Doğu Karadeniz bölgesinde yer alan bir serhat şehri. Dik bir yamaç üzerine kurulan, tarihi ve tabii güzellikleri ile göz kamaştıran Artvin; kuzeydoğusunda Gürcistan sınırı, güneydoğusunda Kars, güneyinde Erzurum, batısında Rize ile çevrilidir. Kuzeybatısında Karadeniz’e, ortalama 50 kilometrelik kıyısı vardır. İl toprakları 40°35’ ve 41°32’ kuzey enlemleri ile, 41°07’ ve 42°26’ doğu boylamları arasında yer alır. 7.436 kilometrekarelik yüzölçümü ile en küçük illerden biridir. Trafik numarası (08)’dir.
İsminin Menşei
Artvin’in ismi üç bin senelik tarihi boyunca çeşitli defalar değişmiştir. Artvin ismi, bu şehri kuran Türk İskit Beyinin adından gelmektedir. Osmanlı Devleti zamanında Liva olan şehir, 1923’te Rize’ye bağlı ilçe, 1936’da Çoruh ismiyle il ve 1956’da ilin adı Artvin olmuştur.
Tarihi
Artvin çok eski bir yerleşim yeridir. M.Ö. 3000 yıllarında Orta Asya’dan göç ile gelen Türk kavimlerinden Hurriler, Artvin’e yerleştiler. Anadolu’ya ilk gelen Türk kavimlerine tarihçiler; Guti, Guta, Şatu, Kut, Kas isimlerini verirler. Artvin’deki Hurriler M.Ö. 2000 senesinde güneye Mezopotamya’ya indiler. Alparslan’ın 1071 Malazgirt Zaferine kadar Türklerin Anadolu’ya göçleri devam etti. Son olarak Dokuz Oğuzlar 1071’de, büyük bir kitle halinde gelip Anadolu’ya yerleştiler.
Orta Asya asıllı Oğuz koluna ait Gutiler, Mezopotamya’ya inerek Akkadların yerine devlet kurdular. At kültürünü yayan (atı nakliye için ilk kullanan) bunlardır.
Kastlar da bir Oğuz koludur. Mezopotamya'da Gutilerden sonra ikinci Oğuz devletidir. Bitlis’teki Gusi Yaylası, Antalya’da Kuzköy, Güneydoğu Anadolu’da Gogusos Kalesi ilk Oğuz göçünden kalmadır.
İlk Oğuz göçünden sonra ikinci büyük Oğuz göçü İskit adı altında başlar. M.Ö. 680 senesinde İskit Türkleri Artvin’e ve Çoruh vadisine yerleştiler. Tarihi vesikalar o devirde en medeni topluluğun İskitler olduğunu bildirir. M.Ö. 250 senesinde Horasan’a gelen Arsaklılar Türk kavmi, M.Ö. 149’da Artvin’i ele geçirdi. Sonra Yunan kültürü ile Yunanlılaşmış, aslında Pers asıllı olan Pontus Krallığı şehri eline geçirdi. Bizans ile Sasaniler arasında el değiştirdi. Hazret-i Osman zamanında Emir Habib bin Mesleme emrindeki İslam ordusu, Erzurum Yaylasında Bizans ordusunu yenerek, Çoruh Vadisi ve Artvin’i İslam devletine kattı. Daha sonraları Romalılar, Persler, Emevi ve Abbasiler bu bölgeye hakim oldular. Abbasi halifeliğine bağlı Oğuz Beyliği kuruldu. Artvin 1071 Malazgirt Savaşından sonra Selçuklu Türklerinin eline geçti. Esasında şehir daha önce Türkleşmişti. Selçuklulardan sonra buraya sırasıyla; Moğollar, İlhanlılar, Celayirliler, Karakoyunlular, Timurlular, Akkoyunlular ve Safeviler hakim oldular.
Fatih Sultan Mehmed Han zamanında Osmanlı Devleti sınırları içine alındı. 1878 Osmanlı-Rus Savaşında Rusya tarafından işgal edildi. 43 sene anavatandan ayrı kaldı. Türk İstiklal Savaşında Kazım Karabekir Paşa, Ermeni ordusunu yenince, Artvin 7 Mart 1921’de yeniden anavatana kavuştu.
Fiziki Yapı
Dağlar: Artvin, Türkiye’nin en dağlık bölgesidir. % 80’i dağlıktır. Doğu Karadeniz dağlarının doğusunda yer alır. Başlıca büyük dağları Kaçkar Dağı (3932 m), Kükürt Dağı (3334 m), Gül Dağı (3131 m) ve Karçal Dağı (3428 m)dır. Kars sınırında ise Yalnızçam Dağları (2957 m) bulunur. Arsiyon Dağı (3170 m), Parmak Dağı (2900 m), Çadır Dağı (3054 m), Kurt Dağı (3224 m) diğer yüksek dağlarıdır.
Çoruh Irmağının vadisi Artvin’i ikiye böler. Arazi çok engebelidir.
Ovaları: Artvin’de mühim ve büyük ovalar yoktur. Ova sayılan bir kaç düzlük vardır. Sundura deresinin Karadeniz’e döküldüğü yerde alüvyonlu bir saha ile Zeytinburnu’nda 3-4 kilometrekarelik bir düzlükten ibarettir. Artvin’de pekçok vadi vardır. Fakat dar ve derin olduğu için ekime pek müsait değildir. Vadilerin en büyüğü 100 km uzunluğundaki Çoruh Vadisi ile Berta, Ardanuç, Barhal ve Murgul vadileridir.
Akarsuları: Artvin ilinin en önemli akarsuyu Çoruh Irmağıdır. Artvin içindeki diğer akarsular ise Çoruh Irmağına dökülürler. Erzincan’ın Mescit Dağlarından çıkan Çoruh Irmağı Gümüşhane ve Erzurum’dan da geçer. Erzurum’dan geçerken Tortum ve Oltu çayları Çoruh’a karışır. 442 kilometrelik Çoruh Irmağının 150 kilometresi Artvin’den geçer. Bu ırmak Rus sınırından girip Batum’un güneyinde denize dökülür. Artvin’in diğer akarsuları ise; Murgul Deresi, Ardanuç Suyu, Berta Deresi, Deviskel Deresi ve Klaskur Deresi olup, hepsi de Çoruh Irmağı ile birleşirler.
Göller: Mühim ve büyük göl yoktur. Fakat “Karagöl” ismi verilen buzul göller vardır. Başlıcaları Horasan Dağı dibinde bulunan Karagöl, Ardanuç yakınında iki karagöl ile Şavşat ve Borçka yakınındaki Karagöllerdir. Şavşat yakınında yerden kaynayan göle ise Akgöl denir. Bu göllerin hepsinde bol mikdarda alabalık vardır.
İklim ve Bitki Örtüsü
Artvin’de iki farklı iklim görülür. Karadeniz kıyıları ılık ve yağışlıdır. İç kısımlar ve dağlık bölgelerin iklimi serttir. Kıyılarda yaz ve kış arasında büyük ısı farkı yoktur. Dağlık iç bölgede kışlar kar yağışlı ve yazları serin geçer. Sıcaklık -4 ile +23 derece arasındadır. Yağış farklılıklar gösterir. Hopa’da 2.069 milimetre iken, Yusufeli’nde 296 milimetredir. Kafkas Dağlarının sağladığı imkanla Hopa’da Akdeniz iklimi hüküm sürer.
