İstanbul’da yapılan en eski cami. Emevi kumandanlarından Mesleme bin Abdülmelik tarafından 717 senelerinde İstanbul-Karaköy’de yaptırıldı. Mesleme bin Abdülmelik büyük bir ordu ile Çanakkale’den Gelibolu, Edirne sonra İstanbul’a geldi. Galata’yı ele geçirerek yedi sene kaldı. Çok sıkıntı ve hastalık çektiklerinden buraya "Kahr köyü" ismini verdiler. Şimdi "Karaköy" denilmektedir. Muhyiddin-i Arabi hazretleri, Müsamere kitabında Mesleme’nin İstanbul seferini uzun anlatmaktadır. Mesleme çekilince Rumlar verdikleri sözü bozup camiyi kilise yaptılar. Dördüncü Murad Han zamanına kadar kilise olarak kalıp 1637’de eski yeri keşfolunarak mescide çevrildiği Fezleke-i Tarih-i Osmani’nin yüz altmış altıncı sayfasında yazılıdır. Birinci Sultan Mahmud Hanın annesi Saliha Sultan, camiyi 1735’te yeniledi. 1807 yangınında yanıp, yeniden tamir edildi.
Galata semtinin en büyük camiidir. Cami, dikdörtgen şeklinde ve ahşap tavanlıdır. Mihrab duvarına bitişik dört köşe minare ve minarenin altından geçen dehliz, caminin en karakteristik kısımlarıdır. Üç kapısı vardır. Caminin bütün özelliklerinin en güzeli ve değerlisi mihrabında toplanmıştır. Buradan caminin bugünkü haliyle, on üçüncü yüzyılda yapıldğı açıkça anlaşılır. Arab üslubunu hatırlatmak için bir de son cemaat yeri eklenmiştir.
(Bkz. İslami Edebiyat)
Nuh aleyhisselamın en büyük oğlu Sam’ın neslinden yani Sami ırkına mensub büyük bir kavim. Arab, lügatte "güzel" demektir. Coğrafya terimi olarak; Arabistan Yarımadasında doğup büyüyen, oranın iklimi, havası, suyu ve gıdası ile yetişen ve onların kanından olan kimselere verilen addır. Araplar, beyaz ve buğday benizli olur.
Araplar tarihte; Hicaz, Yemen, Mısır, Kuzey Afrika, Irak, Suriye ve Filistin bölgelerinde yaşamış, bir çok devletler ve medeniyetler kurmuşlardır. Kendilerine, imana ve hak yola davet etmek için Allahü teala tarafından bir çok peygamber gönderilmiştir.
Nuh aleyhisselamın oğlu Sam’ın neslinden olan Araplar; Arab-ı Baide, Arab-ı Aribe, Arab-ı Müsta’ribe ve Arab-ı Müsta’cime olmak üzere dört kısma ayrılır:
Arab-ı Baide; Nuh aleyhisselamdan sonra, Arabistan Yarımadasında yerleşen, geçmiş peygamberlerin zamanlarında kendileri ve nesilleri ortadan kalkmış Arablardır. Ad, Semud ve Amalika kavimleri bunlardandır.
Arab-ı Aribe; Baide Araplarından sonra Yemen’de yerleşen Kahtan evlatlarına denilmiştir. İsmail aleyhisselamın Kahtanoğulları neslinden olan Cürhümlülerden kız alıp, bütün evladı, ana tarafından Kahtan neslinden olduğu için, bazı tarihçiler bütün Araplar Kahtan neslindendir demişlerdir. Aslında Arab-ı Baide denilen birinci kısım Araplardan başka bütün Arap kabileleri iki kısım olup, birinci kısım Kahtan’ın, ikinci kısım ise İsmail aleyhisselamın neslindendir. Kahtan’ın neslinden Seba, Himyer, Evs ve Hazreç kabileleri gelmiştir.
Arab-ı Müsta’ribe; İsmail aleyhisselamın on iki evladının Arab-ı aribe ile karışmasından meydana gelen kabiledir. İsmail aleyhisselamın oğullarının her birisi bir kabilenin atasıdır. Kayzar en meşhuru olup, Peygamber efendimizin büyük atasıdır. Kayzar’dan sonra gelen kabileler, Mezopotamya’ya ve Hire taraflarına yayılmıştı. Asurluların zulüm ve işkenceleri yüzünden Kayzaroğullarından ve Resul-i ekremin yirminci dedesi Adnan’ın oğlu Mead, Mekke civarına yerleşti. Bunun torunu olan Mudar ve Rebia’dan gelen kabileler bölgede çok meşhur oldu.
Rebiaoğulları kabilesinden meydana gelen bir çok büyük kabile Irak taraflarına yerleşti. Beni Hanife, Beni Zehl, Beni Esed, Beni Kahil, Beni Saleb ve Beni Abdilkays taifeleri, Rebiaoğulları kabilelerinin meşhurlarıdır.
Mekke, Medine ve Hicaz bölgesinde yerleşmiş olan Araplar ise, Mudaroğulları kabilesindendi. Çoğu Mekke'de otururdu. Arabın en fasihleri olduklarından, bütün Arap kabilelerinin en üstünü sayılırlardı. Mudaroğullarından birçok kabile meydana gelmiştir. En meşhuru Beni Kays Geylan kabilesi idi. Bu kabileden de; Beni Hilal, Beni Bahile, Gatafan, Beni Abs, Beni Fezare, Beni Zibyan, Beni Selim ve Hevazin kabileleri meydana geldi. Hevazin kabilesi, Beni Kays’ın en büyük kabilelerindendir.
Çeşm bin Beni Bekr, Sakif, Nasr bin Muaviye, Ed bin Tanca bin İlyas kabileleri de Hevazin kabilesinden meydana gelmiştir. Ed bin Tanca kabilesinden de en meşhurları; Beni Temim ve Beni Hanzala bin Malik olmak üzere ondan fazla kabile meydana geldi.
Beni Huzeyl kabilesi, Müdrike bin İlyas bin Mudar’ın oğlu olan Huzeyl’in neslinden gelen kabiledir. Bu kabileden de Beni Sa’d adında bir kabile hasıl oldu. Beni Esed bin Huzeyme bin Müdrike ve Beni Kinane bin Huzeyme bin Müdrike kabilelerinden de bir çok kabileler ortaya çıktı. Bu kabilelerin hepsine Kinani denirdi. Meşhurları; Beni Medlec, Beni Gıfar, Beni Melkan ve Dayil taifeleriyle, Peygamber efendimizin soyundan gelmiş olduğu Nadr bin Kinane kabilesi idi. Nadr’ın lakabı Kureyş olduğundan daha sonraları bunun neslinden olan bütün kabile ve taifelere Kureyş, Kureyşi ve Kureşi denilmiştir. Kureyş kabilesi de; Haşimi, Emevi, Nevfel, Abdüddar, Esed, Teym, Mahzum, Adiy, Cumah ve Sehm adında on kola ayrılmıştı. Peygamber efendimiz Kureyş kabilesinin Haşimoğulları sülalesindendi. Peygamber efendimizin nesli de kızı Fatıma’nın oğulları Hasan ve Hüseyin’den (radıyallahü ahnüma) çoğalarak bugüne kadar devam etmiştir. Hasan’ın (radıyallahü anh) evladına Şerif; Hüseyin’in (radıyallahü anh) evladına Seyyid denir.
Arab-ı Müsta’cime; Arapların İslam dininin doğmasından sonra, bu dini yaymak ve Allahü tealanın ismini yüceltmek için dünyanın diğer memleketlerine giderek başka milletlere karışmasından meydana gelen Araplardır. Peygamber efendimizin vefatından sonra, Eshab-ı kiramın hepsi, sonra da evladı, İslam dininin verdiği gayretle doğuda Hindistan ve Çin’e, batıda Atlas Okyanusu ve İspanya’ya, Afrika’da Büyük Sahra ve Sudan çöllerine, kuzeyden Suriye, Irak, Kıbrıs, İstanbul ve Hazar denizine kadar yayıldılar.
Tarihte bir çok devletler ve medeniyetler kurmuş olan Arap kavmine zaman zaman kendilerini hak yola ve kurtuluşa davet eden peygamberler gönderilmiştir. Bu peygamberlerin davetine uymayan Arab kabileleri, Allahü teala tarafından çeşitli şekillerde helak edilmişlerdir. Arabların İslamiyetten önceki devrine Cahiliyye devri denir. Bu devir, kötülüklerin en çok olduğu, eşi emsali görülmemiş suçlar, kötü fiillerin işlendiği kara bir zamandır.
Nesep, soy ilmi Araplar arasında çok önemli olup, her Arap kendi aslına ve nesline çok önem verirdi. Sülalesini kuşaktan kuşağa, hal tercümeleri ile ezberletip, çocuk ve torunlarına öğretirlerdi.
Araplar arasında cömertlik üstün bir vasıf olarak kabul edilirdi. Hac mevsiminde Mekke’ye gelen misafirlerin ağırlanması ile Kabe hizmetlerine çok önem verilirdi.
