Alm. Soldat, Fr. Soldot, İng. Soldier. Askerlik mükellefiyeti altına giren erbaş ve erlerle özel kanunlarla Türk Silahlı Kuvvetleri'ne intisab eden ve resmi bir kıyafet taşıyan şahıs. Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu, askeri böyle tarif etmektedir. Kelimenin aslı Arapça olup, yazılışı eskr'dir. Bilahare dilimize asker olarak yerleşmiş ve ordu deyimi ile birlikte öz malımız olmuştur.
Asker (eskr) kelimesi; mensuplarından beklediği hasletleri ifade etmekte olup, herbir harfin kapsadığı anlam aşağıdaki gibidir:
a. Kelimenin ilk harfi olan "E" Ulviyet-i ruhiye anlamını taşır. Bu deyim herşeyden önce askerin yüksek bir ruh yapısına malik olduğunu ifade eder. Bu ruhi yapıyı kazandıran kaynak, kendini aynı gayeye adamış, kalpleri heyecanla çarpan kişilerin toplandığı asker ocağıdır.
Bu ocakta bütün ruhlar temizlenir, geliştirilir, yükseltilir ve yüceltilir.
Şan, şeref, haysiyet, namus, vatan, millet ve hürriyet gibi yüksek duygularla yoğrularak bütünleştirilir. Bu yolda hayatı ve ölümü bile hiçe sayan bu ruh yüksekliği, bütün insanlarla ilgili iyi niteliklerin koruyucusu olarak örnek insanı meydana getirir.
b. Kelimedeki "S" harfinin ifade ettiği anlam ise selamet-i fikriyedir.
Bu deyim doğru ve salim bir fikre sahib olmak anlamını taşır. Bir asker için doğruluk ve mertlik esastır.
c. Asker kelimesindeki "K" harfi ise, keramet-i tabiyedir. Bu deyim, taktik buluculuk ve seziş anlamına gelir.
İlmi esaslara dayanan, buluculuğu ve insiyatifi esas alan askerlik sanatı en açık ifadesini tabiye (taktik ve strateji) kaidelerini en iyi şekilde bilmek ve uygulamakla kendisini gösterir.
Asker her türlü hal ve şartlar içerisinde kendisini gerekli olan duruma; buluculuğu, sezişi ve taktik mahareti ile en iyi biçimde uydurmasını bilen kimsedir. Başka bir deyimle önceden görüş maharetine tabiye (taktik) kabiliyeti ile ulaşmış olur.
d. Asker kelimesinin son harfi olan "R" harfi, riyazat-ı bedeniyye (vücut dayanıklılığı) demektir. Asker, ruhi gelişmesi ile birlikte vücutça da gelişmek mecburiyetindedir.Askerin vücut yapısı, her türlü tabiat şartlarına, yokluk ve zorluklara alışmış olmalıdır.
Asker kelimesinde dile getirilmiş olan üstün vasıflar, esas itibariyle, dünyaya ün salmış bulunan Türk askerinin damarlarındaki asil kanda mevcuttur.
Alm. Militär gericht (n), Fr. Tribunal Militaire, İng.Military court. Asker kişilerin, askeri suçları ile, bunların asker kişiler aleyhine veya askeri yerlerde yahut askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili işledikleri suçları, kanunda gösterilen görevlerini ifa ettikleri sırada veya kanunda gösterilen askeri mahallerde askerlere karşı işledikleri suçlara bakmakla görevli mahkemeler. Tümen, kolordu, ordu, kara, deniz ve hava kuvvetleri komutanlıkları ile Genelkurmay Başkanlığı katında Milli Savunma Bakanlığı’nca kurulur. İki askeri hakim ve bir subay üyeden meydana gelir. Her askeri mahkemede bir askeri savcı ile yeteri kadar askeri savcı yardımcısı bulunur.
Askeri Disiplin Mahkemesi: Asker kişilerin disiplin suçlarına ait davalara bakan mahkeme. Alay, tümen, kolordu, Jandarma Genel Komutanlığı ve Deniz, Hava, Kara Kuvvetleri Komutanlıkları ile Milli Savunma Bakanlığı Müsteşarlığı ve Genel Kurmay Başkanlığında kurulur. Bir başkan, iki üye olmak üzere üç subaydan meydana gelir.
Askeri Yargıtay: Askeri mahkemelerde verilen karar ve hükümlerin son inceleme makamı. Ayrıca asker kişilerin yasa ile belirlenen bazı davalarına ilk ve son derece mahkemesi olarak bakar.
Askeri Yüksek İdare Mahkemesi: Asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmet ile ilgili idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini ve yasalarla belirlenen diğer görevlerini yapan, bağımsız yüksek bir mahkeme. Buna Askeri Danıştay da denir.
Alm. Armeemuseum, Fr. Musee Militaire, İng. Military Museum. Askeriyeye ait tarihi malzemelerin teşhir edildiği yer. Askeri Müzenin kuruluşu çok eskidir. Yalnız, başlangıcı bugünkü müze anlayışından uzaktır. Fatih Sultan Mehmed Han, İstanbul’u fethedince Topkapı Sarayı bahçesi içindeki Aya İrini Kilisesini camiye çevirtmedi. Burası silah ve mühimmat hazinesi olarak kullanıldı. Buraya “Cebehane” ismi verildi. O zamandan Üçüncü Ahmed devrine kadar Cebecilerin kontrolü altında silah ve mühimmat deposu olarak muhafaza edildi.
Üçüncü Ahmed Han bir “Askeri Müze” kurulması gerektiği düşüncesinden hareketle; 1726 senesinde, Cebehane’deki silah ve gereçlere düzen vermek için “Dar-ül-Esliha”yı kurdurdu. Bu tarih Askeri Müzenin, müze anlamına uygun kuruluş tarihi olarak kabul edilmiştir. Dar-ül-Esliha, Üçüncü Selim Han ve İkinci Mahmud Han zamanlarındaki yeniçeri ayaklanmaları sırasında yağmalandı. Özellikle 1826’da yeniçeriliğin kaldırılması sırasında buradaki eşyaların da yeniçerilere aid olduğu düşünülerek bir çok kıymetli eşya tahrib edildi. İkinci Abdülmecid Han zamanında “Harbiye Ambarı” adını aldı. Tophane- i Amire müşiri Fethi Ahmed Paşanın gayretiyle “Müze-i Askeri” adıyla yeniden kuruldu ve daha sonra adı “Asar-ı Atika-i Müze-i Hümayun” olarak değiştirildi.
Müze; harp silah ve gereçlerini ihtiva eden “Mecmua-i Asar-ı Esliha-i Atika” ve arkeolojik eserleri ihtiva eden “Mecmua-i Asar-i Atika” adlı iki bölümden meydana gelmişti. Mecmua-i Asar-ı Atika bölümü daha sonra Osman Hamdi Bey tarafından Çinili Köşke taşınarak bugünkü “Arkeoloji Müzesi”nin temeli atılmıştır. Abdülaziz Han zamanında önemini kaybeden müze, tekrar Harbiye Ambarı haline gelmiş ve Kıyafethane bölümü buradan alınarak Sultanahmed’deki Elbise Ambarı denilen yere götürülüp “Yeniçeri Müzesi” adı altında sergilenmiştir.
İkinci Abdülhamid zamanında Ahmed Muhtar Paşanın başkanlığında kurulan heyetin hazırladığı projeler Sultan’a arz edilmiş ve İkinci Abdülhamid Hanın emriyle, Yıldız Sarayı bahçesinde büyük bir silah müzesi kurulması kararlaştırılmıştır. Fakat bu çalışmalar da neticesiz kalmış ve İkinci Meşrutiyetin ilanından sonra Tophane Müşiri Ali Rıza Paşa aynı projeyi uygulamak için Padişah'tan izin aldıktan sonra Ahmed Muhtar Paşanın başkanlığında bir kurucu Müze Komisyonu teşkil edilmiştir. Bu komisyon İstanbul içinden ve dışından çeşitli silahların toplanmasını sağlamış, fakat bina seçimi yapılmadığından bunlar Aya İrini Kilisesinde toplanmıştır. Daha sonra Harbiye Nazırı Mahmud Şevket Paşa, Ahmed Muhtar Paşayı “Esliha-i Askeriye Müzesi”ni kurmakla görevlendirmiş ve kendisini ilk Askeri Müze müdürü olarak tayin etmiştir. 1908-1923 yılları arasında müdürlük yapan Ahmed Muhtar Paşa, müzenin adını “Müze-i Askeri-i Hümayun” olarak değiştirmiş, kütüphane, atış poligonu kurmuş ve Yeniçeri Mehterhanesini aslına uygun olarak “Mehterhane-i Hakani” adıyla faaliyete geçirmiştir. Bu arada yayın hayatına da giren Askeri Müze, Ahmed Muhtar Paşa’nın oğlu Sermet Muhtar (Aluş) Bey tarafından Fransızca ve Türkçe olarak hazırlanan üç ciltlik Müze Rehberi’ni ve Mehter müziği notalarını “Mehterhane-i Hakani Notaları” adıyla yayınlamıştır. Müzenin adı daha sonra “Askeri Müze” olarak değiştirildi.
