ASAL GAZLAR

(Bkz. Soygazlar)

ASALAKLAR (Parazitler)

Alm. Parasit, Fr. Parasite, İng. Parasite.Bir canlının içinde veya üstünde yaşayan ve onun sırtından geçinen varlıklar. Dünyadaki bütün canlılar beslenir, çoğalır ve nesillerini devam ettirirler. Canlılar yaşayabilmek için, çok defa diğer canlılarla yarışmak ve savaşmak mecburiyetindedirler. Bazıları ise yaşayabilmek için, uyum ile başka canlılardan istifade durumundadır. Böyle canlılara asalak(parazit); bu yaşama durumuna da asalaklık (parazitlik) denir. Parazitlik, canlılar arasındaki münasebetlerin bir çeşididir. Bir ortak yaşama şekli olup, birarada yaşayan iki bireyden biri, diğeri zararına ortaklıktan faydalanır. Asalaklığa “tufeylilik” de denir. Parazitin istifade ettiği canlıya “konak” denir. Virüs, riketsiya, bakteri, mantar gibi bitkiler dünyasının alt gruplarında da parazitlik vardır. Fakat parazitlik denince daha çok hayvanlar dünyasındaki durum anlaşılmaktadır. Bitkisel parazitlere “fitoparazit”; hayvansal parazitlere de “zooparazit” denir.

Hayvansal asalaklar (Zooparazitler): Parazitlerin bir kısmı, bazı hayvan ve insanlarda asalak olarak yaşarlar. Bir kısmı ise hayatlarının belirli bir bölümünü hayvan türlerinde, diğer bir bölümünü ise insan vücudunda geçirirler. Parazitler gelişmeleri esnasında morfolojik ve fizyolojik değişmeler geçirerek olgunlaşırlar. Parazitin gelişmesi için bir konağa ihtiyacı vardır. Gelişmeleri esnasında bazan bir, bazan da birden fazla konak kullanırlar. Parazitin, konak vücudunda bulunuşu üç şekil içinde gösterilebilir:

1- Bazı parazitler için ancak bir tür canlı konak olabilmektedir. Bazı sivrisineklerin yalnız insan kanını tercih etmeleri gibi.

2- Parazitlerin bazıları muhtelif konaklarda yaşayabilir. Kenelerin birçok hayvan ve insanda asalaklık yapabilmeleri gibi.

3- Birçok durumda insan, parazitin tesadüfen yerleştiği bir konaktır.

Parazitlerin muhtelif çeşitleri vardır. Parazit bir canlı bütün hayatı boyunca mecburi olarak bir konakta yaşayabilir, tesadüfen bir konağa yerleşebilir yahut da bütün hayatı süresince parazit olarak yaşaması gibi devamlılık arzedebilir. Mesela bit ve uyuz böceği insanda devamlı parazit halinde yaşar. Bundan başka özel olarak belirli bir hayvanın belirli dokularında ve organlarında yaşayabilen parazitler olduğu gibi, doku ve organlarda gezici olarak yaşayan parazitler de bulunmaktadır.

Parazitlerin, konağın dış yüzeyinde veya deri altında bulunmasına dış parazitlik denir. Bit, tahtakurusu, uyuz böceği gibi.

Parazitin sindirim yolları, idrar yolları, safra yolları gibi boşluklarda, karaciğer, akciğer gibi dokularda ve kanda olmak üzere konak vücudunun içinde yaşaması genel olarak iç parazitlik olarak adlandırılır.

İç parazitlerle meydana gelen parazitliğe infeksiyon denir.

Parazitlerin bulaşması; kirlenmiş toprak veya su, parazitin olgunlaşmamış dönemini ihtiva eden besin, kan emen diğer bir parazit, parazitin bulunduğu hayvan, parazitli şahıs ve bunun elbisesi, yatağı, diğer eşyası ve çevresi ile olur.

Parazitin insana bulaşması direkt veya dolaylı yoldan olur. Parazit, insan vücuduna muhtelif yerlerden girebilir. Barsak parazitleri bilhassa ağız yolundan vücuda girerler. Solunum yollarıyla veya idrar yollarından bulaşanlar da vardır.

Bir kısım parazitlerin konak organizma üzerinde zehirli ve allerjik etkileri olmasına mukabil, bazı parazitler ise yaşadıkları organizmada besin kaybı, kansızlık, şok, kanser, iltihab vb. gibi önemli etkilere sebeb olabilirler.

Sayıları çok kabarık olan asalakları kabaca sınıflandırmak mümkündür:

A) Protozoonlar: 1- Kamçılı protozoonlar: Leishmania tropica (Bkz. Şark çıbanı). Giardia intestinalis (Bkz. Lambliyazis). Trichomanas vaginalis v.s. gibi.

2- Amipler: Entamoeba histolytica (Bkz. Dizanteri). Entamoeba coli v.s. gibi.

3- Sporozoonlar: Plasmodiumlar (Bkz. sıtma). Toxoplazma gondii gibi.

4- Kirpikli protozoonlar: Balantidium coli.

B) Helmentler: 1- Trematoda’lar: Pasciola hepatica, Schistosomalar v.s. gibi.

2- Cestoda’lar: Diphyllobothrıumlatum, Hymenolepis nana ve diğer tenya türleri (Bkz. Tenya). Kist hidatik (Bkz. Kistler) v.s. gibi.

3- Nematodalar: Ascaris lumbricoides (solucan). Enterobius vemiculoris (Bkz. Kılkurdu). Trichuris trichiura, Trichinella spiralis (Bkz. Trişin).

C) Arthropodalar: Carcoptes scabiei (Bkz. Uyuz). Pediculus humanus (Bkz. Bit) v.s.

Solucanlar: En mühimi Ascaris lumbricoides’tir. Boyları 15-30 cm arasında değişir. Yuvarlaktırlar, her iki uçları sivridir. Kirli beyaz veya kırmızımtrak sarı renktedirler. Ara konakçısı yoktur. Dışkı ile çıkan döllenmiş yumurtaları dışarda uygun ısı, nem ve oksijen bulduklarında 2-3 haftada gelişirler. Bu yumurtalar, besinler ve sularla mideye gelince larvalar açığa çıkar. İnce barsaklara, oradan karaciğere, oradan da kalb ve akciğerlere gelirler. Bronşlarla gırtlağa, oradan da yutularak tekrar barsağa gelip yerleşirler ki, bu süre 90 gün kadardır. Yurdumuzda çok sık rastlanır. Barsağı tıkayabilir, kanamalara sebeb olabilir ve delebilirler. Sindirimi bozarlar, allerjik etkiler yaparlar (kurdeşen, öksürük, yüzde kızarma vb.), iltihaba sebep olabilirler. İştah bozuklukları, karın ağrıları, ishal yaparlar. Ağızdan, burundan, gözyaşı kanallarından dışarı çıkabilirler. Karaciğerde iltihaba ve sarılığa yol açabilirler. Teşhis, bizzat kendisinin veya yumurtalarının mikroskop altında görülmesiyle konulur.

Tedavide; en çok piperazihe tuzları kullanılır. Hekim tavsiyesine göre hareket etmelidir.

Korunmada; temizliğe riayet, çiğ sebze ve meyvelerin iyi yıkanıp yenilmesi ve sağlık eğitimi önemlidir.

