Alm. Begnadigung (f), Amnestie (f), Fr. Amnistie (f), Pardon, İng. Pardon, Amnesty. Suç işleyen bir kişinin takib
edilerek ve cezalandırılarak kamu gücünün kullanılmasından, adalet ve genel
fayda düşüncesiyle, vazgeçilmesi. Genel ve özel olmak üzere iki türlüdür.
Genel af: Sosyal fayda
düşüncesiyle, bütün veya belirli bazı suçları ve hükmedilmiş ise cezaları bütün
neticeleri ile birlikte düşüren bir yasama tasarrufudur. Bu tasarruf çıkarılan
bir kanunla gerçekleştirilir.
Özel af: Kesinleşmiş bir
cezayı büsbütün kaldıran, hafifleten veya hafif olmak şartıyla başka bir cezaya
çeviren af müessesesi. Genel af kapsamına mahkeme safhasında olan suçlar girer.
Özel af da ise cezanın kesinleşmiş olması lazımdır. Özel af, bütün mahkumları
içine alabildiği gibi, af tasarrufunda gösterilen bir veya birkaç mahkumu içine
alacak şekilde de olabilir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi kanunla özel affın her iki
çeşidini de kullanabildiği halde, Cumhurbaşkanı yalnızca ikinci çeşidini
kullanabilir. Türkiye’de 1923 yılından beri 8 genel, 25 özel olmak üzere 33 af
çıkarılmıştır. En son genel af 1974 yılında çıkmıştır.
Meclisin af yetkisi 1982 Anayasasının 87. maddesinde,
cumhurbaşkanının af yetkisi ise 104. maddesinde ifadesini bulmaktadır.
İslam hukukunda af müessesesi şahsi idi. Yani af, devlet
tarafından değil, mağdurun veya yakınlarının eliyle yapılıyordu. Ayrıca
padişahın, devlete karşı işlenen suçları affetmek için özel yetkisi vardı.
DEVLETIN
ADI |
Afganistan
Demokratik Cumhuriyeti |
BAŞŞEHRİ |
Kabil |
NÜFUSU |
14.825.000 (1989) |
YÜZÖLÇÜMÜ |
657.500 km2 |
RESMİ DİLİ |
Puştu ve Farsça |
RESMİ DİNİ |
İslam |
PARA BİRİMİ |
Afgani |
Merkezi Asya’da dağlık bir kara devleti. Doğu ve Batı Asya’yı
birleştiren ana mihver üzerinde olup, Sovyetler Birliği, İran, Pakistan, Keşmir
ve Çin ile çevrilidir. Geleneklerine bağlı 14 milyondan fazla nüfusu olan bir
ülkedir.
Tarihi
Eskiden Türkistan’dan gelen Turan asıllı Kuşaniler,
Afganistan’ı hakimiyetleri altına aldılar. Hazret-i Osman zamanında İslam
orduları Kabil civarına kadar ulaştı. Miladi 627’de hazret-i Muaviye zamanında
İslam orduları Herat, Belh ve Kabil şehirlerini fethettiler. Basra valisi
Abdurrahman bin Samura kumandan idi. Bu tarihte Afgan halkı tamamen İslamiyeti
seçerek müslüman oldu. Miladi 871’de Yakub bin Leys, Gazne’yi feth etti. Miladi
onuncu asırda Gazneli Devleti kuruldu. Gazneli Devleti'nden sonra Afganistan’ın
kuzeyi Selçuklularda kalıp, diğer kısmında Guriler Devleti kuruldu. Cengiz Han,
Afganistan’ı ele geçirdi. Kurulan Tacik Devleti iki asır yaşadı. Timur Han bu
devlete son verdi. Timur’un torunu Zahirüddin Muhammed Babür, Fergana’dan
Kabil’e yürüdü ve şehri teslim aldı. Afganistan, Hint-Moğol İmparatorluğu ile
İran arasında paylaşıldı.
İran Şahı Nadir Şah 1739’da Afganistan’ı ele geçirmek istedi.
Suikastte ölünce, Nadir Şahın süvari birlik komutanı Ahmed Şah 1747’de yeni bir
devlet kurarak Kabil’i başkent yaptı. Ahmed Şah ölünce karışıklıklar çıktı.
Dost Muhammed karışıklıkları önledi ve 1835’te Afgan Emirliğini ilan etti.
İngilizleri hezimete uğrattı ve 1857’de İngilizlerle antlaşma yaptı.
Ruslar 1868’de Semerkant ve Buhara’yı işgal ettiler. 1873
antlaşması ile Amu Derya (Ceyhun) Nehri Afganistan-Rusya sınırı oldu.
Hindistan’da İslam devleti Gürganiye’yi yıkan İngilizler, on dokuzuncu yüzyılda
Afganistan’ı işgal ettiler. Ülke sonra da Rusların istilasına uğradı. 1907
yılında İngilizler, Ruslarla anlaşarak Afganlılara yarı bağımsızlık verdiler.
Emir Emanullah yönetiminde 1921 yılında tam bağımsızlığına kavuştu. Meşruti bir
emirlik olarak idare edildi. 1964 yılında Muhammed Zahir Şah (1933-1973) bir
anayasa hazırlatıp yürürlüğe koydu. Bu anayasa ile parlamento hükumeti kuruldu.
Fakat 17 Temmuz 1973 tarihinde Muhammed Zahir Şahın İtalya’yı ziyareti
sırasında General Muhammed Davud, askeri bir darbe ile hükumeti devirdi. 1964
Anayasasının yürürlükten kalktığını ilan edip, askeri bir konseyle memleketi
idare etmeye başladı. Bu tarihten sonra Afganistan’ın siyasi tarihinde pekçok
istikrarsızlıklar meydana geldi.
1978 yılına kadar icraatına devam eden Davud Han, 27 Nisan’da
komünistlerin yaptığı bir darbe ile öldürüldü. Marksist Nur Muhammed Taraki
hapisten çıkarılarak Afganistan Demokratik Cumhuriyetinin başkanlığına
getirildi. Yeni komünist yöneticiler arasında kısa zamanda görüş ayrılığı
ortaya çıktı. Dinine sıkı sıkıya bağlı Afgan halkı, idareci komünistlere karşı
direnmeye başladı ve kısa zamanda birlik gerçekleşerek gerilla harbi şeklinde
mücadeleye dönüştü. Ülkenin durumu 1979 yılında büsbütün karıştı. Bu yılın
Şubat ayında Kabil’de ABD elçisi öldürülünce, Başkan Taraki, Mart ayında
başbakanlığı Hafzullah Amin’e bırakmak zorunda kaldı. 16 Eylül’de saray darbesi
sonucu başbakan Hafzullah Amin, Taraki’yi devirerek yönetimi ele geçirdi. Halk
tarafından desteklenmeyen Amin, 28 Aralık 1979’da Rusya’ya giderek anlaşma
imzaladı. Hemen arkasından Rusya, Kabil’e havadan asker indirdi. Memleketine
ihanet ederek Rusları davet eden Amin öldürüldü. Rusya komünist rejimini
uygulamak istediği bütün devletlerde olduğu gibi hemen kendisine bağlı Babrak
Karmal’ı başa geçirdi. Rus askerlerinin mikdarı bir kaç günde 50 bini aştı.
Zamanla bu mikdar 200 bini geçti. Halk, kitleler halinde Pakistan’a göçtü.
Sovyet ordusunun Afganistan’ı işgal etmesi bütün dünya ülkeleri tarafından
tepki ile karşılandı. Tek bir idare altında birleşen mücahidler, Rus
askerlerine karşı uzun yıllar gerilla savaşı verdiler. Mücahidleri yenemeyen
Rus birlikleri, Afganistan’ı terk etti ve bu işlem 15 Şubat 1989’da tamamlandı.
Sovyet birliklerinin çekilmesi üzerine Muhammed Necibullah olağanüstü hal ilan
etti. Bu sırada mücahidler Pakistan’da geçici bir hükumet kurdular. Sıbgatullah
Müceddidi devlet başkanlığına getirildi. Fakat bir süre sonra mücahidler
bölündü. Bu arada Müceddidi istifa etti, yerine Burhaneddin Rabbani getirildi.
İç savaş devam etmektedir (1992).
Fiziki Yapı
Yüzölçümü 657.500 kilometrekare olan Afganistan, bölge
yapısı, iklim ve bitki örtüsü bakımından geniş ölçüde farklılık gösterir.
Dik, karlı dağları, derin vadileri ve bitki örtüsü çok zayıf
plato ve rüzgarlı çölleriyle kaba ve dalgalı bir arazi karakterine sahiptir.
