AKROMEGALİ

Alm. Akromegalie (f), Fr. Acromegalie, İng. Acromegaly. Büyüme çağını tamamlamış, yani artık boy uzaması durmuş kimselerde veya daha ileri aşlarda iskeletin bilhassa çıkıntılı kısımlarının (alın, elmacık kemikleri, burun, çene, dil, dudaklar, dirsek, diz, el ve ayak parmak ve eklemleri gibi) büyümesi sonucu ortaya çıkan hastalık. Büyüme hormonunun aşırı salgınlanmasına sebeb olan bir hipofiz hastalığına bağlıdır. Bu genellikle bir hipofiz tümörüdür.

Hastalık, genellikle daha önce kullanıldığından daha büyük başlık, eldiven, çorap,  ayakkabı giymek zorunda kalınca farkedilmeye başlar. Çirkin bir fizyonomi ortaya çıkar.

Eğer bu hastalık boy uzaması durmadan önce başlarsa, boy da normalden fazla uzar. Hatta bu durumdaki hastalar tedavi edilirse, ilerde çirkin, çıkıntılı yerleri belirgin durum ortaya çıkmaz. Sadece uzun boylu iri yarı olur ki buna "devlik hastalığı" yani "Jigantizm" denilir. Her iki halde de iç organlarda büyüme olur. Tümörün görme sinirine baskısı sonucu görme bozuklukları ve körlük olabilir.

Tedavi, büyüme hormonunun aşırı salgılanmasını durdurmaya yönelik olup, ya tümör X ışınlarına tabi tutularak öldürülmeye çalışılır veya cerrahi olarak çıkartılır. Hastalık durdurulsa bile ileri yaşta meydana gelen çirkin görüntüler geri yok edilemez. Onun için erken teşhis çok mühimdir.

AKROPOLİS

Eski Yunan şehirlerinin en yüksek noktasında yer alan, idari, askeri ve dini yapıların bulunduğu savunmaya yönelik merkezi kısım.

Eski Yunanistan'da şehirlerin kuruluşu dini bir mana taşıdığından, tanrıların oturacağı yerler inşa etmek, Yunan şehir planlamasının temel özelliklerindendi. Akropolis adı verilen binaların bir tepe üstünde olması hem dini hem de askeri açıdan önemliydi.

Akropolislerin en meşhuru M.Ö. 5. yüzyılın ikinci yarısında inşa edilen Atina Akropolisi'dir. Sarp ve surla çevrili bir tepenin üzerinde bulunan bu akropolis, şehrin koruyucu tanrıçası olarak kabul edilen Athena'nın evi olarak yapılmıştı. Bugün bu Akropolisten, kutsal bölgenin giriş kapısı Propylara, Athena'nın asıl mabedi ve aynı zamanda Delos Birliğinin hazinesinin saklandığı yer olan Parthenon, tarım tanrılarına özellikle Erikhtonios'a adanan Erekhtheion ile Athena Nike Tapınağı kalmıştır. Çeşitli kazı ve restorasyon çalışmaları neticesinde günümüze kadar gelen, Türkiye'deki Perganon Akropolisi de dünyadaki sayılı Akropolislerdendir.

AKSARAY

İç Anadolu bölgesinde Tuz Gölünün doğusunda yer alan ilimiz. Ankara, Nevşehir, Konya, Niğde ve Kırşehir arasında yer alır. Niğde’ye bağlı bir ilçeyken, 15 Haziran 1989 tarihinde il oldu. Trafik kodu 68'dir.

İsminin Menşei

Aksaray'ın bölgeye Türkler yerleşmeden önceki ismi Archelais Garsaura idi. Selçuklular bölgeyi fethedince, burası bir müddet Taksara ismiyle anıldı. 1170'te Selçuklu Sultanı İkinci Kılıç Aslan, beyaz mermerden bir saray yaptırması üzerine Aksaray diye anılmaya başlandı.

Tarihi

Aksaray, çok eski devirlerden beri bir yerleşim merkeziydi. Önemli bir ticaret merkezi olan şehir, sırası ile Asur, Hitit, Kapadokya Krallığı ve Roma İmparatorluğunun egemenliği altına girmiştir. 666’da İslam orduları tarafından fethedildi. Bir süre Bizans ve İslam hakimiyeti arasında el değiştiren Aksaray, 1076’ta Kutalmışoğlu Süleyman Şah tarafından Selçuklu topraklarına katıldı. 1318’de Anadolu Selçuklu Devletinin yıkılması ile yöre Karamanoğullarının hakimiyeti altına girdi. İlk defa 1398’de Yıldırım Bayezid tarafından Osmanlı topraklarına katılan şehir, on beşinci asırda kesin olarak Osmanlı yönetimi altına girdi. Fatih Sultan Mehmed Han, İstanbul’u fethedince, Aksaray halkının bir bölümü İstanbul’a yerleşti ve bu yere Aksaray semti adı verildi.

Aksaray, Osmanlı Devleti zamanında Konya vilayeti Niğde sancağına bağlı kaza merkeziydi. 1924’te il merkezi yapılan Aksaray, 1933’te ilçe merkezi olarak Niğde’ye bağlandı. 15 Haziran 1989’da tekrar il merkezi haline getirildi.

Fiziki Yapı

İç Anadolu bölgesinin Orta Kızılırmak bölümünde yer alan Aksaray’ın toprakları plato ve ovalarla kaplıdır. Dağlık bölgeleri az olup, en yüksek noktası olan Hasan Dağ 3268 metredir. Diğer önemli dağı ise kuzeyde yer alan Ekecek Dağı (2137 m)dır.

İl merkezinin batısında Obruk Platosu, kuzeyinde ise Kızılırmak Platosu yer alır. Obruk Platosunun yüksekliği ortalama olarak 1000-1500 metredir. İl topraklarının güney doğusunda Aksaray Ovası yer alır. Bu ova Konya Ovasının devamıdır.

Aksaray’ın önemli akarsuyu yoktur. Melendiz Çayı ve Karasu küçük akarsulardır.

Tuz Gölünün 400 km2lik bölümü Aksaray topraklarında yer alır. Gölün bu bölümü genellikle bataklıklardan ve tuzlardan meydana gelir. Bu kesimde gölün derinliği en çok bir metredir. İl toprakları üzerinde irili ufaklı krater gölleri de vardır. Mamus’un Baraj Gölü, sulama gayesiyle Uluırmak üzerinde kurulmuş bir göldür.

İklim ve Bitki Örtüsü

Aksaray ilinde kara iklimi hüküm sürer. Yazları kurak ve sıcak, kışları yağışlı ve soğuk geçer. Kar az yağar. Aksaray’ın yıllık yağış ortalaması 340-348 mm arasındadır.

İl, bitki örtüsü bakımından zengin değildir. Dağlık bölgelerde ormanlara rastlanır. Obruk ve Kızılırmak platosu bozkır bitkileri dışında çıplaktır.

Ekonomi

Aksaray ilinin ekonomisi tarıma ve hayvancılığa dayalıdır. Başta buğday olmak üzere arpa, şeker pancarı, burçak, mısır, patates, soğan, fasülye, keten, kenevir, üzüm ve elma yetiştirilir.

Platolardaki geniş otlaklarda çok sayıda koyun beslenir. Koçaş Devlet Üretme Çiftliği il merkezine 25 km uzaklıktadır.

Tarımsal üretim yanında, bazı yörelerde halı ve kilim dokumacılığı yapılır. Taşpınar köyünün halıları çok meşhurdur.

Aksaray’da un, süt, yem gibi gıda sanayi tesisleri yanında, madenlere dayalı sanayi ve metal eşya, makina imalatı da gelişmiştir. İlin tek ağır sanayi kuruluşu Otomarsan’ın dizel motor fabrikasıdır. Seramik sanayiinde kullanılan kaolin belli başlı madenidir.

