ANKARAVİ İSMAİL RÜSUHİ EFENDİ

Anadolu’da yetişen büyük velilerden. İsmi, İsmail bin Ahmed, lakabı Rüsuhi’dir. Ankara’da doğduğu için Ankaravi nisbesiyle meşhur olmuştur. Doğum tarihi belli olmayıp, on altıncı asrın ikinci yarısında doğduğu bilinmektedir. 1630 (H. 1040) senesinde İstanbul’da vefat etti.

İlk tahsilini doğum yeri olan Ankara’da yapan İsmail Rüsuhi, zamanın alimlerinden din ve fen ilimlerini tahsil etti. Arabça ve Farsçayı öğrendi. Bu ilimlerde yükseldikten sonra tasavvufa yöneldi. Bayramiyye yoluna girip feyz aldı. Halvetiyye yolundan da icazet alıp talebe yetiştirmekle vazifelendirildi. Bu sırada gözlerinden rahatsızlanıp okuyup yazamaz hale geldi. Gözleri açıldığı takdirde daima Kur’an-ı kerim, hadis-i şerif ve velilerin sözleriyle meşgul olacağını nezretti (adadı). Bir velinin teveccühüyle rahatsızlığı geçince Fütuhat-ı Ayniyye adlı Fatiha-i Şerife Tefsirini yazdı. Konya’ya giderek Mevleviyye yolu büyüklerinden Bostan Çelebi’nin sohbetlerinde bulundu ve bu yolda ilerledi. 1610 senesinde İstanbul’a gelerek Galata Mevlevihanesinde insanlara İslamiyetin emir ve yasaklarını anlatmakla vazifelendirildi. Vefatına kadar bu vazifede kalıp, 1630 (H. 1040) senesinde İstanbul’da vefat etti. Galata Mevlevihanesi bahçesinde defnedildi.

Din ve fen ilimleri ile tasavvuf yolunda yüksek derece sahibi olan Ankaravi İsmail Rüsuhi Efendi, ilmiyle amil, güzel ahlak sahibi, faziletli bir zattı. Çok ibadet eder, dünyaya önem vermezdi. Zamanındaki devlet adamları kendisini sever, ilmini takdir eder, hürmette kusur etmezlerdi. İlim ehli ile sohbetlerde bulunur, Allahü tealanın dinini anlatmayı bir köşeye çekilip ibadet ve taatle meşgul olmaktan üstün tutardı. Aynı zamanda şair olan İsmail Rüsuhi Efendi, şiirlerinde Rüsuhi mahlasını kullanırdı.

Eserleri:

Yazmış olduğu eserlerden bir kısmı şunlardar: 1) Şerh-i Mesnevi: Mesnevi şerhlerinin en meşhularından olup, altı cilt halinde yazılmış ve basılmıştır. 2) Minhac-ül-Fukara: Tasavvuf konularından ve evliyanın hallerinden bahseden bu eser nesir olup, Türkçedir. 3) Zübdet-ül-Füsus, 4) İzah-ül-Hikem: Şihabüddin Sühreverdi’nin Heyakil-ün-Nur adlı eserinin Türkçe tercümesi ve şerhidir. 5) Miftah-ül-Belaga ve Misbah-ül-Fesaha, 6) Fütuhat-ı Ayniyye fi Tefsir-i Suret-il-Fatiha, 7) Misbah-ül-Esrar, 8) Nisab-ı Mevlevi, 9) Şerhul-Kasidet-it-Taiyye el-Müsemmat bil-Mekasıd-il-Aliyye, 10) Şerhu Hadis-i Erbain, 11) Şerhu Füsus-ül-Hikem, 12) Mecmuat-ül-Letaif, 13) Şerhu Kasidet-ül-Mimiyye vel-Hemziyye.

ANKARAVİ MEHMED EMİN EFENDİ

Osmanlı şeyhülislamlarından kırk dördüncüsü ve Hanefi mezhebi fıkıh alimlerinden. İsmi Muhammed bin Hüseyn’dir. Ankaravi nisbetiyle veya Ankaralı Mehmed Emin Efendi diye meşhur olmuştur. 1619 senesinde Ankara’da doğdu. Babası Hüseyn Efendi alim bir zat idi. İlk tahsilini babasından yaptıktan sonra İstanbul’a gelen Mehmed Emin Efendi, akli ve nakli ilimleri öğrendi. Şeyh-ül-İslam Yahya bin Zekeriyya’nın hizmetinde bulunup mülazım (stajyer müderris) oldu. İlmi üstünlüğe ulaştıktan sonra, bazı medreselerde müderrislik yaptı.

Mehmed Emin Efendi, Sultan Dördüncü Mehmed Han zamanında sırasıyla Yenişehir, 1665 senesinde Bursa, 1668 senesinde Mısır, 1670 senesinde İstanbul kadılığı yaptı. Aynı sene içinde Anadolu kadıaskerliğine yükseltildi. Altı sene kadar bu vazifede kaldıktan sonra Ankara kadılığına tayin oldu. Orada hem kadılık, hem ilim öğretmekle meşgul oldu. 1686 senesinde, Şeyhülislam Çatalcalı Ali Efendi vazifeden alınınca, onun yerine Şeyhülislamlık makamına yükseltildi. Bu şerefli ve yüksek vazifeyi bir sene bir ay yürüttükten sonra 1687’de İstanbul’da vefat etti. Sultan Selim Camii yakınında, Kovacı Dede Camii önündeki kabristana defnedildi.

Ankaralı Mehmed Emin Efendi, din ve fen ilimlerinde yüksek derece, fıkıh ilminde de özel ihtisas sahibi idi. Bir hükmü vermeden önce bütün fetvaları ve nakilleri araştırır ve hükmünü öyle verirdi. Cömerd ve kerem sahibi olan Mehmed Emin Efendi, İstanbul’da bir medrese inşa ettirmiştir. Şeyhülislamlığı ve kadılığı esnasında adalet ve doğruluk üzere hükmetmiş, tevazu sahibi bir alimdi.

Fıkıh ilmindeki derecesi çok yüksek olan Mehmed Emin Efendinin Fetava el-Ankaraviyye ve Mecmu’a-i Fetava adıyla bilinen fetvalarını topladığı bir eseriyle birlikte, Tefsiru Ayet-il-Kürsi adlı eseri vardır. Tenvir-ul-Ebsar adlı esere yazdığı haşiyesi de meşhurdur.

ANKES

Alm.Kassenbestand (m), Fr.Encaisse, İng. Encaisse. Taahhüdleri karşılamak üzere bulundurulan nakit rezerv. Ekonomi literatüründe iki farklı anlamda kullanılmaktadır. Bunlardan birisi, herhangi bir taahhüdü yerine getirmek için hazır tutulan para anlamındadır. Diğeri ise, emisyon yapmaya yetkili olan bankaların çıkardıkları banknotlara karşılık olarak kasalarında hazır olarak bulundurdukları gümüş ve altın.

Bankaların mevduatları ile her an ödemeye hazır bulundurdukları likit aktifler arasındaki orana ise “Ankes oranı” denir. Ankes oranının ne kadar olacağı her ülkenin ilgili mevzuatına göre değişir.

ANKET

Alm. Umfrage (f), Rundfrage (f), Fr. Enquéte, İng. Survey, Survey Research, Public Opinion Research, Opinion Poll, Interview. Araştırma tekniklerinden biri. İktisadi, siyasi, sosyal vb. sahalarda karar verme sırasında karşılaşılan belirsizlikleri ve bilgi eksikliğini gidermek, problemleri teşhis etmek, aydınlatmak, çözüm bulmak için başvurulan sistematik ve planlı bilgi toplama faaliyeti. Öteki temel bilgi toplama yöntemleri gözlem ve deneydir (Bkz. Gözlem, Deney). Anketler, uygulandıkları araçlar itibariyle değişik isimler alabilir. Telefonla anket, postayla anket vb.

Anket tekniğinde, ihtiyaç duyulan bilgilere sahip kişilere sözlü veya yazılı sorular sorulur, bunları cevaplamayı kabul eden kişilerin verdikleri cevaplar alınır, kaydedilir, değerlendirilir ve bir sonuca varılır. Anket, bu bakımdan araştırmacı ile bilgi sahibi kişiler arasında bir haberleşmedir.

Haberleşme sırasında önceden hazırlanmış belli bir soru (anket) formunun bulunmasına bağlı olarak yapısal anket ve yapısal olmayan anket ayrımları yapılır. Yapısal olmayan anketlerde,anketör önceden ana hatları belirlenmiş olan soruları, görüşmenin akışına uygun olarak, gerekli gördüğü şekilde sorar.

Yapısal görüşmelerde, soruların farklı şekilde ifade edilmesinden doğabilecek yanlış anlamalar, sorulardan bir kısmının sorulmasının unutulması, ilave sorular sorulması, soruların değişik kişilere sırası değiştirilerek sorulmasının yol açabileceği olumsuz etkiler önlenebilir.

Anket sırasında cevaplayanın soruların ne maksadla sorulduğunu (araştırmanın amacını) bilip bilmemesine bağlı olarak dolaylı ve dolaysız anketlerden bahsedilebilir. Cevaplayıcının cevabını açıkça bilemediği veya bildiği halde ifade edemediği veya ifade edebileceği halde cevaplamak istemeyeceği veya cevaplama esnasında samimi ve gerçek cevapları vermeyeceğinden şüphe edilen durumlarda araştırmanın maksadı gizlenmelidir. Bu türden anket teknikleri arasında, üçüncü kişi, kelime çağrışım, cümle tamamlama, hikaye tamamlama ve tematik algılama teknikleri sayılabilir.

Yüzyüze anket için anketör ile cevaplayıcı doğrudan karşı karşıya gelir. Anket formunun çok uzun olduğu, yüksek bir cevaplandırma oranının ve cevaplamada çabukluk gibi hususların önem kazandığı, çok değişik bilgilerin toplanacağı hallerde sıkça kullanılır. Yüzyüze ankette cevaplayıcılardan cevap alma hızı ayarlanabilir. Cevaplayıcılara soru sorma yanında, onlara şekil, nümune, maket vs. gibi nesneleri gösterme ve görüşme yerinde gözlem yapma imkanı da bulunur. Şahsi münasebet sayesinde cevaplayıcının işbirliğinin kazanılması daha kolaylaşır. Görüşme hem soru sayısı hem de süresi itibariyle uzun tutulabilir.

