AHMED MUHİB DRANAS

Asrımız şair ve tiyatro eseri yazarlarından. Sinop’ta 1909 yılında doğdu. İlk ve orta tahsilini Ankara’da tamamladıktan sonra, önce Hukuk sonra Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümüne devam etti. Fakat ikisini de tamamlayamadı. 1938 yılından itibaren 4 sene kadar Halkevleri Kültür ve Sanat Yayın Müdürlüğü, daha sonra Çocuk Esirgeme Kurumu Yayın Müdürlüğü yaptı. Bir ara siyasetle de uğraşan Muhib Dranas, 1957 yılında Çocuk Esirgeme Kurumunun başkanı oldu. 1960 yılında ise Anadolu Ajansı yönetim kurulu başkanlığı görevinde bulundu.

Edebiyatta güzelliği ön planda tutan Dranas, az fakat öz şiirleri ile kendisinden söz ettirmiştir. İlk şiirini 15 Eylül 1926 tarihinde yayınlayan Dranas, Fransız şairlerinden Baudelarie’nin etkisinde kalmıştır. Şair, lirik bir şiir anlayışla hece veznine yeni bir anlayış getirmiştir. İlhamına modern resmin rehberlik ettiği şair, ilk şiirlerinde, konu bakımından Necib Fazıl ve Faruk Nafiz tesirindedir. Şiirleri insanı stepe çeker ve ekseriya hatıralara dayanır. Açık ve akıcı bir dili vardır. Üslubu tabii olup  yapmacıktan uzaktır. Eserlerinde samimi ve konuşma lisanına yakın bir üslup kullanmaktadır. Halk şiir geleneğine fazla bağlı kalmakla beraber, hece akımını kendine göre değiştirerek, kendine has bir ifade tarzı ortaya koymuştur. Hecede yaptığı yeniliklerden biri durakları kaldırması ve gelenekte görülmeyen vezinleri kullanmasıdır. Fransızca’dan çevirdiği O Böyle İstemezdi adlı piyesi şehir tiyatrosunda oynandı. Şiirleri bir kitapta toplanmıştır. Ayrıca Gölgeler adlı tiyatro eseri ile piyes armağanını kazanmıştır. Şair 1980’de vefat etmiştir.

TESTİ

Dolu bir testi idim ben

Başaşağı ettiniz beni

Eh boşalıverdim derken

İyi mi ettiniz yani!

 

Sevgiler vardır içimde

Ezgiler vardı, iyilikler...

Boşaltıverdiniz, hem de

Düşürüp kırmaktan beter.

 

Hoş yine bir testiyim ben,

Yine varım ama bomboş 

AHMED MUHTAR PAŞA

93 Harbinin doğu cephesi kumandanı ve Osmanlı sadrazamı. 1839’da Bursa’da doğdu.

Bursa Askeri Lisesini bitirdikten sonra, İstanbul’da Harbiye’ye devam etti. Buradan 1861’de kurmay yüzbaşı olarak orduya katıldı. Hersek isyanının bastırılmasında ve Karadağ savaşlarında bulundu. Ostrok muharebesinde yaralandı. 1864’te Kozan’daki isyanı bastırmakla görevlendirildi. Bu görevden döndükten kısa bir süre sonra Sultan Abdülaziz Hanın oğlu Yusuf İzzeddin Efendinin öğretmenliğine memur edildi. Sultan Abdülaziz’in Avrupa seyahati sırasında Yusuf İzzeddin Efendi ile beraber Padişahın maiyyetinde bulundu.

1870’te Yemen’in merkeze bağlanması için gönderilen ordunun başına geçirildi. Yemen’deki başarılarından dolayı mareşalliğe yükseltildi ve Yemen valiliği verildi. 1873’de kısa bir süre Nafia nazırlığı yapan Ahmed Muhtar Paşa, meşhur 93 Harbi başladığı sırada Erzurum’daki 4.Ordu Kumandanlığı vazifesinde bulunuyordu.

93 Harbi esnasında Zivin, Gedikler ve Yahniler muharebelerinde Rusları yendi. Kazandığı bu zaferler sebebiyle Sultan İkinci Abdülhamid tarafından “Gazi”lik ünvanı ve Murassa Osmani Nişanı verildi. Bu arada çok kıymetli altın bir kılıç da hediye edildi. Ahmed Muhtar Paşa, Yahniler Savaşından on bir gün sonra vuku bulan Alacadağ Muharebesinde kısmi başarılar elde ettiyse de, neticenin aleyhte olacağını düşünerek orduyu geri çekmiştir. Aynı harbin devamı  esnasında Tuna cephesinde tehlikenin artması üzerine İstanbul’a davet edilerek, Çatalca hattı kumandanlığına getirildi. Bu görevden sonra Erkan-ı Harbiyye-i Umumiyye Reisliğine (Genelkurmay Başkanlığına) tayin edildi ve 1892’de Mısır fevkalade komiserliğine getirildi.

1908’de Meşrutiyetin ilanıyla Ayan Meclisi üyeliğine getirildi. Bu görevindeki ilk icraatı Mebuslar Meclisi toplantısında Sultan Abdülhamid Hanın hal’ edilmesini teklif etmek oldu. Nitekim bu teklifin neticesinde Sultan tahtından indirildi. 1911’de Ayan Meclisi reisliğine tayin olan Ahmed Muhtar Paşa, 22 Temmuz 1912’de sadrazam oldu. Kurduğu kabinede, üç eski sadrazam nazır olarak bulunduğu için, “Büyük kabine” olarak zikredilir. Bu kabinede bulunan eski sadrazamlar; Kamil Paşa, Avlonyalı Ferid Paşa ve Hüseyin Hilmi Paşadır. Aynı zamanda kabinede, oğlu Mahmud Muhtar Paşanın bulunmasından dolayı “Baba-oğul kabinesi” olarak da anılır. Sadareti sırasında Balkan Savaşı başladı. Başarısızlıkları yüzünden sadaretten çekilmek zorunda kaldı.

1919 yılında İstanbul’da vefat eden Ahmed Muhtar Paşa, Fatih Camii avlusunda medfundur. Matematik, takvim ve astronomi alanlarında çalışmalar yapan Ahmed Muhtar Paşanın yazdığı eserlerden bazıları şunlardır:

Riyaz-ül-Muhtar ve Mirat-ül-Mikat ve’l- Edvar ve bu eserin zeyli Mecmuay-ı Eşkali, Islahü’t-Takvim, Takvimü’s-Sinin, Takvim-i Mali, Sergüzeşt-i Hayatım’ın cildi sanisi, 1294-Anadolu’da Rus Muharebesi.

AHMED NAİM BEY

Asrımız ilim ve fikir adamlarından. Babanzade ailesinden Mustafa Zihni Paşanın oğludur. 1873 (H. 1290) yılında Bağdat’ta doğdu. 1934 (H. 1352)te İstanbul’da vefat etti.

İlk tahsilini Bağdat’ta yaptıktan sonra İstanbul’a gelerek Galatasaray Lisesine girdi. Buradan sonra Mülkiye Mektebini bitirdi. İlk olarak Hariciye Nezareti tercüme odasına girerek memuriyete başladı. İkinci Meşrutiyetin ilanından sonra, Maarife (Milli Eğitim) geçerek Yüksek Tedrisat Müdürlüğü yaptı. 1912 yıllarında Galatasaray Sultanisinde Arapça okuttu. 1914’te Darülfünun’a geçerek felsefe grubu dersleri okuttu. Felsefe üzerinde Fransızcadan tercümeler yaptı. Darülfünunda 22 yıl profesörlük yaptı. 1933 senesinde Darülfünun lağv edilince, kıymeti bilinmeyerek açıkta bırakıldı. Bunun üzerine emekliye ayrıldı. Evinde ilmi çalışmalar ile meşgul olmaya başladı. 13 Ağustos 1934 (H. 1352)te namaz kılarken kalp sektesinden vefat etti. Kabri, Edirnekapı Kabristanındadır.