İkinci Dünya Harbi sırasında savaşın Türkiye’ye sıçrayabileceği düşünülerek kıymetli eşyanın bir kısmı Ankara’ya ve diğer kısmı 1944’de Niğde’ye gönderilmiş, 1948’de müze olarak Maçka Kışlası verilmiş, 1949’da bütün eşyalar İstanbul’a geri getirilmiş, 1949-1955 yılları arasında bütün eşyanın sayımı, devir ve teslimi yapılmış ve envanter kayıtları yenilenmiştir. 1955 yılında Maçka Kışlası, Teknik Üniversiteye devredilmiş ve buradaki eşyalar eski Harbiye Jimnastikhanesine taşınmıştır. Daha sonra Harbiye Yedek Subay Okulundaki modern binasına taşınan “Askeri Müze”, muhteşem tarihimizin silah, araç-gereç ve kıyafetlerini modern müzecilik anlayışına uygun olarak sergilemektedir.
Müzede çok çeşitli silahlar bulunmaktadır. Bunlar arasında kılıçlar, topuzlar, tüfekler, zırhlar, kalkanlar, toplar, oklar ve her türlü ateşli silahlar en fazla olanlardır. Ayrıca birçok ünlü kişinin silahı, çeşitli askeri giyim eşyaları, sancak ve kıymetli ganimetler müzeyi süslemektedir. Bunların yanında, güzel bir kütüphanesi de olan Askeri Müzede, haftanın belirli günlerinde mehter marşları halka açık olarak mehter bölüğü tarafından icra edilmektedir.
Alm. Militärschulen, Fr. Ecoles militaires, İng.Military Schools . Türk silahlı kuvvetlerinin subay ve astsubay ihtiyaçlarını karşılamak için kurulan eğitim kurumları. Ordunun subay ihtiyacını yetiştiren okullar, askeri liseler ile harp okullarıdır. Askeri liseler, Kuleli (İstanbul), Işıklar (Bursa), Deniz Lisesi (İstanbul), Maltepe (İzmir) askeri liseleridir. Eğitim ve öğretim süresi bir yılı hazırlık olmak üzere dört yıl olan bu okulları bitiren öğrenciler Harp Okullarına alınırlar.
Harp okulları: Kara Harp Okulu (Ankara), Deniz Harp Okulu (İstanbul), Hava Harp Okulu (İstanbul). Bu okullara her sene askeri liseleri bitirmiş öğrenciler ile sivil liselerin fen ve matematik bölümünü bitirmiş öğrenciler arasından imtihanla lazım olduğu kadar öğrenci alınır. Eğitim ve öğretim süreleri dört yıldır. Harp okullarının yanı sıra Gülhane Askeri Tıp Akademisi bünyesinde askeri tabip yetiştiren askeri tıp fakültesi kurulmuştur.
Harp okullarını bitiren öğrenciler, teğmen rütbesiyle subay sınıf ve atış okullarında bilgi ve becerilerini arttırırlar. Silahlı kuvvetler hesabına fakülte veya yüksek okulları bitiren subaylar ile yedek subay adayları, bağlı oldukları sınıf ve branşlarla ilgili bilgi ve becerilerini arttırmak için bu okullarda eğitim görürler. Eğitim süreleri, sınıf özelliklerine göre üç ayla bir yıl arasında değişmektedir.
Astsubay hazırlama okulları, sivil ortaokulları bitirenler arasından imtihanla öğrenci alırlar. Bunların eğitim ve öğretim süreleri üç yıldır. Astsubay Hazırlama Okulları; Genelkurmay Başkanlığına, kara, deniz, hava kuvvetleri komutanlıkları ile Jandarma Genel Komutanlığına bağlı muhtelif yerlerde vardır. Astsubay Sınıf Okullarına, Astsubay Hazırlama Okulları ile sivil liseleri bitirenler arasından imtihanla öğrenci alınır. Bu okullarda öğrenciler, uzmanlık alanlarını temel alan eğitim ve öğretimi görürler. Öğretim süresi bir yıldır.
Harp Akademileri; Genelkurmay Başkanlığı kuruluşunda askeri akademik eğitim-öğretim yapan, Silahlı Kuvvetlere komutanlık ve karargah subayı niteliklerine sahip kurmay subay ile taktik ve stratejik seviyede sevk ve idare elemanı yetiştiren, kamu ve özel kesimin yüksek seviyedeki yöneticilerini milli güvenlik konularında hazırlayan, özellikle stratejik düzeyde araştırma ve geliştirme yapan bir bilim ve ihtisas kuruluşudur.
Harp Akademileri; Kuvvet Harp Akademileri (Kara-Deniz-Hava), Silahlı Kuvvetler Akademisi ile Milli Güvenlik Akademisinden oluşur.
Alm. Militärrat, Fr. Conseil de revision, İng.Recruiting board. Yalnız barış zamanında askeri meseleler ve Silahlı kuvvetlerle ilgili konularda görüş bildirmek ve diğer kanunlarla kendisine verilmiş olan işleri yapmakla görevli kurul. 22 Nisan 1341 tarih (1925) ve 636 sayılı kanunla “Şura-yı Askeri” adıyla kuruldu. Bazı değişiklikler geçirdikten sonra 17 Temmuz 1972 tarih ve l6l2 sayılı kanunla yeniden teşkilatlandırıldı.
Şura her yıl Başbakanın veya Genelkurmay Başkanının başkanlığında, Milli Savunma Bakanlığı, Kuvvet Komutanları, Ordu Komutanları, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri, Donanma Komutanı ve Şura üyeliğine tayin edilen Orgeneral ve Oramirallerin iştirakiyle toplanır. Askeri Şura üyeleri, kendilerinin, kendilerinden kıdemli veya aynı kıdemde olan general ve amirallerin terfi veya emeklilikleri ile ilgili toplantılara katılamazlar.
Askeri Şuranın Genel Sekreteri, Genel Kurmay İkinci Başkanı’dır.
Alm. Wehrdienst, Fr. Servise Militaire, İng.Military service. Türk vatanını, istiklal ve cumhuriyetini korumak ve kollamak için harp sanatını öğrenmek ve yapmak mükellefiyeti. Askerlik deyince akla asker gelir. Asker; askerlik mükellefiyeti altına giren erbaş ve erlerle, özel kanunlarla Türk Silahlı Kuvvetlerine intisab eden ve resmi bir kıyafet taşıyan şahsa denir.
Dünya tarihine, askerliği şan ve şerefle yazmış tek millet Türklerdir. Yaratılışlarındaki asalet, İslamın şerefiyle birleşince askerlik tarihinin unutulmaz destanlarını yazmışlardır. Asker deyince Türk, Türk deyince asker akla gelmiştir. Dünya orduları içinde çeşitli muharebe usullerini en iyi bilen ve uygulayan Türk askeri, yıldırım harbinin de ilk ve en güzel örneklerini iman, cesaret ve kabiliyeti ile çok defa ortaya koymuştur. Türk askerinin karşısında ekseriya tek milletin ordusu değil, müttefik ordular zor dayanmış ve ekseri mağlub olmuşlardır. Birinci Kosova, Niğbolu, İkinci Kosova, Varna, Mohaç Meydan muharebeleri ve İstiklal Harbi bunun en güzel örnekleridir.
Türk milleti ve Türk askeri normal zamanlarda ana karakterinin gereği olarak barış severdir. İnsan sevgisi ile doludur. Ülke savunmasında ve savaşta kükremiş arslan gibi cesur ve mücadelecidir. Onu bu hale getiren hiç şüphesiz kutsal bir gaye için savaşmaktan çekinmemesi ve “kalırsam gazi, ölürsem şehid” inancıdır.
Türk ordusunda hizmet görmüş olan Fransız Conte de Bonneval, Türk askeri için; “Türk askeri kahraman, sabırlı, yorulmak bilmez, kanaatkar ve ateş karşısında emsalsizdir. Usta ve muktedir bir komutan, bu askerlerle, dünyanın bir kutbundan diğer kutbuna muzaffer olarak gidebilir.” demiştir.