Bitkisel asalaklar (Filoparazitler): Kendilerine lüzumlu olan organik besin maddelerini üzerinde yaşadıkları diğer bitkilerden, onların zararına sağlayan organizmalardır. Parazit bitkiler havstor (emeç) adını alan sömürme organlarını besleyici bitkinin iç kısımlarına gönderirler.

Bitkiler aleminde parazit organizmalara başta bakteri ve mantarlar olmak üzere, bazı kamçılılar, su yosunları ve yüksek bitkilerde rastlanır.

Parazitler ekseriya, belirli bitkilerde, hatta bazan tek bitki türünde yaşayacak tarzda özelleşmişlerdir.

a) Yarı parazitler: Klorofil ihtiva eden ve fotosentez yapabilen bitkiler olup üzerinde parazit olarak yaşadıkları bitkiden (konaktan) yalnız su ve suda erimiş maddeleri alırlar. Birçok meyve ağaçlarına zarar veren ökseotu böyle yarı parazit bitkilere misaldir.

b) Tam parazitler: Bütün besinlerini üzerinde yaşadığı konak bitkiden alan, klorofilsiz ve yaprakları puslu gelişme gösteren bitkilerdir. Cistus (laden) türlerinin altında yaşayan kırmızı renkli puslu yaprakları ile dikkati çeken gelin parmağı da tam bir parazittir. Tarla ve bahçe bitkileri üzerinde yaşayarak bu bitkilere zarar veren canavar otu da önemli parazit bitkilerdendir.

c) Parazit mantarlar: Parazit mantarlar konak bitkinin ya üzerinde dış parazit veya dokuları içinde iç parazit olarak yaşarlar. Asma yapraklarında külleme hastalığına sebep olan külleme mantarı bir dış parazittir. Bu mantar yaprakların yüzeyini örümcek ağı gibi örterek emeçlerini doku içine gönderir. Yine asmalarda “mildiyo” adı ile anılan önemli bir hastalığa sebep olan mildiyo mantarı bir iç parazittir.

d) Parazit bakteriler: Bakterilerden bir kısmı insan, hayvan ve bitkilerde parazit olarak yaşayarak önemli hastalıkların sebebi olurlar. Meyve ağaçlarındaki bitki kanseri, sığır ve koyunlardaki şarbon, ruam, insanlarda verem, kolera, zatürre, difteri hastalıklarına sebeb olurlar.

Netice olarak asalaklar, insan, hayvan ve bitkiler üzerinde yaşayan ve yaşadığı canlının aldığı gıdalara ortak olarak onunla birlikte beslenen canlılardır. Genellikle bütün ömürlerini bu canlılar üzerinde yaşıyarak geçirirlerse de hayatının belli bir bölümünü bir canlı sırtında geçirdikten sonra o canlıyı terkederek başka canlılar üzerine geçen parazitler de vardır. Dış parazitler dediğimiz parazitler genel olarak bu çeşittendirler.

ASANSÖR

Alm. Aufzug, Lift (m), Fr. Ascenseur, İng. Lift.İnsanları veya yükleri, yüksek veya alçak yerlere dikine indirip çıkarmaya yarayan ve bir platform kabinden meydana gelen makine düzeni. Çok eski çağlarda bile insanlar ağır yükleri kaldırmak için makinelerden yararlanma yoluna gitmişlerdir. Romalı Mimar Vitarius’un M.Ö. 26’da yazdığı eserden anlaşıldığına göre, milattan 236 yıl önce Roma’da yük kaldırmak için bir takım makinalardan yararlanılmaktaydı. Bunun gibi Roma İmparatorlarının saraylarında da iner-çıkar dolaba benzer yapılar vardı.

On sekizinci yüzyılda, Velayer adında bir Fransız mimarı, “Uçan Mobilya” adını verdiği bir aracı insanların istifadesine sundu. Bu araç bir karşı ağırlık vasıtasıyle dengede tutulmaktaydı. Hareket etmesi için de bir kölenin veya uşağın kolu çekmesi gerekiyordu. Edoux adında bir Fransız mühendisi de 1867’de yeni tür bir kaldırma makinası yaptı ve buna “asansör” adını verdi.

Asansör, kullanılış biçimlerine ve gayelerine göre yük ve insan asansörleri; el, hidrolik, hidro elektrik ve elektrik asansörleri gibi çeşitlere ayrılır.

Hidrolik asansör: Hidrolik asansörler, sıvı  basıncı ile çalışmaktadır. Odacık, kalın bir piston üzerine oturtulmuştur. Piston kolu, binanın yüksekliği kadar yerin altına sokulmuş bir silindirin içine girer. Silindire güçlü pompalarla sıvı gönderilir ve piston yukarı doğru yükselmeye başlar. Asansör aşağıya indirilmek istendiğinde piston üzerindeki sıvı basıncı azaltılır. Hidrolik asansörler, pek yüksek binalarda kullanılmamaktadır. Elektrik gücü ile işleyen asansörlerin gelişmesiyle bunlar önemini kaybetmiştir.

Elektrikli asansör: Elektrik gücüyle işleyen çeşitli büyüklük ve güçlerde olan çok geniş kullanım alanı bulan makinalardır. Bunların sayesinde 90-95 katlı, hatta daha yüksek binaların en üst katlarına kadar kısa bir süre içinde çıkılabilmektedir. Bu elektrikli asansörlerin mekanizması oldukça basittir. Hesaplar ve uygulamalar sonucu çapı ve mukavemeti tesbit edilmiş bir çelik halatın ucunun biri asansör odasının tavanına, bir ucu da karşı ağırlık adı verilen bir demirden ağırlığa bağlanmaktadır. Çelik halat, boşluğun tepesinde bir takım makaralardan meydana gelen bir palanga sistemi içinden dolaşır. Bunun ağırlığı aşağı-yukarı asansör odacığının ağırlığı kadardır. Karşı ağırlık sayesinde, motora binen yük hafifler. Karşı ağırlık ile asansör hemen hemen dengede durur.

Asansör odacığına girilip kapılar kapandıktan sonra, çıkılmak istenen katın düğmesine basıldığında elektrik motoru harekete geçer. Halatların üzerine dolandığı planga sistemindeki makaralar döner. Halat dönmesiyle, asansör boşluktan yukarıya doğru çekilmiş olur.

Elektrikli asansörlerde her türlü kaza ihtimaline karşı çeşitli tedbirler alınmıştır. Asansörün halatlarının kopması durumunda, kılavuz raylara yakın olan çelik pençeler, otomatik olarak yerlerinden fırlayarak içinde, odanın gidip geldiği boşluğun çevresindeki dikey rayları tutar. Ayrıca bundan başka odacığın alt kısmına düşüşteki sertliği gidermek maksadıyla içinde yağ bulunan çelik pistonlu silindirler de yerleştirilmiştir.

ASAYİŞ

(Bkz. Anarşi)

ASBEST

(Bkz. Amyant)

ASELSAN

Elektronik alanda Türkiye’nin en büyük kuruluşu. Askeri Elektronik Sanayiinin kısaltması olarak bu isim kullanılır. Kasım l975’te Türk Kara Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı önderliğinde Türk ordusunu modern cihazlarla donatmak gayesiyle kurulmuştur. Kurulduğunda sermayesi l0 milyar olup ortakların iştirak miktarları şöyledir:

                                                                                                        %

Türk Kara Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı

70.275

Türk Deniz Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı

13.5

Türk Hava Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı

12.4

PTT

1.8

OYAK

0.375

Türk Polis Teşkilatını Güçlendirme Vakfı

1.75

                                                                                                                                100

Aselsan, yatırımını tamamladıktan sonra 1980 yılından itibaren üretim faaliyetlerine geçmiştir. Fabrika l38.000 m2 arazi üzerinde 46.000 m2 kapalı alana sahiptir. Devam eden tevsi yatırımları ile bu miktar devamlı artmaktadır.