Ortalama yüksekliği 1220 metreyi geçer. Doğu-batı arası uzunluğu 1240,
kuzey-güney arası 653 kilometredir.
Dağları: Dağ silsileleri,
kuzey-doğudaki Vakhan koridorundan güney-batıya doğru ülkeyi ikiye ayırır. En
önemli dağ silsilesi Himalayaların uzantısı olan Hindikuş’lardır. Bu dağlar
kuzey ve güney Afganistan arasında adeta bir set teşkil eder. 2987 m yüksekliğindeki
Şibar en önemli geçittir. Hindikuş Dağları batıya doğru alçalarak İran sınırına
kadar uzanır. Paropamisus dağ silsilesiyle birleşir. Ülkenin tam ortasında Kuhi
Baba Dağı vardır.
Diğer önemli dağları doğuda bulunur. Bunlardan Sefid Kuh,
Akdağ, Kabil’in güneyinde Logar Vadisine, batıya doğru uzanır. Bu dağları
stratejik önemi çok büyük olan Hayber Geçidi, Kabil’in güneyinde ikiye böler.
Daha güneyde Pakistan’daki Süleyman Dağlarının kuzey uzantısı vardır.
Kavaja Amran Dağı, Kandahar bölgesi ve Pakistan sınırı
arasında güney-batıya uzanır. Hindikuşlar’ın kuzeyi, Amuderya Nehrinin kolları
tarafından sulanan steplerle kaplıdır.
Gölleri: Afganistan göl
bakımından oldukça fakir bir ülkedir.
İklim
Afganistan’ın yazları sıcak ve uzun, kışları ise şiddetli
derecede soğuk bir iklimi vardır. Güney - batı dışında yıllık yağış miktarı
ortalama 1800 milimetredir. Yağışlar genellikle kasım ve nisan ayları arasında
çoğunlukla kar şeklinde görülür. Kabil kış boyunca karlarla kaplıdır.
Afganistan’da kışın soğuğu, yazın sıcağından daha
korkutucudur. Mevsim değişiklikleri oldukça ani olur.
Yazın küçük dereler kurur. Büyük nehir sularının esas
kaynağını, yaza doğru yüksek kesimlerde eriyen karlar teşkil eder.
Tabii Kaynakları
Madenler: Çeşitli ve zengin
maden yatakları vardır. Madenler devlet eliyle işletilir. Maden yatakları üç
ayrı bölgede bulunur: Hindikuş dağlarının kuzeyi, Kabil çevresi, Kandahar’ın
kuzeyi.
Önemli madenleri şunlardır: Kömür, demir, bakır, kurşun,
çinko, sodyum, magnezyum sülfat, magnezyum klorat, krom, berilyum, sülfür,
mika, talk, asbest ve mermer.
Yapılan sondajlar, Afanistan’da çok zengin tabii gaz
yatakları olduğunu göstermiştir.
Bitki örtüsü ve hayvanlar: Yüzölçümünün
% 1’den daha azı ormanlıktır. Çeşitli tipte yaprak dökmeyen ve döken ağaç
türleri güney ve doğudaki dağlık bölgelerdedir. Afganistan bir av diyarı olup,
her çeşit yabani av hayvanlarına sahiptir. Dağ keçisi, ayı, tilki, kurt, leopar
bol mikdarda bulunur.
Nüfus ve Sosyal Hayat
Afgan vatandaşına Afganlı denir. Fakat Afganlıların ülkesi
anlamına gelen Afganistan, on sekizinci yüzyıla kadar belirtilen saha için
kullanılmadı. Tarihçiler bu bölgenin eski isminin “Arayanlılar Ülkesi” anlamına
gelen “Aryana” olduğunu yazar.
Kabileler: Afganistan halkı
çeşitli kabilelere mensuptur. Bunların başlıcaları şunlardır:
Peştun kabilesi:
Bunlara Afganlı da denir. Bunlar on bir ve on ikinci yüzyılın başlarında
Süleyman bölgesinden Peşavar ve Kabil’e doğru yayıldılar ve sayıları önemli
ölçüde arttı. Şimdi nüfusun % 50-60’ını teşkil eden Peştunlar müslüman ve Ehl-i
sünnet itikadındadır. Farisiye benzer bir dil olan Peştu dilini konuşurlar.
Duraniler: En önemli Peştu
kabilelerindendir. Bu kabile mensuplarının ekseriyeti köylerde yaşayan çiftçi
veya modern şehirlerde yaşayan me’murlardır. Daha çok Nangehar ve Baktya
vilayetlerinde toplanmışlardır. Fakat büyük mikdarı Kandehar ve Herat
illerinde, bir kısmı da Hindikuş’un kuzeyindeki sulak bölgelerde yaşar.
Tacikler: Diğer önemli etnik
beyaz gruptur. İran kökenli olup, çoğu İran’daki gibi Farsça konuşurlar ve
Ehl-i sünnet itikadında Müslüman olup, batıda yaşayanları şiidir. Köylerde
yaşarlar ve tarımla uğraşırlar. Bir kısmı ise, sanat sahibi veya tüccardır.
Taciklerin çoğu Kabil ve Herat illerinde yaşar. Bazı dağlı Tacikler, Hindikuş
Dağlarının kuzeyinde, bir kısmı da İran sınırı boyunda bulunur.
Hazara: Üçüncü büyük etnik
grup olup sayıları 600 bin kadardır. On üçüncü ve on beşinci yüzyıllar arasında
bölgeye gelen Moğolların torunu olduklarına inanırlar. Bir çok kelimeleri
Türkçe olup, kısmi bir Farsça konuşurlar ve şiidirler.
Türk ve Türk Moğol:
Bu grup uzun zamandır Afganistan’da bulunmaktadır. Kuzeybatıda 200.000
civarında sayıları olup, göçebe hayatı yaşarlar ve sünni Müslümanlardır.
Batı Afganistan’da ayrıca sayıları yarım milyona yaklaşan
çeşitli kabileler mevcuttur.
Etnik grupların içinde Afganlılar en büyük göç ve prestije
sahiptirler. Tacikler genellikle tarımla uğraşmalarına rağmen devlet
idaresinde, iş ve ticaret çevrelerinde önemli yer işgal ederler. Farsça genel
lisan olarak kullanılır. Fakat Puştu dili de önemlidir. 1964 Anayasası resmi
dil olarak Farsça ile Puştu dilini kabul etmiştir.
Din: Hemen hemen bütün
Afganlılar müslümandır. Gerçek Afganlılar dahil, Tacikler, Özbekler ve
Türkmenlerin yaklaşık % 80’i sünnidir. % 18’i şii, % 2’si ise İsmailiyye gibi
bazı sapık fırkalara bağlıdır.
Nüfus dağılımı:
Afganistan’da nüfus yoğun değildir. Şimdiye kadar hiçbir resmi nüfus sayımı
yapılmıştır. 1972 senesine göre resmi çevreler 17 milyondan fazla nüfus
olabileceğini tahmin etmişlerdir. % 2,3’lük bir yıllık nüfus artış hızına
sahiptir. Halkın % 10’u şehirli, % 20’si göçebe ve yarı göçebe, % 70’i de
çiftçidir
Şehirleri: Kabil, Kandehar,
Herat, Celalabad, Mezar-ı şerif, Gazne, Baghlan’dır. Pul-i Humri ise önemli
endüstri merkezidir.
Köy ve göçebe hayatı:
Köy va aşiret gruplarına dayalı toplumlarda ailenin bütünlüğü ve bölünmezliği
temel kuraldır. Aile, en yaşlı ve otorite kişi tarafından idare edilir.
Köylerde aile tek katlı kerpiç ve etrafı duvarla çevrili ev veya küme evlerde
oturur.
Şehir hayatı:
Şehir ve kasabalarda yaşayanların hayatı, çiftçi ve göçebelerden çok modern ve
oldukça teşkilatlıdır. Kadınlar, “Perdah” denilen peçe ve “Şadri” denilen
çarşaf giyerler. Perdah 1959’da serbest bırakıldı ve kadınlar devlet
dairelerine işe alınmaya başlandı.
Eğitim: 1946 yılında
kanunla kurulan Kabil Üniversitesi; tıp, hukuk, siyasal bilimler, mühendislik,
vb. gibi bir çok fakültelerden meydana gelir. 1963 yılında Celalabad’da,
Nangehar Üniversitesi kuruldu. Ayrıca bir çok öğrenci de yurt dışında çeşitli
ülkelerde yüksek öğrenim görmektedir. Erkeklerin % 10’u iyi eğitim görmüştür.