Ahmed Naim Bey, dinine bağlı tam bir Müslüman idi. Arapça ve Fransızcayı iyi bilirdi. Felsefe alimi idi. Felsefi tabirlerin Türkçe karşılıklarını bulmakta benzeri yoktu. Tevfik Fikret ile Abdullah Cevdet’in İslam düşmanlıklarını hiç beğenmez, onları reddederdi. 1928 yılında bazı profesörlerin hazırladığı dinde reform isteyen, camilere sıra, sandalye konulmasını, müzik çalınmasını teklif eden raporu imzalamayan iki profesörden biriydi. Tevfik Fikret için; “Manevi en büyük destekten mahrum, bedbaht ölmeye mahkum bir kimsedir.” derdi. Ahmed Naim Bey, kuru bir mütercim değil, aynı zamanda mütefekkirdi. İlmi tercüme hareketini başlatmıştı. Garb filozoflarından iki-üçü dışında hiçbir filozofun, Allahü tealanın varlığını inkar etmediğini söylerdi. Tevfik Fikret’in niçin dalalete düştüğüne şaşardı.

Eserleri:

1) Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi(Dördüncü cilde kadar tercüme ve iki cildini neşretti. Ancak tamamlamadan vefat etti. Kalan ciltleri tamamlayanlar kendi şahsi görüşlerini esere sokmuşlardır.) 2) Ahlak-ı İslamiyye Esasları, 3) Dava-yı Kavmiyyet, 4) Felsefe Dersleri, 5) Hadis-i Erbain Tercümesi, 6) İlm-ün-Nefs (psikoloji), 7) Mantık, 8) Temrinat’tır.

AHMED PAŞA

On beşinci yüzyıl divan şairlerinden. Doğum yeri ve tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Kuvvetli bir medrese tahsili gördü. Bursa Muradiye Medresesinde müderrislik (hocalık) yaptı. Daha sonra 1451 yılında Edirne’ye kadı (hakim) oldu. Aynı zamanda İkinci Murad Hanın şehzadelerine hocalık yaptı. Fatih Sultan Mehmed Han, Hocası’na hürmet ederek onu vezir rütbesiyle yanında bulundurdu. Birçok alim ve edibi padişaha tavsiye ederek onlara yardım etti. Bir ara azledildiyse de yazdığı Kerem adlı kasidesini padişaha takdim edince, Bursa’da Orhan Gazi ve Muradiye medreseleri mütevelliliğine gönderildi. İkinci Bayezid devrinde Bursa sancak beyi oldu. Bu görevde iken 1497 yılında vefat etti. Türbesi, Bursa’da yaptırdığı medresenin yanındadır. Ahmed Paşa, on beşinci yüzyılda Şeyhi’den sonra yetişen en büyük divan şairidir. Bazıları onu Şeyhi’den de üstün görmektedir. Şiir dilinin sadeliği ve sanat yönü ile devrindeki şairlerin üstünlerindendir. Kendisinden sonra gelen Abdülbaki ve Necati gibi şairlerde tesirleri görülmektedir. Devrinde sadece Anadolu’da değil aynı zamanda İran ve Türkistan’da da tanınmış ve zevkle okunmuştur. Şiirlerinde dini konulara az yer vermiştir. Divan'ı vardır. Aşağıdaki şu gazeli, sanatı için bir örnek teşkil edebilir.

Ey fitnesi çok kavli yalan yandım elinden

Bir nazile bin gönlüm alan yandım elinden

 

Sen şem gibi gayr ile mecliste gülersin

Ben akıdırım yaş ile kan yandım elinden

 

Her har ile sen sohbet edersin dün ü gün ben

Derdin ederim munis-i can yandım elinden

 

Ahmed çeke cevrini, göre lütfunu ağyar

Ey şefkati az şuh-ı cihan yandım elinden 

AHMED PAŞA (Ankebut)

Osmanlı veziri. Enderunda yetişti. Mirahurluk ve Sancakbeyliğinde bulundu. Girit Seferine serdar olarak katılarak büyük yararlıklar gösterdi. Budin Beylerbeyliği ve Çanakkale Boğazı Muhafızlığında bulundu. Köprülü Mehmed Paşa, 1657’de Boğaz Seferine çıkınca İstanbul’da Sadaret Kaymakamı olarak kaldı. Karaman Beylerbeyliğinde de bulunan Ahmed Paşa, 1661’de Girit Serdarlığına getirildi. Girit’in fethinden sonra adada kalarak, adayı içten ve dıştan gelecek saldırılara karşı koruyup, huzuru temin etti. Vefatına kadar burada kalıp 1680 yılında Hanya’da vefat etti. Kandiye’de kiliseden çevrilme bir camisi vardır.

AHMED PAŞA;

(Bkz. Gedik Ahmed Paşa)

AHMED PAŞA (Kara)

Osmanlı veziriazamı. Arnavutluk’tan devşirilerek Enderun-ı hümayuna alındı. Burada yetişip Kapıcıbaşı ve Mir-i alem olduktan sonra 1521 yılında Yeniçeriağalığı ile vazifelendirildi. Rumeli Beylerbeyi oldu. 1543’te Macaristan Seferine iştirak etti.

İkinci vezir olarak Doğu Anadolu ve Gürcistan taraflarında fetihlerde bulundu. Kemah’ta İranlıları büyük bir mağlubiyete uğrattı (1549). Sokullu Mehmed Paşanın yerine Macaristan serdarlığına getirildi (1552). Tımaşvar’ı aldı. Eğri Kalesini muhasara etti ise de alamadı. Sulh yapıp Kanuni Sultan Süleyman’la birlikte İran Seferine katıldı (1553). Damad Rüstem Paşanın sadaretten azli üzerine veziriazamlığa tayin edildi (1553). Sefer dönüşünde suçlu görülerek bir divan toplantısı sonrasında arz odası önünde idam edildi (1555).

İyiliksever, cesur bir insan olan Ahmed Paşa, Yavuz Sultan Selim’in kızı Fatma Sultanla evli idi. İstanbul Topkapı’da inşa ettirmeye başladığı çinilerle süslü cami, ölümünden sonra tamamlandı. Kendisi de cami yakınına defnedildi. Ayrıca bir de medresesi vardır.

AHMED İBNİ KEMAL;

(Bkz. İbn-i Kemal Paşa)

AHMED PAŞA (Şehla, Hacı)

Osmanlı sadrazamı, hattat. Alanyalı Cafer Ağanın oğlu. Cidde valisi Alaiyeli Hacı Bekr Paşanın yeğenidir.