Postayla anket uygulamasında yazılı bir anket formu herhangi bir vasıta ile (posta olması şart değil) cevaplayıcıya ulaştırılır, cevaplar da yine herhangi bir araç ile araştırmacıya geri iletilir. Arada bir anketörün bulunmaması, cevaplayıcıların özel konularda daha serbest ve açık davranmalarını kolaylaştırır. Postayla ankette cevaplama oranı ekseriya düşük olur. Ancak ilgi çekecek bir konu, sorular ve görünüş, nisbeten kısa bir anket formu, bir hediye veya sonuçları cevaplayıcıya bildirmek vaadi, cevaplama ve geri postalamayı kolaylaştırıcı boş zarf gönderilmesi, cevaplayıcıların önceden kendilerine anket için başvurulacağı konusunda uyarılmaları, hemen cevap vermelerinin rica edilmesi, gibi tedbirlerle cevaplama oranı arttırılabilir.

Telefonla anket bir bakıma yüz yüze ankete benzer, ancak aradaki bağlantı telefonla sağlanır. Anında cevap almak istenen, araştırmanın çok kısa sürede tamamlanmasının arzulandığı hallerde tercih edilir. Anketörler merkezi bir yerde bulunduklarından daha kolaylıkla kontrol edilebilirler ve bu yoldan yüzyüze görüşmedeki önemli sakınca olan uydurma anketler önlenebilir. Telefonla anket, bazı durumlarda öteki anket türlerinde yardımcı araç olarak  da kullanılır.

Anket yöntemiyle toplanan bilgilerin değeri, bilgi alınan kişilerin seçimindeki doğruluk, isabet ve objektifliğe bağlıdır. Araştırma sonuçlarına yöneltilen itirazların önemli bölümü araştırma örneğinin seçilmesiyle ilgilidir. Kimlerle görüşüleceğinin belirlenmesi işlemine “örnekleme” adı verilir. Araştırmada kendilerine başvurulacak birimlerin tamamına araştırma terminolojisinde “ana kütle”, bunlar arasından maksada uygun olarak seçilen birimlerin oluşturduğu alt kümeye “örnek” adı verilir.

Örneklemede, basit tesadüfi örnekleme, zümrelere göre örnekleme, kota örneklemesi, kolayda örnekleme, tek veya çok kademeli örnekleme, eşit veya farklı ihtimalli örnekleme, sistematik örnekleme, kasıtlı örnekleme vb. gibi değişik usüller takib edilebilir.

Örneklemede bir önemli konu da örnekleme oranı’dır. Esas olarak araştırmanın getirdiği sonuçlara ne derece güvenilebileceği ile ilgili olmakla beraber örnekleme oranının araştırmanın maliyeti ile de münasebeti vardır. O yüzden konu, bir optimum bulma meselesidir. Genel bir kaide olarak, örnekleme oranının büyümesine paralel olarak sonuçların daha güvenilir hale geleceği, buna mukabil, bilgi toplama maliyetlerinin hızla yükseleceği söylenebilir.

Anket formu (Soru formu), anket yönetiminde bilgi toplamada kullanılan ve belli sorulardan meydana gelen formdur. Anket yönteminin başarısı, anketörlere olduğu kadar, anket formunun doğru ve mükemmel düzenlenmiş olmasına da bağlıdır.

Soru formunun başına, konuyu açık olarak ortaşa koyan, cevaplayıcının ilgisini çekecek, onu işbirliğinde bulunmaya teşvik edecek bir açıklama yerleştirilmelidir.

Daha sonra formda yer alacak soruların hazırlanmasına geçilir. Bir anket formunda kullanılabilecek sorular değişik özellikler arzeder. Başlıca soru tipleri olarak, açık uçlu sorular, iki şıklı sorular ve çoklu seçim soruları zikredilebilir.

Açık uçlu sorular, herhangi bir cevap alternatifi ihtiva etmeyen, nisbeten kısa sorulardır. Cevaplayıcı ekseriya genel mahiyetteki bu sorulara serbestçe cevap verir, yük daha ziyade cevaplayıcıdadır. Bu tip soruların kullanılması halinde soru sayısının sınırlı tutulması, gerekiyorsa cevaplayıcıdan açıklaması beklenen fikir ve cevapların hacmi ve sayısının belirtilmesi ve mümkünse, soru formu üzerinde kodlamayı kolaylaştıracak boşluklar bırakılması iyi olur.

İki şıklı sorular, genellikle evet-hayır türü sorular olarak da bilinir; cevaplayıcının iki şıktan birini seçmesini gerektiren soru tipidir. Bu tip soruların kullanılması sırasında, cevaplayıcıyı şıklardan birini seçme şansını artıracak etkilemelerden sakınmak, olumsuz cevap şıkkı için, kolay ve kaçamak cevap vermeyi engellemek için açıklama yapılmasını istemek, cevaplayıcının gerçekten baskı altında kalmadan cevap vermesini sağlamak için eğer imkan olursa, “fikrim yok” veya “bilmiyorum” gibi ilave şıklar bulundurmalıdır.

Çoklu seçim sorularında, muhtemel cevap şıklarının tamamı cevaplayıcıya verilip, bunlar arasından bir veya daha fazlasını seçmesi istenir. Bu tip soruların hazırlanması nisbeten güç olmakla beraber, cevaplandırma sırasında cevaplayıcının işi kolaylaştırılmış olur. Bu tip soruların kullanılması sırasında, alternatif cevaplardan hiçbirinin atlanmamasına, yani bütün mümkün hallerin kaydedilmesine, seçim yapılacak şık sayısı sınırlanacaksa (kaç şık cevaplandırılacaksa) bunun belirtilmesine, şıkların kavram olarak da mükerrer olmamasına, her şıkkın sadece bir hususla ilgili olmasına, dikkat edilmelidir. Çoklu seçim tipi sorularda da cevaplamayı zorlamasız hale getirmek için "bilmiyorum", "fikrim yok" veya "diğer, (açıklayınız) ........... " tarzında şıklar ilave edilmelidir.

Anket yönteminin uygulanmasında cevaplayıcılarla temas sırasında bazı hususlara dikkat edilmesi, tecrübeli araştırmacılar tarafından tavsiye olunmaktadır. Cevaplayıcıları küçük gören bir tavıra kapılmamalı, ifadeler düzgün olmalı ve çok ağdalı olmamalı, argo ve halk ağzı kullanılmamalı, ikili anlam taşıyan söz ve ifadelerden sakınılmalı, iki olumsuz ifadenin peşpeşe kullanılması gibi anlamayı zorlaştırıcı etkilerde bulunulmamalıdır.

Soru formunun biçimi ve görünüşü de üzerinde durulacak bir konudur. Soru formunda mümkün olduğunca az söz kullanılmalı, ifadeler sade olmalı, bilinen, sık sık dile gelen kelimeler tercih edilmeli, rahat ve hatasız okunabilir olmalıdır.

Soru formunda yer alan sorular mantıki bir sıra takib etmeli, cevaplandırılması zaman alan ve zor olan sorularla, hassas konularla ilgili sorular tercihan sonlara yerleştirilmeli, birbiriyle ilgili, bağlantılı olan sorular gruplandırılmalı, şekil olarak birbirine benzer veya aynı olan soru tipleri kısa tutulmalı, soru aralarına ve uygun yerlere ilgiyi canlandıracak, cevap vermeyi iyileştirecek açıklamalar ve talimatlar kolayca farkedilebilecek şekilde yerleştirilmeli ve son olarak, soru formu düzenlenirken, bu formla toplanacak bilgilerin nasıl değerlenip, analize hazırlanacağı daha başlangıçta araştırmanın planlanması sırasında göz önünde tutulmalıdır.

ANNE SÜTÜ

Alm.Muttermilch (f), Fr. Lait de Mére, İng. Mother milk. Kadının çocuğunu beslemek için memelerinden gelen besleyici beyaz sıvı. Yeni dünyaya gelen çocuğun hayatiyetini devam ettirebilmesi beslenmesine bağlıdır. Bebek için iyi beslenmede en önemli besin anne sütüdür.

Anne sütünü basit bir sıvı olarak görmemek lazımdır. Eğer anne sütü, yeterli mikdarda geliyorsa, çocuğa ilk altı ay hiçbir ek gıda vermeye gerek yoktur. Anne sütü, çocuğun gelişimi için gerekli bütün maddeleri ihtiva etmektedir.

Anne sütü yeni doğan bebeğin ve süt çocukluğu devrelerinin en ideal besinidir. 1970’lere kadar sun’i mamalar ve inek sütü ile beslenme giderek artmışsa da, son yıllar içinde anne sütü ile beslenmenin önemi daha iyi anlaşılmıştır.

Bu sütteki proteinlerin hazmı oldukça kolaydır. İnek sütündekilerin ise daha zordur. İnek sütünde, iyi kaynatılmadığı takdirde allerjiye (ekzama, ishal, kansızlık) yol açan bir madde (B. lakto globülin) vardır. Anne sütünde ise böyle bir madde yoktur. Anne sütünde laktofferin isimli bir madde, bağırsaklarda mikropların çoğalmasını önler ve vücut için gerekli olan demirin daha kolay emilmesini sağlar. İnek sütünde ve hazır mamalarda ise böyle bir madde yoktur.

Ayrıca anne sütünde, bebeği mikrobik hastalıklara daha dayanıklı hale getiren immünglobulinler ve lizozim isminde bazı maddeler vardır. İnek sütünde ise bu maddeler yoktur.

Anne sütü ile beslenen bebeklerin, anne sütü ile beslenmeyen bebeklere nazaran daha az ishal oldukları bir gerçektir. Çocuk için enerji kaynağı olan laktoz isimli madde, anne sütünde inek sütüne oranla daha fazla miktardadır.

Anne sütündeki mineraller (kalsiyum, fosfor v.s.) yeterli ve dengeli olduğu halde, diğer sütlerde bu denge yoktur.

Anne sütünün yağı, inek sütünden oldukça üstündür. Linoleik asit isimli madde, anne sütünde bulunur ve bu asit bulunmadığı hallerde çocuğun büyümesi yavaşlamakta, ciltte kuruluk ve kalınlaşma olmaktadır.

Anne sütünün yağı, kolay hazmedilmektedir. Çünkü bu hazmı kolaylaştıran lipaz isimli madde, süt mideye inince etkili olmaktadır. Halbuki mamalarda ve diğer sütlerde bu madde bulunmamaktadır.

İlk beş günlük anne sütü “ağız” veya “ağuz” (tıp dilinde kolostrum) çok zengin bir gıdadır. Kolostrumda, çocuk için çok önemli olan laktoferrin ve bifidium faktör veya diğer adıyla bifidus faktörü bol bulunmaktadır.

Çocuğun emzirilmesi anne sağlığı açısından da mühimdir. Yapılan araştırmalar göstermiştir ki, meme kanserleri, çocuklarını emzirmeyen kadınlarda, emzirenlere oranla daha fazladır.