Son olarak hisse senetleri çıkararak halka satılmıştır.

Aselsan’da yapılan elektronik ürünler, Türk ordusunda, güvenlik kuvvetlerinde, bir çok özel ve kamu kuruluşlarında mükemmel haberleşme bağlantıları sağlıyarak kullanılmaktadır.

Aselsan ürünleri; 4600 serisi VHF/FM telsizleri, 4200/4500 serisi VHF/FM telsizleri.

Yukarıda belirtilen iki grup ürünün yanısıra, Aselsan aşağıdaki cihazları da yapmaktadır:

Avionik cihazlar- 4800 serisi UHF/VHF-FM Sımpleks /Dupleks Sentezörlü Telsizler-Sayısal Ses Şifreleme Cihazları, Telefon Şifre Cihazları, Topçu Atış Kontrol Sistemleri, Merkezi Alarm Sistemleri, Bilgisayar Denetimli Alarm Sistemleri, Bilgisayar Denetimli Siren Sistemleri, Elektronik Eğitim Setleri, Elektronik Sahra Telefonu, Endüstriyel Elektronik Cihazlar, Da Motor Kontrol Cihazları, Akü Şarj Cihazları, Kesintisiz Güç Kaynakları (UPS), Baskı Devre Kartları, Lehim Pastaları (Asel l2/Asel 32/Asel 42), Kalın Film Hibrid Devreler, Sayısal Veri Terminali, Araç Sireni.

ASESLER

Osmanlı Devletinde şehirlerde geceleri dolaşan güvenlik kuvveti. Ases teşkilatı İlhanlılardan Selçuklulara oradan da Osmanlılara geçti. Bu teşkilata İlhanlılar Devletinde “emaret-i ases” denirdi. Osmanlılarda Fatih Sultan Mehmed döneminde kurulan aseslik teşkilatının başında, yeniçeri ocağını meydana getiren ortalardan yirmi sekizinci ortanın çorbacısı bulunurdu. Bu çorbacıya asesbaşı denirdi. Bugünkü manada emniyet müdürüne karşılık gelmektedir.

Asesbaşı idaresindeki asesler, geceleri asayişi temin etmek için dolaşırlar, yasak yerlerde rastladıkları şüpheli kişileri yakalarlar, kimliklerini soruştururlar, suçlu olanları cezalandırırlardı. Suçsuz olanları ise yasak yerlerde dolaştıklarından ötürü para cezasına çarptırırlardı. Yeniçeri ağasının yakaladığı kimselerin hapsi ile asesbaşı ilgilenirdi. İstanbul içindeki Tomruklar ile Babacafer zindanları da asesbaşının emri altındaydı.

Asesbaşı, merasimlerde ve kapıkulu ocaklarının sefere çıkışlarında beş yüz kadar olan maiyeti ile yolun iki tarafına dizilerek düzeni sağlardı. Vezir-i azam divanında ve vezir-i azamın İstanbul’da kol gezdiği zamanlarda bir kısım asesiyle birlikte asesbaşı da bulunurdu. Narh denetiminde subaşıyla birlikte sadrazama yardımcı olurdu.Yeniçerilere ulufe dağıtımına Muhzır Ağa ile birlikte müşahit olarak katılırdı. Elçi karşılama ve kabul resimlerinde protokolde yer alırdı.

Asesbaşı, başına yeşil çuhadan çatal kalafat, arkasına zağra yakalı ve yeşil divan kürkü, bacağına ak çakşır, ayağına da sarı yemeni giyerdi. Devlet merkezi olan İstanbul’da, biri Galata’da diğeri Suriçi’nde olmak üzere iki asesbaşı vardı. Fakat Suriçi asesbaşısı üstün dereceliydi. Asesbaşı Babıali’de bulunduğu için kendisinin yeniçeri ağası dairesinde bir emir eri bulunurdu. Yeniçeri ağası asesbaşına bu emirleri ile emir gönderirdi. Diğer şehir ve kasabalarda da ases adı altında emniyet teşkilatı ve buna ait vergiler vardı.

ASETATLAR

Alm. Acetat, Fr. Acétates, İng. Acetates.Karbon, oksijen ve hidrojen ihtiva eden bir kısım kimyasal bileşikler. Asetat terimi selüloz asetatdan elde edilen tekstil iplikleri anlamında da kullanılır.

Asetatların üretimi:Asetatların üretiminde asetik asit (CH3COOH) temel madde olarak kullanılır. Asidin sodyum oksitle reaksiyonundan sodyum asetat; kalsiyum oksitle reaksiyonundan kalsiyum asetat; mağnezyum karbonat ile reaksiyonundan mağnezyum asetat ve kurşun oksitle reaksiyonundan kurşun asetat elde edilir. Çinko ve manganın sülfürlerinin asetik asitle reaksiyonundan da bu metallerin asetatları elde edilir. Asetik asit çözeltisinin mağnezyum, çinko ve demir gibi bazı metallerle direkt muamelesinden de bu metal asetatlar elde edilebilir. Ester olarak adlandırılan bazı asetat türleri asetik asidin bir alkolle reaksiyonundan elde edilir. Mesela etilarefat esteri asetik asidin etil alkolle muamelesinden elde edilir. Esterlerin kendilerine has hoş kokuları vardır.Halbuki diğer asetatların böyle bir hoş kokusu yoktur.

Özellikleri: Genel olarak, metal asetatların erime noktaları yüksektir ve bunların sulu çözeltileri de elektriği iletir. Ester asetatların sudaki çözeltileri ise elektriği iletmez. Çünkü bu bileşikler iyonik bileşikler değildir.

Orta büyüklükteki bazı asetatlar hayvan dokularında yağ asitlerine dönüşebilmektedir. Keza hayvan dokularında kolesterole de dönüşebilmektedir.

Kullanılışları: Asetatların geniş bir kullanma sahaları vardır. Bakır asetat Paris yeşili imalatında kullanılır. Diğer metal asetatlar bazı baskı işlemlerinde, demir ve alüminyum asetatları ise boyamada mordant olarak kullanılırlar. Yanmaz özellikli selüloz asetat, tekstil ve fotoğraf filmi imalinde kullanılır (Bkz. Selüloz). Triasetattan, tekstil ipliklerinde şekillerini koruyan ve büzülmeye karşı mukavim olan ürünler elde edilir.

Polivinil asetat, yapıştırıcılarda kullanılan bir plastiktir. Etil asetat ve amil asetat gibi uçucu esterler boya ve laklar için çözücü olarak kullanılırlar. Nitroselüloz ve film teşkil edici diğer bileşikler için iyi bir çözücü olan butil asetat lak ve vernik endüstrilerinde kullanılır. Amil asetat tat verici olarak kullanılır.

ASETİK ASİT

Alm. Acetlysaure, Fr. Acide acétique İng. Acetic Acid. Karboksilli asitlerin en önemlisi olan ve sirke asidi yahut sirke ruhu da denilen bir organik bileşik. Kapalı formülü C2H4O2, daha açık olarak ise CH3COOH şeklindedir. Kimyada etanoik asit olarak da adlandırılır. Saf asetik asitin bir diğer ismi de glisial asetik asittir.