Kadınlarda bu oran daha düşüktür. Bu durumu düzeltmek ve daha iyiye götürmek
için gerekli tedbirler alınmaktadır.
Ülkede altı yıl süreli ilkokullara devam etme, 1955’den sonra
1960’lı yıllarda önemli ölçüde artmıştır. Okuma-yazma oranı düşüktür. Eğitim,
her düzeyde parasızdır ve ilköğretim mecburidir.
Sanat ve edebiyatta İslam dininin etkisi çok büyüktür. Edebi
lisan olarak Farisi kullanılır.
Ekonomi
Hızlı endüstrileşme hamlelerine rağmen, Afganistan önemli bir
tarım memleketi olarak kalmıştır. İş gücünün % 85’i tarımla uğraşır. Tarım
alanları küçük gruplar halinde olup, toprak ilkel metodlarla işlenir.
1956 yılında çıkan kanuna göre 5 yıllık kalkınma
programlarıyla ekonominin modernleştirilmesine başlanmıştır. Plandaki ana konu;
zirai teknoloji ve sulama imkanlarının geliştirilmesidir.
Buğday, mısır, pirinç, fasülye, bezelye, çavdar, darı, yonca,
patates, soğan, lahana, patlıcan, kabak, kiraz, elma, erik, üzüm, zeytin,
portakal, limon, muz, pamuk, şeker pancarı ve tütün başlıca tarım ürünleridir.
Hayvancılık:
Koyun, keçi, deve, at ve eşek beslenen önemli hayvanlardandır. Dört çeşit koyun
türü vardır. Bunlardan Gilzai cinsi yünü için, Türki cinsi et-yün-süt
için, Arabi cinsi halı yünü için, Karakul cinsi derisi için beslenir.
Sanayi: Evlerde yapılan el
işlerinden başka, Afganistan sanayi bakımından yeni gelişen bir ülkedir. Yalnız
kumaş, çimento ve şeker fabrikaları önem arzeder.
Toplam yıllık kumaş üretimi kapasitesi 1,5 milyon metredir.
Çimento üretimi yıllık 15.000 tondur. Evlerde dokunan halı ve ipek böceği
vasıtalarıyla üretilen ipek ipliği önemli bir yer tutar
Su gücü ve sulama: 1930’dan itibaren hükumet, eski baraj ve
su kanallarının imarı için önemli teşebbüslerde bulundu. Dışarıdan yabancı
mühendisler getirerek kurulacak fabrikalar ve Kabil’in elektrik ihtiyacı için
modern barajlar inşa ettirdi.
Bu barajlardan Jabal-us Siraj 2400 kw, Pul-i Humri 9000 kw,
Çakivardak 4000 kw’lık enerji üretmektedir.
İkinci Dünya Savaşından sonra sulama gayesiyle Amerikan
mühendislerine yaptırılan Angandab barajı 63.133, Kojaka barajı 72.846
hektarlık bir alanı sulamaktadır. Bu barajlardan önemli ölçüde elektrik
enerjisi de elde edilmektedir. Ayrıca Kabil nehri üzerinde kurulan Naplu,
Sarabi ve Dorun isimlerinde üç baraj vardır.
Alm. Anschlag (m), Fr. Affiche (f), İng. Bill board, poster, placard, bill. Herhangi bir
haberi; herkese duyurmak, reklam ve propaganda yapmak için duvar veya bu iş
için hazırlanmış yerlere yapıştırılan el yazması veya basılı kağıt. Kelime
Fransızca affiche’den dilimize geçmiştir. Baskı ve resim sanatlarının
bulunmadığı, yahut henüz yayılmadığı, hele halkın çoğunun okuma-yazma bilmediği
devirlerde ve yerlerde tellallarla yapılan ilanların yerini, son zamanlarda
afiş almıştır.
Avrupa’da genel olarak on yedinci yüzyıla doğru daha çok
tiyatro ve fuarların duyurulması maksadıyla görülen afişler, yavaş yavaş her
türlü ticaret metaının geniş kitlelere duyurulması ve resmi işlerin halka
bildirilmesi için kullanıldı.
Afiş genellikle bir yazı ve bir resimden meydana gelir. Resmi
makamlar tarafından yapılan ve bir haberin duyurulması gayesini güden afişlerde
resim bulunmaz. Reklam niteliğini taşıyan afişlerde ise genellikle resme büyük
önem verilir ve yazı, resmin tamamlayıcısı olarak kullanılır.
Sanatçının zevkine göre afişlerin de türlü şekiller
gösterebileceği tabii ise de, genel olarak afişler için bazı temel şartlar
belirlenebilir. Afişte renk parçaları büyük, ayrıntılar az, kompozisyon kapalı
ve dağınık olmalıdır. Yazı da resim kadar önemlidir. Bazan kötü bir yazı bütün
bir afişin etkisini yok edebilir. Yazının düzenli ve resim ile ahenkli bir
şekilde kaynaşmış olması gerekli olduğu gibi, çok az ve çarpıcı olması da
şarttır. Satırlarla dolu olan resimler, sanat bakımından başarılı afiş
sayılmaz, çünkü afiş kısa ve kesin bir ifade tarzıdır.
Radyonun yaygınlaşmasına kadar, afiş çok önemli bir yayın
aracı olarak kullanılmıştır. Bugün afişin siyasi önemi gittikçe azalmaktadır.
Bununla birlikte 1966 Çin Kültür Devrimi, afişin olağanüstü durumlarda yine politik
gayelerle sahneye çıkabileceğini göstermiştir.
Günümüzde afiş genellikle şu iki gaye için kullanılmaktadır :
1) Tiyatro ve sinema gösterilerinin program ve saatlerini
belirtmek. Bu durumda afiş, halkın söz konusu bilgiyi kolayca görebileceği
yerlere (tiyatroların, sinemaların, resmi dairelerin girişlerine, kalabalık
caddelere vb.) asılır.
2) Reklam yapmak.
Bu durumda afiş o konuyla ilgili olan herkese ulaşmak gayesi
güttüğünden, daha bol sayıda asılmak, daha çarpıcı, daha canlı olmak gerekir.
TV, basın ve radyo gibi öteki reklam yolları ile birlikte kullanıldığından
afişli reklam günümüzde oldukça yaygın bir reklam vasıtası haline gelmiştir.
Afişlerde resme yer verilmesi on dokuzuncu yüzyılda litografi
tekniğinin gelişmesiyle başlar.
1866 yılından itibaren rengin kullanılabilmesi, daha sonra
fotoğrafın ve ofset baskı imkanlarının ortaya çıkışı, afişin bugünkü teknik
seviyesine erişmesini sağlamıştır. Afiş de dekoratif san’atlar gibi çeşitli
kurallara uymak zorundadır. Mesela; afişte halk tarafından yadırganmayacak bir
dil kullanılması, olumsuz tepkiler doğurabilecek şeylerden kaçınılması, konunun
açık seçik bir kompozisyonla belirtilmesi şarttır. Konu, renk oyunları, renk
çelişmeleri, gölge ve ışık oyunlarıyla seyirciye çarpıcı bir şekilde sunulur.
Türkiye’de afiş sanatı özellikle İkinci Dünya Savaşından bu
yana hatırı sayılır bir gelişme göstermiştir.
Alm. Exkommunikation
(f.), Fr. Excommunication
(f.), İng. Excommunication. Hıristiyanlık ve Yahudilikte dine karşı suç işleyen
kimselere yetkili dini şahsiyetler veya meclisler tarafından verilen, dinden ve
topluluklarından atma cezası.
Topluluktan çıkarma cezasına bütün eski dünya kavimlerinde
rastlanmaktadır. Yahudiliğin ilk dönemlerinde ahdi bozan ve ahd kanunlarını
çiğneyenler, Allah’ın lanetiyle cezalandırılmışlardı. Topluluktan ve sosyal
bütün haklardan mahrum etme cezası olan “aforoz” ise, Ezra zamanında bağımsız
bir müessese haline gelmiştir. İlk defa hahamlar tarafından uygulanan
sinagogdan uzaklaştırma muamelesiyle bu ceza kesin şeklini almıştır. Söz konusu
ceza, Talmudcular Amoraim zamanında (M.Ö. 200-500) üç şekilde ortaya çıkmıştır.
Bunlar; fazla önemli olmayan yasakların çiğnenmesi sebebiyle verilen kınama
cezası demek olan “Nezifa”, cemaatle münasebeti yasaklayan, yas tutmaya mecbur
eden “Niddui (küçük aforoz)” ve kişinin suç işlemekte ısrar etmesi durumunda
uygulanan ve toplumdan atılmayı gerektiren “Herem (büyük aforoz)” denilen
cezadır. Miladdan sonra 70 yılından itibaren süresiz olarak cemaatten çıkarılma
cezasının uygulandığı bilinmektedir. Ünlü filozof Spinoza, Yahudi kutsal
kitaplarının orijinalliği hususunda şüphelerini dile getiren eserler yazdığı
için aforoz edilmişti.
