AMİNE HATUN

Peygamber efendimizin mübarek annesi. Kureyş kabilesinin Zühreoğulları kolundan Vehb bin Abdi Menaf’ın kızıdır. Annesi Abdüddaroğullarından Berre binti Abdüluzza’dır. Üç batın ileride soyu Peygamberimizin baba tarafı ile birleşir. Medine’de doğdu. M. 577’de Medine ile Mekke arasındaki Ebva denilen yerde vefat etti. Kabri oradadır.

Amcası Vüheyb ibn Abdi Menaf’ın yanında büyüyen Amine, güzelliği ve terbiyesi ile Kureyş içerisinde emsalsiz idi. 14 yaşındayken Abdülmuttalib’in oğlu Abdullah’la evlendi. Abdullah’ın alnındaki nur zifaf gecesi Amine’nin alnına geçti. Bu hale bütün Kureyş kadınları imrendiler. Kısa bir müddet sonra alemlerin efendisine hamileyken, kocası Abdullah vefat etti. Kocasının ölümüne çok üzüldü. Hatta bir şiirinde:

Hiç beklenmedik anda, aldı onu eceli,

Halbuki o çok cömert, çok merhametli idi.

demiştir.

Amine, Resulullah’a hamile olduğu esnada ve dünyayı teşrifi esnasında hiç sıkıntı ve doğum sancısı çekmedi. Kendisine hazret-i Asiye, hazret-i Meryem’in ruhaniyetleri ile, melekler yardım ettiler.

Rüyasında çocuğunun ismini Muhammed koyması istendi. Peygamber efendimiz hakkında bir de rüya gördü. Bu rüyayı Peygamber efendimiz şöyle anlatmışlardır:

Ben ceddim İbrahim’in duası, İsa’nın müjdesi ve annemin gördüğü rüyayım. Annem rüyasında Şam saraylarını aydınlatan bir ışığın kendi içinden çıktığını görmüş idi. Peygamberlerin anneleri böyle rüyalar görürler.

Amine, hazret-i Abdullah’tan başka kimse ile evlenmedi. 20 yaşında iken Abdullah’ın mezarını ziyaretten dönerken, Medine ile Mekke arasında Ebva denilen yerde vefat etti. Bu esnada alemlerin efendisi henüz altı yaşındaydı. Son anlarında Alemlerin Efendisini bağrına basarak şunları söylüyordu:

Her yaşayan ölür, eskir her yeni,

Her yaşlanan elbet oluyor fani.

 

Ben de öleceğim bir gün elbette,

Lakin kalacaktır adım dillerde.

 

Çünkü senin gibi hayırlı evlat,

Bıraktım geriye ne büyük nimet.

Böylece Alemlerin Efendisi, hem öksüz, hem de yetim kaldı. Bundan sonra dedesi, Abdülmuttalib ve sonra amcası Ebu Talib’in himayesine girdi.

Hazret-i Abdullah ve Amine, hazret-i İbrahim’in dinine göre ibadet ederlerdi. İslam alimlerinin ekserisinin bildirdiğine göre; Allahü teala, Peygamberimize lütuf ve ihsan olarak, Veda haccında anne ve babasını diriltti. İkisi de Resulullah’a iman ettiler. O’nun ümmeti oldular.

AMİNLER

Alm. Amin, Fr. Amine, İng. Amine. Amonyaktaki hidrojenin veya hidrojenlerin yerine alkil (R-) veya aril (Ar-) gruplarının girmesiyle meydana gelen bileşikler. Genel olarak ikiye ayrılırlar. 1) Alifatik aminler, 2) Aromatik aminler.

Alifatik aminler: Alifatik aminler de ikiye ayrılır.

A) Monoaminler: Bu sınıf, amonyaktan türemiş olup, amonyaktaki hidrojen atomlarının yerine alkil gruplarının girmesi ile meydana gelmiştir. Amonyağa bağlanan alkil sayısına bağlı olarak üç sınıfa ayrılır:

a) Primer amin RNH2 (birincil amin).

b) Sekonder amin R2NH (ikincil amin).

c) Tersiyer amin R3N (üçüncül amin)

B) Diaminler: Bir alifatik bileşiğin iki ucuna birer amin (-NH2) grubunun girmesiyle elde edilen bileşiklerdir.

Metilen diamin, H2NCH2NH2, tetrametilendiamin (putresin), H2N(CH2)4NH2 ve pentametilendiamin (kadaverin) bu gruba ait birkaç misaldir.

Kimyasal olarak alifatik aminler amonyağa çok benzerler. Oldukça kuvvetli bazlar olup, asitlerle tuz vermek üzere reaksiyon verirler:

CH3-NH2+HCl ® (CH3-NH3)Cl metil amin metil amonyum klorür

Aminlerin bazik özelliği, amin grubuna bağlı olan alkil sayısına bağlıdır. Sekonder aminler, primer veya tersiyer aminlerden daha baziktir.

Trimetil amin ve etilamin gaz olup, suda kolayca çözünür. Bunların dışındaki aminler genellikle sıvı olup, amonyağın kokusuna benzer kokuları vardır. Fakat daha hafiftir. Karbon sayısı çok fazla olan aminler katı olup kokusuzdur. Oda sıcaklığında suda çözünmezler. Aminler bir çok hususlarda amonyağa benzerler. Fakat bunların tutuşabilirliği amonyaktan kolayca ayrılmasını sağlar. Ayrıca alkil amonyum tuzları etanolde çözündüğü halde amonyum tuzları etanolde çözünmez.

Aromatik aminler: Saf aromatik aminler, karışık aromatik aminler, şeklinde gruplandırmak mümkün olduğu gibi, primer, sekonder ve tersiyer aminler şeklinde de gruplandırılırlar.

Aromatik aminler alifatik aminlere nisbeten çok daha zayıf bazdır. Birincil aminler renksiz sıvılar veya kristal katılar olup, suda az çözünürler. Bazı ikincil ve üçüncül aromatik aminler hoş kokulu oldukları halde diğerleri alifatik aminler gibidir.

Bazı aromatik aminler hayvan ve insanda tümör (kanser) yapmaktadır.

a) Primer amin: Amino benzen de denilen anilin olup formülü C6H5NH2’dir.

b) Sekonder amin:

C6H5 - NH2 + ICH3 ® C6H5 - NH - CH3+HI N - metil anilin

Bu bir alifatik-aromatik (karışık) amin olup diğer adı fenil-metil amindir. Kaynama noktası 196 derecedir.

Fenil amonyum klorürün anilin ile olan reaksiyonundan difenil amin elde edilir.

Difenil amin renksiz yaprakçıklar şeklinde olup erime noktası 53 derecedir. Güzel kokuya sahiptir.

c) Tersiyer amin: Saf olanı yani üç tane fenil grubu bulunduran tersiyer amin trifenil amindir (C6H5)3N. Bu, renksiz kristaller halindedir. Erime noktası 127 derecedir. Hemen hemen herhangi bir bazik özellik göstermez ve tuzu yoktur.

Karışık yani alifatik - aromatik aminlerin tersiyeri dimetil anilindir. Dimetil anilin sıvı olup kaynama noktası 194 derecedir. Anilinden daha baziktir.

Kullanılışları: Aminlerin kullanımı oldukça yaygındır. Misal olarak etanol aminlerin bazı kullanılışları verilecektir. Bunlar mono etanolamin dietanolamin ve trietanolamini kapsarlar.

