Dünyanın beşinci büyük kıtası. Yüzölçümü 14.107.637 kilometrekaredir. Güney kutbu etrafında her tarafı karla kaplı, daima fırtınalı ve buz kütleleri ile çevrili bir kara parçasıdır. Antarktika, Ross ve Wendel deniz körfezleri ile Antarktika Yarımadası hariç ana hatlarıyle hemen hemen çember şeklindedir.
Güney kutbunda ilk araştırmalar 1772-1775 seneleri arasında Kaptan James Cook komutasında bir İngiliz ekibi tarafından yapılmıştır. Daha sonra 1819’da İngiliz William Smith güney Shetland adalarını keşfetti. Amerikalı N. Brown Palmer, Ozleans geçidini ve daha sonra yarımada olduğu anlaşılarak, Palmer adını alan kuzeybatı sahilini buldu.
1820 ile 1830 yılları arasında Antarktika’nın araştırılması için daha çok çalışma yapıldı. Fabian von Bellngshausen adlı bir Rus araştırmacı kıtayı dolaşmış ve 1821 yılında bir çok ada keşfetmiştir. 1823’te İngiliz gemicisi James Weddell kendi adı ile anılan denizi buldu. Fransız araştırmacı Dumont d’Urville 1840’da Adelie Sahili’nin haritasını çizdi. ABD deniz yüzbaşısı Charles Wilkes, 1838-1842 yılları arasında yaptığı araştırma sonucunda Antarktika’nın bir kıta olduğunu ortaya koydu. Kıt’anın Hint Okyanusu kıyısında gördüğü kıyıya onun adı verildi.
Sir James Clark Ross, 1839-1843 tarihleri arasında kendi adıyla anılan, buzlardan tamamen arınmış, bir su kütlesi buldu. Daha sonra yoluna devam ederek Victoria toprağına ulaştı. Ancak Ross, karaya hiç ayak basmamıştır. 1895 yılında Norveçli Leonand Kristensen, Ceupe adası yakınında sahile bir ekip çıkardı ve bu ekip bir kış kıt’ada kalarak geri döndü.
On dokuzuncu yüzyılın son on yılından itibaren kıt’aya yapılan keşif gezileri artırıldı. Kaptan Robert Falcon Scott, İsviçreli Nils Ofto Gustar, Ernest Henry Shacleton ve Jean Charcot gibi bir çok araştırmacı kıt’anın bir çok yerlerini keşfettiler.
1911’de Norveçli Roald Amundsen, Alman Wilhelm Filcner, İngiliz Robert Scott, Avurturyalı Dauglas Mawon ve Japon It Nobu Shiruse’den meydana gelen bir ekip kıt’aya çıktılar. Hepsinin hedefi Güney Kutbu idi. Kutba ilk defa Amundsen ulaştı. Arkasından Mc Murdo Sound da kutba vardı. Ancak dönüşte yiyeceklerin bitmesi ve hayvanların yorulması yüzünden donarak öldüler.
Uçakların kullanılması Arktik ve Antarktika'nın keşfinde yeni bir devir açmıştır. Sir Hubert Wilkins ilk defa Antarktika üzerinde başarılı uçuşlar yaptı. 1928-30 yılları arasında Richard E. Byrd keşif uçakları ile seferler yapmış ve Amundsen’in üs kurduğu yere yakın bir yerde “Küçük Amerika Üssünü” kurmuştur. Kendi adıyla anılan, kıt’anın doğuya doğru olan kısımlarını keşfeden Byrd, müteaddid defalar uçak ve gemi ile kıt’aya seferler yaptı.
1926’dan 1937’ye kadar Norveçliler de çeşitli kısımların haritalarını yapmak için çalışmalarda bulundular. Queen Mand arazisinin detaylı haritasının yapılmasından sonra kayalık sahil boyunca buzlu olmayan göller bulundu. Bunlar yaz güneşinin yeter derecede buzlanmayı önlediği sahil boyundaki çöküntülere akan, eriyen karların sebep olduğu göllerdir.
1923’ten 1939’a kadar kıtada yeni yeni, geniş yerler bulundu. 1935’ten itibaren Ellworth çeşitli uçuşlar yapdı ve bu uçuşlar esnasında kendi adı ile anılan bölgeyi buldu. İngilizler bölgede çeşitli araştırmalara devam ettiler. Bu çalışmalar İkinci Dünya Harbi sırasında bir durgunluğa girdi.
Amerikalı Richard H. Cruzen askerlerle birlikte kıtaya gitti. Antarktik Yarımadası ve Wedali Denizi kısmı dışında bütün Antarktik sahillerini içine alan sahanın havadan haritasını çizdi.
Daha sonra İngilizler, Norveçliler, İsveçliler, Fransızlar çeşitli araştırmalar yaptılar ve Antarktik’te çeşitli üsler kurdular.
Uluslararası Jeofizik Yılı münasebetiyle yapılan toplantılarda araştırma ekiplerinin kurulması teklif edilerek bu ekipler için bir çalışma programı hazırlandı. Kurulan ekiplerde çeşitli devletlerden ilim adamları katıldı ve kıt’anın bir çok yerleri keşfedildi. Programın 31 Aralık 1958’de başarıyla bitmesinden sonra, ilmi araştırmaların devam ettirilmesi için “Antarktika’yı Araştırma Özel Komitesi” (SCAR) denilen milletlerarası bir komisyon kuruldu.
Antarktika Antlaşması döneminde, uluslararası işbirliğiyle düzenlenen ilmi projeler artmıştır. Ayrıca ülkeler tek tek düzenledikleri projelerle araştırmalarını sürdürmektedirler. Kıta kıyılarında yaşayan hayvanları korumak için 1982 senesinde Antarktika Deniz Hayatını Koruma Konvansiyonu kuruldu.
Günümüzde var olan antlaşmalar çerçevesinde, kıt’ada bulunan kaynaklardan düzenli biçimde faydalanmak için bazı çalışmalar yapılmaktadır.
Kar ve buz örtüsü dışındaki yerlerin ortalama yüksekliği diğer kıt’alara göre iki misli olup, ortalama 1830 metredir. karaların üzerindeki buz ve kar kütlesinin kalınlığı ortalama olarak 2000 m civarındadır. En yüksek nokta 4270 metreyi bulur.
Antarktika dünyanın en soğuk bölgesidir. Sahil kenarları, iç kısımlara ve yükseklere göre daha sıcaktır. 1960 yılında 3962 metre yükseklikteki Vostok istasyonunda -88,3 derece okunarak dünya soğukluk rekoru tespit edilmiştir. En soğuk aylarda ortalama sıcaklık kıyıda -20°C ile -30°C, iç kesimde ise, -40°C ile -70°C arasında değişir. Yağışlar kar şeklindedir.
Sıcaklık donma noktasının üstüne pek çıkmadığından bitki ve hayvan yönünden en kısır kıt’adır. Sadece kuzeye bakan, güneşe doğru olan kaya ve yamaçlar üzerinde son derece küçük bitki şekilleri bulunur. Botanikçiler kıt’anın kenarları boyunca ve dağların yakınlarında 400 kadar çeşitli yosun türüne rastlamışlardır.
Kıtanın 20° ve 80° boylamlarıyla Antarktika yarımadası ve Shetland arası İngiltere egemenliği; Ross Dependency bölgesi Yeni Zelanda egemenliği; Avustralya Antarktik Bölgesi, Macquarie Heard ve Mc Donald Avustralya egemenliği; Marion ve Prens Edward adaları Güney Afrika Cumhuriyeti egemenliği; Kerguden ile Crozet takımadası, yeni Amsterdan, Adelie arazisi Fransa egemenliği; Bouvet, S. Pierre adası Norveç egemenliği; Ross ve Falklanda arasındaki bölge ise ABD egemenliği altındadır.
Alm. Antenne (f), Fr. Antenne, İng. Antenna. Elektromanyetik dalgaları yaymak veya yakalamak için kullanılan elektronik devre elemanı. Antenler vericilere bağlı olarak kullanıldıklarında, enerjilerini, frekansı ayarlanabilir bir “güç osilatörü”nden alırlar. Küçük bir kısmı ısıya çevrilip harcanan enerjinin geri kalan bölümü, anten tarafından boşluğa yayılır. Alıcılarla birlikte kullanılan antenlerin vazifesi ise, boşluktaki elektromanyetik enerjiyi yakalayıp, bunu bir transmisyon hattı vasıtasıyla alıcı devreye iletmektir.