Çocuk dünyaya geldikten sonra, iki saat içinde anne, çocuğunu emzirmelidir. Böylece anne sütünün gelmesi oldukça çabuklaşmaktadır. Süt çocuklarında böbrekler tam fonksiyon göstermediği için fazla tuzun atılması ancak fazla su atılması ile olur. Fazla tuz alınması çocuklar için tehlikeli olan su kaybına sebeb olabilir. Anne sütündeki tuz ve mineral miktarı inek sütünün üçte biri kadardır. Eğer annenin sütü yoksa veya miktar olarak yetersizse ve bir hekim tarafından karar verilmişse (çocuğun kilo almadığı tesbit edilerek) ancak o zaman uygun terkipte hazırlanmış mama ve inek sütü verilmelidir.

Anne sütüyle beslenenlerde, ilk aylarda pişik, grip, farenjit ve süt allerjisine, ilerleyen yaşlarda da astıma daha az rastlanır.

Bütün bunlardan başka, çocuk ruh sağlığı için önemli olan anne-çocuk sevgi ve yakınlığı kadının çocuğunu emzirmesi ile başlar.

Anne Sütünü Artırıcı Tıbbi Bitkiler

Anason: Anne sütünü artırıcı özellikte olup, günde 0,5-1 gr alınabilir. % 1-2' lik çayından günde 2-3 bardak içilebilir. Gaz giderici olduğu için anneye ve bebeğe iyi gelir.

Sütotu: Bir çay kaşığı kadar ufalanmış sütotunun üzerine kaynar su dökülür, on dakika kadar bekletilip süzülür ve taze taze içilir. Tatlandırıcı olarak bal veya şeker katılabilir.

Rezen meyvesi (Raziyane): Toz halindeki rezeneden 0,5-1 gramlık haplar yapılarak günde 3 defa yutulur. Hap yapmak için bal, leblebi unu veya meyan balı kullanılır. İnfüzyon halinde de kullanılabilir. 2 gram toz rezene kaynar suya atılır, beş dakika kadar hafif ocakta tutulur ve karıştırılır, sonra tülbentten süzülerek çay gibi içilir. Rezene içen annenin sütü, çocuğun gazını da giderir.

ANNİBAL

Meşhur Kartacalı kumandan ve devlet adamı. Hannibal ismi ile de bilinir. Babası Hamilkar Barka, Sicilya’da Romalılarla savaştığı sırada M.Ö. 247’de Kartaca’da doğdu. Birinci Pön Savaşını kaybeden babası, onu Romalılardan nefret edecek biçimde yetiştirdi. Dokuz yaşındayken babası ile beraber İspanya’ya gitti. Çok genç yaşta general oldu. M.Ö. 221 yılında Kartaca ordusunun başına geçti. Annibal, küçüklükten beri almış olduğu Roma düşmanlığı ile Kartaca-Roma arasındaki husumeti alevlendirdi. İspanya’da fetihlere devam ederek Roma’ya bağlı tek yer olarak kalan Saguntum şehrini ele geçirdi. Böylece Roma ile aralarında uzun yıllar devam edecek olan İkinci Pön Savaşı başladı.

Kardeşi Hasdrubal’ı İspanya’da bırakan Annibal, yüzbin asker ve 37 filden meydana gelen büyük bir orduyla Alp Dağlarını geçerek Kuzey İtalya taraflarına ulaştı. Romalıların gönderdiği Sikipon komutasındaki orduyu Ticinus’da, Sempronius komutasındaki orduyu Trebbia’da, Flaminius komutasındaki orduyu Trasimeno’da, dördüncüsü ve en mühimi olarak da Paulos Emilus komutasındaki orduyu da Cannes’de yendi. Annibal’ın bu başarısını çekemeyen Kartaca Senatosu, yardım göndermedi. Annibal, Roma topraklarında tam 14 sene kaldı. Romalılar bu zaman zarfında yıpratma savaşı yaparak zayiat verdiriyorlardı. Annibal birçok başarılar elde etmesine rağmen Romaya direk hücum etmeye cesaret edemedi. Bu arada Romalılar, Annibal’ı Roma topraklarından uzaklaştırmak için önce İspanya’ya asker göndererek Kartacalılardan geri aldılar. Sonra, Annibal’ın İspanya’ya gitmesinden faydalanarak Kartaca’ya asker çıkardılar. Bu durumda sıkışan Kartacalılar, Annibal’ı geri çağırdılar. Annibal geri döndü. Zama mevkiinde Romalılarla yapılan savaşı kaybetti. M.Ö. 202 yılında barış yapıldı.

Annibal bundan sonra bütün gücüyle Kartaca’yı kalkındırmaya çalıştı. Ancak Kartacalıların kuvvetlenmesini istemeyen Romalılar, Kartacalılardan Annibal’ın kendilerine teslim edilmesini istediler. Bu durum karşısında Annibal, Suriye’deki Tir şehrine kaçtı. Dostu olan Suriye Kralı Üçüncü Antiyohus’tan yardım istedi. Fakat umduğunu bulamayınca Girit’e, oradan da Bitinya Kralı Prusius’a iltica etti. Romalıların tazyiki üzerine Prusius’un kendisini Romalılara teslim edeceğini anlayan Annibal, yanında taşıdığı zehri içerek intihar etti. Mezarının Gebze yakınlarında olduğu kabul edilmektedir.

ANOFEL

(Bkz. Sivrisinek)

ANONİM ŞİRKET

(Bkz. Şirketler)

ANOT

(Bkz. Elektroliz)

ANSİKLOPEDİ

Alm. Enzyklopädia (f), Fr. Encyclopédie, İng. Encyclopedia. Birçok bilginin sistematik ve çoğu zaman alfabetik sıra ile düzenlenmesinden elde edilen müracaat veya el kitabı. Bu isim, bazan ilmin belirli bölümünün teferruatlı ve sistemli bir şekilde incelendiği kitaplar için de kullanılmaktadır. Ansiklopediler, lügatlar gibi yalnız bir kelimenin çeşitli manalarını veren eserler değildir. Çok değişik konular hakkında oldukça geniş ve olaylara dayanan bilgiler verirler. Mümkün olduğu kadar tarafsız hazırlanmaları beklenirse de, ister istemez hazırlayanların fikir ve kanaatleri muhtevalarından belli olur. Bu insanlık zaafından kurtulabilen yok gibidir.

Ansiklopedinin iki önemli özelliği : Konuların metodik düzenlenmesi ve her şeyi içine almasıdır. Kelime olarak eski Yunancadaki dairesel eğitim veya bugün genel eğitim dediğimiz bir kelimeden gelmektedir. Buradaki bilgiden, bilinmeye değer bilgi manası anlaşılmalıdır. Ansiklopediden de, hazırlayanların önemli kabul ettiği konular hakkında kesin bilgi vermesi beklenir.

Tarihi tetkiklerden anlaşıldığına göre ilk ansiklopedinin Platon’un talebelerinden Speksippus tarafından M.Ö. dördüncü asırda yazıldığı tahmin edilmektedir.

Ortaçağda, bütün bilgilerin tek bir ciltte toplanması için büyük gayretler sarfedilmiştir. Bunlardan biri Dominikli yazar Beauvais’li Vincent tarafından hazırlanmış olup, yazarın ifadesiyle zamanın bütün bilgilerini ihtiva etmekteydi.

On yedinci asrın sonlarında ve 18. asrın başlarında alfabetik sıraya göre düzenlenmiş ansiklopedilerin yayınlandığı görülmektedir. Bunlardan ilki, 1704’te İngilizce olarak yayınlandı. Daha sonraki senelerde yayınlanan ansiklopediler, 1751-1772 arasında 17 cilt ve ilave iki cilt halinde yayınlanan ortak bir çalışma sonucu, bir yazar yerine pekçok mütehassıs kişi tarafından hazırlanan ve genel sistemi yayınlayanlar tarafından tesbit edilen bir eser olarak ortaya çıkmıştır. Bu yol modern ansiklopedileri hazırlatanların hemen hepsi tarafından benimsenmiştir. Böylece ansiklopedi daha doğru bilgiler verirken eserin daha geniş ve tarafsız olması da sağlanmıştır.

İngilizlerin meşhur Encyclopedia Britannica'sı, Fransızların Encyclopédie’si ile hemen hemen aynı zamanda yayınlanmıştır. 1768-1771 arasındaki ilk baskısından itibaren kendine has bir özelliğe sahib olmuştur. Büyük ikinci baskısı 1910-1911’de yayınlanmıştır. 1929’daki 14. baskısından itibaren 24 cilt olarak ABD’de yayınlanmaktadır.

Ansiklopedi yayını, 19. yüzyılda yayılmış ve hemen hemen her ülke, kendi ansiklopedisine 20. yüzyılın ortasında sahib olmuştur. Başlıca Enciclopedia İtaliana (İtalyanca, 1925), Enciclopedia Universal İlustrada (İspanyolca), Encyclopedia Americana (İngilizce) ve 30 cild olarak ve 1957 - 1960 arasında ikinci baskısı yayınlanan Bolşaya Sovetskaya Entsiklopedya (Rusça) 93 cild olarak yayınlanmıştır.

Almanya ise 18. asır geleneğine sadık kalarak Grosse Brockhaus adlı eserin 16. baskısını Brockhaus Conversationslexion ismi altında yayınlamıştır. 1961’de yayınlanan Meyers Neunes Lexicon ise bunun bir taklididir. Ancak bu iki eser için, normal lügatlarda bulunan kelimeleri ihtiva ettiklerinden ansiklopedik lügat olarak sınıflamak yerinde olur. 1935’te kurulan “Encyclopedia Françoise” 21 ciltlik bir eser olarak planlanmıştır. Lügat ansiklopedi olarak ün yapmış olan İtalyan Dizionaria Enciclopedica ve Fransız, Larousses’u da önemli eserlerdir.

İslam dünyasında ve Türkiye’de ansiklopedi : Müslümanlar ansiklopedi karşılığında Külliyat, Dairat-ül-mearif, Muhit-ül-mearif, Kamus, Mevdua, Tabakat ve Mevsu’at gibi isimler kullanmışlardır.