Monoetanolamin; madeni yağ, mum ve reçineyi suda eriterek sabunu meydana getirir. Bu çeşit eriyikler tekstil üretiminde, metal kesiminde ve evde kullanılan parke cilalarında faydalıdırlar. Monoetanolamin, bir asid gaz absorbe edici olarak kullanılır ve tekstil imalatındaki son işlemlerde, deterjan ve böcek ilacı imalatında kullanılır. Suda çözünmüş dietanolamin karbondioksidi diğer gazlardan ayırmak için ayrıca sanayide boya ve temizlik maddelerinin elde edilmesinde kullanılır. Bir sentetik ağrı dindirici dietanolaminden yapılır. Trietanolamin de, otomobil radyatörlerine konan anti-frize karıştırılarak, paslanmaya karşı, dokuma sanayiinde elyafların yağlanmasında sabun olarak ve parke cilasında kullanılır. Ayrıca kozmetik, böcek ilacı ve petrolden çıkan kimya maddelerinde asit te’sirini azaltıcı olarak kullanılır.

AMİNO ASİTLER

Alm. Aminosäure, Fr. Amino acide, İng. Amino acids. Amino (-NH2) grubu ihtiva eden ve proteinlerin temel yapı taşları olan organik bileşikler sınıfı. (Bkz. Protein)

AMİP (Amoeba)

Alm. Amöbe, Fr. Amibe, İng. Ameba. Familyası: Amipgiller (Amobidae). Yaşadığı yerler: Su ve su birikintilerinde bağımsız, insan ve hayvanlarda parazit olarak yaşarlar. Özellikleri: Mikroskobiktir (gözle görülmez). Çeşitleri: Bağımsız veya asalak yaşayan çok çeşidi vardır. Tatlı su amibi (Amoeba proteus) ve Dizanteri amibi (Entamoeba histolytica) en çok tanınanlarıdır.

Tatlı su birikintilerinde, çamurlarda, denizlerde bağımsız veya insan ve hayvanlarda asalak olarak yaşayan tek hücreli hayvancıklar. Mikroskobik olup çok küçüktürler. Bununla beraber yarım milimetre çapında olup, yaşadığı sularda beyaz noktalar şeklinde çıplak gözle de görülebilen çeşitleri vardır.

Amiplerin vücut yüzeyini saran ince bir hücre zarı, iç kısmını dolduran stoplazma (sıvı madde) ve ortada bir çekirdeği vardır. Çok çekirdekli olan amiplere de rastlanır.

Psodopod denilen yalancı ayak uzantıları ile akar gibi hareket ederler. Hareket edeceği zaman vücudunun bir kısmı uzamaya başlar. Biraz sonra stoplazması bu kök gibi uzayan kısmın içine akar. Böylece amip ileriye doğru yol almış olur.

Amip, hayati faaliyeti için gerekli enerjiyi, yalancı ayaklarla sararak vücuduna aktardığı besinlerden sağlar. Amipler, besin olan nebati ve hayvani zerrelerle, yiyecek olmayanları ayırır. Genellikle iki akışkan kol, yiyecek maddesini sararak birleşir ve böylece yiyecek, vücudun içine aktarılmış olur. Besin, vücutta “besin kofulu” (havuzcuğu) içinde sindirildikten sonra “boşaltım kofulu” ile artık madde ve fazla sular vücut dışına pompalanarak atılır.

Amipler çekirdek ve stoplazmaları ortadan uzayıp iki parçaya ayrılarak ürerler. Yeni yavru amipler gelişerek eski büyüklüğe ulaşır. Sonra onlar da ortadan bölünerek yeni amipler meydana getirirler. Kötü iklim ve yaşama şartlarında amip, hayati faaliyetini minimum seviyede yavaşlatıp, vücudunu salgıladığı bir örtü ile sarıp yuvarlak küre haline dönüşür. Buna “kist” denir. Amibin yaşadığı su birikintisi kuruyunca “kist” şekline dönüşmüş olan amip ölmez. Rüzgar bu kistleri sürükleyerek çevreye dağıtır. Kist, aylarca yağmur mevsimini bekler. Uygun sulu bir muhite düşünce çevresindeki zar erir, amip yeniden faaliyete geçer. Birbiri ile birleşerek üreyen amipler de vardır. Göl suyundan bir bardak numune alınıp, mikroskop lamı üzerine damlatılıp incelendiğinde, amiplere rastlamak oldukça zordur. Çünkü amipler çoğunlukla ya yaşadıkları muhitin su yüzeyinde hareket eder veya çamurda bulunur yahut da alınan numunenin kenarlarında toplanırlar.

Mikroskopta lam üzerine damlatılan bir damla göl suyunda eğer amip örneklerine rastlanırsa, hareketlerini ve beslenmelerini incelemek oldukça ilgi çekicidir.

İnsanların barsak boşluğunda yaşayan dizanteri hastalığı amili (etkeni) olan amip zararlıdır. Dizanterinin bu amip tarafından yapılan türüne “Amipli dizanteri” denir. İnsan bu mikroorganizmaları taşıyan besinleri yemekle bunları vücuduna alır.

AMİR

Alm. Leiter, Gebieter (m), Fr. Chéf, commandant, İng. Superior, chief, commander. Makam ve memuriyet itibariyle emretmek selahiyetine haiz kimse. Bunun emri altındakilere “memur” ve “maiyet” denir. Bilhassa, askerlikte disiplinin te’mini ve devamı için amirlik büyük önem taşır. Amir, rütbe ve kıdem itibariyle üst derecededir. Aynı zamanda ast ile arasında doğrudan doğruya bir hizmet münasebeti (ilişkisi) vardır. Üstlükte ise sadece rütbe ve kıdem itibariyle üst derecede bulunmak vardır. Aynı bölükteki bölük komutanı yüzbaşı, üsteğmenin hem amiri hem de üstüdür. Başka bir birlikte çalışan üsteğmenin ise sadece üstüdür. Amir maiyyetinden mutlak bir itaat bekler ve ister ki, bunda da haklıdır. Bununla birlikte astlarının saygı ve güvenini kazanarak, onların ahlak ve ruh yönünden de iyi yetişmelerini sağlaması lazımdır. Maiyetinin şerefini, haysiyetini, sağlığını ve özlük haklarını korumağa da mecburdur. Emri altında çalışanlara, hizmet ve münasebeti olmayan işi yaptıramaz. Onlardan menfaat te’min edecek istek ve talepte bulunamaz.

AMİRAL

Alm.Admiral (m), Fr. Amiral (m), İng. Admiral. Deniz kuvvetlerinde bir rütbe. Kara ve hava kuvvetlerindeki general rütbesiyle eşdeğerdedir. Tuğamiral, Albaydan sonra ilk rütbedir. Sıra ile; Tümamiral, Koramiral, Oramiral rütbeleri gelir. Her rütbede bekleme süresi dört senedir. Bu zaman sonunda amiral bir üst rütbeye terfi edebilir.

İzmir’in ilk fatihi ve Anadolu Selçuklu Devletinin müstakil İzmir Beyi “Çaka”, Türklerin ilk amiralidir.

Osmanlı cihan devletinde ilk zamanlar, amirale “Derya Beyi” denirdi. Sultan Abdülhamid Han zamanında amiral rütbeleri sırasıyla; Riyale, Patrona, Kapudane-i Hümayun ve Kaptan Paşa’dır.

AMİTLER

Alm. Amiden (f), Fr. Amides, İng. Amides Genel formülü:

olan bileşikler sınıfı. Asitlerdeki (OH) yerine bir NH2 (amin) grubunun girmesiyle meydana gelirler. Açil grubuna:

 

 amin grubunun girmesiyle organik amitler elde edilir.

 

 

grubuna amido denir.

Karboksilli asitlerin amonyum tuzlarının kurukuruya ısıtılması ile, nitrillerin kısmi hidrolizi ile, asid klorür veya asid anhidritlere amonyak veya amonyum karbonatın etkisiyle veya esterlerin amonyak ile ısıtılmasıyla amitler elde edilir.

Formamit hariç bütün amitler erime noktaları düşük olan kristalize katılardır. Amitler, kimyasal olarak kararlı zayıf asittirler. Suda, alkolde veya hidroksil grubu bulunduran diğer çözücülerde genellikle çözünürler.