Alıcı ve verici antenleri, fiziki özellikleri nazara alındığında, farksızdırlar. Hatta, bir anten aynı anda hem alıcı hem de verici vazifesi görebilir.
Uzun mesafeler arasında bilgi (ses, görüntü vb.) taşınması kablo ile yapıldığında zor ve masraflıdır. Ayrıca, uzun hatların çekilmesi ve daimi bakımının getirdiği bir çok teknik problem vardır. Bilgi taşınması işinde elektromanyetik dalgalardan istifade edildiğinde, bu dalgaları yüksek enerji ile atmosfere (veya uzay boşluğuna) bırakabilecek elemanlar gerekir. Yine, boşlukta yayılmakta olan elektromanyetik dalgalardan maksada uygun olanını yakalayıp kuvvetlendirdikten sonra alıcı cihaza aktarmak icabeder. İşte anten, bu iki temel ihtiyaca cevap veren elemandır.
Antenlerin genel çalışma prensibi, alternatif akımın bir iletkenden geçerken elektromanyetik alan meydana getirmesi ile ilgilidir. Paralel iki iletkenin meydana getirdiği elektromanyetik alanlar, birbirlerinin te’sirlerini yok ederler. Bu duruma mani olmak için antenler hususi şekilde ayarlanmış bir çift iletkenden imal edilirler.
Elektronik özellikleri açısından anten, seri rezonans devresine eşdeğerdedir. Seri rezonans devresinde en fazla akım rezonans frekansından geçer. Akımın fazla olması, anten etrafındaki elektromanyetik alanın fazla olması demektir. Dalga boyu ile yayılan elektromanyetik enerjinin frekansı arasında şu bağıntı vardır:
C/f= l
Bu formülde, l (Lamda) yayılan enerjinin dalga boyunun metre cinsinden değeri; C, ışık hızı (3.108 m/s); f ise Hertz cinsinden frekans değerini ifade eder.
En fazla elektromanyetik enerji antenin boyu dalga boyuna eşit olduğunda yayılır. Düşük frekanslarda kullanılan antenler daha basit ve yapımı kolaydır. Buna karşılık boyları büyük olur. Frekans yükseldikçe antenler küçülür; fakat karmaşık bir hal alır ve yapımı zordur.
Antenden, elektromanyetik enerjinin uzaya yayılışı: Alternatif akım, yönü ve şiddeti zamana göre değişen bir akımdır. Yani antenin boyu dalga boyuna eşit olduğundan antenin bir ucu zamanla hem artı (+) hem de eksi (-) olmaktadır. Bu durumda, antendeki akım da bir ileri, bir geri doğru akmaktadır. Elektron akışı eksiden artıya doğru iken, elektriki alan artıdan eksiye doğrudur.
Antende akım ortada en fazla, uçlarda (açık devre olduğundan) sıfırdır. Buna karşılık gerilim uçlarda en fazla, ortada sıfırdır.
Antenler teoride şu beş kritere göre sınıflandırılırlar:
1. Kullanılma şekli: Alıcı, verici;
2. Kullanılma yeri: Radyo, TV, radyoteleskopi v.b.;
3. Fiziki şekil: Parabolik, Vi vb.;
4. Yayın yönü: Omnidireksiyonel (Her yöne dönük), direktif (tek yöne dönük);
5. Yayın frekansı: VHF, UHF vb.
Pratikte ise antenler iki ana bölümde incelenirler:
1. Çeyrek dalga antenleri (Markoni anteni): Uzunluğu dörtte bir dalga boyunda olan antenlerdir. Diğer dörtte birlik kısımları ise topraktan tamamlanır. Antenin özelliği kısa olması ve taşınabilen verici ve alıcılarda kullanılmasıdır. Antende meydana gelen elektriki ve manyetik alanlar yarım dalga antenin aynıdır. Fakat 1/4’lük kısmı toprak altında imiş gibi devresini tamamlar. Anten giriş dirençleri yaklaşık 36 ohm civarındadır. Genellikle dikey olarak kullanılırlar.
2. Yarım dalga antenleri (Hertz anteni): Bu antenler yarım dalga uzunluğundadır. Genlik modülasyonlu alıcı ve vericilerde kullanılır. Yerden oldukça yükseğe yatay olarak kurulurlar. Bunlar orta ve yüksek frekanslarda geniş kullanma alanları bulurlar. Yüksek frekanslarda dikey olarak da kullanılabilirler.
Yarım dalga antenleri çok yerde kullanıldığından bazı ilaveler yapılarak değişik tipte yarım dalga antenler geliştirilmiştir. Bunlardan en önemlisi birçok TV yayınlarında kullanılan “Dipol” antendir.
Dipol anten: Ortadan beslemeli yarım dalga boyunda bir antendir. Frekans modülasyonlu FM/UKW alıcı ve vericilerde de yaygın olarak kullanılır. Yatay ve dikey olarak kullanmak mümkündür.
Dipolun empedansı 73 ohm’dur. Antenin kalınlığı arttıkça dipolun empedansı azalır. Antenin giriş uçları arasındaki mesafe arttıkça empedansı artar.
Katlanmış dipol: Katlanmış dipol antenin uzunluğu bir tam dalga boyundadır. Empedansı yaklaşık 300 ohm kadardır. Antenin yapıldığı iletkenin çapı (d), iletkenlerin eksenleri arasındaki mesafe (a) arttıkça empedans azalır. Giriş uçları arasındaki mesafe (s) arttıkça empedans artar.
Yagi dizisi: Katlanmış dipolle birlikte iki veya daha fazla elemana sahib olan diziye “çok elemanlı yagi dizisi” denir. En basit dizi; üç elemanlı bir yansıtıcı, bir dipol ve bir yönlendiriciden meydana gelir. Diziye ilave edilen elemanlar genellikle yönlendirici elemandır ve dipole belirli mesafelerde yerleştirilir. Bu elemanlar antenin kazancını arttırır, fakat yön önem kazanır. Yani, dizinin alış yönü tek yöndür, yansıtıcı, gelen sinyali esas antene yansıtır.
Antenlerde bulunan önemli özellikler:
Yön:İstenen en önemli özelliklerinden biri olup, yayının olduğu doğrultu ile ilgilidir. Özellikle yüksek frekansta ve yönlendirilmiş vericilerde, alıcı anteni verici antenine doğru olmalıdır.
Güç: Antene gelen sinyallerin kayba uğratılmadan alıcıya tam güçle nakledilmesi, antenin direnci, antenle alıcıyı birbirine bağlayan iletken(transmisyon) hattın, direnci ve alıcının giriş direncinin birbirine eşit olması ile mümkündür. Eğer bu üç elemandan (yani anten direnci, iletkenin direnci, alıcının giriş direnci) biri diğerine uymuyorsa, araya empedans (elemanın alternatif akıma karşı gösterdiği direnç) ayarlayıcı transformatörler koymak gerekir.
Polarizasyon:Yayınlanan dalganın polarizasyonu elektriki alanın hareket yönü olarak tarif edilir. Elektriki alan toprak yüzeyine dik olarak hareket ediyorsa “dikey polarizasyonlu anten” denir. Elektriki alan toprak yüzeyine yatay olarak hareket ediyorsa buna da “yatay polarizasyonlu anten” denir.
Verici anteni yatay polarizasyonlu ise alıcı antenin de yatay kurulması gerekir. Aksi takdirde verimli bir alış yapılamaz. Düşük ve orta frekanslarda dikey polarizasyonlu antenler kullanılır. Çünkü yerden yansıyan dalgalar da bu durumda iş görmektedir. Yüksek frenkansta ise yatay polarizasyon tercih edilir. Sebebi ise, tabii ve kaynağı insan olan gürültü ve parazitlerden daha az etkilenmesidir. VHF (çok yüksek frekans) ve UHF (ultra yüksek frekans)da yatay veya dikey polarizasyon yeterli gelmektedir. Dikey polarizasyonlu bu antenlerde, diğer istasyonların karışmaları daha az olur. 100 MHz’in altındaki frekanslarda dikey polarizasyonlu antenler daha faydalı olmaktadır. Engebeli arazide daha çok dikey polarizasyon etkilidir. Yatay polarizasyonda antenin yerden yüksekliği çok önemli değildir. Özellikle frekans modülasyonlu ve puls (darbe) modülasyonlu sinyallerin yayılmasında yatay polarizasyon çok kullanılır.