Askerlik kanununa göre, Türkiye Cumhuriyeti uyruklu sağlam her erkek, askerlik yapmakla görevlidir. Bu hizmet yirmi yaşına girince başlar. 41 yaşına girince sona erer. Yirmi yaşına girdiği Ocak ayından kırk bir yaşına girdiği Ocak ayına kadar geçen yirmi bir yıllık süreye “Askerlik Çağı” denir. Bu çağ üç devreye ayrılır:
l. Yoklama devri: Asker olabilecek bir insanın askerlik çağına girdiği yılın Ocak ayının birinci gününden, Askerlik Şubesinden gönderilinceye kadar geçen süreyi içine alır. İlk ve son yoklama olmak üzere ikiye ayrılır. İlk yoklamada, kimlik, adres ve askere alınacakların miktarları tesbit edilir. Bu 1 Nisan ile 15 Mayıs tarihleri arasında yapılır. Son yoklama yirmi yaşına girince başlayıp askerlik kararı aldırmayı içine alır. Bu 1 Temmuz 31 Ekim tarihleri arasında olur.
2. Muvazzaflık devri: Askerliğine karar alınmış şahsın, Askerlik Şubesinden sevk tarihinden başlayarak terhis tarihine kadar devam eder. Bu süre kanunla belirlenir.
3. Yedeklik devri: Askerin terhis olduğu zamandan 41 yaşına girilen senenin Ocak ayının birinci gününe kadar olan devredir. Bu devre içinde eğitimin tazelenmesi, yeni silahların öğretilmesi için kısa sürelerle askere çağrılabilir. Seferberlik ilanında ise tekrar askere alınabilirler.
Terhisten sonraki üç ay içinde, diğer seneler ilan edilen zamanda Askerlik Şubesine uğramayan yükümlüler cezalandırılırlar.
Er ve erbaşlar için muvazzaflık süresi on beş aydır. Bu zaman, Bakanlar Kurulu kararıyla iki ay kısaltılıp uzatılabilir. Yüksek öğrenim görmüş olanlar on iki ay yedek subaylık, silahlı kuvvetlerin ihtiyacı dışında kalanlar altı ay askerlik yaparlar.
Bedelli askerlik: Yabancı bir ülkede bir yıl süreyle işçi veya iş veren olarak bulunanlardan askerlik çağına girenlere uygulanan sadece temel eğitim (iki ay) şeklindeki askerlik hizmetidir. Şartları taşıyanlar, her sene hükumetçe tesbit edilen Türk lirası karşılığı yabancı ülke parasını, askerliğe başvuru tarihinden başlıyarak 32 yaşını tamamladıkları yılın sonuna kadar ödeme mecburiyetindedirler. 27 Nisan 1986 yılında bedelli askerlikle ilgili bir kanun çıkarıldı. Bu kanunun çıktığı tarihten önce bakaya ve yoklama kaçağı olanlar, 1988 Nisan ayı sonuna kadar müracaat ettiklerinde bedelli askerlikten (üç aylık temel eğitim) hükumetçe belirlenen ücreti ödemek şartıyla istifade edebileceklerdi.
Aynı kanuna göre; Silahlı Kuvvetlerin ihtiyacından fazla asker geldiğinde istekli olanlar kura karşılığı bedelli askerlik yapabilmektedirler.
Döviz karşılığı askerlik yapanlar için Temel eğitim süresi 2 ay, bedelli askerlik yapanlar için Temel eğitim süresi 3 aydır.
Askerlikle İlgili Tanımlar
Yükümlü:Askerlik hizmetini 1111 sayılı Askerlik Kanunu'na göre yapmak mecburiyetinde olan erkek Türk vatandaşına yükümlü denir. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan her erkek 1111 sayılı Askerlik Kanunu'nun birinci maddesi gereğince askerlik yapmaya mecburdur.
Saklı: 20 yaşına girmiş oldukları halde isimlerini nüfus kütüğüne yazdırarak nüfus cüzdanı almamış olanlara saklı denir.
Yoklama kaçağı: Mazereti olmaksızın kanuni süresi içerisinde son yoklamasını yaptırmayanlara yoklama kaçağı denir.
Bakaya: Kanuni mazereti olmaksızın celbe icabet etmeyerek sevkini yaptırmayanlar ile celbe icabet ederek sevkini yaptırdıkları halde kıt’alarına katılmayanlara veya geç katılanlara bakaya denir.
Firar:Kıt’asından veya vazifenin isbatı vücut etmeye mecbur ettiği mahalden izinsiz altı günden fazla uzaklaşmaya firar denir.
İzin tecavüzü: İzin müddetini mazeretsiz altı gün geçirmeye izin tecavüzü denir.
Hava değişimi tecavüzü: Hava değişimi müddetini mazeretsiz altı gün geçirmeye hava değişimi tecavüzü denir.
Ertesi yıla terk: Kanuni mazeretleri sebebiyle müteakip yıl işlem göreceklere yapılan işleme ertesi yıla terk denir.
Sevk tehiri: Kanuni mazeretleri sebebiyle silah altına alınma işleminin geciktirilmesine sevk tehiri denir.
Yükümlü sayısı (esnan): Askerlik görevini yapanlar dahil olmak üzere halen muvazzaflık hizmetlerini yapmak için kıt’alarda bulunanlar, yedeğe alınmış yedek subay ve astsubaylar, yoklama kaçakları, bakayalar, kanuni sebeplerle sevkleri tehir edilenler ve askerlik şubelerinde yabancı kütük defterlerine kayıtlı olan yabancı personelin tamamına esnan denir
Alm. Löwe, Fr. Lion, İng. Lion. Familyası: Kedigiller (Felidae). Yaşadığı yerler: Afrika, Arabistan, İran ve Hindistan bölgeleri. Özellikleri: 2 m uzunluk, 1 m yükseklik. Erkeği 250 kg, dişisi 150 kg ağırlıkta. Ömrü: 25-30 sene. Çeşitleri: Meşhurları Senegal, Kap, İran, Hindistan ve Berber aslanı.
Kedigiller ailesinin en büyük etoburu. Geniş alınlı, güçlü çeneli, uzayıp çekilebilen tırnaklı, sarımtrak kısa ve yatık tüylüdür. Kuyruğunun ucu püsküllüdür. Erkek aslanın başının etrafı uzun ve güzel bir yele ile süslüdür. Omuzlarının üzerine kadar dağılan bu perçem, kızdığı zaman kabarır.
Görkemli yelesi, olağanüstü kuvveti, azamet ve cesaretinden dolayı “Hayvanlar Kralı” olarak tanınır. Yelenin boyun ve göğsü sarış şekline göre; Berber aslanı, Senegal aslanı, İran aslanı, Hindistan aslanı, Kap aslanı gibi çeşitlere ayrılırlar.
Aslanın dili büyük ve diken gibi sert kıllarla örtülü olduğundan, yalarken avının derisini ve iri kemiklerin etini sıyırır. Bu dehşetli hayvan, pençesi ile avladığı canlı hayvanlarla geçinir. Kendi avından karnını doyurunca geriye kalanı terk edip, bir daha o leşi yemez. Hayvanat bahçelerinde bulunan aslanlara günde 5-6 kg taze öküz veya dana eti verilir.
Aslan; kuvvet, çeviklik ve cesaret sembolüdür. O kadar kuvvetlidir ki, kuyruğunun bir darbesi ile bir insanı devirebilir. Bir pençe darbesi ile de bir atın bel kemiğini kırar. Gece, dere ve ırmak kenarlarındaki sazlıklarda pusuya yatarak su içmeye gelen ceylan, maymun ve zebra gibi hayvanları bekler ve 60-70 km hızla avının üzerine hücum ederek yakalayıp, parçalar. Dolaşmasına ve avlanmasına mani olan sık ağaçlı ormanlardan kaçınır. Bütün gününü gölgede uyumak ve kendine çektiği muhteşem ziyafeti tembel tembel sindirmekle geçirir. Gece bastırınca birden canlanır; zira aslan için avlanmanın tam zamanıdır. Genellikle tek başına, bazan da bir kaç aslan beraber avlanır. Aslanlar aç gözlü değildir, av için kendi aralarında döğüşmezler. Bir kaç aslan aynı avdan beraberce karınlarını doyururlar. Erkeğinden daha ufak-tefek olan dişi, en az erkek aslan kadar yırtıcıdır.
Bir sıçrayışta 4-5 m uzağa atlar. Fil ve gergedandan başka büyük hayvanların hepsine saldırır. Kükremesi dehşetli ve korkunç olup, geceleri kükrediği zaman yarım saatlik mesafedeki hayvanlar bile korku ve heyecandan ürkerler.
Aslanın kuvvet ve cesaretine rağmen; insanlar, üstü dal ve otlarla örtülü bir çukura düşürmek gibi bazı tuzaklarla onu yakalarlar. Bazı Afrika yerlileri etini yerler. Birçok bölgelerde de tüyünden halı dokurlar. Aslan acıkmadıkça hiç bir hayvana saldırmaz. Kendisine hücum edilmedikçe insanlara dokunmaz. Böyle olmakla beraber bir defa insan etinin tadını aldı mı, insanlar için ciddi bir tehlike teşkil eder. Tarihe geçmiş insan avcısı aslanlar vardır. Aslan ehlileştirilebilir. Birçok oyun öğretilebilir, fakat gerçek manada evcilleştirilemez.