Aforoz cezası hıristiyanlığa da Yahudilikten geçmiş olduğu
halde, hıristiyanlar bu cezanın kaynağının hazret-i İsa’nın günahkar birisi
hakkındaki sözlerine dayandırırlar. Hıristiyanlıkta önceleri beddua şeklinde
uygulanan aforoz cezası önemini kaybetmiş, zamanla topluluktan çıkarma şeklinde
tatbik edilmiştir. Dördüncü yüzyılın sonlarından itibaren topluluktan tamamıyla
çıkarma şeklinde değil, ıslah gayesiyle ve tövbe etmesi halinde suçluyu yeniden
cemaate alma tarzında uygulanmıştır.
Aforoz bilhassa ortaçağda papaların elinde bir silah olarak
kullanıldı. Çünkü bu çağ, hıristiyanlığın en korkunç ve en karanlık devridir.
Bu devirde hazret-i İsa’nın telkin ettiği insanlık, merhamet, şefkat, iyilik ve
güzellik esasları tamamen unutuldu. Bunun yerini taassup, kin, nefret ve
düşmanlık aldı. Papalar makamlarını kuvvetlendirmek ve servetlerini arttırmak
için akıl almaz yollara başvurdular. İlmin ve fennin karşısına dikildiler.
Galile, Kopernik, Newton dünyanın döndüğünü, İslam alimlerinin yazdıkları
kitaplardan öğrenip söylediler. Bu sözleri suç sayıldı ve Galile, papalar
tarafından aforoz edildi. Vatanı için mücadele eden Jandark’ı sihirbazlıkla
itham ederek diri diri yaktılar. Engizisyon mahkemeleri kurarak binlerce insanı
aforoz ettikten sonra işkenceyle öldürdüler. 1077 yılında aforoz edilen Alman
İmparatoru IV. Herny (Heinrich) affedilmek için Canossa’ya gelerek Papa Yedinci
Gregory’nin kapısında günlerce yalın ayak karlar üzerinde bekledi.
On ikinci yüzyılda küçük aforoz (excommunicatio minor) ve
büyük aforoz (excommunicatio mojor) ayırımı yapılmış; birincisi, suçluyu sadece
dini merasimlere katılmaktan alıkoyduğu halde, ikincisi toplulukla ilgili bütün
sosyal haklardan mahrum etmiştir.
Aforoz cezasını ancak papalar, yahut piskoposlar veya ruhani
meclisler verebilirdi. Son kilise kanununda aforozu gerektiren suçlardan
bazıları şu şekilde tesbit edilmiştir: Hıristiyanlıktan dönmek, başka bir
mezhebe girmek, papaya saldırıda bulunmak, kutsal kabul edilen eşyayı korumayıp
uygun olmayan yerlere atmak yahut bulunması gereken yerden başka bir yere
nakletmek veya gizlemek, günah çıkaran kimsenin doğrudan doğruya dini
nitelikteki sırrı ifşa etmesi, çocuk düşürme suçuna yardımcı olmak.
Ortodoks ve Ermeni kiliselerinde de aforoz cezası vardır.
Protestanlıkta ve katoliklerdeki kadar ağır olmasa da, dini bir disiplin
vasıtası olarak Kalvinci kiliselerde mevcuttur.
Hıristiyanlıkta aforoz, büyük ve küçük olmak üzere iki
türlüdür:
Büyük aforoz: Bu
cezaya uğrayanlar, cemaatten hiç kimseyle temas kuramaz, ayinlere katılamaz ve
hıristiyan mezarlığına gömülemez.
Küçük aforoz :
Yalnız kendi aile fertleriyle temas kurabilir ve bazı ayinlere katılabilir.
İslam cemiyetinde ruhban veya din adamları sınıfı bulunmadığı
gibi, aforoz uygulaması da yoktur. İslamiyet’te günahkarların günahlarını ancak
Allahü teala affeder. Herhangi bir suç işleyen kimse de mahkemelerde
cezalandırılır. İslam hukukunda Müslümanı dini vazife ve ibadetlerden mahrum
bırakma veya toplumdan uzaklaştırma gibi bir ceza bulunmamaktadır.
Dünyanın üçüncü büyük kıtası. Bütün karaların beşte biri
büyüklüğündedir. Kuzeyde Akdeniz, batıda Atlas Okyanusu, güneyde ve doğuda Hint
Okyanusu, kuzeydoğuda Kızıldeniz’le çevrilidir. Avrupa’dan Cebelitarık boğazı
ile ayrılır. Kıyıları fazla girintili çıkıntılı olmayıp, toplam uzunluğu 30.500
km, yüzölçümü 30.319.000 km2dir. Kuzey-güney doğrultusunda 8000 km uzunluğunda,
doğu-batı doğrultusunda 7400 km genişliğindedir.
Tarihi
Afrika hakkında yeterli yazılı belge bulunmamasından dolayı
kıt’anın tarihi hakkında uzun bir müddet yeterli bilgiye sahip olunamadı. Ancak
yirminci asırda başlayan araştırmalar neticesinde kıtanın tarihi hakkında
bilgiler elde edilmeye başlandı. Bu bilgiler daha ziyade kıt’anın kuzey
kısımları ile ilgilidir. Güney ve Orta Afrika’nın tarihinin son yıllara kadar
olan kısmı hakkında henüz kesin bir bilgi yoktur.
Mısır ve Nil Nehri boyunca yapılan araştırmalar neticesinde
varlıklarını M.S. 4. asra kadar sürdürmüş olan medeniyet kalıntıları
bulunmuştur. Habeşistan ve çevresinde Meroe; Gana’da ve Nijerya’da Yoruba; Doğu
Akdeniz kenarlarında Fenike medeniyetleri hüküm sürmüştür. Eski Makedonya Kralı
Büyük İskender Mısır’a kadar gelmiş ve Fenikelileri hakimiyeti altına almıştır.
Daha sonra Romalılar, Kartacalıları yenerek Kuzey Afrika kıyılarını ele
geçirmiştir. Bu kıtaya Afrika adı, Pön Savaşları esnasında verilmiştir. M.S.
429 yılında Vandallar, Afrika’ya geçerek kıtanın kuzey sahillerini ele
geçirdilerse de kısa bir müddet sonra Romalılar tekrar hakimiyetlerine aldılar.
644 yılında kıtanın kuzey kısımları Amr bin As komutasında
Müslümanlar tarafından fethedildi. İlk olarak İskenderiyye alındı. Daha sonra
Bingazi de feth edilerek 670 yılında Kayravan şehri kuruldu. Emeviler zamanında
kuzey Afrika tamamen Müslümanların eline geçti. Abbasiler devrinde bu bölgede
müstakil Müslüman beylikler kuruldu. On ikinci asırda ise; Kuzey Afrika’ya
Türkler de yerleşmeye başladılar.
Mısır’da kurulan Fatimi Devleti yıkıldıktan sonra Eyyubi
Devleti kuruldu. Eyyubilerden sonra Memluklü Devleti buralara hakim oldu. 1517
senesinde Osmanlılar Mısır’ı, daha sonra Trablusgarb’ı, Barbaros kardeşler de
Cezayir ve Fas’ı alarak Osmanlı idaresine kattılar. On dokuzuncu asır ve
yirminci asır başlarına kadar bu bölgeler Osmanlı idaresinde kaldı. Bu
tarihlerden itibaren İngiliz, Fransız ve İtalyanların istilasına uğrayan bu
yerler, daha sonra bugünkü şeklini aldı.
Avrupa devletleri yeni çağda Afrika kıtasında sömürgecilik ve
köle ticareti yapmışlardır. Günümüzde Afrika’da sömürge devleti kalmamıştır.
Fiziki Yapı
Afrika’nın en çok göze çarpan yer şekilleri, kıyılarda geniş
ve düz çanaklar halinde görülen dağlardır. Geçilmesi güç olan bu dağların
önünde, derin vadilerle kesilmiş olan, dar kıyı ovaları uzanır. Bu çanak ve
kıvrık dolama şeklindeki dağların Büyük Sahra’da nerelere kadar uzandığı, henüz
kesin olarak bilinmemektedir. Büyük Sahra’ya sokulan Nijer, Çad ve Nil dağları
güneye doğru kesin bir sınır göstermezler ve ekvatorun kuzeyinde yükseklikleri
1000-2000 metreyi bulan ada şeklinde, kenarlarda birbirlerine yaklaşırlar.