Artvin ilinin üçte biri ormanlıktır. Ormanlar daha çok deniz kıyısındadır. Ekilen arazi 35.000 hektardır (çay bahçeleri dahil). Arazi kışın beyaz, yazın ise yemyeşildir. Vadiler, meyveliktir. Karadeniz sahilinde turunçgiller, zeytin ve çay yetişir.
Ekonomi
Tarım: Artvin’in ekonomisi tarıma dayanır. Ekime müsait arazinin az olmasına rağmen nüfusun % 80’i tarımla uğraşır. Fakat gelirin ancak % 30’u tarımdan sağlanır. Artvin’de en çok çay, patates, buğday, mısır, arpa, fasülye, soğan, tütün, pirinç; meyve olarak da; fındık, portakal, mandalina, elma, armut, üzüm, ceviz, kestane, kiraz, vişne, şeftali, erik ve kayısı yetişir.
Tarım henüz modern hale gelmemiştir. Zengin su potansiyeline rağmen sulama tesisleri çok azdır. Traktör ve teknik zirai araçların sayısı fazla değildir. 15 bin dönüm üzüm bağı vardır.
Hayvancılık: Mer’a ve otlakların azlığı ve karlı günlerin çokluğu sebebiyle hayvancılık gelişmemiştir. Komşusu Kars’da ise hayvancılık çok ileridir.
Ormancılık: Artvin orman bakımından çok zengindir. Yüzölçümünün % 35’e yakını ormanlıktır. Her sene 300 bin metreküp inşaat kerestesi ile 500 bin ster yakacak odun istihsal edilir. Ormanları ağaç cinsleri bakımından zengin ve verimlidir. Ormanlarında kızılağaç, kayın, gürgen, meşe, kestane, ladin, köknar, ardıç ve sarı çam bulunur.
Madenleri: Türkiye’nin en zengin bakır madeni rezervine sahip ili Artvin’dir. Murgul ve Kuvarskan’da bulunan bakır madenleri, Karadeniz Bakır İşletmeleri tarafından işletilmektedir. Ayrıca betonit, manganez, kurşun ve linyit yatakları vardır. Fakat bunlar henüz işletilmemektedir.
Enerji: Artvin, elektrik enerjisini Hopa termik santralı ile Tortum ve İkizdere hidroelektrik santrallarından temin eder. Ayrıca enterkonnekte sisteme bağlıdır.
Sanayi: Artvin’de sanayi muayyen kollarda sınırlıdır. Etibank’a bağlı Bakır İşletmeleri, kamu ve özel sektöre ait lif levha fabrika ve atölyeleri (senelik toplam istihsal 70 bin ton), çay ve kereste fabrikaları, mobilya, dokuma, gıda ve metal eşya imalathaneleri vardır.
Ulaşım: Ulaşım bakımından yetersiz olan Artvin’de demiryolu ve hava alanı yoktur. Ulaşım, denizyolu ve karayoluna dayanır. Hopa limanı her türlü gemilerin yanaşmasına elverişlidir. Sahildeki karayolu iyi kalitededir. Fakat içlere doğru giden yollar stabilize yollardır. Köyler ile kentler arasındaki yollar yetersizdir. Hopa limanının yükleme ve boşaltma kapasitesi 500 bin tona yakındır. Hopa-Artvin-Göle-Kars-Doğubeyazıt-Gürbulak yolu ile İran’a mal taşınır. Artvin-İstanbul 1361 km, Artvin-Ankara 997 km, Artvin-İzmir 1357 kilometredir.
Nüfus ve Sosyal Hayat
7436 kilometrekare yüzölçüme sahib olan Artvin’in, 1990 nüfus sayımına göre toplam nüfusu 212.833 olup, bunun 66.097'si şehirlerde, 146.736'sı köylerde yaşamaktadır. Nüfus yoğunluğu 29’dur.
Eğitim: Okur-yazar oranının en yüksek olduğu illerimizden birisi de Artvin’dir. Okur-yazar nisbeti % 90’dır. İlde 23 anaokulu, 479 ilkokul, 48 ortaokul, 8 mesleki ve teknik ortaokul, 9 lise, 12 mesleki ve teknik lise vardır. Bütün köylerde ilkokul vardır. Yüksek tahsile devam edenlerin sayısı, nüfusuna göre diğer illerden daha fazladır.
Örf ve adetler, folklor: Artvin’in kendisine mahsus zengin bir kültür ve folklor mirası vardır. Halk edebiyatı, el sanatları, eğlence, yemek ve kıyafet bakımından oldukça zengindir. Artvin’den yüzlerce şair yetişmiştir. Zuhuri, İzni, Keşfi, Didari, Efkari ve Ali Fahri gibi aşık ve şairler başlıcalarıdır. Halk oyunlarında Erzurum, Kars. Karadeniz ve Kafkasya’nın tesiri büyüktür. Başlıca oyunları : Sarıçiçek, Atabarı, Karabağ, Kubak, Uzundere, Delihoron ve Düzhoron’dur.
İlçeleri
Artvin’in biri merkez olmak üzere 7 ilçesi vardır.
Merkez: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 33.183 olup, 20.306'sı ilçe merkezinde, 12.877’si köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 14, Ortaköy-bucağına bağlı 5, Zeytinlik bucağına bağlı 13 köyü vardır. Yüzölçümü 1052 km2 olup, nüfus yoğunluğu 32’dir.
İlçe toprakları genelde dağlıktır. Toprakları sulayan Çoruh Nehri bu dağlık araziyi ikiye böler. Çoruh Vadisinde yer yer düzlükler vardır. Dağlar sık bir ormanla kaplıdır. Çok değişik ağaçlarla kaplı bu ormanlar aynı zamanda bir av sahasıdır.
Ekonomisi tarıma bağlıdır. Başlıca tarım ürünleri tahıl, mısır, fasülye, tütün, zeytin ve meyvedir. Hayvancılık ve ormancılık ekonomide önemli yer tutar. En çok sığır ve koyun beslenir. Arıcılık gelişmiş olup, balı meşhurdur. Lif ve levha fabrikası ilçenin tek sanayi kuruluşudur.
İlçe merkezi Çoruh Nehrinin iki yakasında dağların eteklerinde yer alır. İlçe belediyesi 1923’te kurulmuştur.
Ardanuç: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 17.782 olup, 5052’si ilçe merkezinde, 12.730'u köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 37, Aşağıırmaklar bucağına bağlı 11 köyü vardır. Yüzölçümü 969 km2 olup, nüfus yoğunluğu 18’dir.
İlçe toprakları dağlıktır. Dağlar derin akarsu vadileriyle parçalanmıştır. Doğu ve güneyinde Yalnızçam Dağları yer alır. Dağlarda birçok yayla vardır. İlçe topraklarından kaynaklanan suları Ardanuç suyu toplar. Karagöl adıyla bilinen üç ayrı göl bulunur.
Ekonomisi hayvancılığa dayalıdır. En çok sığır ve koyun beslenir. Hayvani ürünler Bülbülan Yaylasında pazarlanır. Tarıma elverişli arazi azdır. Akarsu vadilerinde buğday, arpa, tütün, ve mısır yetiştirilir. Küçük dokuma atölyelerinde şal denilen yünlü kumaşlar dokunur.