Çiftleşme mevsimleri değişiktir. Dişi aslan çiftleşmeden 108 gün sonra 3-4 (bazan altı) yavru doğurur. Yavrular gözleri açık doğarlar. Yavrularını üç ay emzirir. Önceleri baş ve ayakları benekli sırt ve kuyrukları enine çizgilidir. Zamanla bu lekeler kaybolur. Anne ve babaları tarafından üç yaşına kadar korunarak yetiştirilirler. Üç yaşını dolduran erkek yavruların yeleleri çıkmaya başlar, yedi yaşında olgunlaşırlar.
İnsanoğlu mümkün olduğu kadar aslanı, bulunduğu yerden uzaklaştırmıştır. Mısır, Asur ve Pers hükümdarları, aslanlarla savaşmayı sembolik görev olarak kabul etmişlerdir. On yedinci yüzyılda bir Moğol hükümdarı 100.000 askerle aslanları avlamıştır. 40 yıllık bir dönem içinde Romalılar, Roma’ya 50.000’den fazla aslan getirmişti.
Geçen yüzyılın sonlarında Afrika ve Hindistan’ın bazı bölgeleri hariç, her yerde aslanların nesli tükendi. İnsafsızca katledildiler. Güney Afrika’da çiftliklerin ve medeniyetin yayılmasıyla, 1860 sonuna kadar vuruldular, tuzağa düşürüldüler ve zehirlendiler. En kibar cinslerinden olan siyah yeleli Kap aslanının soyu tüketildi. Bugün bazı ülkelerde özel kanunlarla nesilleri korunmaya çalışılmaktadır.
Alm. Löwenmaul.Fr. Müflier (m), İng. Snapdragon. Familyası: Yüksekotugiller (Scrophulariaceae).
Yazın çiçek açan kısa ömürlü, otsu bitkilerden. Bahçe ve parklarda yetiştirilen güzel ve renkli çiçekleriyle tanınmış bir süs bitkisidir.
ASLANPENÇESİ (Alchemilla vulgaris)
Alm. Frauenmantel Taumentel, Fr. Manteau de Notre-Dame Alchémille vulgaire, İng. Lady’s mantle. Familyası: Gülgiller (Rosaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Nemli bölgelerde yetişir.
Mavi-yeşil filizlere, yarım daire şeklinde katlanmış çepeçevre testere dişine sahip yaprakları olan bitki. 10-15 cm yükseklikte, mayıs-haziran aylarında çiçek açar. Yeşil küçük çiçekleri vardır. Çayır ve otlaklarda dere kenarlarında ve bütün Avrupa’da rastlanır.
Kullanıldığı yerler: Çiçekli bitki veya yalnız yaprakları yazın toplanır. Özellikle taninli maddeler yanında, acı yağ ihtiva eder.
Bu bitki esas olarak düz kasları büzüştürücü olarak etkilidir. Bu sebepten kadın hastalıklarında, kanamalarda ve ishalde kullanılır. İyileşmeyen yaralarda dışarıdan banyo olarak ve diş etlerinin kanamasını durdurmada gargara olarak da kullanılır.
(Bkz. Mahkemeler)
Alm. Rebe, Weinrebe, Fr. Vigne, İng. Vine. Familyası: Asmagiller (Vitaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Marmara, Ege, Karadeniz ve Akdeniz bölgeleri.
Mayıs-haziran aylarında çiçek açan çok senelik ağaçsı bir bitki. Gövde üzerindeki kabukları zamanla koyulaşır ve şeritler halinde ayrılarak dökülür. Sarmal durumdaki yaprakların taban kısımları kalb biçiminde ve saplıdır. Küçük yeşilimsi renkli ve kokulu çiçekleri bileşik salkım tarzındadır. Çok sayıda tohum ihtiva eden meyveleri küremsi veya yumurtamsı şekildedir. Meyveleri sarıya bakan yeşilimtrak ve siyah renktedir. Bazı cinsleri çekirdeksiz meyve verirler. Sert ve kahverengi tohumları yağ ihtiva eder.
Kullanıldığı yerler: Üzüm meyveleri tartarik asit, tartaratlar, şekerler (Fruktoz ve dekitroz), pektin, vitaminler (A,B1,B2 ve C), % 2 potasyum ve kalsiyum ditartarat ihtiva eder. Üzüm meyvelerinin ekonomik değeri çok yüksektir. Taze ve kuru olarak yenildiği gibi, usaresinin mayalanması ile sirke elde edilir. Üzüm meyveleri kuvvet vericidir. Asmanın yaprakları da kan dindirici ve kuvvet verici özelliktedir.Halk arasında, asmadan baharda akan su (asma yaşı), deri ve göz hastalıklarına deva olarak kullanılır. Tohumlarından elde edilen üzüm yağı ishale karşı tavsiye olunmaktadır.
(Bkz. Filoksera)
(Bkz. Köprü)
Alm. Förber safflor, Fr. Carthame, İng. False saffron, safflower. Familyası: Bileşikgiller (Compositae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Orta ve Güney Anadolu.
Temmuz-eylül ayları arasında turuncu renkte çiçekler veren, 60 cm kadar yükseklikte, 1-2 senelik, tüysüz bir bitki. Yapraklar mızraksı, sapsız, gövdeyi sarıcı, kenarları dişli ve dişlerin uçları dikenlidir. Çiçeklerin hepsi tüp şeklinde ve erdişil (erkek ve dişi)dir. Meyveler 6-7 mm uzunluğunda koni şeklindedir.
Vatanı Arabistan olan bir kültür bitkisidir. Orta ve Güney Anadolu’da yetiştirilmektedir. Anadolu’da yetişen yabani türleri de vardır. Yalancı Safran olarak da bilinir.
Kullanıldığı yerler: Aspir çiçekleri “yalancı safran” ismi altında bir boya maddesi ve hakiki safranın saflığının giderilmesinde kullanılan bir materyal olarak pek eskiden beri tanınmaktadır. Tohumlarından elde edilen yağ ise çok acı ve lezzetli olup; dahilen müshil, haricen ise romatizmaya karşı kullanılır. Otsu kısımları ve meyve küspesi hayvan yemi olarak pek mühimdir.
Çiçeklerinden kartamin ve izokartamin isimli 2 kristalize glikozit elde edilmiştir. Meyvelerinde şeker, protein ve sabit yağ vardır. Aspir tohumlarından elde edilen yağın verimi % 16,5 kadardır. Yağ elde edildikten sonra kalan küspe hayvan yemi olarak kullanılır.
Yünlü aspir (Carthamus lanatus): Çiçekleri altın sarısıdır. Yaprakları yapışkan, derin parçalı, üzerleri tüylü ve kokulu bir türdür. Trakya ve Bilecik çevrelerinde rastlanır.
Kullanıldığı yerler: Yünlü aspir, terletici, kurt düşürücü, adet söktürücü özelliklerinden dolayı tedavide de kullanılmaktadır.
Alm. Aspirator, Fr. Aspirateur, İng. Aspirator. Sıvı ve gaz halindeki akıcı maddeleri ve tozları çekip emmeye yarayan aletlere verilen isim.
Aspiratörlerden çeşitli sahalarda istifade edilmektedir. Evlerde temizlik maksadıyla kullanılan “Elektrik süpürgeleri” bir cins aspiratördür. Mutfakta yemek kokularının giderilmesi için de aspiratörler kullanılmaktadır. Ayrıca modern marangoz atölyelerinde talaş ve tozların atölye dışındaki depoya aktarılması işini yapan aspiratörler olduğu gibi, tıpta ve cerrahide kullanılan özel şekilde imal edilmiş aspiratörler de vardır.
Alm. Aspirin, Fr. Aspirine, İng.Aspirin. Asetil salisilik asitten (CgH8O4) ibaret bir müstahzar. Yurdumuzda reçetesiz satılan aspirinin her türlü ağrıya karşı kullanımı halk arasında çok yaygındır. Salisilik asit, bir cins söğüt ağacının bitki özünde, keklik üzümü yağında, keçisakalı bitkisinin (Spiraea ulmaria) çiçeklerinde tabii halde bulunur. Salisilik asidin asetil türevine (kimyasal olarak formülüne asetil kökü getirilmiş olanına) aspirin denildi.
Aspirin ilk olarak 1853'te Carl Gerhardt tarafından elde edildi. Tıbbi özellikleri ise 1899'da Heinrich Dresser tarafından keşfedildi.