Foça’da doğdu. Tahsilden sonra amcası Hacı Bekr Paşanın Cidde'deyken kethüdalığında bulundu. Daha sonra İstanbul’a gelerek büyük mirahur oldu. Vezirlik verilerek Aydın muhassıllığına tayin edildi (1738). Bölgede eşkiyalık eden Sarıbeyoğlu’nun isyanını bastırmakla görevlendirildi ise de muvaffak olamadı. İvaz Mehmed Paşanın sadrazam ve serasker olması üzerine sadaret kaymakamlığına getirildi (1739). Aynı yıl nişancılığa tayin edildi. İstanbul’da çıkan bir isyanın bastırılmasında gösterdiği gayret neticesinde Padişahın takdirini kazanıp İvaz Mehmed Paşanın yerine sadrazam oldu (1740). Kendisinden beklenileni verememesi ve şahsi garezi sebebiyle başkalarıyla uğraşmasından dolayı vazifeden alınarak Rodos’a sürüldü (1742). Bir müddet sonra İçel sancağı arpalık olarak verilerek Rakka dolaylarında asayişin düzeltilmesi ile vazifelendirildi (1743). Aynı sene Sayda valisi, bilahare de Anadolu valisi ve Kars seraskeri oldu (1744). Bu vazifede iken İran kuvvetlerinin Kars’a hücumunu püskürttü. Hastalığı sebebiyle seraskerlikten ayrıldı. Haleb valiliği verildi. İkinci defa Anadolu valiliğine tayin edildi ise de 1745’te tekrar Halep valisi oldu. İki yıl sonra Diyarbekir sonra da Bağdat valiliğine tayin edildi. Asker arasındaki bir karışıklık sebebiyle istifa etti. Önce İçel sancağı arpalık olarak verildi (1748). Aynı yıl Mısır valiliği verildi ise de bilahare Adana’ya nakledildi (1750). Bu duruma üzülen Ahmed Paşa, Adana’ya gitmeyip İzmir’de ikamet etti. Bu halinden dolayı Padişah tarafından takdir edildi. Dördüncü defa Halep valiliğine tayininden (1752) bir sene sonra Halep’te vefat etti (1753).

Tedbirli, ilim aşığı, fikir ve görüşlerinde isabetli, iyilik yapmayı seven Ahmed Paşanın bir mektebi, çeşitli yerlerde çeşme ve hayratı vardır.

Sülüs ve nesihte Yedikuleli Abdullah Efendinin; talik yazısında Fındıkzade İbrahim Efendinin talebesi olan Ahmed Paşa bilhassa divani yazıda mahir, üstad idi. 

AHMED PAŞA (Şeker)

Ressam. 1841’de İstanbul’da doğdu. Asıl ismi Ahmed Ali’dir. Tıbbiye talebesiyken resime olan kabiliyetiyle dikkati çekti. Resim öğretmenliği yardımcılığı verildi. Tahsiline Harbiye’de devam etti. Sultan Abdülaziz’in emri ile resim öğrenimi için Paris’e gönderildi (1864). Paris Güzel Sanatlar Okulunda tahsil gördü. Eserleri, Abdülaziz Hanın da ziyaret ettiği sergide teşhir edildi (1869-1870). Okulunu başarı ile bitirdi. Mükafat olarak üç aylığına Roma’ya gönderildi. 1871’de yurda dönünce saray yaverliği ve Tıbbiye Mektebi resim öğretmenliğine tayin edildi. Fransızcası çok iyi olduğu için yabancı misafirlere teşrifatçılıkla vazifelendirildi. İnsanlara karşı hoş davranışları sebebi ile “Şeker” lakabını aldı. İstanbul Mercan’daki evinde bir resim atelyesi kurdu. Meraklılara resim sanatını öğretti. Bu arada rütbesi ferikliğe kadar yükseldi. Türkiye’deki ilk resim sergisini Divanyolu’nda Maarif Nezareti binasında açtı. Burada kendi natürmort ve peyzajlarını sergiledi. Şeker Ahmed Paşa, 1907’de İstanbul’da öldü. Resimlerinde daha çok cansız varlıklara ve tabiat manzaralarına yer vermiştir.

AHMED RASİM

Asrımız yazar ve gazetecilerindendir. Posta ve telgraf memuru olan Behaeddin Efendinin oğlu olup, 1864 yılında İstanbul’da doğdu. Doğmadan anne ve babası ayrıldığı için sıkıntılar içinde büyüdü. Annesinin ve akrabalarının yardımıyla, ilk mektebi sonra da 1883’te Darüşşafaka Lisesini birincilikle bitirdi.

Ahmed Rasim, okulu bitirdikten sonra bir müddet Posta ve Telgraf Nezaretinde memur olarak çalıştı. Ancak Ahmed Rasim, bu şekildeki bir memuriyetten sıkıldığı için, ayrıldı. İki defa Mearif Nezareti Teftiş Encümenine tayin edilmişse de, yine ayrıldı. Daha okul sıralarında iken ilgi duyduğu, hevesli olduğu yazarlık mesleğini 1927 yılına kadar aralıksız sürdürdü. Aynı sene İstanbul mebusu olarak meclise girdi. 21 Eylül 1933 tarihinde İstanbul’da vefat etti.

Ahmed Rasim, kalemi ile geçindiği için en çok eser veren yazarlardan biridir. Yazarlığa Ahmed Midhat Efendinin teşvikiyle başladı. İlk olarak Tercüman-ı Hakikat Gazetesinde Fransızcadan yaptığı bir tercümesi yayınlandı. Sonra sırasıyla, Ceride-i Havadis, Tercüman-ı Hakikat, Ma’lumat gibi gazetelere yazı yazmaya başladı. Bunun yanında Güneş, Gülşen, Sebat, Hamiyyet, Şafak, Servet, Tanin, Tasvir-i Efkar vb. dergilere yazı yazıyordu. Bazı yazılarında takma isimler kullanıyordu. Mesela Leyla, Feride, Hanımlara Mahsus gibi.

Ahmed Rasim, çeşitli konularda tarih, roman, şiir, otobiyografi, vb. birçok dalda eser vermiştir. İlkokullarda okutulmak için dört ciltlik bir Osmanlı Tarihi hazırlamıştır. Roman ve hikayeleri ilk acemilik devirlerine rastlar. Ahmed Rasim de bu roman ve hikayelerinde Ahmed Midhat Efendi gibi okuyucuya bilgi vermeye çalışmıştır. Şiirleri eski biçimde yazılmış şarkı ve gazellerden ibaret olup, Nedim’in tesirleri görülür. Fıkra ve hatıralarında ise İstanbul’un son yıllardaki halini tasvir etmiştir. Burada çeşitli insan tiplerini başarıyla tasvir etmiştir. Dünyayı ve insanları hoş ve gülünç tarafları ile ele alan Ahmed Rasim’in eserlerinde yaşama sevinci her şeye hakimdir. Edebi zevkte ve dilde orta bir yol tutma tarafdarıdır. Sayıca yüzden fazla olan eserlerinde canlı bir Türkçe kullanmıştır.

Romanları : Meyl-i Dil (1892), Nakam (1899), Kitabe-i Gam (1899), Hamamcı Ülfet (1922).

Fıkra ve makaleleri: Tarih ve Muharrir (1329), Şehir Mektubları (1316), Eşkal-i Zaman (1334), Muharrir Bu Ya (1926), Menakıb-ı İslam (1325).

Hatıraları: Gecelerim (1312 - 1316), Fuhş-ı Atik Fuhş-ı Cedid (1340), Muharrir, Şair, Edib (1342).