İlçe merkezi Ardanuç Suyu kenarında kalenin bulunduğu tepenin eteklerinde kurulmuştur. İ1 merkezine 42 km mesafededir. İlçe belediyesi 1945’te kurulmuştur.
Arhavi: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 18.351 olup, 10.048’i ilçe merkezinde, 8303'ü köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 21, Ortacalar bucağına bağlı 8 köyü vardır. Yüzölçümü 314 km2 olup, nüfus yoğunluğu 58’dir.
İlçe toprakları genelde dağlıktır. Dar bir kıyı şeridinin hemen ardından dağlar yükselir. Dağlar kayın, gürgen, kızılağaç, ladin, köknar ormanları ile kaplıdır.
Ekonomisi tarım ve ormancılığa dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri çay, fındık, meyve ve mısırdır. Ayrıca az miktarda buğday ve arpa yetiştirilir. Kıyı kesimlerinde balıkcılık yapılır. Dokumacılık yaygındır. Çay fabrikası ilçenin tek sanayi kuruluşudur.
İlçe merkezi, Arhavi Çayının Karadeniz’e döküldüğü düzlükte Karadeniz kıyı yolu üzerinde kurulmuştur. Rize-Hopa karayolu ilçe merkezinden geçer. İl merkezine 79 km mesafededir. İlçe belediyesi 1946’da kurulmuştur. Tabii güzelliği eşsiz olan bir ilçedir.
Borçka: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 30.329 olup, 6102’si ilçe merkezinde 24.227'si köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 19, Camili bucağına bağlı 5, Muvalı bucağına bağlı 7 köyü vardır.
İlçe toprakları, Doğu Karadeniz kıyı dağları ile kaplı bir alanda yer alır. Dağlar akarsu vadileriyle derin bir şekilde parçalanmıştır. En önemli akarsuyu Çoruh Nehridir. Aralık köyü yakınındaki Karagöl ilçenin tek gölüdür. Dağlar kayın, ladin, kızılağaç, kestane, meşe, köknar ormanları ile kaplıdır.
Ekonomisi hayvancılık ve tarıma dayalıdır. Ekime elverişli alanların az olması sebebiyle, tarım sınırlı olarak yapılır. Başlıca tarım ürünleri; mısır, tahıl, çay, tütün, fındık, patates ve elmadır. En çok sığır beslenir. İpekböcekciliği gelişmiştir. Borçka Devlet Kereste Fabrikası ilçenin tek sanayi kuruluşudur.
İlçe merkezi, Çoruh Irmağı kıyısında kurulmuştur. Hopa-Artvin karayolu ilçeden geçer. İlçe belediyesi 1927’de kurulmuş olup, 1928’de ilçe yapılmıştır.
Hopa: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 30.862 olup, 11.507'si ilçe merkezinde 19.355’i köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 17, Kemalpaşa bucağına bağlı 10 köyü vardır. Yüzölçümü 289 km2 olup, nufüs yoğunluğu 107’dir.
İlçe toprakları dar bir kıyı şeridi ile hemen ardından yükselen dağlarla kaplıdır. Güneyinde Balıklı Dağları yer alır. Dağların denize bakan yamaçları gür ormanlarla kaplıdır. Bol yağış aldığından toprakları yemyeşil bir görünüme sahiptir.
Ekonomisi tarım ve tarıma bağlı sanayiye dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri çay, fındık olup, ayrıca az miktarda elma, armut, pirinç ve turunçgiller yetiştirilir. İlin en çok çay üretimi yapılan ilçesidir. İlçe merkezinde ve Kemalpaşa bucağında birer çay fabrikası vardır. Kıyı kesimlerde balıkçılık yapılır.
İlçe merkezi Karadeniz kıyı yolunun bittiği yerde, deniz kıyısında kurulmuştur. İlçe tarım ve sanayi ürünlerinin satıldığı bir ticaret merkezidir. Karadeniz Bakır İşletmelerine bağlı Çakmakkaya te'sislerinden borularla Hopa limanına akıtılan derişik bakır, gemilerle Samsun’a gönderilir. İl merkezine 69 km mesafededir. İlçe belediyesi 1923’te kurulmuştur.
Murgul: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 11.951 olup, 4278’i ilçe merkezinde 7673’ü köylerde yaşamaktadır. Merkez’e bağlı 9 köyü vardır. Borkça ilçesine bağlı bucak iken 19 Haziran 1987’de 3392 sayılı kanunla ilçe merkezi haline getirildi.
İlçe toprakları genelde dağlıktır. Dağlar ormanlarla kaplıdır.Topraklarında bulunan bakır yatakları çok eski zamandan beri işletilmektedir.
İlçe ekonomisi bakır madenciliğine ve buna bağlı imalat sanayiine dayalıdır. Etibank tarafından çıkarılan bakır Hopa limanından gemilerle Samsun’a gönderilir. Çevreye yayılan bakır tozları ve Murgul Deresine akıtılan yıkama suları önemli ölçüde çevre kirliliğine sebeb olmaktadır. Murgul Vadisinde tarım yapılır ise de, bakırın sebeb olduğu çevre kirliliği verimi % 80 oranında düşürmüştür. Hopa ilçesine 20 km mesafededir.
Şavşat: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 33.315 olup, 4850'si ilçe merkezinde 28.465'i köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 35, Meydancık bucağına bağlı 14, Veliköy bucağına bağlı 12 köyü vardır. Yüzölçümü 1317 km2 olup, nüfus yoğunluğu 25’tir.
İlçe toprakları dağlıktır. Kuzey ve kuzeybatısında Karaçal Dağı, doğu, güney ve güneybatısında Yalnızçam Dağları yer alır. Topraklarından kaynaklanan sular ilçe sınırı dışında Çoruh Nehrine karışır. Berta Suyu vadisi, dağları derin biçimde parçalamıştır. Dağlar sarıçam ve köknar ormanlarıyla kaplıdır.
Ekonomisi tarıma dayalıdır. Ekime elverişli arazisi az olmasına rağmen elde edilen ürün fazladır. Başlıcatarım ürünleri patates, elma, buğday ve armut olup, ayrıca az miktarda arpa, mısır ve fasülye yetiştirilir. Hayvancılık ilçe ekonomisinde önemli yer tutar. Çok sayıda koyun beslenir. Arıcılık gelişmiştir. İlçe topraklarında çinko, bakır, kurşun, feldispat ve manganez yatakları vardır.
İlçe merkezi Ardahan-Kars karayolu üzerinde kurulmuştur. İl merkezine 67 km mesafededir. Eskiden Satlel adlı küçük bir köy iken Cumhuriyetten sonra Yeniköy adıyla bilinen bugünkü yerine taşındı. İlçe belediyesi 1928’de kurulmuştur.
Yusufeli: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 37.060 olup, 3954'ü ilçe merkezinde, 33.106'sı köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 23, Demirkent bucağına bağlı 6, Kılıçkaya bucağına bağlı 10, Öğdem bucağına bağlı 6, Sarıgül bucağına bağlı 8 köyü vardır. Yüzölçümü 2327 km2 olup, nüfus yoğunluğu 16’dır.