Bugün Arabistan Yarımadasında Arap soyundan kimse kalmamıştır. Mekke ve Medine’de oturanlar, dışarıdan gelip yerleşenlerin neslidir.
(Bkz. Karasu-Aras Dağları)
Doğu Anadolu’nun kuzey kısmında doğup aldığı birçok kollarla büyüyerek, Türkiye içinde 441 km yol kat ettikten sonra, Kafkasya’nın güneydoğusunda Mugan önünden geçerek, Hazar Denizine dökülen ve bütün uzunluğu 920 km olan ırmak.
Bingöl Dağları ile Palandöken Dağlarından inen kollarla beslenip büyür. Şahvelet, Nalbant ve Sakaltutan dağlarından gelen kollarla kuvvetlenir. Topçu ve Sakaltutan dağları arasındaki bir vadiden Pasinler Ovasına girer. Pasin Çayı ile birleşir. Bir çok dar vadi ve ovalardan geçerek Türk topraklarından çıkar ve 140 kilometrelik kısmı Türk-Rus sınırını teşkil eder. Daha sonra İran topraklarına girer. İran-Azerbaycan sınırına kadar akar. Sarısu ve Kura ırmağı ile birleşip Hazar Denizine dökülür.
Aras’ın geçtiği vadiler bölgeye göre oldukça ılımlıdır. Bu vadide ılık iklim bitkileri yetişir. Aras’ın geçtiği vadi, Erzurum ve Kars yaylasında tabii bir yol vazifesi görür. Aras Irmağından, Pasinler ve Iğdır ovalarının sulanmasında faydalanılır. Akışı düzensiz olduğundan ulaşıma elverişli değildir. Irmakta bol alabalık vardır.
Aras Irmağı ile ilgili birçok efsaneler vardır. Aras vadisi ilk çağlardan beri yerleşim merkezi olmuştur. İranlılar, Nehr-i Aras, Araplar Al-Ras derler. İlk ismi Arakses’tir. Aras’tan eski tarih kitaplarında ve din kitaplarında bahsedilir. Rivayetlere göre Aras Vadisinde bin şehir ve beş bin köy kalıntısı vardır. Aras; Nil, Dicle ve Fırat’tan sonra dördüncü kutsal akarsu olarak kabul edilir.
Eski çağlardan bu yana çeşitli millet ve devletler Aras Vadisinde yaşamışlardır. Arkeolojik bakımdan dünyanın en zengin bölgelerinden biridir. Bu vadi, bin seneye yakın zamandan beri Türklerin elindedir.
(Bkz. Mahşer)
(Bkz. Toprak Hukuku)
(Bkz. Kanunname, Toprak Hukuku)
Alm.Arbitrage (f), Fr. Arbitrage, İng. Arbitrage. Farklı piyasalarda, yurt içinde ve yurt dışında ortaya çıkan fiyat dalgalanmalarından faydalanmak gayesiyle döviz, değerli maden ve kıymetli evrak alım-satımı yapmak. Mesela yabancı paraların kur farklarından kazanç sağlamak gayesiyle, bir dövizin ucuz olarak satıldığı bir piyasadan alınıp, pahalı olduğu bir piyasada satılması “Arbitraj” işlemidir.
Doğu Anadolu'da yer alan bir ilimiz. Kars iline bağlı ilçeyken 1992 senesinde il merkezi oldu. Artvin, erzurum illeri ve Gürcistan sınırıyla çevrilidir. Trafik numarası 74'tür.
Tarihi
Ardahan çok eski bir tarihe sahiptir. İlk bilinen sakinleri Hurrilerdir. Daha sonra Hititlerin hakimiyetine girdi. Bölge daha sonra Urartuların işgaline uğradı. Asurlular ve Babiller bölgeye hakim olmak istedilerse de başarılı olamadılar. M.Ö. 7. asırda Perslerin istilasına uğradı. M.Ö. 4. asırda Makedonya Kralı İskender, Persleri yenerek burasını ele geçirdi. M.S. 395'te Roma ikiye bölününce, bu bölge de bütün Anadolu gibi Bizans İmparatorluğunun payına düştü. Sultan Alparslan 1068'de Ardahan'ı fethederek Türk topraklarına kattı. Böylece 1071 Malazgirt Zaferinde önce Anadolu'nun ilk fethedilen parçalarından biri de Ardahan olmuştur.
Ardahan, Türk hakimiyetine girdikten sonra sırsıyla İlhanlılar, Celayirliler, Timurlular, Karakoyunlular ve Akkoyunlular bölgeye hakim oldular. Akkoyunlu İmparatorluğu yıkılınca, bölge Safevilerin eline geçti. Kanuni Sultan Süleyman Hanın ilk yıllarında bölge Osmanlı hakimiyeti altına girdi. Ardahan Kalesi uzun yıllar Osmanlı topraklarını Kafkasya'dan gelen saldırılara karşı koymada yardımcı olmuştur. 1878 Ayestefanos Antlaşmasıyla Rusya'ya verilen bölge, 1918 Brest-Litovsk Antlaşmasıyla geri alındı. 26 Nisan 1919'da Gürcülerin işgaline uğradı. Gürcistan'ın Kızılordu tarafından işgali üzerine Gürcistan Hükümeti, 23 Şubat 1921'de Ardahan, Çıldır ve Posof'u Türk Hükümetine bıraktığını açıkladı. Doğu sephesi birlikleri de aynı gün harekete geçerek, bölgeyi Türk topraklarına kattı. Cumhuriyetin ilk yıllarında il iken, 1926'da Kars iline bağlı bir ilçe durumuna getirildi. 1992 senesinde tekrar il oldu.
Fiziki Yapı
İl topraklarının büyük kısmı dağlar ve yüksek yaylalarla kaplıdır. Akarsu vadileri boyunca uzanan ovalar vardır.
Dağlar: Ardahan il toprakları, genelde iki bin metreyi aşan dağlık bir arazide yer alır. Topraklarının büyük kısmını güneybatı-kuzeydoğu doğrultulu Yalnızçam Dağları engebelendirir. Yalnızçam dağ silsilesinin en yüksek noktası Güze Dağı (3167 m)dır. Güneybatısında yer alan ve Çıldır Gölüne kadar uzanan Allahüekber Dağları bazı bölgelerde Kars'la tabii sınırı meydana getirir. Çıldır Gölünün doğusunda yer alan akbaba Daı (3026 m) Gürcistan sınırında bir yay gibi uzanır. Plato alanında yer yer yükselen dağ kütleleri kabak Dağında 3054 metreye ulaşır.
Ovaları: Akarsular boyunca devam eden vadiler bazı yerlerde genişleyerek ovaları meydana getirir. Başlıca ovaları şunlardır: Ardahan Ovası: Kura Irmağı ve kollarının taşıdığı alüvyonlarla meydana gelmiştird. Ortalama 1800 m yükseklikteki ovada sert iklim şartları yüzünden tarım sınırlı olarak yapılır. Zengin çayır örtüsü hayvancılığı ön plana çıkarmıştır. Göle Ovası: Göle ilçesinde yer alan ova, 2000 m yüksekliktedir ve 150 km'ye yakın bir alanı kaplar. Anadolu'nun en soğuk bölgelerinden olan ova, tarıma elverişli değildir. Ovanın gür otlarla kaplı çayırları, önemli bir hayvancılık alanıdır. Ayrıca fazla büyük olmayan Zaruşad, Haçuvan ve Henak ovaları da vardır.
Akarsuları: Ardahan ili karasu yönünden zengindir. İl topraklarını Kura Irmağı sular. Dağlardan kaynaklanan suları taşıyan küçük akarsular Kura Irmağına katılır. Gürcistan'da Kura Irmağına katılan Posof Çayının bir kısmı Gürcistan-Türkiye tabii sınırın meydana getirir. Çıldır Gölünün sularını boşaltan Cara Deresi, il topraklarından çıktıktan sonra Kars Çayına dökülür.
İklim ve Bitki Örtüsü
İklim: Ardahan ilinde sert bir yüksek yayla iklimi hakim sürer. Sibirya yüksek basınç merkezinin tesiri altında olduğundan, kış yedi ay devam eder. Kar yağışı fazla olduğundan, toprak uzun müddet karla kaplı kalır. İlkbahar ve sonbahar mevsimleri yok denecek kadar kısa sürer.
Bitki örtüsü: İl topraklarının büyük kesimi çayır ve mer'alarla kaplıdır. Orman yönünden fazla zengin değildir. Dağ eteklerinde çam ağaçları yer alır.
Ekonomi
Ardahan ilinin ekonomisi hayvancılık ve tarıma dayanır. Sanayi ve turizm sektörü fazla gelişmemiştir.
Hayvancılık: Geniş mer'a ve çayırlarındaki zengin bitki örtüsü hayvancılığın gelişmesini sağlamıştır. En çok sığır ve koyun beslenir. Koyun yetiştiriciliğinde mor ve ak karaman, sığır besiciliğinde ise yüksek verimli Doğu Andolu kırmızısı vezavod veya kalakan türleri hakimdir. Arıcılık gelişmiştir.
