ALPARSLAN

Selçuklu Devleti hükümdarı, Türk milletinin en büyük kahramanlarından. Selçuklu Devletinin kurulmasında önemli rolü olan Horasan valisi Çağrı Beyin oğludur. 20 Ocak 1029’da doğdu. İyi bir tahsil gördü, sayısız zafer kazanarak mertliği ve iyi kumandanlığı ile ün saldı. Babasının ölümünden sonra Horasan valisi oldu. Amcası Tuğrul Bey, 4 Eylül 1063’te öldüğü zaman vasiyeti üzerine Selçuklu tahtına Alparslan’ın ağabeyi Süleyman getirildi, fakat Türk beyleri buna itirazda bulundular ve Alparslan’ı hükümdar tanıdılar.

Alparslan 27 Nisan 1064’te büyük bir törenle tahta çıktı. Amcasının vezirliğini yapan ve Süleyman’ın tahta çıkmasını isteyen Amidülmülk Kündiri’yi azledip, büyük bir devlet adamı olarak tarihe adı geçen Nizamülmülk’ü vezir tayin etti. Başına buyruk beylerle mücadeleye girişen Alparslan, hepsini bir bayrak altına toplamayı başardı. Böylece Selçuklu Devleti kuvvetlendi.

1064 yılının sonuna doğru Alparslan, Bizans İmparatorluğu’nun üzerine yürüdü. Gürcistan’ı zaptetti. İsyan eden kardeşi Kavurd’u itaate zorladı. 1065’te Amuderya ırmağını geçti, o bölgedeki hükümdarla anlaştı. Alparslan’ın beyleri, Anadolu’da akınlar yapıp sayısız zafer kazandılar. Selçuklu Sultanının gittikçe kuvvetlenmesi Bizans İmparatorluğu’nu telaşlandırdı. İmparator Romanos Diyojenes ordusunu toplayıp sefere çıktı. Palu’ya geldiğinde Malatya’da bıraktığı ordusunun Türkler tarafından perişan edildiği haberini aldı. Geri dönmeye mecbur kaldı.

1070 yılında Alparslan, Horasan ve Irak ordularının başında Azerbaycan’a girdi, sınırdaki kaleleri fethetti. Van gölünün kuzeyinden geçerek Malazgirt önüne vardı, kale teslim oldu. Diyarbekir'den Elcezire’ye girdi, Urfa’yı kuşattı. Mısır’da birbirleriyle mücadele eden Fatımi komutanları, Alparslan’ı Mısır’ı almaya teşvik ediyorlardı. 1071 yılında Selçuklu ordusu Halep’te toplandı.

Alparslan’ın Mısır Seferine çıktığını öğrenen Bizans İmparatoru Diyojenes son bir hamle yapmayı düşündü. Azerbaycan’a kadar giderek Türk kalelerini zapta ve Türkleri Anadolu’dan atmaya karar verdi. Rumeli’de yaşayan Peçenek ve Oğuz Türklerini de ordusuna kattı. 13 Mart 1071’de 200.000 kişilik Bizans ordusu İstanbul’dan yola çıktı. İmparator, halkına büyük zaferle dönmeyi vad etmişti. Diyojenes ve ordusu yol boyunca katliam yaparak Erzurum yoluyla Malazgirt’e ulaştı. Haleb’i teslim aldığı sırada Bizans ordusunun gelmekte olduğunu öğrenen Alparslan, Mısır Seferinden vazgeçip kuzeye doğru yola çıktı. Bizans ordusunun harekatını günü gününe haber alarak, vaziyetini ona göre ayarladı. Musul, Rakka, Urfa yoluyla Diyarbekir ve Bitlis’e ulaştı. Ordusundan on bin kişilik bir kuvvet ayırıp Ahlat’a gönderdi. Bizans kuvvetleri ile ilk çarpışma Ahlat’ta oldu. Bizanslılar bozuldu. Buna iyice kızan imparator, Malazgirt Kalesine hücum edip, içerde yaşayan kadın-çocuk, ihtiyar ne varsa hepsini öldürdü. Malazgirt’e doğru devamlı yol alan Alparslan 24 Ağustos günü Malazgirt’in doğusundaki Rahva Ovasına ulaştı. Ahlat’a gönderilen kuvvetlerin gelmesi ile kısa bir zamanda karşısına çıkmasına şaşıran Bizans İmparatoru da, ordusunu Rahva Ovasının öbür tarafında düzene koydu. Anlaşma tekliflerinin reddetilmesi üzerine savaş hazırlıkları başladı.

26 Ağustos Cuma günü askerlerini toplayan Alparslan atından inerek secdeye vardı ve; “Ya Rabbi! Seni kendime vekil yapıyor; azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda savaşıyorum. Ya Rabbi! Niyetim halistir; bana yardım et; sözlerimde hilaf varsa beni kahret!” diye dua etti. Sonra atına binerek askerlerine döndü ve; “Ey askerlerim! Eğer şehid olursam bu beyaz elbise kefenim olsun. O zaman ruhum göklere çıkacaktır. Benden sonra Melikşah’ı tahta çıkarınız ve ona bağlı kalınız. Zaferi kazanırsak istikbal bizimdir.”

Bu sözler orduyu coşturdu. Büyük şevkle ileri atıldılar. Alparslan son derece kurnazca bir harp taktiği planlamıştı. Hilal şeklinde yaydığı ordusuyla akşama kadar Malazgirt meydanında dövüştü. Şaşkına dönen Bizans ordusu, hilalin içine düştü. 200.000 kişilik koca ordu perişan oldu. İmparator esir edildi (Bkz. Malazgirt Meydan Muharebesi).

Sultan Alparslan savaştan sonra huzuruna getirilen imparatoru, hiç ümid etmediği şekilde affetti. Bizans imparatorunun harp tazminatı ödemesi, her yıl haraç ve ihtiyac halinde Selçuklu ordusuna asker göndermesi karşılığında barış andlaşması yapıldı. Fakat Diyojenes, İstanbul’a geri dönerken, Bizas tahtının el değiştirmesi, andlaşmayı geçersiz kıldı. Alparslan da, Selçuklu şehzadelerini Anadolu’yu fetihle görevlendirdi. Türkler, kısa zamanda Anadolu’ya hakim oldular.

Sultan Alparslan, Malazgirt zaferinden sonra 1072 senesinde çok sayıda atlı ile Maveraünnehr’e doğru sefere çıktı. Türkleri bir bayrak altında toplamak istiyordu. Ordunun başında Buhara’ya yaklaştı. Amuderya nehri üzerinde bulunan Hana kalesini muhasara etti. Kale komutanı, batıni sapık fırkasına mensup Yusuf el-Harezmi, kalenin fazla dayanamayacağını anladı ve teslim olacağını bildirdi. Hain Yusuf, Alparslan’ın huzuruna çıkarıldığı sırada Sultan’a hücum edip, hançer ile yaraladı. Yusuf’u derhal öldürdüler. Fakat Sultan Alparslan da aldığı yaralardan kurtulamadı. Dördüncü günü, 25 Ekim 1072 tarihinde; “Her ne zaman düşman üzerine azmetsem, Allahü tealaya sığınır, O’ndan yardım isterdim. Dün bir tepe üzerine çıktığımda, askerimin çokluğundan, ordumun büyüklüğünden bana, ayağımın altındaki dağ sallanıyor gibi geldi. “Ben, dünyanın hükümdarıyım. Bana kim galip gelebilir?” diye bir düşünce kalbime geldi. İşte bunun neticesi olarak, cenab-ı Hak, aciz bir kulu ile beni cezalandırdı. Kalbimden geçen bu düşünceden ve daha önce işlemiş olduğum hata ve kusurlarımdan dolayı Allahü tealadan af diliyor, tövbe ediyorum. La ilahe illallah Muhammedün resulullah!...” diyerek şehid oldu. Tahran yakınlarındaki Rey şehrine defnedildi. Yerine oğlu Melikşah geçti.