AHMED RATİB PAŞA

Osmanlı kaptan-ı deryalarından. 1711’de Mora Yenişehiri’nde doğdu. Topal Osman Paşanın oğludur. 1733 İran savaşları sırasında babasının şehid düşmesi üzerine kendisine vezirlikle serdar-ı ekremlik verildi. 1735’te Mora Muhassılı, 1740’ta Rumeli Beylerbeyi oldu. Aynı sene Sultan Üçüncü Ahmed Hanın kızlarından Ayşe Sultan ile evlendi. 1743’te kaptan-ı deryalığa getirildi. Bir yıl bu görevde kaldı. Mora, Rumeli, Eğriboz, Aydın, Tırhala, Vidin ve Yanya valiliklerinde bulundu. 1758’de Mora’da vefat etti. Ahmed Ratib Paşa şair ve hattat olarak da tanınmış olup basılmamış bir Divan'ı vardır.

AHMED REFİK ALTINAY

Türk tarihçisi ve yazar. 1880’de İstanbul’da doğdu. Babası Ürgüplü Ahmed Ağadır. Askeri Rüşdiye ve İdadisini bitirdi. 1898’de Mekteb-i Harbiyeden mezun oldu. Askeri okullarda coğrafya ve Fransızca dersleri verdi. 1908’de Harp Okulu tarih öğretmenliğine getirildi. Tercüman-ı Hakikat ve Millet gazetelerinin başyazarlığını yaptı. Balkan Savaşı sırasında Erkan-ı Harbiyye-i Umumiye tarafından sansür müfettişliğine getirildi. Savaş sonunda askerlik mesleğinden emekli oldu (1912). 1913’te bazı medreselerde tarih öğretmenliği yaptı. Birinci Dünya Savaşı sırasında yeniden orduya alındı. Bir süre sonra Sadrazam Mısırlı Said Halim Paşa ile araları açılınca arpa-saman memuriyeti ile Anadolu’ya tayin edildi. Savaştan sonra Darülfünunda Osmanlı tarihi dersleri verdi (1918). Türk Tarih Encümeni başkanlığına getirildi. 10 Ekim 1937’de ölen Ahmed Refik Altınay, Büyükada’ya defnedildi.

Ahmed Refik’in Edebiyat Fakültesi Mecmuası, Türk Tarih Encümeni Mecmuası, Harp Mecmuası, Yeni Mecmua ve Hayat Dergisi’nde yayınladığı yazı ve belgeler Osmanlı tarihi için çok kıymetlidir. Eserlerinin en önemlileri şunlardır: Anadolu’da Türk Aşiretleri (966-1200), Büyük Tarih-i Umumi, Köprülüler (iki cild), Hicri On İkinci Asırda İstanbul Hayatı, Türk Hizmetinde Kral Tököli İmre (1683-1705), Türkiye Tarihi, Osmanlı Devrinde Türkiye Madenleri.

AHMED RESMİ EFENDİ

Osmanlı devlet adamlarından ve tarihçi. 1700 senesinde Girit’te doğdu. Tahsilini tamamlamak üzere İstanbul’a geldi. Reisülküttablardan Mustafa Efendinin yanında yetişti ve daha sonra onun damadı oldu. Öğretimini tamamladıktan sonra devlet hizmetine girdi. Sırasıyla Selanik, İstanbul ve Gelibolu baruthaneleri nezaret görevleri ile kethüdalıklarda ve dış işleriyle alakalı vazifelerde bulundu. Sultan Üçüncü Mustafa’nın tahta çıkışını bildirmek üzere Avusturya’ya elçi olarak gönderildi (1757). Daha sonra maliye tezkirecisi ve Anadolu muhasebecisi olarak vazifelendirildi.

Prusya ile Rusya arasındaki yakınlaşmanın Osmanlı Devletine getireceği zararları incelemek, yolu üzerindeki himaye altındaki Lehlilere teminat vermek üzere elçi olarak Berlin’e gönderildi (1763). Bu vazifesini büyük bir titizlik ve dikkatle yapan Ahmed Resmi Efendi, İstanbul’a döndüğünde, sadaret mektupçuluğuna tayin edildi. Arkasından çavuşbaşı, matbah ve tersane emini ve ruznamçeci oldu. 1769’da sadrazam kethüdalığına getirildi ise de kısa süre sonra sadaret değişikliği yüzünden eski vazifesine döndü. 1771’de tekrar sadaret kethüdalığına atandı. Bu vazifede iken Osmanlı baş delegesi olarak Küçük Kaynarca Antlaşmasına katıldı. İstanbul’a dönüşünde matbah emaneti, şıkk-ı sani defterdarlığı, cizye muhasebeciliği ve ruznamçecilik vazifelerinde bulundu. 1783 Ağustosu sonlarında İstanbul’da vefat etti.

Ahmed Resmi Efendi, sefaretname ve biyografi eserleri ile tanınmıştır. Eserlerinden bazıları şunlardır:

1) Halikat-ür-Rüesa: Eserde Koca Nişancı Celalzade Mustafa Çelebi’den başlıyarak Ragıb Paşaya kadar olan reisülküttabların hal tercümesi anlatılmıştır. 2) Sefaretname-i Ahmed Resmi: Eserde müellif, gittiği ülkelerin askeri, siyasi, ekonomik ve toplumsal durumları ile ilgili ayrıntılı bilgiler vermiş, yol boyunca gördüğü yerler hakkında değerlendirmeler yapmıştır. Bu devletlerin Osmanlı Devleti ile olan ilişkilerini inceleyerek muhtemel gelişmelerle ilgili tekliflerde bulunmuştur. 3) Hamilet-ül-Kübera: Eserde 39 tane kızlar ağasının hal tercümesi anlatılmıştır. 4) Hülasat-ül-İtibar: 1768-1774 Osmanlı Rus Savaşı hakkında görüş, tenkit ve intibalarını anlatmaktadır. 1781’de yazılan eser üç sefer basılmıştır. 5) Zülaliyye, 6) Coğrafya-ı Cedid, 7) El-İstinas fi Ahval-il-Efras.

AHMED REŞİD REY

Osmanlı devri şairlerinden, devlet adamı, yazar. 1870 senesi başında İstanbul’da doğdu. Babası Çankırı mutasarrıfı Abdulah Şefik Efendidir. Anne tarafından Mollacıkzade ailesine mensuptur. İlk tahsilini Çankırı’da yapan Ahmed Reşid, babasının vefatı üzerine İstanbul’a gelerek Soğukçeşme Rüşdiyesinden mezun oldu. Mekteb-i Mülkiye-i Şahaneye devam etti. Bu arada edebiyata ilgi duyan Ahmed Reşid, hocası Recaizade Mahmud Ekrem’in tesirinde şiirler yazdı. İlk şiirleri Gülşen Dergisi'nde yayınlandı. 1888’de Mülkiyeyi bitiren Ahmed Reşid bir sene kadar burada öğretmenlik yaptı.

Ahmed Reşid, 1890’da Mabeyn katipliği daha sonra sırasıyla Kudüs mutasarrıflığı, Manastır, Ankara, Halep ve Aydın valiliklerinde bulundu. 1912’de Kamil Paşa kabinesinde Dahiliye Nazırı oldu. Babıali Baskını ile kısa bir süre sonra kabine düşünce, ailesiyle önce Mısır’a, oradan Paris’e gitti. Mahmud Şevket Paşanın öldürülmesi olayında suçlu bulunarak gıyabında idama mahkum edildi. Birinci Dünya Harbi sırasında Cenevre’de bulunan Ahmed Reşid, 1919’da İstanbul’a döndü. Tevfik ve Damat Ferit Paşaların kurduğu hükümetlerde Dahiliye Nazırlığı yaptı. Delege olarak Paris’e gitti. Sevr Antlaşmasını imzalamayarak bakanlıktan istifa etti ve siyasi hayattan çekildi. Çeşitli dergi ve gazetelerde yazı yazan Ahmed Reşid Rey, 14 Ağustos 1955’te İstanbul’da öldü.