Tarım: Elverişsiz iklim şartları tarla tarımını engeller. Akarsu boylarında tarım yapılır. Buğday, arpa, çavdar ve az miktarda patates yetiştirilir.
Sanayi: Ardahan'da sanayi fazla gelişmemiştir. İlde hayvancılığa bağlı olarak süt toplama merkezleri, küçük çaplı mandıralar yer alır. En büyük sanayi kuruluşu Karset'tir. Bu kuruluş hayvan besiciliği ve hayvan ürünleri imalatı yapar.
Ulaşım: Ualşım karayoluyla yapılır. Demiryolu bağlantısı ve havaalanı yoktur.
Nüfus ve Sosyal Hayat
Nüfusu: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 170.117 olup, 34.038'i şehirlerde, 136.079'u köylerde yaşamaktadır. Yüzölçümü 6107 km2 olup, nüfus yoğunluğu 28'6dir.
Örf ve adetler: Eski devirlerden bu yana pekçok kavim, millet ve medeniyetlerin gelip geçtiği bu bölgede Türk-İslam kültürü hakimdir. Giyim ve kuşamda Kafkasya'dan gelen Türkmen, Kıpçak, Azeri ve Kumanların tesiri hakimdir. Kadınlar başlarına yazma biçiminde leçik veya vala, evli kadınlar gümüş para ve boncuklarla işlenmiş puşi bağlarlar. Boylama denilen entari kullanırlar. Önleri düğmeli gofta ile düğmesiz pilati gömlek giyerler. Erkekler kara yünden örülen kalpak giyerler. alt kısma Azeri veya Ardahan şalvarı, sırta açık renkli kumaştan uzun kollu bileksiz ve yakasız "köynek" giyilir. İnce deriden yapılan bacağı ve ayağı iyice saran "civeki" denilen çizme kullanılır.
Eğitim: Ardahan ili eğitim bakımından bölge ilerine nazaran oldukça iyi sayılır. Okur-yazar oranı yüksektir. Okulsuz köy yoktur.
İlçeleri
Ardahan'ın biri merkez olmak üzere altı ilçesi vardır.
Merkez:
1990 sayımına göre toplam nüfusu 52.574 olup, 16.761'i ilçe merkezinde, 35.813'ü köylerde yaşamaktadır. Merkez bucaına bağlı 25, Hasköy bucağına bağlı 20, Yalnızçam bucaına bağlı 15 köyü vardır. Yüzölçümü 1241 km2 olup, nüfus yoğunluğu 42'dir. İlçe toprakları dağlıktır.
Kuzeyinde ve batısında Yalnızçam Dağları ile Uğurlu Dağ, güneybatı-kuzeydoğu istikametinde uzanan Ardahan Ovası, Kura Irmağı ve kollarının taşıdığı alüvyonlu topraklardan meydana gelmiştir.
Ekonomisi tarım ve hayvancılığıa dayalıdır. En çok saır yetiştirilen ilçede, süt, yoğurt, tereyağ ve peynir başlıca hayvani ürünlerdir. İlçede arıcılık enstitüsü, bir sun'i tohumlama merkezi vardır. Ovada buğday, arpa, çavdar ve patates yetiştirilir.
İlçe merkezi, Ardahan Ovasında, Kura Irmağının iki yanında kurulmuştur. eski bir yerleşim merkezidir. Şehir nüfusunun büyük kısmını askeri birlikler meydana getirir. Cumhuriyetin ilk yıllarında il merkeziyken Ardahan 1926'da Kars'a bağlı ilçe oldu. 1992 senesinde tekrar il merkezi haline getirildi. Belediyesi 1293'te kurulmuştur.
Çıldır: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 24.296 olup 2119'u ilçe merkezinde, 22.177'si köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağına bağlı 7, Kurtkale bucağına bağlı 12 köyü vardır. Yüzölçümüa 1416 km2 olup, nüfus yoğunluğu 17'dir. İlçe toprakları dağlıktır. Kuzeyinde Allahüekber Dağları, doğusunda Akbaba Dağı, orta kısmında Çıldır Gölü yer alır. Başlıca akarsuyu Kura Çayıdır.
Ekonomisi hayvancılığa dayalıdır. En çok mor karaman ve ak karaman türü koyun ve sığır beslenir. Zengin bitki örtüsü sebebiyle arıcılık gelişmiştir. Başta peynir olmak üzere süt ürünleri ve bal önemli gelir kaynağıdır.
İlçe merkezi denizden 1947 m yükseklikte bulunan Çıldır Gölü yakınlarında Kura Çayı kenarında kurulmuştur. Çok eski bir yerleşim merkezidir. Ardahan-Arpaçay karayolu ilçeden geçer. Kars'a bağlı bir ilçeyken, 1992'de Ardahan'ın il olması üzerine buraya bağlandı. İlçe belediyesi 1924'te kurulmuştur.
Damal: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 11.240 olup, 2326'sı ilçe merkezinde, 8914'ü köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağına bağlı 15 köyü vardır. İlçe toprakları dağlar ve dalgalı düzlüklerden meydana gelir. Ekonomisi hayvancılığa dayalıdır. İklim şartlarının elverişsizliği yüzünden tarım az yapılır. Yaylacılık metoduyla çok sayıda koyun ve sığır beslenir. Hanak ilçesine bağlı bir bucakken 1992 senesinde ilçe merkezi haline getirildi.
Göle: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 44.953 olup, 7542'si ilçe merkezinde, 37.411'i köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağına bağlı 31, Çayırbaşı bucağına bağlı 24 köyü vardır. Yüzölçümü 1420 km2 olup, nüfus yoğunluğu 32'dir. İlçe toprakları dağlık olup yüksek bir platodan meydana gelir. Güneyinde Allahüekber Dağları, kuzeyinde Uğurlu Dağı yer alır. Dağların kuzey yamaçları ormanlarla kaplıdır. Toprakların orta kesiminde yer alan Göle Ovası denizden 2000 m yüksekliktedir. Başlıca akarsuyu Kura Çayıdır.
Ekonomisi hayvancılığa dayalıdır. Geniş otlaklarda çok sayıda sığır beslenir. Koyun yetiştiriciliği önemli düzeyde yapılır. Canlı hayvan ticareti yaygın olarak yapılır. Süt Endüstrisi Kurumuna bağlı bir süt toplama merkezi vardır. Mandıra ve süt işleme merkezlerinin sayısı çoktur. Az miktarda arpa, buğday ve patates üretimi yapılır.
İlçe merkezi, Oltu-Ardahan karayolu üzerindedir. Kars'a bağlı bir ilçeyken Ardahan'ın 1992 senesinde il olması üzerine buraya bağlandı. Denizden yüksekliği 2280 metredir. İlçe belediyesi 1926'da kurulmuştur.
Hanak: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 18.393 olup, 3082'si ilçe merkezinde, 15.311'i köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağına bağlı 25 köyü vardır. İlçe toprakları dağlar ve dalgalı düzlüklerden meydana gelir. Batasında Yalnızçam Dağları, kuzeydoğusunda Keldağı yer alır. Dağlardan kaynaklanan sular, küçük dereler vasıtasıyla Kura Çayına katılır.
Ekonomisi hayvancılığa dayalıdır. İklim şartlarının elverişsiz olması yüzünden sadece buğday, arpa ve patates yetiştiriliri. Yaylacılık metoduyla çok sayıda sığır ve koyun beslenir. İlçe merkezi, Yalnızçam Dağlarının güney eteklerinde bir dere kıyısında kurulmuştur. Kars-Posof karayolu ilçeden geçer. 1958'de ilçe olan Hanak'ın belediyesi aynı sene kurulmuştur. Eski ismi Ortahanak'tır. Kars'a bağlı bir ilçeyken Ardahan'ın 1992'de il olması üzerine buraya bağlandı.
Posof: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 18.661 olup, 2208'i ilçe merkezinde, 16.453'ü köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağına bğlı 26, Binbaşı Eminbey bucağına bağlı 22 köyü vardır. Yüzölçümü 607 km2 olup, nüfus yoğunluğu 31'dir. İlçe toprakları akarsu vadileriyle derin biçimde parçalanmış dağlık alanlardan meydana gelir. Yalnızçam Dağları toprakları engebelendirir. Dağlardan kaynaklanan suları Posof Çayı toplar. Posof Çayı Vadisinde düzlükler vardır.
Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri patates, arpa, buğday ve elma olup, az miktarda armut ve fasulye yetiştirilir. Hayvancılık gelişmiş olup, önemli gelir kaynağıdır. Yaylacılık metoduyla en çok koyun beslenir.
İlçe merkezi, Posof Çayı Vadisinin kuzey yamaçlarında kurulmuştur. Gelişmemiş bir yerleşim merkezidir. Ormanları ve güzel yaylaları vardır. İlçe belediyesi 1923'te kurulmuştur. Kars iline bağlı bir ilçeyken 1992 senesinde Ardahan il olunca buraya bağlandı.