Sultan Alparslan saltanatı müddetince İslam dinine hizmet etti. İslamiyet’i içten yıkmaya çalışan gizli düşmanlara ve batıni, şii hareketlerine karşı çok hassastı. Hatta bir defasında; “Kaç defa söyledim. Biz, bu ülkeleri Allahü tealanın izniyle silah kuvveti ile aldık. Temiz müslümanlarız, bid’at nedir bilmeyiz. Bu sebepledir ki, Allahü teala, halis Türkleri aziz kıldı.” demişti.

Alparslan, büyük tarihi zaferlerinin yanısıra, medreseler kurmak, ilim adamlarına ve talebeye vakıf geliri ile maaşlar tahsis etmek, imar ve sulama te’sisleri vücuda getirmek suretiyle de hizmetler yaptı. İmam-ı a’zam’ın türbesini, Harezm Camii’ni ve Şadyah kalesi gibi pek çok eser inşa ettirdi. Zamanında; İmam-ı Gazali, İmam-ül-Haremeyn Cüveyni, Ebu İshak eş-Şirazi, Abdülkerim Kuşeyri, İmam-ı Serahsi gibi büyük alimler yetişmişti

ALPARSLAN TÜRKEŞ

Türk devlet ve siyaset adamı. Asıl adı, Hüseyin Feyzullah'dır. Türkeş'in ataları Kayserilidir. Büyük dedesi Arif Ağa, Kayseri'nin Pınarbaşı ilçesinin Yukarı Köşkerli köyünden göç ederek Kıbrıs'a yerleşti. Alparslan Türkeş de Kıbrıs'da 1917 yılında dünyaya geldi.

Türkeş, ilk ve orta öğrenimini Lefkoşe'de yaptı. İngiliz işgal idaresi altında duyduğu vatan ve hürriyet hasreti ile ailece Türkiye'ye göç edip, İstanbul'a yerleşti.

Küçük yaşlarından itibaren askerlik mesleğine gönül veren Türkeş, 1933'te Kuleli Askeri Lisesine girdi ve 1936'da başarı ile mezun oldu; Harp Okuluna geçdi. 1938 yılında Harp Okulunu bitirerek, Piyade Asteğmeni rütbesiyle, Piyade Atış Okuluna girdi. 1939 yılında teğmen rütbesiyle ordu saflarına katıldı. Orduda hizmetleriyle muntazam terfi aldı. Harp akademisi imtihanlarını kazanarak, başarılı bir öğretimden sonra Kurmay subay oldu.

1948'de Genel Kurmaylıkça açılan imtihanlarda muvaffakiyet göstererek Amerika'ya tahsile gönderildi. Orada Amerikan Piyade Okulu ve Amerikan Harp Akademisi tahsilini iyi derece ile bitirdi.

1955'te Kurmay Binbaşı olan Türkeş, Amerika'da Washington'da bulunan "Daimi Grup" nezdinde, Türk Genel Kurmayı'nın temsil hey'eti üyeliğine getirildi; 1957 yılı sonuna kadar bu vazifeyi başarı ile ifa etti.

Türkeş bu süre içinde "University of America" (Amerikan Üniversitesi)'ne devam etti ve "İnternational Economic" öğrenimi gördü. Yurda dönen Türkeş, 1959'da Almanya'ya Atom ve Nükleer Okulu'na gönderilerek, bu okulu da başarı ile bitirdi. 27 Mayıs 1960 tarihine kadar Avrupa'da çeşitli NATO toplantılarında ve askeri manevralarında Türk Genel Kurmayı temsilcisi olarak bulundu.

27 Mayıs 1960 ihtilalinde aktif rol oynayan Alparslan Türkeş, ihtilal hükümetinde Başbakanlık müsteşarlığı yaptı. Daha sonra "Milli Birlik Komitesi"nde çıkan ihtilaflar üzerine emekliye ayrılarak Türkiye'nin Hindistan büyükelçiliğine müşavir olarak tayin edildi. 1963'te tekrar yurda döndü.

1965'de CKMP'den Ankara milletvekili seçilen Alparslan Türkeş, 1969'da partinin adının Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) olarak değiştirilmesinden sonra, parti genelbaşkanı olarak aynı yıl Adana milletvekili oldu. 1980 Eylülü'ne kadar parlamenterliğini devam ettirdi.

Kendisini seven gençlik ve parti mensuplarınca "Başbuğ" ünvanıyla anılmaya başlanan Türkeş, görüşlerini ve fikirlerini "Dokuz ışık doktrini" adını verdiği; "Milliyetçilik, ahlakçılık, ilimcilik, toplumculuk, hürriyetçilik, gelişmecilik ve halkçılık" adı altında topladı. 12 Eylül 1980 tarihine kadar 1975'de dörtlü sonra üçlü koalisyon hükümetlerinde (I. ve II. Milliyetçi Cephe hükümetlerinde) başbakan yardımcılığı görevlerinde bulundu.

12 Eylül 1980 harekatından sonra tutuklandı. Yargılama sonucu 11 yıl hüküm giymesiyle sonuçlandı. Ankara Sıkıyönetim mahkemesi tutuklu kaldığı süreleri dikkate alarak salıverilmesine karar verdi. Askeri Yargıtayda temyiz edilerek beratına karar verildi. Eski siyasetçilere siyaset yasağının 6 Eylül 1987'deki halkoylamasıyla kaldırılmasından sonra Milliyetçi Çalışma Partisi'ne (MÇP'ye) girdi ve genel başkanlığa seçildi. Alparslan Türkeş 20 Ekim 1991'de yapılan milletvekili erken genel seçimlerine partisinden istifa ederek, Refah Partisi listesinden (RP) bağımsız Yozgat milletvekili aday adayı olarak seçimleri katıldı. Milletvekili seçilerek Büyük Millet Meclisine girdi. Daha sonra 19 milletvekili arkadaşı ile Refah Partisinden ayrıldı. Daha sonra Milliyetçi Çalışma Partisine geçerek Genel Başkan oldu.

Tuğrul, Ahmet, Ayzıt, Umay, Selcen, Çağrı ve Ayyüce isminde altı çocuğu olan Türkeş'in yirmiye yakın basılı eseri bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şunlardır: Dokuz Işık, 1944 Milliyetçilik Olayı, Türkiye'nin Meseleleri, Yeni Ufuklara Doğru, 27 Mayıs, 13 Kasım, 21 Mayıs ve Gerçekler, Temel Görüşler.

ALPLER

Güney Avrupa’da yer alan büyük dağ silsilesi. İsviçre, Kuzey İtalya ve Fransa’nın pek çok bölümünde görülür. Avusturya’nın hemen hemen hepsini kaplar ve Almanya’nın güneyinde önemli yer tutar. Coğrafi olarak 44°-48° kuzey enlemleri ve 5°-18° doğu boylamları arasında bulunur. Ekvator'dan ve Kuzey kutbundan hemen hemen aynı uzaklığa sahiptir. 207.000 kilometrekarelik bir alanı kaplar.

