AF

Alm. Begnadigung (f), Amnestie (f), Fr. Amnistie (f), Pardon, İng. Pardon, Amnesty. Suç işleyen bir kişinin takib edilerek ve cezalandırılarak kamu gücünün kullanılmasından, adalet ve genel fayda düşüncesiyle, vazgeçilmesi. Genel ve özel olmak üzere iki türlüdür.

Genel af: Sosyal fayda düşüncesiyle, bütün veya belirli bazı suçları ve hükmedilmiş ise cezaları bütün neticeleri ile birlikte düşüren bir yasama tasarrufudur. Bu tasarruf çıkarılan bir kanunla gerçekleştirilir.

Özel af: Kesinleşmiş bir cezayı büsbütün kaldıran, hafifleten veya hafif olmak şartıyla başka bir cezaya çeviren af müessesesi. Genel af kapsamına mahkeme safhasında olan suçlar girer. Özel af da ise cezanın kesinleşmiş olması lazımdır. Özel af, bütün mahkumları içine alabildiği gibi, af tasarrufunda gösterilen bir veya birkaç mahkumu içine alacak şekilde de olabilir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi kanunla özel affın her iki çeşidini de kullanabildiği halde, Cumhurbaşkanı yalnızca ikinci çeşidini kullanabilir. Türkiye’de 1923 yılından beri 8 genel, 25 özel olmak üzere 33 af çıkarılmıştır. En son genel af 1974 yılında çıkmıştır.

Meclisin af yetkisi 1982 Anayasasının 87. maddesinde, cumhurbaşkanının af yetkisi ise 104. maddesinde ifadesini bulmaktadır.

İslam hukukunda af müessesesi şahsi idi. Yani af, devlet tarafından değil, mağdurun veya yakınlarının eliyle yapılıyordu. Ayrıca padişahın, devlete karşı işlenen suçları affetmek için özel yetkisi vardı.

AFGANİSTAN

DEVLETIN ADI

Afganistan Demokratik Cumhuriyeti

BAŞŞEHRİ

Kabil

NÜFUSU

14.825.000 (1989)

YÜZÖLÇÜMÜ

657.500 km2

RESMİ DİLİ

Puştu ve Farsça

RESMİ DİNİ

İslam

PARA BİRİMİ

Afgani

Merkezi Asya’da dağlık bir kara devleti. Doğu ve Batı Asya’yı birleştiren ana mihver üzerinde olup, Sovyetler Birliği, İran, Pakistan, Keşmir ve Çin ile çevrilidir. Geleneklerine bağlı 14 milyondan fazla nüfusu olan bir ülkedir.

Tarihi

Eskiden Türkistan’dan gelen Turan asıllı Kuşaniler, Afganistan’ı hakimiyetleri altına aldılar. Hazret-i Osman zamanında İslam orduları Kabil civarına kadar ulaştı. Miladi 627’de hazret-i Muaviye zamanında İslam orduları Herat, Belh ve Kabil şehirlerini fethettiler. Basra valisi Abdurrahman bin Samura kumandan idi. Bu tarihte Afgan halkı tamamen İslamiyeti seçerek müslüman oldu. Miladi 871’de Yakub bin Leys, Gazne’yi feth etti. Miladi onuncu asırda Gazneli Devleti kuruldu. Gazneli Devleti'nden sonra Afganistan’ın kuzeyi Selçuklularda kalıp, diğer kısmında Guriler Devleti kuruldu. Cengiz Han, Afganistan’ı ele geçirdi. Kurulan Tacik Devleti iki asır yaşadı. Timur Han bu devlete son verdi. Timur’un torunu Zahirüddin Muhammed Babür, Fergana’dan Kabil’e yürüdü ve şehri teslim aldı. Afganistan, Hint-Moğol İmparatorluğu ile İran arasında paylaşıldı.

İran Şahı Nadir Şah 1739’da Afganistan’ı ele geçirmek istedi. Suikastte ölünce, Nadir Şahın süvari birlik komutanı Ahmed Şah 1747’de yeni bir devlet kurarak Kabil’i başkent yaptı. Ahmed Şah ölünce karışıklıklar çıktı. Dost Muhammed karışıklıkları önledi ve 1835’te Afgan Emirliğini ilan etti. İngilizleri hezimete uğrattı ve 1857’de İngilizlerle antlaşma yaptı.