Afrika’nın güneyinde bu şekildeki dağlara rastlanır. Geniş bir saha kaplayan
kıvrımlı Kongo Dağları buna en güzel misaldir. Kongo nehri bu dağları 400
kilometrelik bir geçit halinde aşarak Atlas Okyanusuna dökülmektedir.
Doğu Afrika’da ise, kıvrık ve dolama şeklinde dağlar yoktur.
Bu bölge, büyük çöküntü hendeklerinin sıralandığı, geniş ve billuri kütlelerden
meydana gelmiştir. Suriye çöküntü hendeği, Habeşistan yaylası, Kızıldeniz
çöküntü hendeği bunların en önemlileridir.
Dağlar: Kıtada iki önemli
sıradağ grubu vardır. Bunların büyüğü, kuzey ve batıdaki Atlas Dağlarıdır. Bu
dağlar, Alp Dağlarını meydana getiren yer kabuğu hareketleriyle meydana gelmiş
ve bu Alp Dağları silsilesine tabidirler. Yüksek Atlasları, Tel Atlasları ve
Sahra Atlasları olmak üzere üç kısma ayrılır. Bu dağ silsilesinin en yüksek
noktası 4300 metre ile Yüksek Atlas dağları üzerindedir. İkinci dağ grubu ise
Afrika’nın güneyinde yer alan küçük sıradağlar halindedir. Kıtanın geri kalan
kısmı geniş ve daha ziyade yüksek platolardan ibarettir. Bilhassa Habeşistan
platolar bakımından çok zengindir.
Dağlar denize dik olarak bulunurlar. Ancak büyük sahra
ortasındaki Akağlar (3000 m), Tibesti (3400 m), Kilimanjaro (5895 m) gibi
dağlar yer yer bu platoları keserler.
Akarsular: Kıtada
genellikle denize ulaşabilen akarsu sayısı azdır. Akarsular genellikle yüksek
bölgelerde akarlar ve denize ulaştıkları yerlerde ya sert akıntılarla veya
çağlayanlarla yüksekten dökülürler. İç bölgelerin suları uzun nehirlerle denize
ulaşır. Aynı zamanda denize ulaşamıyan kapalı havzalar da mevcuttur. Böyle
yerlerde yağmur suları sıcaklıkla buharlaşarak dengeyi sağlar. Bu havzaların en
önemlisi Çad Gölü bölgesidir. Bu bölge Afrika kıtasının önemli bir bölümünü
kaplar. Afrika kıtasının belli başlı nehirleri; Nil (6679 m), Nijer, Kongo,
Oranj, Limpopo, Zambezi’dir. Nehirler iç bölgelere doğru ulaşım ve nakliyata
elverişli değildir. Bu sebepten uluslararası ticaret bu bölgelerde pek fazla
yapılmaz.
Gölleri: Kıtanın en büyük
gölü, dünyanın dördüncü büyük gölü olan Viktoria’dır. Diğer önemli gölleri;
Tanganika, Ngasa, Nasır baraj gölü, Kariba baraj gölleridir.
İklim
Afrika yaklaşık olarak 3050 km çevre sahillerinin uzunluğu
ile en büyük tropikal bölgedir. Kıtaların içinde en sıcak olanıdır. Dünyada en
yüksek sıcaklık Afrika kıt’asında Büyük Sahra'nın Trablus yakınlarında Aziziye
bölgesinde 13 Eylül 1922’de 58 derece olarak kaydedilmiştir. Kıtada ortalama
sıcaklık 21 derecedir. Kıtanın % 30’u çöl, % 9’u yarı kurak, % 33’ü üç aydan
altı aya kadar ziraate imkan vermeyecek kadar kurak bölgedir.
Yağışın yoğun olduğu bölgeler batı Afrika sahilleri ile
Madagaskar adasının doğu sahilleridir. Kamerun’un Biafre sahilinde yer alan Debundja’da
yıllık yağış ortalaması 10410 mm olup, Afrika’da görülen en yüksek yağış alan
yerdir. Diğer fazla yağış alan yerler; Guinea Cumhuriyeti (5850 mm), Liberya
(4400 mm), Madagaskar Adası (3560 mm)dır.
Afrika’da büyük iklim değişiklikleri görülmez, iklim
bölgeleri açıkça görülecek şekilde birbirlerine yaklaşırlar. Zira bunu
engelleyecek dağ bariyerleri ve engebeli arazi yoktur. Bu iklim bölgeleri birer
çift halinde Kongo havzasında toplanırlar. Bu bölgeden kutuplara doğru başlıca
iklim kuşakları şunlardır:
Tropikal yağışlı iklim:
Yıl içinde sürekli sıcak, yüksek nem ve bereketli yağmurların devamlı yağdığı
bir iklim tipidir. Kongo havzasının kuzey ve merkez kısımlarını kaplar. Ayrıca;
Sierra Leone, Ivorry ve Madagaskar’ın doğu sahillerinde de görülür. Bu iklim
bölgesinde çok az ısı değişmeleri olur, yağışlı mevsim Mayıs ile Eylül ayları
arasındadır.
Savan iklimi:
Kuru ve yağışlı bir iklimdir. Sudan platosu ile Doğu Afrika’nın büyük bir
bölümünü, Güney ve Merkez Afrika bölgesinde hüküm sürer. Yıllık yağış
ortalaması 1400 mm civarında değişir. Bir çok yerde tropikal iklimi ile
karışır. Yağmurun büyük bir bölümü güneşli bir havada yağar. Savan iklim tipi
aşırı derecede günlük sıcaklıkları karakterize eder. Yağışlı tropikal iklim
bölgelerinden daha fazla sıcaklık farklılıkları gösterir. Senenin en sıcak
günleri ekseriya yağışlı mevsimden önce gelir.
Tropikal çöller iklimi:
Çöl bölgelerinde görülür ve diğer iklim kuşaklarından daha fazla alanı kaplar.
Bu iklim tipinin hakim olduğu çöllerin en büyüğü kuzeyden güneye 1600 km,
doğudan batıya 4800 km uzunluğundaki Büyük Sahra’dır. Büyük Sahra, aynı zamanda
dünyanın en büyük ve en kurak çölüdür. Senede ortalama 250 milimetreden daha az
yağış alır. Güney yarımkürede yer alan Kalahari - Nabib çöllerinde ise, alize rüzgarları
hakimdir. Bu bölgelerde, güneş enerjisini atmosferden kolayca kurtulup toprağa
ulaşmasını te’min eden atmosferik olaylar sebebiyle gece ve gündüz arasında
büyük sıcaklık farkları olur.
Subtropikal step iklimi:
Atlas dağ platoları arasında ve güney Afrika platosunda görülür. Yıllık yağış
ortalaması 150 ile 350 mm arasında fazla değişiklik göstermez. Yarı kurak Atlas
arazilerinde yıllık yağış mikdarlarının büyük bir bölümü kışın düşer. Karroo
bölgesinde ise en yağışlı mevsim yaz mevsimidir. Bu bölgelerde kışın donma
olaylarına da rastlanır.
Nemli subtropikal iklim:
Güney Afrika Cumhuriyeti’nin doğu bölgesinde; yağış sahillerde fazla, iç
bölgelerde azdır. Durban bölgesinde yıllık yağış mikdarı, Maize Triangle’de
sadece 530 mm iken, burada 1150 milimetredir. Yağışların çoğu yazın yağar.
Bitki ve Hayvanlar
Afrika’nın bitki örtüsü iklim bölgeleri ile sıkı irtibat
halindedir. Ayrıca toprak ve su ile de sıkı münasebeti vardır. Kongo ve Gine
körfezinin iç bölgelerindeki 600.000 kilometrekarelik bölge balta girmemiş
ekvator ormanlarıyla kaplıdır. Kamerun’da 750 km kadar iç kısımlara sokulan bu
ormanlar batıya doğru gittikçe 100-120 kilometreye kadar daralır. Daha sonra
Gine’de yeniden genişler ve Sierra Leone’ye kadar sokulur. Ayrıca Victoria
gölünün kuzey batısında dağ yamaçları adacıklar halindeki ormanlarla örtülüdür.
Alçak kıyılarda, toprağın üzerinde kalan kökleriyle çamur dolu bataklıklarda
yetişen ağaçlardan meydana gelen Mangrov ormanları mevcuttur.
Ormanlarda ağaçlar çok çeşitli ve sıktır. Güneş ışınları
yapraklar arasından sızarak yere ulaşabilmektedir.