Anten sistemindeki kayıplar:
1. Antene yakın olan bina, ağaç, dağ ve benzeri maddeler antenden alınan enerjinin bir kısmını emerler. Bu elemanlar özellikle antenin uç kısmından uzak tutulmalıdırlar.
2. Antenden yayılan güç, antenin yayın direnci (antenin yayılan frekansa gösterdiği direnç) ile orantılıdır ve akımının karesi ile yayın (radyasyon) direncinin çarpımına eşittir. (I2a.Rr). Antenin yayın direncini azaltan tesirler, yayılan faydalı gücü de azaltır.
3. Antende ısı olarak harcanan kayıp güç vardır. Bu da antenin omik direnci denilen (doğru akıma karşı gösterdiği direnç) dirençle anten akımının karesinin çarpımına eşittir. (I2a.Ro). Bu direnç ne kadar küçük olursa boşa harcanan enerji de o kadar az olur.
4. Bir ucu topraklı antenlerde iyi topraklama yapılmadığında da kayıplar meydana gelir. Bunun için topraklamanın, büyük bakır levhaları toprağa gömerek yapılması gerekir.
5. Anten yakınlarındaki iletken yüzeyler antenden çıkan enerjiyi antene geri yansıtır. Bu sebeple anten, mümkün olduğu kadar metal çatı ve binalardan, direklerden uzak bulundurulmalıdır.
6. Anteni yalıtan izolatörler, elektrik akımını mümkün olduğu kadar az geçirmelidir. Tam yalıtkan yoktur, her yalıtkan belli frekans ve voltajda bir sızıntı akımı geçirir. Rutubetli havalarda izolatör kayıpları artar. Bu sebeple iyi cins yalıtkanlar kullanılmalıdır. En iyi yalıtkan iyi porselendir.
7. Anten etrafındaki hava, yüksek voltaj te’siriyle iyonize olarak antenden toprağa akım geçirir. Buna “krona kaybı” denir. Antenin uzunluğu arttıkça uçları arasındaki voltaj farkı azalır.
Her tip antenin kendine göre faydalı ve zararlı tarafları vardır. Bu sebeple ilim adamları çalışmalar yaparak çok değişik tipte (fakat temeli yukarda anlatılan iki esas tipte olmak üzere) antenler geliştirmişlerdir. Radar antenleri, parabolik antenler, horn antenler bunlara misaldir. Antenin boyunu uzatmak için antene seri bobin; boyunu kısaltmak için ise seri kondansatör bağlanır. Bunlar ayarlı yapılarak, anten uzunluğu hassas olarak ayarlanabilir.
Alm. Pistazie (f), Pim Pernuss, Fr. Pistache, Pistachier, İng. Pistachio. Familyası: Antepfıstığıgiller (Anacardiaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Gaziantep, Urfa civarı.
5-10 m boyunda bir ağaç. Reçine ihtiva eder. Yaprakları 3-5 yaprakçıklıdır. Çiçekleri bir cinsli ve erdişidir. Meyveleri tek tohumlu, kırmızımtrak renkli, uzunca ve eriksidir.
Vatanı Asya’dır. Memleketimizde Güney Anadolu’da bilhassa Gaziantep ve Urfa civarında yetiştirilmektedir. Batı Anadolu’da yabani olarak çok yetişen çitlenbik (celtis) ağaçları üzerine de aşılanmaktadır.
Meyvenin yenen kısmı yağlı tohumlarıdır. Tohumlarında yağ, sakkaroz, proteinli maddeler ve nişasta vardır.
Kullanıldığı yerler: Besin bakımından zengindir. Çerez olarak kavrularak yenir. Eskiden öksürüğe karşı kullanılırdı.
Alm. Antibiogramm, Fr. Antibiogramme, İng. Antibiogram. Belli bir mikrop veya bir kaç türünün gelişmesini ve üremesini hangi antibiyotiğin önleyeceği veya hangi oranda azaltacağını ortaya koyan biyolojik metod. Bir mikrobun alt gruplarının veya sonraki değişik döllerinin antibiyotiklere karşı aynı cevabı vermediği bilinmektedir. Halbuki muayyen bir mikroba veya bir mikrobun muayyen dölüne karşı hangi antibiyotiğin (veya antibiyotiklerin) te'sirli olduğunu bilmek hem tedavi olan hasta açısından, hem ekonomik açıdan, hem de sağlıklı toplum açısından önemlidir. Hasta daha çabuk tedavi olur. Daha az antibiyotik (dolayısıyla para) harcanır ve daha ilerisi için direnç kazanmış mikrop dölleri bırakılmamış olur.
Bazan antibiyogram veya mikrop cinsini belirlemek imkansız olabilir. Hasta organ veya hastalıklı materyalden numune alınamaz veya enfeksiyon çok şiddetli olduğu için beklemeye tahammül olmayabilir. Böyle durumlarda (yani antibiyogram elde edilemeyecek veya gecikecek durumlarda) kuvvetli antibiyotiklerden (veya hasta sistem için özellik kazanmış antibiyotiklerden) ikisi kombine olarak kullanılır. Bu arada bir yandan mümkün olursa, antibiyogram çareleri yine (her ihtimale karşı) aranır. Kullanılan antibiyotikler enfeksiyonu kısmen hafifletir, mikrobun üremesini kısmen azaltır, fakat tam müessir olmazsa, antibiyogram sonucunda belirlenen müessir antibiyotiklere geçilir.
Antibiyogram yapılırken, çeşitli antibiyotik mayilerinin içine şüpheli mikroplar konulur. Mikrobun hangi sıvıda ne derece ürediği, hangisinde üremediği anlaşılır. Neticeler standardize edilir. Genellikle mikroplar (antibiyogramda kullanılan antibiyotiklere karşı) etkilenenler, az etkilenenler ve dirençli olanlar diye derecelendirilir.
Antibiyogram yapımında halen en çok disk metodu kullanılmaktadır. Bu usülde mikrop petri kutusu içinde hazırlanan katı (jeloz) besi yerine ekildikten sonra üzerine çeşitli antibiyotik sıvılarına batırılmış yuvarlak kağıt parçaları konulur. Besi yerinde üreyen mikrop etkili olan antibiyotiğin çevresinde üremediğinden yasak bölge meydana gelir. Yasak bölgenin genişliği antibiyotiğin te’sir kuvvetinin fazlalığına işarettir. Eğer antibiyotikli kağıdın hemen etrafında dahi (çepeçevre) mikrop kolonileri ortaya çıkabilmişse, mikrobun bu antibiyotiğe dirençli olduğu gösterilmiş olur.
Antibiyogramın verdiği neticelerin inandırıcı ve güvenli olabilmesi için besi yerinin, besi değerinin, mikrobun üreme gücünün, mikrop ekiminin standart değerlere göre olması gerekir.
Antibiyogram sonuçlarına göre bile tedavi yapılmış olsa, mikropların direnç kazanmaması için, hastalık belirtileri tamamen kayboluncaya kadar hatta düzeldikten 1-2 gün sonra bile tedaviyi kesmemek ve kısmamak lazımdır.