Alpler baştan başa İtalya’yı geçen Apeninleri, Yugoslavya kıyısında uzanan Dinar Alplerini, Balkan ve Karpat dağlarını içine alır. Bazı fasılalarla Anadolu’da Toroslarla devam ederek, İran’a geçer ve oradan Orta Asya’ya uzanır.

Alp Dağları kendi içinde üç kısma ayrılır: Batı, Orta ve Doğu Alpler. Batı Alp Sıradağlarında Maritime, Cotian, Dauphine, Graian ve Pennine Alpleri önemlilerindendir. Maritime Alpleri, Rivyera kıyıları ve İtalya ovaları boyunca yükselir ve 3000 metrenin üzerinde zirvelere sahiptir. Pennine Sıradağları en dikkat çekicisi olup, 96 km civarında uzunluğa ve Alplerin en çok görmeye değer tepelerine sahiptir. Batı ucunda, Fransa ve İtalya’nın birleştiği yerde Mont Blanc Tepesi mevcuttur. Karlarla kaplı bu tepe deniz seviyesinden 4810 metre yükseklikte olup Avrupa’nın en yüksek tepesidir. Pennine Alplerinin diğer ucundaki Monte Rosa 4634 m yüksekliktedir. İsviçre ve İtalya sınırında bulunan Matterhorn ise bıçak gibi yükselerek 4478 metreye ulaşır.

Orta Alplerin bir kolu da Rhine (Ren) Nehri Vadisinin kıyısındaki Bern Alpleridir. Finsteraarhorn (4274 m), Aletschorn (4195 m) ve Jungfrau (4158 m) gibi dünyanın en güzel tepelerine sahiptir. Yaklaşık 30 km ayrı ve paralel bulunan Pennine ve Bern Alpleri İsviçre’nin en önemli manzaralarını oluştururlar. Orta Alplerin, Lepontine, Tödei, Glarus, Bernia, Albula ve Silvretta önemli kollarıdır.

Doğu Alpler, daha az yüksek tepelere sahib olmalarına karşılık güzellikleri yönünden dikkati çeker. Bavyera Alpleri, Julian ve Carnic Alpleri önemli kollarıdır. Dolomitler, ufalanan kalkerli yarları ile meşhurdur. Doğu Alplerde vadiler, sık ormanlara sahip olduklarından, toprak tarıma çok az müsaittir.

Alp vadileri oldukça değişiktir. Bazıları sayısız şelalelerin mevcut olduğu nehirleri barındıran dik yamaçlı, bazıları da, ana dağlara paralel uzanan geniş vadiler şeklindedir. Bunlardan kısa ve geçişi te’min eden vadilere de rastlanır.

Kar çizgisinden yukarıda olan tepelerde buzullara ve buz kesmiş kar taneciklerinden meydana gelen bölgelere rastlanır. Bu buzullar içinde en büyüğü 25,6 kilometre boyunda ve 1689,6 kilometrekarelik bir alanı kaplayan Aletsch’dir. Bu buzulların yataklarına buz nehri denir. Yüksek dağlara ve kutup bölgelerine münhasır olan bu dikkat çekici buz nehirleri ilk defa Alpler’de incelenmiştir. Hareketleri yavaş yavaş ve karmaşıktır. Dünyanın diğer bölgelerinde de olduğu gibi yavaş yavaş çekilmeleri yerkürenin ısındığına işaret etmektedir. Bazı bölgelerde 1000 metrelik yüksekliğe kadar inmekte ve daha aşağılarda dağların sırtlarında kaybolmaktadırlar. Buzullar pek çok V şekilli vadiyi genişleterek U şekline getirmişlerdir. Ayrıca arazide buzulların eriyerek bıraktıkları toprak ve taş artıklarına rastlanır.

Buzullardan kalan diğer bir iz de göllerdir. Maggiore ve Como güneyde İtalya’da bulunan çok güzel turistik göllerdir. Cenevre, Lucerne ve Constanceis güzel olmakla beraber dağlık bölgede bulunurlar. Cenevre gölü, Okyanusdaki gel-git olaylarına benzer fakat menşei tamamen farklı olan bir olaya sahiptir. Olayın sebebi atmosferik basıncın değişmeleridir.

Avrupa’nın bazı önemli nehirleri Alpler’in erimiş karlarını taşırlar. Rhone nehri Batı Alpler’den çıkıp Fransa’da denize dökülür. İtalya’nın önemli nehri olan Po da Alplerden beslenir ve doğu yönünde Lambardy Ovalarından geçerek, Adriyatik’e dökülür. Alp derelerinin birleşmesinden meydana gelen Rhine Nehri ise, kuzey yönünde vadiler arasında dolaşarak akar.

Okyanus ve kara rüzgarlarının sınırında bulunan Alpler’de, iklim genel olarak ılımandır. Ancak yer ve yüksekliklere göre farklı iklim şartları tarıma elverişli değildir. Yağış ortalamaları oldukça yüksektir. En çok yağış 3000 mm ile Conia’dadır. 2900 m yükseklikteki bölgelerde devamlı kar yağışları bulunur. Bu sebeple kayak ve spor müsabakalarına elverişlidir.

Alplerdeki bitki örtüsü çok zengin ve çeşitlidir. İki bin yüz metrenin üstünde çiçek veren bitki çeşidine rastlanmıştır.

Güney kıyılarda hurma tipi ve yarı tropikal bitki türlerine rastlanır. Bu bölgeye zeytin şeridi denir. Vadilerde ve alçak yamaçlarda meşe, kayın, akçaağaç gibi ağaçlar vardır. Yükseklerde çam, karaçam ve ladin hakimdir. Bunların üzerinde çayırlık bölge bulunur. 2430-2895 m arasında bitkiler kaybolurken karlı bölgeler başlar.

Alplerde genellikle dağların yüksek kesimlerinde birkaç hayvan türüne rastlanır. Ağaç çizgisinin üstünde Alp çayırlarında bulunan bir ara nesli tükenmeye yüz tutan vahşi keçi, boyları 60 santimetreye kadar ulaşan dağ faresi en çok rastlanan hayvanlardır. Bunların dışında av ve vahşi hayvan olarak çeşitli türde tavşan, tilki ve az görülen kahverengi ayıya rastlanır. Avrupa bizonu, uzun tüylü vahşi öküz ve kurdun nesli tükenmiştir.

Kuş türleri de oldukça boldur. Orman tavuğu, ağaç kakan, keklik ve su kuşları bunlar arasındadır. Kartallara, kuğu kuşlarına ve yırtıcı kuşlara yüksek tepelerde rastlanır. Kızılca, karga ve kuzgun da bulunur. Orman tavuğuna ise kar sınırında rastlanır. Göl ve akarsuları ise, alabalık ve diğer tür balıklarla doludur.

Dağlarda çeşitli geçitler mevcuttur. Eskiden kullanılan geçitlerin yanında Montegnevre Geçidi (1854 m), Mont Cenis Geçidi (2082 m), Küçük St. Bernard Geçidi (2188 m), Büyük St. Bernard Geçidi (2472 m), Orta İsviçre’de Simplon (2008 m) ve St. Gotthard (2112 m) geçitleri vardır. Nisbeten doğuda ise İtalya’yı Avusturya’ya birleştiren Brenner (1370 m) geçidi mevcuttur. Bütün bunlara yaklaşık 50’den daha fazla geçidi de ilave etmek gerekir.