Ahmed Reşid önceleri Recaizade Ekrem ve Abdülhak Hamid tarzında şiirler yazmıştır. Servet-i Fünun ve Mekteb’te yazmaya başlayınca asıl kendi şahsiyetini bulmuştur. Parlak hayalleri olmakla birlikte, şiirlerinde duygudan çok mantık hakimdir. Sanat ve anlayış bakımından realizme yaklaşmak istemişse de romantizmden tam manasıyla ayrılamamıştır. Şiirlerini bir kitap halinde toplamamış olan Ahmed Reşid’in diğer eserleri şunlardır: 1) Nazariyat-ı Edebiye (1912), 2) Racine Külliyatı (1934-1935), Şiirlerinden sadeleştirilmiş bir örnek:

Valideme

Hani sen ... saçlarımı okşayarak,

Her gece yüreğinin sıcaklığında beni

Yatırırdın, ısıtırdın ... hani sen!

Şefkatli bakışına gülümseyen

Oğlunun uyuyan gözünü

Öpücüklerle kapatırdın, ancak

 

Hani sen ... sağlığını rahatını

Yavrunun masum neşesi için

Zevk alırdın feda etmekten

Görmesen oğlunu bir gün mesela

Değişir, heyacanlanırdın o gün

O gün örterdi üzüntü, saflığını.

.......

AHMED RIZA

İttihat ve Terakki Cemiyetinin ve Jön Türkler hareketinin ileri gelenlerinden. 1859 yılında İstanbul’da doğdu. Birinci Meşrutiyetin Ayan Meclisi azasından ve Kırım Harbinde İngilizlerle yakından ilgilendiği için İngiliz Ali Bey diye meşhur bir zatın oğludur. Annesi ise, Avusturyalı bir kadındır.

Ahmed Rıza, ailesinden Avrupai bir eğitim gördü. Galatasaray Lisesini bitirdikten sonra Fransa’ya gitti ve ziraat tahsili yaparak Türkiye’ye döndü. Bursa Maarif müdürlüğü vazifesine tayin edildi. Bu sırada İbrahim Temo, Abdullah Cevdet gibi kişilerin tıbbiye talebesiyken gizlice kurdukları, daha sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti adını alan İttihad-ı Osmani Cemiyetine üye oldu. 1884’te merkezi Paris’te olan Societe des Positivistes’e (Pozitivistler Birliğine) üye olarak, onların fikir ve görüşlerini yeni Türk fikir hareketinin parolası haline getirmeye çalıştı. 1889’da Fransa ihtilalinin yüzüncü yıl dönümü sebebiyle Paris’te açılan meşhur sergiyi gezmek bahanesiyle Avrupa’ya gitti. Yurda dönmeyerek Jön Türkler hareketinin başına geçti. Hayranı olduğu Fransız filozofu Auguste Comte’un:

“Pozitif bilimden başka bilim yoktur. İnsanlığa, hiçbir insan üstü varlığa dayanmayan ve insan sevgisinden doğan yeni bir insanlık dini gereklidir. Bu din pozitif (müsbet) sebeplerin üzerine kurulmalı, teolojiye (dini ilimlere) olduğu kadar metafiziğe de sırt çevirmemelidir. İnsanlık dini nereden geldiğimizi ve nereye gideceğimizi düşünmeden, kısa hayatımızı daha yaşanılır bir hale (pozitif hale) koyacaktır. Bu ise birbirimizi sevmekle, birbirimiz için yaşamakla gerçekleşecektir. İnsanlığı, bir insanı sevdiğiniz gibi seviniz.” diyerek peygamberleri ve vahyi inkar eden, İslam kardeşliğini ve İslamiyetin cihad emrini yok sayan felsefi fikirlerini yaymaya çalıştı.

Avrupa’daki teşkilatın adını, Auguste Comte’un pozitivist felsefesinin parolası olan “Nizam ve Terakki” koymak istedi. Ancak Jön Türkler, bu ismi kabul etmeyip, İstanbul’daki İttihad-i Osmani Cemiyetinin İttihad’ının da bu cemiyetin isminde yer almasını istediler. Böylece İstanbul’dakilerin İttihad’ı ile Ahmed Rıza’nın Terakki’si bir araya getirilerek, "İttihad ve Terakki" Cemiyeti haline geldi.

Cemiyetin başına geçen Ahmed Rıza, Paris’e tahsil için gönderildi. Burada cemiyetin diğer üyeleri ile birlikte Meşveret Gazetesi'ni çıkarmaya başladı. Çeşitli yollardan yurda gizlice sokulan bu gazeteyi bir ara Osmanlı idaresinin Fransa hükumetiyle olan diplomatik görüşmeleri neticesinde Paris’te çıkaramaz olunca, Cenevre'de neşretmeye başladı. Orada da takibata uğrayınca Brüksel’de çıkarmaya devam etti. Fakat Belçika hükumeti de Osmanlı Devletiyle olan münasebetleri sebebiyle gazetenin çıkmasına mani oldu. Ancak Belçika parlamenterlerinden M.Georges Lorand, gazetenin mesul müdürlüğünü üzerine aldı. Yıkıcı ve bölücü fikirleri yaymaya devam etmesi sebebiyle Ahmed Rıza Belçika’dan 1897 senesinde sınır dışı edildi.

Şahsi geçimsizliği ve sadece pozitivist fikirlere itibar etmesi sebebiyle Jön Türkler arasında bölünme oldu. Bir kısmı İstanbul’a döndü. Ahmed Rıza ise, Avrupa’daki grubun başında kaldı. İkinci Meşrutiyetin ilan edilmesine kadar hayranı olduğu Auguste Comte’un pozitivist fikirlerini yaydı ve Sultan İkinci Abdülhamid Han aleyhindeki faaliyetlere devam etti.

1908 yılında İkinci Meşrutiyet ilan edilince, İstanbul’a döndü. İttihat ve Terakki Partisinin önemli kişileri arasında ilk Mebusan Meclisine İstanbul’dan milletvekili seçildi ve Meb’usan Meclisi başkanı oldu. Bir müddet sonra Ayan Meclisi üyeliğine getirildi. Hareket Ordusunun İstanbul’u işgali ve İkinci Abdülhamid Hanın tahttan indirilmesinden sonra, Mebusan Meclisinin toplandığı Çırağan Sarayında çıkan bir yangın sebebiyle itibarını kaybetti.

İttihat ve Terakki Partisi liderlerinden fikirce ayrılmış olan Ahmed Rıza, Birinci Cihan Harbi sonunda Padişah Mehmed Vahideddin Han tarafından Ayan Meclisi başkanlığına getirildi. Mütareke devrinin ilk günlerinde bazı hareketleri sebebiyle Ayan Meclisi başkanlığından uzaklaştırıldı. Tekrar Paris’e gitti. İstiklal Harbi sona erince İstanbul’a döndü. Ömrünün son yıllarını, kendi köşesinde hiç birşeye karışmadan geçirdi. Başkalarını hor ve hakir gören, kibirli ve inatçı olduğu kadar geçimsiz bir kişiliğe de sahib olan Ahmed Rıza, 1930 yılında İstanbul’da Şişli Etfal Hastahanesinde öldü.