Tarihi Eserler ve Turistik Yerleri
Ardahan, tarihi eserler ve tabii güzellikler bakımından zengindir. Tarihi eserlerin büyük kısmı harap durumda veya yıkılmıştır. İlk yapılış şeklini koruyan eser çok azdır.
Ardahan Kalesi: Merkez ilçede Kura Irmağının kıyısığnda yapılmıştır. 1556'da yeniden tamir ettirilen kale, günümüzdeki halini almıştır. Yapısı Anadolu ve Rumeli hisarlarına benzemektedir. Surların uzunluğu 745 m olup, 14 kulesi mevcuttur.
Şeytan Kalesi: Çıldır ilçesinde Yıldırımtepe köyünün kuzeydoğusundadır. Kalenin içinde çeşitli yapı yıkıntıları vardır. Kalenin kuzeyi dik kayalık, güneyi ise derin dere yatağıdır.
Mesire yerleri: Ardahan ili, yaylaları ve gölleri bakımından zengindir. İlin havası temizdir. Çıldır Gölünün kıyısında kamp kurma ve balık tutma imkanı vardır. Göle ve Posof ormanları gezilmeye değer güzel yerlerdir.
Alm. Wacholder (m), Fr. Geniévre, İng. Juniper. Familyası: Servigiller (Cupressaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Akdeniz bölgesi-Orta Anadolu
Kışın yapraklarını dökmeyen daimi yeşil ağaçlardan. Yaprakları küçük pulsu veya iğne şeklinde olup 1-2 cm uzunluğundadır. Bir evcikli veya iki evcikli bitkilerdir. Ardıç yemişi diye anılan kozalakları dişi ağaçlar üzerinde bulunur. Ardıç türleri kozalaklarının büyüklüğüne, rengine ve özellikle her kozalağın içinde bulunan tohumlarının sayısına göre birbirinden ayırt edilir.
Çeşitleri ve kullanıldığı yerler: Sıcak iklimlerde ve korunmuş alanlarda ağaç gibi büyümesine karşılık, soğuk bölgelerde çalı manzarasındadırlar. Genel olarak odunu yumuşak ve dayanıklıdır. Kurşun kalem yapılır. Kerestesi de demiryolu traversi olarak kullanılır.
Bütün Kuzey Yarımküre’de yetişen 60 türü vardır. Memleketimizde 8 ardıç türü yetişmekte olup önemlileri şunlardır:
Katran ardıcı (Juniperus oxycedrus): Trakya ve Anadolu’da yaygındır. Çalı veya küçük bir ağaç şeklindedir. Yaprakları üçlü ve batıcıdır. Kozalakları kırmızımsı olup iki tohumludur. Dallarından elde edilen katranı cilt hastalıklarında kullanılır.
Adi ardıç(Juniperus communis): Memleketimizde Trakya bölgesinde tesadüf edilen çalımsı veya küçük ağaçlardandır, yaprakları batıcıdır. Kozalakları mavimsi siyah renkli, üç tohumludur. İdrar söktürücü olarak kullanılır.
Bodur ardıç (Juniperus nana): Memleketimiz dağlarında, özellikle Kuzey Anadolu dağlarında geniş topluluklar meydana getirir. Kozalakları mavimsi siyah renklidir. Yenir ve idrar söktürücü özelliktedir.
Kokar ardıç (Juniperus foetidissima): Doğu Akdeniz Bölgesi ağacıdır. Memleketimizin dağlık yerlerinde yetişir. Sürgünleri dört köşeli, kozalakları mavimsi siyah renkli, 1-2 tohumludur. Yapraklar ezildiği zaman fena kokular çıkarır.
Yüksek ardıç (Juniperus excelsa): Memleketimizin dağlık bölgelerinde yetişir. Sürgünleri dört köşeli değildir. Kozalakları mavimsi siyah renkli, 4-6 tohumludur.
Finike ardıcı (Juniperus phoenicea): Batı ve Güney Anadolu’da yetişen çalımsı, bodur ağaçlardandır. Kozalakları kızılımsı kahverengi, 4-9 tohumludur.
ARDIÇ KUŞLARI (Turdus-Monticola)
Alm. Rötel, Fr. Merle, İng. Thrush. Familyası: Karatavukgiller (Turdidae). Yaşadığı yerler: Kutuplar hariç dünyanın her yerinde. Özellikleri: 20-26 cm uzunlukta, göçücü kuşlardır. Gagaları oldukça uzun, yandan basık ve ön uçları hafifçe kertiklidir. Ömrü: 25 sene kadardır. Çeşitleri: Gerçek, gök, kaya, kolyeli, ökse ardıç en meşhurlarıdır.
Karatavuk ailesinden tombul vücutlu ve güzel ötücü kuşlar. Gaga ve bacakları uzuncadır. Eski ve Yeni dünya kıtalarında yaşarlar. Orman ve nemli çayırları severler. Gerçek ardıç kuşunun başı gri, sırtı kahverengi, kuyruğu siyah, göğsü beyaz olup üzerinde damla gibi siyah lekeler vardır. Uzunluğu 26 cm kadardır. Asya ve Avrupa’da orman kenarları ve parka benzer yerlerde, nemli çayırlarda yaşarlar. Sürü hayatını çok severler. Hızlı ve sinirli bir uçuş tarzı vardır.
Ardıç kuşunun ilk görünmesi baharın müjdecisidir. Sonbaharda güneye doğru göç ederler. İlkbahar başlangıcında tekrar kuzeye dönerler. Saatte 48 km hızla uçar (kırlangıç, ardıçın iki misli hızla uçar). Ağaç üstünde, kovuk ve yarıklarda yuva yapanları olduğu gibi, toprak üstüne kuranları da vardır. Yuvaların üstü açıktır. Her defasında 4-6 adet benekli yumurta yaparlar ve senede iki defa kuluçkaya yatarlar. Kuluçka süreleri 13-14 gündür. Yavruları iki hafta içinde gelişip uçar. Senede 1-2 defa kuluçka olurlar.
Böcek, salyangoz ve kurtçukları yerler. Fakat besinlerinin % 70’i üzüm nevinden tohumlardır. Adını, ardıç tohumuna olan düşkünlüğünden almıştır. Gayet obur olup, üzüm yemeğe de düşkündür. Bağ bozumu zamanı gayet semiz olur. Kolaylıkla avlanan bir kuştur. Eti pek lezzetli ve makbüldür. Kara tavuk gibi ziraat için zararlı kuşlardandır.
Bülbül, ardıç bülbülü, buğdaycıl bülbül, nar bülbülü de bu aileden(familyadan)dır.
Zilhicce ayının dokuzuncu günü, Kurban bayramından bir önceki gün. Lügatte “tanıma” manasına gelir. Başka günlere ve Ramazan bayramından önceki güne Arefe denmez. Müslümanlığın beş şartından birisi de hali vakti yerinde olan zenginlerin hacca gitmesidir. Haccın şartlarından biri ise; Arefe günü Arafat’ın Vadiy-i Urene denilen yerinden başka herhangi bir yerinde, öğle ve ikindi namazlarından sonra vakfeye durmaktır.
Bu ibadet bir gün önce olursa, hac kabul olmaz. O bakımdan haccın kabulü, Arefe gününün doğru olmasına bağlıdır. Arabi aylar gökteki hilalin görülmesi ile başlar. Hilalin görülmesi hesap ile anlaşılan gün veya bir sonraki gündür. Hiçbir zaman bir önceki gün değildir.
Arefe, İslam dininin kıymet verdiği günlerdendir. Bu hususlarda Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki:
Arefe gününe hürmet ediniz! Çünkü Allahü tealänın kıymet verdiği bir gündür.
Arefe gecesi ibadet edenler Cehennem’den azad olur.
Arefe günü ibadet edenlerin iki senelik günahları affolur. Biri geçmiş senenin, diğeri gelecek senenin günahıdır.
Arefe günü bin ihlas okuyanın bütün günahları affolur ve her duası kabul olur. Hepsini besmele ile okumalıdır.
(Bkz. Boğa Güreşi)
(Bkz. Hidrometre)
Alm. Argon, Fr. Argon, İng. Argon. Soygazlardan bir element. Sembolü Ar, erime noktası -189 derece, kaynama noktası -185,7 derecedir. Üç tane izotopu vardır. Atom numarası 18’dir. Elektron dizilişi (Ne) 3S23P6dır. Kuru havada % 0,93 (ağırlıkça) oranında bulunmaktadır. Buradan anlaşılacağı üzere kuru havada azot ve oksijenden sonra çokluk bakımından üçüncü elementtir. Havanın karbondioksit miktarından 30 kat fazladır.
Argon asal gaz olduğu için kimyasal reaksiyona girmez. Tek atomlu bir gazdır. Daima sıfır değerlikli atomlar halinde bulunur.