Amitler alkali veya asitlerle kaynatıldıkları zaman kolayca hidroliz olarak asid ve amonyağa dönüşürler.

Nitrit (nitröz) asidi ile amitler aşağıdaki gibi bozunma reaksiyonu verir:

R-CONH2 + ONOH ® R-COOH + N2+H2O

Formamit (HCO.NH2) oda sıcaklığında yağımsı bir sıvı olup suda kolayca çözünür, kısmi bozunma ile yaklaşık 210 derecede kaynar. Asetamit, beyaz, nem çekici kristal yapıda bir katı olup, 82 - 83 derecede erir ve 222 derecede kaynar. Genellikle amonyum asetatın destilasyonu ile elde edilir. En çok kullanılan amittir. Alkolleri denature etmede (içilmeyecek hale getirmede), suyun çözme kabiliyetini geliştirmede ve bir çok anorganik reaksiyonda ortam olarak (erimiş halde) kullanılır.

Poliamitler, naylonlar gibi uzun zincirli moleküllerdir. Bir polimer zincirde belli aralıklarla amit grubu:

 

 

şeklinde bulunur.

Bazı sulfonik asitlerin amitleri veya bunların türevleri tıpta çok önemlidir. Bunlara sülfa ilaçları denir. Sulfanil amit bu ilaçların ilki olup çok geniş çapta kullanılmaktadır. İlaç dışındaki sulfonik asidlerin amidleri karboksilli asitlerin amitlerinden çok daha önemlidir. Sulfonik asitlerin amitleri, genel reaksiyonuna göre elde edilir:

R-SO2Cl + 2NH3 ® RSO2NH2 + NH4Cl

Birkaç anorganik asit amidi bilinir. Mesela; nitrat asidinden elde edilen nitramit (H2N-NO2) ve sülfat asidinden elde edilen sulfamik asit (H2N-SO3H) bunlardandır.

AMMAR MUSULİ

On birinci asır Müslüman tıp alimi. İsmi, Ammar bin Ali el-Musuli olup, künyesi Ebü’l-Kasım’dır. Batı dünyasında Canamusali adıyla tanındı. Önceleri Irak’ta, sonra Mısır’da oturdu. Mısır’da hüküm süren Fatımi devleti hükümdarlarından Hakim Biemrillah devrinde yetişti. Hayatı hakkındaki bilgiler azdır. Doğum ve vefat tarihi bilinmemektedir. On birinci yüzyılda yaşamıştır. Kitabında, Horasan, Medine, Diyarbakır, Kufe, Kahire, Tunus gibi uzak ülkelere seyahat ettiğini ve gittiği yerlerde çeşitli göz ameliyatları yaptığını yazmaktadır.

İslam aleminde yetişen ve önde gelen göz hastalıkları tabib ve cerrahlarından olan Ammar, yaptığı yerinde teşhis, tedavi ve ameliyat metodlarıyla tanındı. Özellikle gözün görmemesine sebeb olan katarakt hastalığını tedavi için keşfettiği altı çeşit ameliyat usulü üzerinde durdu. Ortaya koyduğu bu çok mühim ameliyat usulleri, kendi zamanına kadar bilinmiyordu. Yaptığı katarakt ameliyatı tekniği üzerinde yapılan araştırmalar sonucu, modern tıbbın elindeki modern alet ve edevat ile yapılan katarakt ameliyatları ile, Ammar’ın metodu birbirine çok yakın ve benzer bulundu. Hatta modern katarakt ameliyatları ile onun metotlarının prensip itibarıyla aynı kaidelere dayanmakta olduğu isbat edildi.

İki yüz elli sene sonra yaşayan tabip İbn-i Ebi Usaybiya, Ammar hakkında şunları söylemektedir: “O, meşhur bir göz tabibi ve sözü çok edilen bir zat idi. Göz hastalıklarının tedavisinde tecrübe ve ameliyatlarda büyük maharet sahibiydi. Hakim Biemrillah zamanında Mısır’da bulundu. Kitab-ül-Müntehab fi İlac-il-Ayn adlı eserini Hakim Biemrillah için kaleme aldı.”

Eser 43 varak, yani 86 sahifedir. Ammar, bu eserinde yaptığı ameliyatları anlatmaktadır. Mükemmel bir tertip içerisinde, son derece veciz bir lisan ile yazılan eser, tarihi bir girişten sonra, görme organının anatomisine yer vermektedir. Daha sonra çiziklerden başlayarak göz kapağı hastalıkları anlatılmıştır. Bu bölümden sonra; göz pınarlarına, göz derilerine, göz bebeğine ve son bölümde de gözün daima nemli bulunmasına temas edilmiş ve göz sinirleri ele alınmıştır. Eserde, önce hastalıkların isimleri ve bunlarla ilgili açıklamalar bulunmaktadır. Daha sonra sebebi ve tedavi şekli yer almaktadır. Müellif, tedaviye önce, genel bir tedavi metoduyla başlanmasını tavsiye etmekte, daha sonra göz ile ilgili mahalli tedavi şekli anlatılmaktadır. En son tedavi şekli olarak ameliyat ele alınmaktadır. Kitabın ismine uygun bir şekilde, genellikle bir hastalık için tek bir tedavi şekli verilmektedir. Anlatım kısa olmasına rağmen, açık, gayet net ve anlaşılabilir şekildedir.

Ammar, eserinde mevcut bilgilere kendi tecrübelerini katarak bildirmiştir. Eserin mühim yönü, okuyanların bugün bile dikkatini çeken katarakt ameliyatlarıdır. Burada zikre değen ve dikkati çeken şey, kendi tarafından bulunan metal, içi boş iğne gibi bir aletin kullanılmasıdır. Ayrıca, göz bebeğinin ışığa karşı olan tepkisi ile kataraktın ameliyata müsaid olup olmadığına dair karar verme tekniği geliştirmesidir. Aslında benzer teknik aynı zamanda yaşıyan Ali bin İsa ve İbn-i Sina tarafından kullanıldıysa da, Ammar tarafından geliştirilerek tatbik edilmiştir.

Ammar’ın Kitab-ül-Müntehab fi İlac-il-Ayn adlı eserinin tek yazma nüshası, İspanya’da Escoriala’nın, S.Lorenzo Kraliyet Manastır Kütüphanesinde bulunmaktadır. Eser Nathan Mathi tarafından 1279 senesinden sonra İbraniceye çevrilmiş, ayrıca 1905 yılında da Almanca tercümesi yapılmıştır.

On ikinci asırda yaşayan Gafıki, tıp alanında yazdığı Mürşid adlı eserinde Ammar’dan fazlasıyla faydalanmışdır. On üçüncü asrın ikinci yarısında yaşayan Hamalı Selahaddin, yazdığı Nur-ul-Uyun adlı kitabında, katarakt ameliyatı ile ilgili kısmı Ammar’ın eserinden aynen almıştır.

AMMAR BİN YASER

Eshab-ı kiramın büyüklerinden. Anne ve babası ilk İslam şehididir. Babası Yaser, aslen Yemenlidir. Mekke’ye gelip yerleşti. Sümeyye (r. anha) ile evlendi. Bu evlilikten Ammar dünyaya geldi. Doğum tarihi kesin bilinmemektedir. Fakat kendisi; “Ben yaşça Resulullah efendimizin akranı idim.” demiştir. 657 (H. 37)de Kufe’de vefat etti.

Ammar radıyallahü anh ilk Müslümanların otuzuncusudur. Mekke’de Müslüman olduğunu ilk açıklayanlardandır. Babası Yaser, oğlu Abdullah ve Annesi Sümeyye, müşrikler tarafından görülmedik şiddetli işkence ile şehid edildiler. Ammar radıyallahü anh kafirlerin dediğini kalbiyle tasdik etmeyip diliyle söyledi. Kafirlerin elinden kurtulup, Resulullah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldi. Kafirlerin eza ve cefasından ağladı. Resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, iki mübarek eliyle gözünün yaşını sildi ve teselli buyurdu.