İlçe toprakları dağlıktır. Dağlar derin akarsu vadileriyle parçalanmıştır. Büyük bölümünü Doğu Karadeniz dağları kaplar. Dağlardan kaynaklanan suları Çoruh Nehri toplar. Önemli akarsuları Altıparmak ve Oltu çaylarıdır. Dağlar, ladin, köknar ve sarıçam ormanları ile kaplıdır.
Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri patates arpa ve buğday olup, az miktarda meyve ve sebze yetiştirilir. Çayırlarla kaplı yaylalarda hayvancılık yapılır. Sığır ve koyun en çok beslenen hayvanlardır. Arıcılık gelişmiştir. Ormancılık ve orman ürünlerinin işlenmesi ekonomide önemli yer tutar. İlçe topraklarında kaolin yatakları vardır.
İlçe merkezi Altıparmak Çayı vadisinin Çoruh Vadisine açıldığı kesimde kurulmuştur. İsmi, Osmanlı Padişahı Abdülaziz Hanın oğlu Şehzade Yusuf İzzeddin'e izafeten verilmiştir. Gelişmemiş bir yerleşme merkezidir. İl merkezine 81 km mesafededir. İlçe belediyesi 1950’de kurulmuştur.
Tarihi Eserler ve Turistik Yerleri
Artvin, tarihi ve tabii güzellikleri bakımından zengin bir ilimizdir. Karadeniz’in Antalya’sıdır. Turizme çok müsaittir. Gerekli yatırımlar sağlanırsa, çok kıymetli bir turizm merkezi olabilir. Borçka’da asırlık ormanlar, Şavşat ilçesi göllerinde, su yüzünde Yunus balıkları gibi gösteri yapan alabalıklar, senenin 12 ayında buzları erimeyen Altıparmak Dağları ve bunlara çarpan bulutların yağmur ve buz haline gelişinin gözle görülüşü, buradan ve diğer dağlardan akan buz gibi suları, Hopa koyu ve sahilin tabii güzelliği, derin vadiler ve koyu bir yeşillik, romatizmaya iyi gelen kaplıcaları ile Artvin çok güzel bir ildir. Yarlık Yaylası, Kafkasör mesire yeri, Gemya Dağı, Hopa-Sarp arası, Hatila Deresi görülecek yerlerdir. Artvin ilinde çok sayıda şifalı su vardır. Fakat bunların hepsinde yeterli tesis kurulmamıştır. Otingo Çermiği, Zeytinlik Çermiği (mide ve barsak hastalıklarına), Ilıca Köy Çermiği (romatizma hastalıklarına) ve Ciskaro Maden Suyu önemlileridir. Yalnız Hasan Maden Suyu, Acısu, Erenköy İçmesi (Borçka), Oruçlu İçmesi, Çirit Düzü ve Meşeli Maden Suları (Şavşat) diğer şifalı sulardır.
Kaleler: Artvin’de çok sayıda kale vardır. Artvin Kalesi, Köprübaşı semtinde Çoruh köprüsünün yanındadır. Şimdiki kale bu eski kalenin harabeleri üzerinde Osmanlı Devleti zamanında yapılmıştır. Ardanuç Kalesi, Adakale köyü yakınında olup, Gagratlılar tarafından yapılmıştır. Ferhatlı Kalesi, Ardanuç’un Ferhatlı köyündedir. Gürcü Kraliçesi Tamara’nın yaptırdığı Parik Kalesi, Şavşat’a 16 kilometre uzaklıkta Balıklı köyündedir.
Ayrıca Boselt, Kuvarshan, Melo, Şatlel, Ustamis, Babilhan, İşhan, Öğdem, Aşbişen, Nihah, Orşnak, Vecenkert, Petrikisman, Kalmaklı, Kalarçet, Yukarı Hud ve bunlara ilaveten on kale vardır.
Camiler, Salih Bey Camii: Korzul Mahallesinde Sancak Beyi Salih Bey tarafından 1793’te yapılan caminin sanat değeri çok yüksektir. İskenderpaşa Camii, Orta Mahalle Camii, Çarşı Camii ve Balcıoğlu Camii, Hopa’da Sugören Köyü Camii, Borçka’da Muratlı Köyü Merkez Camii, Şavşat’ta Cevizli, Yusufeli’de Kılıçkaya ve Demirkont camilerinin sanat değeri yüksektir.
Ortaköy Cuma Camii: Yüksek bir tepede eski bir kilise yıkıntısı üzerine inşa edilmiştir. Hamamlı Köyü Camii, kilise iken camiye çevrilmiştir.
Ayrıca Artvin’de cami haline getirilmiş 8 kilise vardır. Hamamlı (Dolisane) Camii girişinde güneş saati vardır. Tibet Kilisesi 1920 senesine kadar cami olarak kullanılmıştır.
Türbeler: Artvin’de Ardanuç yakınında Camandar Baba Türbesi, Seferpaşa Türbesi, Şavşat yakınında Zor Mustafa Bey Türbeleri yer alır.
Ayrıca Artvin’de Türklerin yaptığı pek çok tarihi köprü ve kemer vardır.
İslamiyet dairesi içine giren milletlerin edebiyatlarında yer alan şiir ölçüsü. "Yön, çadır direği, dar yol, bulut, ölçü ve örnek olan şey" gibi başlıca manaları yanında, beytin ilk mısraının sonlarına da aruz denmiştir. Beyt "ev ve çadır" demektir. Çadırı ayakta tutan ölçüdür. Bu bakımdan, çadır direği en uygun manadır.
Önceleri Arap şiirinde açık ve belirgin şekilde olmayan aruz veznini edebi bir ilim olarak İmam Halil bin Ahmed 701-775 (H.81-155) tedvin etmiş, sistemleştirmiş, böylece nazım ilmi kurulmuştur.
Aruzda harflerin harekeli ve sakin oluşu göz önüne alınmış, kısa ve uzun hece ayrımı yapılmıştır. Bu hecelerden cüzler, cüzlerden de vezinler ortaya çıkmıştır.
Cüzler, kısa ve uzun hecelerin belirli sayıda bir araya gelmesinden ortaya çıkar. Buna “tef’ile” de denir. Vezindeki parça ve bölüme “tef’ile” veya “cüz” denmektedir. Tef’ilelerin birleşmesinden de vezinler ortaya çıkmıştır.
İmam Halil aruzun esası olmak üzere 8 tef’ile tesbit etmiştir. Bu cüzlere “efa’il ve tefa’il” adı verilir. Bunlar: 1) Feulün, 2) Failün, 3) Mütefailün, 4) Müstefilün, 5) Mefailün, 6) Failatün, 7) Müfaaletün, 8) Mefulatü cüzleridir.
Arap Edebiyatında Nazım
Araplardaki ilk nazım şekilleri olarak görülen recez ve kasid’in birinci beytleri mutlaka kafiyelidir ve nazım; ahengini, vezin ve kafiye gibi iki temel unsurdan alır. Ayrıca kelimelerin mısra ve beyt içinde seçilerek yerine konulması üçüncü bir sebeptir. Araplar kasidenin yanında en çok recez nazım şekillerini kullanmışlardır. Zamanla İslam dairesine giren milletlerin edebiyatları ile temasta bulunmaları, konularda çeşitlilik, “rubai” ve “mesnevi” gibi yeni nazım şekillerinin ortaya çıkmasına sebeb olmuştur.