Büyük bir İslam düşmanı olan Ahmed Rıza, milletine de ihanet içerisinde idi. Parti Gazetesi'nin muhabirine söylediği; “Şarkta Hıristiyanlar, Müslümanlardan daha ziyade mağdur, mahkum ve mazlumdur. Ben onların da müsavi (eşit) haklara kavuşmaları için çalışıyorum. Fırka ise (İttihat ve Terakki Fırkası) bilakis Müslümanların taassubunu tahrik ederek Hıristiyanları mahkum bırakmak istiyor.” sözleri onun bu hıyanetini açıkça göstermektedir. Ayrıca Şerafeddin Mağmumi Hakikat-i Hal isimli eserinde; “İttihat ve Terakki Cemiyeti, ihtilalden sonra dahi geniş ölçüde mason ve Yahudi karakterini muhafaza etmiştir. Bunun tesirinin mühim bir netice ve misali olarak Meclis-i Mebusan reisi Ahmed Rıza Beyin yemin sırasında, anayasanın koyduğu “Allah” kelimesini kullanmayı reddettiğini gösterebiliriz.” diyerek, bu düşüncede olanların inançsızlığını ortaya koymuştur.

Ahmed Rıza, gayesini tahakkuk ettirmek için bazı eserler yazmıştır. Fransızca ve Türkçe olan bu eserlerden bazıları: 1) La Crise de L’Orient (1907), 2) Tolerence Musulmane (1897), 3) La Faillite Morale de la Politique Occidentale en Orient (1922), 4) Hatırat, 5) Vazife ve Mes’uliyet (Paris-1324), 6) Layihalar (Londra-1312).

AHMED RİFAİ

Evliyanın büyüklerinden. Rifaiyye yolunun reisi. İsmi, Ahmed bin Ali bin Yahya’dır. Peygamber efendimizin soyundan olup, seyyiddir. Beni Rifae kabilesine mensup olması sebebiyle Rifai denilmiştir. Baba tarafından İmam-ı Musa Kazım’a, anne tarafından Halid bin Zeyd Ebu Eyyub el-Ensari’ye dayandığı için “Zül-Alemeyn = yani İki sancak sahibi” lakabı verilmiştir. 1118 (H. 512)de Basra civarında doğdu. 1182 (H. 578)de aynı yerde vefat etti.

Ahmed Rifai yedi yaşındayken babası vefat etti. Dayısı Mensur Betaihi onu ihtimam ile büyüttü. Önce Kur’an-ı kerimi ezberledi. Daha sonra büyük alimlerden ilim öğrenmek için Vasıt şehrine gitti. Oradaki alimlerden bütün ilimleri öğrendi. Fıkıh, hadis, tefsir alimi olduğu gibi tasavvufta da yüksek derecelere ulaştı. Pekçok talebe yetiştirdi ve kıymetli eserler yazdı. Vefat etmeden önce Kelime-i şehadet getirdi ve; “Dünyada ahiret için çalışıp yorulan pişman olmaz, rahata kavuşur. Her hayır işleyenin ameli (ibadeti) kendisine sunulacaktır. Her kötü iş yapanın da ameli kıyamet gününde önüne çıkacaktır.” buyurdu. Vefatında binlerce insan mübarek cenazesini taşımak için gayret gösterdi. Dedesinin türbesine defnedildi.

Ahmed Rifai, Allahü tealanın emirlerini harfiyyen yapar, yasaklarından titizlikle kaçardı. Namaz kılarken benzi sararır, kendinden geçerdi. “Namaza kalktığım zaman, sanki Allahü teala bana Kahhar sıfatıyla tecelli edecek diye korkuyorum.” buyururdu. Alçak gönüllü olup, meclislerde baş köşeye geçmezdi. Daima az konuşur, konuştuğunda kalpleri harekete getirir, sohbetine doyulmazdı. Yolda rastladığı herkese hatta çocuklara bile selam verirdi.

İnsanlara ve diğer varlıklara çok merhamet ve şefkat gösterirdi. Bir gün paltosunun eteğinde evin kedisi gelip uyudu. Namaz vakti geldiğinde kediyi uyandırmaya kıyamadı. Bir müddet onu şefkatle seyretti. Uyanmayacağını anlayınca, kedinin yattığı yeri kesti. O haliyle kalkıp namaza gitti. Geldiğinde kedi uyanıp oradan gitmişti. Kesik parçayı paltosuna tekrar dikti. Öyle ki kestiği yer hiç belli değildi.

Allahü teala, Ahmed Rifai hazretlerine pekçok harika ve kerametler ihsan etmiştir. Kürsiye çıkıp konuşmaya başlayınca, uzaktakiler de yakındakiler gibi işitirlerdi. Hac dönüşü Medine-i münevverede Peygamber efendimizin mübarek türbesini ziyareti esnasında şu mealdeki manzumeyi okudu.

Uzaktık, toprağını öpmek için efendim,
        Kendim gelmez, vekil ruhumu gönderirdim.
        Şimdi seni ziyaret nimeti oldu nasip,
        Ver mübarek elini, dudağım öpsün Habib!

Şiir bitince, Peygamberimizin kabrinden mübarek elleri göründü. Seyyid Ahmed Rifai hazretleri son derece tazim ve hürmetle Peygamber efendimizin mübarek ellerini öptü. Bu kerameti pek meşhur olup, dilden dile günümüze kadar gelmiştir. Onun ilimdeki ve evliyalıktaki yüksek derecesini çekemeyenler ve düşmanları, kerametlerine çeşitli iftiralar katmışlardır. Ateşe girenler, yılanlarla oynayanlar kendisince makbul olmadığı gibi, böyleleriyle de alakası yoktur.

Buyurdu ki:

“Herkes bilir ki, dünya hayaldir ve dünyada ne varsa hepsi yok olmaya mahkumdur. Şeytanın vesvesesine aldanmamalı, kötülerin dostluğundan şiddetle kaçınmalı, onlarla sohbet etmemelidir. Yoksa sonu dünyada pişmanlık, ahirette ise üzüntü ve hasrettir. O halde bu kötü akıbetten sakınmalıdır. Çünkü orada pişman olmak fayda vermez, mazeret ve bahane de kabul edilmez.”

“Alimlere karşı hürmetli olmalı, onların huzurunda edebi muhafaza etmeli ve az konuşmalıdır. Onların hizmetiyle şereflenmeyi büyük kazanç bilmelidir.”

"Akıllı kimse, nefsini iyi idare edebilendir. Nefsini idare edemeyen ve insanlara güzel muameleden uzak olan cahildir.”

“Bizim halimizden (susmamızdan) anlamayan, istifade edemeyen, kavlimizden (konuşmamızdan) hiç anlayıp istifade edemez.”

“Kulluğun birinci şartı, nefsi tanımaktır. Halbuki, onu tanıyan pek azdır. Allahü teala, nefisten daha ahmak, daha çirkin ve ondan daha pis kokulu bir şey yaratmadı. İrfan sahipleri için, ondan daha dar bir zindan düşünülemez. Nefsini tanıyabilen, her tarafı emin olan; tehlikelerden korunmuş bir kaleye sığınmış olur. Tanıyamayan, hatta anlamak istemeyen için tehlike büyüktür. Onu anlamadıkça, şerrinden kurtulmak mümkün değildir.”

Eserleri:

1) El- Burhan-ül-Müeyyed, 2) Haletü Ehl-il-Hakika Maallah, 3) El-Hikem-ür-Rifaiyye, 4) En-Nizam-ül-Has li Ehl-il-İhtisas, 5) El Akaid-i Rifaiyye, 6) El-Mecalis-üs-Seniyye, 7) El-Eş'ar.