İslam tarihinde ve Osmanlı Devletinde yapılan ansiklopedi çalışmalarının pek azı genel ansiklopedi niteliğindedir. Genel ansiklopedi niteliğini kazananların bazıları şunlardır:

Farabi’nin İhsau’l-Ulum ve Et-Ta’lim-us-Sani’si, İbn-i Sina’nın Eş-Şifa’sı, Resail-i İhvan-ı Safa, Ebu Hayyan Tevhidi’nin Risale fi’l-Ulum’u, Şah Veliyyullah Dehlevi’nin Huccet-ullah-il-Baliga’sı, Nev’i’nin Netayicü’l-Fünun’u, Taşköprüzade’nin Miftah-us-Seade’si (Bu eser müellifin oğlu tarafından Mevduat-ul-Ulum adıyla Türkçeye tercüme edilmiştir.); ayrıca Katip Çelebi’nin Keşf-üz-Zünun’u, Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Marifetname’si, Şemseddin Sami’nin Kamus-ul-A’lam’ı, Emrullah Efendinin Muhit-ul-Mearif’i (1900), Mehmed İzzet’in Rehber-i Umur-i Beytiyye’si (3 cilt, 1908), Ali Seydi’nin Musavver Dairet-ul-Mearif’i, Ahmed Rıfat’ın Lugat-ı Tarih ve Coğrafya’sı (1881), Batrik el-Bustani’nin Dairet-ul-Mearif’ini (1900) saymak gerekir.

Özel manada ansiklopedik eserler çok daha fazla telif edilmiştir. Bunlar değişik isimler altında toplanmışlardır. Daha ziyade kullanılan tabir “tabakat”tır. İbn-i Sa’d’ın Tabakat’ı, İbn-i Subki’nin Tabakat-ül-Kübra’sı, İbn-i Cülcül’ün Tabakat-ül-Etibba ve’l-Hükeması’nı zikredebiliriz. Ayrıca tıp sahasında İbn-i Sina’nın El-Kanun fi’t-Tıp, Zekeriya Razi’nin El-Havi’si, edebiyat sahasında Kaşgarlı Mahmud’un Divanü Lugat-it-Türk’ünü sayabiliriz.

Cumhuriyet devrindeki ansiklopedik çalışmalara gelince; ilk yayınlanan ansiklopedi Hayat Ansiklopedisi’dir. Daha sonra 1940’ta İslam Ansiklopedisi yayınlanmıştır. 1943’te İnönü Ansiklopedisi, (1950’den sonra Türk Ansiklopedisi olarak yayınını tamamlamıştır). 1961’de Hayat Yayınlarının hazırladığı Hayat Ansiklopedisi, 1968’de Arkın Kitabevinin çıkardığı Cumhuriyet Ansiklopedisi ilk genel ansiklopedilerdir. Son yıllarda ise genel ve özel birçok ansiklopedi çıkarılmaktadır.

Türkiye Gazetesi Yayın Topluluğu tarafından çıkarılan Rehber Ansiklopedisi, İslam Alimleri Ansiklopedisi, Peygamberler Tarihi Ansiklopedisi, İslam Tarihi Ansiklopedisi, Osmanlı Tarihi Ansiklopedisi, Sağlık Ansiklopedisi, Evliyalar Ansiklopedisi bunlardan bir kaçıdır. Hepsi telif eserdir.

ANTABUSE

Alm. Antabus, Fr.Antabuse, İng. Antabuse. Alkolün esiri olmuş şahısları, alkolden soğutmak için kullanılan bir ilaç. İçindeki maddeden dolayı disülfiram olarak da bilinir. Bu madde alkolün metabolizmasını değiştirir. Organizmada alkolden asetaldehid meydana getirir. Bu madde zehirlidir. Antabuse kullanan kişi, çok az alkol bile olsa, çok rahatsız edici belirtiler ortaya çıkar ve hasta alkolden tiksinir. Fazla miktarda alkol almış ve komanın eşiğinde olan hastaya antabuse verilmez. Hastadan habersiz vermemelidir. Hastanın arzusu ile verilir. Antabuse, her gün kullanmak gerektirdiği halde, vücudda adale içine konan ve bir defalık konunca altı ay-bir sene hastada etkili olan preparatları da vardır.

ANTALYA

Akdeniz sahilinde turizm bakımından çok gelişmiş bir ilimiz. Ülkemizin muz ve portakal bahçesi olarak isimlendirilen Antalya; Akdeniz kıyısında, İçel (Mersin) Konya, Isparta, Burdur ve Muğla illeri ile çevrilidir. İl toprakları 36°06' ve 37°27' kuzey enlemleri ile 29°14' ve 32°27' doğu boylamları arasında yer alır. Üç tarafı yüksek dağlarla çevrilidir. Güzel iklimi, verimli toprakları, orman zenginliği, sahillerinin güzelliği tarihi yerleri ile en zengin şehirlerimizden biridir. Antalya’ya “Türkiye'nin Riviera”sı denilmektedir. Trafikteki numarası (07)dir.

İsminin Menşei

Bergama Kralı İkinci Attalos tabii güzellikleri çok zengin olan bu bölgede bir şehir kurulmasını istemiş ve kurulan bu şehre “Antalela” ismini vermiştir. Türkler bölgeyi feth edince, şehrin ismini Antalya olarak değiştirmişlerdir.

Tarihi

Antalya’nın tarihi çok eski devirlere dayanır. Karain mağaralarında milattan önce yaşıyanların eşyalarına rastlanmıştır. Hitit devrinde “Irkların Ülkesi” manasına gelen “Pantilya” ismi ile anılırdı. M.Ö. 7 ve 8. asırlarda bu bölgeye yapılan göçler sebebiyle bölgenin nüfusu çoğaldı.

M.Ö. 700-546 arasında Lidyalılar, sonra Persler ve M.Ö. 333’te Makedonya Kralı Büyük İskender’in eline geçti. M.Ö. 2. asırda da Romalılar’ın hakimiyetine girdi. Roma imparatoru Antonius, Antalya’yı Mısır Kraliçesi Kleopatra’ya hediye etmiş, Kleopatra da Antalya ormanlarındaki Sedir ağaçlarından kuvvetli donanma hazırlamıştır. Pamfilya ve Klikya bölgedeki Roma hakimiyetine karşı çıkarak bağımsız oldular. Roma’nın parçalanmasından sonra ise buraya Doğu Roma (Bizans) hakim oldu.

1071 Malazgirt Savaşından sonra Antalya Türklerin eline geçti. Bizanslılar birkaç defa Antalya’yı geri almak istemişlerse de, 1206-1207’den sonra Antalya günümüze kadar devamlı Türk toprağı olarak kaldı.

Antalya’nın ilçesi olan Alanya, Selçuklular zamanında kış aylarında devletin başkenti olmuştur. İlhanlıların saldırmaları ile Selçuklular zayıflayınca, Antalya, Hamidoğulları ve Tekelioğullarının idaresinde kalmıştır. Osmanlı Devleti, Anadolu’da birliği temin edince 1391’de Sultan Yıldırım Bayezid zamanında Osmanlı Devletine katılmıştır. Osmanlı devrinde Konya’ya bağlı (Teke Sancağı) olarak Cumhuriyet devrine kadar gelmiştir.

Osmanlı Devletinin Birinci Dünya Harbinde yenik sayılmasından sonra, İtalyanlar tarafından işgal edildi. İtalyanlar 9 Temmuz 1922’de buradan ve Anadolu’dan çekildiler.

Fiziki Yapı

Antalya, güneyinde dik yamaçlarla kesilen Akdeniz ve kuzeyde ona paralel uzanan Toroslar ile çevrilidir. İlin % 70’i dağlıktır. Ovalar % 13’tür. Yaylaları güzel olup, Tekeli ile Gidev yaylası meşhurdur. Kıyılarının uzunluğu 450 kilometredir. Körfezin batı sahillerine dağlar dik olarak indiği için, girinti ve çıkıntısı fazladır. Sahillerde deniz derindir. Körfezin doğu kıyısında, dağlar sahile paralel olduğundan denizde büyük bir kumsal şerit vardır. Bu sahiller Türkiye’nin en güzel manzaralı kıyılarıdır.

Dağları: Batı Toros Dağları karalar içine girmiş Antalya Körfezinin iki kıyısını takib eder. Kuzeyde birbirine yaklaşan bu dağlar, güneyde yelpaze gibi birbirinden ayrılır. Körfezin batısındaki Tahtalı dağları bir duvar gibi yükselir. Tahtalı Dağları, Bey Dağları ile birbirine paralel olup aralarında Alakır Çayı yer alır. Başlıca dağları; Akdağ (3069 m), Şeytan Dağı (2403 m), Geyik Dağı (2890 m), Kızılca Dağı (2591 m), Alaca Dağ (2336 m), Kuhu Dağı (2409 m), Bey Dağı (3069 m) ve Yıldız Dağı (2619 m)dır.

Ovaları: Antalya’da Elmalı, Manavgat, Kasaba, Alara, Alanya ve Finike ovaları vardır. Bu ovalar su bakımından zengin ve bereketlidir.

Akarsuları ve gölleri: Akarsuların hepsi Torosların güney yamaçlarından çıkar ve güneye doğru akarlar. Bazıları güzel çağlayanlar meydana getirirler. Önemli akarsuları ve gölleri şunlardır:

Aksu Çayı: Isparta’dan gelen fabrika deresi, Kovada gölünden çıkan dere ile birleşerek Aksu ismini alır. Perge harabeleri doğusundan gelerek Antalya körfezine dökülür.

Köprü Su Çayı: Anamas Dağlarından Belkıs (Aspendos) harabelerinin doğusundan geçip, Antalya Körfezinde denize ulaşır.

Manavgat Çayı: Gembos Ovasının doğusundaki dağlardan çıkar; Karapınar sularını alıp, Handos’ta dar bir boğaza girer. On iki kaya deliğinden sonra çağlayan meydana getirir. İkinci bir çağlayandan sonra Gökböget Gölcüğüne dökülür. Manavgat Çağlayanını meydana getirdikten sonra, Antalya Körfezine dökülür (Saniyede 155,5 metreküp su akıtır).

Düden Çayı: Antalya’nın 30 km kuzeyinden doğar. Bazan yer altından, bazan da yer üstünden akar. Birçok şelaleler meydana getirir. Kırkgöz’de yerin altına girer. 10 km sonra yer yüzüne çıkar ve 3 km sonra tekrar bir mağara tüneline girer. Tüneldeyken yeraltı suları karışır. Lara plajında 50 m yükseklikten denize dökülür.

Diğer akarsuları; Gazipaşa, Alara, Alakır, Karpuz, Dim, Kargı, Korkuteli ve Karaman çaylarıdır.

Karagöl: Elmalı Ovasının tabanında yer alır. Yüzölçümü 21 kilometrekaredir. Yazın suları azalır derinliği azdır.

Söğüt Gölü: Antalya ve Burdur arasındadır. Yüzölçümü 40 kilometrekaredir. Derinliği azdır. Denizden yüksekliği 1345 metredir. Kışın donar, yazın etrafı sazlık ve bataklıktır.

Avlan Gölü: Yüzölçümü 10 kilometrekaredir. Derinliği azdır. Elmalı ovasının güneyindedir.