Saf asetik asit, renksiz, keskin ve iğneleyici kokuya sahib olup, 16,7 derecede donar 118 derecede kaynar. Su ile her oranda karışan asetik asit su çekicidir. Metalleri aşındırır, deriyi tahriş eder.

Elde edilişi: Teknik olarak çok geniş ölçüde elde edilişi iki metodladır:

1. Çeşitli meyve sularındaki şeker, mayaların etkisiyle etil alkole (şarap) döner. Alkol de Micoderma Aceti denilen bakteri yardımı ile asetik aside dönüşür:

C6H12O6  glikoz      (Maya)      2C2H5OH+2CO2

                              ¾¾¾®

C2H5OH+O2         M.Aceti       CH3COOH+H2O

                             ¾¾¾®

Buradaki asetik asit miktarı takriben % 5 kadardır. Buna sirke denir. Bu karışım yiyecek olarak kullanılır. Eğer buradan asetik asit elde edilmek istenirse, etil asetat vasıtasıyla sudan çekilir. Elde edilen etil asetat-asetik asit karışımı destilasyona tabi tutularak safa yakın asetik asit elde edilir.

2. Sentetik üretim olup, Birinci Dünya Harbi sırasında gerçekleştirilmiştir. Başlangıç maddesi asetilendir:

CaC2+2H2O  ®  Ca(OH)2+C2H2 (Asetilen)

C2H2+H2O  ®  CH3CH=O (Asetaldehid)

CH3CH=O+1/2 O2       (Mn)         CH3COOH

                                ¾¾¾®

Bu iki tekniğin dışında asetik asit, karbon monoksitin metil alkolle reaksiyonundan, etil alkolün oksidasyonundan da elde edilebilir.

Kullanılışı: Asetik asit, asetik anhidrid ve aset asidi esterlerinin imalatında kullanılır. Daha ziyade asit olarak, çözücü olarak, plastiklerin, lastiklerin, asetat liflerinin, eczaların, boyaların, böcek öldürücü ilaçların başlangıç maddesi olarak kullanılır.

Asetik asit ecza endüstrisinde önemli kimyasal maddedir. Mesela aspirinin elde edilmesinde bol miktarda harcanır. Aset anhidrid ile asetik asit, selülozdan selüloz triasetat elde etmede kullanılır. Selüloz triasetatdan, asetat iplikleri elde edilir. Selüloz asetattan, fotoğraf filimleri ve ışığı geçirici kağıtlar elde edilir. Asetik asitten yapılan etil asetat vernik imalinde kullanılır. Asetik asit, mikrop ve haşere öldürücü olan bakır asetat ve bakır aseto arsenitin başlangıç maddesidir. Asetik asit matbaacılıkta kullanılan metal asetatların başlangıç maddesidir.

ASETİLEN

Alm. Acetylen, Fr. Acetyléne, İng. Acetylene.Alkin diye adlandırılan doymamış hidrokarbon ailesinin ilk ve en önemli üyesi. 1836’da Edmond Davy tarafından keşfedildi. Formülü C2H2 veya açık olarak HC''CH’tır. Karbonlar arasındaki bu üç bağ, alkinlerin karakteristik özelliğidir.

Asetilen, renksiz ve yanıcı olup, karakteristik kokuya sahiptir. Molekül ağırlığı 26,02 g olup, molekülünün % 7,75’i H2 ve % 92,25’i karbondur. Basınç altında ve düşük sıcaklıkta sıvılaştırılabilir. Asetilen molekülü yüksek enerjiye sahiptir. Elementlerine ayrışırken verdiği ısı 54.800 kaloridir. Durgun halde, özellikle basınç altında, çok tehlikelidir. Basınç altında patlama ve parlama tabiatından dolayı asetilen özel kaplarda taşınmalıdır. Böyle olursa tehlike en aza indirilmiş olur. Taşıma işinin emniyetli olması için çeşitli metodlar geliştirilmiştir.

Metodlardan birinde asetilenin taşındığı silindirik kap içerisine porözlü (sünger gibi) katı bir madde konur. Bu suretle silindirik kabın herhangi bir yerinde gazın toplanmasının önüne geçilmiş olur.

Başka bir metod ise, bir çözücüde çözülerek taşınmasıdır. Çözücü olarak aseton kullanılır. Aseton kendi hacmi kadar asetilen çözer. Bu teknikle asetilen 17-18 atmosfer basınç altında emniyetle taşınabilir. 1891 yılında F.F.H. Moisan, kalsiyum karbit (CaC2)’in elektrik fırınlarında geniş ölçüde elde edilmesini geliştirdi. Böylece Asetilen bol miktarda elde edilmeye başlandı. Asetilen elde etmek için kalsiyum karbid su ile muamele edilir:

CaC2+2H20  ®  Ca(OH)2+C2H2

İkinci Dünya Savaşından sonra başka önemli metodlar da geliştirildi. Bunlardan biri, tabii veya petrolden elde edilen hidrokarbonların takribi 1500° C’lik fırınlardan geçirilmesi ile asetilen elde edilmesidir:

C2H6  ¾¾®  C2H2 + 2 H2

Kullanılışı: Asetilen az oksijenle yakılırsa isli, yeterli oksijen ile karıştırılıp yakılırsa parlak bir alev verir. Bu özelliğinden dolayı da eskiden aydınlatmada kullanılırdı. Bu gün asetilenin aydınlatmada kullanılması yok gibidir. Saf oksijen ile beslenen hamlaçlarda 3000°C’lik alev elde edilir ki, bu alev metallerin kaynak yapılmasında ve demir kütüklerin eritilerek kesilmesinde kullanılır.

Reaksiyona girme bakımından ve ucuz oluşu sebebiyle bir çok organik maddelerin elde edilmesinde asetilen kullanılır. Elektrik enerjisi fazla, petrol rezervleri az olan ülkelerde asetilen hammadde olarak tercih edilen bir materyaldir. Ençok kullanıldığı alanlardan birisi aset aldehit elde edilme işlemidir.

Asetilen su ile, civa sülfat ve sülfürik asitin katalitik etkisiyle aset aldehidi verir.

F ORMÜL VAR!

Aset aldehit oksidasyonundan da asetik asit elde edilir.

Asetilenden, etil alkol, vinil esterleri, vinil eterler, butadien, halojenlendirilmiş bileşikler, akrilonitril (vinilsiyanür) elde edilir.

Elde edilen küçük moleküllerin her birinden büyük moleküllü (polimer) fiber, plastikler, sentetik kauçuklar, lastikler ve ilaçlar elde edilir.

ASETON

Alm. Azeton, Fr. Acétone, İng. Acetone.Kimyasal ve sınai önemi olan organik bir çözücü, alifatik (düz zincirli) ketonların ilk üyesi. Renksiz, kokulu, akışkan bir sıvıdır. 56,3°C’de kaynar. Şiddetli yanıcıdır. Donma noktası -95°C’dir. Alkol, su ve eterle her oranda karışabilir. Kimyaca ismi, propanon veya dimetil ketondur. Çözücü özelliklere sahip olduğundan çok kullanılır. Birçok yağları, reçineleri, selüloz nitrat ve selüloz asetatı çözer. Bu özelliğinden dolayı aseton, patlayıcı madde ve sentetik iplik fabrikasyonunda geniş ölçüde kullanılır. Çok sayıdaki önemli kimyasal reaksiyonları ile laboratuvarda ve sanayide birçok organik maddeler yapmak mümkündür.