Alm.Antibiotikum, Fr. Antibiotiques, İng. Antibiotics. Bir mikroorganizma tarafından (bakteri, mantar, virüs, vb.) yapılan ve başka mikroorganizmaları öldüren veya üremelerine mani olan maddeler. Sayıları yüzleri bulan ve çoğu ticarette kullanılmayan antibiyotiklerin bir kısmı tabii maddelerden yarı sentetik olarak imal edilmektedir. Bugün bu yarı sentetik maddeler de antibiyotik genel ismi altında kullanılmaktadır. Tabii olanlar bitkilerde, özellikle küf mantarlarında bulunurlar. Mikroplu hastalıklara karşı kullanılan te’sirli ilaçlardır. Antibiyotikler yıllar öncesinden biliniyordu. Zaman zaman insan vücudundaki bakterilerden bazıları bunlarla yok edilmeye çalışılıyordu. Buna en iyi örnek, yurdumuzun doğu bölgesinde, çıbanların peynir küfü ile tedavi edilmesidir. 1929 yılında İngiliz doktoru Sir Alexander Flemming (1881-1955) tarafından penisilinin keşfine kadar bu alanda fazla bir ilerleme kaydedilememiştir. Bir küf parçasının tesadüfen bir bakteri kültürünün içine düşmesi antibiyotiklerin keşfine yol açtı. Sir Alexander Flemming, küfün, yakınındaki bakterileri öldürdüğünü ve bu küfün çok bulunan penicillum cinsinden olduğunu gördü. Daha sonraki araştırmalarda bu küften meydana gelen kimyasal maddelerin insan vücuduna zarar vermediği ortaya çıktı. Antibiyotiklerdeki bu gelişme; zatürre, zatülcenb, frengi gibi çok önemli hastalıkların tedavisinde büyük kolaylıklar sağladı.
İkinci Dünya Savaşı sırasında bu araştırmalara hız verildi. Antibiyotiklerin bol ve ucuz bir şekilde elde edilmesine başlandı. Zamanla kimyasal olarak da antibiyotikler elde edildi. Mesela kloramfenikol bu şekilde elde edilen bir antibiyotiktir.
Sayıları gittikçe artan antibiyotiklerin varlığına rağmen hastalık yapıcı mikroorganizmalar tamamen mağlub edilememiştir. Mikroorganizma, antibiyotiğe tabii olarak mukavim olabildiği gibi, bu mukavemeti sonradan da kazanabilmektedir.
Bugüne kadar bilinen antibiyotiklerin hiç biri virüslere etkili değildir. Şu halde virüs hastalıklarında antibiyotikleri kullanmak faydasızdır. Hatta mukavim bakteri ve çeşitli mantarların çoğalmalarına sebeb olabileceği için zararlıdır. Enfeksiyon hastalıklarının bir bölümü virüslere bağlı olduğuna göre, her ateşli hastaya hemen antibiyotik vermek yanlıştır. Herhangi bir antibiyotik bir hastalığın tedavisinde kullanılmadan önce, bu hastalığı doğurabilen mikroplara karşı bir kültür ortamında denenmeli, bunlardan en etkili olanı seçilmelidir. Yani bir antibiyogram yapılmalıdır. Antibiyogram yapılamıyorsa, o hastalık için en uygun ilaçları vermelidir. Mesela bademcik iltihabında penisilin veya eritromisin verilmesi çok denenen ve sonuç alınan bir yoldur. Bazı antibiyotikler vücudumuzda vitamin sağlayan bakterileri de yok ettiklerinden, bunları uzun zaman kullanmak doğru değildir. Mutlaka kullanmak gerektiğinde birlikte B kompleks vitaminlerini de vermelidir. Antibiyotikler, uygun dozda ve yeterli süre alınmalıdır. Hastalık belirtilerinin kaybolmasından en az üç dört gün sonraya kadar antibiyotiğe devam etmelidir. Küçük doz ve kısa süreli antibiyotik alımından hem bir fayda sağlanamaz, hem de bakterilerde mukavemet gelişmesine fırsat hazırlanmış olur.
Etki sahasını genişletmek maksadıyla, iki antibiyotiğin beraber verilmesi bazan doğru değildir. Çünkü biri diğerinin etkisini azaltabilir. Burada genel kaide şudur. Bakteriyi öldürücü bir antibiyotik ile bakterinin üremesini durdurucu diğer bir antibiyotik beraber kullanılmaz. Prensip olarak birbirleri ile olan ilişkileri şüpheli olan, veya bilinmeyen iki antibiyotiği birlikte kullanmamalıdır.
Bazan iki antibiyotiğin beraber kullanımı (kombinasyonu) teorik olarak mümkin olsa bile, yan te’sirlerinden dolayı kombine etmemelidir. Mesela gentamisin ile sefalosporin grubu birlikte verilirse, böbrek yetmezliği yapabilirler (böbrek kanalcıklarındaki tahribattan dolayı). Her antibiyotik, her hastaya verilmemelidir. Bir böbrek yetmezliğinde tetrasiklin verilirse, üremiye yol açabilir (ürenin kana karışması). Hangi antibiyotiklerin böbrek veya karaciğer hastalıklarında kullanılmayacağı iyice bilinmelidir. Çoğu defa korkusuzca verilen kloramfenikolün, iki üç ay sonra kemik iliğindeki kan hücrelerinin tahribine bağlı derin bir anemiye (kansızlığa) sebeb olabileceği düşünülmelidir.
Bazı antibiyotikler belirli yaşlarda verilmemelidir. Mesela altı yaşından küçüklere tetrasiklin grubu antibiyotikler verilmemelidir. Altı yaşından küçüklere tetrasiklin verildiği zaman, dişlerde kalıcı bir bozukluğa (şekil bozukluğu, renk değişimi, büyümenin durması gibi) sebeb olabilir. Tetrasiklin ve etki sahası geniş diğer antibiyotiklerin yüksek dozda ve uzun süreli kontrolsüz kullanılması, ağızda veya vücudun herhangi bir yerinde mantar hastalıklarının ortaya çıkmasına sebeb olabilir.
Bazı antibiyotikler; ilaçlarla, yemeklerle, meyve suları ile veya sütle alınmamalıdır. Süt ve antiasit mide ilaçları ile alınamayacak olanlara misal; Tetrasiklin grubu.
Meyve suyuyla alınmayacak ilaçlar:
Ampisilin, amoksisilin, eritromisin baz, penisilin.
Yemeklerle beraber veya süt ile alınamayacak ilaçlar:
Metranidazol (müstahzarları: Metrajil tablet) Nalidiksik asit müstahzarları: (Naligram, negram), verem ilaçları (Etambutol, paraaminosalisilikasit, streptomisin, INH cycloserin, Rifampisin) ve eritromisin gibi...
Antibiyotiklerin pek çoğunu hamilelik esnasında almak çok mahzurludur. Bazıları, ana karnındaki çocukta bir çok sakatlıkların meydana gelmesine sebeb olur. Eğer mutlaka antibiyotik vermek gerekiyorsa, penisilin, Spiramicin (rovamycin), ampisilin veya sefalosporin grubu bir antibiyotik gebeliğin ilk üç ayında verilebilir. Gebeliğin dördüncü ayından sonra penisilin ve sefalosporin grubu antibiyotikler çok dikkatli kullanılmalıdır.
Alm. Frostschutz, mittel (n), Fr. Antigel, İng. Antifreeze. Bir motorun soğutma suyuna katılan bir madde. Suyun donma sıcaklığını düşürüp, motorun soğuk havalarda zarar görmesini önlemek gayesiyle katılır. Bazan başka bir sıvının donma sıcaklığını düşüren bir faktörü belirtmek için de antifriz deyimi kullanılır.
Su donma sıcaklığına yaklaştığı zaman, diğer maddelerin tersine genleşir. Radyatör, silindir blokları ve diğer motor parçaları, genleşerek donan suyun meydana getirdiği basıncın te’siriyle çatlayabilir. Bu tehlikeleri önlemek için soğutma suyuna sıvı antifriz olarak etanol, metanol ve etilen glikol katılır. Antifriz, kışın beklenen en düşük sıcaklıkta donmayı önleyecek miktardadır. Antifriz ne kadar artarsa donma sıcaklığı o kadar düşer.
Antifriz olarak kullanılan etanol ve metanol buharlaştığından sudaki miktarları azalır. Bunun için antifriz ayarını iyi yaptırmalıdır. “Permanent” yani etilen glikol antifrizler daha te’sirlidir. Ancak çok pahalıdır. Piyasada kullanılan antifrizlere genellikle bir pas önleyici ve bir de su pompası yağlayıcısı eklenir.
Bazı böcekler kış mevsimi yaklaştığı zaman donmaya karşı korunmak için gliserol (glycerol) salgısını artırırlar. Gliserol organizmadaki sıvının donma sıcaklığını düşürür.