Ağaçların boyları 20-30 m yüksekliğinde olup, seyrek olan
ağaçlar 60-70 m boyundadırlar. Tırmanıcı bitkiler, bu ormanlara insanların
girmesine imkan tanımamaktadır.
Ekvator ormanları bol yağış alan savan bölgeleriyle
kuşatılmıştır. Buralarda bol yağışlar sebebiyle yüksek boylu yeşil bitkiler
yetişir. Akarsu kenarlarında muhtelif büyüklüklerde şerit halinde uzanırlar.
Madagaskar Adası civarında da savan bölgeleri geniştir. Ekvator ormanlarında
abanoz, pelesenk, Afrika cevizi ve maun gibi ağaçlar bol mikdarda bulunur.
Ayrıca şeker kamışı ile muz önemli bitkilerdendir.
Çöl bölgelerinde ve kurak yerlerde pek bitki örtüsüne
rastlanmaz. Nil Nehrinin havzasında ise çeşitli ziraate elverişli bölgeler
vardır. Güney Afrika’da astropikal sert yapraklı bitkiler yer almaktadır. Güney
- doğu’da ise kıyılar ormanlarla kaplıdır.
Afrika’da değişik iklimlerde değişik hayvanlara rastlanır.
Ekvator ormanlarında bir çok memeli hayvanlar bulunur. Bunların arasında
şempanze ve ukapia (bir zürafa çeşidi) ve zürafa grubunun bir kısmı Afrika’nın
diğer bölgelerinde pek rastlanmaz. Goriller sadece Gabon ve Kamerun’un batı
kısımlarında yaşarlar. Yaban sığırları ve antiloplar, ormanlarda yaşamalarına
rağmen pek sık olarak görülmez. Yarasa ve sincap türleri çok görüldüğü gibi
maymun çeşitlerinin bir çok türü en çok rastlanan hayvanlardandır. Başta
baykuş, güvercin, sülün gibi kuşlar olmak üzere, çok sayıda kuş çeşidi vardır.
Bu kuşların bir kısmı, timsah, yılan, kertenkele, bukalemun,
karada yaşayan kurbağalara vb. hayvanlara yem olmaktadır. Kaya pitonu (python)
sekiz metreye ulaşan boyu ile Afrika kıtasının en büyük yılanıdır. Kobra, kara
mamba gibi yılanlar son derece zehirli yılanlardır. Ormanlarda çok fazla
zehirli yılan bulunmaktadır. Diğer tropikal bölgelerde olduğu gibi bu
ormanlarda da pek çok böcek türü vardır. Sıtma mikrobu taşıyan anofel
sivrisineği gibi hastalık taşıyanları da vardır. Savan ve tropikal step
bölgeleri Afrika’nın en fazla hayvana sahip yerleridir. Filler, antiloplar,
kobralar, gergedanlar, zebralar, timsahlar, aslanlar, leoparlar ve kedigiller
ailesinin birçok türü, vahşi köpekler, çakallar, kısaca her çeşit hayvan
vardır. Kurulan bir çok hayvan çiftliklerinde vahşi hayvanlar
ehlileştirilmektedir. Bölgede 2300 kuş çeşidi vardır. Ayrıca yırtıcı kuşlar
step bölgelerinde yaşarlar. Tropikal çöl bölgelerinde ise bazı memelilere
bilhassa gazel (ceylan) ve tavşan gibi hayvanlar ile bazı küçük kuşlara
rastlanır.
Akdeniz bölgesinde ise, Güney Avrupa ve Asya’da görülen
hayvanlardan yaban keçisi ve yaban dağ keçisi, maymun, kızıl geyik gibi
hayvanlar bulunur. Diğer bölgelerde önemli bir hayvan türü yoktur.
Nüfus
Afrika, Okyanusyadan sonra kıtalar arasında en az nüfusu olan
kıt’adır. 500 milyondan fazla nüfusa sahiptir. Dünyadaki zenci nüfusun
merkezidir. Çeşitli mahalli diller ve kültürler vardır. Büyük Sahra’nın
kuzeyinde Hamiler, güneyinde Samiler yaşarlar. Kuzeyde yaşayanların çoğu; dar
burunlu, yassı dudaklı ve gür saçlıdır. Çoğunluğu müslüman ve sempatik
insanlardır. Bir kısım zenciler koyu renkli, kıvırcık saçlı, kalın dudaklı,
geniş burunlu insanlardır. Batı Afrika’daki Sudanlı zencilerin daha bariz yüz
çizgileri vardır. Asyalılar ve Hindliler, doğu Afrika’da ve güney Afrika’nın
Natal bölgesinde yaşarlar.
Nüfus kesafeti (yoğunluğu) bölgeden bölgeye değişir. Büyük
Sahra gibi çöl bölgelerinde, çok az insan yaşamaktadır. Nil havzası, nüfus
bakımından en kalabalık bölgedir. Bu bölge ticarete ve ziraate elverişli
olduğundan kalabalık bir nüfusu vardır. Kıtanın en büyük şehri Kahire’dir.
Afrika’da tarihi eserler yeni yeni ortaya çıkarılmaya
başlanmıştır. Kıtanın henüz ulaşılmayan ve keşfedilmeyen bölgeleri mevcuttur.
Çok çeşitli mahalli lisanların yanında sömürgecilik sebebiyle yerleşen
Fransızca, Portekizce, İngilizce, İspanyolca gibi Avrupa dilleri ile Arapça
konuşulur. Kıtanın kuzey kısımlarında İslam dini, güney kısımlarında
hıristiyanlık, iç kısımlarında puta tapıcılık hakimdir. Son yıllarda Afrika’da,
İslamiyet hızla yayılmaktadır.
Ekonomi
Afrika’nın ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayanmaktadır.
İklim şartlarına göre ve sulama yapılan yerlerde tarım ve ekim çok mikdarda
yapılır. Tropikal Afrika’da ticaret için tarım hızla artmaktadır. İhraç edilen
ürünler arasında kahve, kakao, pamuk, fıstık, susam gibi ürünler başta gelir.
Akdeniz iklimi olan yerlerde; zeytin, tütün, çay gibi bitkiler çok
yetiştirilir.
Hayvanlardan sığır, keçi, koyun, at, deve beslenmektedir.
Ayrıca av hayvanları da önemli yer tutar. Kıyı ve ırmak olan yerlerde
balıkçılık oldukça ilerlemiştir. Açık deniz balıkçılığı da son derece
gelişmiştir. Bazı yerlerinde denizlere kademeli inildiği için balıkçılık
yetersiz yapılmaktadır. Afrika sularının iç kısmında binden fazla balık çeşidi
bulunur. Bu kaynaklar değerlendirilmemektedir
Madenler ve sanayi:
En çok altın, elmas, bakır üretilir. Diğer önemli madenler; krom, asbest,
kobalt, demir, fosfat gibi madenlerdir.
Sanayi merkezleri:
Güney Afrika, Zambia, Nijerya, Zaire, Akdeniz kıyılarıdır. Afrika’da önemli mikdarda
el sanatları vardır.
Afrika’nın bol madenlerinden istifade eden Avrupalılar,
buralarda sadece sömürgecilik yapmışlardır. Bugün zengin maden yatakları ve
mineralleri ile Afrika bilhassa büyük devletlerin ilgisini çekmekte ve bunlar
dolaylı olarak çeşitli siyasi hadiselere destek olmaktadırlar.
Ulaşım: Kuzey ve güney
Afrika’da demiryolları çok fazladır. Fakat diğer yerlerde pek gelişmemiştir.
Karayolları genellikle demiryollarının devamını meydana getirir. Havayolları
1950’den sonra oldukça gelişmiştir. Afrika’da milletlerarası hava limanları
vardır. İç hatlarda hava yolları oldukça bağlantılıdır.
On birinci yüzyıldan itibaren mühim roller oynamak suretiyle
adlarını zamanımıza kadar yaşatmış Oğuz boyu. Bozokların Yıldızhanoğulları kolundandırlar.