Fizyolojik olarak idrarda ve kanda mevcuttur. Özellikle şeker hastalarının idrarlarında çok miktarda bulunur ve bundan dolayı idrarın aseton kokması teşhiste çok yardımcı bir bulgudur. Genel olarak ketonlar, his duyusunu ve kan basıncını azaltır. Aseton, etil alkolden (rakı, şarap ve birada bulunan) daha az zehirli olmasına rağmen sarhoşluk ve uyku meydana getirir. Fakat bu özelliğinin kuvveti eter ve kloroformunkinden daha azdır. Alkali (bazik) ortamda aseton; klor, brom ve iyotla muamele edilirse; kloroform, bromoform ve iyodoform elde edilir. Aseton, uyuşturucu sulfonal grubu ilaçların başlangıç maddesidir. Hem iyi bir çözücü hem de organik reaksiyonların bir başlangıç maddesi özelliklerine haiz olduğu için ticari maksatla geniş çapta elde edilir.

Elde edilişi:

1. Kalsiyum asetatın kurukuruya ısıtılmasından elde edilir:

(CH3COO)2  ®  Ca  CH3-CO-CH3+CaCO3

2. Nişasta ihtiva eden tahılların bir çeşit bakteri (A, Fernbahc’in bulduğu) vasıtasıyla fermantasyonundan elde edilir. Bu fermantasyondan elde edilen karışımda altı kısım butil alkol, üç kısım aseton ve bir kısım da etil alkol mevcuttur.

3. Saf asetik asit ısıtılmış metalik oksitler (A12O3) üzerinden geçirilirse, aseton, su ve karbondioksit verecek şekilde bozunur:

2 CH3COOH  ( MeO fi)     CH3-CO-CH3+CO2+H2O

                      Isı

4. İzopropil alkolden hidrojen çıkarmakla veya izopropil alkolü oksitlemekle aseton elde edilir.

ASFALT

Alm. Asphalt, Fr. Ashalte, İng. Asphalt. Viskoz (az akışkan, lizüci) halden katı hale kadar değişkenlik gösteren siyah ve kahverengi organik bir madde. Esas olarak bir hidrokarbon olan asfaltın, kimyasal bileşimi oldukça karışık ve değişken olup, petrolün destilasyonundan veya tabii yataklardan elde edilir. Bugün yaygın olarak kullanılan asfalt, petrolün rafinasyonundan elde edilen yan üründür. Maden kömürünün damıtılması esnasında elde edilen siyah madde zifttir.

Asfalt; yolların, hava alanlarının kaplanmasında, çatı izolasyonunda, su ile irtibatlı olan yapılarda su geçirmezlik sağlamada kullanılır. Yapışkan özelliği vardır. Boya sanayiinde, akü imalatında, su kanallarını kaplamada ve kil tuğlalarını yapıştırmada kullanılır. Asfalt genellikle petrolün oksidasyonu neticesinde teşekkül etmiştir. Yani petrol menşelidir. Çamur ve göl halinde (Bermudez kara gölünde ve Trinidad’daki kara gölde) bulunduğu gibi, yer altında kaya aralarında sert halde de bulunur. Sert haldekiler yer altından maden çıkarılır gibi çıkarılır. Ayrıca kum taşlarında ve killer arasında da bulunur.

ASGARİ GEÇİM İNDİRİMİ

Alm. Steuerfreiheit des Existenzminimums, Fr. d’existence minimum, İng. Minimum living allowance, Exemptions for dependents. Bir kişinin geçinebilmesi için gerekli olan ve vergiye tabi tutulmayan en az gelir miktarı.

Bütün vergi sistemlerinde, verginin ödeme gücüne (iktidara) göre alınmasının bir sonucu olarak yapılan bu indirimin seviyesi; ülkenin ekonomik durumuna, ihtiyaçların zaman içindeki gelişimine, kamu gelirlerinin yeterli olup olmamasına bağlı olarak değişir. Asgari geçim indirimi, esas itibariyle bir kişinin fizyolojik varlığını idame ettirmesi için gerekli gelir miktarı ise de, gelişmiş ülkelerde bu indirim tutarının ferdin bütün ihtiyaçlarını karşılaması için, medeni asgari, hatta daha da ileri gidilerek kültürel asgari olması gerektiği ileri sürülmüştür. Az gelişmiş ülkelerde, asgari geçim indirimi tesbit edilirken, meseleye vergi idaresi yönünden bakılmakta ve ancak vergiyi toplama maliyetine değmeyecek gelirlerin vergi dışı bırakılmasına imkan veren bir indirim haddi belirlenmesi yoluna gidilmektedir.

Asgari geçim indirimi, genellikle bütün gelir vergisi mükelleflerine götürü bir miktar olarak uygulanır. Uygulamada, aile durumu gözönüne alınır; eş ve çocuklar için tedricen azalan tutarlar tesbit edilir. Türkiye’de asgari geçim indirimi, 1980 sonrası vergi reformu ile kanundan kaldırılmış ve yerini, özel indirim ve sakatlık indirimi olmak üzere iki tür indirim almıştır. Özel indirim, sadece ücret gelirleri elde eden mükelleflere tatbik edilmekte ve tutarı her yıl değişmektedir. Böylece asgari geçim haddinin tatbikinden ziyade emek ve sermaye gelirleri arasında ayırım prensibi uygulanmak istenmektedir.

ASGARİ ÜCRET

Alm. Mindestlohn (m), Fr. Salaire minimum (m), İng. Minimum wage. İşverenin, işçiye ödemek zorunda olduğu en düşük ücret. Asgari ücretin tesbitinde, işçinin, asgari ölçüler içinde insan haysiyetine yaraşır şekilde yaşama ve çalışma imkanı nazara alınır. Asgari ücretin altında ücret tesbiti mümkün değildir. Bir başka ifade ile asgari ücret, işçi ve işverenin aralarındaki sözleşme hürriyetini tahdit eden bir kayıtlamadır.

Asgari ücret başlıca, emek arzının, emek talebinden fazla ve böylece emek fazlası olan gelişmemiş ülkelerde, teşkilatlanmamış ve düşük ücretli emek kitlesini korumak gayesini güder. Milletlerarası Çalışma Teşkilatının (ILO) tavsiyeleri ile birçok ülke tarafından uygulanmaktadır.

Türkiye’de asgari ücret uygulaması 1036 sayılı İş Kanunu (1951) ile başlamıştır. Ne var ki, 1967 yılına kadar mahalli komisyonlar aracılığı ile yapılan tesbitler başarılı olamamış ve bütün işçilerin asgari ücretten faydalanmaları temin edilememiştir. 1967 yılından bu yana (931 sayılı İş Kanunu ile) asgari ücretler, işçi-işveren ve hükümet temsilcilerinin katıldığı merkezi bir komisyon tarafından bütün işçileri kapsayacak bir biçimde iki yılda bir kararlaştırılmaktadır. Çıraklar ve tarım işçileri için ayrı ücret tesbiti yoluna gidilmektedir. Tesbit yapılırken işçinin başlıca fizyolojik ihtiyaçları ve fiyat indeksleri dikkate alınmaktadır.