Ulaşım: Aksaray ili ulaşım açısından bir kavşak noktası olan Konya- Kayseri ve Ankara-Adana karayollarının kesiştiği yerdedir. Niğde’ye 115 km, Ankara’ya 226 km, İstanbul’a 684 km, Adana’ya 292 km uzaklıktadır.

Nüfus ve Sosyal Hayat

1990 sayımına göre Aksaray’ın toplam nüfusu 329.383 olup, 144.409'u şehirlerde, 184.974'ü bucak ve köylerde yaşar. Yüzölçümü 7802 km2 oluup, nüfus yoğunluğu 42'dir.

İlçeleri

Aksaray’ın Merkez, Ağaçören, Eskil, Gülağaç, Sarıyahşi, Ortaköy ve Güzelyurt olmak üzere yedi ilçesi vardır.

Merkez: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 193.139 olup, 92.038'i ilçe merkezinde, 101.101'i köylerde yaşamaktadır. Merkez ilçeye bağlı 21 bucak, 165 köy vardır. Yüzölçümü 4302 km2 olup, nüfus yoğunluğu 45'tir.

Denizden 980 m yükseklikte olan Aksaray, eski kervan yolları üzerinde kurulmuştur. Bağları, bahçeleri, meyveciliği ve halıları ile meşhurdur.

Ağaçören: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 18.182 olup, 3546'sı ilçe merkezinde, 14.636'sı köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 27 köyü vardır. Yüzölçümü 485 km2 olup, nüfus yoğunluğu 37'dir. Daha önceleri Ankara'nın Şereflikoçhisar ilçesine bağlı bucak iken, Aksaray’ın il olması üzerine, bu ile bağlanarak, ilçe haline getirilmiştir.

Eskil: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 21.958 olup, 16.335'i ilçe merkezinde, 5603'ü köylerde yaşamaktadır. Yüzölçümü 1101 km2 olup, nüfus yoğunluğu 15'tir. Sultanhanı bucağına bağlı bir köy iken, 1990’da ilçe merkezi oldu. Tuz Gölü yakınlarındadır. Şekerpancarı üretimi ile meşhurdur.

Gülağaç: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 19.742 olup, 4067’si ilçe merkezinde, 15.675'i köylerde yaşamaktadır. Yüzölçümü 512 km2 olup, nüfus yoğunluğu 39'dur. 1990’da ilçe merkezi yapılmıştır. Gülpınar kasabası ile Ağaçlı kasabasının birleşmesinden meydana gelmiştir.

Güzelyurt: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 17.156 olup, 4070'i ilçe merkezinde, 13.086'sı köylerde yaşamaktadır. Yüzölçümü 422 km2 olup, nüfus yoğunluğu 41'dir. Bucak merkezi iken, Aksaray’ın il olması üzerine ilçe olmuştur.

Ortaköy: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 46.419 olup, 17.255'i ilçe merkezinde, 29.164'ü köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 18, Balcı bucağına bağlı 11 köyü vardır. Yüzölçümü 613 km2 olup, nüfus yoğunluğu 76'dır. İlçe toprakları güney kesimleri dışında genellikle düz ve az engebelidir. Ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayanır. Meyvecilik, sebzecilik ve halı dokumacılığı gelişmiştir.

Sarıyahşi: 1990 sayımına göre toplam nüfusu 12.787 olup, 7078’i ilçe merkezinde, 5709'u köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 6 köyü vardır. Yüzölçümü 367 km2 olup, nüfus yoğunluğu 35'tir. Ankara’nın Şereflikoçhisar ilçesine bağlı bir köy iken, Aksaray’ın il olması üzerine, bu ile bağlanarak ilçe merkezi haline getirildi.

Tarihi Eserler ve Turistik Yerleri

Aksaray Kalesi:Kale, Karamanoğlu Mehmed Bey zamanında Emir-ül-Umera Ali Bey Çelebi tarafından, Mimar İslamoğlu Hoca İbrahim’e yaptırılmıştır. Kaleden günümüzde Ulu Caminin güneyindeki surlardan kalıntılar kalmıştır.

Keçi Kalesi: Aksaray-Adana yolunun 35. kilometresinde çevreye hakim bir tepe üzerindedir. Kale duvarları harçsız büyük taşlarla yapılmıştır. İç kale yontma taş ve tuğladandır. Günümüzde harap bir haldedir.

Orta Kuyu Kalesi ve Harabesi: Eskil kazasının bir yaylası olan Orta Kuyu’da yer alır. Günümüzde harabe halindedir. Eski devirlere ait olduğu tahmin edilmektedir.

Tavşanlı Kale:Taşpınar bucağının kuzeyinde bir tepe üzerinde yer alır. İçi mağaralarla doludur. Hititler devrinden kalma bir eserdir. Roma ve Bizans döneminde yapılan kale surlarından günümüzde hiçbir şey kalmamıştır. Bazı kaynaklarda ismi İbiz Kalesi olarak geçer.

Zincirli Kale:Yaprakhisar köyünün yakınında bir tepe üzerinde olup, harabe halindedir. Eski kaynaklarda Yaprakhisarı adıyla geçmektedir.

Eyüphisar Kalesi (Kale Balta):Kale Balta köyünün kuzeyinde bir tepe üzerinde kurulmuştur. Günümüzde harabe halindedir. Kale taşları çevre köylerde ev yapımında kullanılmıştır.

Aksaray: Beyaz mermerden yapıldığı için bu isim verilmiştir. İl, ismini bu saraydan alır. Saray, İkinci Kılıç Arslan tarafından yaptırılmıştır.

Eğri Minare (Kızıl Minare): Adını minaresinin renginden ve eğriliğinden alan bu caminin kimin tarafından ve ne zaman yapıldığı belli değildir. Bir kaç kere tamirat görmüştür. 92 basamak olan minare, İtalya’daki Piza Kulesi gibi eğridir. İnce bir silmeyle ikiye ayrılmış gövdenin altı zikzak bezemeli, üstü ise mavi yeşil çinilerle kaplıdır.

Selime Camii:Selime köyünde bulunan bu camiye Selimiye Camii ve Hamza Bey Camii de denilmektedir. 1524’te, Oruç Beyin oğlu Hamza Bey tarafından yaptırılmıştır.

Ulu Camii: Karamanoğlu devrinde Sultan Mehmed Bey (1408) zamanında yapılmıştır. Yapı dikdörtgen planlıdır. Mihrap önündeki iki kubbe dışında çapraz tonoz örtülüdür. Zengin bezemeli, ağaç minber üçüncü Kılıç Arslan’ın yıkılan camisinden getirilmiştir.

Bedriyye Medresesi: Danişmendoğullarından Nizameddin Yağıbasan’ın oğlu Bedreddin Yusuf tarafından yaptırılmıştır. 1327’de yıkılan medresenin yerine kesme taştan iki katlı yedi odalı bir medrese inşa edildi. Medrese özel idare tarafından müderris Kadızade İbrahim Efendinin oğullarına satılmış olup, halen Kadıoğullarının mülkündedir.

Beramuni Medresesi:Gündoğdu Mahallesinde olan medrese, günümüzde yıkılmış olup, sadece kapısının sol kanadı kalmıştır. Medresenin yapıldığı tarih ve yaptıranı gösteren kitabe bulunmamaktadır.

Zincirli Medresesi:On dördüncü asır yapısıdır. Çini mozaik kaplı güney eyvanının yanındaki iki oda kubbelidir. Günümüzde müze haline getirilmiştir.

Cemaleddin-i Aksarayi Türbesi:Ervah Kabristanındadır. Büyük alim Cemaleddin-i Aksarayi burada medfundur. Günümüzde harap bir haldedir. Türbenin yanında iki odalı tekke vardır.

Somuncu Baba Türbesi (Hamid-i Aksarayi): Aksaray Kabristanının ortalarındadır. Türbenin üstü açıktır. 1980’de tamir ettirilerek bugünkü hale getirilmiştir. Yıldırım Bayezid Han zamanında Bursa Ulu Camii yapımı sırasında, somun yapıp işçilere verdiği için Somuncu Baba lakabıyla meşhur olmuştur. Somuncu Baba büyük alim ve evliya bir zattı. Aynı zatın Darende’de de bir türbesi olduğu rivayet edilmektedir.