AHMED SAİD FARUKİ

Hindistan’da yetişen evliyanın büyüklerinden. İsmi Ahmed Said bin Safi’dir. İmam-ı Rabbani hazretlerinin torunlarından ve Seyyid Abdullah-ı Dehlevi hazretlerinin talebelerinin üstünlerindendir. Künyesi Ebü’l-Mekarim, lakabı “Sirac-ül-Evliya (Evliyanın Işığı)”dır. Hazret-i Ömer’in soyundan olduğu için, “Faruki”, İmam-ı Rabbani’nin yolunda olduğu için “Müceddidi” ve “Serhendi” diye meşhur olmuştur. 1802 (H. 1217) senesinde Hindistan’ın Rampur şehrine bağlı Mustafa-abad şehrinde doğdu, 1861 (H. 1277) senesinde Medine-i münevverede vefat etti ve Cennet-ül-Baki Kabristanına defnedildi.

Ahmed Said-i Faruki, küçük yaşta ilim tahsiline yönelip, Kur’an-ı kerimi ezberledi. Seyyid Abdullah-ı Dehlevi’nin sohbet ve hizmetlerinde bulundu. Hocasının yanında tasavvufun yüksek derecelerine kavuştu. Zamanının alimlerinden din ve fen ilimlerini tahsil etti. Pek derin bir alim ve yüksek bir veli oldu. Otuz iki yaşındayken hocası tarafından talebe yetiştirmekle vazifelendirildi. Delhi’de uzun müddet kalıp, pekçok talebe yetiştirdi. 1856 (H. 1273)da ailesi ve yakınlarıyla birlikte Hicaz’a hicret etti. Said-i Faruki, Delhi’den ayrıldıktan sonra, İngilizler, Hindistan’da büyük bir fitne çıkardılar. Delhi şehri harabe haline döndü. Ahmed Said-i Faruki, Hicaz’da yerleşerek tasavvufun ince bilgilerini, kalbe ait yüksek marifetlerini, ilim ve edep aşıklarına sunmaya devam etti. Ömrünün sonuna kadar orada kaldı.

Ahmed Said-i Faruki’nin, Muhammed Mazhar, Mevlana Ebü’s-Seadet Muhammed Ömer, Mevlana Abdürreşid adlı üç oğlundan başka, Abdülhamid ve Ruşenara isimlerinde bir erkek ve bir kız evladı daha vardı. Son iki evladı küçük yaşta vefat ettiler.

Buyurdu ki:

"Meyyiti (ölüyü) ziyaret, onu hayatında iken ziyaret etmek gibidir. Ziyaret eden, yüzünü meyyitin yüzüne döner. Ziyaret ettiği kimse büyük bir zat ise, dünyada iken kendisini ziyaret ettiğinde huzurunda nasıl duruyorsa, o edeb ile durur.”

Eserleri:

1) Said-ül-Beyan fi Mevlid-i Seyyid-il-İnsi vel-Can, 2) Ez-Zikr-üş-Şerif fi İsbat-ı Mevlid-il-Münif, 3) İsbat-ül Mevlidi vel-Kıyam, 4)El-Fevaid-üz Zabıta fi İsbat-ir-Rabıta, 5) El-Enhar-ül-Erbea, 6) Tahkik-ul-Hakk-ul-Mubin fi Ecvibet-il Mesail-il-Erbein, 7) El-Hakk-ul-Mübin fi Redd-i alel-Vehhabin, 8) Mektubat-ı Ahmediyye.

AHMED SARBAN

Anadolu’da yaşayan evliyanın büyüklerinden. Hayatı hakkındaki bilgiler oldukça karışıktır. Doğum tarihi ve yeri belli değildir. Bayramiye tarikatinin Melamiye şubesine mensup büyük alim ve velidir. Kanuni Sultan Süleyman’ın Irak Seferi sırasında Sarbanbaşı (devecibaşı) olarak katıldığından bu isimle bilinir. Sefer dönüşünde Aksaraylı Pir Ali Efendiye intisab ederek halifesi oldu. Hocasının vefatından sonra Hayrabolu’ya yerleşti ve burada talebelere ders verdi. 1545’te vefat etti ve adına yapılan türbeye defnedildi.

Ahmed Sarban, Ahmed ve Ahmedi mahlasları ile birçok şiir söylemiştir. Bu şiirlerinin toplandığı Divan, Üsküdar Selimağa Kütüphanesi 74 numarada kayıtlıdır. Ayrıca talebelerine yazdığı mektupları vardır. Ahmed Sarban divan şairi olmadığı halde Divan Edebiyatı nazım şekillerinden birçok türde başarılı örnekler vermiştir. Şiirlerinde daha çok vahdet-i vücud konusunu işler. Hece vezniyle yazdığı ilahilerinde ise samimi bir lirizm görülür.

Şiirlerinden bir örnek:

İy talib olan aşık seyretmeğe cananı

Dikkatle temaşa kıl her gördüğün insanı

 

Ayine-i insani bil suret-i Rahman’dır

Bu ayineye gel bak gör anda o Sultanı

 

Suretde görinmez can ger dirse münafıklar

Sen cana nazar kılsın görmek dileyen anı

.......

AHMED ŞEMSEDDİN MARMARAVİ

Anadolu’da yetişen tasavvuf büyüklerinden. Akhisar’ın Gülmarmara kazasında 1435’te doğdu. İlk tahsilini Halveti yolunun büyüklerinden olan İsa Halife’den aldı. Zahiri ilimleri öğrendikten sonra Halveti şeyhi Alaeddin Uşşaki’den ilim öğrendi. Tahsilini tamamladıktan sonra Manisa’ya gitti ve burada talebe yetiştirmeye başladı. Bir ara İstanbul’a giderek tarikatler arasındaki ihtilafları bir neticeye bağladı. Bu yüzden kendisine Fete’l-Fityan, Ebü’l-fityan (Yiğitbaşı) lakabı verildi. Hocası Alaeddin Uşşaki’nin vefatı üzerine yerine geçti. Manisa’nın çeşitli camilerinde vazlar verdi. Seyyid Hoca Mahallesindeki türbesinin yanında bulunan tekkesinde talebe yetiştirdi. 1504’te vefat eden Ahmed Şemseddin tekkesinin yanındaki türbeye defnedildi.

Halvetiyye tarikatının Ahmediyye şubesinin kurucusu olan Ahmed Şemseddin Efendi tasavvufa dair birçok eser yazmıştır. Bazı eserleri şunlardır:

1. Cami-ul-Esrar: Mürşid-i kamil, muhabbetullah, alem, nefis gibi konuların işlendiği manzum bir eserdir. Süleymaniye Kütüphanesi Hacı Mahmud Efendi kısmı, 233 numarada ve Hüsrev Paşa kısmı 182 numarada yazma nüshaları vardır.

2. Risale-i Tevhid: Allahü tealanın peygamberler ve kitaplar göndermekteki gayesinin ne olduğunu açıklamakla başlayan eserde, telkin, zikir, tevhid, ilm-i hikmet konuları anlatılmaktadır. Eserin yazma nüshaları Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi kısmı, numara 438 ve Laleli kısmı, numara 1371’de kayıtlıdır.

3. Keşf-ül-Esrar: Yazar yukarıda adı geçen eserlerinde geniş olarak ele aldığı konuları, bu eserde talebelerinin anlıyabileceği şekilde yazmıştır. Yazma nüshaları Süleymaniye Kütüphanesinde mevcuttur.