1982 Anayasasının ücrette adalet başlığını taşıyan 55. maddesi, asgari ücretin tesbitinde ülkenin ekonomik ve sosyal durumunun gözönünde bulundurulması gerektiğini ifade etmektedir.

ASHAB-I SUFFA

(Bkz. Ehl-i Suffa)

ASIM BİN BEHDELE

Tabiin (Peygamber efendimizin Eshabını görenler) devrinde yetişen, Kur’an-ı kerimin kıraatini, yani okunuşunu bildiren meşhur yedi kıraat imamından beşincisi. Asıl adı Asım bin Behdele Ebu Necud el-Esedi el-Kufi, künyesi Ebu Bekr’dir. Babasının adı Abdullah, künyesi Ebu Necud olup, İmam-ı Asım diye meşhurdur. Kufe’de doğdu. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Vefat tarihi hakkında çeşitli rivayetler vardır. 744 (H. 127) tarihinde vefat ettiği bildirilmektedir.

Zamanın önemli İslam ilim merkezlerinden biri olan Kufe’de yetişen Asım bin Behdele, Eshab-ı kiramdan Abdullah bin Mes’ud, Ammar bin Yasir, Huzeyfet-ül-Yemani, Ebu Musa el-Eş’ari, Selman-ı Farisi, Zeyd bin Erkam radıyallahü anhüm gibi kimselerin sohbetlerinde bulundu.

Asım bin Behdele, Ebu Abdurrahman es-Sülemi, Zi’r bin Hubeyş ve Ebu Amr Şeybani’den kıraat ilmini öğrendi. Üçü de Abdullah bin Mes’ud’dan o da Resulullah efendimizden öğrendi. Ebu Abdurrahman es-Sülemi’den sonra Kufe’de kıraatte reislik Asım bin Behdele’ye intikal etti. İmam-ı Asım’ın kıraat usulü iki talebesi vasıtasıyla yayılmıştır. Bunlar, Hafs bin Süleyman ve Ebu Bekr Şube’dir. Hafs, kıraati doğrudan doğruya İmam-ı Asım’dan almıştır. Bugün yeryüzünde bulunan Müslümanların çoğu, İmam-ı Asım kıraatinin Hafs rivayeti üzere okumakta, mushaflar da bu kıraat üzerine basılmaktadır. İmam-ı Asım’dan kıraat ilmini öğrenenler sadece bu iki kimse olmayıp, onun tedris halkasında yetişip başkalarına ilim öğretenler pek çoktur.

Kıraat imamlarının üçüncü tabakasında yer alan Asım bin Behdele, kıraat ilminde her bakımdan hüccettir yani senettir. Bunda bütün alimler görüş birliğine varmışlardır. Kıraat ilminde yüksek bir alim olan Asım bin Behdele, hadis ilminde de sika (güvenilir) bir ravidir. Eshab-ı kiramdan hadis rivayetinde bulunmuştur. Rivayet ettiği hadis-i şerifler Kütüb-i Sitte adı verilen altı hadis kitabında ve diğer hadis kitaplarında yazılıdır. Kelam ve fıkıh ilminde de devrinin alimleri arasında yer alan İmam-ı Asım’ın lügat ilminde ve Arapçanın gramer bilgisi olan nahvde de yüksek bir yeri vardır.

Asım bin Behdele sesi çok güzel olup, çok tatlı Kur’an-ı kerim okurdu. Her kelimenin ve her harfin hakkını verirdi. Kur’an-ı kerimin belagat ve fesahatını, yüce manasını canlandırmak hususunda öyle güzel bir edası, öyle bir okuyuş tarzı vardı ki, eşine çok az rastlanırdı. Çok fasih konuşurdu. Güzel ahlak sahibi, ibadetlerine çok düşkün, gayet alçak gönüllüydü. İlim öğrenmeye ve öğretmeye aşıktı. Bu hususta talebesinin ayağına bile giderdi. Nitekim talebesi olan Süfyan-ı Sevri’ye gider, bazı hususlarda onun fetvasına baş vururdu. Ömrünün sonuna doğru gözlerini kaybetmiş ama olmuştu.

Buyurdu ki :

“Tevazu, evinden çıktığın zaman karşılaştığın herkesi kendinden daha hayırlı görmendir.”

ASİ IRMAĞI

Akdeniz bölgesinde bir nehir. Lübnan'da Baalbek yakınında El-Bika'dan çıkar. Anti Lübnan dağlarının dar boğazlarından hızla akar. Humus şehri yakınlarında geniş bir göl ve bataklık meydana getirir. Hama Ovasından sonra Türkiye-Suriye sınırı olur ve Türk topraklarına girerek Amik Ovasına gelir. İstikamet değiştirerek önce batıya, sonra geniş bir kavis çizerek güneybatıya doğru akar. Akış hızı azalır ve sulamaya elverişli hale gelir. Yazın azalan suyu kışın oldukça fazlalaşır.

Amik Gölünün sularını boşaltan Karasu (Küçük Asi), Harbiye Çağlayanının suları ile beslenir. Asioğlu Vadisinde akışı tekrar hızlanır. Karasu'ya akan Asi Irmağı, dar bir boğazdan geçerek Antakya'dan geçer. Burada ünlü Harbiye Çağlayanlarını meydana getiren ve gür kaynaklarla beslenen Defne Suyu karışır. Daha sonra genişliği 30-40 metreyi bulur. Samandağ'ın güneyinde Akdeniz'e dökülür. Denize döküldüğü yerde geniş bir delta meydana getirmiştir. Irmağın denize döküldüğü yerde eskiden "Jüverdiye" isimli bir liman şehri vardı. Şimdi bu şehir, kıyıdan içeride kalmıştır.

Asi Irmağının uzunluğu 380 km olup, bunun l00 kilometresi Türkiye'dedir.

ASİMPTOT

Alm. Asymptote (f), Fr. Asymptote (f), İng. Asymptote.Matematikte bir fonksiyonun eğrisine yaklaşan, fakat eğriyi kesmeyen doğru. Bir eğrinin asimptotu o eğrinin sonsuz uzaklıktaki bir noktasına ait teğetidir.

Asimptotlar iki çeşittir:

a) Koordinat eksenlerine paralel asimptotlar: Bir y=f(x) fonksiyonu verildiğine göre

ise x=a doğrusu 0y eksenine paralel asimptotdur. Aynı şekilde

= b ise y=b doğrusu 0x eksenine paralel asimptotdur. Bu tür asimptotların belirtilmesinde genellikle bir zorluğa rastlanmaz. Mesela bir rasyonel fonksiyonun paydasının (pay ve paydada ortak bulunmayan) çarpanlarının kökleri, 0y eksenine paralel asimptotları verir.

Misal: y = 3x-2

x-1

fonksiyonunun asimptotları;

düşey asimptot: x=1 doğrusu ve

yatay asimptot: y=3 doğrusudur.

b) Eğik veya eğri asimptotlar: Bu tip asimptotlar

Lim f(x) ± ¥ ise mevcut olabilir. Her lim f(x) ® ± ¥ için eğik asimptotun mutlaka bulunması gerekmez yani lim f(x) ® ¥ şartı, eğik asimptot için gerek fakat yeter değildir. Eğer eğik asimptot varsa bu y=mx+n şeklinde bir doğrudur. Burada m, eğik asimptotun x ekseniyle yaptığı açının tanjantı olup, asimptotun eğimidir.