Daha sonra yapılan yol, köprü, tünel ve geçitlerle Fransa ve İtalya birbirine bağlanmıştır. 1965’te tamamlanan 11,6 kilometrelik Mont Blanc tüneli, dünyanın en uzun otomobil tünelidir.

Alplerde önemli bir endüstri yoktur. Madencilik önemli sayılmaz. Kuzeybatı Yugoslavya’da civa ve bazı yerlerde kurşun çıkarılır. Bazı yerlerde kaya tuzu oldukça fazladır. Demir, bakır, çinko, altın, gümüş ve kömür ise, sınırlı mikdarda bulunur. Nisbeten çok olan akarsular, hidroelektrik enerji elde etmede kullanılır. Yayla kısımlarda tahıl ve patates yetiştirilir. Hayvan ve ilgili mamüller nisbeten dağlık bölgelerden üretilip elde edilir. Özellikle İsviçre peyniri meşhurdur. Ahşap oymacılığı, saat imalatı ve mükemmel harita baskıcılığı da mühim yer tutar. Önemli başka bir endüstri kolu da turizmdir. Manzara ve sağlıklı iklim, turistleri çeken bir unsurdur. Alçak vadiler, karlı tepelerden gelen rüzgar tarafından serinletilir.

İsviçre, milletlerarası bir oyun sahası olarak kış sporlarının merkezidir. Dağcılık da buralar için çekiciliği olan ayrı bir spordur.

ALTAY DAĞLARI

Orta Asya’da, Sibirya’nın güneyinde Moğolistan ile sınır teşkil edecek şekilde uzanan büyük bir sıradağ. Moğol lisanında altın anlamına gelir. 48°-50° arası kuzey arz enleminde, 81°-90° arası doğu boylamında bulunur. Genel olarak pekçok kırık ve bükülmeler arasında aşınmış ve düzlenmiş alanların sivrilmesi ile meydana gelmiş oldukça yüksek dağlardır. Rusya'daki Beluha Doruğu 4.506 m ile Altay Dağlarının en yüksek noktasıdır.

Yapı ve şekil bakımından iki kısma ayrılır: Birinci kısım, Sovyet toprakları içinde yer alan Kuzeybatı Altay dağlarıdır. Bunlar bir çok sıradağlardan sarp yüksek tepelerden meydana gelmiş, karışık bir yapıya sahiptirler. İkinci bölümüne ise “Moğolistan” veya”Güney Altaylar” denmektedir. Dış Moğolistan içlerine doğru 1700 kilometre uzunluğunda uzanan, yükseklikleri biraz daha az olan (3000-3500 m) bu sıradağlar kıvrımlı-kırık bir yapıya sahiptirler.

Dağların yüksek yerlerinde büyüklü küçüklü pekçok buz gölleri vardır. Ayrıca etrafında büyükçe denebilecek göller de bulunmaktadır. Güneyindeki Marka ile kuzeyindeki dar fakat çok uzun olan Telezker gölü bunlardan en önemlileridir.

Altaylar’da bulunan vadiler çok verimli olup, buralarda sık çam ormanlarına rastlanır. Alçak yerler ekseriya step, daha yukarılar ise dağ çayırlıkları halindedir. Bunların üstünde ise her zaman kar ve buzla kaplı kayalık yüksek yerler bulunmaktadır.

Maden bakımından Sibirya’nın en zengin yeridir. Altın yatakları çoktur. Eski devirlerden beri zengin madenleri ile tanınmıştır. Bugün taşkömürü ve linyit yanında, demir, bakır madenleri çıkarılır ve endüstrisinde kerestecilik önemli bir yer tutar. On dokuzuncu asırda hayvancılık çok gelişmiş iken, bugün mer’aların azalması sebebiyle önemini kaybetmiştir. En çok beslenen hayvanlar; at, koyun ve sığırdır.

ALTAY DİLLERİ

Alm.Altaische Sprachen (n), Fr. Langues Altaiques, İng. Altaic Languages. Orta ve Doğu Asya’daki Türk, Moğol, Mançu, Tonguz dillerini içine alan, yeni araştırmalara göre Japon ve Kore dillerinin de dahil bulunduğu diller topluluğu ve ailesi. Bu dillerin bir aile meydana getirdiği teorisi ilk defa Fin bilgini Strahlanberg tarafından ortaya atılmış; Castren, Ramsted, Poppe gibi bilginlerin çalışmaları neticesinde kesinleşmiştir.

Altay dilleri ailesi; Hind - Avrupa, Çin - Tibet dil ailelerinden sonra dünyanın üçüncü büyük dil ailesidir. Altay dillerini konuşanların % 17’si Birleşik Devletler Topluluğu'nda, % 6.50’si Çin Halk Cumhuriyeti’nde, % 3.55’i başka ülkelerde, % 72,65’i ise kendi topraklarında yaşarlar.

Altay dilleri, 19.878.368 kilometrekarelik bir sahada konuşulmaktadır. Bu alanın doğu-batı arasındaki mesafesi 9360 kilometreyi bulur.

Altay dillerine ait ilk yazılı belgeler sekizinci yüzyıldan itibaren görülmeye başlar.

Türk dili: Bilinen ilk yazılı belgeleri; Bilge Tonyukuk (M.S. 725), Kül-İç-Çor (719-723), Kültigin (732), Bilge Kağan (735) adlarına dikilmiş olup, Göktürk veya Orhun Abideleri adı ile anılırlar. Bunlardan önce Yenisey Mezartaşları gelir. Ancak bunlarda bir alfabe değil 158 civarında işaret bulunduran resim-yazı görülür.

Moğol dili: En eski yazılı belgesi M.S. 1225 yılına aittir ve Yesunke Taşı olarak tanınır.

Tonguz dili: Eski yazılı belgeleri ölü olan Çuçen diline aittir. Bunlar M.S. 1413 ve 1433 yıllarından kalmadır.

Kore dili: En eski yazılı belgeleri 1443 yıllarından kalma ufak parçalardır. Bu dil Altay dilleri arasında üzerinde en az çalışma yapılandır.

Japon dili: İlk yazılı belgeleri hemen hemen Türkçe ile aynıdır. Bunlardan 712 yılında yazılan Nihon Şoki küçük bir belgedir. Bundan sonra en önemli belge olarak Man’yoşu gelir.

Altay dillerinin yaşı, teori olarak, 8972 civarında olup, bu rakam Ana Altaycaya aittir. Bundan ayrılışlar başlayınca; Türkçenin 8352, Moğolcanın 7112, Tonguzca’nın 5872 sene önce ayrılmaya başladığı iddia edilmektedir. Altay ailesine mensup diller, sahib oldukları hususiyetler bakımından az çok şekil, yapı, sentaks ve ses özelliği itibariyle bugün de yakınlık gösterirler.

Asıl Altay toprakları küçük olmasına rağmen bu dilleri konuşan topluluklar, doğuya, daha geniş olarak da batıya yayılmıştır. Akın eden ordularla birlikte Altay dilleri, başta Türkçe olmak üzere, Balkanlara, Anadolu’ya, Doğu Avrupa’ya, Kuzey Afrika’ya, İran’a, Hindistan’a yerleşmiştir. Bugün 300 milyondan fazla insan bu dilleri konuşmaktadır.