Hangah ve Darphane:Şıh Hamid Mahallesinde Baba Yusuf Türbesi karşısındadır. Danişmendoğullarından Melik Mahmud Arslan Gazi yaptırmıştır. İlhanlı mimari tarzında tuğla ile yapılmıştır. Para basılan yerleri durmaktadır.

Alay Han:  Ankara-Kayseri karayolu üzerindedir. Sultanlar tarafından yapılan hanların ilk örneklerindendir. Hanın avlusu yıkılmıştır. Kapısında iki gövdeli bir arslan figürü vardır.

Sultan Han: Konya-Aksaray karayolu üzerindedir. Dıştan kulelerle desteklenmiş görkemli bir kaleyi andıran han, Birinci Alaeddin Keykubat zamanında yapılmıştır. Üçüncü Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında, vali Şerafeddin Ahmed bin Hasan tarafından tamir ettirilmiştir. Yaklaşık 5000 metrekarelik bir alana kurulu olan hanın yazlık ve kışlık bölümleri vardır. Günümüzde yıkıntı halindedir.

Ağzı Kara Han: Alaeddin Keykubat devri eserlerindendir. Sathi kabartmalar halinde geometrik motiflerle bezenmiş bir kapısı vardır. Avlusunun ortasında bulunan köşk mescid muhteşem bir eserdir.

Aşıklı Höyük: İl merkezinin 25 km doğusundadır. Çok eski devirlere ait kalıntılar mevcuttur.

Acem Höyük :İl merkezinin 18 kilometre kuzeybatısındadır. Günümüzde burada bir köy bulunmaktadır. M.Ö. 3000 yılından beri yerleşim merkezi olarak kullanılmıştır.

Ağaçaltı Kilisesi :Dokuzuncu asra aittir. Ihlara Vadisindedir. Daniel Kilisesi adıyla da bilinir. Ayrıca Ihlara Vadisinde Pürenlisekli Kilisesi, Kokar Kilise, Yılanlı Kilise ve Kargedik Kiliseleri de vardır.

Tabii güzellikleri :Akrasay ili güzel manzaralı, dağlar, vadiler ve şifalı kaplıcalara sahiptir. Başlıca tabii güzellikleri şunlardır:

Ihlara Vadisi :Aksaray’a 30 kilometre mesafede olan bu vadi, 10 kilometre uzunluktadır. Vadide bulunan kaynak suları, elma bahçeleri ve kayalara oyulmuş manastırlar vardır.

Hamamboğazı Tuzlusu Kaplıcası : Aksaray-Nevşehir-Ankara kavşağının kuzeyindedir. Toprak alkali, bi karbonatlı ve çok karbondioksitli olan bu su, karaciğer ve safrakesesi hastalıklarıyla metabolizma rahatsızlıklarına faydalıdır.

Ziga Kaplıcası: Aksaray’a 40 km uzaklıkta Yaprakhisar köyü yakınlarındadır. Romatizma rahatsızlığına ve karın içi hastalıklarında faydalıdır. İçildiğinde mide, barsak, karaciğer ve safrakesesi üzerinde çok iyi tesirleri olduğu tesbit edilmiştir.

AKSELEROMETRE

Alm. Beschleunigungsmesser (m), Fr. Accélérométré, İng. Accelerometer. Bir hareketin ivmesini ölçmeye yarayan alet. Sarkaç tipi akselerometreler genel olarak bir kütle ve bir yaydan meydana gelir. Kütle, ivme ile orantılı olarak yer değiştirir. Kütlenin bu yer değiştirmeleri grafikle kaydedilerek, hareketin ivmesi incelenir. Elektrik akselerometreleri de vardır.

AKSİYOM

Alm. Axiom (n), Fr. Axiome (m.), İng. Axiom.Doğru olduğu herkes tarafından kabul edilen önerme. Postulat, doğruluğu mantıki olarak kabul edildiği halde, doğruluğu da yanlışlığı da ispatlanamayan önermedir. Aksiyomlar, mantıki işlemler için yeni teorem ve ispatların elde edilmesinde kullanılırlar. Ancak postulatların aksiyomlardan ayrılması kesin değildir. Aksiyom, matematiğin ve diğer ilimlerin bütün dallarında mevcuttur. Mesela cebirde çok bilinen bir aksiyom: “Bir eşitliğe eşit şeyler eklenince veya çıkarılınca eşitlik bozulmaz.” ifadesidir. Her ilimde kullanılan “Bir bütün, parçalarından büyüktür.” ifadesi de bir aksiyomdur.

Matematik aksiyomların temeli, bilginin ana ilkesi olan özdeşlik ve çelişmezlikprensipleridir. Aksiyomlar, matematik yapının temel taşları sayılırlar. Ancak, aksiyom olarak alınan bir önermenin doğruluğunu göstermek çok kolay veya güç olduğu için onun aksiyom olarak alındığı zannedilmemelidir. Bir matematiksel yapıyı kurarken seçilen aksiyomlar bir sistemi meydana getirirler.

“İki şey ayrı ayrı bir şeye eşitse, o iki şey de kendi aralarında eşittir.” ifadesi de bir aksiyomdur. Yani, x=a ve y=a ise x=y olacağı açıktır. M=50 ve N=50 ise M=N yazılacağı anlaşılır.

AKSON

Alm. Achsensylinder, Fr. Axone, İng. Axon. Uçlarında asetilkolin veya noradrenalin gibi mediatör denilen kimyasal ileticiler salgılanan sinir hücresi uzantıları. Akson uçlarında salgılanan mediatör maddeler, kendisini takib eden aksonu, adaleyi veya organı tenbih eder veya tersine teskin eder.

AKŞEMSEDDİN

Osmanlılar zamanında yetişen büyük evliya ve İstanbul’un manevi fatihi. İsmi, Muhammed bin Hamza’dır. Saçının sakalının ak olması veya beyaz elbiseler giymesinden dolayı Akşeyh veya Akşemseddin lakablarıyla meşhur olmuştur. Evliyanın büyüklerinden Şihabüddin Sühreverdi’nin neslinden olup, soyu hazret-i Ebu Bekr-i Sıddik’a kadar ulaşır. 1390 (H. 792) senesinde Şam’da doğdu. 1460 (H.864)da Bolu'nun Göynük ilçesinde vefat etti.

Küçük yaşta ilim tahsiline başlayan Akşemseddin Kur’an-ı kerimi ezberledi. Yedi yaşında babası ile Anadolu’ya gelip, o tarihte Amasya’ya bağlı olan Kavak nahiyesine yerleşti. Alim ve veli bir zat olan babası vefat edince, tahsiline devam etti. Genç yaşta akli ve nakli ilimlerde akranlarından daha üstün derecelere ulaştı. İlim tahsilini tamamladıktan sonra, Osmancık’a müderris oldu. İlim öğretmekle ve nefsinin terbiyesiyle meşgulken, tasavvufa yönelip, Ankara’da bulunan zamanın büyük velisi Hacı Bayram-ı Veli’ye talebe olmak üzere gitti. Fakat ona talebe olamadı. Halep’te bulunan Şeyh Zeynüddin’e talebe olmak için Haleb’e giderken, gördüğü bir rüya üzerine Hacı Bayram-ı Veli’ye talebe olmak üzere Ankara’ya geri döndü. Hacı Bayram-ı Veli tarafından kabul edilip, onun sohbetinde tasavvuf yolunun bütün inceliklerini öğrendi ve Hacı Bayram-ı Veli’den icazet (diploma) aldı. Aynı zamanda tıp ilminde de kendini yetiştiren Akşemseddin, bulaşıcı hastalıklar üzerinde çalıştı. Araştırmalar sonunda Maddet-ül-Hayatadlı eserinde:

"Hastalıkların insanlarda birer birer ortaya çıktığını sanmak yanlıştır. Hastalıklar insandan insana bulaşmak suretiyle geçer. Bu bulaşma gözle görülemiyecek kadar küçük fakat canlı tohumlar vasıtasıyla olur." diyerek, bundan beş yüz sene önce mikrobun tarifini yaptı.