Ova Gölü: Kaş’ın batısında küçük bir göldür.

Oymapınar Barajı: Manavgat Çayı üzerinde kurulmuştur. Yüksekliği 185 metredir. Kapasitesi; 300 milyon metreküp sudur. Yüzölçümü 470 hektardır. Enerji ve sulamada kullanılır. Buradaki hidroelektrik santralin kapasitesi arttırılmaktadır.

Alakır Barajı: Alakır Çayı üzerinde kurulmuştur. Yüzölçümü 469 hektar, kapasitesi ise 80 milyon metreküp sudur. Sulama maksadıyla kullanılır.

Korkuteli Barajı: Korkuteli Suyu üzerinde kurulmuştur. Sulama maksadıyla kullanılır.

İklimi ve Bitki Örtüsü

Antalya ilinde Akdeniz iklimi hüküm sürer. Yazları sıcak ve kurak geçer. Yazın öğleden sonra meltem rüzgarı ile sahiller biraz serinler. Kış bol yağışlı geçer. Dağlara kar yağar. Antalya, sahilinde denize girilirken, dağlarında kayak yapılan dünyanın sayılı şehirlerinden biridir. Sıcaklığı -4.3°C ile 43.4°C arasında değişir. Kışın 10 dereceden aşağı soğuk çok nadirdir. Yağış ortalaması metrekareye 1070 milimetredir.

Antalya’nın topraklarının % 60’ı ormanlıktır. Ormanı en çok olan illerimizden biridir. Çam ağaçları çoğunluktadır (Kızılçam ve karaçam). Kaş ve Elmalı arasında sedir ağaçları bulunur. 500 m aşağılarda makiler vardır. Makilerle çam ormanları arasında meşe ağaçları bulunur. Maki bölgesinde sarmaşık, defne, yemiş, sarıağaç, mersin ağacı, çitlembike çok rastlanır. Ayrıca lavanta, kekik, nane ve veronika gibi bitkiler bulunur. Ovalarda her türlü Akdeniz ürünleri yetişir.

Ekonomi

Tarım: Antalya ekonomisi tarım ve turizme dayanır. Verimli topraklarında çeşitli tarım ürünleri yetişmektedir. Tarım ürünleri içinde en çok buğday, arpa ve yulaf yetişir. Ayrıca pamuk, susam, soğan, yer fıstığı, nohut, 35 bin hektar üzerinde sebze yetişir. Seracılıkta en ileri olan ilimizdir. 32 bin hektarlık seralarda domates, biber, fasulye, patlıcan, hıyar, kavun ve karpuz yetiştirilir. Yurt içi ve dışında satılır. Meyvecilikte çok ileridir. En çok muz, portakal yetişen ilimiz Antalya’dır. Mandalina, limon, greyfurt Antalya’nın başta gelen gelir kaynağıdır. Zeytincilik oldukça gelişmiştir. Meyvecilikte çok ileri durumdadır. Elma, armut, erik, ayva, şeftali, kayısı, üzüm, iğde, keçiboynuzu, kızılcık ve diğer meyveler yetişir.

Tarımda sulama, gübreleme, ilaçlama ve modern araç kullanmada en üstün seviyededir. Orman ürünleri bakımından zengindir. Reçine üretiminin dörtte birini Antalya ilimiz sağlar. Tomruk ve direk üretimi fazladır. Avakado ve pikan cevizi yetiştirilmesi için çalışmalar yapılmaktadır.

Hayvancılık: Mer’aların azalması sebebiyle hayvancılık gelişmemiştir. Keçi ve koyun azalırken sığır artmaktadır. Antalya balıkçılık bakımından da zengindir. Akkaya, kuzubalığı, çıplak leka, lakuz, orfoz, akya, mercan, fargri, tranca, çipura balıkları ile istakoz, karides, mürekkep balığından supya, klamanya ve ahtapot vardır.

Madenleri: Antalya, yeraltı kaynakları (madenleri) bakımından zenginse de, bu madenlerden krom, borit, alüminyum ve mangenez az mikdarda işletilmektedir. Boksit, fosfat, bitümlisist ve mermer yatakları henüz işletilmemektedir.

Sanayi: Antalya sanayi sektöründe pek gelişmemiştir. Adana hem tarım hem sanayide geliştiği halde, Antalya sadece tarım sahasında gelişmiştir.

Başlıca sanayi tesisleri, Antalya, Elektrometalürji Sanayi T.A.Ş.’nin Ferrokrom ve Karpit Fabrikası, Pamuklu Dokuma Fabrikası, pil, bahçe traktörü, kiremit, tuğla, mobilya, un, çırçır, konserve, bisküvi, yağ, meyve ve sebze fabrika ve atelyeleridir.

Antalya’nın enerji ihtiyacının mühim bir kısmı (150 milyon kw/s) Kepez hidroelektrik santralinden karşılanır. Belediyenin de enerji santralı vardır.

Ulaşım: Antalya ulaşım bakımından en yoğun ilimizdir. İstanbul, İzmir ve Ankara’dan ve diğer büyük şehirlerden Antalya'ya devamlı otobüs seferleri yapılmaktadır. Antalya’yı, bu şehirlere bağlayan yollar muntazamdır. Antalya ile ilçelerinin karayolları düzgündür. Antalya limanına her tonajda gemi yanaşır. Bu liman, aynı zamanda ihracat ve ithalatta mühim bir yer tutar. Ayrıca Alanya, Fenike ve Kaş iskeleleri her mevsim bağlantılıdır. Antalya Havaalanı yılda 300 bin yolcu kapasitelidir. Bu oran 2,5 milyon yolcu kapasitesine çıkarılmak için çalışmalar sürdürülmektedir.

Nüfus ve Sosyal Hayat

1990 nüfus sayımına göre toplam nüfusu 1.132.211 olup, 602.194'ü şehirlerde, 530.017'si köylerde yaşamaktadır. İlçe ve köylerde yaşamaktadır.

Örf ve adetler: Folklor, örf ve adetlerde Türkmen ve Göçmen yörüklerinin tesiri büyüktür. Çadır, heybe ve kilimin bölgede büyük yeri vardır. Halk müziğinde bozlak, koşma ve ağıt ağır basar. Halk oyunları olarak; Teke zortlaması, Herdem oyunu, Zehir oyunu meşhurdur. Herdem oyununu kadınlar oynar. Bu yörenin kendine has mahalli kıyafet ve yemekleri vardır.

Meşhur yemekleri: Arap aşı, külle, domates civesi, laba, tandır kebabı, hibeş, turunç ve patlıcan reçeli, güleviz, saç kavurma ile ayrandır.

Ahi teşkilatı bu vilayette büyük iz bırakmıştır.

Eğitim: Antalya’da 40 anaokulu, 997 ilkokul, 92 ortaokul, 14 mesleki ve teknik ortaokul, 23 lise ve 24 mesleki ve teknik lise vardır. Okuma-yazma nisbeti % 85’tir. Akdeniz Üniversitesine bağlı tıp fakültesi, Eğitim Fakültesi ve Meslek Yüksek Okulu vardır. İl dahilinde 4 müze bulunmaktadır. Hastane sayısı 18’dir. Her türlü spor dalında sporcu yetişmiştir. 1964 Tokyo Olimpiyatları’nda güreşte birincilik kazanan İsmail Ogan Antalyalıdır.

İlçeleri

Antalya'nın biri merkez olmak üzere on beş ilçesi vardır.

Merkez:

1990 sayımına göre toplam nüfusu 448.773 olup, 378.208'i ilçe merkezinde, 70.565'i köylerde yaşamaktadır.  Merkez bucağa bağlı 12, Aksu bucağına bağlı 21, Çakırlar bucağına bağlı 12, Dağ bucağına bağlı 2, Döşemealtı bucağına bağlı 22  köyü vardır.

İlçe toprakları genelde ovalıktır. Batısında Beydağları yer alır. Antalya Ovasını Aksu Çayı ve kolları sular. Kıyı ovasının ardından Batı Toroslar yükselir.

Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri: Bugday, arpa, mısır, baklagiller, pamuk, susam, turunçgiller, meyva ve sebzedir. Seracılık yaygındır. Turizm ve sanayi ilçe ekonomisinde önemli yer tutar. Dokuma, yağ, un, konserve, süt fabrikaları ve Ferrokrom işletmesi başlıca sanayii kuruluşlarıdır.

İlçe merkezi, Antalya Ovasında, Körfezin yaptığı yarım ay şeklindeki girinti kısmının en yüksek noktasında kurulmuştur.

Akseki:

1990 sayımına göre toplam nüfusu 30.229 olup, 11.023'ü ilçe merkezinde 19.206'sı köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 16, Cevizli bucağına bağlı 11, Geriş bucağına bağlı 13, Güzelsu bucağına bağlı 5 köyü vardır.

Taşeli platosunda yer alan ilçe toprakları genelde dağlıktır. Kuzeyinde Orta Toroslar, güneydoğusunda Geyik dağları yer alır. Toroslardan doğan Manavgat Çayı ilçe topraklarının orta kesimindeki dar bir vadiden akar.

Ekonomisi hayvancılık ve ticarete dayanır. Ekime müsait arazisi azdır. Üzüm, incir, peynir, tereyağı ve bal başlıca gelir kaynağıdır. Ormancılık ve el sanatları da gelişmiştir. Yörede üretilen nergis soğanı ihraç edilir.

İlçe merkezi Antalya-Konya karayolu üzerindedir. İl merkezine 88 km mesafededir. Eski ismi Marulya’dır. Ayranları ve buz gibi suları ile Alabalık vadisi, Gültepe Yaylası, Altınbeşik Yeraltı Gölü meşhurdur. İlçe belediyesi 1864’te kurulmuştur.

Alanya:

1990 sayımına göre toplam nüfusu 129.106 olup, 52.460'ı ilçe merkezinde, 76.646'sı köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 47, Demirtaş bucağına bağlı 19 köyü vardır. Yüzölçümü 1545 km2 olup, nüfus yoğunluğu 84’tür.

İlçe toprakları kıyıda yer alan ova ile bunun gerisinde yükselen dağlardan müteşekkildir. Ortalama 40 km2 genişliğindeki ova, dağlardan kaynaklanan Oba ve Dim çaylarının getirdiği alüvyonlardan meydana gelmiştir. Kuzey kesimde Geyik Dağları yer alır.

Ekonomisi tarım ve turizme dayalıdır. Alanya ovasında başta turunçgiller olmak üzere pamuk ve muz yetiştirilir. Seracılık yaygındır. Tabii güzellikleri ve tarihi eserler yönünden zengin olan ilçede turizm önemli gelir kaynağıdır. Özellikle motelcilik ve kıyı pansiyonculuğu yapılır.