DEVLETİN ADI |
Antigua ve Barbuda |
BAŞŞEHRİ |
Saint John’s |
NÜFUSU |
86.000 (1990) |
YÜZÖLÇÜMÜ |
442 km2 |
RESMİ DİLİ |
İngilizce |
DİNİ |
Hıristiyanlık |
PARA BİRİMİ |
Doğu Antiller Doları |
Küçük Antil Adaları arasında yer alan üç adadan meydana gelmiş bir ülke. Antil Denizinin doğusundaki Antigua, Barbuda ve Redonda adalarında kurulan devletin yüzölçümü 442 kilometrekaredir. Redonda Adasında yerleşim yoktur.
Antigua Adasının bilinen tarihi 1493’te Kristof Kolomb’un adaya ayak basmasıyla başlar. 1632’de İngilizlerin eline geçen ada; yirminci asra kadar sömürge halinde kaldı. 1958’de Batı Hind Adaları Federasyonu’na katıldı. 1967’de Antigua, İngiltere karşısında bir tür dominyon statüsü kazandı. 1978’de ülkede bağımsızlık hareketleri başladı. Yapılan görüşmeler neticesinde 1981’de bağımsızlık ilan edilerek Antigua ve Barmuda Devleti kuruldu. Birleşmiş Milletlere ve Doğu Antiller Devletleri Örgütüne üye oldu.
Devleti meydana getiren adaların en büyüğü olan Antigua’nın yüzölçümü 280 kilometrekaredir. Bu adada dağ ve akarsu yoktur. En yüksek yeri Bopgy doruğu olup, 405 metredir. Kıyıları girintili çıkıntılıdır. Barbuda adasının yüzölçümü 160 kilometrekaredir. Düz ve ağaçlı bir mercan adasıdır. Üçüncü adası olan Redonda ıssız ve kayalık bir ada olup, fosfat yatakları bulunur.
Adalarda tropikal iklim hakimdir. Senelik sıcaklık ortalaması 27°C, yağış ortalaması ise, 1118 milimetredir.
Antigua ve Barbuda’nın nüfusunun büyük kısmını Afrika’dan getirilen zenciler meydana getirir. Halkın büyük çoğunluğu Anglikan Kilisesine bağlıdır.
Antigua ve Barbuda, İngiliz Uluslar Topluluğunun bağımsız bir üyesidir. Yasama organı iki meclisten meydana gelir. Temsilciler Meclisi üyeleri beş yılda bir seçilir. 17 kişi olan senato üyeleri ise devlet başkanı olan genel vali tarafından atanır.
Antigua ve Barbuda’nın ekonomisi tarıma ve turizme bağlıdır. Sanayi henüz gelişmemiş olup, genelde tarım ürünlerinin işlenmesine dayalıdır. Sanayi ürünleri arasında gıda, giyim, boya, mercek, ahşap ve kağıt yer alır. Ülke dış ticaretinin büyük bir kısmını ABD ve İngiltere ile yapar.
Adalarda ulaşım büyük ölçüde motorlu araçlarla sağlanır. 380 kilometrelik kara yolu ağı mevcuttur. Coolidge havaalanı uluslararasıdır. Ülkenin en önemli limanı St. John’s’tır.
(Bkz. Antikor)
Alm. Antiquität (f), Fr. Antiquite, İng. Antique. Eski zamanlardan kalma, tarihi değeri olan ve nadir bulunan eşya. Antika, İtalyanca bir kelimedir. Osmanlılarda antika yerine “Giranbaha tuhaf tefarik” (Pahası ağır, az bulunur, hoşa giden mümtaz eşya) tabiri kullanılırdı. On dokuzuncu yüzyıldan itibaren dilimizde kullanılmaya başlandı ve sonra da yerleşti.
Tarih boyunca kurulan devletlerin ata yadigarlarını muhafaza etmeleri, saklamaları, antikaya duyulan önemi arttırmıştır. Ayrıca bazı insanlarda eski eserlere karşı aşırı merak vardır. Bunların neticesinde paha biçilmez antika kolleksiyonları meydana gelmiştir. Devletlerin yıkılması, yangın, sel, deprem gibi felaketler, bunlardan pek çoğunun harab olmasına sebeb olmuştur. Bir de kıymetini bilmiyen, ata yadigarının ehemmiyetini anlamıyan mirasçıların eline düşenler tamamen elden çıkmıştır.
Osmanlı Devletinin kuruluşundan yıkılışına kadar muhafaza edilebilen eserler, müzelerimizde saklanmaktadır. Bunların hepsi birer tarihtir. Kazılarda çıkan pek çok eşya, kıymetini bilemediğimiz için veya çalınarak yurt dışına kaçırılmaktadır. Pekçok eserimiz bu sebeplerden dünya devletlerinin müzelerini süslemektedir.
Günümüzde hemen hemen her devlet antika eserlerin memleket sınırları dışına çıkarılmasını yasaklamıştır. Devletler, antika eşyalarla müzeler kurup geliştirerek turizmini geliştirmek için uğraşmaktadır.
İslam, Türk, ilkçağ ve Osmanlı eserleri sayesinde yurdumuz, dünyanın en zengin antika kolleksiyonlarına sahip ülkesidir.
Antika toplayan, satın alan ve satan, yani ticaretini yapan kişilere antikacı denir. Antikacılar; tarih, sanat tarihi, arkeoloji gibi ilimlerde bilgileri olan kimselerdir. Türkiye’de 19. yüzyılda antikacılık müstakil meslek haline geldi. Daha önceleri müstakil olmamakla beraber, çeşitli eşyanın ticaretini yapan kişiler tarafından alınıp satılırdı. Bilhassa, Kapalıçarşı İç Bedesten esnafı, bu işle meşgul olurdu. Halen İç Bedesten’de antika eşyalar satılmaktadır.
Antika eşyanın değeri, tarihi olması kadar aid olduğu dönemin sanatını yansıtmasıyla da ilgilidir. Bu bakımdan yüksek bedellerle alınıp satılmaları bu piyasayı oldukça genişletmiştir. Günümüzde milletlerarası çapta faaliyet gösteren müzayede firmaları rekor sayılacak değerde antika eşya satışları yapmaktadır.
Değerlerini ancak uzmanların ve piyasanın tayin etmesi sebebiyle antika, kişiler ve hatta şirketler için bir yatırım aracı haline gelmiştir. Zaman zaman antika eşya alım-satımı ile uluslararası finans hareketleri hakkında iddialar ortaya atılmaktadır. Bu iddialar, müzayede firmalarının daha da şöhret kazanmasına yardımcı olmaktadır.
Alm. Antikörper, Fr. Anticorps, İng. Antibody. Vücuda giren herhangi bir yabancı maddeye karşı vücudun meydana getirdiği savunma maddeleri. Mikrop, toksin (mikropların salgıladığı zehirler) veya herhangi bir yabancı madde vücuda girdiğinde, vücut otomatik olarak bu maddeleri yok etmek için koruyucu maddeler imal eder. İşte bunlara “Antikor” denir. Vücut için yabancı olan ve antikor yapımına sebeb olan maddelere de “Antijen” denir.
Antikorla olan savunma, akyuvar hücrelerinin yaptığı hücresel savunmaya benzemez. Her antikor “spesifik”tir; yani, belli mikrop, toksin veya maddeye karşı özel olarak imal edilir ve ona etkilidir. Antikorların bir kısmı mikrobu çökeltir, bazıları birbirine yapıştırarak etkisizleştirir, bir kısmı ise eritir. Toksinlere yapılan antikorlara ise “antitoksin” denir. Antikorları esas olarak “Plazma hücreleri” denilen bir çeşit akyuvar grubu imal eder.
Vücuda aşı yolu ile zayıflatılmış veya öldürülmüş mikrop verilirse, vücut bu mikropların maddelerine karşı antikor yaparak o mikrobun hastalandırıcı olanına karşı da mukavemet kazanmış olur. Bu duruma "bağışıklık" denir. Bağışıklığı sağlayan, antikorlardır.