Pasteur’un teknik aletlerle Akşemseddin’den dört asır sonra varabildiği neticeyi dünyada ilk defa haber verdi. Buna rağmen mikrop teorisi yanlış olarak Pasteur’a mal edilmiştir. Aynı zamanda ilk kanser araştırmacılarından olan Akşemseddin, o devirde seratan denilen bu hastalıkla çok uğraştı. Sadrazam Çandarlı Halil Paşanın oğlu Kazasker Süleyman Çelebi’yi tedavi etti. Ayrıca hangi hastalıkların hangi bitkilerden hazırlanan ilaçlarla tedavi edileceğine dair bilgiler ve formüller ortaya koydu.

Akşemseddin, zahiri ve batıni ilimleri bilen birçok alim yetiştirdi. Oğulları Muhammed Sa’dullah, Muhammed Fazlullah, Muhammed Nurullah, Muhammed Emrullah, Muhmmed Nasrullah, Muhammed Mir-ul-Huda ve Muhammed Hamdullah ile Harizat-üş-Şami Mısırlıoğlu, Abdurrahim Karahisari, Muslihuddin İskilibi ve İbrahim Tennuri bunlardan bazılarıdır.

Fatih Sultan Mehmed Han muhteşem ordusuyla İstanbul’un fethine çıktığında, Akşemseddin, Akbıyık Sultan, Molla Fenari, Molla Gürani, Şeyh Sinan gibi meşhur veliler ve alimler de talebeleriyle birlikte orduya katıldılar. Akşemseddin hazretleri savaş esnasında Sultan’a gerekli tavsiyelerde bulunarak, yeni müjdeler veriyordu. Kuşatmanın uzaması ve Sultan’ın ısrarı üzerine ve Allahü tealanın izni ile fethin ne gün olacağını bildiren Akşemseddin, Sultan şehre girerken yanında yer aldı. Fetih ordusu İstanbul’a girdikten sonra İslamiyetin harple ilgili hukukunun gözetilmesini genç Padişah’a hatırlattı ve buna göre hareket edilmesini bildirdi. Sultan’ın Eshab-ı kiramdan Ebu Eyyub el-Ensari’nin kabrinin bulunduğu yeri sorması üzerine:

"Şu karşı yakadaki tepenin eteğinde bir nur görüyorum. Orada olmalıdır." cevabını verdi.

Daha sonra orası kazıldı ve Eyyub Sultan’ın (radıyallahü anh) kabri ortaya çıktı. Fatih Sultan Mehmed Han, Ebu Eyyub el-Ensari’nin kabr-i şerifinin üzerine bir türbe,yanına  bir cami ve ilim öğrenmek için gelen talebelerin kalabileceği odalar inşa ettirdi. Sultan, Akşemseddin’den İstanbul’da kalmasını istediyse de, Akşemseddin Padişah’ın bu teklifini kabul etmedi.

Akşemseddin, İstanbul’un fethinden sonra, Göynük’e yerleşti ve vefatına kadar orada kaldı. Göynük’e yerleştikten sonra, bir taraftan ahiret hazırlığı yapıyor, diğer taraftan da küçük oğlu Hamdullah’ın ilim ve terbiyesi ile meşgul oluyordu. “Bu küçük oğlum, yetim, zelil kalır, yoksa, bu zahmeti çok dünyadan göçerdim.” derdi. Bir gün hanımının; “Göçerdim dersin yine göçmezsin!” demesi üzerine; “Göçeyim!” deyip mescide girdi. Akrabasını ve evladını toplayıp, vasiyetini yaptı. Helallaşıp veda etti. Yasin-i şerifi okumaya başladı. Sünnet üzere yatıp temiz ruhunu teslim etti (1460). Göynük’teki tarihi Süleyman Paşa Caminin bahçesine defnedildi. Daha sonra oğullarının kabri ile beraber bir türbe içine alındı.

Buyururdu ki: “Her işe besmele ile başla. Temiz ol, daim iyiliği adet edin, tembel olma, namaza önem ver. Nimete şükür, belaya sabret. Dünyanın mutluluğuna mağrur olma. Ömrüm uzun olsun dersen, kimseye kızma, eziyet etme. Kimsenin nimetine haset etme. Senden üstün olan kimsenin önünden yürüme. Tırnağını asla dişinle kesme. Çok uyumak kazancın azalmasına sebeb olur. Akıllı isen yalnız yolculuğa çıkma. Gece uyanık ol, seher vakti Kur’an-ı kerim oku. Zikrin daima hamd-i Hüda (Allahü tealaya hamd etmek) olsun. Hem Cehennem azabından endişeli ol. Hasedi terk et, kendini başkalarına medh etme. Namahreme (harama) bakma, harama bakmak gaflet verir. Kimsenin kalbini kırma. Düşen şeyi alıp (temizleyerek) yersen fakirlikten kurtulursun. Edepli, mütevazi ve cömert ol. Cünüb kimse ile yemek yemek gam verir. Yalnız bir evde yatmaktan sakın. Çıplak yatmak fakirliğe sebep olur.”

Eserleri:

1) Risalet-ün-Nuriyye:Tasavvufa ve tasavvuf ehline dil uzatanlara cevab mahiyetindedir. Arabça olup, kardeşi Hacı Ali tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir. 2) Def’ü Metain, 3) Risale-i Zikrullah, 4) Risale-i Şerh-i Ahval-i Hacı Bayram-ı Veli, 5) Malumat-ı Evliya, 6) Maddet-ül-Hayat, 7)Nasihatname-i Akşemseddin.

AKTİFLEŞME ENERJİSİ

(Bkz. Tepkime)

AKTİMUR BEY

Ertuğrul Gazinin torunu ve Gündüz Beyin oğlu. Doğum yeri ve tarihi bilinmemektedir. Aktimur Bey, ecdadı gibi cesur olup, amcası Osman Gazinin emrinde askeri ve idari işlerde hizmet etti.

Karacahisar’ın fethinde büyük kahramanlıkları görüldü. Aykut Alp ile birlikte Selçuklu Sultanı İkinci Alaeddin Keykubat’a gönderildi. Sultan’ın, Osman Gaziye gönderdiği beylik alameti olan menşur ve sancağı getirdi.

Bazı kaynaklarda Aktimur Beyin 1306 Koyunhisar savaşında şehit düştüğü yazılı ise de, onun 1315 yılında Bursa’nın tamamen kuşatıldığı sırada Kaplıca tarafındaki kalelerden birine kumandan tayin olunduğu bilinmektedir. Nitekim 10 yıl boyunca Bursa Kalesini sıkıştıran Aktimur Bey, şehrin fethini kolaylaştırdı. Orhan Gazi, Bursa’nın fethini müteakib Aktimur Beye Kandıra’yı verdi. Aktimur Beyin bu tarihten sonraki faaliyetleri hakkında bir bilgi yoktur. Söğüt’teki kabir Aktimur Beyin makamıdır.

Aşıkpaşazade, eserinde Aktimur Beyi; “Ki o, gayet bahadır, yarar erdi. Ak demir ki, demiri tutsa mum ederdi; kuvvetle taşı ovsa (sıksa) un ederdi. Dönmez idi yüzü, yüz kişiden, korkudan titrerdi adını işiten.” sözleriyle anlatmaktadır.