İlçe merkezi deniz kıyısında, Antalya-Mersin karayolu üzerindedir. En önemli tarihi eseri olan Alanya kalesi Kanderi burnu üzerindedir. İlçe 1471’de Fatih Sultan Mehmet devrinde, Gedik Ahmed Paşa tarafından Osmanlı topraklarına katılmıştır. Selçuklu sultanlarının kışlık başkenti olan ilçeye, Alanya kalesini yaptıran Alaeddin Keykubad’a izafeten “Alaiye” ismi verilmiş, daha sonra bu isim Alanya halini almıştır. İl merkezine 148 km mesafededir. İlçe belediyesi 1872’de kurulmuştur.

Elmalı:

1990 sayımına göre toplam nüfusu 35.324 olup, 12.384'ü ilçe merkezinde 22.940'ı köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 31, Akçay bucağına bağlı 10, Gölova bucağına bağlı 7 köyü vardır. Yüzölçümü 1594 km2 olup, nüfus yoğunluğu 22’dir.

İlçe toprakları genelde dağlıktır. Güneybatısındaki Akdağ, güneyinde Susuz ve Kohu dağları, doğusunda Beydağları yer alır. Bu dağların ortasında Elmalı Ovası yer alır. Bu ovada Karagül sazlığı ve Avlan Gölü vardır. Dağlar ormanlarla kaplıdır. Ormanlarda Katranağacı olarak bilinen Lübnan sediri yaygındır.

Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri buğday, arpa, nohut, şekerpancarı olup, az miktarda yulaf, fasulye ve ayçiçeği de yetiştirilir. Meyvecilik gelişmiş olup, en çok üretilen meyve elmadır. Hayvancılık ekonomik açıdan önemlidir. En çok kıl keçisi, koyun ve inek beslenir.

İlçe merkezi Elmalı Dağının güney eteklerinde kurulmuştur. Korkuteli-Finike yolu ilçe, merkezinin doğu kıyısından geçer. İl merkezine 127 km mesafededir. Eski ismi Alimola’dır. İlçe belediyesi 1904’de kurulmuştur.

Finike:

1990 sayımına göre toplam nüfusu 34.576 olup, 6.700'ü ilçe merkezinde 27.876'sı köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 15 köyü vardır. Yüzölçümü 655 km2 olup, nüfus yoğunluğu 53’tür.

İlçe toprakları kıyıda yer alan ova ile bunun gerisinde yükselen dağlardan müteşekkildir. Kuzeyinde Kohu Dağı, kuzeydoğu ve doğuda Beydağları, orta kesimde Alacadağ yer alır. Alacadağın etekleri ormanlarla kaplıdır. Finike Ovası, küçük akarsuların taşıdığı alüvyonlu toprakların birikmesi ile meydana gelmiştir. Ovayı Başgöz ile Alakır çayları sular.

Ekonomisi tarıma dayalıdır. En çok turunçgil ve sebze yetiştiriciliği yapılır. İlçe portakalı ile meşhurdur. Seracılık çok gelişmiştir. Ayrıca az miktarda buğday, arpa ve elma yetiştirilir. Finike Körfezi kıyıları turizm yönünde gelişmektedir.

İlçe merkezi deniz kıyısında kurulmuştur. Gelişmemiş bir yerleşim merkezidir. Antalya-Fethiye sahil yolu ilçeden geçer. İl merkezine 111 km uzaklıktadır. İlçe belediyesi 1918’de kurulmuştur.

Gazipaşa:

1990 sayımına göre toplam nüfusu 40.840 olup, 13.697'si ilçe merkezinde 27.143'ü köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 38 köyü vardır. Yüzölçümü 931 km2 olup, nüfus yoğunluğu 44’tür.

İlçe toprakları Taşeli platosunun güneyinde yer alır. Kıyıda küçük bir ova ve hemen arkasından yükselen dağlık alan ve platolardan meydana gelir. Dağlar ormanlarla kaplı olup, yüksek düzlükler ise step görünümündedir. Ova, akarsuların taşıdığı alüvyonlu toprakların kıyıdaki bir koyu doldurması ile meydana gelmiştir.

Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri muz, turfanda sebze, pamuk, turunçgiller, yer fıstığı, üzüm ve elmadır. İç kesimlerde hayvancılık ve ormancılık başlıca ekonomik uğraştır. Kıyı kesiminde, küçük çapta yapılan balıkçılık ve turizm geçim kaynaklarındandır. İlçe topraklarında bazit ve kuvarsit yatakları vardır.

İlçe merkezi deniz kıyısında Antalya-Mersin karayolu üzerinde kurulmuştur. İl merkezine 179 km mesafededir. Eski ismi Selinit’dir. 1921’de ilçe olan Gazipaşa, 1926’da bucak haline getirildi ise de 1948’de tekrar ilçe yapıldı. Tarihi ve tabii güzellikleri bakımından zengin bir ilçedir. İlçe belediyesi 1948’de kurulmuştur.

Gündoğmuş:

1990 sayımına göre toplam nüfusu 20.409 olup, 4.554'ü ilçe merkezinde 15.855'i köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 14, Güzelbağ bucağına bağlı 11, Köprülü bucağına bağlı 10 köyü vardır. Yüzölçümü 1323 km2 olup, nüfus yoğunluğu 15’tir.

İlçe toprakları genelde dağlıktır. Kuzey, kuzeydoğu ve doğusunda Batı Torosların kolu olan Geyik Dağları yer alır. Bu dağlardan kaynaklanan Alara çayı vadisinde yer yer düzlükler vardır. Dağlar ormanlarla kaplıdır.

Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünü buğday olup, ayrıca az miktarda arpa, antep fıstığı elma, pamuk, baklagil ve turunçgil yetiştirilir. Hayvancılık ekonomide önemli yer tutar. En çok kıl keçisi ve koyun beslenir. Toros yaylalarında Meracılık yöntemiyle yapılan hayvancılıktan peynir, süt, tereyağ, kıl ve deri elde edilir. El san’atlarından kilim, heybe, çadır ve çuval dokumacılığı yapılır. İlçe topraklarında aliminyum, barit ve zımparataşı yatakları vardır.

Büyük bir köy görünümünde olan ilçe il merkezine 139 km mesafededir. Eski ismi Eksere olup, Akseki ilçesine bağlı bir köy idi. 1936’da ismi Gündoğmuş olarak değiştirildi ve ilçe merkezi haline getirildi. Belediyesi 1936’da kurulmuştur.

İbradı:

1990 sayımına göre toplam nüfusu 17.126 olup, 4.215’i ilçe merkezinde 12.911'i köylerde yaşamaktadır. Manavgat’ın bazı köylerini de sınırları içinde alarak 1990’da ilçe oldu. Eski ismi Aydınkent’tir.

İlçe toprakları genelde dağlıktır. Kuzeyinde Şeytan Dağı yer alır. Manavgat Çayı ilçe topraklarını sular. Dağlar ormanlarla kaplıdır. Ekonomisi hayvancılığa dayalıdır. Tarıma müsait alanlar azdır. Tereyağı, bal, peynir, üzüm, incir başlıca gelir kaynağıdır. Ormancılık ve el sanatları gelişmiştir. İlçe merkezi Şeytan dağı eteklerinde kurulmuştur.

Kale:

1990 sayımına göre toplam nüfusu 20.656 olup, 13.973'ü ilçe merkezinde 6.863’ü köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 9 köyü vardır.

Teke yarımadasının güney bölümünde yer alan ilçe topraklarının kuzeyinde Beydağları yer alır. Dar olan kıyı kesiminde ise Derme Ovası yer alır. Derme Ovası, Derme Çayının taşıdığı alüvyonlu toprakların birikmesi ile meydana gemiştir. İlçe topraklarının diğer kısımları genelde platoluktur. Dağlar gür ormanlarla kaplıdır.

Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri portakal, elma ve buğdaydır. Seracılık yaygın şekilde yapılmaktadır. Dağ köylerinde ormancılık başlıca gelir kaynağıdır.

İlçe merkezi, Derme Çayının denize karıştığı yerde kurulmuştur. Antalya-Muğla karayolu ilçe merkezinden geçer. Kaş ilçesine bağlı bir bucakken, 19 Haziran 1987’de 3392 sayılı kanunla ilçe oldu.

Kaş:

1990 sayımına göre toplam nüfusu 40.469 olup, 4560'ı ilçe merkezinde 35.909'u köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 33, Kalkan bucağına bağlı 16 köyü vardır.

Teke Yarımadasının güney bölümünde yer alan ilçe topraklarının, kuzeybatısında Akdağ Muğla ile tabii sınırı çizer. Dar olan kıyı kesimin batısında Eşen Ovası yer alır. Eşen Ovası ise Kocaçayın (Eşen Çayı) taşıdığı alüvyonlu toprakların birikmesi ile meydana gelmiştir. İlçe topraklarının diğer bölümleri genelde akarsularla engebelenen bir platodur. Dağlar kızılçam, sedir, ardıç ve karaçam ormanları ile kaplıdır.

Ekonomisi tarım ve turizme dayanır. Başlıca tarım ürünleri portakal, elma, buğday olup ayrıca arpa, ciğit ve pamuk da yetiştirilir. Kıyı kesimlerde seracılık yaygındır. Dağ köylerinde ormancılık önemli geçim kaynağıdır. İlçe yat turizmi bakımından önemli kıyılarımızdan olup, Kalhan’da bir yat limanı vardır.

İlçe merkezi Teke Yarımadasının güneyinde bir koyun kıyısında kurulmuştur. Eskiden ilçe merkezi Demre Çayı vadisindeki Kasaba ovasının kıyısındaydı. Andifli ise, Kaş kasabasının limanı idi. Cumhuriyetten sonra iskele önem kazanınca ilçe merkezi buraya taşınarak, Andifli’nin ismi Kaş olarak değiştirildi. İl merkezine 189 km mesafededir. İlçe belediyesi 1923’te kurulmuştur.

Kemer:

1990 sayımına göre toplam nüfus 23.268 olup, 8449’u ilçe merkezinde 14.819'u köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 8 köyü vardır.

İlçe toprakları genelde dağlıktır. Batısında Tahtalı dağı yer alır. Dar kıyı düzlüğünün hemen ardından dağlar yükselir. Dağlar gür ormanlarla kaplıdır.

Ekonomisi tarım ve ormancılığa dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri buğday, arpa, turunçgiller, baklagiller, pamuk, susamdır. Seracılık yaygındır. Dağlık bölgelerde ormancılık ve küçük baş hayvancılığı yapılır.