İslam medeniyeti dairesine giren milletler bu medeniyetin sunduğu değerleri almışlar veya az çok değiştirerek kendi bünyelerine uydurmuşlardır. Her millette şiir olduğuna göre bu dairenin içine girinceye kadar, bu milletler kendi ölçü ve birimlerini de getirmişlerdir. Bu dairenin içine ilk giren millet İranlılardır. Daha sonra Türkler, Hintler ve diğer bazı milletler de dahil olmuştur. İşte aruz İran’a bu şekilde geçti ve İran şiirinin, bilhassa İslamiyeti kabulden sonra ortaya çıkan yeni Farsça diye adlandırılan devrin şiirde veznini teşkil etti.
Ses yapısı ve hece teşkili bakımından Farsçanın aruza daha kolay adapte olduğu görüldü. İran nazmı, Arap nazım birimi olan beytin yanında, İslam öncesi edebiyatında olduğu gibi, mısraı birim kabul etti. Ayrıca aruz, İran edebiyatında bazı değişikliklere uğradı. Fars zevkı, Arap şiirinin bazı bahirlerini kabul etmeyerek, bir seçme ve tercihte de bulundu.
Her millette olduğu gibi Türklerde de İslamiyetten önce şiir vardı ve vezni parmak hesabı denen hece vezni idi. İslam medeniyeti içine girince, hece yanında aruz da kullanıldı. Ancak Türkler aruzu doğrudan Araplardan değil, İran yolu ile aldılar. Ayrıca her iki milletin nazım şekillerini de kullandılar. Farslarda olduğu gibi Türklerde de nazım birimi mısra idi. Türk edebiyatında aruz, intibak devrinde büyük bir eser olan Kutadgu Bilig’de görüldü. Burada Şehname’de olduğu gibi "Faulün, Faulün, Faulün, Faul" vezni kullanılmıştı. Dikkat edildiğinde bu veznin milli vezin olan heceye yakınlığı hemen görülür. İslam öncesi devreden günümüze kadar gelen hece vezni içinde on bir heceli vezin en çok kullanılanlar arasındadır. Kutadgu Bilig’de de işe buradan başlanmıştır. Zaten eserin içindeki dörtlükler nazım şeklinde de eskiye yer verildiğini açıkça göstermektedir. Buradan hareketle edebiyatımızda tuyuğ, murabba ve şarkı gibi nazım şekillerinin ortaya çıktığı da bir gerçektir. Hatta halk edebiyatı şairleri her iki vezne de yer vermişlerdir. Yunus Emre gibi şairler ise hece ve aruzla şiir yazdılar. Ayrıca on yedinci asır şairlerinden Aşık Ömer ve Katibi gibi şairlerin de her iki vezni kullandıkları görülür. Bu ikili durum daha sonraki asırlarda hem divan, hem de halk şairlerinde devam edecektir.
Türk edebiyatı içinde aruzun yerleşmesi ilk zamanlar Farsça ve Arapçayı bilen, yüksek tabaka da denen havass arasında görülmüştür. Bunlar işe; ilk önce bildikleri yabancı dilde ve aruz vezni ile şiirler yazmakla başlamışlardır. Farsça, kolaylığı ve Türkçe ile aynı bölgede bulunup yan yana yaşaması sebebiyle Arapçaya galebe çalmış, böylece ilk şiirlerde Farsça yer almıştır. Daha sonra Türkiye Selçuklularının son devirlerinde yavaş yavaş ortaya konan mülemmalar, belki bir noktada Türkçeyi aruza alıştırmış, neticede okur-yazar zümresi aruzu Türk şiirine getirmiştir. Ancak Hoca Dehhani gibi saray şairleri Farsçaya hakim olduklarından, Türk şiirine doğrudan doğruya aruzu getirmeyi başarmışlar ve aruzla gazeller yazmışlardır. Böylece aruzun nazma tatbiki başlamış ve bu konuda yazılan eserler daha sonra verilmiştir. On beşinci yüzyıldan itibaren aksamadan devam eden aruz vezni, 19. yüzyılda en mükemmel şekle ulaştı. Hatta tiyatro eserlerine bile uygulandı. Edebiyat-ı Cedide ve onları takib eden Fecr-i Ati topluluklarında serbest müstezada bile tatbik edildiği görüldü. Ancak 19. yüzyılın sonunda, aruzun mükemmel şekle ulaştığı bir zamanda, heceye rağbetin artması ile aruz hakkında münakaşalar ortaya çıktı ve bu vezne, karşı bir hareket başladı. Halbuki Türkçe en başarılı aruz örneklerini bu devrede veriyordu. Milli edebiyat cereyanının heceyi öne geçirme gayreti aruzu geride bıraktı ve bu veznin en son temsilcisi Yahya Kemal oldu.
Aruz vezninin esasını hecelerin mahiyet ve durumu (uzunluk-kısalık, kapalılık-açıklık hususları) teşkil etmektedir. Aruz vezninde, hecelerin sayısına bakılmaz, kalitesine (keyfiyetine) önem verilir. Bu bakımdan aruz, keyfi (qualitatif) bir ölçüdür. Halbuki hece vezni sayıya bağlı olup, kemmi (quantitatif)dir.
Aruzda hece çeşitleri:
1. Açık heceler - Kısa heceler; De-re, di-ri, a-da, i-ni, ı-şık, a-li gibi.
2. Kapalı heceler - Uzun heceler; Has-ret, ha-la, ha-li, sen-sin, ley-la, sa-ba, se-sin vs.
3. Bir buçuk (kapalı ve açık-uzun ve kısa) heceler; derd, di-yar.
Yalnız, kapalı uzun hece n ile biterse, bir uzun hece kabul edilir. Bir buçuk hece (– .) olmaz: Ci-han, derun, dil-hun, ner-min, der-man, han-man, ta-nin, zer-rin gibi. Az da olsa aruz kaidesi dışına çıkarak, bazı şairler bu durumdaki bir heceyi bir buçuk olarak kullanmışlardır.
Bir de mısra sonundaki hece, açık olsa bile, kapalı hükmündedir. Söy-le, se-se gibi.
Aruzdaki hece durumu göz önüne alınınca, Türk dilinde hecelerin daha çok açık tarafta kaldığı görülür. Bunun yanında Türkçede kapalı hece meydana getiren uzun seslerin bulunmayışı, Arapça ve Farsçaya göre, Türk nazmının aruza uymasında bir hayli geride kalmasına yol açmıştır. Bu iki dile nisbetle Türkçede aruz bazı hususları da beraberinde getirmiştir. İslami daire içine giren Türkçe, bir taraftan kültür ve inanç kelimelerini alırken, uyumu sağlayabilmek için kendi içinde de bazı hususlara yer vermiştir. Bilhassa 16. yüzyıla kadar geçen üç yüz senelik bir zamanda bu durumlar oldukça fazla görülmüş, bir yandan aruza uydurulmada kendine göre hayli yol almış, diğer taraftan yabancı dillerden alınan kelime ve tamlamalar gitgide Türk şiirini daha da ileri götürmüştür. Aruzla söylenen Türk şiirinin ahengindeki bu düzelme, zamanla daha da gelişmesine rağmen aşağıdaki hususlar görülegelmiştir.