AKTİNİTLER

Alm. Aktiniden (f), Fr. Actinite, İng. Actinide series. Periyodik tabloda, 89 atom numaralı Aktinyumla başlayıp 103 atom numaralı Lavrensiyumla biten ve 7. periyodda yer alan elementler dizisi. Bu elementler sırasıyla Aktinyum (Ac), Toryum (Th), Protaktinyum (Pa), Uranyum (U), Neptunyum (Np), Plutonyum (Pu), Amerikyum (Am), Kuriyum (Cm), Berkelyum (Bk), Kaliforniyum (Cf), Einsteinyum (Es), Fermiyum (Fm), Mendelevyum (Md), Nobelyum (No) ve Lavrensiyum (Lw)dur. Hepsi de kolaylıkla çekirdek bozunmasına uğrayan kararsız ve ağır metallerdir. Sıranın ilk dört elementi Aktinyum, Toryum, Protaktinyum ve Uranyum gibi atom numarası daha küçük olanları tabiatta bulunurlar. Diğerleri ise tabiatta bulunmazlar ancak suni olarak çekirdek parçalanmaları ile ele geçerler.

Aktinitlerin bütün izotopları radyoaktiftir. Bu sebepten Toryum, Uranyum gibi elementler nükleer enerji üretiminin geleceği açısından büyük önem taşırlar. Plutonyumdan sonraki daha ağır atom numaralı aktinitler ise, Termonükleer ısı ve nötron üretimi gibi bilimsel araştırmaların yanında, kanser tedavisinde de kullanılmaktadırlar.

Aktinitler dizisinin başında yer alan elementlerin 3+, 4+ gibi yükseltgenme basamakları vardır. Bunlardan Uranyumun 3+, 4+, 5+, 6+ gibi yükseltgenme basamakları ve her basamakta çeşitli bileşikleri oluşturduğu bilinmektedir.

AKTİNOLİT

Alm. Aktinolith (m), Fr. Actinolite, İng. Actinolite. Kalsiyum, mağnezyum ve demir silikatlarının tremolit-aktinolit-ferrotremolit dizisinde yer alan amfiibol minerali. Bu serideki mineraller, bölgesel ve az değişime uğramış kayalıklarda bol bulunur. Aktinolit ve tremolit, zamanla klorite veya karbonatlara dönüşebilir. Serinin mağnezyumca zengin minerallerinin ince ve ipek görünümündeki lifleri, gerilme ve ısıya dayanıklı olduğundan asbest olarak kullanılır. Bu seride yer alan ve mücevher olarak değerlendirilen nefrit bir yeşim cinsidir.

AKTİNYUM

Alm. Aktinium, Fr. Actinium, İng. Actinium.Periyodik tabloda 3B grubu. 7. peryodda yer alan 89 atom numaralı radyoaktif element.

1899 yılında pechblend adlı Uranyum filizlerinden uranyum ve radyumun ayrılması sırasında ele geçmiştir. İlk defa A. L. Debierne ile birlikte Pierre ve Marie Curie tarafından bulunmuştur. Aktinyum, uranyum filizlerinin ekstraksiyonundan (bir çözücü ile çekip alma) veya radyum -226’nın çekirdek reaksiyonlarından elde edilir. Ac -227 ve Ac -228 olmak üzere iki izotopu vardır. Aktinyum 227 daha kararlıdır, yarı ömrü 21,7 yıldır. Karanlıkta mavi bir ışık yayarak parıldar. Oksidasyon basamağı 3+’dır. Kimyasal özellikleri yönünden nadir toprak metallerinden tantan’a benzer.

AKUPUNKTUR

Alm. Akupunktur, Fr. Acupuncture, İng. Acupuncture. Mikroplardan arındırılmış madeni iğnelerin deriye batırılması ile gerçekleştirilen eski bir tedavi metodu. Akupunktur: "acus" iğne ve "punctura" batırma kelimelerinden meydana gelmiş olup, "iğne batırma ile yapılan tedavi" demektir. Uzakdoğu menşeli bir tedavi sanatıdır. Son yıllarda yapılan bilimsel araştırmalar, akupunktur tedavisinin ilmi temelleri olduğunu ve hormon hastalıklarından, immün sistem hastalıklarına kadar hemen her hastalığın tedavisinde başarılı olduğunu göstermiştir.

Tarihi: 2500 yıl öncesine kadar uzanan akupunktur tedavisinin merkezinin Çin olduğu söylenmektedir. Eski Çin felsefesine göre, “alem” birbirine iki zıt “şey”den yapılmıştır. Alemin dengesi; bu iki zıddın, karşılıklı ve sürekli hareket içinde bulunmasıyla sağlanır. Bu iki zıt “şeye” Yin ve Yang denir. Mesela bu zıtlar; az-bol, çürük-sağlam, soğuk-sıcak, boş-dolu, aç-tok, pozitif-negatif, vb. Kararlı bir sistemde Yin-Yang dengededir.

İnsan vücudunda da Yin ve Yang dengesi mevcuttur. Bu denge halinde insan sağlıklı ve sıhhatli olmaktadır. Yin ve Yang dengesinin bozulması ile hastalıklar ve ağrılar ortaya çıkmaktadır. Akupunktur tedavisinin temel prensibinde, bu dengeyi korumak yatmaktadır.

İnsan vücudunda, akupunktur noktaları bulunmaktadır. Bu noktalar el ve ayak uçlarından başa kadar bütün vücudu saran ve “meridyen” adını alan on iki çift çizgi ile birleştirilmiştir. Bu meridyenler üzerinde yaklaşık 365 civarında akupunktur noktası bulunmaktadır.

Akupunkturun ilmi temelleri: Akupunkturun ilmi olduğu şu teorilerle açıklanmaya çalışılmaktadır.

1) Yin-Yang teorisi: Çinlilerin ortaya attıkları bu teori, vücudun bütün fonksiyonlarında görülür. Açlık-tokluk, asit-baz dengesi, sempatikotoni-parasempatikotoni vb.

2) Yansıyan ağrı: İç organlardaki boşlukların ağrılarının deriye yansıması (mesela, kalp ağrısının sırta ve kola vurması gibi) bilimsel bir hakikat olup, derideki özel noktalarda (akupunktur noktaları) ağrı yaparak (yani iğne batırarak) iç organların görevlerini etkilemek mümkün olabilir.

3) Akupunktur noktalarının varlığının histolojik olarak gösterilmesi ve Kirliun Fotoğrafi Tekniği ile resimlerinin çekilmesi.

4) Akupunkturun bir çeşit hipnoz olmadığı; çünkü hem küçük çocuklarda, hem de hayvanlarda uygulanmakta ve iyi sonuç alınmaktadır. Cerahi işlemler için uyuşturma, hipnozla insanların % 10’unda sağlanırken, akupunkturla % 70-95 başarılı olunmaktadır.

Elektronik akupunktur: İğneli akupunktur tedavisinin temel prensiblerinden hareketle elektronik akupunktur yapılmıştır. Elektroniğin tıpta uygulanması sonucu ortaya çıkan bu alet iğnesiz, doktor nezaretine gerek duymadan her yerde ve her zaman uygulanabilmektedir. Hastaya zarar vermemekte ve iğne akupunkturu kadar da başarılı olmaktadır. Elektronik akupunktur ile astım, bronşit, öksürük, adet bozukluğu ve kadın hastalıkları, baş ağrısı, migren, sinüzit, nezle, boyun tutulması, kireçlenme, sinir ağrıları, bacak felci, bayılma, barsak ve böbrek hastalıkları, basur, diş ağrısı, dirsek mafsal ağrıları ve kireçlenmesi, diz mafsal ağrısı ve kireçlenmesi, el ve kol felci ve adale ağrısı, göz yorgunluğu, gastrit-ülser, işitme zorluğu, kulak çınlaması, ishal, idrar kaçırma, kabızlık, kaburgalardaki sinir ağrıları, kusma ve bulantı, karaciğer hastalığı, kramp, kulunç, bel ağrısı, mide sarkması, mesane iltihabı, omuz ağrısı, romatizma, siyatik, şeker hastalığı, tansiyon yüksekliği, umumi halsizlik, uykusuzluk, terlemeyi önleme, yüz felci, depresyon, çarpıntı, bacak şişliği gibi çeşitli hastalıklar tedavi edilmektedir.