Bu hadise üzerine; “Kim Allah’a küfrederse, onlara şiddetli bir azab vardır. Ancak kalbine iman yerleşmiş olduğu halde (küfür kelimesini söylemeye) zorlanıp, sadece diliyle söyleyenler müstesna.” mealindeki Nahl suresinin 106. ayet-i kerimesi nazil oldu. Resulullah sallallahü aleyhi ve sellem de hazret-i Ammar’a; “Müşrikler eziyet ederlerse yine böyle söyle.” buyurdular.

Ammar bin Yaser, Mekke devrinde gördüğü işkenceler karşısında Habeşistan’a hicret edenler arasında yer aldı. Daha sonra Mekke’ye ve Medine’ye hicret etti. İslamiyet’te mescid yapılmasına ilk teşebbüs eden o idi.

Ammar bin Yaser radıyallahü anh Bedr, Uhud, Hendek, Tebük gazası dahil, Resulullah efendimizin katıldığı bütün gazalarda bulundu. Her gazada kahramanca savaştı. Resulullah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanından hiç ayrılmadı. Hazret-i Ebu Bekr-i Sıddik zamanında da aynı şecaat ve cesaretle döğüştü. Yemame’de mürtedlere (dinden dönenlere) karşı savaştı.

Hazret-i Ömer devrinde Kufe valiliği yaptı. Bir sene dokuz ay mükemmel idare etti. Hazret-i Ali devrinde, hazret-i Ali’nin ordusunda Sıffin Muharebesine katıldı. 657 (H. 37) senesinde 94 yaşında şehid oldu. Cenaze namazını bizzat hazret-i Ali kıldırdı. Elbisesi ile yıkanmadan Kufe Kabristanlığına defnedildi.

Ammar bin Yaser, hadis-i şerifleri en doğru bilenler arasında sayılmaktadır. Şöhretini, dünyaya düşkün olmamasına ve haramlardan sakınmasına, insanlar üzerinde bıraktığı itimada, davasına sadakatle bağlılığına borçludur.

Uzun boylu, buğday tenli, ak sakallı, nur yüzlü bir zattı. Altmış iki hadis-i şerif rivayet etmiştir. Rivayet ettiği hadis-i şeriflerden bazıları şunlardır:

Dünyada iki yüzlü olanların, kıyamet günü ateşten iki dilleri olur.

Ebu Vail şöyle anlattı: “Ammar bin Yaser bize kısa bir hutbe okudu. Hutbeyi okuyup, indikten sonra kendisine, hutbeyi gayet kısa okuduğunu söyledik. Bunun üzerine şöyle dedi: "Resulullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), şöyle buyurduğunu duydum: Bir kimsenin namazının uzun, hutbesinin kısa olması, onun fıkıh bildiğine alamettir. Namazı uzun, hutbeyi kısa yapınız."

Hazret-i Ammar hadis-i şerifle medh olundu: Cennet üç kişiye müştaktır (şiddetli arzu duyar). Bunlar; Ali, Ammar ve Selman’dır.

AMME DAVASI

Alm. Öffentliche Klage (f), Fr. Poursite de La republiquge, İng. Public prosecution. Suç işlediği sanılan kişinin (sanığın, maznunun) ceza yargı makamları önünde kovuşturulmasını saglamak üzere amme (Kamu) adına Cumhuriyet savcısının açtığı dava (Ceza Muhakemeleri Kanunu 147 mad.)

Mahkeme yoluyla cezai tahkikatın başlaması savcının kamu davası açmasına bağlıdır. Tahkikata mahkeme doğrudan doğruya başlayamaz. Devlet bir şahıs hakkında ceza istemek hakkını savcı vasıtasıyla kullanır. Hukuk mahkemelerinin aksine Ceza mahkemelerinde davayı açan, zarara giren değil, savcıdır. Savcı takibi şikayete bağlı suçlar (hakaret, zina) hariç, ceza gerektiren bir fiilin işlendiğini duyduğunda, takibat yapmaya mecburdur. Takibi şikayete bağlı suçlarda ise, takibat (soruşturma) yapması için mağdurun şikayette bulunması gereklidir. Soruşturma sonunda savcı gerekli görürse amme davası açar veya takipsizlik kararı (kovuşturmaya gerek olmadığına ait karar) verir.

AMME HİZMETİ

Alm. Öffentlicher Dienst (m), Fr. Service public. İng. Public service. Bir amme (kamu) idaresi tarafından doğrudan doğruya veya diğer özel müesseselerce böyle bir idarenin denetimi altında, ammenin genel ve ortak ihtiyaçlarını sağlamak için yapılan hizmet ve faaliyetler.

Bu hizmetler, ya devlet kurumları veya devletin gözetimi altında özel müesseseler tarafından yerine getirilir. Eğitim-öğretim, milli güvenlik , savunma, haberleşme, ulaşım, sosyal güvenlik, adalet, sağlık hizmetleri gibi sayısız benzeri hizmetler, devlet tarafından yapılan amme hizmetleri arasındadır. Özel eğitim ve öğretim kurumları, özel hastaneler ve imtiyaz suretiyle işletilen işletmeler, özel kurumlarca yapılan amme hizmetlerine misal gösterilebilir.

İmtiyaz:Devletin bir faaliyetin kamu hizmeti olarak yürütülmesine karar vermekle beraber, bu iş için gerekli sermayeyi yatırmak istemediği veya te’min edemediği veya devletin bu faaliyeti teknik ve ticari yönden iyi yönetemeyeceği endişesinden dolayı faaliyetin yürütülmesinin bir sözleşme ile özel kişilere bırakılması. Bir köprünün özel müesseselerce yapılması ve gelirinin belli müddet belirli müesseselere bırakılması gibi. Galata köprüsü, tramvay ve ilk telgraf hattı yabancı şirketlere imtiyaz verilmek suretiyle yaptırılmıştır. Ammenin menfaatine olan yatırımlar için sermaye bulmanın güçlük çekildiği gönümüzde imtiyaz meselesi yine söz konusu olmaktadır.

Amme hizmeti idare hukuku tarafından düzenlenmektedir. Devamlılık esastır. Bu görüşden hareketle memurlara grev hakkı tanınmamıştır. Herkes amme hizmetlerinden eşit şekilde faydalanma hakkına sahiptir. Amme hizmetinin görülmesi esnasında hakkı ihlal olanlar idare mahkemelerine başvurabilirler.

Amme hizmetlerinin kurulması, işlemesi ve kaldırılması kanunlarla düzenlenir.

AMME HUKUKU

Alm. Öffentliches Recht (n), Fr. Droit Poblique, İng. Public Law. Devletin kuruluş ve teşkilatını, devlet sıfatıyla gösterdiği faaliyetleri ve bu faaliyetlerin yerine getirilmesi (ifası) dolayısıyle devletle şahıslar arasında meydana gelen bağ ve münasebetleri tanzim ve şahsın devlet karşısında haiz olduğu hak ve yetkileri tayin eden hukuk şubesi.

Amme hukuku, insanların, doğuştan gelen vazgeçilmez hak ve hürriyetlere sahip olduğunun kabul edilmesinden beri, bu hak ve hürriyetleri devlete ve diğer insanlara karşı korur ve bunların karşılıklı ilişkisini tanzim eder. Amme hukukunun tarihi gelişimi fertlerin faydasına olmuştur. Ferdin, hak ve hürriyetleri faydasına devletin yetkileri sınırlandırılırken, hak ve hürriyetlerin gerçekleşmesi için devlete yeni yeni vazifeler yüklenmiştir.