Aruzun Türkçeye tatbikinde görülen belli başlı hususlar şunlardır:
1. Vasl:Ulama da denilen bu husus, sessizle biten bir kelimeden sonra, sesli bir harfle başlayan ikinci bir kelime arasında görülür. Bu, kapalı bir hecenin açılması içindir.
Allah/ adın zikr idelüm evvela
Vacib/ oldu cümle işde her kula.
beytinde veznin “failatün” olması için Allah ve vacib kelimelerinde görülür. Aslında (-) iken ulama yapılınca, (Allahadın, vaciboldu) (- . - -) durumuna düşer ve kapalı hece açılmış olur.
2. İmale:Buna uzatma da denir. Kısa ve açık bir hecenin uzatılarak kapatılmasıdır. Dilimizde uzun ses bulunmadığı için Türkçe kelimelerde görülen bu durum aruz için bir hata sayılmasına rağmen, göz yumulmuş ve hemen her şairde görülegelmiştir.
Ben didükçe / böyle kim kıl / dı Nedim'i/ natüvan
Gösterür engüşt ile meclisteki mina seni
- . - . /- . - -/. . - ./- . - (Ben didükçe böyle kim kıldı Nedim'i natüvan) mısraı; (- . - -/- . - -/- . - -/- . -) Ben didükçe böyle kim kıldi Nedim'i natüvan) şekline çevrilmiştir. Ayrıca ikinci mısradaki, meclisteki kelimesinde yine son hece (-ki), (-ki) olarak uzatılmış ve bir başka imaleye yer verilmiştir.
3. İmale-i memdude: Med adı da verilen bu uzatma asıl imaleye nisbetle sesçe daha çok uzatılır. Arapça ve Farsça kelimelerde bulunan bir uzun heceyi, bir uzun bir kısa olmak üzere, iki hece şeklinde okumaktır. Az olmakla birlikte Türkçe kelimelerde de rastlanır. Sadece uzun hecelerde değil, sonu iki sessizle biten hecelerde de imale-i memdudeye yer verilir. Hece sonlarındaki elif-nun harflerinden sonra yapılırsa aruz için kusurdur. Böyle olmakla birlikte en meşhur şairlerimiz bile buna göz yummuşlardır.
Nedim:
Nazdan hamuşsun yoksa zebanın duymadan
İstesen bin dastan söylersin ebrularla sen
derken, (naz) ve (muş) hecelerinde imale-i memdude denen iki adet bir buçuk heceye yer vermiştir. Ayrıca ikinci mısradaki dastan kelimesinde, ilk hece (das) şeklinde okunarak imale-i memdudeye yer verilmiştir. Yine Fuzuli’nin:
Aşk derdiy/le hoşem el / çek ilacum/dan tabib
— . ——/— . — —/ — . ——/— . —
Kılma derman/ kim helakim/ zehr-i derma/nındadur
— . — —/ — . — —/ — . — —/ — . —
Üç failatün bir failün cüzünden meydana gelen beytin birinci mısraındaki ilk cüzünde bulunan aşk (– .) kelimesi bir buçuk hece alınmıştır. Ayrıca Şeyh Galib:
Ey Hızr-ı fütadegan söyle
Bu sırrı idüp iyan söyle
Ketm etme yegan yegan söyle
Gam defterinin tamamı yok mu?
derken;
Mef u lü / me fa i lün / fe u lün
— — . / . — . —/ . — —
vezninde söylediği tardiyenin ilk üç mısrasındaki fütadegan, iyan, yegan kelimelerinde son heceler hep bir buçuk hece (– .) değerinde kullanılmıştır.
Türkçe kelimelerde de bir buçuk heceye yer verilerek imale-i memdude yapıldığı görülmüştür. Bôl bol, bir bir kelimelerindeki birinci hecelerin söylenişi gibi.
4. Zihaf:Arapça ve Farsçada yer alan ve uzun okunması gereken heceleri kısa okuma olup, mühim bir aruz kusurudur. Baki’nin:
Baş eğmezüz edaniye dünya-yı dun içün
Allahadur tevekkülümüz i’timadumuz
"Mefulü failatü mefailü failün" veznindeki bu beytinde ilk mısraının ikinci cüzündeki edaniye kelimesinin üçüncü hecesi zihaf için edaniye şeklinde okunmuştur.
Türk şiirinde hezec, recez, remel, muzari, müctes, hafif, mütekarib bahirlerine ait kırka yakın vezin kullanılmıştır. Yalnız bu vezinler kullanılırken, bazıları bir kısım nazım şekillerinde yer almıştır. Bunun yanında, yukarıda da zikrettiğimiz gibi, hece veznine uygun vezinlere öncelik verilmiştir.
Şiirimizde En Çok Kullanılan Aruz Kalıpları Şunlardır
1. Me fa i lün me fa i lün me fa i lün me fa i lün
. – – – / . – – –/ . – – –/ . – – –/
Sakın terk-i edebden kuy-i mahbub-ı Hudadur bu
Nazargah-ı ilahidür makam-ı Mustafa'dır bu
Nabi
Celaleddin-i Rumi'den dehen tolup olup pür fen
Bilüp ahbar-ı ahbarı tolu esrar-ı didaram
Muini
Hayal-i yar ile her şeb benim rü'yalarım vardır
Başumda say-ı zülfünden uzun sevdalarım vardır
Şemsi
2. Me fa i lün me fa i lün fe u lün
. – – – / . – – –/ . – –
Sunulmadı bana kahve dime sen
Nasibün var ise gelir Yemen'den
Nabi
3. Mef u lü me fa i lün mef u lü me fa i lün
– – ./ . – – –/ – – ./ . – – –/
Tiz olma te'emmül kıl her hale tahammül kıl
Allah'a tevekkül kıl tedbiri bozar takdir
Kemalpaşazade
4. Mef u lü me fa i lü me fa i lü fe u lün
– – ./ . – – ./ . – – ./ . – –
Yelkenle gelür baga levendane benefşe
Tüller takınır başına merdane benefşe
Şemsi
Tuti gibi hoş nükteler öğretdi zekanın
Baki gibi üstad-ı sühen-pervere cana
Baki
5. Mef u lü me fa i lün fe u lün
– – . / . – . – / . – –
Dil hasret-i gamla lal kaldı
Galib gibi bi-mecal kaldı
Gönderdiğim arz-ı hal kaldı
Elan bir ihtimal kaldı
İnsafın o yerde namı yok mu?
