) kasap olurdu (kasaplığı öğrenirdi).
- Balık baştan kokar.
- Balım olsun, sinek Bağdat’tan gelir.
- Balı, parmağı uzun olan yememiş (yemez), kısmeti olan yemiş ( yer).
- Barutla ateş, bir yerde durmaz (olmaz).
- Başa gelen çekilir.
- Başını acemi berbere teslim eden, pamuğunu cebinden eksik etmez (etmesin).
- Baş yastığı baş derdini bilmez.
- Bez alırsan Musul’dan, kız alırsan asilden.
- Bıçak yarası unutulur ama, dil yarası unutulmaz.
- Bilmemek ayıp değil, sormamak ayıp.
- Bin dost az, bir düşman çok.
- Bin nasihattan bir müsibet yeğdir.
- Bir baş soğan bir kazanı kokutur.
- Bir elin nesi var, iki elin sesi var.
- Bir elinin verdiğini öbür elin duymasın.
- Bir fincan (acı) kahvenin kırk yıl hatırı (hakkı) vardır.
- Bir korkak bir orduyu bozar.
- Bir kötünün yedi mahalleye zararı vardır.
- Bir selam bir hatır yapar.
- Bol bol yiyen, bel bel bakar.
- Bugünkü (akşamın) işini yarına (sabaha) koyma (bırakma).
- Buğday ekmeğin yoksa, buğday (tatlı, faideli) dilin de mi yok?
- Bülbülü altın kafese koymuşlar “ah vatanım” demiş.
- Bülbülün çektiği dili belasıdır.
- Büyük lokma ye, büyük söyleme.
C
-Cahile söz (laf) anlatmak, deveye hendek atlatmaktan güçtür.
-Cahilin dostluğundan, alimin düşmanlığı yeğdir.
- Cefayı çekmeyen safanın kadrini bilmez.
- Cömert derler maldan ederler, yiğit derler candan ederler.
Ç
- Çağrılan yere erinme, çağrılmayan yere görünme.
- Çağrılmayan yere çörekçi ile börekçi gider.
- Çanağa ne doğrarsan kaşığında o çıkar.
- Çirkefe taş atma, üstüne sıçrar.
- Çobansız koyunu kurt kapar.
- Çok konuşan çok yanılır.
- Çok koşan çabuk yorulur.
- Çok söyleme arsız edersin, aç bırakma (parasız koyma, çok saklama) hırsız edersin.
D
- Dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşur. Dağ dağ üstüne olur, ev ev üstüne olmaz.
- Damlaya damlaya göl olur, (aka aka sel olur.)
- Danışan dağı aşmış, danışmayan düz yoldan şaşmış.
- Davulun sesi uzaktan hoş gelir.
- Demir nemden, insan gamdan çürür.
- Demir tavında dövülür, (demiri tavında dövmeli).
- Denizdeki balığın pazarlığı olmaz (bini bir paraya).
- Deveye bindikten sonra çalı ardına gizlenmek olmaz.
- Deveyi yardan uçuran bir tutam ottur.
- Dikensiz gül olmaz (Gül dikensiz olmaz).
- Doğru (hak) söz (ağıdan) acıdır.
- Dost acı söyler.
- Dost kara günde belli olur.
- Dost yüzünden, düşman gözünden bellidir.
- Dünya malı dünyada kalır.
- Dünya ölümlü, gün akşamlı.
- Düşmanın karınca ise de hor bakma (küçük görme).
- Debbağa sorarsan dünyada fena koku olmaz.
- Debbağ sevmediği deriyi yerden yere çarpar.
E
- Edebi edepsizden öğren.
- El için kuyu kazan evvela kendi düşer.
- El yarası onulur dil yarası onulmaz.
- El yumruğu yemeyen kendi yumruğunu batman taşı sanır.
- Emanete hıyanet olmaz
- Eşeğin kuyruğunu kalabalıkta kesme, kimi uzun der kimi kısa.
- Et tırnaktan ayrılmaz.
- Evlenenle ev yapanın Allah yardımcısıdır.
F
- Fakirlik ayıp değil, tembellik ayıptır.
- Fırsat her zaman ele geçmez.
G
- Garibe bir selam, bin altına değer.
- Garip kuşun yuvasını Allah yapar.