Aspirinin kullanıldığı yerler:
1. Ağrı kesici ve ateş düşürücü olarak son derece yaygın kullanılır.
2. Damar içi pıhtılaşma meylinin görüldüğü durumlarda, bu pıhtılaşmayı önlemek için kullanılır. Bu durumlar üç ana gruptur:
a) Damar duvarı arızaları: Damar sertliği, frengi, tromboflebit,yaralanma ve ezilmeler.
b) Kan akımının yavaşlaması: Kalb yetmezlikleri, varisler, siroz, şoklar.
c) Kan muhteviyatının değişmesi: Siroz, yetersiz oksijen, gebe ve lohusaların ameliyatları, bazı habis tümörler, iltihabi hastalıklar. Bu durumlarda aspirin, damar içi pıhtılaşmayı önlemede koruyucu olarak kullanılır.
3. Romatizmal hastalıklarda kullanılabilir; ancak tedavi edici dozunda yan etkiler fazla olduğundan bugün tercih edilmez.
Aspirinin yan etkileri: Midede kanamalar yapar, akciğerlerde hava yollarını daraltır. Aspirine karşı vücutta allerji olabilir, kan pıhtılaşma zamanını yükseltir ve kanamalara sebeb olabilir. Beynin bazı bölgelerini uyararak bulantı-kusma yapabilir, bazı ilaçların etkilerini, dolayısıyla yan etkilerini arttırır.
Kullanılmadığı yerler: Mide ve oniki parmak barsağı ülserleri, kan pıhtılaşmasını sağlayan trombositlerin çok azaldığı durumlar, karaciğer ve böbrek yetmezliği, allerjik astım, iç kulak arızaları.
Salisilat zehirlenmesi: Yüksek doz aspirin veya salisilat derivesi alındığı zaman ortaya çıkan belirtilerdir. Bu belirtiler:
1. Aşırı nefes alma,
2. Baş dönmesi,
3. Bulantı, kusma,
4. Kramplar,
5. Kulakların uğultusu,
6. Görme ve işitme bozukluğu,
7. Şaşkın ve dağınık bir hal.
Zehirlenme ağırsa, bu belirtilere kaba bir titreme, çırpınma, ileri derece nefes darlığı, müthiş ter boşaltma, vücutta su azalması, aşırı ateş, koma eklenebilir.
Zehirlenme tedavisinde yapılacaklar: Teneffüs edilen gaz karışımına % 5-10 karbondioksit katılır. Toplardamar yoluyla sodyum bikarbonat verilir. İdrar söktürücüler verilir. Delilik ve çırpınma (ihtilaç) hali çoksa; haloperidol, piperidon adlı ilaç maddeleri verilir.
Mısır'ın en büyük barajı. Çok eski bir tarım ülkesi olarak bilinen Mısır'ın can damarı Nil Nehridir. Bu nehrin getirdiği alüvyonlu topraklardan meydana gelen Nil Deltası, iki çöl arasında çok geniş ve verimli bir arazidir. Her yıl mevsimlik su taşmalarıyla ekili alanlar zarara uğramakta, hem de sınırlı su kaynaklarına sahib olan ülke bu su potansiyelinden yeterince faydalanamamaktaydı.
Yukarı Nil bölgesinde tarihi ve turistik bir şehir olan Assuan yakınlarında ilk baraj 1902 yılında yapıldı. Bu baraj, 1912 ve 1934'te yükseltilerek 44 m yüksekliğe eriştirildi. Son olarak yapımı 1970'te tamamlanan Büyük Assuan Barajı (Sedd-ül-Ali) Ocak 1971'de resmen açıldı. Eski barajın 6 km güneyinde yer alır. 164 milyar metreküplük muazzam bir su kapasitesine sahib olan bu dev baraj, Nil Nehrini kontrol altında tutar. Barajın arkasındaki Nasır Gölünde biriken su, Belçika büyüklüğünde bir alanı kaplamaktadır. Bu su sayesinde çölün kenarında yer alan susuz ve kurak alanlardaki geniş topraklar tarıma elverişli hale getirilmiştir.
Su, güneşli iklim, kimyasal gübreler ve modern usullerin kullanılması, Mısır tarımcılığını yüksek üretim seviyesine çıkarmıştır.
Alm.Astatin, Fr. Astatine, İng. Astatine. Halojenler sınıfından bir element. Peryodik cetvelin 7A grubunda bulunur. Elektron dizilişi (Xe) 4f145d106s26p5tir. Bileşiklerinde -1, +1, +5 ve +7 değerliklerini alabilir. At sembolüyle gösterilen Astatin’in atom numarası 85, atom ağırlığı ise 210’dur. Astatin tabiatta radyoaktif bozunma sıraları içerisinde çok az oranda bulunur. Yakın zamana kadar bu elementin var olması gerektiği kabul edildiğinden Eka-İyod olarak adlandırılmaktaydı.
Astatin, elementel halde iken At 2 molekülleri halinde bulunmaktadır. İyod kadar olmamakla beraber uçuculuk özelliği vardır. Normal şartlarda katı bir maddedir.
Alm. Astero’id, Fr. Asteroi’de (m), İng. Asteroid. Güneş etrafında dönen, gezegene benzer küçük cisimlere verilen ad. Bunlar planetoidler veya mini planetler olarak da adlandırılırlar. Halihazırda 1600’den fazla asteroitin yörüngeleri tesbit edilmiş ve binlercesi de gözlenmiştir. Mars ve Jüpiter arasında yer alan birkaç asteroit hariç, bu küçük planetler güneş etrafında bir elips şeklinde dönmektedirler. Hemen hemen Mars yörüngesinde her ne büyüklükte olursa olsun keşfedilmeyen asteroit yok gibidir. Diğer taraftan Jüpiter’in üzerindeki bölgede, gözlem yoluyla bilinenlerinden daha değişik nadir büyüklükte asteroitler de vardır.
Bode Kanunu, Mars ile Jüpiter yörüngeleri arasında başka bir gezegenin varlığına işaret etmiş ve Uranüs’ün keşfi de bu hipotezi kuvvetlendirmiştir. 1 Ocak 1801’de İtalyan Giuseppe Piazzi tarafından beklenmeyen bir cisim gözlendi. Yedinci “yıldız” sınıfına girebilecek bir cisim, her gece diğer yıldızlara göre yerini değiştiriyordu. Bu cismi altı hafta devamlı izleyen Piazzi bunun acayib bir kuyruklu yıldız olduğunu zannetmişti. Bu arada hasta olan Piazzi, iyileştiğinde cismi gözetlenebilecek bir durumda bulmadı. Bu haber Almanya’ya ulaştı. Bunun eksik olan gezegen olduğuna inanıldı. Piazzi de buna “Ceres” ismini verdi.
Ancak Ceres’in tekrar keşfi genç bir Alman matematikçisi Karl F. Gauss tarafından oldu. Göttingen Üniversitesinde bulunan Gauss, bir yörüngeyi sadece üç gözetlemede hesab edecek bir metot geliştirmişti. Bundan sonra başka gezegenin keşfi beklenmekteydi. Bu sebepten Heinrich W.M. Olbers’in 28 Mart 1802’de Ceres’i ararken başka bir cisme rastlaması büyük şaşkınlığa yol açtı. Olbers bunu “Pallas” olarak isimlendirdi.
Bu olaydan sonra astronomlar yeni asteroitler peşinde koştular. 1 Eylül 1804’de Karl L. Harding "Juno" ismini verdiği yeni bir cisim buldu. Bu keşiften sonra yeni üç asteroidin yörüngelerini inceleyen Ulbers, bunların yörüngelerinin birbirlerini Virgo yıldız burcunda kestiğini müşahede etti. Bundan hareket ederek, bunların parçalanmış bir gezegenin kalıntıları olabileceği hipotezini ileri sürdü ve diğer parçalar için araştırmaya geçti. 29 Mart 1807’de dördüncü bir tane daha keşfederek “Vesta” ismini koydu.
Pek sıkı bir çalışma, daha sonraki yıllarda beklenilen sonucu vermedi. Sebebi ise yeterli derecede sönük cisimlere bakılmamasıydı. 1845’te 10. mertebede beşinci bir asteroit, “Astrea” Karl Hencke tarafından “Berlin”de keşfedildi. 1847’de üç tane daha bulunurken, bundan sonraki her sene yenileri bulundu.
Müşahade metodları: On dokuzuncu asrın ortasına kadar göğün sönük yıldızlarını gösteren fotoğrafik bir atlası yoktu. Ancak bazı ayrık noktalar için 7. veya 8. mertebeden daha az sönük cisimleri gösterenler vardı. Bu sebepten asteroit keşfi peşinde koşanlar göğün bir bölgesinin resmini yapmak ve daha sonra değişiklikleri tesbit etmek için tekrar resmini çıkarmak ve bu iki resmi karşılaştırmak zorundaydılar.