Amme hukuku terimi, özel hukukun zıddı olarak kullanılmaktadır. Yürürlükte olan hukuku (mer’i hukuku), Özel hukuk ve Amme hukuku olarak ayırmak Roma hukukuna kadar dayanır. Özel hukuk; fertler ve özel nitelikteki bazı kuruluşlar arasındaki ilişkilere ait kuralları; Amme hukuku ise, devlet ve kamu müesseseleri hukukunu ve bunların fertlerle olan münasebetlerini tanzim eder.

Bu ayırım mutlak manada değildir. Birçok hukuk kollarında Amme hukuku ve Özel hukuk birbirine girmiş durumdadır. İkisi arasındaki hudut kesin değildir. Yirminci yüzyılda Amme hukuku alanı büyüme eğilimi göstermiştir. Sosyal devlet anlayışı, devletin vazifelerini ve dolayısıyla Amme hukuku tarafından düzenlenen sahayı genişletmiştir. Mesela; eskiden özel hukuka giren iş hukuku ve sosyal güvenlik hukuku Amme hukukuna dahil olmuştur.

Amme hukukunu, Özel hukukdan ayıran başlıca hususlar şunlardır:

1. Devlet ve kamu müesseseleri, hukuki ilişkilerde amme kudretinden gelen hakimiyet hakkını kullanarak faaliyet gösterirler. Özel hukuk ilişkilerinde ise hakimiyet hakkının kullanılması söz konusu değildir.

2. Özel hukukta, taraflar arasındaki ilişkilerde eşitlik esası bulunduğu halde, Amme hukukunda, devlet ve kamu kuruluşları ve bunlarla fertler arasında eşitlik yoktur; burada aksine, üst-ast (mafevk-madun) münasebeti vardır.

3. Özel hukuk ilişkilerinde şahsi menfaatler söz konusu olduğu halde, Amme hukukunda  Amme menfaati söz konusudur.

Amme hukukunun çeşitli dalları:

1. Anayasa hukuku

2. İdare hukuku

3. Mali hukuk (Vergi hukuku)

4. Ceza hukuku

5. Ceza usül hukuku

6. Medeni usül hukuku

7. Devletler umumi hukuku

8. İş hukuku

9. Sosyal güvenlik hukuku

Fakat iş hukuku ve sosyal güvenlik hukuku en son yapılan tasnifle tekrar özel hukuk arasında kabul edilmiştir.

AMONYAK

Alm. Ammoniak (n), Fr. Ammoniaque (f), İng.Ammonia. Havadan hafif, renksiz, bazik özellikte bir gaz. Amonyak ve tuzları ticari üretimlerde ve işlemlerde çok geniş bir uygulama alanına sahiptir. Mesela gübre yapımında, patlayıcıların imalinde, soğutucularda ve klimada kullanılır. Bundan başka sentetik fiber imalatında, sulfa ilaç sentezinde, suyun saflaştırılmasında kullanılır. Kimyasal formülü NH3’tür.

Amonyak ortaçağda geyik boynuzundan elde edilirdi. Joseph Priestley, alkali hava dediği amonyak gazını; amonyum klorür (nişadır) ile kireçi ısıtarak elde etti (1774).

Tabiatta bulunuşu: Amonyak, atmosferde ve yağmur suyunda genellikle karbonat gibi eser miktarda bulunur. Ayrıca humusça zengin topraklarda, deniz suyunda, bitkilerde ve canlı sıvılarında (idrarda) bulunur. Sebze ve hayvan materyallerinin nitrifikasyonu (nitratlaşması) ile de meydana gelir.

Elde edilişi: Laboratuvarlarda, sodyum hidroksitin amonyum tuzları ile reaksiyonundan veya nitritlere su etki ettirmekle elde edilir. Çok miktarda amonyak, koklaştırma esnasında havagazı fabrikalarında elde edilir. Endüstride sentetik olarak elementlerinden (azot ve hidrojenden) de elde edilir. Elde edilen toplam amonyak miktarının % 85’i sentetik metodladır.

Özellikleri: Erime noktası -77,7 derece, kaynama noktası -33,4 derecedir. Amonyak molekülü, yapısı piramit şeklinde olan polar bir moleküldür. Sıvı amonyak su gibi çözücü özelliğe sahiptir. Amonyak ısıtıldığı zaman elementlerine ayrışır. Amonyağın oksitlenmesinden nitrat asidi elde edilir. Bu madde de gübre sanayiinin temelidir. Amonyak gazı suda çok çüzünür. Bu çözünmenin sonunda Amonyum (NH+4) iyonu ve hidroksit (OH-) iyonu meydana gelir.

Amonyum tuzları: Bu tuzlar, amonyak gazının veya sudaki çözeltisinin elde edilecek tuzun asidi ile reaksiyona girmesinden elde edilir.

Amonyum klorür: Nişadır olarak bilinen bu tuz amonyak gazına veya çözeltisine hidroklorik asidin etki ettirilmesiyle elde edilir.

NH3 + HCl ®  NH4Cl

Amonyum klorür, tıpta üşütme ve öksürük tedavisinde, kuru pil yapımında, boya ve diğer amonyum tuzların imalinde kullanılır.

Amonyum nitrat (NH4NO3): Çok önemli bir azot gübresidir. Nem çekicidir. Gübre olarak imal edilirken içine kalsiyum karbonat, dolomit, amonyum sülfat, çözünebilen potasyum ve fosfor bileşikleri karıştırılır. Amonyum nitrat askeri gaye ile de imal edilir.

Amonyum sülfat (NH4)2SO4: Kömürden, gaz ve koklaştırma fabrikasyonu esnasında bol miktarda elde edilir. İyi bir azotlu gübredir. Az miktarda tıbbi maksatlar için de kullanılır.

Amonyum fosfat : Üç çeşit amonyum fosfat vardır:

1. (NH4)H2PO4 Primer amonyum fosfat.

2. (NH4)2HPO4 Sekonder amonyum fosfat.

3. (NH4)3PO4 Tersiyer amonyum fosfat.

Monoamonyum fosfat da denilen NH4H2PO4 bileşiği kabartma tozu olarak kullanılır. (NH4)H2PO4 (monobazik) ve (NH4)2HPO4 (dibazik) tuzları yanmaz kağıt imalinde, tekstil ve orman sanayiinde kullanılır.

Amonyak karbondioksit ile üre ve amonyum bileşiklerini verir.

AMORTİSÖR

Alm. Stossdämpfer (m), Fr. Amortisseur (m.), İng. Shock absorber. Makinalarda çalışma sırasında meydana gelen sarsıntı ve titreşimlerin şiddetini ve etkisini azaltmak için kullanılan elemanlar. Amortisörler hareket yönüne ters, hız ile orantılı bir direnç gösterirler. Böylece sarsıntı ve titreşim doğuran enerjiyi ısıya çevirerek yutarlar. Her türlü darbeli çalışan makinalarda (tekstil makinaları, presler, iş makinaları, kaldırma makinaları...) kullanılmalarına rağmen, en yaygın kullanma alanı araçlardır.

Araç süspansiyon sistemleri ve yaylar: Yayların araç süspansiyon sistemlerinde kullanılmaları geçen yüzyıla kadar dayanır. İlk kullanılan yaylar kalın çelik yaylardı. Bunların yoldan gelen darbeleri bir ölçüde yutmaları, daha hızlı ve rahat yolculuk yapma imkanını ortaya çıkarmıştı. Daha sonraları halk arasında makas olarak bilinen yaprak yayların büyükten küçüğe doğru yerleştirilmesi ile meydana gelen yaylar, geniş kullanım alanı bulmuştur. Bu yayların ön ve arka dingil ile şasi arasında kullanılmasıyla araç gövdesi dolaylı olarak dingillere oturtulmuş olur. Böylece yoldan gelen sarsıntılar kadar, aracın kalkma ve fren sırasındaki sarsılmaları da yumuşatılmış oluyordu. İlk defa 1928’de otomobil imalatındaki bir uygulamayla süspansiyon sistemi her bir tekerleğe bağımsız olarak uygulanmış, yani dingil kullanılmasından vaz geçilerek her tekerlek ayrı olarak yataklanmıştır. Böylece bir tekerlek tarafından alınan darbe diğerine iletilmediğinden seyahat rahatlığı artırılmıştır.