- Gel demesi kolay ama git demesi güçtür.
- Gençliğin kıymeti ihtiyarlıkta bilinir.
- Gönül bir sırça saraydır, kırılırsa yapılmaz.
- Gönülsüz yenen aş, ya karın ağırtır ya baş.
- Gözü tanede olan kuşun ayağı tuzaktan kurtulmaz.
- Gülme komşuna gelir başına.
- Gülü seven dikenine katlanır.
- Gün doğmadan neler doğar.
- Güneş balçıkla sıvanmaz.
- Güvenme varlığa düşersin darlığa.
H
- Hak yerde kalmaz.
- Hak yerini bulur.
- Hamama giren terler.
- Haramzade pazar bozar, helalzade pazar yapar.
- Hatasız kul olmaz.
- Hayvan yularından, insan sözünden tutulur.
- Hazıra dağlar dayanmaz.
- Her ağaçtan kaşık olmaz.
- Her deliğe elini sokma, ya yılan çıkar ya çiyan.
- Her şey incelikten, insan kabalıktan kırılır.
- Her şeyin yenisi, dostun eskisi makbuldür.
- Her yiğidin gönlünde bir arslan yatar.
- Hile ile iş gören, mihnet ile can verir.
- Horoz ölür, gözü çöplükte kalır.
I
- Isıracak it dişini göstermez.
İ
- İğneyi kendine çuvaldızı ele batır.
- İki karpuz bir koltuğa sığmaz.
- İki testi tokuşunca, biri elbet kırılır.
- İnsan kıymetini insan bilir.
- İsin yanına varan is, misin yanına varan mis kokar.
- İstediğini söyleyen, istemediğini işitir.
- İş amana binince kavga uzamaz.
- İşleyen demir pas tutmaz. (paslanmaz, ışıldar.)
- İyi evlat babayı vezir, kötü evlat rezil eder.
- İyiliğe iyilik her kişinin karı, kötülüğe iyilik er kişinin karı.
- İyilik eden iyilik bulur.
- İyi olacak hastanın hekim ayağına gelir.
K
- Kabahat samur kürk olsa kimse sırtına (üstüne) almaz.
- Kalemin yaptığını kılıç yapmaz.
- Kaçan balık büyük olur.
- Kalp kalbe karşıdır.
- Kanaat gibi devlet olmaz.
- Kara (kötü) haber tez duyulur.
- Karga yavrusuna bakmış, “benim ak pak evladım” demiş.
- Karıncadan ibret al, yazdan kışı hazırla.
- Kaza, geliyorum demez.
- Kediyi sıkıştırırsan üstüne atılır.
- Kel ölür, sırma saçlı olur; kör ölür, badem gözlü olur.
- Kem söz, kalp akçe sahibinindir.
- Kendi düşen ağlamaz.
- Keseye danış pazarlığa sonra giriş.
- Keskin sirke küpüne zarar (dır).
- Kırkından sonra azanı teneşir paklar (çare bulunmaz.)
- Kısmetinde ne varsa kaşığında o çıkar.
- Kısmet ise gelir Hint’ten, Yemen’den, kısmet değilse ne gelir elden.
- Kızını dövmeyen, dizini döver.
- Kimse kimsenin çukurunu dolduramaz.
- Kimse kimsenin kısmetini yemez.
- Kimsenin ahı kimsede kalmaz.
- Kişinin kendine ettiğini kimse (alem bir yere gelse) edemez.
-Korkunun ecele faydası yoktur.
- Kul sıkılmayınca (bunalmadıkça) Hızır yetişmez.
- Kurcalama sivilceyi çıban edersin.
- Kurtla koyun, kılıçla oyun olmaz.
- Kurunun yanında yaş da yanar.
- Kusursuz dost arayan dostsuz kalır.
- Kusursuz güzel olmaz.
L
- Lafla peynir gemisi yürümez.
- Lafla pilav pişerse deniz kadar yağı benden.
- Laf torbaya girmez.
- Latife latif gerek.
- Lokma çiğnenmeden yutulmaz.
M
- Mahkeme kadıya mülk değildir (olmaz).
- Mal adama hem dost hem düşmandır.
- Maşa varken elini ateşe sokma.