Tarihçesi: 1892 yılında Lord Rayleigh, hem hava azotunun, hem de kimyasal yoldan elde edilen saf azotun yoğunlunu hassas olarak ölçtü. Hava azotunun yoğunluğunu daima 1,2567, saf azotunkini de 1,2505 gr/lt olarak buldu. Arada bir fark vardı ki, bunun olmaması gerekirdi. Lord Rayleigh ve arkadaşı Sir William Ramsey, şu fikri savundular: Havada, azotun yanında yoğunluğu azotun yoğunluğundan büyük meçhul bir gaz vardır. Ramsey, havadaki azot ve oksijeni kimyasal yolla ortamdan aldı ve geriye bir gazın kaldığını gördü. Geriye kalan gazın molekül ağırlığını 39,94 olarak buldu. Ayrıca bunun yeni bir element olduğu, spektroskopik metodlarla tesbit edildi. Bu elemente etkin olmayan anlamına gelen Argon ismi verildi. Asal gazlar içinde ilk keşf edilen elementtir. Bundan hemen sonra da kripton, xenon ve neon bulundu.
Kullanılışı: Elektrik lambalarının doldurulmasında, ideal inert atmosfer meydana getirmede, ark teşekkülünü önlemede ve gaz kromotografisinde (taşıyıcı gaz olarak) kullanılır.
Alm. Biene (f), Fr. Abeille, İng. Bee. Familyası: Arıgiller (Apidae). Yaşadığı yerler: Dünyanın çiçekli alanları. Özellikleri: 15-25 mm boyunda. Vücut genellikle çok tüylü. Çoğu soliter(yalnız), az bir kısmı cemiyet hayatı yaşar. Ömrü: Bal arısının faal işçileri 6 hafta, erkekler 5-6 ay, bey arı 4-5 yıl yaşar. Çeşitleri: Bal, çömlekçi, mazı, kağıt, tarla, kazıcı, testereli, sondajcı arı çeşitleri meşhurdur.
Zar kanatlılar (Hymenoptera) takımının, çoğunlukla arıgiller (Apidae) familyası türlerine verilen genel ad. Bütün böceklerde olduğu gibi, vücutları baş, göğüs ve karın olmak üzere üç bölümden meydana gelmiştir.
Başın yanlarında bir çift petek göz, tepe kısmında üç adet nokta (osel) göz ve bunların yakınında da koku alma ve dokunma organı olarak kullanılan bir çift anten yer alır. Ağız organları, yalayıp emici, bazılarında kemiricidir. Göğüs kısmından, üç çift eklemli bacak ve iki çift az damarlı, şeffaf kanatlar çıkar. Ön kanatlar, arka kanatlardan daha büyüktür. Arka kanatların ön kenarlarında bir sıra kıl çengel bulunur. Uçuş esnasında çengeller ön kanatlara bağlanarak kanat çiftleri birlikte hareket ederler.
Dişilerde, karın kısmının arka ucunda içeri çekilebilen yumurtlama borusu bulunur. Bununla yumurtalar istenilen yerlere (petek, bitki veya hayvanların içlerine) bırakılır. Testereli arılarda yumurta koyma boruları isminden de anlaşılacağı gibi testere şeklinde dişlidir. Bazı arılarda bu borunun yumurtlamayla ilgisi yoktur. Zehirli iğne şeklini almıştır. Sokmaya ve bağlı olduğu zehir bezinin salgılarını akıtmaya yarar.
Yaban arılarının çoğu yalnız yaşarlar. Bal arıları, cemiyet hayatı yaşayan, polen ve balla beslenen çok faydalı böceklerdir.
Bal arısı (Apis mellifica): Cemiyet hayatı en düzenli hayvan bal arısıdır. Dünyanın her tarafına yayılmış olmakla birlikte anavatanı Batı Asya veya Anadolu olarak bilinir. Yabani şekilde yaşayan iki türü daha bulunmakla birlikte, evcilleştirilen sadece “Apis mellifica” olarak bilinen türdür.
Arıların hayatları hakkında en iyi bilgi onları kovanlarında veya kovanlarının yakınlarında gözlemekle elde edilebilir. Kovan içine bakıldığında dikey vaziyette asılmış balmumu tabakaları ve onların üzerlerinde petek yapmaya çalışan arılar görülür. Balmumu tabakasının her iki yüzeyinde de petek hücreleri bulunur. Balmumu, işçi arıların karın halkalarının arasındaki bezlerden salgılanır. İşçi arılar orta ayaklarında bulunan balmumu çubuğu ile balmumunu toplayarak ağıza götürür. Çeneleri arasında çiğneyerek kullanılabilecek kıva getirir. Karın yüzeyleriyle de cilalıyarak altıgen prizma şeklinde binlerce petek yaparlar.
Petekler altıgen prizma şeklinde olup, en az balmumuyla en çok balı depo edebilecek şekilde imal edilirler. 500 gram balmumundan otuz beş bin petek yapılıp, içine 10 kg bal saklanır.
Yapılan petekler kuvvet ve hafiflik bakımından birer harikadır. Duvarları santimetrenin 1/500’ü inceliğinde olup kendi ağırlığının 30 mislini taşıyabilir. Altıgen prizma aynı zamanda dışarıdan zorlamaya karşı en dayanıklı şekildir. Petek hücreleri o kadar muntazamdır ki, on sekizinci asırda yaşamış Fransız bilim adamı Remaur, bu hücrelerin çaplarının milletlerarası bir ölçü olarak kullanılmasını teklif etmiştir.
Bütün petekler aynı büyüklükte değildir. İhtiyaca göre değişik konum ve şekillerde olurlar. Bir kısmı polen (çiçek tozu) veya balla doldurulmuştur. Boş olanlara ise, bey arı tarafından birer adet yumurta bırakılır.
Arılar, boruya benzer emici dilleriyle nektar da denen bal özünü çiçeklerin taç yapraklarının diplerinden emerler. Midelerinin ilk bölümü olan “bal midesi”ne aktarırlar. Burada midenin özsuları balözünün şekerlerini daha basit şekerlere çevirirken, başka maddeler de katılır. Toplanan balözünün gerilere gitmesine mani olmak için bal midesinin sonunda bir vana (valv) sistemi bulunur. Bu vanadan sonra sindirim enzimleri ihtiva eden “asıl mide” gelir. Bunun da arka ucu boşaltım organlarına bağlıdır. Ancak hayatı için lüzumlu çok az miktarda balözü, bal midesinden sindirim midesine aktarılır.
Balözü ile kovana dönen arı, bal midesindeki bu tatlı sıvıyı genç işçilerin ağzına kusar. Onlar da bunu ağızlarındaki salgılarıyla karıştırır ve kendi aralarında dilden dile geçirerek içindeki suyun bir kısmını buharlaştırırlar. Sonra boş peteklere doldururlar. Artık bu sıvı, zevkle yediğimiz baldır. Yuvada görevli diğer işçi arılar, peteklere dolan balı daha fazla buharlaştırmak için, petek hücrelerinin üzerinde devamlı kanat çırparak hava akımı sağlarlar. Depolama sırasında da baldaki suyun bir miktarı daha buharlaşarak bal yoğunlaşır. Bu işlemlerden sonra peteklerin ağzı, balmumu kapağı ile iyice kapatılır.
Bir kovanda 50-60 bin kadar arı bulunur. İyi bir mevsimde bir kovandan günde 1 kg bal üretilir. Yarım kilo bal için 37 bin arı yükü bal gerekir. Bal arılarında düzenli bir cemiyet hayatı mevcuttur. Bir bal arısının yalnız başına 2-3 günden fazla yaşayamadığı gözlenmiştir. İki tanesi ancak bir hafta kadar yaşayabilmiştir. Bir kovanın kurulabilmesi için de, en az 40 bal arısına ihtiyaç vardır. Bunların arasında da yumurtlayan kraliçe ana arının olması şarttır.
Petekler arasına göz atıldığında bütün hücrelerin bal ile doldurulmadığı, bir kısmında yumurta ve bazılarının içinde “sürfe” adı verilen kısa tombul, beyaz kurtçuk bulunduğu görülür. Sürfelere “larva” veya “tırtıl” da denir. Bunlar arının bebek devresidir. Arı cemiyetinde yaş esasına göre düzenli bir iş bölümü vardır.
Yumurtalar 3 günden sonra çatlayarak açılır, içinden gözsüz (kör) ve bacaksız larva çıkar. Larvaların hepsi ilk 3-4 gün, hizmetçi arıların yutak altı bezlerinden salgılanan, vitamin ve proteince zengin arı sütüyle (royal jelly = kraliyet peltesi) beslenir ve hızla büyürler. Bu beslenme devresinden sonra larvalar, çiçek tozuyla karıştırılmış bal yerler. Bu bal - polen karışımına “arı maması” denir. Çiçek tozu, arılar için gerekli bütün proteinleri ihtiva eder. Bal ise, çeşitli vitamin, şekerler, protein ve sindirime yardımcı enzimlerce zengindir. Arı maması, dadı arıların midelerinde kısmen sindirildikten sonra yemeleri için larvaların yanına bırakılır.