Bugün helezon yaylar, burulma çubukları, yaprak yaylar gibi kullanılan bir çok yay tipi vardır. Genellikle ön tekerlekler için helezon yaylar kullanılırken, arka dingil yaprak yaylardan yapılan makaslar üzerine oturtulur.

Yaylar enerji depolama kabiliyetleri yüksek olan elastik elemanlardır. Bu özellikleri, dolayısıyla yol sathından alınan darbeleri, boyut değiştirerek ve enerji depolayarak şasiye iletmeden alırlar. Fakat yalnız başlarına kullanıldıklarında ilk anda depoladıkları enerjiyi sonra geri verirler ve bir salınım hareketine sebeb olurlar. Bu salınımın sadece bir kısmı yayın rijitliği, yani iç moleküller sürtünmesi dolayısıyla ısıya çevrilerek yutulur ve salınımın durması zaman alır. Eğer bu salınımların devam etmesine müsaade edilirse araçta da sallanmalar görülür.

Bilhassa İkinci Dünya Savaşı sırasında metalurji sahasındaki son ilerlemeler yayların enerji depolama kabiliyetlerini, yani elastikiyetlerini arttırmış ve araç süspansiyon sistemlerinde yaylar yanında enerji yutma kabiliyetleri yüksek amortisörlerin kullanılması bir ihtiyaç halini almıştır. Bugün amortisörler, araç süspansiyon sistemlerinde geniş bir şekilde kullanılmaktadır.

Amortisörlerin rolü: Amortisörler, araç süspansiyon sistemlerinde yaylarla birlikte kullanılarak yoldan tekerleklere gelen sarsıntı ve titreşimlerin araba şasisine iletilmeden emilmesini sağlarlar. Burada amortisörlerin rolü yaylardan daha değişik bir karakter gösterir.

Bu sistemlerde yay tarafından depolanan enerji, salınımlar halinde şasiye iletilmeden amortisörler tarafından emilir. İşte bu prensibe dayanarak yolun düzensizliklerinden dolayı meydana gelen darbe ve salınımları, yaylar, araç gövdesine iletmiyerek depolarlar. Amortisörler ise hareket yönüne ters doğrultuda gösterdikleri direnç ile gerek ilk anda tekerlekten gelen enerjiyi ve gerekse yayda depolanan enerjiyi yutarak ısıya çevirirler. Böylece sarsıntıları yok ederler.

Amortisörler, sadece aracın konforu için gerekli elemanlar değillerdir. Aynı zamanda tekerleklerin yolu iyi kavramaları gibi önemli bir fonksiyonu da yerine getirirler. İyi bir amortisör virajda savrulmayı önler. Tekerleklerin yere iyi basmalarını ve zıplamamalarını sağlayarak hem çekişi artırır, hem de fren yapıldığında duruş mesafesini kısaltır.

Amortisörlerin yapısı, tipleri: Genel olarak amortisörlerin çalışma prensibi sürtünme yoluyla herekete karşı bir direnç göstererek, hareket enerjisinin ısıya dönüştürülüp, yutulması esasına dayanır. Amortisörler “kuru” ve “akışkan esaslı” tipler olmak üzere iki ana bölüme ayrılırlar.

Kuru tipler, yaylar ve lastiklerde olduğu gibi cisimlerin iç moleküler sürtünmesine dayanarak veya doğrudan birbirine sürtünen cisimlerde olduğu gibi dış sürtünme esasına dayanarak sarsıntı ve titreşim doğuran hareket enerjisini ısıya çevirerek yutarlar.

Akışkan tipleri ise sıvı veya gaz esaslı olabilirler. Sıvı tiplerde daha çok yağ kullanılır. Yağların iç moleküler sürtünmesi olan yüksek viskozite (kıvamlılık) özelliğine dayanılarak basınç altındaki yağın dar kanallardan geçmeye zorlanmasıyla sıkışan moleküllerin arasındaki sürtünme yardımıyla ısıya çevrilen enerji yutulur. Gaz esaslı tipler de aynı prensibe göre çalışırlar. Gaz olarak daha çok hava kullanılır.

Amortisörlerin bu iki ana esasa bağlı, sanayi ve araçlarda kullanılan bir çok tipleri vardır. Araçlarda geniş bir kullanılma alanı bulması dolayısıyla en çok tanınan teleskopik tipdir.

Teleskopik tip hidrolik amortisörler: Bu tip amortisörler tekerlek kısmına bağlı içi yağ dolu silindir ve arabanın gövdesine bağlı çubuk piston grubu olmak üzere iki ana parçadan meydana gelirler. Silindir kısmının dış zarfı iki kat olup ara kısım yedek yağ deposu vazifesini görür. Piston çubuğuna silindirin üst tarafına geçen koruyucu toz tüpü ve silindir içinde işleyen piston bağlıdır.

Bu tip amortisörlerin çalışma şekli şöyledir: Eğer tekerlek bir darbe alırsa, amortisörün bu sıkışma stroku esnasında silindirin alt kısmındaki süpap kapanır. Yağ basıncı piston üzerindeki süpabı açar ve yağ pistonun üst kısmına geçer. Bu kısımda aynı zamanda piston çubuğu bulunduğundan fazla yağ bir boru vasıtasıyla yedek depoya gönderilir. Bu borunun ucunda bir supap daha mevcuttur. Bu işlem sırasında amortisör yukarı doğru olan yay hareketini yumuşatır, darbeyi söndürür, amortisörün aşağı doğru tepkisi lastiği yola bastırır, zıplamasını önler.

Tekerleğin düşmesi sırasında amortisör şöyle çalışır: Amortisörün açılması esnasında yağ önce silindirin alt başındaki süpaptan içeri girer. Piston üzerindeki süpap tek taraflı olduğundan kapanır ve piston üstündeki yağ ince borudan geçerek yedek depoya ve oradan silindire girer ve geri gelme mukavemetini te’min eder. Bu işlem sırasında amortisör tekerleğin düşmesi ile yayın birden boşalmasını önler, darbeli açılımı frenler, tekerleğin yola yumuşak bir hareketle oturmasını sağlıyarak, zıplamasına engel olur.

Görüldüğü gibi yağın ince boru ve süpaplardan geçmeye zorlanması amortisörün hareketini, ters yönünden bir direnç göstererek sarsıntı doğuran enerjiyi ısıya çevirip yutmasına imkan sağlar. Dikkat edilecek diğer bir husus da amortisör içinde ısınan yağın her zaman bir yönde hareket etmesi ve böylece kendini ve cihazı soğutmasıdır.

AMPER

Alm. Ampere (n), Fr. Ampére (m), İng. Ampere. Elektrikte akım şiddeti birimi. Birim zamanda geçen elektrik yükü miktarına elektrik akımının şiddeti denir. Bir iletkenin belli bir kesitinden saniyede bir kulonluk elektrik yükü geçerse, akım şiddeti bir amper olur. Akım şiddeti I = Q / t formülüne göre hesaplanır.

Q: Elektrik yükü miktarı (kulon),

t : Zaman (saniye),

I: Akım şiddeti (amper).

Elektrik yükü birimi olarak kulon (coulomb) kullanılmaktadır. Bir elektronun yükü 1,6 x 10-19 kulondur. Yani 6,28x1018 elektronun yükü 1 kulondur.

Bir amperin binde birine “miliamper”, milyonda birine “mikroamper” denir.

Bir şimşek veya yıldırımdaki akımın şiddeti 100.000 ampere ulaşırken, yüksek frekansla çalışan elektronik devlerelerde akım şiddeti mikroamper mertebesindedir.