Kuzey Amerika ile Güney Amerika arasında ve Orta Amerika’nın doğusunda bulunan adalar topluluğu. “Antil Adaları” da denir. Kristof Kolomb’un bulduğu ve “Batı Hindistan” adını verdiği adalar bu adalardır. Pizigana haritasında “Antilia” olarak yazılıdır. Antiller, Güney ve Kuzey Amerika arasında, tropikal kuşağın kuzey yarımküreye düşen yerindedir. Dışı doğuya doğru bir yay görünümünde olan bu adalar, Karayib Denizini Atlas Okyanusundan ayırır.
Adalar arasında Filorida, Windward, Mona, Anegada gibi bir takım boğazlar da vardır.
Antiller, büyük ve küçük olmak üzere ikiye ayrılır. Büyük Antiller; Küba, Jamaika, Haiti, Porto Rico ve Virjin adalarını da içine alarak çevresindeki adalardan meydana gelir. Küçük Antiller ise, kuzeyden Bahama adalarından başlayarak, güneyde Venezuella’ya kadar uzanan adalardır. Bunların başlıcaları; Bahama, Caicos, Türk ve Jungtern adalarıdır. Bu adalar, 1000 kilometreye varan bir uzunluğa yayılmışlardır.
Antiller, ilk zamanlarda Amerika ile beraber iken, sonradan tektonik olaylar neticesinde, sulara gömülerek kaybolan bir kara parçasının su yüzünde kalan bölümleri durumuna gelmişlerdir. Adaların hemen hepsi dağlıktır. Toprak, umumiyetle kalkerleşmiştir. Çok volkanik bir alan halindedir. Antiller, yeryüzünün en çok depreme uğrayan yerlerindendir.
Adaların iklimi tropikaldir. Denize yakın bölgeleri daha da sıcaktır. Yıllık ortalama ısı 22 ile 27°C arasında değişir. Yıl boyunca esen rüzgarlar Atlas Okyanusunun rutubetini taşır. 3000 metreye ulaşan dağlar bu rüzgarları tuttuğu için bol yağış alır. Atlas Okyanusu’na bakan bölgeler, baştan başa sık ormanlarla kaplıdır. Rüzgar tutmayan yerleri kuraktır. Kuraklık kışın daha da fazlalaşır. Buralarda şiddetli kasırgalar ve fırtınalar olur.
Antillerin ormanlarında egreltiotları, bambu ağaçları, hurmalar, kurak yerlerinde çam, selvi ağaçları ile ardıçlar yer alır. Kalkerli arazide kaktüsler, savan otları görülür. Şekerkamışı, kahve, tütün, kakao, muz, pamuk, ananas gibi bitkiler yetişir.
Elde edilen reçine, kauçuk gibi kıymetli ürünler önemli hammaddeleri meydana getirirler.
Antillerde tropikal iklim hayvanları çoktur. Zehirli yılanlara az rastlanır.
Antiller ilk defa İspanyollar tarafından işgal edildi. İşgalden sonra, ağır işlerde çalıştırılmak üzere Afrika’dan milyonlarca zenci getirilip köle olarak çalıştırıldı. Ayrıca buraların yerli halkı olan kızılderilileri de önce köle olarak çalıştıran İspanyollar, sonra bunları soy kırımı ile yok etmişlerdir. Bu sebepten adaların bugünkü nüfusu beyazlar ve zencilerden meydana gelir. Bir ara İngilizler, Barbados, Jamaika, Trinidad adalarını; Fransızlar ise Martinique ve Guadeloupe’yi işgal etmişlerdir. En büyükleri Curaçao olan altı ada da Hollanda’ya aittir. Bugün Antillerde; Küba, Haiti ve Dominika olmak üzere, bağımsız üç devlet vardır. Hayat düzeyi genellikle düşüktür. Çalışma alanları dardır. Ülke ekonomisinin temeli tarımdır. Şekerkamışı, kakao, tütün, pamuk, meyve, kereste, kauçuk ve petrol ile asfalt başlıca ihraç maddeleridir. Adalarda ulaşım işleri zayıftır.
Küba ve Dominika’da yabancı dil İspanyolca olup, Haiti, Guadeloupe ve Martinique’de Fransızca; Bahama’larda ise İngilizcedir. Kimi yerlerde yerli dillere de rastlanır. Bunlar Güney Amerika dil ailelerine mensuptur.
Alm. Antilopen (f), Fr. Antilopines, İng. Antelopes. Familyası: Boynuzlugiller (Bovidae). Yaşadığı yerler: En çok Afrika ve Güney Asya. Özellikleri: Geviş getiren, halkalı boynuzlu, zarif vücutlu, iyi koşucu hayvanlar. Ömrü: 10-12 sene. Çeşitleri: Keseli, kara, su, orman antilopları, ceylan ve impalalar meşhurlarıdır.
Çift tırnaklı, geviş getiren, zarif ve süratli hayvanların meydana getirdiği bir alt familya (Antilopinae). Boynuzları halkalı, çoğunlukla yukarı ve geriye doğru kıvrıktır. Burun delikleri dışında suratları kıllarla kaplı, orta veya küçük bedenlidirler. Ağır bir misk kokusu yayan, güçlü göz salgı bezlerine sahiptirler. Genellikle Afrika ve Güney Asya’nın çöl, ova ve ormanlarında yaşarlar. Pekçok türü vardır. Büyüklükleri yaban tavşanından öküz büyüklüğüne kadar değişir. Boynuzlarının büyüklüğü de cinslere göre farklıdır. Yalnız ve çekingen yaşayanları olduğu gibi, çoğunluğu sürüler halinde yaşarlar. Tehlike anında kaçarlar, fakat uzun süre koşamazlar. Ot, kök, yaprak ve bodur bitkileri yiyerek beslenirler. Su ihtiyaçlarını, yedikleri nemli bitkilerden sağladıklarından pek nadir su içerler. Erkekleri boynuz tokuşturmayı sever. Dişileri yılda bir yavru doğurur. Yavru doğar doğmaz annesini takip etmeye başlar.
Antilopun en çok bilinen türleri, Amerika antilopu, Develand, Cüce antilop, Dört boynuzlu antilop, Kudu, Gnu, Orongo (Çiru), Ceylan, İran Ceylanı, Hint Ceylanı ve İmpaladır. Üç sıçrayışta 20-25 m mesafeyi aşabilirler.
Samur antilopları: Antilopların içinde en güzeli olmamakla beraber en heybetlisidir. Daha çok otla beslenir. İsteyince çok hızlı koşar. Güneş alabilen seyrek ağaçlı ormanları sever. Yaralandığı ve köşeye sıkıştırıldığı zaman vahşice döğüşür ve çok tehlikeli olur. Dişisinin ve erkeğinin, arkaya doğru uzanan 160 cm uzunlukta harika boynuzları vardır. Bu boynuzları her zaman kendini korumak için silah olarak kullanır. İri kulakları ve dik tüylü bir yelesi vardır. Yaklaşık olarak 225 kg ağırlığındadırlar.
Güney Afrika, Rodezya, Doğu Afrika’nın kıyı bölgelerinde on ile yüz başlık sürüler halinde yaşarlar. Her sürüde yetişkin bir erkek samur antilop bulunur.
Su antilopları: Bunlar suyu çok severler ve ırmak boylarında kalabalık olarak yaşarlar. Sürü, beş-altı başlık olabildiği gibi bazan yüze kadar çıkar. Erkeklerinde uzun ve kıvrık boynuzlar bulunur. Karada yaşamalarına rağmen çok iyi yüzerler. Tehlike anında derin sulara girerler. Kendilerini takip eden köpeklere de orada saldırırlar. Eti lezzetsiz ve lif lif olduğundan avcılar tarafından nadiren avlanırlar.
Orman antilopu: Diğer adıyla semerli antilop yalnız yaşamayı sever. Gece hareketli olduğundan gündüz ağaçların ve çalıların arasında dinlenir. Çok ürkektir, yaralanınca çok tehlikeli olur.
Küçük Afrika antilopları: Afrika’da büyük bir grubu meydana getirirler. Renkleri kahverengi ile gri-mavi arasında değişir. Erkek ve dişiler boynuzludur. Erkeklerin boynuzları dişilerinkinden daha uzun olup, 15 cm kadar olabilir. Yüzlerinde kendilerine has guddeleri vardır. Bunlardan gelen kokuyu dallara sürerek yaşadıkları alanları kokularıyla işaretlerler. Bu antiloplar yeşilliklerle beslenirler. Arka ayakları üzerine dikilerek dallara ve yabani üzümlere uzanırlar. Bunlar aynı zamanda böcek ve yılan da yerler.