ALTERNATİF AKIM

(Bkz. Elektrik Akımı)

ALTERNATÖR (Alternatif Akım Jeneratörü)

Alm. Wechselstromgenerator (m), Fr. Alternatuer, İng.Alternator. Alternatif akım (dalgalı akım) üreten alet. Başlıca iki kısımdan meydana gelmişlerdir:

1. Sabit kısım, stator (indüklenen).

2. Stator içerisindeki bir milin ekseni etrafında dönebilen kısım. Buna rotor (indükleyen) denir.

Stator, akım makaralarından meydana gelmiştir. Her makara üzerindeki sarım bir önceki makaraya göre ters yönlüdür. Alternatif akım, indüklenme suretiyle statordan hasıl olur. Rotor, dört kutuplu bir elektromıknatıstır. Kutup sayısı 4’ten fazla da olabilir. Rotorun dönme ekseni üzerinde iki bilezik ve bunlara temas eden birer fırça bulunur.

Alternatörlerin dinamolardan bir çok üstün tarafları vardır. Alternatör ile daha büyük voltajlar (gerilimler) elde edilebilir. Dinamolarda akım, fırçalarından alınır. Büyük voltajların üretilmesi esnasında toplaç şeritleri arasında hasıl olan kıvılcımlar ve ark, fırçaların tahrip olmasına sebeb olur. Voltajı daha fazla artırmak mümkün olmaz. Buna mukabil alternatörlerde elektrik akımı doğrudan doğruya statorun uç kısmından alınır. Elektrik akımının ve elektrik enerjisinin uzak mesafelere nakledilmelerinde alternatörlerin meydana getirdiği alternatif akımlar kullanılır. Alternatif akımda elektron akışının yönü, İngiliz sisteminde saniyede 50 defa değişir. (Türkiye’de bu sistem kullanılmaktadır.) Akımın bir saniyedeki yön değiştirme sayısına, frekans dendiği için akımın frekansı 50 (1/sn=hertz)dir. Amerikan sisteminde ise alternatif akım frekansı 60 hertz’dir. Alternatörleri genelde dizel motorları, buhar veya su türbinleri, gaz motorları çalıştırır. Böylece mekanik enerji şekil değiştirerek ve belli bir miktar kayba uğrayarak elektrik enerjisine çevrilmiş olur. Teknolojide kullanılan alternatörlerde statorla, rotorun vazifeleri terstir. Yani rotor sabit kalmakta, stator ise rotor etrafında döndürülmektedir.

ALTI YEDİ EYLÜL OLAYLARI

1955 senesi Eylülünde Yunanistan’ı protesto etmek için tertiplenen gösteriler sırasında Rum yurttaşlara saldırılar şeklinde ortaya çıkan olaylar.

Kıbrıs meselesinin milletlerarası alanda yeniden gündeme gelmesi Türk kamuoyunu tedirgin etti. Yunanlılara karşı tepkiler arttı. Altı Eylül günü Selanik’te Atatürk’ün evinin bombalandığı haberi bütün yurtta yayıldı. Bu haber üzerine İstanbul’un çeşitli semtlerinde toplanan kalabalıklar Yunanistan’a karşı protesto gösterilerine başladılar. Protesto gösterileri kısa zamanda azınlıkların, özellikle Rumların ev ve işyerlerine yönelik saldırı ve yağmalama şekline dönüştü. Gelişen olaylar daha sonra kilise ve mezarlıkları da hedef aldı. Aynı anda İzmir’de ve Ankara’da da olaylar çıktı. İzmir’deki Yunan konsolosluğu yakılmaya çalışıldı. Olayların bastırılması için polis müdahalede bulundu. Fakat başarılı olamayınca askeri birlikler duruma müdahale etti. Olaylar neticesinde beş bin kadar ev ve iş yeri tahrip edildi. Binlerce kişi gözaltına alındı. Bunların büyük bölümü daha sonra serbest bırakıldı. Bir kısmı ise askeri mahkemelerde yargılandı. Hükümet önce İstanbul ve İzmir’de, ardından Ankara’da sıkıyönetim ilan etti. İçişleri Bakanı Namık Gedik vazifesinden istifa etti. Muhalefet, can ve mal güvenliği kalmadığı gerekçesiyle hükümeti sert bir dille tenkid etti.

27 Mayıs 1960 ihtilali sırasında Yassıada yargılamalarında olaylardan sorumlu olduğu iddia edilen Demokrat Partililer yargılanarak çeşitli cezalara çarptırıldılar.

ALTIN

Alm. Gold (n), Fr. Or (n), İng. Gold. Kimyada Au sembolü ile gösterilen yumuşak, parlak sarı renkte metalik bir element. Atom numarası 79, atom ağırlığı 196,967, erime noktası 1063°C, kaynama noktası 2966°C ve 20°C’de özgül ağırlığı 19,3 g/cm3tür.

Altının parlak sarı rengi, asitlere karşı dayanıklılığı, tabiatta serbest halde bulunabilmesi ve kolay işlenebilmesi gibi özellikleri, insanların ikçağlardan beri ilgisini çekmiştir.

Tarihi:Tarihte bilinen kayıtlara göre Mısır hükümdarları zamanında M.Ö. 3200 yıllarında, altın darphanelerde eşit boyda çubuklar halinde çekilerek para olarak kullanıldı.

Peru’da M.Ö. 2000 yılına ait altın zinet eşyaları kalıntılarına rastlanmış olup, Amerika Kıtasındaki Aztekler ve Inkaların da altına tutkun oldukları bilinmektedir.

Altına önem verenler arasında; Yunanlılar, İranlılar, Makedonyalılar, Asuriler, Sümerler ve Lidyalıları saymak yerinde olur.

M.Ö. 550 yıllarında ise Lidya Kralı Krezos, altını para olarak (sikke) bastırmış ve altının para olarak basılması ile de ticaret artmıştır. Şehirler zenginleşmiş ve dünya yeni bir refah devresine girmiştir.

Türk boylarında İskit ve Sormatların (M.Ö. 1000) milli kahramanları konu alan altın toka yapımında ileri oldukları bilinmektedir. Dördüncü ve dokuzuncu yüzyıl aralarında ise altın kase, vazo işçiliğinde en güzel örnekleri vermişlerdir. Bu eserlerden bir kısmı New York, Morgan kolleksiyonunda teşhir edilmektedir. Türkler müslümanlığı kabul ettikten sonra altından eşya yapımını azaltmışlardır. Altın eşyayı sadece süs olarak kullanmışlardır.

Bulunuşu: Altın, dünyanın geniş bir bölümünde düşük konsantrasyonlarda bulunur. Yer küresinin tahminen 0,001 ppm (milyonda bir)ini teşkil eder. Kalaverit (Au2Te4), silvanit (Au2Ag2Te6) ve krennerit (Au8Te6) mineralleri olduğu gibi bakır ve kurşun minerallerinde de eser miktarları bulunabilir.

Volkanik kuvarsların içinde, akarsuların kumlu yataklarında toz ve külçe halinde bulunur.

Elde edilişi: Altın cevherleri, “metalik altın ihtiva eden cevherler” ve “bileşikleri halinde altın ihtiva eden cevherler” olarak sınıflandırılır.