AMPERMETRE

Alm. Amperemeter, (n), Fr. Ampéremétre (m), İng.Amperemeter. Bir iletkenden geçen elektrik akımının şiddetini ölçen alet. Akım şiddeti birimi “Amper”dir. Akım şiddeti aletten doğrudan doğruya okunur. Kadran; amperin askatlarına göre bölümlere ayrılmış cetveldir. Düşük şiddetteki elektrik akımını ölçen alete de “Galvanometre” adı verilir. Bir ampermetrenin ölçebileceği akım sınırlıdır. Daha büyük akımları ölçebilmek için “şönt” ismi verilen muhtelif akım bölücü dirençler kullanılır. Şöntler cihaza dıştan bağlanacak şekilde özel olarak manganlı metalden imal edilmiştir. Ampermetreden okunan değer ile şönt üzerinde yazılı değer çarpılırsa devreden geçen akım ölçülmüş olur.

Kullanma sahası farklı ve yapılış esaslarına göre isimlendirilmiş değişik ampermetreler vardır.

Döner çerçeveli ampermetre: Elektromagnetik bir ampermetredir. Çalışma prensibi: Daimi bir mıknatısla bu mıknatısın kutupları arasında uygun bir eksen etrafında dönen bobinden (çerçeve) meydana gelmiştir. Akım geçtiği zaman bu akımın şiddetiyle orantılı bir magnetik alan meydana gelir. Çerçeve arasında bulunduğu kutuplardan biri tarafından çekilirken, diğeri tarafından itilir ve akımın şiddetine göre döner. Yani akım ne kadar şiddetli ise çerçevenin dönme açısı o kadar büyük olur. Bobine gelen akım kesildiğinde spiral bir yay, bobini eski durumuna getirir. Döner bobine tesbit edilen gösterge, kadrandan akım şiddetinin okunmasını sağlar.

Yumuşak demirli ve sabit bobinli ampermetre: Genellikle düşük frenkanslı alternatif akımların ölçülmesinde kullanılır. Esas olarak yumuşak demirden yapılmış silindir şeklindeki sabit bir bobinden meydana gelir. Yumuşak demir, bir göstergeye bağlı olup bobinden akım geçmeye başlayınca, hareket ederek göstergeyi akım şiddetini gösteren bölmeye getirir. Yapılışı basit olduğundan ekonomiktir ve yaygın olarak kullanılır.

Termik ampermetreler: Bu tip ampermetreler, akımın iletkenden geçerken hasıl ettiği ısı esasına dayanır. Uçları sabit bir tel, akımın hasıl ettiği ısı ile uzar, bu uzama, telin uçları sabit olduğu için kıvrılma şeklinde olur. Bu telin ortasında bir telle bağlı olan makaranın merkezinde bulunan bir gösterge vardır. Telin akımla ısınması ile makara çekilir ve gösterge kadran üzerinde hareket eder. Modern termoelektrik ampermetrelerde termo elektrik kulp tarafından verilen akım şiddeti bir galvanometre ile ölçülür. Bu tür ampermetreler radyo, TV ve elektronik aletlerdeki yüksek frekanslı akımların ölçülmesinde kullanılır.

AMPLİFİKATÖRLER (Yükselteçler)

Alm. Verstärker (m), Fr. Amplificateur, İng. Amplifier. Girişine uygulanan elektriki işareti (sinyal) yükselten elektronik devreler. Burada yükseltece uygulanan işaretler, mikrofonun elektriğe çevirdiği ses, pikabın çevirdiği basınç değişikliği, teyp kafasının elektriğe çevirdiği manyetik enerji ve benzeri, yükseltilmesi istenen elektriki işaretlerdir. Ayrıca görüntü de kameralarda elektrik işaretine çevrilebilir. Bunlardan bir çeşit yükselteç olan “video”, yükselteçlerle istenilen seviyeye çıkarılabilir. Bu amplifikatörler (yükselteçler) şöyle sınıflandırılabilir:

A) Kullanma yerlerine göre:

1. Ses frekans yükselteçleri: Frekansı 3 MHz (Mega Hertz) ile 20 kHz (Kilo Hertz) arasındaki ses sinyallerini yükseltirler.

2. Yüksek frekans yükselteçleri: Frekansı 3 MHz ile 30 MHz arasındaki elektriki sinyalleri yükseltirler.

3. Orta frekans yükselteçleri (IF intermedial Frekans) : Frekansı 300 kHz ile 3000 kHz arasındaki sinyalleri yükseltirler.

4. Video (görüntü) yükselteçleri: Bu tip yükselteçler televizyon ve video gibi görüntü veren cihazlarda, sadece belli bir frekans sınırı içerisinde elektriki işarete çevrilen görüntüyü yükselterek, istenen seviyeye getirirler.

5. İşlem yükselteçleri: (Operasyonel amplifikatör - OPAMP). Bu tip yükselteçler sanayide, tıpta ve bir çok sivil-askeri gayeli cihazlarda elektrik işaretine çevrilen herhangi bir fiziki işlemi veya olayı istenen seviyeye kadar yükseltirler. Daha sonra bu elektriki işaret, ya fiziki bir olaya (analog) veya rakamlarla ifade edilen bilgiye (dijital) dönüştürülür.

6. Güç yükselteçleri : Bu tip yükselteçler, elektriki işaretleri(hoparlör, televizyon ekranı gibi) kumanda edebilecek seviyeye kadar yükseltir.

B) Çalışmalarına göre:

1. A sınıfı çalışan yükselteçler: Bu sınıfta çalışan yükselteçler, girişe uygulanan elektriki işareti herhangi bir bozulmaya uğratmadan yükseltirler. Bu tip yükselteçlerde verim düşük olmakla birlikte % 30-40 girişi aynen yükselttiklerinden tercih edilirler. Çünkü sesin herhangi bir bozulmaya uğramaması istenir. Girişte sinyal yokken besleme kaynağından enerji harcaması olur.

2. B sınıfı çalışan yükselteçler: B sınıfı yükselteçler girişe uygulanan işaretin sadece bir alternansını yükseltirler. Güç istenen yerlerde kullanılırlar. Verimleri % 60-70 civarındadır. Buna karşılık sinyali bozduğundan, tek başına ses yükseltici olarak kullanılmazlar. Pus-pull veya simetrik çıkışlı olarak iki adet B sınıfı yükselteç ard arda bağlanarak kullanılır. Girişte sinyal yokken besleme kaynağından çok az bir akım çekerler.

3. C sınıfı çalışan yükselteçler: Bu yükselteçler girişine uygulanan işaretin sadece bir kısmını yükseltirler. Verimleri oldukça yüksektir. (% 80-85). Fakat giriş sinyalini bozarlar. Özellikle, yüksek frekanslı vericilerde ve alıcıların orta frekans (I.F) yükselticisi olarak kullanılırlar. Girişte sinyal yok iken besleme kaynağından akım çekmezler.

Bir ses dalgasının, ısının, görüntünün, basınç değişikliğini elektrik işaretine çeviren veya bunların tersini yapan elektronik devre elemanlarına “transduser” denir. Bu, elektrik işaretlerini yükselteçlerle kullanabilecek duruma getirir. Mikrofonun elektrik işaretine çevirdiği ses dalgası, yaklaşık olarak sese benzer. Bu işaret bir de yükselteçle değişikliğe uğradığından ses dalgasının aynısını hoparlörden işitmemiz mümkün olamaz. İleri teknoloji sayesinde buna çok yaklaşılmakla birlikte, mutlaka bir farklılık olacaktır. Bu farklılık; mikrofon, yükselteç ve hoparlörün kalitesi ile yakından ilgilidir. Mesela, sesin derinliği yok olur veya basınç (düşük frekanslı) ses sinyallerini mikrofon daha düşük elektrik işaretine çevirerek, sonuçta hoparlörden bu frekanstaki sesler duyulmaz olurlar.