Akupunkturun vücuda yaptığı etkiler: İnsan vücudunda kendi kendini tedavi etme hassası mevcuttur; fakat vücut çeşitli tesirler sebebi ile kendini tedavide aciz kalır. Bu durumda, muhtelif tedavi usulleri ile vücuda yardımcı olunur.

Akupunktur da bir tedavi usulü olup, vücuda yardımcı olduğu hususlar şunlardır:

1. Çevresel ve merkezi sinir sistemini ve buna bağlı olan kas sistemini elektronik şoklarla uyararak sinirlere ve kaslara aktivite ve canlılık kazandırır.

2. Beyin ile kas ve organlar arasındaki irtibatı sağlayan sinir sistemindeki uyuşukluğu ve rahatsızlığı tedavi ederek organların normal çalışmasını sağlar.

3. Organların hücrelerindeki enerji dengesini düzenliyerek organın normal çalışmasını sağlar.

4. Vibrasyon tesiri ile kasılmış kasları gevşeterek, sıkışmış olan sinir ve damarları rahatlatır.

5. Motor sinir sistemine tatbik edildiğinde kaslarda meydana gelen kasılmalarla genişlemiş olan damarların hareketini hızlandırır.

6. Sinir sistemi yardımı ile adalenin kasılıp gevşemesi, damarlar üzerine pompa tesiri yapar ve kan dolaşımı düzenlenmiş olur.

7. Akupunktur noktaları, aynı zamanda vücudun tamir ve bakım servisi durumunda olan ve endorfin, enkafalin, histamin gibi maddeleri üreten merkezlerin bulunduğu bölgeler olduğu için, bu noktaların elektronik şoklarla uyarılması ilgili merkezlerin üretimini hızlandırır ve vücudun kendi kendini tedavisi kolaylaşır.

8. Vücut, ağrı kesici maddeleri kendisi üreterek kendi kendisinin ağrısını kesme imkanına sahip olduğu için, elektronik şoklar, ağrıyan bölgede bu üretimi artırarak ağrının kısa zamanda kesilmesini sağlar.

9. Ağrı kesici ilaçlar gibi vücudun her yerini uyuşturmaz. Sadece ağrıyan bölgenin ağrısını keser.

AKUSTİK

Alm. Akustik (f), Fr. Acustique, İng. Acoustics. Ses bilimi ve teknolojisi. Cami, tiyatro, konferans salonu gibi yerlerde sesin en az yankı ve en çok netlikle dinleyici kitlelere ulaştırılması büyük önem taşır.

Bir odanın akustiği, düzensiz yankılardan dolayı güzel bir sesi, bir konuşmayı bozarak sinir bozucu yapabilir. Ses yükselticiler, hoparlörler veya sesle ilgili herhangi bir sistemden çok şeyler beklenirken sonuç hayal kırıklığı olabilmektedir. İşte burada asıl problemin oda akustiği olduğu ortaya çıkmaktadır.

Akustik konusunda çalışmalara daha önceki devirlerdeki İslam mimarisinde olduğu gibi, Selçuklu ve Osmanlı mimarisinde de çok rastlanır. Binlerce insanın ibadet ettiği camilerde yankı özellikleri en ince noktalarına kadar incelenmiştir. İmamın sesinin dört bir köşeden duyulabilmesi için bütün tedbirler alınmıştır. Ecdat yadigarı bu ulu ibadethanelerde bugün de hiç bir yayın cihazına lüzum görülmeden ses her taraftan rahatça işitilebilmektedir.

Büyük Türk Mimarı Sinan’ın, Süleymaniye Camiini yaptığı sıralarda, bu meşhur sanat adamını çekemeyenler, kendisini Kanuni Sultan Süleyman’a; “Cami yapılırken kubbenin altına yan gelip nargile fokurdatır, bu ne iştir?” diye şikayet etmişlerdi. Padişah ani olarak cami inşaasını teftişe gitti. Hakikaten Mimar Sinan’ı, nargilesi yanında kubbenin altında bir mindere oturmuş gördü. Çatık bir yüzle Sinan’a;

"Bre bu ne hal Koca Sinan?" diye sordu. Mimar Sinan sükunetle; "Padişahım, dedi. Kerem edip şu nargileyi bir gözden geçirseniz."

Kanuni, gözünü nargileden tarafa çevirince hayret etti. Çünkü, nargilenin üstünde tömbeki yoktu, fokurdayan, sadece su idi. Sinan, padişaha dönerek şu sözleri söyledi:

"Şevketlüm, bu nargileyi burada sırf fokurtusundan faydalanmak için bulunduruyorum. Bu ses bana, bu camide okunacak Kur’an-ı kerim seslerinin, caminin her tarafına yayılması ve her tarafta aynı şekilde işitilmesi için icab eden tedbirleri almama yardım eder." Büyük sanatkar, böylece akustik tertibatı alıyordu.

Avrupalılarda ise akustik konusunda ilk ciddi çalışma, Harward Ünversitesi konferans salonunun akustiğinin çok bozuk olduğunu fark eden W.C.W. Sabine tarafından yapılmıştır (1900).

Ses yansıması: Kısa uzaklıklarda yansıyan ses, ana sesin bir devamı gibi duyulur. Bu, tam olmayan yankıdır. Sesin çıkış noktasıyla yansıdığı nokta arasında uzun bir mesafe varsa “tam yankı” teşekkül eder. Boş bir odada konuşulduğu yahut yüründüğü zaman ayak sesleri veya konuşma sesi dağılmadan geri döner. Yankıya yol açan böyle bir oda, mesela bir müze salonu “canlı oda” olarak; eşyanın ve yapım malzemesinin yankıyı en aza indirecek şekilde düzenlendiği bir oda ise “ölü oda” olarak isimlendirilir. “Yankısız salon”lar, özel maddelerle yapılmış ve döşenmiş ölü odalardır. Tamamen ses emici maddelerden yapılmış bu salonlarda her türlü sesli cihazın, mesela hoparlör, mikrofon gibi aletlerin kalite denemeleri yapılır.

Akustik yardımıyla sesin yansıma özelliklerinin bilinmesinden faydalanılarak deniz derinliklerini ölçmek de mümkün olmuştur.

Yankı zamanı:Bir sesin işitilmesi ile bu sesin bir veya daha fazla yansımasından doğan yankının duyulması arasında geçen zaman yankı zamanıdır. Bu terim akustik mühendislerince, verilen kapalı bir salonun akustik özelliklerini hesaplamada kullanılır. Bu zaman, bir ses dalgasının değerinin bir milyonda birine düşmesi için gereken zamandır. “Canlı” bir odanın yankı zamanı saniyelerce sürebilirken, ses emici eşyalarla kaplanmış bir ölü odanın yankı zamanı bir saniyenin küçük bir parçasıdır. Yankı zamanının uzun olduğu bazı kapalı yerlerde ses etkili ve renkli bir duruma gelir. Bu da yapılışa bağlı olan bir akustik özelliğidir. Bu olayın en iyi örneğine camilerimizde rastlanır.

Yankı zamanı, odanın hacmiyle doğru orantılı olup, etraftaki eşya ve duvarların ses absorbsiyon gücü ile de kısmen ters orantılıdır. Absorbsiyonu bulmak için, yüzeyin alanı aynı yüzeyin ses absorbsiyon katsayısı ile çarpılır. Bütün yüzeylerin bu şekilde hesaplanmış olan değerlerinin toplamı ise, odanın toplam ses emme gücünü ortaya koyar.

Ses emiciler:Absorbsiyon katsayılarına bakıldığında, bazı maddelerin diğerlerinden daha iyi ses emdiği görülür. Bu, maddeye yöneltilen ses enerjisinin, emilen enerjiye oranına bakılarak bulunur. Pürüzsüz yüzeylerin absorbsiyon katsayısı düşüktür.