- Merdiven ayak ayak (basamak basamak) çıkılır.
- Mermer iyi taştan, iyilik iki baştan.
- Mezar taşı ile övünülmez.
- Misafir kısmeti ile gelir.
- Misafir umduğunu değil bulduğunu yer.
- Misk yerini belli eder.
- Mürüvvette endaze (ölçü) olmaz.
N
- Ne ekersen onu biçersin.
- Ne oldum dememeli, ne olacağım demeli.
- Nerde birlik, orda dirlik.
- Nerde hareket, orda bereket.
- Ne verirsen elinle o gider seninle.
- Nikahta keramet vardır.
O
- Olacakla öleceğe çare bulunmaz.
- Otuz iki dişten çıkan otuz iki mahalleye yayılır.
Ö
- Öfkeyle kalkan zararla oturur.
- Ölüm ile öç alınmaz.
P
- Pekmezi küpten, kadını kökten al.
R
- Rahat ararsan, mezarda.
S
- Sabreden derviş, muradına ermiş.
- Sabreyle işine, hayır gelsin başına.
- Sabrın sonu selamettir.
- Sadık dost akrabadan yeğdir.
- Sağ elinin verdiğini sol elin görmesin.
- Sağlam baş yastık istemez.
- Sağlık varlıktan yeğdir.
- Sakla samanı gelir zamanı.
- Sanat, altın bileziktir.
- Sanatı ustadan görmeyen öğrenmez.
- Sarmısağı gelin etmişler, kırk gün kokusu çıkmamış.
- Sebepsiz ölüm olmaz.
- Sen ağa ben ağa, bu ineği kim sağa?
- Sırça evde (köşkte) oturan, komşusuna taş atmamalı.
- Sinek küçüktür ama mide bulandırır.
- Soğanın acısını yiyen bilmez, doğrayan bilir.
- Soran yanılmamış.
- Sora sora Mekke (Kabe) bulunur.
- Söz yaş deriye benzer, nereye çekersen oraya gider.
- Su uyur, düşman uyumaz.
- Sükut ikrardan gelir (sayılır).
- Sürüden ayrılanı kurt kapar.
- Sütten ağzı yanan, yoğurdu üfleyerek yer.
Ş
- Şeriatın kestiği parmak acımaz.
- Şeytanın dostluğu darağacına kadardır.
T
- Taş düştüğü yerde ağırdır (taş yerinde ağırdır).
- Taşıma su ile değirmen dönmez.
- Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır.
- Tatsız aşa tuz neylesin, akılsız başa söz neylesin.
- Tavşan dağa küsmüş, dağın haberi olmamış.
- Tek kanatlı kuş uçmaz.
- Tekkeyi bekleyen çorbayı içer.
- Tembele dediler “kapını ört”; dedi, “yel eser örter.”
- Tembele iş buyur, sana akıl öğretsin.
- Teyze, ana yarısıdır.
- Tilkinin dönüp geleceği yer kürkçü dükkanıdır.
- Tok acın halinden bilmez (ne bilir).
- Topalla gezen aksamak öğrenir.
U
- Ucuzdur vardır illeti; pahalıdır vardır hikmeti.
- Ummadığın taş baş yarar.
Ü
- Üzüm üzüme baka baka kararır.
V
- Vasiyet ölüm getirmez.
- Vermeyince Mabud, neylesin Sultan Mahmud.
Y
- Yalancının evi yanmış kimse inanmamış.
- Yalancının mumu yatsıya kadar yanar.
- Yalnız kalanı kurt yer.
- Yalnız taş, duvar olmaz.
- Yanlış hesap Bağdat’tan döner.
- Yarım hekim candan, yarım hoca dinden eder.
- Yatan ölmez, eceli yeten ölür.
- Yaya gözü ile at, bekar gözü ile avrat alınmaz.
- Yer damar damar, insan soy soy.
- Yere düşmekle cevher sakıt olmaz kadr u kıymetten.
- Yılanın başı küçükken ezilir.
- Yiğit meydanda belli olur.
- Yolcu yolunda gerek.
- Yol yürümekle, borç ödemekle tükenir.
- Yularsız ata binilmez.
Z
- Zararın neresinden dönülürse kardır.
- Zorla güzellik olmaz.