Hi-Fi denilen, sesin özelliğine bağlı olarak kazanç sağlayan yüksek sadakatli (High-Fidelity) olanları yanında kaybolan derinliği kazandırmak için stereo denilen yükselteçler yapılmıştır. Bunun da yeterli olmadığı yerlerde sesin derinliğini artıran eko cihazları geliştirilmiştir. Stereo sistemler iki ayrı yükselteçten başka bir şey değildir. Burada temel prensip şudur: İnsan bir orkestranın karşısında iken kendine göre sağ taraftaki enstrumanları (çalgı aletleri) sağ kulağı ile daha fazla, sol kulağı ile daha az duyar. Sol taraftaki çalgı aletlerini sol kulağı ile daha fazla, sağ kulağı ile daha az duyar. Bu sese bir derinlik verir ve sesin yönü belli olur. İşte stereo sistemde bu etki aynen korunur. Şöyle ki; sağ tarafta bir mikrofon konur, bunun sinyali sağ kanal yükselteci ile yükseltilip, sağ taraftaki hoparlöre gönderilir. Sol tarafa konulan mikrofonun sinyali de sol kanal yükselteci ile yükseltilip sol hoparlöre verilir. Böylece dinleyici sanki orkestranın karşısında imiş gibi olur.

Sese daha fazla derinlik kazandırmak için kuadrofonik (4’lü sistem) geliştirilmiştir. Burada sahneye dört ayrı mikrofon konur, her mikrofonun sinyali dört ayrı yükselteçle dört ayrı hoparlöre uygulanır. Bu dört hoparlör dört köşeye konur ve dinleyici tam ortada dinlerse sesin derinliğini daha iyi duyar.

AMPUL

(Bkz Aydınlatma)

AMPÜTASYON

Alm. Amputation (f), Fr. Amputation, İng. Amputation. Kol veya bacağın, bir daha düzelmesi beklenmeyen ölü kısmını veya bedeni hızla ölüme sürükleyen bir hastalığından dolayı hastalıklı kısmının üstünden kesmek. Kısaca gangrenli kısmı kesip atmak. Şu üç halde ampütasyona başvurulur: Gangren, kontrol edilemeyen enfeksiyon ve ağrıyı dindirmek.

Gangren, dokunun beslenememekten dolayı ölmesidir. Damar tıkanıklığından hasıl olur. İltihaplar, enfeksiyon, damar hastalıkları, travmalardan sonra görülür. Tıkalı damarların açılması, rekonstrüksiyonu tercih edilir. Ancak bu yapılamıyorsa ve beslenememekten, yani dokuların kansız kalmasından dolayı meydana gelmiş hasar bir daha geri döndürülemeyecek derecede ise tedavi ampütasyondur. Ampütasyon yaranın kapanabileceği en yakın sağlam bölgeden yapılır.

Ampütasyon seviyesini belirlemekte en uygun usül cildin kan akım hızını hesaplamaktır. Cild içine Xenon-133 vererek bunun uzaklaşma hızı hesablanmakla kılcal damarların açıklığı ve akımı hesaplanabilir. Kabaca cilt rengi, sıcaklığı, tansiyon, nabız ölçümleri dokunun beslenmekte olduğunu gösterebilecek kriterlerdir.

Fazla gangrende hasta dokunun debridmanı, yani temizlenmesi, serumlar, hiperborik oksijen tedavisi uygulanmaktadır. Bütün bunlara rağmen adele nekrozu, yani ölümü ileri derecede ise ampütasyona gidilir.

Ani damar tıkanıklığında hasar geniş bir alanda ise ampütasyonda acele edilmelidir. Zira ölü dokuların saçtığı zehir bütün bedeni etkiler. Bunun belirtileri nabız, solunum gibi hayati bulguların bozulması, zihni melekelerin bozulması, böbrek faaliyetinin bozulmasıdır.

AMR İBNİ AS

Eshab-ı kiramın meşhurlarından. Büyük kumandan. İsmi Amr bin As, künyesi Ebu Abdullah ve Ebu Muhammed’dir. Annesi Nabiga binti Harmele’dir. Peygamber efendimizin doğumundan bir kaç sene sonra Mekke’de doğdu. 664 (H. 43)te Mısır’da vefat etti.

630 (H. 8)da Mekke’nin fethinden altı ay önce Halid bin Velid ile Medine’ye gelerek Müslüman oldu. Hazret-i Ebu Bekir ve hazret-i Ömer’in de yer aldığı üç yüz kişilik ordunun başında kumandan olarak Zat-üs-Selasil Gazasına gönderildi. Mekke fethinde ve Huneyn gazasında bulundu. Peygamber efendimiz tarafından Umman valiliğine tayin edildi. Hiç azlolunmadı. Hazret-i Ebu Bekir’in halifeliği zamanında mürtedlerin (dinden dönenlerin) yola getirilmesinde büyük kahramanlıklar gösterdi. Hazret-i Ebu Bekir tarafından Şam’ın fethine gönderildi. Başkumandan Halid bin Velid’in idaresinde cereyan eden Yermük Muharebesinde büyük kahramanlıklar gösterdi ve Şerahbil ile beraber ordunun sağ kanadını idare etti. Yermük Muharebesi, İslam ordusunun zaferiyle bitti. Amr ibni As, Ecnadin’de Rum ordusunu bozguna uğratarak bütün Ürdün ve Filistin’i zaptetti. Hazret-i Ömer’in halifeliği sırasında Filistin valiliğine tayin edildi. Daha sonra Mısır’ın fethi için vazifelendirildi. Mısır’ı feth edince, oranın valiliğine tayin edildi. Amr bin As, Mısır’ı feth ettikten sonra, Kuzey Afrika’ya yönelerek, Trablusgarb ve Siyre’yi feth etti. Hazret-i Osman zamanına kadar Mısır valiliği vazifesinde kalan Amr ibni As, hazret-i Osman’ın müşaviri oldu. Hazret-i Muaviye'nin halifeliği sırasında yeniden Mısır valisi oldu. Ömrünün sonuna kadar bu vazifede kaldı. 664 (H. 43)te 93 yaşındayken Mısır’da vefat etti. Cenaze namazını oğlu Abdullah kıldırdı. Mukattam mevkiine defn edildi.

Müslüman olduktan sonra bütün ömrünü İslam dinini yaymak için savaş meydanlarında geçiren Amr ibni As, orta boylu, cesur, edib ve beliğ idi. Çok fasih bir Arapça ile Kur’an-ı kerim okurdu. Akıllı, bilgili, siyasette usta ve asker bir sahabi olan Amr bin As, askeri dehası yanında, devlet idaresinde de dahi idi. Mahkemelerin tanzimi, vergi toplanması gibi işlerde büyük başarıları görülmüştü. Fustat şehrinde ilk minareli camiyi yaptırdı. Kahire ile Kızıldeniz arasında on dokuz kilometrelik bir kanal açtırarak Hicaz bölgesine gemilerle yiyecek sevketti.

Amr bin As, Resulullah efendimizden çok hadis-i şerif rivayet etti.

Resulullah sallallahü aleyhi ve sellem, Amr ibni As için buyurdular ki: “Amr ibni As, Kureyş’in salihlerindendir.” “Allah’ım, Amr ibni As’a rahmet et, zira o hem seni seviyor hem de Resulünü.”

Amr ibni As anlatır: Resulullah bana; “Elbiseni giy, silahını kuşan ve bana gel.” diye haber gönderdi. Gittiğimde; “Seni asker üzerine göndermek isterim. Allahü teala sana selamet ve ganimet versin ve çok salih mal ile dön.” buyurdu. Ey Allah’ın Resulü! Ben mal, para için değil, İslama olan rağbet ve arzumdan Müslüman oldum dedim. “Ey Amr, salih mal, salih kimsede ne güzeldir.” buyurdu.