Şeyh Galib
6. Müs tef i lün (Dört adet)
– – . –
Karşında ben pervaneyim sen şem'-i tabansın bana
Aşkınla ben divaneyim sen afet-ı cansın bana
Kanuni (Muhibbi)
7. Müs tef i la tün (İki adet)
– – . – –
Gencinen olsam viran idersin
Ayinen olsam hayran idersin
Şeyh Galib
8. Müf te i lün me fa i lün
– . . – / . – . –
Aşk ile kendüden gider aşıka bir nida gelür
Yazusı yok kitab okur alim olur çıka gelür
9. Fa i la tün fa i la tün fa i la tün fa i lün
– . – – / – . – – / – . – – / – . –
Mürde ihya eyledin ey can safa geldün safa
Eyledün giryanunı handan safa geldün safa
Şemsi
10. Fe i la tün fe i la tün fe i la tün fe i lün
. . – – / . . – – / . . – – / . . –
Doğuyor ömrüme bir yirmi sekiz yaş güneşi
Sana baktıkça olur gönlüm uçan kuşlara eş
Cenab Şehabeddin
11. Müf te i lün fa i lün
– . . – / – . –
Kendimi cem eyledim bahr-ı musaffa gibi
Gökte süreyya gibi levh-i mualla gibi
12. Mef u lü fa i la tün (Müs tef i lün fe u lün)
– – ./ – . – – ( – – . – . – – )
Sözüm sirayet itse Mecnun-ı na-murada
Kuşlar kebab olurdu başındagı yuvada
Hayali
13. Mef u lü fa i la tü me fa i lü fa i lün
– – ./ – . – . / . – – ./ – . –
Aldın hezar bütgedeyi mescid eyledin
Nakus yerlerinde okutdun ezanları
Baki
14. Me fa i lün fe i la tün me fa i lün fe i lün
. – . – / . . – – / . – . – / . . –
Gamınla ülfetimiz var süruru n'eyleyelim
Safa-yı hatırımız yok huzuru n'eyleyelim
Naili
15. Fe i la tün me fa i lün fe i lün
. . – – / . – . – / . . –
Yine bir afitaba düştü gönül
Şeh-i ali-cenaba düştü gönül
Hayreti
16. Fe u lün fe u lün fe u lün fe ul
. – – / . – – / . – – / . –
Ne mir ü ne paşaya et iltica
Rahim ü kerim çün Hudadır Huda
Şeref Hanım
17. Mü te fa i lün fe u lün (Fe i la tün fa i la tün)
. . – – – / . – – ( . . – – / – . – – )
Ne beyan-ı hale cür'et ne figana takatım var
Ne reca-yı vasla gayret ne firaka kudretim var
Vasıf
Hıristiyanlıkta bir mezhep kurucusu. Miladın 270. yılında doğdu, 336 yılında öldürüldü. Teslise (Trinite) inanmadığı için, 312’de öldürülen Antakya piskoposu Lucian’ın talebesi olan Aryüs Libyalıdır. Hakiki Hıristiyanlıktan ayrılan kiliseye karşı gelmesi ile meşhurdur.
Hazret-i İsa’nın hak olan dini, kısa zaman sonra Yahudiler tarafından sinsice değiştirildi. Bolüs adındaki bir Yahudi, hazret-i İsa’ya inanır görünüp gökten inen İncil’i yok etti. Dört havari, yeniden İnciller yazdılarsa da, bunlara da Bolüs’ün yalanları karıştı. Uydurma İnciller zamanla çoğaldı. Bizans İmparatoru Konstantin önceleri putperestken, sonradan Hıristiyan oldu ve bütün İncillerin birleştirilmesini emretti. Konstantin, İncil’e önceki dini olan putperestlikten de bazı şeyleri sokturmuştu.
Aryüs, bu yeni İncil’in yanlış olduğunu, Allah’ın bir olup, İsa aleyhisselamın onun oğlu değil kulu olduğunu söyledi. İznik’te 325’te toplanan papazlar, Aryüs’ü aforoz ettiler, Aryüs Mısır’a kaçtı. Aryüs’e bağlı olanlar yok edilmeye başlandı. Konstantin pişman olup Aryüs’ü İstanbul’a davet ettiyse de gelirken öldürüldü.
Alm.Angebet und Nachfrage (f), Fr. Offre et demande, İng. Supply and demand. Bir malın üreticilerinin (müstahsilleri) belirli piyasa fiyatları ile satmaya hazır oldukları mal miktarına “arz” denir. Aynı şekilde bir malın tüketicilerinin (müstehlikler) belirli piyasa fiyatları ile o maldan almaya hazır oldukları miktarlara da “talep” denilmektedir.
Malı üretenlerin piyasadaki arz miktarını etkileyen başlıca faktör, piyasa fiyatıdır. Fiyatlar yükseldikçe normal bir durum olarak arz artar. Yüksek fiyatlar, daha yüksek maliyetlere katlanarak daha fazla mal istihsaline imkan verdiğinden piyasa fiyatları ile arz miktarı arasındaki münasebet doğru orantılıdır.
Talebi etkileyen temel faktör de malın piyasa fiyatıdır. Ancak arzın tersine fiyatlar düştükçe, tüketicilerin almaya hazır olduğu miktarlar artar. Dolayısiyle, piyasa fiyatı ile talep arasındaki alaka ters orantılıdır. Ancak diğer malların fiyatları, tüketicilerin tercihleri ile gelirin de talep üzerinde önemli etkisi vardır.
Bir mal piyasasında arz ve talebin esnek olup olmaması, başlıca üretici ve tüketicilerin piyasa fiatlarındaki değişmeye karşı, satmaya ve almaya hazır oldukları miktarlardaki değişmeyle alakalıdır. Esnek talep veya arz halinde, arz ve talep miktarları piyasa fiyatındaki en küçük bir değişme karşısında farklı hale gelir. Buna karşılık, esneksiz talep ve arz durumunda, fiyat ne kadar değişirse değişsin arz ve talep miktarlarında değişme yoktur.
Bir malın arz ve talebi bir başka ifade ile o maldan satılmaya hazır olunan miktarla, alınmaya hazır olunan miktarlar belirli bir piyasa fiyatında dengeye gelir. Bu fiyatın altındaki fiyatlarda talep fazlası; üstündeki fiyatlarda arz fazlası husule gelir. Talep fazlası durumunda arz yeterli olmayacak, tüketiciler istediği malı te’min etmek için daha yüksek fiyatlarla aynı miktarda malı satın almaya hazır olacaklardır.
Arz fazlası olunca bu durumda üreticiler stokları önlemek için daha düşük fiatlarda aynı miktar malı satmayı kabul edecekler, böylece fiyatlar düşecektir.
Bir ekonomide tek bir malın arz ve talebinin yanısıra toplam arz ve talepten de söz edilebilir. Toplam arz ve talep dengesi belirli bir fiyatlar genel seviyesinde sağlanır. Toplam arz fazlası işsizliğe, toplam talep fazlası ise enflasyona yol açar. Toplam arz-talep dengesine “iktisadi istikrar” adı verilir. İslamiyette de alış-verişler arz ve taleb usulüne göre yürür.
Alm. Strabenschrciber, Fr. Requerant, İng. Street letter writer. Eskiden adliye veya belediye gibi devlet dairelerinin yakınında, köşebaşlarında; halkın dilekçe, mektup yazmak gibi işlerini yapan kişi.
Arzuhalcilik karlı ve geçerli bir meslekti. Osmanlılarda arzuhalcilik bir teşkilata bağlı olarak, resmi müsaade ile yapılırdı. Arzuhalci olmak isteyen bir kimse, Arzuhacibaşı, Divan-ı hümayun çavuşları, ocağın zabitlerinden çavuşlar emini ve katibinden müteşekkil bir kurul önünde imtihan verir; kazandığı takdirde arzuhalciliğe kabul edilirdi. İmtihanda, kanun bilgisi ve yasak edilen şeyleri bilmek gibi vasıflar aranırdı.