4. Risalet-ül-Hüda: Tasavvufi nasihatlardan meydana gelmiş bir eserdir. Bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi kısmı, 2688/6 numarada kayıtlıdır.

5. Kenz-ül-Hakayık: Allahü tealanın sıfatlarını anlatan bir eserdir.

6. Hurde-i Tarikat: Tarikat adabı ile ilgili bir eserdir. Tek nüshası Süleymaniye Kütüphanesi, Hekimoğlu Ali Paşa bölümü 438 numarada kayıtlıdır.

7. Mukaddimetü's-Salika: Eserde, Ehl-i sünnet itikadı, zahitler, batı uleması gibi konularda bilgi verdikten sonra hoca ve talebelerin hallerinden bahsedilir. Nüshaları Süleymaniye Kütüphanesinde mevcuttur.

8. Ravzat-ül-Vasılin: Allahü tealanın birliği ve mahlukatı yaratması ile alakalı bölümün ardından tevhid hakkında çeşitli suallere cevaplar verilmiştir.

9. Atvar-ı Seb’a.

10. İrfan-ül-Maarif.

AHMED VEFİK PAŞA

Yazar, mütercim ve devlet adamı. 1822 (H. 1238)de İstanbul’da doğdu. Devlet adamı, edip, yazar ve mütercimler yetiştiren bir aileye mensuptur. Dedesi Yahya Necib Efendi, Divan-ı Hümayunda tercüman, babası Ruhuddin Mehmed Efendi, Paris birinci katipliğinde bulunmuştur. Ahmed Vefik, ilk tahsiline Mühendishane-i Berr-i Hümayunda başladı. 1834’te babasıyla beraber Paris’e gitti. Paris’te Saint Louis Lisesine devam etti. İstanbul’a dönünce 1837’de Tercüme Odasına memur girdi. 1840’ta elçi katibi olarak Londra’ya gitti. Daha sonra geçici olarak Sırbistan, İzmir ve Memleketeyn’e gönderildi. 1847’de baş mütercimliğe getirildi ve o yıl neşrine karar verilen Devlet Salnamesinin tanzimine memur kılındı. 1851 yılında Encümen-i Danişe üye seçildi ve aynı yıl Tahran elçisi oldu. 1854’te hiç anlaşamadığı Ali Paşa yüzünden geri döndü. Reşid Paşanın yardımıyla Meclis-i Vala-yi Ahkam-ı Adliyye üyeliğine seçildi. 1857’de Muhakemat Dairesi Başkanlığı, 1860’ta Paris Büyükelçiliğine tayin edildi. Bu vazife esnasında, hazret-i Muhammed’i (sallallahü aleyhi ve sellem) tiyatro konusu yapmak isteyen Fransızlara mani oldu. Daha sonra  İstanbul’a döndü. 1861’de Evkaf Nazırı oldu. Ertesi sene 1862’de ilk Darülfünunun “Tarih-i Hikmet” profesörlüğüne tayin edildi. Ancak Ali Paşanın ölümüne kadar 7 sene açıkta kaldı. 1872’de Mearif Nazırlığına tayin edildi. Aynı yıl istifa ederek Şura-yı Devlet Reisi oldu. 1877 yılında Petersburg İlim Akademisi kendisine azalık payesi verdi. 1878 yılında Edirne’den Meclis-i Mebusana girdi ve reis oldu. 1882’de başvekil oldu. Kısa bir müddet sonra azledildi. Bundan sonra köşküne çekilip 9 yıl herkesten uzak bir hayat yaşadı. 2 Nisan 1891’de vefat etti.

Ahmed Vefik Paşa, devlet adamlığı yanında, edebiyatımızda Molière’den tercüme ve adaptasyonları ile de tanınmıştır. Tercüme ve adaptasyonları asıllarından daha fazla tutulmuş ve okunmuştur. Bu tiyatro eserleri Türk tiyatroculuğunun gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Ahmed Vefik Paşa, Türkçe üzerinde de çok çalışmış ve eserleri ile Türk diline büyük hizmet etmiştir.

Eserleri :

Hikmet-i Tarih (Tarih Felsefesi), Fezleke-i Tarih-i Osmani (Kısa Osmanlı Tarihi), Lehçe-i Osmani. En meşhur ve mühim eseridir. Şecere-i Türki: Çağataycadan Anadolu Türkçesine aktarmadır.

Tercümeleri: Fransız edebiyatından yaptığı tercümeleri Viktor Hugo’dan Hernani, Voltaire’den Micromega’nın Felsefe Hikayesi, Fenelon’dan Telemak Le Sage’dan Gil Blas Santillani’nin Sergüzeşti adlı eserleri Türkçeye tercüme etti.

Moliére’in on altı eserini Türkçeye çevirmiştir. Bunların Türk örfüne yabancı olanlarını adapte, diğerlerini ise tercüme etmiştir. Eserleri arasında en çok adaptasyonları tutulmuştur. Bunlar İnfi’al-i Aşk, Zor Nikah, Don Civani, Tabib-i Aşk, Adamcıl, Zoraki Tabib, Tartüf, Azarya, Yorgaki Dandini, Okumuş Kadınlar, Dekbazlık, Meraki, Kadınlar Mektebi, Savruk, Dudu Kuşları’dır.

AHMED YEKDEST CÜRYANİ

Evliyanın büyüklerinden. İsmi Ahmed’dir. Doğum tarihi bilinmemektedir. 1707 (H. 1119) senesinde Mekke’de vefat etti.

Ahmed Cüryani, 1658 (H. 1069) senesinde Cüryan’dan Hindistan’a gidiyordu. Yolda çoluk-çocuğunun taun (salgın veba) hastalığından vefat ettikleri haberini aldı. Bu acı haberden sonra yolda eşkiya kafileyi basıp, yanındaki mallarını aldılar ve sol elini bileğinden kestiler. Bu yüzden ona tek elli manasına “Yekdest” denildi. Ahmed Yekdest Cüryani çok üzgün bir halde Hindistan’ın Serhend şehrine gitti. Orada İmam-ı Rabbani hazretlerinin oğlu Muhammed Masum-i Faruki hazretlerini tanıyıp talebesi oldu. Sohbetlerinde ve derslerinde bulunup, tasavvufta yetişti. On bir sene hocasının kahvesini pişirip ona hizmet etti.

Evliyalık derecelerinde o derece yükseldi ki, Muhammed Masum-i Faruki’nin dokuz yüz bin talebesi arasından yetiştirdiği yedi bin mürşid-i kamilden biri oldu. Hocası onu insanlara Allahü tealanın dinini anlatmak ve irşad etmek üzere Mekke’ye gönderdi. Ahmed Yekdest Cüryani otuz dokuz sene Mekke-i mükerremede kalıp bu vazifeyi yerine getirdi ve pekçok talebe yetiştirdi. Onun yetiştirdiği alimlerin bazıları; İstanbul’da medfun bulunan büyük evliyadan olan Mehmed Emin Tokadi, Tatar Ahmed Efendi, Hacı Muzaffer Efendi, Şeyhülislam Seyyid Mustafa Efendi, Dördüncü Mehmed Hanın baş çuhadarı Kahramanağa, Kadı Ziyaüddin Efendi, Ruznamecibaşı Muhammed Kumul Efendi, Muhammed Semerkandi ve Darüsseade Ağası Beşir Ağadır.