Metalik altın ihtiva eden cevherlerden altın elde etmek için altın ihtiva eden küçük kuvars parçaları öğütme değirmenlerinde hamur haline getirilir. Bu hamur içinde altın tanecikleri kolloidal halde dağılır. Buradaki ürün malgama tekniği ile ayrıştırılır. Malgamalanmış hamurun konsantrasyonu artırılarak çok seyreltik sodyum siyanür çözeltisiyle işlenir. Sodyum siyanür altın ile reaksiyona girerek kompleks bileşik meydana getirir:

4Au+8NaCN+2H2O+O2 ® 4NaAu(CN)2+4NaOH

Kompleks bileşikteki altın metalik çinko ile çöktürülür:

2Na+Au (CN)2+Zn ® 2Au+Na2Zn(CN)4

Bu çökeltideki altın ve gümüş dışındaki maddeler, Kal metoduyla alınır. Gümüş de nitrik ve sülfürik asit etkisiyle çözülerek geriye saf altın kalır.

Bileşikleri: Altın bileşiklerinde +1 ve +3 değerlikli halde bulunur. Bütün bileşiklerinden kolayca metalik hale indirgenebilir.

Altının, AuCl, Au2S, AuCN gibi +1 değerlikli bileşikleri sulu çözeltilerde kararsız olup, +3 değere yükseltgenir veya metalik hale indirgenir. Bununla beraber sodyum ve potasyum siyanür ile verdiği kompleks tuzlarının sulu çözeltileri hazırlanabilir ve endüstride özellikle kaplamacılıkta kullanılır.

Organik tuzları da bilinmekte olup kararsızdırlar.

Altının +3 değerlikli bileşikleri genellikle kararlıdır.

AuCl3 su, alkol ve eterde çözünür, fotoğrafçılıkta ve kaplamada kullanılır.

AuBr3 alkol ve eterde çözünür. Bazı kimyasal analizlerde kullanılır.

Altın hidroksit, Au(OH)3, ışığa karşı hassas kahverengi bir tozdur. Suda çözünmez, hidroklorik asit ve diğer asitlerde çözünür. Yaldız yapımı ve kaplamacılıkta kullanılır.

Altının organik bileşikleri genellikle dialkil tuzlarıdır. Bu tuzlar R2AuX şeklindedir. Burada R organik molekül X ise halojen, kükürt, azot veya oksijendir.

Kullanılışı: Bugüne kadar yeryüzünden çıkarılan bütün altının yarıdan fazlası hükümetlerin ve merkez bankalarının elindedir. Gerek her ülkede kağıt para emisyonunun güvencesi olarak, gerek milletlerarası bir ödeme aracı olarak eskiden beri büyük ehemmiyet taşıyan altın, metalle çalışan zanaatçıların gözünde de değerini korumaktadır. Kuyumculukta altının genellikle gümüşlü, palladyumlu, bakırlı veya platinli alaşımları çok kullanılır.

Elektrik iletkenliği yüksek (bakırın yaklaşık %70’i oranında) olan ve kolayca kimyasal tepkimelere girmeyen altın en çok elektrik ve elektronik sanayilerde bağlantıların,terminallerin, baskı devrelerinin, transistörlerin ve yazı iletken sistemlerin kaplanmasında kullanılır. Üstüne düşen kızılötesi ışınların yaklaşık yüzde 98’ini yansıtarak geri çevirebilen ince altın levhalar, uzay elbiselerinin başlığındaki göz deliklerinde zararlı ışınlardan korunmayı ve sun’i uyduların yüzeylerinde sıcaklığın denetlenebilmesini sağlar. Büyük büro binalarının pencerelerinde de gene ince levhalar halinde altın kullanılması, yalnız estetik açısından değil, bu yansıtıcı yüzeyin çevreyle ısı alış-verişini büyük ölçüde azaltmasından kaynaklanır. Lal camlara parlak kırmızı rengini veren, camsı kütlenin içinde kolloidal halinde dağılmış olan çok az miktardaki altındır.

Alaşımları: Altının bazı özelliklerini (kullanış gayesine göre) değiştirmek için çeşitli alaşımları yapılır.

Altın-gümüş alaşımları: % 75 altın, % 25 gümüş alaşımı yeşil renkte olup mücevher yapımında kullanılır.

 % 40 altın % 60 gümüş alaşımı beyaz renkte ve serttir.

Altın-nikel alaşımı: Mücevher yapımında kullanılan beyaz altının esasını teşkil eder. Bu alaşımda % 80 altın, % 16 nikel, % 3 çinko ve % 1 bakır kullanılır.

Altın-bakır alaşımı: Para basımında yaygın olarak kullanılır. Kolayca işlenebilir.

Altın-palladyum alaşımı: Kolayca işlenebilir. En fazla sertlik gösterenler % 60-65 palladyum ihtiva edenlerdir. Düşük sıcaklıklardaki yüksek direnci sebebiyle potansiyometre yapımında kullanılır.

Altın ayarı: Altının kimyadaki saflığı “yüzde” ile, mücevhercilikteki saflığı ise “karat” veya “ayar” terimleriyle ifade edilir. Buna göre 24 ayar (veya karat) altın % 100 saf altını, 22 ayar ise % 91, 6 saf altını ifade etmektedir. 22 ayar altının % 8,4’ü diğer metaller ile tamamlanmıştır. Altına gümüşün ilavesi yeşilimsi, nikel ve platinin ilavesi beyaz, çinkonun ilavesi sarı ve bakır ilavesi de bakır miktarına göre sarıdan kırmızıya kadar değişen renkler kazandırır.

Altın işi: Altından yapılan heykel, kap, kacak, mücevher süsleme ve paraların hepsine verilen ad. Altın metallerin en yumuşağı ve en kolay biçimlendirilebilenidir. 10 gr altın dövülerek 11 m2’lik ince bir levha veya çekilerek 570 m uzunluğunda ince bir tel elde edilebilir. En rahat çalışılabilen metal olarak kalemle işlenerek, kakılarak, dövülerek, oyularak, kabartılarak, dökülerek varak haline getirilip ahşap, metal, deri ve parşömen gibi başka eşyaları kaplamada da kullanılmıştır.

Altın standardı: Standart para biriminin, belirli bir ağırlıkta altın olarak kabul edildiği veya para değerinin belli ağırlıkta altının değerine denk tutulduğu para sistemi. Ülke içinde altın standardının benimsenmesi, milletlerarası seviyede de altın standardının uygulanması sonucunu getirir. Altın standardında ya altın sikkeler kanuni olarak para dolaşımına girer veya kağıt para, istendiğinde sabit bir fiyatla altına çevrilebilir.

Hiçbir ülkede altın standardı uygulanmasa da milletlerarası seviyede altın standardı sistemi yürürlükte kalabilir. Bu durumda, ya altının kendisi veya sabit fiyat üzerinden altına çevrilebilen bir para birimi milletlerarası ödeme aracı olarak kullanılır. Bu sistemde, ülkeler arasındaki döviz kurları sabittir. Döviz kurları, altının bir ülkeden ötekine taşınma maliyetini aşarak sabit altın paritesinin üzerine çıkar veya altına düşerse, kurlar  resmi seviyeye dönünceye kadar, ülkeden ülkeye büyük miktarlarda altın sikke ve külçe giriş veya çıkışı gerçekleşir.

Altın standardı ilk defa 1821’de İngiltere'de  kondu. Birçok devre geçirdikten sonra 1937’ye gelindiğinde tam altın standardını sürdüren hiçbir ülke kaldı. İkinci Dünya Harbi sonrasında, döviz kurlarının ekseriya dolara veya altına göre ayarlandığı bir sisteme geçildi. 1958’de yeniden bir tür altın standardı sistemine dönüldü. Buna göre, önde gelen Avrupa ülkeleri milletlerarası ödemelerde kendi paralarının altına veya dolara serbestçe çevrilebilirliğini garanti ediyorlardı. Milli seviyede altın standardına dönüş ise hiç görülmedi.