Büyük Afrika antilopları: Afrika’da pek çok büyük antilop bulunur. Büyük eland bunlardan en büyüğüdür. Kuvvetli bir yapıya sahip olup, ağırlığı 900 kilograma kadar varır. Erkek ve dişilerin her ikisi de hafif spiral boynuzlara sahip olup, omuzlarında tümsekler mevcuttur. Ayrıca derilerinin sarkık olması kendilerine mahsustur. Vücut büyüklüklerine göre, nispeten hızlı hareket ederler. Yetişkin elandların 2 m yüksekliğindeki çalılıkları atladıkları görülür. Küçük sürüler halinde Güney ve Doğu Afrika’da yaşarlar.
Alm. Antimon, Fr. Antimoine, İng Antimony. Kimyada Sb formülüyle gösterilen bir element. Tabiatta mineraller halinde bulunur. Çok eskiden beri bilinen bir elementtir. Atom numarası 51 ve atom ağırlığı 121,75’dir. Yoğunluğu 4,6 gr/cm3tür. Periyodik cetvelde 5A grubunda bulunur.
Kimyasal olarak daha ziyade metalik özelliklere sahipse de metallere benzemeyen bazı davranışları da vardır. Dört çeşit allotropu mevcuttur.
1. En çok bilineni ve en kararlı olanı, kristal halinde olup kırılgan, gümüş renginde metaldir. Erime noktası 630 ve kaynama noktası 1380°C dir. Özgül ağırlığı 6,7 gr/cm3tür.
2. Gri antimon, oda sıcaklığında kararlıdır.
3. Sarı antimon, Sb4 şeklindedir -90°C de kararlıdır.
4. Siyah antimon, antimon triklorürün elektrolizinden elde edilir. Hafif bir darbe ile patlar ve gri antimona dönüşür.
Bulunuşu:Antimon mineralleri dünyada geniş bir alana yayılmış olarak bulunur. Türkiye, Çin, ABD, Çokoslovakya Avusturya, Yugoslavya, Meksika, Kanada, Kuzey Afrika ve Bolivya antimon üreticisidir.
Stibnit (Antimon sülfür Sb2S3) antimon kaynağı olarak en önemli mineraldir. Antimonun diğer mineralleri antimon oksit ve antimon oksi sülfürdür.
Elde edilişi: Antimon Sb2S3’ün demir parçaları ile eritilmesinden elde edilir. Yüksek kalitedeki antimon elektrolizle elde edilir.
Bileşikleri: Antimon, bileşiklerinde -3, +3, +5 değerliklerini alabilir.
Metal antimon havada kavrulursa Sb2O3 (antimon trioksit) meydana gelir. Antimon trioksit amfoterdir. Bu yüzden asit ve bazlarla reaksiyon verir. Sb2O4 (antimon tetraoksit) ise asit oksittir ve bazlarla reaksiyon verir. Antimon pentaoksit (Sb2O5) suda az çözünür. Fakat bazda çözünür.
Stibin denilen antimon hidrür (SbH3) zehirli ve renksiz bir gazdır.
Kullanıldığı yerler: Antimon alaşımlarda kullanılır. Kalay, kurşun gibi yumuşak metaller antimon ile sert alaşımlar verir. % 6-8 arasında antimon ihtiva eden kurşun alaşımları sert ve aside dayanıklıdır. Sülfat asidi etki etmez. Bu alaşımlardan batarya (akümülatör) plakları, matbaa harfleri yapılır. Ayrıca sezyumla beraber katot lambaları yapımında ve kızılaltı ışınları bulucusu olarak kullanılan fotosellerin üretiminde kullanılır. Oksitleri ise, saydam olmayan sır yapımında, cam ve seramiklere renk vermede kullanılır.
Antimonun bileşiklerinden antimon sülfür cephane ve kibrit yapımında, antimon trioksit ile antimon triklorür aleve dayanıklı kumaş üretiminde, gene antimon trioksit hem pigment hem de yanmayı yavaşlatan eleman olarak boyalarda ve plastiklerde kullanılır. Boyalarda pigment olarak kullanılan birçok antimon bileşiği vardır; organik tuzlarından antimon-potasyum tartarat (tartar emetik) dokuma sanayiinde boya sabitleştirici, tıpta da balgam söktürücü ve kusturucu olarak kullanılır. Yine antimonun bazı organik bileşikleri de çeşitli tropikal hastalıkların tedavisinde kullanılır.
Antimon zehirlenmesi: Ağız veya teneffüs yoluyla alınan bazı antimon bileşiklerinin vücut dokuları ve fonksiyonları üzerindeki zararlı etkileri. Antimon zehirlenmesinin belirtileri arsenik zehirlenmesininkine benzer.
Antimon zehirlenmesi, iyi emaye kaplanmamış paketler içinde satışa sunulan ve emaye kaplamadan çözünen antimon oksitle karışmış olan asitli meyve sularının içilmesiyle ortaya çıkar. Solucan ve mantar hastalıklarının tedavisinde ve kusturucu olarak kullanılan tartar emetik gibi ilaçların arka arkaya kullanılması da zehirlenmeye yol açabilir. Buna mukabil antimonun sanayideki kullanımı, antimon bileşikleriyle çalışan iş yerlerindeki ağır zehirlenme olayları ile bağlantılı görülmemektedir.
Alm.Antitoxin (n), Fr. Antitoxine, İng.Antitoxin. Vücuda giren bir bakteriyel toksini (zehir) yok etmek için, kan plazmasında meydana gelen bir madde. Zehire karşı koyan antikorlara "antitoksin" denir. Her bir bakteriyel toksinin kendine has antitoksini vardır. Bu antitoksin, kendi toksini (zehiri) ile birleşir ve zehiri tesirsiz hale sokar.
Antitoksinler, toksinleri etkisiz hale getirmelerinden dolayı tıpta önemli uygulama alanı bulmuştur. Mesela difteri botulizm (gıda zehirlenmesi) ve tetanos gibi hastalıkları önlemekte antitoksin tedavisinden faydalanılır. Bu tedavi edici antitoksinler, at vb. hayvanlardan üretilir.
Alm. Abkommen (n), Fr. Traité, İng.Treaty, Agreement. Pakt, antlaşma. Milletlarası ve devletler hukukunda yapılan sözleşme; pakt. “Anlaşma”ifadesi ise daha çok bir iç hukuk deyimi olarak kullanılır.
Antlaşmalar, politik alandaki önemli meselelerin halli için yapılır. Yapılış şekline göre; “Barış antlaşması”, “Dostluk ve işbirliği antlaşması”, “İttifak antlaşması” gibi isimler alırlar.
Antlaşmaların ve anlaşmaların yapılması, muhtevası ve bunların tasdiki her ülkenin kendi hukuk düzenine göre değişik şekillerde işlemler görür. Türkiye’de “Milletlerarası münasebetlerin yürütülmesi ve koordinasyonu” hakkındaki kanunla, milletlerarası ilişki, müzakere ve imza yetkisi tesbit edilmiştir. Bu husus anayasada da yer almaktadır. Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı devletlerle ve milletlerarası toplantılarda yapılacak antlaşmaların onaylanması, TBMM’nin kabul edeceği bir kanunla olur. Usulüne göre yürürlüğe konulan milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar aleyhine Anayasa Mahkemesinde dava açılamaz.
Antlaşmaların metninde, maddelere geçilmeden önce “dibace” denilen bir giriş kısmı bulunur. Bu bölümde anafikir ve antlaşmanın niteliği açıklanır. Daha sonra, maddeler ayrıntıları ile belirtilmek suretiyle yer alır. Maddelerden sonra son hükümler bulunur ki, burada antlaşmaların nasıl yürürlüğe gireceği, imzalı nüshaların nerede saklanacağı, hangi lisanların geçerli olduğu gibi hususlar belirtilir.
Antlaşmalara ek olarak protokoller de yapılabilir. Protokollerde antlaşmanın ihtiva ettiği alanda ve konularda başka ilave hususlar yer alır.