1891’de gök fotoğrafçılığı oldukça ilerlemiş ve müşahede metodunu değiştirecek duruma gelmişti. Kameralı bir teleskop göğün seçilen kısmına çevrilerek bir tahrikli saat harekete geçirilirdi. Fotoğraf süresi iki ile üç saat kadar devam edebilirdi. Bu arada gözetleyen kimse bir klavuz yıldızı teleskobun geniş çizgilerinin kesiştiği yerde muhafaza ederdi. Bu gerçekte her türlü gök fotoğrafı için büyüklüğü ve odak uzaklığı ne olursa olsun gerekli olmaktadır. Farklı kırılmalar, titreşimler ve benzerleri, görüntülerin düzensiz olması sonucunu doğurur.
Bu şekilde çekilen fotoğraflarda yıldızlar yuvarlak nokta şeklinde görülürler. Bu noktaların büyüklüğü yıldızın büyüklüğüne ve parlaklığına göre değişir. Bu bölgedeki herhangi bir asteroit sırasında yıldızlar arasında hafifçe hareket eder. Fotoğrafta ise bu kısa noktalar arasında bir iz şeklinde görülür. Konumu yıldızlara göre kolayca belirlenebilir. Bir veya iki hafta aralıkla yapılacak üç gözetleme genel olarak, ön yörünge hesabı için yeterlidir.
Bu metodun bir mahzuru asteroitlerin nokta olarak değil de, çizgi olarak görülmesidir. Bu sebepten ışığı sönük bir asteroidin belirlenmesi oldukça zor olur. Bu husus metodda değişiklik yapılarak önemli miktarda önlenebilir. Asteroidin muhtemel hızı hesaplanarak tahrik saati o kadar azaltılır. Böylece asteroit nokta olarak görülürken yıldızlar çizgiler çizerler. Bu metodlarla daha sönük asteroidler de tesbit edilebilir.
Bir asteroidin yörüngesi üç gözlem ile tesbit edilebilirse de daha kesin hesaplar için pekçok haftalara yayılmış en azından beş veya altı gözleme ihtiyaç duyulur. Asteroitler önce keşfedildikleri yıla göre isim alır ve bunu iki büyük harf de takip eder. Mesela 1932 HA gibi. Yörüngenin kesin olarak ortaya çıkmasından sonra kendisine daimi bir numara verilir. Asteroitler ilk keşfedildiklerinde, eski Yunan isimleri verilmesi adet olmuştu. Ancak asteroitler bulundukça yeterli isim bulunamadığı için şehir, memleket ve hatta insan isimleri de verilmiştir. Günümüzde keşfedilen asteroitlerin pek çoğuna artık bu tür bir isim verilmektedir.
Fiziki özellikleri: Halen en büyük asteroitlerden ancak birkaç tanesinin çapları ölçülebilmiştir. 1894-1895 yılları arasında Edward E. Barnard 36. Lick Refraktör’ünü kullanarak bazı asteroitlerin çapları hakkında aşağıdaki değerleri elde etmiştir:
Ceres, 781 km, Pallas 499 km, Vesta 391 km ve Juno190 km (diğer gözlemcilerin elde ettiği değerler bunlardan biraz farklı olabilir).
Asteroitlerin ekserisinin çaplarını hesaplamada tek yol, Dünya ve Güneş’ten belli uzaklıktayken parlaklıklarını gözleyip, incelemektir. Birim alandaki yansıma güçleri (albedo’ları= beyazlık derecesi)ne göre astronom; belli uzaklıkta o derecede bir parlaklıkta gözükebilmesi için asteroidin büyüklüğünün ne olması gerektiğini hesab eder. Bu yolla çapı 1 km’den az olan asteroitlerin çapı dahi hesaplanabilir. Daha ufak çaplı asteroitlerin çaplarını hesaplamaya dair bir usul konmamıştır. Zira çok ufak asteroitlerin sayısı oldukça çoktur.
Kütle: Böyle cisimlerin kütlelerinin ölçülmesinde tek yol onun çekim kuvvetinin başka bir cisme etkisinin gözlenmesiyle yapılan hesaplamadır. Fakat böyle bir etki herhangi bir asteroit için gözlenmemiştir. Bununla beraber eğer Ceres (en büyük asteroit)in Ay ile aynı yoğunluğa sahib olduğu kabul edilirse, kütlesinin Dünya’nın 1/7,200’i olması gerekmektedir. Bilinen ve bilinmeyen bütün asteroitlerin kütleleri toplamının Dünya kütlesinin 1/500’nden daha az olması gerektiği hesap edilmiştir.
Şekil:Asteroitlerin ekserisinin, küreden daha düzensiz şekillerde olduğu kabul edilir. Çok sayıda asteroitte fotometrelerle yapılan araştırmalarda, gözlenen asteroitlerin parlaklıklarındaki periyodik değişmeler bize bu kanaatı vermektedir. Diğer taraftan periyodik değişmeler göstermeyen asteroitler de vardır. Bu değişmeler asteroidin düzensiz şekilde hareketleri gözönüne alınarak açıklanabilir.
Bazı durumlarda bu değişmeler, farklı bir yansıtma gücüne sahip asteroidin değişik durumlarından ortaya çıkabilir. Denilebilir ki, bir dağ tepesi alınıp uzaya fırlatılırsa istenilen büyüklükte ve şekilde bir asteroit elde edilirdi.
Yüzey şekilleri: Asteroitlerin yüzeylerindeki yerçekimi herhangi bir gezegendeki yer çekiminden daha azdır. Zira asteroitlerin kütleleri çok küçüktür. Dünyada 45 kg bir cisim Ceres asteroidinde 1,8 kg gelir.
Yörüngeler: Her asteroidin yörüngesi, odaklarından birinde Güneş bulunan bir elipstir. Bilinen bütün asteroidler gezegenlerde olduğu gibi Güneş etrafında saat yelkovanının ters yönünde hareket ederler. Mamafih bazı asteroitlerin yörüngeleri oldukça fazla farklılıklar göstermektedir.
Asteroitlerin bulunduğu kuşak (yöre): Asteroitlerin ekserisi, Mars’ın yörüngesi ile Jüpiter’in yörüngesi arasında kalan bölgede bulunmaktadır. Yalnız bu alan asteroit yörüngeleri ile muntazaman doldurulmuş değildir. Jüpiter’in Güneş etrafında devir süresi 11,86 senedir. Bu sürenin 1/3’i, 2/5’i ve 1/2’i müddetince Güneş etrafında dönen bir asteroidin yokluğu ilgi çekicidir. Bu durumun bir rezonans etkisi (ses yansıması) olduğuna inanç kuvvetlidir. Eğer boş kuşaklara bir asteroit girecek olsa, her devri esnasında Jüpiter’in etkisine maruz kalarak yörüngesinde düzensizlikler meydana gelecek ve neticede yörüngesi Jüpiter’in yörüngesine yaklaşacak veya uzaklaşacaktır. Yani bu kuşaktan çıkacak ve bu kuşaklar (bölgeler) sonunda yine boş kalacaktır. Güneş’ten Jüpiter’in devir süresinin 1/4, 1/5, 3/5, 3/7’si kadar uzaklıktaki kuşakların da yukardaki kuşaklara nazaran daha az süre de olsa boş yani asteroitsiz kalmakta olduğu tesbit edilmiştir. Buna benzer boşlukların niçin 2/3, 3/4 gibi daha büyük kesirlerde bulunmadığı kesin olarak anlaşılmamıştır. Bu kesirler yakın değerlere sahip asteroit yörüngelerinin çoğunluğu matematik olarak beklenenin üzerindedir. Her halükarda, bütün asteroit yörüngelerinin Jüpiter’in yörüngesine; diğerlerine nazaran vaki olan bu yakınlığının sebebi en büyük kütleli gezegen olmasıdır.
Eksantrik yörüngeler: Mars ve Jüpiter’in arasındaki kuşakta bulunan asteroitlerin yörüngeleri, gezegenlerine benzer. Yani, Güneş etrafında takib ettiği yol tam bir elips şeklinde olmayıp aşağı yukarı dairevidir. Fakat bazı asteroitlerin yörüngeleri eksantriktir (dış merkezlidir). Bu tür asteroitler Güneş etrafında yassı bir elips şeklinde yol takib eder. Bu esnada da Mars’ın yörüngesi içine veya Jüpiter’in ötesine kadar gidebilirler. Yörünge eksantrikliği 0-1 arasındaki rakamlarla gösterilir. 0 eksantrikliğe sahip bir yörünge tam daire şeklindedir. Eksantriklik 1’e yaklaştıkça artar.