Larvaların çoğu polen-bal karışımı ile beslenmeye başlarken birkaç tanesi ise arı sütüyle beslenmeye devam eder. Bu beslenme farkı, larvanın gelişiminde harikulade bir değişiklik yapar. Bal ve çiçek tozu ile beslenen larvalardan daima işçi veya erkek arılar gelişir. İşçi arılar dişi oldukları halde kısırlaşmışlardır, yumurtlayamazlar. Yumurtlama organları, arı iğnesine dönüşmüştür. Arı sütüyle beslenmeye devam eden dişi larvalardan ise kraliçe arılar meydana gelir. Kraliçe (Bey) arılar hem yumurtlama organlarına, hem de eğri zayıf bir iğneye sahiptir. Erkek larvalar, biraz daha büyükçe petekler içinde bulunur.
Üç günlük yumurtalardan çıkan kurtçukların her biri günde 1000-1300 defa beslenir. 24 saat içinde ilk ağırlığının 5 katı büyür. Altı günde 1570 kere büyür. Beşinci günün sonunda pupa (koza) devresine girer. Bakıcı arılar kozaya giren hücreleri balmumu kapağı ile kapatırlar. Pupa devrine giren larvanın kısa bir süre sonra ipek salgı bezleri çalışmaya başlar. Ağzından çıkan ince ipliklerle etrafına ipekten bir koza örer. Koza içinde vücudu yavaş yavaş kanatlı arıya dönüşür. 12 günlük koza devresinin sonunda kapağı yırtarak genç bir arı olarak dışarı çıkar. Eğer hücreleri yırtıp çıkan erginler gözlenebilirse bunların arasında işçi, erkek ve kraliçe arı görülebilir. Erkek arılar, işçilerden; kraliçe ana arı ise hepsinden daha iridir.
İşçi arılar: 14-15 mm boyundadırlar. Küçük gözleri, polarize ışığa karşı hassastır. Petek gözler ise, bizim göremediğimiz morötesi ışınlara karşı hassastır. Su, nektar ve bal emmek için boru şeklinde dilleri, koklama ve dokunmak için antenleri, saldırı ve korunmak için iğneleri, uçmak için iki çift kanatları, tutunmak ve yürümek için üç çift bacakları mevcuttur. Her ayak ucunda iki sivri çengel ve bunların arasında yapışıcı birer yastık vardır. Ön bacaklarında petek gözlerini temizlemek ve vücudunun ön kısmına yapışan çiçek tozlarını toplamaya yarayan kıllardan meydana gelmiş fırçalar ile bunların arasında birer anten temizleme cihazı yer alır. Orta bacaklarında ise, balmumunu toplamaya yarayan birer çubuk ile ön ayak ve göğüse yapışan çiçek tozlarını toplamaya yarayan polen fırçası görevi yapan kıllar mevcuttur. Arka bacaklarda ise çiçek tozlarını doldurmak için birer kıl sepetçik bulunur. Ayrıca vücutlarında yer çekimini, rüzgar hızını, kovan sıcaklığını, uçuş sıcaklığını ölçmeye yarayan hassas duyu organları mevcuttur. Esas itibariyle kısır dişilerdir. Altı hafta (40 gün) kadar yaşarlar (kışın 5-6 ay dayanırlar). Kancalı iğneleri vardır. Beyinleri, erkek arılardan daha büyükçedir. Arı kovanının bütün işlerini yaş esasına göre işçi arılar yaparlar. Çiçek tozu, balözü toplar, petek yapar, larvalara bakar, kovanı temizler ve havalandırırlar. Dışarıdan saldıran düşmanlara iğneleriyle karşı koyarlar. Her arı cemiyetinin kendilerine has kokuları vardır. Kovan nöbetçileri bu kokuyu taşımayan fertleri içeri sokmazlar.
Erkek arılar: İlkbaharda ortaya çıkarlar. İşçilerden iri kafalı olmalarıyla ayrılırlar. Sayıları bir kaç yüz (200-300) kadardır. 3-6 ay kadar yaşarlar. Tek işleri kraliçeyle (ana arıyla) çiftleşmektir. İşçi arılar tarafından beslenirler. İşçi arıların çok iyi gördüğü sarı renge karşı kördürler. Morötesi ışığa karşı ise son derece hassastırlar. Bu özelliklerini zifaf uçuşu esnasında yön bulmada kullanırlar. Sonbahar başlangıcında kraliçeyle yaptıkları “zifaf uçuşu”ndan sonra artık kovan için yük olmaya başlarlar. Sonbahar sonlarında işçi arılar tarafından kovandan atılır veya öldürülürler.
Arı beyi (Kraliçe-Ana arı): Kovanda tektir. Boyu 18-20 mm kadardır. 4-5 yıl kadar yaşar. Kovanda yumurtlayabilen tek dişidir. Tek işi yumurtlamaktır. Ortalama olarak dakikada 2, günde 2500 ve ömrü boyunca iki milyon yumurta yapabilecek durumdadır. Kendisinin, yumurta ve yavrularının bakımı, dadı işçi arılar tarafındn sağlanır. Arı sütüyle beslenir, bakım ve temizliği yapılır. Arı sütü, işçi arıların yutak altı bezlerinin ürettiği vitamin ve proteince zengin bir madde olup, çiçek tozu ve balla karıştırılarak kraliçeye yedirilir.
Kovandaki en mühim arı olduğu halde, kovan idaresiyle alakası yoktur. Yalnız bir çeşit hormon salgılayarak kovandaki arıların davranışlarını kontrol altında tutar. Bu hormonları işçi arılar, kraliçenin vücudunu tımar ederek temizlerken ağzından alır ve ağızdan ağıza yiyecek değiştirme esnasında koloniye yayarlar. Hormonun kolonide yayılışı, kraliçenin hayatta olduğunu haber verdiğinden, kovandaki faaliyetler normal devam eder. Kovanın gerçek idarecileri işçi arılardır. Nerede ne zaman balözü toplanacağına, kraliçe arının nereye yerleştirileceğine, yeni bir koloni kuracak arıların ne zaman kovandan çıkarılacağına karar veren hep onlardır. Balmumu hazırlamak, yumurta ve yavruların bakımı, kovanın temizlik ve savunması hep onlara aittir. Kraliçe arının kararlarda hiç rolü yoktur.
Hücresini yırtıp çıkan genç kraliçe, rakip kraliçe larvalarını iğneleyerek tahrip eder. Kozadan çıktıktan 7 gün sonra kovanın bütün erkeklerini peşine takarak “zifaf uçuşu” için havanın çok yükseklerine çıkar. Zayıf, yaşlı iyi beslenememiş erkekler çok geçmeden kraliçeyi takipten vazgeçip boşlukta kaybolur. Geride sadece yorulmak bilmez bir grup kalır. Kraliçe, zifaf uçuşunda altı veya daha fazla erkekle eşleşir ve eski kraliçenin yerini almak üzere kovana döner.
Eski kraliçe, yeni kraliçenin hücresini yırtıp çıkmasından bir hafta önce işçilerin yarısına yakınını alarak yeni bir kovan kurmak için kovandan ayrılır. Bu toplu halde kovandan ayrılmaya “oğul verme” denir.
Zifaf uçuşunda kraliçe ile eşleşen erkekler, kraliçenin ömrü boyunca vücudunda depolayacağı milyonlarca sperm aktarır. Kraliçe bu spermleri vücudundaki özel bir bölmede (sperm kesesinde) ömrü boyunca canlı olarak muhafaza eder. Spermler, kraliçenin yaşadığı müddetçe yumurtlayacağı yumurtaları aşılamaya (döllemeye) yarar. Kraliçe, istediği zaman döllenmiş, istediğinde döllenmemiş yumurta yumurtlayabilme özelliğine sahiptir. Sperma kesesini büzdüğü taktirde, yumurta kanalından geçen yumurta döllenir. Döllenmemiş yumurtalardan hep erkek arılar çıkar. Bu çeşit döllemesiz çoğalmaya partenogenez denir. Döllenmiş yumurtalardan ise dişi arılar çıkar. Ancak larva dönemindeki beslenme durumu bunun işçi veya bey arı olmasına te’sir eder. Döllenmiş yumurtadan çıkan larva, şayet arı sütü ile beslenirse, iri bey arı; aksi halde küçük kısır işçi arı halinde gelişir.
Arılar yapacakları bütün şeyleri nasıl öğrenirler? İşçiler çiçeklerin yerini keşfetmeyi, nektar emmeyi, polen toplamayı, bal petekleri yapmayı, larvalara bakmayı ve düşmanları iğnelemeyi nasıl öğrenirler? Balarısı mühendis gibi petek yapar. Silindir yapsaydı aralarında boşluk kalırdı. Altıgen prizmalar arasında yer ziyan olmuyor. Dörtgen olsaydı hacimleri daha az olurdu. Bunu insanlar okumakla, öğrenmekle anlıyor. Öğrenmeyen anlayamıyor. Arıya bunu bildiren kimdir?