Alm. Anthologie, Blütenlese (f), Fr. Anthologie, İng. Anthology. Seçme şiirleri veya nesirleri biraraya toplayan kitap. Antoloji kelimesi Türk edebiyatında 1929 senesinden sonra kullanılmaya başlanmıştır. Daha eski devirlerde bu şekilde hazırlanan eserlere; nazire mecmuaları, mecmualar, güldeste, cönk, müntehabat, nümuneler gibi çeşitli isimler verilirdi.
Ancak bunlar arasında saha itibariyle farklılıklar vardı. Mesela şiir mecmuaları daha ziyade Divan Edebiyatını ilgilendirirken, diğerleri bunun dışında kalmışlardır. Yapılan araştırmalara göre, Anadolu Divan Edebiyatı’nda antoloji sayılabilecek ilk eser, Ömer ibni Mezid’in hazırladığı Mecmuat-ün-Nezair’dir. 1436’da hazırlanan bu kitapta on üç, on dört ve on beşinci yüzyıl başlarında yaşamış 83 şaire ait 397 şiir vardır.
Şair Eğridirli Hacı Kemal’in 1412’de bitirdiği Cami-ün-Nezair’de 266 şairin 29461 beyiti toplanmıştır. Bu eserde on üç, on dört, on beşinci yüzyıllarda yaşamış şairlerin kaside, gazel ve Divan Edebiyatının diğer nazım şekil ve türlerine ait örnekler bulunmaktadır.
Edirneli Nazmi’nin 1523’te hazırladığı Mecma-ün-Nezair’de 243 şaire ait 3356 gazel vardır. Kanuni Sultan Süleyman’ın hizmetçilerinden Pervane bin Abdullah’ın 1560’ta hazırladığı mecmua, Topkapı Sarayının Bağdat Köşkü Kütüphanesinde bulunmaktadır.
Peşteli Hisali’nin iki ciltlik Metali-ün-Nezair adındaki mecmuasının kendi elyazısı ile hazırlanmış bir nüshası Nuru Osmaniye Kütüphanesindedir.
Batı edebiyatındaki manasıyla antolojiler Tanzimattan sonra yazılmıştır. Refik ile Tevfik’in üç cild olarak hazırladıkları Letaif-i İnşa adlı eserde, Divan Edebiyatı yazarlarının mektuplarından seçmeler vardır. Ziya Paşanın hazırlayıp 1874’te İstanbul’da neşrettiği üç ciltlik Harabat, Namık Kemal’in bu esere kendi şiirlerinin alınmaması üzerine hazırladığı Tahrib-i Harabat, Ebüzziya Tevfik’in hazırladığı ve arka arkaya altı defa basılan Nümune-i Edebiyat-ı Osmaniye adlı eserler, bu devrin en önemli antolojilerindendir. Ayrıca Müntehabat-ı Asar-ı Osmaniye adlı eserin de antolojiler içinde mühim bir yeri vardır. Yine bu devrin önemli antolojilerinden biri de, 1881 yılında yayınlanan Emin Osman’ın Hadikat-ül-Üdeba adlı eseridir. Edebiyat-ı Cedide devrinde yazılanlar ise pek o kadar önemli değildir.
İkinci Meşrutiyetten sonra basılan antolojilerden en önemlisi, Bulgurluzade Rıza’nın üç cildlik Bedayi-i Edebiye adlı eseridir. Bunun birinci cildinde tanzimat edebiyatı şairlerinden, ikinci cildinde tanzimat edebiyatı nesircilerinden seçme parçalar, üçüncü cildinde vecize ve hikmetli sözler yer almıştır.
Reşid Süreyya’nın 1910 yılında neşrettiği Edebiyat-ı Cedide’de şair ve nesircilerden seçilmiş nazım ve şiirler vardır. Midhat Cemal Kuntay’ın Nefais-i Edebiyye adlı eserinde şiir ve nesirlerden seçmeler bulunmaktadır. Süleyman Bahri ile Refet Avni’nin hazırladıkları Resimli Müntehabat-ı Edebiyye ve Ahmed Cevdet’in yayınladığı Asar-ı Nefise önemli antolojilerdendir. Yine Prof. Fahir İz’in hazırladığı Eski Türk Edebiyatında Nazım I-II ile Eski Türk Edebiyatında Nesir adlı eserler ve Prof. Dr. Faruk K. Timurtaş’ın Osmanlı şiirinden seçtiği Osmanlı Türkçesi Metinleri II, Osmanlı Türkçesi metinlerine yer veren en son antolojilerdir.
Bazı yabancıların hazırladığı Türk Edebiyatı Antalojileri de vardır. Edebiyatçı Gibb, A History of Ottoman Poetry, yani Osmanlı Şiirinin Tarihi’ni hazırlamıştır. Yazar, bu eserinde hazret-i Mevlana Celaleddin-i Rumi’den Ziya Paşaya kadar olan bütün şairlerden derleme yapmıştır.
Cumhuriyetten sonra yetişen edebiyatçılar da antolojiler hazırlamışlardır. Tahir Alangu’nun Türk Hikayecileri Antolojisi, Mehmed Kaplan'ın Yeni Türk Edebiyatı Antolojisi, Kenan Akyüz'ün Batı Tesirinde Türk Şiiri Antolojisi, N. Halil Onan’ın İzahlı Divan Şiiri Antolojisi, P. Naili Boratay’ın İzahlı Halk Şiiri Antolojisi, Şükrü Kurgan’ın İzahlı Divan Şiiri Antolojisi ve Eflatun Cem Güney’in Halk Şiiri Antolojisi, Cumhuriyet Devrinin önemli antolojilerindendir. Yaşar Nabi, Vasfi Mahir gibi bazı edebiyatçılar da, yeni ve eski şiirlerimizden derlemeler yapmak suretiyle antoloji sahasında eserler vermişlerdir.
Alm. Anthraquinon (n), Fr. Anthraquinonique, İng. Anthraquinane. Kapalı formülü C14H8O2 olan, antrasenin en önemli kinon türevi. Birçok boyarmadde ve pigment sınıfının ana maddesidir. Sanayide, antrasenin yükseltgenmesiyle veya benzen ile ftalik anhidritin kondensasyon ürününde su giderilmesiyle elde edilir.
Şekil Var !
Antrakinon yükseltgenmeye karşı son derece kararlıdır. Buna mukabil kolayca indirgenerek çeşitli ürünlere dönüşebilir. Mesela sodyum ditiyonitin alkali çözeltisi, antrokinonu antrahidrokinona indirger. Antrahidrokinon ise alkali metallerle suda çözünebilen tuzlar verir. Antrakinonların tekne boyası olarak kullanım alanı bulması bu kimyasal tepkime ile gerçekleşir. Ayrıca, antrakinonun sülfolanması, nitrolanması ve halojenlendirilmesiyle çeşitli ürünler elde edilir.
Antrakinon kristalleri sarı renkli prizmalar şeklindedir. Erime noktası 286°C ve kaynama (süblimleşme) noktası 380°C’dir. Özgül ağırlığı 1,438 gr/ml’dir. Antrakinon suda çözünmez ancak alkol, eter ve aseton gibi çözücülerde çözünür.
Antrakinon boyaları: Antrakinon molekül yapısına dayalı boyar maddeler grubudur. Bu gruptaki boyar maddeler, çeşitli dokuma elyafına uygulanma tekniklerine göre sınıflara ayrılırlar.
Antrakinon asit boyalarının terkibinde -SO3H grubu bulunur. Bu grup hem boyanın suda çözünmesini hem de yün ve ipek elyafı üstünde sabitleşmesini sağlar. Böylece mordan kullanmaya gerek olmadan yün ve ipek lifleri bu boyar maddelerle boyanabilir.
Antrakinon dağılım boyalarında asit boyalarındaki suda çözünebilir gruplar yoktur. Bu boyalar, uygulama banyosuna katılan ve boyanın kalloidal halde dağılmasını sağlayan sabun veya benzeri katkı maddeleriyle naylon ve sun’i ipek gibi liflerin üzerinde tutunabilir.
Antrakinon tekne boyaları, renklerin canlılığı, güneş ışığı ve yıkama ile solmama özellikleriyle çok değerli boyar maddelerdir.