Yörünge değişiminin başka bir çeşidi ise ekliptik’e (Dünya’nın Güneş etrafındaki yörünge düzlemi) olan eğilmesi (meyli)dir. Birçok asteroit Dünya ile aynı yörünge düzleminde hareket eder ve dolayısıyla eğilme derecesi 0’dır. Fakat bazılarının yörüngeleri meyillidir. Asteroitlerin % 7 kadarının eksantriklikleri 0, 25’ten büyük ve % 6 kadarının da eğilme derecesi 20 dereceyi aşar. Çoğunlukla eksantrik bir yörüngeye sahip asteroidin eğilme derecesi de yüksek derecededir. Mesela, Hidalgo 0,65’lik bir eksantrikliğe ve 43’lük eğime sahiptir. Hidalgo, yörüngesinin Güneş’ten en uzak olduğu noktada Satürn’ün yörüngesine yaklaşır. Aşağı yukarı 1,5 km çapa sahip bir asteroit olan Icarus’un 0,79’luk bir eksantrikliği ve 21 derecelik bir eğimi vardır. Yörüngesinin Güneş’e en yakın noktasında Icarus ve Hidalgo ve daha birkaç asteroidin yörüngesi kuyruklu yıldızların izlediği yörüngelere benzer. Aslında kuyruklu yıldızlarla, böyle asteroitler arasında bir ilişki kurulabilir. Belki de Hidalgo bir kuyruklu yıldızın çekirdeği idi ve kuyruğu kendisinden koptu.
Dünya’nın yakınından geçen asteroitler: Icarus ve ondan daha büyük olan Erar, Dünya’dan birkaç milyon km uzaklıktan geçmiştir. Dünya’ya daha da fazla yanaşan bir takım ufak asteroitler olmuştur. Hermes’in 1937 yılında Dünya'nın 800.000 km ötesinden geçtiği tesbit edilmiştir. Bu tür asteroitler çok hızlı geçerler. Çok güçlü teloskoplarla bile çok kısa bir an görülebilir ve kaybolurlar. Aynı zamanda Dünya'nın çekim kuvvetinden de etkilenirler. Bu asteroitlerden bazıları şimdi görülememektedir ve tekrar görülmeleri ihtimali vardır. Bazı ufak asteroitler, Dünya ile çarpışabilecek bir yakınlığa kadar gelmişlerdir. Zamanla belki böyle bir çarpışma vuku bulabilir.
Truva asteroitleri: Birkaç tane asteroit Güneşten Jüpiterle aynı mesafede hareket ederler. Bu duruma uzay (gök) mekaniğinde klasik bir problem olan “üç cisim problemine” bir tür çözüm teşkil eder. Sözkonusu problem: Her üçünün birbirine olan hareketlerinin etkilerinin belirlenmesi ile ilgilidir. Bu problem iki basit durumda çözülmüştür. Bunlardan birincisi cisimlerin eşkenar üçgenin düşey şeklinde yer aldığı zamanki durumdur. Diğeri ise , cisimler sabit bir sistem meydana getirdikleri zamanki durumdur.
1904 yılında Alman astronom Max Wolf, pozisyonu bu tarife uyan Achilles Asteroidi’ni keşfetti. Bu asteroit Güneş’ten Jüpiterle aynı uzaklıkta ve Jüpiter’in 60° önünde bulunmak suretiyle Güneş, Jüpiter ve Achilles bir eşkenar üçgen teşkil etmektedir. Wolf’un bu keşfinden bu zamana kadar geçen zamanda Achilles’in yakınlarında birtakım asteroit daha bulunmuştur. Jüpiter’in 60° arkasında da başka bir grup asteroit bulunmuştur. Bunlar da Güneş ve Jüpiterle başka bir eşkenar üçgen meydana getirirler. Bu asteroitlere Truva asteroitleri ismi verilmiştir. Hiçbiri 12 kadirden daha parlak değildir. Fakat bu asteroitlerin büyüklerinin bu kadar uzak mesafeden bu derece parlak görünmeleri, onların129 km çap civarında olmalarını gerektirmektedir. Özellikle Satürn’ün etkisinden dolayı Truva asteroitleri Jüpiter’den sabit uzaklıkta kalamazlar, bir miktar ileri geri hareket ederler. Yörüngeleri yüksek eğilme derecelerine, fakat düşük eksantrikliğe sahiptirler. Belki mevcut Truva asteroitlerinden bazıları bu pozisyonlarından kopabilir, fakat onların pozisyonuna çok yakın olarak dolaşan başka asteroitler bu gruba dahil olabilirler.
Asteroidlerin meydana gelişi: Japon Astronom Kiyotsugo Rigakushi Hirayama, asteroit yörüngelerini uzun uzun inceledikten sonra, yörüngeleri müşterek bir merkez olarak kabul edilen (bilinen) bazı gruplar buldu. Bu gruplara genellikle “aileler”gibi isimler verildi. Hirayama beş aile tarif etmiş ve eksik numaralılara ve iyi tanınanlara yeni isimler de ilave etmiştir. Hirayama her bir grubun daha büyük özel bir kütlenin parçalanması sonucu meydana geldiğini öne sürdü. Böylece bu konuda Olbers’in bunların basit tek bir planetin parçalanması sonucu meydana geldiğini ileri süren hipotezini çürütmüştür. Böyle bir parçalanma hadisesi olduğunda herhangi bir parçanın yörünge şekli ile ilgili bir mesele olmadığı isbat edilebilir. Böyle bir durumda her parça Güneş etrafındaki müteakip dönme anında parçalanma noktaları arasından geçmek mecburiyetinde olacaktı. Bu parçaların yörüngesi başka gök cisimlerinin etkisiyle değişmedikçe bu hadise böylece devam edecektir. Şimdiye kadar bulunan böyle bir ortak nokta yoktur. Bundan sonrası şayet ilk asteroitlerin hepsinin müşterek noktadan geçtikleri gibi, çağlar boyunca asteroit yörüngeleri hesaplanarak bozulmanın ne kadar olduğunu göstermek günümüzde matematikçi astronomi aliminin vazifesidir.
Asteroitlerin nasıl meydana geldikleri hakkındaki bilgiler henüz kesinleşmemiştir. Güneş sisteminin meydana gelişi hakkındaki bilgiler, asteroitlerin meydana gelmesi hakkındaki bilgiden daha fazladır. Asteroitlerin meydana gelişi hakkında bilinen şeyler zamanla kesinleşebilecektir. Halihazırda asteroitlerin meydana gelişinde kabul edilen teori Gerart P. Qiper teorisidir. Her gök cismi gibi asteroitlerin de sonradan var oldukları, bir başlangıçlarının bulunduğu ilmi bir gerçektir.
Sonuç: Asteroitler konusu Dünya’nın her yerinde artan bir alaka görmektedir. Zira astronomlar için mesafe tariflerinde referans noktası olarak çok faydalıdırlar. Güneş paralaksının (Güneş merkezinde Dünya’nın yarıçapı ile birleşen açı, ihtilaf-ı manzar) doğru olarak hesaplanmasında buna ilaveten Dünya’nın Güneş’ten gerçek uzaklığının hesaplanmasına yardımcı olmaktadır. Bu sebeple Amerika ve Avrupa’da asteroitler hakkında geniş araştırmalar yapılmaktadır.
Alm. Asthma, Fr.Asthme, İng.Asthma. Krizler halinde gelen bir nefes darlığı. Astım krizi, kısa veya uzun süreli olabilir. Kriz bronşların (akciğere hava götüren borucukların) daralması ile başlar. Bronşların daralması üç mekanizma ile olur. Bunlardan en önemlisi bronş cidarındaki düz kasların kasılarak bronşu daraltmasıdır. Diğerleri ise bronş iç yüzeyinin su çekerek şişmesi ve akışkanlığı az yapışkan bir balgam ifrazıdır.
Ortaya çıkışı bakımından astım iki kısma ayrılabilir: Birinci tip astım; dış tesirler karşısında meydana gelir. Allerjiktir. Bu kişilerde genellikle ailevi olarak astıma bir meyil vardır. Astım daha çok allerjik hastalıklara meyli olan kişilerde görülür. Kişi allerji yapıcı müessir madde ile (toz, polen vb.) her karşılaştığında kriz ortaya çıkar (Bkz. Allerji). Bu tip astım daha çok görülür.
İkinci tip astım: Allerji ve ailevi özellikler bahis konusu değildir. Daha çok 40 yaşından sonra ortaya çıkar. Ortaya çıkış sebebi belli olmamakla beraber, bünyevi özellik olup, hastanın vücudunda meydana gelen bir takım maddelere karşı, tepki göstermesi sonucu ortaya çıkar.
Astıma sebeb olan allerjenlerin çoğu organik maddelerdir. Bunların başında çiçek tozları (polen) ve ev tozları gelir. Ev tozu içinde ise allerji ve astıma en çok sebeb olan etken insan vücudundan dökülen deri kepeklerini yiyerek yaşayan ve uyuz böceğine benzeyen (0,3 mm x 0.2 mm ebadında) bir böcek olup, en çok şiltelerde ve yatak odasındaki halıların tozlarında bulunur. Bilhassa gece ortaya çıkan astım nöbetlerinde ilk sebeptir. Bu böcekler ılık ve nemli yerlerde yaşamayı severler. Ev tozlarında bulunan diğer mühim amiller ise çeşitli tüyler (tavşan, kedi, köpek, fare vs.) ve mantar sporlarıdır.