Bazı yüzeylerin absorbsiyon katsayıları:

Sıvalı yüzeyler: 0,03

Tahta kaplamaları: 0,10

Halılar: 0,25

Celotex denilen özel izolasyon maddesi: 0,60

Pürüzü hiç olmayan bazı yerlerde absorbsiyon katsayısı 0 civarındayken, bazı özel ses izolasyon maddelerinde 1,00’a ulaşır.

Bir ses kayıt stüdyosunda kaydedilen ses için yankı zamanı hayati önem taşır. Sesin ön planda olduğu tiyatro, konferans salonu gibi yerlerde yankı zamanının düşük tutulması istenir. Buralarda yankı zamanı bir saniyenin altında olmalıdır. Ses kayıt stüdyolarında yankı zamanı bir saniyenin çok altındadır.

AKÜMÜLATÖR

Alm. Akkumulator (m), Fr. Accumolateur, İng. Accumulator. Elektrik enerjisini kimyevi enerjiye çevirerek depolayan ve depolanan kimyevi enerjiyi istendiğinde elektrik enerjisi olarak dışarı verebilen araç. Akümülatöre “akü” de denir. Pratikte kullanılan aküler başlıca iki kısma ayrılır: Asitli (kurşunlu) ve bazlı (demir-nikelli) akü.

Asitli aküler : İlk olarak 1859’da yapılmıştır. Bugün hala kullanılmaktadır. Dolmuş (şarjlı) durumdayken, pozitif elektrot (PbO2), negatif elektrot ise saf kurşundan ibarettir. Her iki elektrodun içine daldırıldığı elektrolit denen sıvı seyreltilmiş sülfirik asit (H2SO4) eriyiğidir. Akünün dış kabı ise kurşunla kaplanmış tahtadan, camdan veya bakalittendir. Pozitif elektrot koyu kahverengi; negatif elektrot ise gri renktedir. Pozitif elektrod, yüzeyi arttırmak için birbirine bağlı düşey ve yatay kaburgalardan meydana gelen levhalar halindedir. Bu levhalar formasyon denen işlemle PbO2 tabakası ile kaplanır. Negatif elektrod ise hücrelerine hamur halinde PbO doldurulmuş ızgara şeklindedir. İlk doldurma esnasında PbO, hidrojen iyonları sebebiyle gözenekli Pb haline gelir. Levha sayısı çok olduğu zaman (+) ve (-) levhalar kendi aralarında paralel olarak bağlanır. Dış tarafta negatif elektrod bulunması için negatif levha sayısı bir fazla alınır. Levhalar arasına seperatör denen kağıt veya plastik levhalar konularak levhaların aralığı muhafaza edilir ve birbirleriyle teması önlenir. Akülerin doldurulması ve boşaltılması hallerinde meydana gelen reaksiyonlar genel olarak şöyle gösterilir:

Pb+PbO2+2H2SO4 <==> 2PbSO4+2H2O

Boşalma (deşarj) esnasında reaksiyon sağa doğru, dolma (şarj) esnasında ise sola doğru meydana gelir.

Boşalma durumunda elektrodların ikisi de sülfat haline geçerler. Sülfirikasit eriyiğinin konsantrasyonu azalır. Dolma esnasında ise eriyiğin konsantrasyonu artar; yani su azalır. Dolayısıyle yoğunluk artar Dolma ve boşalma esnasındaki konsantrasyon dolayısıyla özgül ağırlıktaki değişme, akünün yük durumunu tespit etmekte kullanılır. Bu maksatla özgül ağırlık areometre ile kontrol edilir. Asit ne kadar hafifse, areometre o kadar derine batar. Dolmuş aküde yoğunluk, takriben 1,2 gr/cm3 civarında olmalıdır. Boşalan aküde ise 1,16 gr/cm3den daha düşük olmamalıdır.

Bir kurşunlu akünün elektrodları arasındaki potansiyel farkı; eriyiğin yoğunluğuna, dolma-boşalma durumuna ve çekilen akıma bağlıdır. Dolmuş durumda akünün potansiyel farkı 2 volt civarındadır. Bu değer boşalırken düşer. Pratikte takriben 1,8 voltun altında boşaltma yapmamak uygundur. Bu değerin altına düşünce sülfatlaşma denen PbSO4 kristalleri teşekkül eder ve levhalar sertleşir. Ayrıca bir aküyü uzun süre boş bırakmak da sülfatlaşmaya sebeb olur. Dolma işlemi sonuna doğru potansiyel farkı 2,8 volta kadar yükseldiğinde, negatif elektroda gelen hidrojen iyonları birleşecek PbSO4 molekülü bulamayınca asit teşekkülü azalır ve hidrojen kaçmaya başlar. Buna akünün boşalması (kaynaması) denir.

Boşalma sırasında bir akünün verebileceği elektrik miktarına akünün kapasitesi denir. Seri bağlı bataryada kapasitesine, paralel bağlılarda ise hepsinin toplamına eşittir. Kapasite amper-saat (Ah) birimi ile ölçülür. Boşalırken çekilen elektrik miktarının, doldurulma esnasındaki elektrik miktarına oranına Ah (amper-saat) verimi denir. Bunun yanında aküden alınan enerjinin, doldurulurken verilen enerjiye oranına (watt-saat) verimi denir. Kurşunlu akülerde Ah verimi % 90, Wh verimi % 70-80 civarındadır.

Bazlı (demir-nikelli) aküler: Pozitif elektrod Ni (OH)2, negatif elektrod ise demirdir. Elektrolit KOH, kabı ise demir saçtan yapılmıştır. Levhaları asitli aküler gibi ızgara şeklindedir. Bu akülerde reaksiyonlar şu şekilde cereyan eder:

Fe+KOH+2Ni(OH)3 ¾® Fe(OH)2+KOH+2 Ni (OH)2

Boşalmada sağa doğru, dolmada sola doğru olan reaksiyon vereyan eder. Bazlı akülerde konsantrasyon değişmez. Bazlı akü gerilimi 1,5 volt civarındadır. Boşalırken 1,1 volta kadar düşer. Dolmada ise 1,8 volta kadar yükselir. Bazlı akülerin her iki verimi de diğer tip akülerden daha düşüktür ve maliyeti daha fazladır. Buna rağmen hafif ve dayanıklıdır.

Demir-nikelli akülerin yanında, demir yerine kadmiyum kullanılan aküler de vardır. Son zamanlarda gümüş-çinko üzerinde de çalışmalar vardır.

Akülerin kullanılma alanları: Kurşunlu akülerin kullanılma alanları kendinden hareketli, hareketli ve durgun olmak üzere sınıflandırılır. Bu sınıflandırmaya göre farklı şekillerde yapılırlar. Kendinden hareketli olanlar motora ilk hareketi vermek için otomobil ve kamyonlarda kullanılır. Hareketli olanlar, tramvayların ve maden ocaklarındaki lokomotiflerin çalıştırılmasında ve trenlerdeki havalandırma ve ışıklandırma sistemlerinde gerekli gücü sağlamakta kullanılır. Bunlarda pozitif levhalar daha kalındır. Çünkü çok sık yüklenip boşaldıklarından etkin madde kaybı büyük olur.

Üçüncü sınıf olan durgun aküler ise hastahane, telefon santralleri, demiryolu işaret merkezlerinde ve yedek bir güce ihtiyaç duyulan pek çok yerde elektrik gücü sağlamakta kullanılır. Bu türlerde uzun ömürlülük önemlidir. Hacim ve ağırlık ikinci plandadır.

AKVAMARİN

Alm. Aquamarin (m), Fr. Aique-marine, İng. Aquamarine. Beril mineralinin, mücevher olarak kullanılan soluk mavi-yeşil renkli türü. Berilin en bol bulunan türlerinden olan akvamarin (veya akuamarin), pegmatit kayaçların içinde, zümrütten daha iri ve daha parlak kristaller halinde bulunur. Brezilya’da çıkartılan tümüyle saydam bir akvamarin kristali 110 kg gelmiştir. En zengin akvamarin yatakları Brezilya’dadır. Ayrıca Sovyetler Birliği’nde, Madagaskar’da, Srilanka’da Hindistan’da ve ABD’nin bazı bölgelerinde akvamarin yatakları mevcuttur.