Arzuhalcinin yegane sermayesi; küçük bir masa ile bir kaç divit veya kamış kalem, bir mikdar kağıt, zarf ve kurutma tozundan ibaretti. Genellikle bunlar güngörmüş, namuslu, hukuki meseleleri iyi bilen, ihtiyar halkın sempatisini kazanmış kişilerdi. Halkın her çeşit ihtiyacına cevap veren arzuhalcilerde, bazan acelesi olanlar için hazır yazılmış mektuplar bulunurdu. Bugün eski divitler yerine daktilolar kullanan arzuhalcilere, Hükumet Konağı ve Vergi Daireleri yakınlarında nadir de olsa rastlamak mümkündür.
(Bkz. Kakum)
(Bkz. Feraiz)
(Bkz. Sinir Hastalıkları)
Günümüz şair ve yazarlarından. 1907’de İstanbul’da doğdu. Özel hocalardan ders aldı. Sekiz sene Galatasaray Sultanisinde okudu. Adliye Meslek Mektebini bitirerek Üsküdar Asliye Ceza Mahkemesi katibi oldu. Uzun süre Devlet Deniz Yollarında çalıştı. İ.Ü.Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümünde kitaplık memuruyken, 1958 senesinde öldü. Beylerbeyi Küplüce Mezarlığına gömüldü.
Divan edebiyatı ile Fars edebiyatını çok iyi bilirdi. 18 yaşına kadar klasik edebiyatımıza uygun şiirler yazdı. 1937’den sonra batı tarzı şiir yazmaya başladı. Şiirleri üç kitapta toplandı. Şiirleri daha çok Ahmet Haşim’in şiirlerini andırıyordu. Ona göre şiir; “Kelimelerin bir araya gelmesinden hasıl olan büyük bir kelimeden başka birşey değildir.”
Şiirleri çeşitli dergilerde yayınlandı.
Eserleri: He, Lamelif, Om Mani Padme Hum, Mevlana, Molla Cami, Eşrefoğlu Divanı, Divan Şiirinde İstanbul, Naima, Mevlana ve Mevlevilik, Seçme Rubailer, Ömer Hayyam vs. dir.
Osmanlı devlet adamlarından ve şairlerinden. Sadrazam Topal Osman Paşazade Ratib Ahmed Paşanın oğludur. Doğum tarihi ve yeri bilinmemektedir. Sarayda tahsil görüp yetişti. Devrine göre tahsilini tamamladıktan sonra kapıcıbaşı olarak memuriyete atıldı.1757 senesinde Beylerbeyi rütbesiyle Köstendil mutasarrıflığına tayin edildi.1763 senesinde Hotin Muhafızı oldu. Daha sonra orduda çalışmaya başladı. 1768’de vezirlikle Selanik Valisi oldu. Bir sene sonra da Halep valiliğine tayin edildi ve bir sene kadar görev yaptıktan sonra Vidin valiliğine getirildi. 1771’de Belgrat, 1775’te İnebahtı, 1776’da Konya, 1778’de ikinci defa Halep’te valilik yaptı. İkinci defa Halep Valisiyken aynı zamanda Bender Muhafızlığı görevini de üstlendi. 1780 senesinde Rumeli Valisi oldu ve aynı sene Belgrat’tayken vefat etti.
Asaf Mehmed Paşa iyi bir idareciydi. Şiirle meşguliyeti az olmakla birlikte, şairane ve hakimane şiirleri vardır. Asafi mahlasıyla şiirler yazan Asaf Paşanın şiirleri o devrin bazı mecmualarında yayınlanmıştır.
ASAKİR-İ MANSURE-İ MUHAMMEDİYE
Sultan İkinci Mahmud’un yeniçeri ocağını ortadan kaldırmasından sonra bu teşkilatın yerine tesis edilen ordunun adı. Sultan Mahmud Han, bir anarşi yuvası haline gelen Yeniçeri ocağını, 1826’da Ağa Hüseyin Paşanın da desteğiyle lağvetti. Bu durum, Osmanlı tarihinde “Vak’a-i hayriyye” adıyla anıldı. Lağvedilen ordunun yerine Peygamber efendimizin adına izafeten “Asakir-i Mansure-i Muhammediye” teşkilatını kurdu. Ağa Hüseyin Paşayı serasker ünvanıyla bu teşkilata komutan tayin etti. 7 Temmuz 1826’da bu teşkilata ait bir kanunname hazırlattı.
Bu ordunun teşkilatlanmasına ilk olarak İstanbul’da “tertip” adı verilen sekiz alayın kurulmasıyla başlandı. Sekiz alayın ikisi Serasker kapısında, diğer altı alay ise, o zamanlar inşası devam eden Davud Paşa ve Üsküdar kışlalarındaki barakalarda iskan edildi. Hazırlanan nizamnameye göre kimliği belirsiz kimselerle, dönmeler bu teşkilata alınmayacaktı. Şartları elverişli ve yaşları on beş ile otuz arasında bulunanların kaydı yapıldı. On beş yaşından küçük olanlar için, Şehzadebaşı’ndaki eski acemi ocağı kışlası talimhane olarak tahsis edildi.
Yeni ordunun ilk mevcudu 12.000 kişi olup, 1500’er kişilik sekiz tertibe ayrılmıştı. Mevcud sekiz tertibin hepsine birden kumanda eden bir baş binbaşı vardı. Her tertibin mevcudu binbaşı, kolağaları, topçubaşı, arabacıbaşı, mehterbaşı, imamlar, hekim, cerrah vb. ile beraber 1527 kişiyi buluyordu. Her tertip, “saf” adıyla on beş kısma taksim olunup, her biri yüzbaşıların kumandasında idi. Ayrıca her safta bir de top bulunurdu. Bu toptan topçubaşı sorumlu idi. Yüzbaşının rütbe olarak altında iki yüzbaşı mülazımı, bir sancaktar, bir çavuş ve onbaşı bulunurdu.
Bu sistem 1828’de değişikliğe uğrayıp tertip tabiri Alay’a, saf tabiri de Bölük’e çevrildi. Bu süre içinde teşkilat büyüdü ve iki alaya bir Mirliva kumanda etmeye başladı. Ordu aynı zamanda Üsküdar ve İstanbul olmak üzere ikiye ayrılıp, her kısmın başına Ferikler tayin edildi. Yeni ordunun seraskerlikten sonra gelen en yetkili makamı Asakir-i mansure nezaretiydi. Ordunun maaş gibi işlerinden nazır mesuldü. Yeni ordunun giderleri Mansure hazinesi adıyla kurulan ve yeni gelir kaynakları olan bir hazineden sağlanırdı.
Asakir-i Mansure ordusunun kuruluşundan iki sene sonra Rusya ile savaş başlamasına rağmen, ordunun teşkilatlanmasına devam edildi. 1834’te ordunun subay ihtiyacını karşılamak üzere Harbiye Mektebi açıldı ve Avrupa’ya talebe gönderildi. Aynı sene Asakir-i Mansure tabiri yerine Asakir-i Nizamiye denildi ve bu tabir uzun süre kullanıldı. 1836’da şimdiki askeri teşkilatımızda olduğu gibi belirli bir süre askerlik hizmeti yapılmasını öngören “Redif” teşkilatı kuruldu. 1879’da seraskerliğin yerini harbiye nezareti aldı ise de, 1884’te tekrar seraskerliğe döndürüldü. 1908’de ise harbiye nezareti, kesin olarak seraskerliğin yerini aldı.