Altın suyu: Kral suyu olarak da bilinir. Hacimce bir birim derişik nitrik asit ile üç birim derişik hidroklorik asitten oluşan karışımdan meydana gelir. Bu karışım altını çözebildiğinden altın suyu adı verilmiştir.

Altın suyu veya kral soyu kimyasal çözme işlemlerinde bazı demir cevherlerini, fosfatlı kayaçları, curufları, nikel-krom alaşımlarını, antimonu, selenyumu ve civa, arsenik, kurşun ve kobalt sülfürleri, çözünürlüğü az olan sülfürleri çözmek için kullanılır.

ALTIN BOYNUZ

(Bkz. Haliç)

ALTIN PORTAKAL FİLM ŞENLİĞİ (Antalya)

Alm. Film Festival für goldene Orange, Fr.Festival de film de l'orange d'or, İng. The Golden Orange Film Festival, Türk sinemasının en iyi filmlerinin yarıştığı, en uzun ömürlü film şenliği. Antalya Belediyesi tarafından organize edilir. Şenlik, ilk defa 1964 yılında yapıldı. O tarihte değişik sanat faaliyetlerinin yer aldığı bir şenlikti. 1967'den sonra yapılan şenliklerde film yarışmaları ve değerlendirmeleri ön safhaya geçti. Altın Portakal Film Şenliği 1976'dan sonra uluslararası bir özellik kazandırılmak istendiyse de, düzenleme aksaklıkları yüzünden bu karardan iki yıl sonra vazgeçildi.

Altın Portakal Film Şenliği, 1979 yılında sansür kurulunun yarışmaya katılan bazı filmleri yasaklayıp, bazılarını makaslaması üzerine film yapımcılarının hepsi şenliği boykot etti. Sadece kısa metrajlı film yarışmaları yapılabildi. 1980'de ise 12 Eylül askeri müdahalesinin olması ve bütün yurtta sıkıyönetimin uygulanması üzerine şenlik iptal edildi.

Altın Portakal Film Şenliği 1979 ve 1980 yılları hariç, 1964 yılından günümüze kadar her yıl yapılmıştır.

Yarışmanın mükafatı olan Altın Portakal; en iyi üç filmle, en iyi yönetmen, senaryo yazarı, görüntü yönetmeni, film müziği bestecisi, erkek ve kadın oyuncu, yardımcı erkek ve kadın oyuncular ile stüdyoya verilmektedir. Mükafat, elinde portakal tutan Aphrodite, küçük heykel biçimindedir. Şenlikte ayrıca para mükafatları da dağıtılmaktadır.

Yıllar itibariyle bu şenlikte ödül alan en iyi film, yönetmen, kadın ve erkek oyuncular şunlardır:

1964

Film

Gurbet Kuşları (Halit Refiğ)

Yönetmen

Halit Refiğ

Kadın oyuncu

Türkan Şoray

Erkek oyuncu

İzzet Günay

 

1965

Film

Aşk ve Kin (Turgut Demirağ)

Yönetmen

Atıf Yılmaz

Kadın oyuncu

Fatma Girik

Erkek oyuncu

 

Fikret Hakan

1966

Film

Bozuk Düzen (Haldun Dormen)

Yönetmen

Memduh Ün

Kadın oyuncu

Selma Güneri

Erkek oyuncu

Ekrem Bora

 

1967

Film (üç dalda)

Zalimler (Yılmaz Duru)

Bir Millet Uyanıyor (Ertem Eğilmez)

Güzel Bir Gün İçin (Haldun Dormen)

Yönetmen

Yılmaz Duru

Kadın oyuncu

Fatma Girik

Erkek oyuncu

Yılmaz Güney

 

1968

Film

İnce Cumali (Yılmaz Duru)

Yönetmen

Yılmaz Duru

Kadın oyuncu

Türkan Şoray

Erkek oyuncu

Fikret Hakan

 

1969

Film

(Ödül verilmedi)

2. Film

Bin Yıllık Yol (Yılmaz Duru)

Yönetmen

(Ödül verilmedi)

Kadın oyuncu

Hülya Koçyiğit

Erkek oyuncu

Cüneyt Arkın

 

1970

Film

Bir Çirkin Adam (Yılmaz Güney)

Yönetmen

Ertem Eğilmez

Kadın oyuncu

Belgin Doruk

Erkek oyuncu

Yılmaz Güney

 

1971

Film

Ankara Ekspresi (Muzaffer Aslan)

Yönetmen

Muzaffer Aslan

Kadın oyuncu

Filiz Akın

Erkek oyuncu

Fikret Hakan

 

1972

Film

Zulüm (Atıf Yılmaz)

Yönetmen

Atıf Yılmaz

Kadın oyuncu

Zeynep Aksu

Erkek oyuncu

Murat Soydan

 

1973

Film

Hayat mı Bu (Orhan Aksoy)

Yönetmen

Nejat Saydam

Kadın oyuncu

Hülya Koçyiğit

Erkek oyuncu

Tarık Akan

 

1974

Film

Düğün (Lütfi Akad)

Yönetmen

Lütfi Akad

Kadın oyuncu

Perihan Savaş

Erkek oyuncu

Hakan Balamir

 

1975

Film

Endişe (Şerif Gören)

Yönetmen

Şerif Gören

Kadın oyuncu

Hülya Koçyiğit

Erkek oyuncu

Erkan Yücel

 

1976

Film

Deli Yusuf (Atıf Yılmaz)

Yönetmen

Atıf Yılmaz

Kadın oyuncu

Adile Naşit

Erkek oyuncu

Cüneyt Arkın

 

1977

Film

Kara Çarşaflı Gelin (Süreyya Duru)

Yönetmen

Zeki Ökten

Kadın oyuncu

Semra Özdamar

Erkek oyuncu

Kemal Sunal

 

1978

Film

Maden (Yavuz Özkan)

Yönetmen

Atıf Yılmaz

Kadın oyuncu

Hale Soygazi

Erkek oyuncu

Tarık Akan

 

1981

Film

(Ödül verilmedi)

2. Film

Ah Güzel İstanbul (Ömer Kavur)

Yönetmen

Erden Kıral

Kadın oyuncu

Meral Orhonsay

Erkek oyuncu

İhsan Yüce

 

1982

Film

Çirkinler de Sever (Sinan Çetin)

Yönetmen

Ömer Kavur

Kadın oyuncu

Nur Sürer

Erkek oyuncu

Genco Erkal

 

1983

Film

Faize Hücum (Zeki Ökten)

Yönetmen

Zeki Ökten

Kadın oyuncu

Hülya Koçyiğit

Erkek oyuncu

Genco Erkal

 

1984

Film

Bir Yudum Sevgi (Atıf Yılmaz)

Yönetmen

Atıf Yılmaz

Kadın oyuncu

Hale Soygazi

Erkek oyuncu

Tarık Akan

 

1985

Film

Dul Bir Kadın (Atıf Yılmaz)

Yönetmen

Sinan Çetin

Kadın oyuncu

Zuhal Olcay

Erkek oyuncu

Hakan Balamir

 

1986

Film

Aaahh! Belinda (Atıf Yılmaz)

Yönetmen

Atıf Yılmaz

Kadın oyuncu

Müjde ar

Erkek oyuncu

Kadir İnanır

 