İlçe merkezi deniz kıyısında Muğla Antalya karayolu üzerinde kurulmuştur. Merkez ilçeye bağlı bir bucak iken 19 Haziran 1987’de 3392 sayılı kanunla ilçe haline getirildi.

Korkuteli:

1990 sayımına göre toplam nüfusu 46.115 olup, 13.381’i ilçe merkezinde 32.734'ü köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 27, Bozara bucağına bağlı 10, Kızılendağ bucağına bağlı 12 köyü vardır. Yüzölçümü 2471 km2 olup, nüfus yoğunluğu 19’dur.

İlçe toprakları genelde dağlıktır. Batısında Akdağ ve Elmalı dağı, doğusunda ise Beydağ yer alır. Bu dağlar arasında Korkuteli ovası ve Bozova yer alır. Ovaları, Korkuteli çayı ve Bingeçit dereleri sular. Korkuteli çayı üzerinde sulama amaçlı bir göl vardır. Dağlar ormanlarla kaplıdır.

Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri buğday, arpa, elma, şekerpancarı, nohut, ayçiçeğidir, Tarıma müsait olmayan bölgelerde kılkeçisi ve koyun, beslenir. Yem fabrikası başlıca sanayi kuruluşudur.

İlçe merkezi Korkuteli Çayının kıyısında kurulmuştur. Antalya’yı İzmir’e bağlayan en kısa yol ilçe merkezinden geçer. İl merkezine 67 km mesafededir. İsmini Osmanlı hanedanından Şehzade Korkut Sultan’dan alır. Deniz seviyesinden 1020 m yüksekliktedir. İlçe belediyesi 1914’te kurulmuştur.

Kumluca:

1990 sayımına göre toplam nüfusu 44.834 olup, 17.166'sı ilçe merkezinde 27.668’i köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 18, Altınkaya bucağına bağlı 6 köyü vardır. Yüzölçümü 1253 km2 olup, nüfus yoğunluğu 36’dır.

İlçe toprakları dağlıktır. Akdeniz’e dar bir kıyısı vardır. Kuzeyinde Beydağları, doğusunda Tahtalı dağı yer alır. Dağlardan kaynaklanan suları Alakır Çayı toplar. Bu akarsuyun topladığı alivyonlardan meydana gelen Finike Ovasının doğu bölümü ilçe sınırları içinde kalır. Alakır Çayı üzerinde sel taşkınlarını önlemek için bir baraj kurulmuştur.

Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri portakal, buğday, elma, arpa ve limon olup, ayrıca az miktarda yer fıstığı, ciğit ve pamuk yetiştirilir. Seracılık gelişmiştir. Yüksek kesimlerde küçük baş hayvan besiciliği yapılır.

İlçe merkezi Antalya-Muğla karayolu üzerinde kurulmuştur. İl merkezine 93 km mesafededir. Sarıkavak isimli bir köy iken, 1858’de Iğdırmagardıc ismi ile nahiye oldu. 1958’de Kumluca adıyla ilçe oldu. İlçe belediyesi 1958’de kurulmuştur.

Manavgat:

1990 sayımına göre toplam nüfusu 115.731 olup, 38.498’i ilçe merkezinde, 77.233’ü köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 58, Beşkonak bucağına bağlı 9, Taşağıl bucağına bağlı 14 köyü vardır. Yüzölçümü 2283 km2 olup,nüfus yoğunluğu 51’dir.

İlçe toprakları dağlık olup, Batı Toroslara bağlı dağlar yer alır. Kuzeyindeki Dumanlı Dağı en yüksek noktasıdır (2405 m). Bu dağlar arasında derin bir vadide Köprü Suyu akar. Diğer önemli akarsuyu Manavgat Çayı olup, bu çay üzerinde elektrik üretmek için Oyma pınar barajı kurulmuştur. Akdeniz kıyısında ise dar düzlük alanlar vardır.

Ekonomisi, tarım ve turizme dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri buğday, ciğit, pamuk, turunçgiller, yulaf ve arpa olup, ayrıca az miktarda yer fıstığı ve elma yetiştirilir. Seracılık gelişmiştir. Tabii güzelliği ve zeygin tarihi eserleri ile ilgi çeken ilçeye, yerli yabancı çok sayıda turistin gelmesi turizmi geliştirmiş ve önemli gelir kaynağı haline getirmiştir.

İlçe merkezi Mersin-Antalya karayolu üzerinde ve deniz kıyısında yer alır. İl merkezine 78 km mesafededir. İlçe belediyesi 1913’de kurulmuştur.

Serik:

1990 sayımına göre toplam nüfusu 84.755 olup, 23.106’sı ilçe merkezinde, 61.649'u köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 42, Gebiz bucağına bağlı 18 köyü vardır. Yüzölçümü 1353 km2 olup, nüfus yoğunluğu 63’tür.

Güney bölümü hariç ilçe toprakları dağlıktır. Kuzeyinde Kuyucak dağı yer alır. Dağlar kızılçam, sedir ve karaçam ormanları ile kaplıdır. Dağlarda hayvancılık açısından önem taşıyan yaylalar vardır. Aksu Çayı ve Köprü Suyu ilçe topraklarını sular. Güneyinde verimli düzlükler vardır.

İlçe ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri ciğit, buğday, pamuk, yulaf, arpa, portakal limondur. Seracılık gelişmiştir. Dağlık bölgelerde kıl keçisi ve koyun beslenir. Turizm gelirleri ekonomide önemli yer tutar. Deniz kıyısında bazı turistik tesisler vardır.

İlçe merkezi Mersin-Antalya karayolu üzerinde deniz kıyısında yer alır. İl merkezine 33 km mesafededir. İlçe belediyesi 1926’da kurulmuştur.

Tarihi Eserler ve Turistik Yerleri

Antalya tarihi eserler bakımından çok zengindir. Bu tarihi eserler eski devirler, Selçuklu ve Osmanlı eserleri olarak sınıflandırılır.

Alanya Kalesi: Kale mimarisinin bir şaheseridir. Deniz kıyısında bir kartal yuvasını andırır. Eski devirlerden kalma bir kalenin yerinde Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad yaptırmıştır. Bu yüzden Alaiye Kalesi adıyla da anılır. 1955’de tamir gören kalenin içinde bir cami, bir bedesten, Akşebe Sultan Tekkesi, Aya Yorgi Kilisesi ve tepenin en yüksek kısmında bir saray bulunmaktadır.

Alara Kalesi: Antalya-Alanya yolu üzerinde, Alara çayı yanında tek bir tepe üzerinde kurulmuştur. Kıyıdan 10 km kadar içeridedir.

Kızıl Kule: 1225’de Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad kale burcu olarak yaptırmıştır. Sanat değeri çok yüksektir. Sinop Kalesini yapan mimar Kettari Reha oğlu Ebi Ali tarafından yapılmıştır. Alanya'da olan kule beş katlıdır. Her yönü 12,5 m olarak 8 köşelidir. İki katı kırmızımtrak taştan, diğer katlar kırmızı tuğladan yapılmıştır. Her yüzde gözetleme yeri, mazgallar, zift ve haşlama delikleri vardır.

Yivli Minare Camii: 1238’de yaptırılmıştır. Selçuklu devrinin bir şaheseridir. Antalya’nın sembolüdür. Minarenin alt kısmı taştan ve kare şeklindedir. Üst kısmı yuvarlak ve yivli olup, tuğladan yapılmıştır. Caminin üst kısmı mavi çinilerle kaplıdır. Caminin yanında mevlevihane, medrese ve iki türbe ile bir külliye vardır. Cami, etnoğrafya müzesi olarak kullanılmaktadır.

Ahi Yusuf Mescidi: 1249’da Ahi Yusuf adına yaptırılmıştır. Kesme taştan yapılmış olan mescid, kare biçimindedir. Mescidin yanında Ahi Yusuf’un türbesi vardır.

Bali Bey Camii: Sultan İkinci Bayezid devri vezirlerinden Bali Bey tarafından yaptırılmıştır. Sekizgen kasnak üzerinde büyük bir kubbesi vardır.

Korkut Camii: Kesik Minare, Cumanun Camii, Cihannüma Camii ve Cami-i Kebir de denilir. Beşinci asırda Panaghia Kilisesi olarak yapılmıştır. Sultan İkinci Bayezid’in oğlu Sultan Korkut tarafından camiye çevrilmiştir. 1869’da bir yangın sonucu yıkılmıştır.

Mehmed Paşa Camii: 1593-1607 tarihleri arasında Tekeli Mehmed Paşa tarafından yaptırılmıştır. Duvarlar küfeki taşındandır. Üç kapısı vardır. 1866 ve 1926 yıllarında iki defa tamir görmüştür.

Emir Bedreddin Camii: Selçuklu devrine ait ahşap bir camidir. Andızlı Camii de denir. Alanya’dadır.

Müsellim Camii: 1796’da Hacı Osmanoğlu Hacı Mehmed Ağa tarafından yaptırılmıştır. Caminin dış pencere alınlıkları ile içte kubbe kasnağına kadar olan bölüm mavi-beyaz Kütahya çinileriyle, mihrabı yeşil sırlı çinilerle kaplıdır.

Murad Paşa Camii: 1570’te Kuyucu Murad Paşa tarafından yaptırılmıştır. Minaresi iki şerefelidir. Yan duvarları İznik çinileriyle süslüdür.

Ömer Paşa Camii: Elmalı ilçesindedir. Kitapçı Ömer Paşa tarafından 1608’de yaptırılmıştır. 1870 ve 1955’te tamir görmüştür.

Kale Camii: Alanya’da Sultan Alaeddin Keykubad zamanında yapılmıştır. 1530-1566 seneleri arasında eski temeller üzerinde Kanuni Sultan Süleyman tarafından yeniden yapıldığı için Sultan Süleyman Camii ismi ile de anılır.

Karatay Medresesi: 1250’de Celaleddin Karatay tarafından yaptırılmıştır. Yapı, mihrabı sebebiyle Karatay Camii ayrıca Darüssüleha isimleri ile de anılır.

Ulu Cami Medresesi: Kimin tarafından ve ne zaman yapıldığı bilinmemektedir. Halk arasında imaret olarak bilinir.

Atabey Armağan Medresesi: 1239’da Atabey Armağan tarafından yaptırılmıştır. Günümüzde sadece girişin alt bölümü kalmıştır.

Emir Sinaneddin Medresesi: 1319’da Hamidoğullarından Emir Sinaneddin tarafından Korkuteli yakınlarında yaptırılmıştır. Kesme taştan ve iki katlıdır.

Şadırvanlı Medrese: Elmalı’da olup, on dokuzuncu asır başlarında yapılmıştır. Günümüzde kütüphane olarak kullanılmaktadır.