Büyük Selçuklu Devletinin kuruluşundan önce diğer Oğuz
boyları ile beraber, Kıpçak çölünde yaşarlardı. 1135-1136 yıllarında reisleri
Arslanoğlu Yakub Bey kumandasında gelerek Huzistan’a yerleştiler. Yakub’dan
sonra Afşarların başına Aydoğdu bin Küşdoğan geçti. Şumla lakabıyla anılan bu
bey, Büyük Selçuklu Devleti’nin zayıflamasından faydalanarak, Huzistan’da
Selçuklu hakimiyetine son verdi ise de, 1159’da Irak Selçuklu sultanı Melikşah
gelerek tekrar Huzistan’a hakim oldu. Bu devrede Şumla da Melikşah’ın hizmetine
girdi. 1194 yılında Abbasi halifesi En-Nasır li-Dinillah, veziri İbn-ül-Kassab
kumandasında Huzistan bölgesine bir ordu gönderdi. İbn-ül-Kassab, Huzistan’ın
başşehri Tuster’i ve birçok kaleleri zaptettikten sonra, Şumla’nın ailesini ve
çocuklarını toplayıp Bağdad’a götürdü. Böylece Huzistan’daki, Avşar Şumla ve
oğullarının hakimiyeti sona erip, ülke, halifenin topraklarına katıldı.
Diğer taraftan Malazgirt Savaşından sonra, Anadolu’ya
Türkmenlerle beraber göç eden Afşarlar, Selçuklu Devleti’nin uç bölgelerine
yerleştirilmişlerdi.
Nitekim Anadolu’da yerleşim yerleri arasında Avşar adı,
Kayılardan sonra ikinci sırada gelmektedir. Bu yer adları Avşarların
Türkiye’nin fetih ve iskanında Kayı ve Kınıklar gibi birinci derecede rol
oynadıklarını göstermektedir. Yine kaynaklara göre Karamanoğulları Beyliğini
kuran ailenin Avşar boyuna mensub olduğu belirtilmektedir. Osmanlı ve İran
tarihinde önemli rol oynayan Avşarlar, Anadolu’ya on üçüncü yüzyılda göç
edenlerdir. Bu ikinci göç hareketi sırasında Anadolu’ya gelen Avşarların
bir bölümü, Akkoyunluların İran’ı ele geçirmesi üzerine, Mansur Bey
önderliğinde İran’a giderek Huzistan’a yerleşti. Anadolu’da kalanlar ise; daha
çok Malatya ve Doğu Anadolu’da bulunuyorlardı. Bunlardan büyük bir bölümü on altıncı
yüzyıl başlarında İran’a göçerek Urmiye’den Herat’a kadar olan geniş bir
bölgede yerleştiler ve Nadir Şah, 1736’da bunlardan Afşarlar hanedanını kurdu.
İran Afşarları; Mansur Beğ Avşarları, İmanlu Afşarı, Alplu
Avşarı, Usalu Afşarı, Eberlu Afşarı olmak üzere, başlıca beş büyük oba idi.
Safevi hükümdarı Birinci Şah İsmail, Afşarları sınır
koruyucusu olarak Horasan’a yerleştirdi. Safevilerin zayıfladığı bir dönemde,
Afşarların lideri Nadir; Afşar, Celayir ve diğer Türkmenleri etrafında topladı
ve İkinci Tahmasp’ın hizmetine girdi. İran topraklarından Afganları çıkarınca,
nüfuzu arttı. Sonra İkinci Tahmasp’ı tahttan indirerek yerine Üçüncü Abbas’ı
şah yaptı. Kendisini de saltanat vekilliğine getirdi. 1736’da da kendi
şahlığını ilan etti. 1737’de Hindistan seferine çıkarak Delhi’ye kadar
ilerledi. Bir suikasdden sonra idareyi sertleştiren Nadir Şah, Afşar ve Kaçar
Beyleri tarafından öldürüldü. Horasan’ı yöneten torunu Şahruh’un ölümünden
sonra İran Afşar yönetimi de sona erdi.
İran Afşarları günümüzde, Urmiye gölünün kuzey batısında
Hemedan, Kirmanşah, Nişabur, Kerman’ın güneyinde dağınık halde yaşamaktadırlar.
Afşarlar, halis Türk olup, İran’dakiler hariç hepsi Ehl-i
sünnet olup, Hanefi mezhebindedirler.
Afşarlar, güler yüzlü, iyimser, hayat dolu, sakin ve
terbiyeli insanlardır. Kadınları çok çalışkandır. Ünlü Afşar kilimleri bu
çalışkan kadınların el emeğidir.
Günümüzde yerleşik olmalarına rağmen bir kısmı adetlerini
devam ettirmektedirler. Bugün Kayseri’nin Pınarbaşı kazasının merkez nahiyesine
bağlı bir kısım köyler ile aynı kazanın Pazarören nahiyesi köylerinden pek
çoğu, Sarız kazası ve Tomarza’nın Toklar nahiyesi köylerinin yarısından fazlası
Avşarlara aittir. Ayrıca Adana’ya bağlı mağara kazası köylerinden Ayvad ve
Ağdaş alanı köyleri de Avşarlar tarafından iskan edildiği gibi, Çukurova’da
mevcut bazı Avşar köylerinden başka Kastamonu, Bolu, Muğla, Isparta ve Antalya
yörelerinde pekçok Avşar köy adına rastlanır.
Selçuklu kumandanlarından. Doğumu, yetişmesi ve ölümü
hakkında kaynaklarda fazla bilgiye rastlanmamaktadır. Horasanlı bir Türkmen
ailesinden geldiği bilinmektedir. Afşin Bey, 1016-1021 seneleri arasında Çağrı
Bey kumandasında batıya yapılan seferlere katıldı. 1064’te Emir Gümüştigin ile
birlikte Anadolu’da gaza ile görevlendirildi. Malatya yakınlarında Bizans
ordusunu bozguna uğrattı. 1067’de Kayseri’yi ele geçirdi ve Kilikya’ya girdi.
Büyük Selçuklu sultanı Alparslan, Afşin Beyin bu zafer ve fetihlerini haber
alınca, çok sevindi ve gazasını tebrik etti.
Daha sonra Alp Arslan, Afşin Beyi kendisine karşı isyan eden
Erbasan’ı takib için vazifelendirdi. Anadolu’yu iyi bilen Afşin, akıncılarını
toplayarak hızla Derbend’e hareket etti. Afşin’in üzerlerine geldiğini duyan
Erbasan, Mihail ile anlaşarak İstanbul’a doğru kaçtı. Kendisini takib eden
Afşin Bey, Denizli yakınında Honaz’ı fethetti. Boğaziçine kadar geldi ve pekçok
ganimetle geri dönüldü.
Afşin Bey, 1071’de Malazgirt Zaferine de katıldı ve büyük
hizmetleri oldu.
Gazalarda şöhret kazanıp, Anadolu’nun Türk yurdu olması ve İslamlaşması için çok hizmet eden Afşin Bey, Sultan Alparslan’dan sonra Melikşah’ın maiyyetine girdi. 1075 (H. 468)te Anadolu’dan Haleb’e gitti. Oradaki asilerin cezalandırılmasında vazife aldı. Afşin Beyin daha sonraki hayatını nasıl geçirdiği belli değildir. Kaynaklarda bu hususta bilgi bulunmamaktadır.
Türk asıllı Abbasi kumandanı. Orta Asya’da Uşrusana’da doğmuş
olup, doğum tarihi bilinmemektedir. Kan davası yüzünden Horasan’a oradan da
Bağdat’a geldi. İslamiyeti kabul ederek Abbasi halifesinin hizmetine girdi ve
Haydar ismini aldı.
Me’mun 822-823 (H. 207) senesinde Ahmet bin Ebu Halid
kumandasındaki halifelik ordusunu, Afşin’in rehberliğinde, Türkistan’da
Semerkand ile Fergana arasındaki Türklerle meskun bir bölge olan Uşrusana’ya gönderdi.
Halifelik ordusunun Uşrusana’ya geldiğini gören halk, endişe içine düştü. Ancak
Afşin’in babası ve kardeşi Müslüman olunca, halkın çoğu İslamiyeti kabul etti.
İslamiyetin getirdiği yaşayış şekli halk arasında hızla yayıldı.
Babasının vefatından sonra Haydar bin Kavus (Afşin), Uşrusana
valisi oldu. Bölgede İslamiyetin yayılmasına çok hizmet etti. Bu hizmeti Halife
Me’mun tarafından takdir edilerek, kendisine halifelik ordusunda vazife
verildi.
Afşin, 830 senesinde Aşağı Mısır’daki Berka, El-Beşarud,
El-Biyame ve El-Huf şehirlerindeki isyanları bastırdı.
Afşin, Mu’tasım zamanında da Abbasi halifeliğine isyan eden
siyasi ve dini maksadlı asi ve bagileri cezalandırmak için vazifelendirildi.
İran ve Azerbaycan’daki hürremiyye sapıkları, Babek’in başkanlığında isyan
etmişlerdi. 816 senesinden beri isyan halinde olan Babek Hürremi üzerine
gönderildi. Uzun çarpışmalarından sonra Babek’i yendi. Babek, 838’de
yakalanarak idam edildi.