1987

Film

Muhsin Bey (Yavuz Turgul)

Yönetmen

Ömer Kavur

Kadın oyuncu

Türkan Şoray

Erkek oyuncu

Şener Şen

 

1988

Film

Gece Yolculuğu (Ömer Kavur)

Yönetmen

Ömer Kavur

Kadın oyuncu

Gülşen Bubikoğlu

Erkek oyuncu

Aytaç Arman

 

1989

Film

Uçurtmayı Vurmasınlar (Tunç Başaran)

Yönetmen

Halit Refiğ

Kadın oyuncu

Nur Süer

Erkek oyuncu

Tarık Akan

 

1990

Film

Karılar Koğuşu (Halit Refiğ)

Yönetmen

Halit Refiğ

Kadın oyuncu

Hülya Koçyiğit

Erkek oyuncu

Tarık Akan

 

1991

Film

Gizli Yüz (Ömer Kavur)

Yönetmen

Yavuz Özkan

Kadın oyuncu

Sumru Yavrucuk

Erkek oyuncu

Erem Bora

 

1992

Film

Cazibe Hanımın Gündüz Düşleri

Yönetmen

İrfan Tözüm

Kadın oyuncu

Lale Mansur

Erkek oyuncu

Mehmet Arslantuğ

ALTINKAYA BARAJI ve HİDROELEKTRİK SANTRALİ

Samsun iline bağlı Bafra ilçesinde Kızılırmak Nehri üzerinde kurulmuş olan baraj ve hidroelektrik santralı. Aşağı Kızılırmak projesinde yer alan ve kaya dolgu tipinde yapılan Altınkaya Barajının göl alanı 74.5 km2dir. Su toplama hacmi 5 milyar 673 milyon m3tür. Elektrik enerjisi üretimi için ve taşkın önleme maksadıyla yapılmış olan barajın yapımı 1988’de tamamlandı. Altınkaya Barajının suları herbiri 175 MW’lık (toplam 700 MW) dört üniteyi beslemektedir. Dört üniteden meydana gelen ilk iki ünitesi 1987, diğer ikisi 1988 senesinde devreye giren hidroelektrik santralından yılda 1 milyar 632 milyon KWh enerji üretilmektedir.

ALTINORDU

Alm. Goldene Horde (f.), Fr. Horde d’Or (f.), İng. Golden Horde. Doğu Avrupa’da ağırlık merkezi Volga boyunda olmak üzere 1241 yıllarında Cengiz Hanın torunu Batu Han tarafından kurulan Türk Moğol devleti. Cengiz Han batıya yapılacak sefer işlerini büyük oğlu Cuci’ye vermiş idi. Cuci’nin erken ölümü üzerine, oğullarından Batu Han, Macaristan’a kadar giderek orada kalan yerleri işgal etti. Bu arada 1240 yılında Cengiz’in yerine geçen Ögeday Kağan ölmüştü. Onun ölümünü duyan Batu Han, Macaristan’a kadar feth ettiği yerleri kendisi yönetmek istedi. Aşağı Volga’da Saray şehrini kurarak kendisine merkez yaptı.

Batu Han, hukuken Büyük Moğol kağanına tabi olmasına rağmen, içeride bağımsız olarak hareket ediyordu. Aşağı ve Orta Volga bölgelerini, Harezm ve Azerbaycan’a kadar Kafkasları ve Kıpçak bozkırlarını alarak Altınordu Devletine kattı. Batu’nun 1255 yılında ölümü üzerine yerine oğlu Sertak, iki sene sonra da Batu Hanın kardeşi Berke Han geçti. Berke Han, Moğol prensleri arasında ilk müslüman olanıdır.

Berke Han, Mısır sultanı Baybars’la anlaşarak 1262 yılında Bağdat'ta Müslümanlara zulmeden Hülagu’nun üzerine yürüdü ve onu yenerek bozguna uğrattı.

Berke Han zamanında Moğollar arasında İslamiyet hızla yayıldı. Bilhassa Kıpçak ve Koman Türklerinin meskun olduğu bölgelerdeki Altınordu Devleti Moğolları, Müslüman olduktan sonra Türklerin kültürlerinin etkisinde kaldılar. Dillerini unutup Türkleştiler (Bkz. Berke Han). Berke Han’dan sonra da müslüman hükümdarlar başa geçti. Özbek Han (1313-1341) ve daha sonra gelen hükümdarların hepsi müslümandı. Özbek Han, İslamiyet’i devletin resmi dini olarak kabul ettirdi. Sarayberke’yi başkent yaptı. 1359 yılında Canıbek Hanın vefatından sonra Altınordu Devletinde iç karışıklıklar başladı ve devlet zayıfladı. Bu durumdan Ruslar istifade edip Dimitriy Donskoy komutasında, Altınordu Devletinin ordusunu yendiler (1380). Daha sonra başa geçen Toktamış Hanın sağladığı birlik, 1395 yılında Timur Han’ın Altınordu üzerine yaptığı seferlere kadar devam etti. 1398’de Timur Hanın bu ülkeye yaptığı seferden sonra Toktamış Han, Litvanya Beyinin yanına sığınmak zorunda kaldı. Bundan sonra şehzadeler arasında taht kavgaları başlayıp devlet bir kaç parçaya bölündü. Devlete ait topraklarda; Büyük Altınordu Devleti (1432-1502), Astrahan Hanlığı (1466-1557), Kazan Hanlığı (1445-1552), Kırım Hanlığı (1430-1783) ve Özbek Hanlığı kuruldu.

Altınordu Devletinin parçalanması, Ruslara yaradı. Küçük knezlikler halinde yarı vahşi bir vaziyette yaşayan Ruslar, güçlü Altınordu kuvvetlerinin baskısından kurtulunca, 1481’de bağımsızlıklarını ilan ettiler. Altınordu kalıntısı devletlerin birbirine karşı rekabetlerinden istifade ile güçlenerek hepsini teker teker ortadan kaldırdılar.

Altınordu Devletinde, Müslüman olmadan önce Moğol kanunları Müslümanlığı kabul ettikten sonra da İslam kanunları tatbik edilmiştir. Hükümdar kardeşlerine dokunulmayıp, onlara önemli mevkiler verilirdi. Devlet, derebeylikler şeklindeydi. Yüz, bin, onbin gibi askeri birliklerin komutanlarının toplanmasıyla meydana gelen “kurultay”, önemli devlet kararlarını alırdı. Ekonominin temeli aile idi. Her aile kendine gösterilen arazide çalışır, başka yere taşınamaz idi. Mahsulün belli mikdarını bağlı olduğu beye verdikten sonra kalanını pazarda satabilirdi.

Şehirler çok gelişmiş ve buralarda birçok saraylar yapılmıştı. Avrupa ticaret yolları bu şehirlerden geçtiği için ticaret çok ilerlemişti. Başkent Saray şehri 100.000’i aşkın insanı barındırırdı. Bu şehir, Timur Hanla yapılan savaşta yıkıldı. Bayrakları, beyaz zemin üzerine kırmızı bir hilal ile bir damga idi.

Altınordu devletinin kültür ve medeniyeti, Rus imparatorluğuna oldukça fazla tesir etmiştir. Zira Ruslar, Altınordu devletinin mirasına konmuşlardır. Ruslar’ın ordu düzeni, para birimi, vergi sistemi Altınordu devletinden alınmadır. Bu tesirler sonucu Türkçeden de Rus diline birçok kelime geçmiştir.