Bütün bunları, onu yaratan kendisine “ilham” etmektedir. İlhama “içgüdü” de denir.
Arılar yapacakları şeyleri diğer arılardan öğrenmezler, bir arı bu kabiliyetleri ile doğar.
Gözleri açık olarak uyur. Başındaki iki anteni ile koku alır ve bunları dokunma organı olarak da kullanır. Bacakları aynı zamanda tat alma organıdır. Arı, diliyle olduğu kadar bacaklarıyla da tat alır. Bal arıları, kelebekler ve daha başka böcekler morötesi (ultraviole) ışınlara karşı duyarlıdırlar. Kuşlar ve yarasalar, insanlar gibi morötesi ışınları göremezler. Gözleri sadece kendileri için faydalı olanı görebilecek biçimde tanzim edilmiştir. Küçük osel gözleri polarize ışığı görmekte kullanılır. Başın yanlarındaki petek gözler ise morötesi ışığa karşı hassastır.
Parlak çiçekler, bal arısına daha güzel bir manzara içerisinde görünür ve onu cezbederler. Son araştırmalar, çıplak göze pek renkli görünmiyen çiçeklerin bile arılara morötesi ışınlarla rengarenk göründüğünü açıklamıştır. Arılar bu kabiliyetleri sayesinde bulut arkasındaki güneşi bile görürler ve kovanların ve çiçeklerin yerini hesap ederler. Yalnız bu üstünlükleri için arılar bir bedel ödemek zorundadır. Ultraviole alanında kazandıklarını bir yerde kaybederler. Bu yüzden onlar yeşil ve kırmızıyı göremezler. Yeşil otlardan meydana gelen bir çayır onlara gri görünür. Çiçekler bu renksizliğin içinde parlak renkleriyle ortaya çıkarlar. Zaten onlara insanlar gibi renkli görmenin ne faydası olabilir ki? Onlar için esas mesele balözüyle dolu çiçekleri görebilmektir. Kırmızı ve yeşili görememeleri onlar için zarar değil faydadır. Kırmızı renkli çiçekler daha çok kelebeklere hitap eder. Bal arıları çoğunlukla mavi renge düşkündür. Kırmızı haricindeki renkler de kendilerini cezbederler. Bizim sarı olarak gördüğümüz bir çiçeğin dış kenarları morötesi ışığı aksettirdiğinden arıların gözünde değişik renkte gözükür. Sadece ortası sarı olarak netleşir ve arıyı doğrudan nektar kaynağına çeker. Bizim için beyaz olan bir çiçek, ultraviole sayesinde arılar için renklidir. Hatta morötesi ışığın diğer renklerle karışımından ortaya çıkan ve bizim tamamen yabancısı olduğumuz çeşitli renk harmonileri de arılar için manalar ifade eder.
Yaban tarla çiçek arısı (Bombus terestris): Uzunluğu 15-24 mm kadardır. Koyu kahverenkli tıknaz vücudları tüylü olup, özellikle tarlalarda çiçekli alanlarda uçuşurlar.
Yuvalarını toprak altında kurarlar. Petekleri balmumundan yapılmış yuvarlak kürelerden meydana gelir. Uzun borulu çiçeklerin tozlaşmasında önemli rol oynarlar. Kraliçe ve işçi arıların arka bacaklarında çiçek tozu toplama sepetçiği vardır. Midelerinin bir bölümünü bal midesi olarak kullanırlar. Halk arasında; “toprak çiçek arısı”, “kadife tüylü arı” veya “yaban arısı” olarak bilinmektedir. Bombus cinsinin bir kaç türü vardır. Cemiyetleri 50 ile 200 kadar bireyden meydana gelir.
Sarıcalı kağıt yaban arısı (Polistes gallicus) : 15-20 mm uzunlukta, vücutları sarı-siyah bantlarla süslü yaban arılarına yaz ve sonbaharda evlerin çevrelerinde rastlanır. "Eşek arıları" olarak da bilinirler. Dinlenme halinde kanatlarını üst üste getirerek sırtlarına yapıştırır. Antenleri oldukça kalın, ağız parçaları çiğneyicidir. Bal yapmazlar. Avını yakalamada ve savunmada kullandığı zehirli iğnesinin ucu çengelsiz ve sivridir. Avladıkları tırtıl ve böcekleri çiğneyerek larvalarını beslerler. Kağıttan yapılı petekleri bir binanın köşesine veya saçak altına bir sapla bağlıdır.
Kazıcı yaban arısı (Sphecidae): Vücutları ince uzun yapılıdır. 15 mm uzunluktadır. Arka kısımları kırmızı koyu renklidir. Yalnız başına(soliter) yaşar. Balözü ve polenle beslenirler. Larvaları ise tırtıl ile beslendiği için etçildir. İlkbahardan sonbahara kadar görülürler. Bilhassa açık kumlu arazileri severler. "Kum eşek arısı" olarak da tanınırlar.
Yaban arısı toprağa bir delik açar ve hemen tırtıl avına çıkar. Yakaladığı böcek veya tırtılın karnına yumurta borusunu batırır. Büyük bir ustalıkla avının sinir boğumlarını delerek onu felçleştirir. Hareketsiz fakat canlı tırtılı kazdığı deliğe getirir ve oraya bir yumurta bırakır. Daha sonra deliği kapatır. Yumurtadan çıkacak larva, bu tırtıldan beslenerek gelişir. Gelişimini tamamlayan yabani arı gelecek yıl delikten çıkar. Anne arı ise kışı geçiremeyip öldüğünden yavrularının çıkışını hiç bir zaman göremez.
Sondajcı yaban arısı (Ichneumonidae): Çok çeşitli türleri vardır. Uzun antenli, ince narin vücutludurlar. Bazı dişilerin çok uzun, delici yumurtlama boruları (Ovipositor) karekteristiktir. Erginler balözü ve çiçek tozu (polen) ile beslenmelerine rağmen, larvaları, başka böceklerin tırtıllarında parazit yaşarlar.
Sondajcı yaban arısının dişisi, yumurtlama döneminde ağaç kabukları altında gizlenmiş tırtıl avına çıkar. Kabuğun 2-4 cm altındaki tırtılı duyargaları ile keşfeder. Milim şaşmadan delici yumurta borusu ile kabuğu delerek yumurtasını tırtılın vücuduna bırakır. Bu yaban arısının duyarlılığı şaşılacak derecededir. Kabuk altındaki kurtçuğun vücudunda başka bir böceğin yumurtasını taşıyıp taşımadığını da keşfeder. Böyle taşıyıcı tırtıla yumurtasını bırakmak için boş yere kabuğu delme zahmetine katlanmaz.
Yumurtadan çıkan kurtçuklar evvela tırtılın vücudundaki yağlı besinleri yerler. Gelişimlerinin sonlarında ise organlarını da yiyerek tırtılın ölümüne sebep olurlar. Gelişen yavru arı, dış dünyaya çıkmak için içten dışa doğru kabuğu delme ameliyesine girişir. Yavru arı dalın dış dünyaya bakan kısmını tayin etmekte yanılmaz. Bu yaban arılarının bazı türleri tırtıl kontrolünde ve haşerat mücadelesinde kullanılmak için üretilmektedir.
Alm.Bienenfresser, Fr. Guépier, İng. Bee-eater. Familyası: Arıkuşugiller (Menapidae). Yaşadığı yerler: Asya, Afrika ve Güney Avrupa. Özellikleri: 26 cm boyunda, yeşil-sarımtrak renkli, arıya düşkün bir kuş. Çeşitleri: 24 türü bilinmektedir.
Tüyleri çok canlı renkli, uzun ve hafifçe kıvrık gagalı kuşlar. Kuyruklarının orta telek tüyleri uzamıştır. Erkek ve dişileri birbirine benzer. Çoğu tropikal bölgelerde yaşar. Büyük Sahra’nın güneyindeki kumsallarda Nübye arı kuşu (M. nubicus) sürüleri yaygındır. Bu tür, tüylerinin canlı renkleri ve uzun kuyruk telekleriyle arı kuşlarının en güzel temsilcileridir. Ilıman bölgedekiler, düzenli göç ederler. Bazı tropikal türler de besinlerin azalıp çoğalmasına bağlı olarak yer değiştirirler.
Böceklerden en çok arı, yaban arıları ve başka zar kanatlılarla beslenirler. Avlarını çoğunlukla havada uçarken kaparlar. Arıların iğnelerini koparmadan yerler. Az ağaçlı kumsal yamaçlarda açtıkları yuvalarda koloni halinde yaşarlar. Arkadaş canlısıdırlar. Aynı kumsalda bine yakın kuş toplanır. Hatta aralarında farklı türler de bulunabilir. Uçarken birbirlerinden ayrılmamak için sesler çıkarır; beraber avlanırlar.
Dişiler, haziran ayında beyaz renkli 2-5 yumurta yumurtlar. Eşler nöbetleşe kuluçkaya yatarlar. Arıkuşları, arılara ziyan verdiklerinden arıcılar tarafından kovalanıp, öldürülürler.