AKVARYUM

Alm. Aquarium (n), Fr. Aquarium, İng. Aquarium.Su hayvanlarının ve bitkilerinin inceleme veya gösterme, seyrettirme gayesiyle içine konduğu kap. Akvaryumlar, tam tanınmayan su hayvanlarının veya bitkilerinin ilim adamları tarafından incelenmesi için kullanıldığı gibi, bunların halka tanıtılması veya evlerde süs balıkları yetiştirilmesi gibi maksatlarla da kullanılır. Çinliler çok eski zamanlardan beri akvaryumu bilmekte ve halen de süs balıkları yetiştirerek ticaretini yapmaktadırlar.

Evde bir akvaryum kurmak çok kolay ve zevkli bir iştir. Cam kavanozlar en basit akvaryumlardır. Ağzı dar akvaryum küvetinin içine normal hava basıncı ile daha az oksijen girer. Geniş ağızlı akvaryumlar daha sıhhidir. Akvaryumlar, genellikle dikdörtgen prizma şeklindedir.

Akvaryumlar, ısı, ışık, besin, tatlılık ve tuzluluk bakımından barındırdığı canlıların tabii yaşama ortamına uygun hazırlanmalı, aynı zamanda akvaryumda hayvan ve bitkiler arasında biyolojik denge bulunmalıdır. Böyle dengeli bir akvaryumda suyu sık sık değiştirmeye lüzum yoktur.

Akvaryum sun'i ve tabii yollarla aydınlatılmalı ve suyun sıcaklığı, içindeki canlıların yaşama muhitine uygun hazırlanmalıdır. Balıklar genelde 21-27 dereceler arasında yaşarlar. İdeal akvaryum ısısı 24 derecedir.

Balıklar, ağızlarından aldıkları suyu solungaçlarından geçirirken solungaçlardaki kılcal damarlarla suyun oksijenini alıp çevreye karbondioksit verirler. Akvaryumdaki yeşil bitkiler ışık karşısında karbondioksidi kullanarak kendilerine besin üretir ve oksijen verirler. Böylece sudaki balıkların solunumuna yardımcı olurlar. Akvaryum suyunda oksijen azaldığı taktirde balıklarda solunum yetmezliği belirir. Aşırı karbondioksit birikimi balıkların ölümüne sebep olabilir.

Akvaryumda dipte biriken karbondioksit gazını dışarı atmak ve muhite oksijen kazandırmak için, havalandırma sistemine ihtiyaç duyulur. Bitkice zengin akvaryumlarda havalandırmaya pek ihtiyaç duyulmaz. Akvaryumun temizliği için bir kaç su salyangozu ile çöpçü balığı da koymalıdır. Böyle akvaryumlarda yılda bir veya iki defa su değiştirmek yeterlidir. Su değiştirilirken balıklar bir kepçe ile su dolu başka bir kaba aktarılmalıdır. Balıkları zedelememek için tutmaktan sakınmalıdır. Musluk suyu direkt olarak doldurulmaz. Ancak iyice kaynatıldıktan ve kaptan kaba aktarılıp havalandırıldıktan sonra akvaryuma boşaltılmalıdır. Bu arada bitkilerin zedelenmemesine dikkat etmelidir.

Balıkların beslenmesi için akvaryum mağazalarından paketlenmiş kuru yemler almak en uygunudur. Bu yemleri, küflenmemesi için kuru yerlerde saklamalıdır. Kıyılmış kurtçuk gibi canlı yemler de zaman zaman verilebilir ancak bunu aşırı hale getirmemelidir.

Akvaryumlarda en çok melek balığı, siyam kavgacı balığı, değişik renklerde sazan balığı yetiştirilir.

1853 yılında ilk canlı akvaryum Londra’da halka açılmıştır. Napoli, Monaco, San Fransisko, Şikago ve Florida’da da halka açık gelişmiş akvaryumlar vardır. Akvaryumculuk, Avrupa’ya Çin ve Japonya’dan geçmiştir.

AKYUVARLAR

Alm. Weisses Blutkörperchen (n), Leukozyte, Fr. Globule blanc, leucocyte, İng. White corpuscle, leucocyte. Kanın beyaz veya renksiz hücreleri. Akyuvarlar mikroplara karşı vücudumuzun başlıca koruyucusudur. Bunların birkaç çeşidi olup bir kısmı direkt mikrobu yutma görevini üstlenirken bir başka çeşidi de mikroplara karşı dolaylı savunmayı sağlayan korunma maddelerini (antikorları) yapmaktadır.

Çeşitleri: Çekirdekleri tanecikli olanlar (granülositler): Bunların asıl görevi, giren mikrobu yutmak ve sindirmek (fagositoz)dur. Granülositlerin de alt çeşitleri vardır. Bunlar boyalarla boyanmalarına göre Nötrofil, Bazofil ve Eozinofil lökositler olarak adlandırılırlar.

Lenfositler ve plazma hücreleri: Bu tip hücrelerin görevleri dolaylı savunma sağlayan maddeleri yapmaktır. Bu maddelere “Antikor” ismi verilir. Çekirdekleri hücreye göre küçüktür.

Monositler: Bunlar da, vazifeleri mikropları yutmak olan akyuvarlardır. Çekirdekleri böbrek veya fasülye tanesi biçimindedir.

Bir yer zedelenince akyuvarlar oraya üşüşürler. İçeri giren bakterinin üzerine saldırırlar. Bu akyuvarlardan bazıları ölse bile yerlerini hemen yenileri alır. Yaranın çevresinde biriken akyuvarlar, bakteriler ve ölü hücrelerle birlikte irin (cerahat) adını alarak yaradan dışarı akarlar.

Normalde bir mm3 kanda bulunan akyuvar sayısı 4-10 bin arasındadır. Bulaşıcı hastalıklarda bu sayı çok fazla artar ve bir mm3 kanda 30.000-50.000’i bulur. Özellikle streptokok, stafilokok, gonokok denilen mikrop gruplarının yaptığı hastalıklarda akyuvar sayısı çok artar. Kan kanserlerinde akyuvar sayısı çok daha fazladır. Hatta bütün kemik iliğini akyuvarlar ve bunların ana hücreleri istila edebilir. Ancak bu akyuvarlar görev yapamaz durumda, başıboş üreyen ve kanser hücresi niteliğini almış hücrelerdir. Sebebi bilinmeyen bazı hastalıklarda da akyuvar sayısının aşırı arttığı görülür.

Akyuvarlar, kemik iliğinde yapılır. Kemik iliğindeki nötrofillerin sayısı dolaşımdakilerden çok fazladır. Dolaşıma girip de hayatları boyunca dolaşımda kalanların ömürleri 30 saat kadardır. Kandaki akyuvar sayısı saatten saate değişir. Sabahları azdır, öğleye doğru en yüksek seviyesine ulaşır.

Akyuvar azalmasına “Leukopeni” denir. Bazı hastalıklarda, akyuvarların azaldığı görülür. Bazı kansızlıklarda (anemilerde), kan kanserlerinin bazı tiplerinde, insan bağışıklık sistemini tutan bir kısım habis hastalıklarda, mikrobik hastalıkların bazılarında ve bazı antibiyotikler ile değişik ilaçlar te'siriyle akyuvar sayısı normalin altına iner. Granülositlerin kemik iliğinden direkt kana verilmesine karşı lenfositler dolaşım sistemine lenf (akkan) yollarından girip kana karışırlar. İnsanda, yalnız göğüs akkan kanalı yoluyla 3.5 milyar lenfositin dolaşıma geçtiği hesaplanmıştır. Lenfositler de büyük ve küçük olmak üzere iki çeşitte ele alınabilir. Küçük lenfositler allerji reaksiyonlarından sorumludur.