İnorganik maddelere karşı meydana gelen allerjiler çok kere astım nöbetini uyandıracak ağırlıkta olmaz. En dikkati çeken maddeler, aspirin ve fabrika bacası dumanlarındaki kimyasal maddelerdir. Psikolojik gerilimler de astım nöbetine sebeb olabilmektedir.
Astımda belirtiler: En önemli belirtisi nefes darlığıdır. Güçlük daha çok nefes vermededir. Kuru ve inatçı bir öksürük vardır. Yapışkan, saydam ve miktarı az bir balgam çıkaran hasta bundan sonra rahatlar. Solunum daralır ve hışırtılı bir ses çıkar. Kriz çok ağır olursa hastada morarma görülebilir. İlhitabi bronş ve akciğer hastalıklarının tabloya eklenmesi veya böyle bir zeminde astım nöbeti çıkması daha zor durumlara yol açabilir.
Yapılacak şeyler: Hastanın krize sebeb olan maddeyle temasını önlemek ilk yapılacak iştir. Astım krizi geldiğinde burna çekilen ilaçlarla hasta kendini rahatlatmalıdır. Epinefrin, aminofilin, kortizon bu tip ilaçlardandır. Bunlardan epinefrinin zerki gerekir ve astım krizinde hastayı çok rahatlatır. Allerji yapıcı maddeye karşı kişiyi duyarsızlaştırmak (desensitizasyon) veya duyarlılığı azaltmak (hiposensitizasyon) işlemleri de birinci tip astımda faydalı olmaktadır.
Ülkemizde son yıllarda yapılan araştırmalara göre bir milyon dolayında kişi astım tedavisi görmektedir. Bunun dört katı kadar da gizli astımlı vardır. Allerjik astım hastalığı daha çok Doğu Karadeniz bölgesinde yaygındır. Böyle hastaların sigara içmemesi, yün örmemesi, evcil hayvan beslememesi, fabrika bacalarının çok olduğu yani hava kirliliğinin fazla olduğu ve ılık-nemli bölgelerden uzak bölgelere yerleşmesi, ev tozlarından uzak olması (sık sık ev temizliğinin hastanın evden uzakta olduğu bir sırada yapılması gibi), toz tutan eşyaların azaltılması, ev temizliğinin daima aspire etme (emme) özelliği olan elektrikli makinalarla yapılması, yastık, yatak ve eşyaların tüy, yün gibi şeyler yerine plastik maddelerle (sun’i sünger gibi) doldurulması, daha önce dokunduğu anlaşılan ilaç terkiplerinin daha sonra kullanma mecburiyetinde olduğu ilaçların içinde bulunup bulunmadığının araştırılması şüpheli ilaçlardan kaçınılması tavsiye edilmektedir.
Altınordu Devletinin parçalanmasıyla İdil Nehrinin, Hazar Denizine döküldüğü yerdeki Astırahan (Astrahan, Ejderhan, Astragan) şehri ve çevresinde kurulan Türk hanlığı. Altınordu Hanı Küçük Muhammed’in torunu Mahmud oğlu Kasım Han tarafından 1466’da kuruldu.
Astırahan Hanlığının merkezi Astırahan şehri, en mühim ticaret yolu üzerindeydi. Zengin devletler ile göçebe kabileler buraya ticarete geldiğinden çok zenginleşmişti. Zenginliği yüzünden devamlı saldırılara maruz kalan Astırahan Hanlığında ahalinin büyük bir kısmı kendi beylerine bağlı ve göçebe hayatı yaşadıkları için merkezi hükumete olan bağlılık zayıflıyordu. Bu sebepten içte istikrar sağlanamadı ve hanlık uzun yaşamadı.
Kasım Han (1466-1490) ile, kardeşi Abdülkerim Han (1490- 1504) devirlerinde Altınordu ve Rusya devletleriyle ittifak kurulduğundan sakin bir hayat yaşandı. 1502’de Altınordu Devleti yıkılınca, Kırım Hanlığı ve Nogaylar Astırahan’ı kendi topraklarına katmak için harekete geçtiler. 1525 yılına kadar devam eden mücadeleler ve sık sık hanların değişmesi hanlığı yıprattı. Hüseyin Han, 1523’te Kırım Hanlığı ile anlaşma sağladı ise de, doğuda genişleme siyaseti güden Rusların baskılarına maruz kaldı. Astırahan’ın Rusların eline geçmesi ihtimaline karşı Kırım Hanlığı bu ülkeye tekrar saldırılarda bulundu. 1549’da Astırahan’a giren Sahibgiray Han, şehri tahrib ettiği gibi pek çok ahali ile birlikte Yağmurcu Hanı da esir aldı. Yağmurcu Han ancak Osmanlı Devletinin müdahalesi ile esaretten kurtularak, tekrar hanlığına kavuşabildi.
Kırım, Kazan ve Astırahan Hanlıklarının aralarındaki mücadeleler, Rusların işine yaradı. 1552’de Kazan Hanlığını ortadan kaldıran Rus çarı Dördüncü İvan, ardından Astırahan’a bir ordu göndererek hanlığı kendine bağladı. 1554’te Rusların tahta çıkardığı Derviş Ali Han, 1556’da yine Ruslar yüzünden tahtını bırakıp kaçmak zorunda kaldı. Çünkü Ruslar, ani bir baskınla Astırahan’ı tamamen ele geçirerek hanlığına son verdiler.
Astırahan Hanları
Kasım bin Muhammed bin Küçük Muhammed |
1466-1480 |
Abdülkerim (Kasım'ın biraderi) |
1480-1509 |
Hüseyin bin Canibek bin Mahmud Han |
1509-1532 |
Ak Kübek bin Murtaza bin Ahmed |
1532-1533 |
Abdurrahman bin Abdülkerim |
1533-1537 |
Derviş Ali bin Şeyh Hayder bin Şeyh Ahmed |
1537-1539 |
Yağmurca bin Berdibek bin Murtaza |
1539-1554 |
Derviş Ali (2. defa) |
1554-1556 |
Alm. Astigmatismus, Fr. Astigmatisme, İng. Astigmatism. Gözün saydam tabakasının eğrilik bozukluğundan doğan göz kusuru. Gözün saydam tabakasında yatay ve dikey olmak üzere iki meridyen vardır. İki meridyenin ışığı kırmalarının farklı olmaları göze paralel gelen ışınların bir noktada toplanmamasına sebeb olmakta, dolayısıyla sarı lekede teşekkül eden resim bulanık olmaktadır. Böyle bir göz kusuruna astigmatizma diyoruz.
Astigmatizma düzenli (regular) veya düzensiz (irregular) olabilir. Düzenli astigmatizm de kaideye uygun veya kaideye aykırı diye iki kısma ayrılır: Kaideye uygun astigmatizmde dikey (vertical) eksen, kaideye aykırı astigmatizmde yatay (horisontal) eksen daha eğridir.
Astigmatizmada göz, aynı düzlemde yatay ve dikey doğruları eşit netlikle göremez. Mesela, kaideye uygun astigmatizmde vertikal eksen daha eğri, horisontal eksen ise normal eğrilikte olduğu için, göz yatay doğruları normal gördüğü halde buna dikey olan başka bir doğruyu bulanık görür. Çünkü dikey meridyende eğrilik daha fazladır. Dolayısıyla dikey meridyende kırılma daha fazla olmaktadır. Bir merkezden türlü yönlere çizilen doğrulara bakan bir göz, bunlardan bazılarını kısa görür.
Hafif astigmatizma belirti vermeyebilir veya ancak gözün uzun süre kullanılmasında astigmatlık belirtileri ortaya çıkar. Astigmatizmalı çocuk, okuduğu kitabı gözüne yakın tutmaya meyillidir. Net görmenin sağlanması için miyoplukta olduğu gibi kaşlar çatılır. Baş ağrısı, kaş çatmaya ve gözün uyum özelliğinin sık kullanılmasına bağlıdır.
Astigmatlık çok önemli göz kusurlarından değildir. Silindir biçimi mercekler kullanarak görme kusuru düzeltilir. Kendi haline bırakılırsa baş ağrılarına ve bir süre okumayı takiben görüşün bulanıklaşmasına yol açabilir. Astigmatlara verilen gözlüklerin camlarından birisi yerinden çıkarsa, yerine takılacak cam, öncekiyle aynı açıda yerine oturtulmalıdır. Aksi takdirde daha önemli göz kusurlarına yol açabilir.
Düzensiz astigmatizma ise, saydam tabakanın eğriliğinin düzenli olmamasıyla ortaya çıkar. Burada saydam tabakadaki kırılma hataları basit merceklerle düzeltilemez. En iyi çözüm, kontakt lens kullanmaktır.