Alm. Bienenstich (m), Fr. Piqure d’abeille, İng. Bee-Sting. Arının kuyruğunda gizli olan iğnesini vücuda saplaması. Arılar iğnelerini batırdıklarında iğneleri çatallı olduğundan geriye çıkaramazlar. İğne deride kalır ve arı da ölür. Yaban arılarında durum böyle değildir. Onlar defalarca sokabilirler. Arı zehirinde histamin denilen kaşıntıya yol açan maddeyle beraber deri hücreleri arasındaki bağ dokusunu eritecek zehirin yayılmasını kolaylaştıran hyaluronidase enzimi vardır. Yine seratonin maddesi ağrıya, kinin de sancı ve şişkinliğe sebeb olan maddelerdir. Arı soktuğunda, önce iğnesi pens ile ucundan çekilerek çıkarılır. Sokulan yere üç misli sulandırılmış amonyakla ıslatılmış pamuk konur. Amonyak yeterli sonuç vermeyebilir. Ayrıca % 1’lik potasyum permanganatlı su ile de yıkanır ve buz veya soğuk kompres konur. Amonyak yoksa bir kibrit çöpü yanarken söndürülür. Kıvılcım kalmayıncaya kadar beklenir. Ucu kızgın iken yaraya konup, soğuyuncaya kadar hafif bastırılır. Bu işlem iki defa daha yapılıp üçe tamamlanır.
Fazla miktarda arının sokması insan için çok tehlikelidir. Ağız boşluğuna giren ve orayı sokan arı ise gırtlakta şişmeye sebeb olur (Anjionörotik ödem). Bu olay ise solunum yetmezliğine sebeb olarak insanı ölüme götürebilir. Böyle tehlikeli durumlarda mümkünse hemen hekime başvurmalı, imkan yoksa kortizonlu ve antihistaminikli iğneler yapılmalıdır. Keza önceden aynı şekilde sokularak bu zehirlere karşı aşırı duyarlı olmuş kişilerde de durum çok önemlidir. Böylelerinde lokal (mevzii) tedbirlere ilaveten hemen Adrenalin (Epinefrin) şırınga edilmeli, kortizon ve antistamin zerkleri yapılmalı ve mümkünse hemen hekime başvurmalıdır.
Alm.Bienenmilch (f), Fr. Lait d’abeille, İng. Bee milk. İşçi arıda, beynin iki yan tarafındaki guddelerden salgılanan akıcı, beyazımsı, ekşimsi bir sıvı. İşçi arılar aktif hayatlarının altıncı gününden itibaren arısütü salgılamaya başlar. Salgılama 10-12. güne kadar devam eder. Sonra tükürük bezleri artık körelir ve salgılama olmaz. Arısütü kovanda besleyici olarak kullanılır. Bakıcı işçi arılar bunu kurtçukların doğacağı peteklerin dibine bırakır. Yumurtadan çıkan larvalar, ilk 3-4 gün arı sütü ile beslenir ve hızla büyüyerek ilk ağırlığının 1000 misline erişirler. Bey arı hücrelerindeki larvalar bir müddet daha arısütü ile beslenerek yavaş yavaş farklılaşır ve bey arıyı meydana getirirler. Normal gıda ile beslenen larvalardan ise işçi arılar meydana gelir.
Larva safhasının üçüncü gününden sonra larva kemik bir pensle alınır. Bundan sonra kemik, tahta veya plastik bir spatülle (bir çeşit çubuk) hücrenin içindeki arı sütü toplanır. Bu toplama işi özel emici bir aletle de yapılabilir. Kullanılan malzemenin tamamen mikropsuz (steril) olması lazımdır. Çünkü arısütü mikroplar için çok iyi bir üreme ortamıdır. Bir bey arı hücresi 100-250 mg arısütü ihtiva eder. Yani bir gram arısütü elde edilmesi için 4-10 hücreye ihtiyaç vardır. Bir kovan yılda ancak 170-200 gr arısütü verebilir. Arısütü, gayet koyu kıvamlı, yoğun süt kıvam ve renginde, havada esmerleşerek katılaşan bir maddedir.
Arısütünün bileşiminde proteinler, yağlar, mineraller (kalsiyum, kükürt, fosfor, magnezyum, demir, çinko, bakır, arsenik vb.) vitaminler (bilhassa B kompleksi) bulunmaktadır. Bu maddelerin yüzde oranları mahsülün alındığı güne, mevsime ve arının aldığı gıda cinsine göre çok değişir.
Kullanıldığı yerler: Yüzde bir oranında balla karıştırılmak suretiyle verilir. Gençleştirici, büyümeyi arttırıcı, cildi tazeleyici olarak, ayrıca krem ve pomat halinde güzellik müstahzarlarında kullanılır.
(Bkz. Hacı Arif Bey)
Yüz beşinci Osmanlı Şeyhülislamı. İstanbul’da 1786’da doğdu. 1859’da aynı yerde vefat etti. Sultan Üçüncü Selim zamanı kazaskerlerinden İbrahim İsmet Beyin oğludur. Tahsilini tamamladıktan sonra, sırasıyla Kudüs, Mısır ve Medine kadılıklarında bulundu. Mevleviyet payesi aldı. 1831'de uhdesine İstanbul payesi verilmesiyle İstanbul kadılığına getirildi. Aynı sene nakiplik görevine ve 1833’te Anadolu payesiyle Anadolu kazaskerliğine yükseldi. Daha sonra vazifeden ayrıldı. Evinde bir müddet istirahattan sonra, 1838’de Rumeli payesiyle Rumeli sadareti uhdesine verilmekle beraber Meclis-i Vala-yı Ahkam-ı Adliye üyeliğine getirildi. İki sene sonra teftiş görevi ile Rumeli’ye gönderildi. Dönüşünde Dar-ı Şuray-ı Askeri (Askeri Şura)’ye memur oldu. 21.11.1846 tarihinde Mekkizade Mustafa Efendinin yerine şeyhülislam oldu. 7 sene 41 gün görevini adalet ve hakkaniyetle yerine getirdikten sonra 21.3.1854’te Şeyhülislamlıktan ayrıldı. Evine çekilerek ibadet ve ilmi mütalaalarla meşgul iken, 1859’da vefat etti. Kabri, Üsküdar’da Nuh kuyusu Mezarlığındadır.
Arif Hikmet, zamanın en büyük alimlerindendi. Herkes tarafından sevilip sayılırdı. Hatta Sultan Abdülmecid Han onu Şeyhülislamlığa getirdiği zaman, hakkında Sadrazama şöyle yazmıştı: “İnsanlıktaki fazileti ve iyi huyları, kısaca olgunluğunu herkesin bildiği, Arif Hikmet Efendi...”
Arapça ve Farsçaya vakıftı. 1851’de Türk dilinin geliştirilmesi için kurulan Encümen-i Daniş’e üye olmuştu. 5000-7000 ciltlik bir kütüphaneyi Medine’de vakf etmiştir.
Şeyhülislam olduğu zaman şu beyti söyledi:
Hikmetinden Arifa olmaz sual,
Şeyhülislam eyledi Yezdan beni.
İstanbul’da bulunan ve her sene Ramazan ayında ziyarete açılan sevgili Peygamberimizin mübarek Hırka-i şerifini muhafaza eden mendilin üzerinde yazılı olan şu kıta ona aittir:
Hırka-i hazret-i Fahr-i Resule
Atlas-ı çarh olamaz paye endaz
Yüz sürüp zeyline takbil ederek
Kıl Şefi-i ümeme arz-ı niyaz
Manası: Atlas, Peygamber efendimizin hırkasının yanında, ayak altına serilen serginin süsü bile olamaz. Onun eteğini öpüp yüz sürerek Peygamber efendimize halini arz et ve O’nun şefaatini dile.
Eserleri:
1) Divan: 997 Arapça, 621 Farsça, 2032 Türkçe beyti ihtiva etmektedir. Natlar, mesneviler, gazeller ve kıt’aların bulunduğu Divan 1866 yılında Divan-ı Eş’ar adıyla Litoğrafya ile basılmıştır. 2) Mecmuat-üt-Teracim: Meşhur kişilerin hal tercümelerini ihtiva edecek şekilde hazırlamaya başladığı bu eseri, tamamlanmamıştır. 3) Zeyl-i Keşf-uz-Zünun: Katib Çelebi’nin meşhur eserini tamamlar mahiyettedir. Müsveddeleri Bağdatlı İsmail Paşaya geçmiş, o da bundan istifade ederek İzah-ul-Meknun adlı Keşf-üz-Zünun zeylini yazmıştır. 4) Tezkire-i Şuara: 1834 senesine kadar olan iki yüz on şairin hal tercümesini veren bir eserdir. 5) El-Ahkam-ül-Meriyye fil-Araziyy-il-Emiriyye. 6) Hulasat-ül-Makalat fi Mecalis-il-Mükalemat. 7) Tezkire-i Arif Hikmet.