Halife Mu’tasım da, Afşin’i murassa, tac, hil’at ve
külliyatlı mikdarda para ile mükafatlandırarak Sind Valiliğine tayin etti.
Büyük itibar kazanan Afşin’in halifelik ordusundaki kumandanlık mevkii birinci
dereceye yükseldi.
838’de Mu’tasım’ın Anadolu seferine katıldı. Amuriye
savaşında ordunun sağ kanadına kumanda ederek zafer kazanılmasında büyük rol
oynadı.
Afşin, Amuriye seferinden sonra, Sind valiliğine devam etti.
Halife Me’mun ve Mu’tasım devirlerinde askeri muvaffakiyetler kazandı. Başta
halife olmak üzere, devlet erkanı, ahali ve askerler arasında itibarı arttı.
Ancak bazı şikayetler üzerine 840 senesinde mahkemeye verildi. Uyun’da bir yıla
yakın hapis yattı. Hapis hayatı onu çok yıprattı. 841 senesinin ilkbaharında
hapishanede vefat etti.
Kahramanmaraş ilinin Afşin ve Elbistan ilçeleri arasında
kurulmuş olan Türkiye’nin en büyük termik elektrik santralı. TKİ ve MTA’nın
ortak çalışmalarıyla Afşin-Elbistan linyit havzasında düşük kalorili bol
miktarda linyit rezervi olduğu tasbit edildi. Bu linyitlerden faydalanarak bir
termik santral kurulmasına karar verildi. 5000 MW’lik bir santralın
kurulmasıyla bölgedeki linyitlerin altmış yılda tüketilebileceği hesaplanarak
hazırlanan proje 1968 yılı yatırım proğramına alındı. 1973 senesinde santralın
yapımına başlandı. Herbiri 344 MW gücünde dört ünite olarak planlanan santralın
ilk ünitesi Temmuz 1984’te üretime başladı. Kömürün santrala ulaştırılması için
bir nakil hattı kuruldu. Tam kapasiteyle üretime başladığında Türkiye toplam
enerji üretiminin % 20’sini karşılayacak olan santralın diğer üç ünitesinin
kademeli olarak 1992, 1993 ve 1994 senelerinde hizmete gireceği planlanmıştır.
Tam üretime geçtiğinde havzadan 20 milyon ton linyit çıkartılarak 18,6 milyon
tonu santralda kullanılacak, kalanı ise bölge halkının yakacak ihtiyacını
karşılayacaktır.
Alm. Aphtein (f. pl.), Fr. Aphte (m.), İng. Aphtha; Aphtousfever. Bir
çoğunun asıl sebebi bilinmeyen, ancak bir virüsten dolayı ortaya çıktığı veya
bağışıklık sisteminin bozukluğuyla ilgili olduğu sanılan, ağızda, dudaklarda ve
dil sathında küçük ülserler (doku harabiyetleri) ile seyreden bir hastalık.
Ekseriya sindirim bozuklukları ile birlikte bulunur. Çok ağrılıdır. Gülmeyi,
konuşmayı, çiğnemeyi güçleştirir. Tedaviye rağmen 1-2 hafta sürer. Bazan biri
iyileşirken biri yeniden çıkar. B ve C vitaminleri verilmesi faydalı olabilir;
çünkü aftların çıkmasının vücut mukavemetinin düşük olmasıyla ilgisi vardır. Bu
vitaminler özellikle C vitamini mukavemeti arttırır. Antibiyotikler fayda
sağlamaz. Ancak, yeni bir hastalığın bunun üzerine eklenmesini önlerler. Gamaglobülin
enjeksiyonu yapılırsa, belirtiler kısa sürede silinir. Çiğneme sırasındaki
ağrıyı azaltmak için yemek öncesi düzeysel olarak ağrı kesici solüsyonlar
sürülüp, 15-20 dakika ağrının duyulması önlenebilir. Tekrarlayan veya uzun
süren aftlarda, ağızın karbonatlı ve tuzlu (veya şaplı) suyla çalkalanması,
keza yaraların üzerine gliserin sürülmesi de iyileşmeyi hızlandırır. Özel (ağız
için hazırlanmış) pomadlar vardır, kullanılması faydalıdır. Barsak solucanı
tedavisinde kullanılan Leva misole(Ketrax) haplarından haftada iki gün arka
arkaya bir defada üç tane münavebeyle haftalarca kullanılmasının iyi sonuç
verdiği bildirilmektedir(Misale Pazartesi sabah 1 defada 3 tane, Salı sabah
tekrar edip diğer 5 gün ara verilerek devam edilir.
Alm. Opium (n.), Fr. Opium, İng. Opium.
Familyası: Gelincikgiller
(Papaveraceae), Türkiye’de yetiştiği yerler: Afyon, Isparta Uşak, Denizli. Elde
edildiği bitki: Haşhaş (Papaver
somniferum),
Haşhaş bitkisinin genç kapsüllerinin (meyvalarının) özel bir
bıçakla enine çizilmek suretiyle dışarı çıkan ve hava ile temasta katılaşan
sütüdür.
Kapsülden çıkan süt (lateks) önce beyazdır, sonradan koyu
esmer bir renk alır. Afyon sakızı denen bu katılaşmış süt, yine özel bıçaklarla
toplanır. Bu şekilde elde edilen afyon, çok eski zamanlardan beri ilaç ve keyif
verici olarak kullanılmaktadır. Bu işler için Hindistan’da, Çin’de, Eski
Mısır’da haşhaş başları kullanılmıştır. Hipokrat, eserlerinde haşhaştan
bahsetmiştir. Plinius (M.S. 23), haşhaş başlarının çizilerek afyon elde edildiğini
yazmıştır.
Opium deyimi de Yunanca opos (özsuyu)dan gelir. Romalı bilgin
Dioskorides eserlerinde afyonu uzun uzun anlatmaktadır. Türk-İslam
hekimlerinden Razi, İbn-i Sina ve İbn-i Zübeyr, afyonu öksürüğe karşı
kullanmışlardır.
Afyonun bileşiminde yaklaşık % 20-25 oranında alkaloid
vardır. Bundan başka reçine, kauçuk, yağ, mum, müsilaj ve asitler de vardır.
Türk afyonlarının içinde % 10-25 nisbetinde alkaloid bulunur. Türk afyonu
morfin bakımından dünyada en zengin afyondur. Türk afyonunda 25 çeşit alkaloid
bulunur. Bu alkaloidlerin başlıcaları şunlardır:
Morfin: Afyonun en önemli
alkaloididir. % 12’sini teşkil eder. Tıpta çok iyi bir ağrı dindiricidir. Keyf
verici olarak kullanılması da yaygındır.
Kodein: Morfine göre daha
az zehirlidir. Alışkanlık yapma özelliği morfinden daha azdır. Daha çok öksürük
kesici olarak kullanılır.
Papaverin: Uyuşturucu
(narkotik) etkisi fazla değildir. Kaslar üzerinde kasılmayı önleyici etkisi
vardır.
Morfinde bundan başka tebain, narkotin, lavdanin, reaodin
gibi alkaloidler de vardır.
Afyonun tıbbi kullanımından başka uyuşturucu olarak kullanımı
da yaygındır. Özellikle içinde morfine karşı alışkanlık meydana getirmesi çok
mühim bir sosyal hadise haline gelmiştir. Morfinman annelerin çocukları anne
karnında bu maddeye alışmakta, doğunca morfin açlığı hissetmektedirler.
Afyon alkaloidlerinin elde edilmesinden sonra, bunların
formüllerinde bazı değişiklikler yapılarak tedavide kullanılmıştır. Bu
maddelerin keşfinden maksat; morfin ve diğer afyon alkaloidlerinin ağrı kesici,
öksürük dindirici vs. faydalı te’sirlerinin arttırılması; alışkanlık yapıcı,
kusturucu v.s. gibi zararlı ve istenmeyen etkilerinin ise azaltılmasıdır. Bu
gayeyle bir çok sun’i veya yarı sun’i maddeler elde edilmiştir.
Toplumda her yaş ve sınıftan kişi morfin iptilasına
tutulabilmektedir. Bu bakımdan haşhaş ekimi her ülkede hükumetin kontrolü
altında yapılır. Afyon ticareti daima kontrol altına alınmaya çalışılmış ve
çalışılmaktadır. Yurdumuzda önceleri yaygın olan afyon ziraati bugün çok
sınırlı bir bölgede yapılır. Türkiye, kaçak afyon ekimi ve ticaretine karşı
büyük bir başarı sağlamıştır.