Evdir Han: Korkuteli yakınında, Selçuklu Sultanı Birinci İzzeddin Keykavus tarafından yaptırılmıştır.

Alara Han: Alanya-Konya karayolu üzerinde Selçuklu devrinin en güzel kervansaraylarındandır. 1231’de Alaeddin Keykubad tarafından yaptırılmıştır.

Kırkgöz Han: Sultan İkinci Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından yaptırılmıştır. Antalya-Burdur yolu üzerindedir.

Şaropsa Han: Antalya-Alanya yolu üzerindedir. Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında yaptırılmıştır. Zengin süslemeleri olmayan bir yapıdır.

Deniz Feneri: Nevşehirli Damad İbrahim Paşa’nın 1720’de yaptırdığı bu fener Alanya’da bir tepe üzerindedir. Akdeniz’deki gemilere uzun seneler yol göstermiştir.

Tekelioğlu Kütüphanesi: Tarihi bir eser olup, içinde çok kıymetli el yazması eserler vardır.

Bedesten: Selçuklu tuğlasıyla yapılmıştır. Alanya Kalesi’nin malzeme deposu olarak kullanılmıştır. 38x36 metre ebadında bir avluya bakan 26 oda vardır.

Selçuklu Tersanesi: Alanya’dadır. Selçuklular tarafından gemi inşaası için yapılmıştır. Beş büyük gözlüdür. 700 senelik olmasına rağmen kale içinde büyük yelkenli gemiler yapılmaktadır.

Antalya Bölge Müzesi: 1923’te kurulmuş ve 1972’de yeni binasına taşınmıştır. Tarih ve tarih öncesi devirlere ait kıymetli eserlerle doludur.

Kara İn: Yağça köyündedir. 1894 senesinden bu yana yapılan araştırmalara göre eski devirleri aydınlatan, bunun gibi zengin bir mağara, dünyanın hiçbir yerinde yoktur. Burada 50 bin sene öncesine ait eşyalar bulunmuştur.

Perge: Antalya yakınındadır. M.Ö. 7. asırda kurulmuş eski bir şehirdir. Stadyum ile tiyatrosu oldukça büyüktür. Stadyumu 27.000 kişiliktir. Perge’nin tarihte önemli bir yeri vardır. Ticaret yolu üzerinde idi. 1207’de Selçuklu Sultanı Birinci Gıyaseddin Keyhüsrev feth etmiştir.

Aspendos (Belkıs): Antalya’nın 48 km doğusundadır. Roma İmparatoru Antonius tarafından M.Ö. ikinci asırda yaptırılan 20.000 kişilik tiyatrosu meşhurdur. Dünyada, günümüze kadar en iyi korunmuş tiyatrodur. O zamanlar bir sahil şehri idi. Bu tiyatroya Belkıs (Balkız) Tiyatrosu da denir. Su kemerleri ve binaları dikkat çekicidir.

Side: M.Ö. 7. asra ait bir şehirdir. 20.000 kişilik tiyatrosu, pazarı (agora) ve çeşitli heykelleri meşhurdur. Side kelimesi nar manasına gelir. Resim ve figürlerde nar resmine çok rastlanır. Eski Yunanca’da side (nar) kelimesi yoktur. Side şehrini eski Yunanlılardan önceki kavimler kurmuştur. Side müzesinde çok sayıda tarihi eser vardır. Şehrin giriş kapısı bulunmuştur. Surlar yıkıktır, ana cadde kalıntıları ve antik çağa ait iki ev ortaya çıkarılmıştır. Evler avlu etrafında ve zeminleri mermer döşelidir. Avlu ortasında sarnıç, kuyu ve havuz vardır. Side tiyatrosu Silyon, Perge ve Aspendos gibi yamaçlarda olmayan düz arazide kurulmuştur.

Termessos: Halen, Roma İmparatorluğu ve Bizans devrine ait kalıntılar ve tiyatrosu vardır.

Hadrianus Kapısı:  Roma İmparatoru Hadrianus’un Antalya ziyaretinin hatırası olarak yapılmıştır. Mermerden yapılmış bir kapı olup şehir merkezindedir.

Altınkaya: Bu ilçede antik çağa ait 1500 kişilik tiyatro vardır.

Sillion Harabeleri: Serik ilçesindedir.

Elge (Zerk) Harabeleri: Serikte’dir. Dağ şehridir. Surları, stadyumu, tiyatro, tapınak ve su yolları ile mağaraları meşhurdur.

Termessos (Güllük): Gizli dağ yolları, dehlizler, 4200 kişilik tiyatro ve heykelleri meşhurdur.

Anvi Harabeleri: M.Ö. 9. asırda yaşayanların kalıntılarıdır.

Hıdırlık Kulesi: Romalılar tarafından “ışık kulesi” olarak yapılmıştır. 14 metre olup iki katlıdır.

Demre (Myra):  Demre Çayı kenarındadır. M.Ö. 5. asırda kurulmuş olup bazı kalıntıları bulunmuştur.

Bağyaka (Limira): M.Ö. 7. asırda kurulmuş bir Lidya şehridir.

Kınık (Ksantos): Kaş ilçesi yakınlarındadır. M.Ö. 7. asra ait bir şehir kalıntısıdır.

Noel Baba: Hıristiyanlarca tanınan ve “Noel Baba” olarak isim yapan Saint Nicolas’ın Kaş’ın Gelemiş köyünde doğduğu, hatta yaşadığı kesin değildir. Bu hıristiyan din adamının, bu ilçede heykelinin dikilmesi hıristiyan emperyalizmine malzeme olmuştur. Çok sayıda hıristiyan Noel Baba’nın efsane olduğuna inanır.

Akseki’deki tarihi kalıntılar: Antik çağa ait şehirler, kale ve burçlar ile köprü ayaklarıdır.

Turistik yerleri: Antalya, Türkiye’nin ve dünyanın sayılı turizm merkezlerinden biridir. İklimi, lezzetli ve her mevsimde bulunan meyve ve sebzeleri, sahil ve ormanlarının şahane güzelliği, sahillerinde denize girilirken aynı anda dağlarında kış sporları yapılabilmesi ile turizme çok müsaittir. Kaş’tan Gazipaşa’ya kadar olan sahil şeridi turistik te'sislerle doludur.

Kaplıcalar ve içmeler:

Demre İçmesi: Kükürtlü olup mide ve bağırsak hastalıklarına iyi gelir.

Korkuteli İçmesi: Çeşitli hastalıklara karşı şifalı bir sudur.

Sarı Su İçmesi: Ilıca köyündedir. Karaciğer, mide, bağırsak ve safra kesesi rahatsızlıklarına iyi gelir.

Sınat Deresi Kaplıcası: 25 derecelik sıcaklıkta bir sudur. Çeşitli hastalıklara faydalıdır. Ilıca köyünün yakınlarındadır.

Milli parklar: Tabii güzelliklerin yaşaması için bazı yerler milli park olarak korunmaktadır. Köprülü Kanyon Milli Parkı 14 km uzunluğunda ve 100 m genişliğindedir. Bey Dağları Milli Parkı, Sahil Milli Parkı ve Termesses Milli Parkının tabii ve tarihi zenginlikleri muhafaza altına alınmıştır. Türkiye’nin en büyük parkı 170 bin metrekare olarak Antalya’da yapılmaktadır. Ulaş Dinlenme Parkı piknik için çok müsaittir.

Mağaralar: Antalya mağaralar bakımından çok zengin bir ilimizdir. ABD ve Yugoslavya mağara turizmi ile büyük gelir sağlamaktadır. Türkiye dünyàda en çok mağaraya sahip olan ülkedir. 40 bin mağaranın ancak 20 bini tesbit edilmiştir. Diğerlerine henüz ulaşılamamıştır. Antalya’da 20 mağara vardır.

Antalya mağaraları içinde göller, nehirler, uçurumlar, gözsüz balıklar, yarasalar ve çeşitli hayvanlar mevcuttur. Bazı mağaraların havası, bazısının çamuru veya suyu şifalıdır. Dolayısiyle çeşitli hastalıklara iyi gelmektedir.

Damlataş Mağarası: Sarkıtları bir harika olan Damlataş Mağarası, Alanya’dadır ve astım hastalığına iyi gelmektedir.

Antalya Mağarası: Alanya yakınındadır. İçinde kayıkla gezilir. Bir deniz mağarası olan bu fosforlu mağara, güneş ışınlarının yansıması ile çok güzel manzaralıdır.

Düdencik Mağarası: Akseki’dedir. Türkiye’nin en derin mağarasıdır. Uzunluğu 60 metredir.

Yoldağı Mağarası: Kalkan’dadır. 54 mağaradan meydana gelir.

Diğer mağaralar: Sakalsultan, Demirciler, Yalancı Dünya, Dumanlı, Kada İni, Öküz İni, Beldibi, Yoldağı ve Korsanlar mağaralarıdır. Bazılarında çok eski çağlara ait izler vardır.

Çağlayanlar: Antalya çağlayan ve şelaleler bakımından da oldukça zengindir. 60 metre yükseklikten dökülen Düden Çağlayanı ile Manavgat, Homa ve Uçarsu ve Kayabükü çağlayanları en meşhurlarıdır. Yedi oluklar mevkiinde 13 çağlayan vardır. Antalya’da toplam 29 çağlayan bulunmaktadır. Kadınyan uçurumu Antalya içindedir.

Deniz altı eserleri: Antalya, deniz altı eserleri bakımından da zengindir. Dünyanın bilinen en eski gemisi Kaş ile Keora köyü arasındaki Uluburun’da bulunmuştur. Finikelilere ait 3200 senelik bir teknedir. 40 m derinlikte olan bu gemi, Türk ve ABD’li deniz arkeologları tarafından incelenmektedir.

Yanartaş (Meşale) “Çıralı”: Olimpiyatlarda yakılan meşalenin başlangıcı sayılan bu alev, Finike’ye 7 km mesafede 350 m  yükseklikte bir tepede binlerce seneden beri devamlı yanmaktadır. Tepenin bir yarığında yer altından gelen bu ateş hiç sönmemiştir. Çeşitli efsaneleri vardır.

Antalya evleri: Kaleiçi semtindeki evlerin aslına uygun restore ettirilip turistik mahiyette kullanılması planlanmaktadır. 20 ev, 115 yataklı konaklama tesisi haline getirilecektir.

Sarnıçlar: Alanya sarnıçlar şehridir. Kale evlerinde hala sarnıçlar vardır. Akşebe Mescidi ve Mecdüddir sarnıcı meşhurdur. Sarnıç, 20-22 m boyunda ve 13 m enindedir. Bugün bile kullanılmaktadır.

Alanya Müzesi: Çok zengin eserlere sahip bir müzedir.