Misal: y = x(x 2+1)

x 2- 4

fonksiyonunun asimptotları;

düşey asimptotları:x = -2 ve x = 2 doğruları ve eğik asimptotu: y = x doğrusudur.

Herhangi bir fonksiyonun düşey asimptotları varsa, fonksiyon, asimptot doğrularını teşkil eden noktalarda süreksizdir.

ASİT

Alm. Säure (f), Fr. Acide, İng. Acid.Sulu çözeltilerinin tadı ekşi olan, bazı indikatörlerin (belirteçlerin) rengini değiştiren (mesela mavi turnusolu kırmızılaştıran) maddelerin ortak adı. Asidin en basit tanımı böyle olup daha yaygın olarak, sulu çözeltilerine proton (H +) veren maddeler şeklinde tanımlanır.

Asitlerin sulu ortama verdiği H +iyonu tek başına bulunamaz. Bu proton, bir H 2O molekülü ile birleşerek H 3O +(hidronyum, veya hidroksonyum) iyonu meydana getirir. Varlığı spektroskopik metodlarla ispatlanan hidroksonyum iyonu üç su molekülü ile birleşerek H 9O + 4iyonunu meydana getirir. Fakat kolaylık olsun diye H +şeklinde gösterilir.

Asidin yukarıdaki genel tarifinden başka çeşitli ilim adamları tarafından ortaya atılan tarifleri bulunmaktadır. Çünkü eski kimyacılar, “Asit ve bazın iyi tarif edilmesiyle kimyanın birçok problemi çözülmüş olacaktır.” demişlerdir. Bugüne kadar yapılan pekçok tarif arasında en çok kullanılanlar şunlardır:

1. Arrhenius’a (1887) göre asit; mavi turnusolu kırmızı yapan, bazı metallerle verdiği reaksiyonda H 2gazı çıkaran, suda çözündüğü zaman ortama H +veren ve ekşi lezzette olan bir maddedir.

2. Lowery-Bronstedé'e (1923) göre asit; proton verebilen maddedir. Başka bir ifade ile asitler sulu çözeltide baz ve proton meydana getiren maddelerdir. Asidin verdiği proton, ortamda serbest halde kalamayacağından bir maddenin asit özelliği gösterebilmesi için proton alıcı veya verici bir ortama ihtiyaç vardır. Yani ortamın kendisinin baz özelliği göstermesi gerekir. Protonun bağlandığı maddeye baz denir. Sulu çözeltide:

HA < fiA -+ H +

(Asit) (Baz) (Proton)

dengesi vardır. Mesela HCl'nin su ile tepkimesi

şöyledir:

HCl + H 2O < fiH 3O ++ Cl -

Asit 1 Baz 2 Asit 2 Baz 1

Buna göre, su bir bazdır ve konjuge asidi de H 3O +dır. (Bir asit ve onun proton kaybetmiş bazına konjuge asit-baz çifti denir).

NH 3zayıf bir bazdır. Su ile tepkimesi şöyledir:

NH 3+ H 2O < fiNH 4 ++ OH -

Baz 1 Asit 2 Asit 1 Baz 2

Burada su proton verdiğinden asit gibi davranmıştır.

Bronstedé teorisi klasik teoriye göre daha şumüllü (kapsamlı) olup, analitik kimyada daha çok kullanılır.

3. Lewis’e (1916) göre asit; bir elektron çifti alabilen maddelerdir. Bu teori susuz ortamda ve proton ihtiva etmeyen asitlerin reaksiyonlarının açıklanmasında yararlıdır:

A + : B fi A:B

Asit Baz Tuz

Tarihi: Sirkenin orta derecede asetik asit ihtiva ettiği bilinmekteydi. Annibal’ın Alp kayalarını fillerine geçit temin edebilmek için, sirkeden elde ettiği asetik asitle çatlatmak istediği söylendiği gibi, Kleopatra’nın bir inciyi sirkede çözdüğü iddia edilir. Modern kimya bu iki hikayeye az ihtimal vermektedir.

Ortaçağdaki kimyacılar asetik asitten daha kuvvetli bir asit bilmiyorlardı. Normal olarak elma suyundan veya şaraptan elde edilen sirkede % 5 ila % 6 oranında asetik asit vardır. Bu sirkenin buharlaştırılması ile sınırlı aktiflikte asetik asit elde ediliyordu. Sekizinci asırda Müslüman fen alimi Cabir, nitrik asidi bulmuştur. Nitrik ve hidroklorik asitlerinin karışımına, altın metalini erittiği için “Kral Suyu” ismi verilmiştir. Sülfirik asit ise 10. asırda başka bir Müslüman fen alimi Razi tarafından keşfedilmiştir.

Asit kuvveti

Asitlerin kuvveti:

Asit + H 2O < fiH 3O ++ Baz

dengesinin durumu ile ölçülür. Bu dengenin sağ tarafa oluşu asidin kuvvetli olduğunu gösterir. Bir asit, suya miktar olarak, ne kadar çok proton verebiliyorsa o kadar kuvvetlidir. HC1, HC1O 4, HNO 3ve H 2SO 4gibi asitler kuvvetlidir. CH 3COOH gibi zayıf asitler ise suda çözündükleri zaman suya, nisbeten çok az proton verirler ve genellikle bu tür asitlerin asitliği, H +molar konsantrasyonunun logaritmasının ters işaretlisi demek olan pH derecesi ile gösterilir. (Bkz. pH Ölçeği)

Asit Türleri: Molekül başına tek bir hidrojen atomu ihtiva eden aside monobazik asit denilirken molekül başına iki veya çok hidrojen atomuna sahib olanlara, hidrojen atomu sayısına bağlı olarak (Latince iki, üç ve çok anlamındaki ekler kullanılarak) dibazik, tribazik veya polibazik gibi isimler verilir. Mesela sülfürikasid H 2SO 4, dibazik; fosforik asit H 3PO 4ise tribaziktir.

Asitler yapılarına göre de anorganik ve organik asitler olarak ikiye ayrılır. Anorganik asitler de, hidro asitler (HCl, HBr, H 2S) ve oksi-asitler (H 2SO 4; HNO 3, H 3PO 4) şeklinde iki sınıfa ayrılır. Hidroasitlerin kuvvetliliği hidrojenin bağlı olduğu elementin yarıçapının büyüklüğü ile orantılı olarak artar. Mesela halojenler grubunda en kuvvetli asit Hl’dır. Oksi asitlerde ise kuvvetlilik aynı elementin yükseltgenme basamağıyla ortantılı olarak artar. Mesela HCl; HClO 3, HClO 4asitleri içinde en kuvvetlisi perklorat (HClO 4) asididir.

Organik asitler R-COOH genel formülü ile gösterilen karboksilli asitlerdir. Bunlara misal olarak asetik asit CH 3COOH (buna sirke asidi de denir), formik asit HCOOH (kırmızı karıncada bulunan yakıcı bir asit) söylenebilir.

Adlandırılmaları: Anorganik asitler veya mineral asitleri, ihtiva ettikleri etkili elemanlara göre adlandırılır. Mesela suda çözünen HCl hidroklorik veya hidrojen klorür şeklinde adlandırılır. Bu metot diğer halojenli asitler için de geçerlidir.

Oksijenli asitlerin adlandırılmasında oksijen kelimesi geçmez. Fakat hidrojen ve oksijenin dışında asidi meydana getiren diğer elementlerin isimlerinden yararlanılır. Eğer hidrojen ve oksijenin dışındaki element aynı olduğu halde, oksijen yüzdesi farklı olan iki çeşit asit varsa, bu durumda özel adlandırma kullanılır. H 2SO 4sülfürik asit, H 2SO 3sülfüröz asidi gibi. (ik) hecesi çok oksijeni, (öz) az oksijeni anlatır.

Tuzlarda ise (öz) eki (it); (ik) eki de (at) olur. Na 2SO 3,sodyum sülfit, Na 2SO 4sodyum sülfat gibi. Oksijen yüzdesi daha az ise -hipo- kelimesi başa alınarak adlandırılır. Oksijen yüzdesi fazla ise (per) kelimesi kullanılır. HClO, hipoklorit ve HClO 4, perklorat gibi. Bir başka asidden bir su kaybı ile elde edilen asit "piro" eki getirilerek adlandırılır. Pirosülfürik asit H 2S 2O 7gibi. İki sülfürik asit molekülünden bir su molekülünün ayrılmasıyla meydana gelir. Organik asitler ise türediği parafininin isminin sonuna (oik) eki getirilerek adlandırılır. Ayrıca bu asitlerin özel adları da vardır.

Özel Adı:

Kimyaca Adı:

Formülü:

Valerik Asit

Pentanoik Asit

C 4H 9CO 2H

Kapraik Asit

Heksanoik Asit

C 5H 11CO 2H

Kimyasal özellikleri:

1. Hidrojenden aktif metallere etki ederler:

Zn + 2HCl fiZnCl 2+H 2

2. Bazlarla nötralleşme reaksiyonu verirler:

HCl + NaOH fi NaCl + H 2O

3. Bazik oksitlerle reaksiyon verirler:

H 2SO 4+CaO fi CaSO 4+ H 2O

4. Tuzlarla reaksiyon verirler:

2 NaCl+H 2SO 4fi Na 2SO 4+ 2HCl

Asitler ve bazlar sadece teorik kimyacıların ilgi alanına girmediği gibi sanayi kimyasında ve günlük hayatta da büyük ehemmiyet taşırlar. Hatta canlıların vücudunda gelişen kimyasal hadiselerin hemen hepsi hücrenin veya bütün organizmanın asit-baz dengesiyle yakından alakalıdır. Toprağın ve suyun asit veya baz niteliğinde olması da bitki ve hayvanlar için hayati ehemmiyet taşır.

Nötrleşme: Bir asit ile bir baz tepkimeye girerek birbirlerini nötrleştirdiklerinde, asidin hidronyum iyonları (H 3O +) ile bazın hidroksil iyonları (OH -) birleşerek su meydana getirir. Eğer iki maddenin mol sayıları (daha doğru olarak eşdeğer gram sayıları) eşitse, su kolay kolay iyonlarına ayrışmadığı için, tepkime her iki madde tükenene kadar devam eder. Böylece çözelti nötr hale gelir. Sodyum hidroksit ile hidroklorik asit arasındaki tepkimeyi gösteren;

NaOH + HCl fi NaCl + H 2O

eşitliği sadeleştirilerek

OH -+ H +fi H 2O

biçiminde yazılabilir. Görüldüğü gibi asidin protonu ile bazın hidroksiti birleşerek nötr olan suyu meydana getirmektedir. Asit ve bazın diğer iyonları ise tuz (NaCl) yapmıştır.

Hidroliz (Bkz. Hidroliz)

İyonlaşma Sabiti: Çok az iyonlaşan zayıf bir HA asidinin ayrışma denklemi:

HA + H 2O <fi H 3O ++ A -

eşitliğiyle, bu tepkimenin denge sabiti ise:

ifadesiyle gösterilir. Köşeli parantezler molar derişimleri gösterir. Ka ise iyonlaşma sabitidir. Ka ne kadar büyük olursa iyonlaşma o derece fazladır.

ASİT BOYALAR

(Bkz. Boyarmaddeler)

ASİYE BİNTİ MÜZAHİM

Hazret-i Musa’yı bebekken Nil Irmağından kurtarıp, büyüten, sonra da onun peygamberliğine inanan hanım. Fir’avn’ın hanımıdır. Yusuf aleyhisselama iman eden Reyyan bin Velid’in neslindendir. Kavminin seçkin kadınlarından olup, iffet ve cemal sahibiydi.

Mısır’da ilahlık iddiasında bulunan Fir’avn, gördüğü bir rüya üzerine İsrailoğullarından doğacak bütün erkek çocukların öldürülmesini emretti. Bu sırada Musa aleyhisselam dünyaya geldi. Musa aleyhisselamın annesi, onu öldürülmekten kurtarmak için, Allahü tealanın ilhamıyla bir sandığa koyarak Nil ırmağına bıraktı. Akıntıyla sürüklenen sandık Fir’avn’ın sarayının bahçesine ulaştı. Irmağın suları üzerinde sandığın sürüklendiğini gören saray vazifelileri, sandığı alıp Fir’avn’ın hanımı Asiye’ye götürdüler. Hazret-i Asiye, sandığın içinden çıkan ve akıllara durgunluk verecek güzellikteki çocuğa karşı muhabbet ve acıma hissi duydu. Fir’avn ise o çocuğu öldürtmek istedi. Hazret-i Asiye’nin ısrarlı isteği üzerine onu evlad edindiler. Büyüyüp erginliğe ulaşan Musa aleyhisselam, bir ara Mısır’dan ayrılıp Medyen’e gitti. Bir müddet sonra Medyen’den dönüşte Allahü teala tarafından peygamber olarak vazifelendirildi. Fir’avn ve adamları Musa aleyhisselamın peygamberliğini kabul etmediler. Hazret-i Asiye ise Musa aleyhisselamın peygamberliğine iman etti. Bir müddet imanını gizledi. Gizli gizli Allahü tealaya ibadet etti. Onun gizlice iman ettiğini öğrenen Fir’avn, vazgeçmesi için tehdidde bulundu. Fir’avn, bütün tehdid ve eziyetlere rağmen imanından dönmeyen hazret-i Asiye’yi ellerinden ve ayaklarından dört direğe bağlatıp sırt üstü yere yatırttı. Göğsü üzerine değirmen taşı koydurdu. Bu eziyetler ve işkenceler esnasında; “Ya Rabbi! Benim için nezdinde Cennet’te bir ev yap! Beni cahil Fir’avn’dan, batıl kötü amelinden ve zalim olan bu kavmin şerrinden koru!” diye dua etti. Allahü tealä tarafından kendisine; “Başını kaldır!” diye ilham olundu. Başını kaldırıp baktığında, gözünden perde kaldırılıp Cennet’te kendisi için beyaz inciden yapılmakta olan köşkü gördü. Artık yapılan eziyetlerden acı duymuyor, Cennet’te kendisi için hazırlanan köşkü seyrediyor ve gülüyordu. Asiye’nin imanını Fir’avn’ın akıl almaz işkenceleri bile söndürememiş, bilakis onu daha kuvvetlendirmiş, gelecek nesillere örnek olmuştur.

Bu duruma iyice kızıp sinirlenen Fir’avn, hazret-i Asiye’nin üzerine daha büyük kaya atılması ve böylece çok elem verici büyük işkence ve eziyyet yapılmasını emretti. Fakat o kaya cesedi üzerine atıldığında, hazret-i Asiye çoktan ruhunu teslim etmişti.