Ruslar 1868’de Semerkant ve Buhara’yı işgal ettiler. 1873 antlaşması ile Amu Derya (Ceyhun) Nehri Afganistan-Rusya sınırı oldu. Hindistan’da İslam devleti Gürganiye’yi yıkan İngilizler, on dokuzuncu yüzyılda Afganistan’ı işgal ettiler. Ülke sonra da Rusların istilasına uğradı. 1907 yılında İngilizler, Ruslarla anlaşarak Afganlılara yarı bağımsızlık verdiler. Emir Emanullah yönetiminde 1921 yılında tam bağımsızlığına kavuştu. Meşruti bir emirlik olarak idare edildi. 1964 yılında Muhammed Zahir Şah (1933-1973) bir anayasa hazırlatıp yürürlüğe koydu. Bu anayasa ile parlamento hükumeti kuruldu. Fakat 17 Temmuz 1973 tarihinde Muhammed Zahir Şahın İtalya’yı ziyareti sırasında General Muhammed Davud, askeri bir darbe ile hükumeti devirdi. 1964 Anayasasının yürürlükten kalktığını ilan edip, askeri bir konseyle memleketi idare etmeye başladı. Bu tarihten sonra Afganistan’ın siyasi tarihinde pekçok istikrarsızlıklar meydana geldi.

1978 yılına kadar icraatına devam eden Davud Han, 27 Nisan’da komünistlerin yaptığı bir darbe ile öldürüldü. Marksist Nur Muhammed Taraki hapisten çıkarılarak Afganistan Demokratik Cumhuriyetinin başkanlığına getirildi. Yeni komünist yöneticiler arasında kısa zamanda görüş ayrılığı ortaya çıktı. Dinine sıkı sıkıya bağlı Afgan halkı, idareci komünistlere karşı direnmeye başladı ve kısa zamanda birlik gerçekleşerek gerilla harbi şeklinde mücadeleye dönüştü. Ülkenin durumu 1979 yılında büsbütün karıştı. Bu yılın Şubat ayında Kabil’de ABD elçisi öldürülünce, Başkan Taraki, Mart ayında başbakanlığı Hafzullah Amin’e bırakmak zorunda kaldı. 16 Eylül’de saray darbesi sonucu başbakan Hafzullah Amin, Taraki’yi devirerek yönetimi ele geçirdi. Halk tarafından desteklenmeyen Amin, 28 Aralık 1979’da Rusya’ya giderek anlaşma imzaladı. Hemen arkasından Rusya, Kabil’e havadan asker indirdi. Memleketine ihanet ederek Rusları davet eden Amin öldürüldü. Rusya komünist rejimini uygulamak istediği bütün devletlerde olduğu gibi hemen kendisine bağlı Babrak Karmal’ı başa geçirdi. Rus askerlerinin mikdarı bir kaç günde 50 bini aştı. Zamanla bu mikdar 200 bini geçti. Halk, kitleler halinde Pakistan’a göçtü. Sovyet ordusunun Afganistan’ı işgal etmesi bütün dünya ülkeleri tarafından tepki ile karşılandı. Tek bir idare altında birleşen mücahidler, Rus askerlerine karşı uzun yıllar gerilla savaşı verdiler. Mücahidleri yenemeyen Rus birlikleri, Afganistan’ı terk etti ve bu işlem 15 Şubat 1989’da tamamlandı. Sovyet birliklerinin çekilmesi üzerine Muhammed Necibullah olağanüstü hal ilan etti. Bu sırada mücahidler Pakistan’da geçici bir hükumet kurdular. Sıbgatullah Müceddidi devlet başkanlığına getirildi. Fakat bir süre sonra mücahidler bölündü. Bu arada Müceddidi istifa etti, yerine Burhaneddin Rabbani getirildi. İç savaş devam etmektedir (1992).

Fiziki Yapı

Yüzölçümü 657.500 kilometrekare olan Afganistan, bölge yapısı, iklim ve bitki örtüsü bakımından geniş ölçüde farklılık gösterir.

Dik, karlı dağları, derin vadileri ve bitki örtüsü çok zayıf plato ve rüzgarlı çölleriyle kaba ve dalgalı bir arazi karakterine sahiptir. Ortalama yüksekliği 1220 metreyi geçer. Doğu-batı arası uzunluğu 1240, kuzey-güney arası 653 kilometredir.

Dağları: Dağ silsileleri, kuzey-doğudaki Vakhan koridorundan güney-batıya doğru ülkeyi ikiye ayırır. En önemli dağ silsilesi Himalayaların uzantısı olan Hindikuş’lardır. Bu dağlar kuzey ve güney Afganistan arasında adeta bir set teşkil eder. 2987 m yüksekliğindeki Şibar en önemli geçittir. Hindikuş Dağları batıya doğru alçalarak İran sınırına kadar uzanır. Paropamisus dağ silsilesiyle birleşir. Ülkenin tam ortasında Kuhi Baba Dağı vardır.

Diğer önemli dağları doğuda bulunur. Bunlardan Sefid Kuh, Akdağ, Kabil’in güneyinde Logar Vadisine, batıya doğru uzanır. Bu dağları stratejik önemi çok büyük olan Hayber Geçidi, Kabil’in güneyinde ikiye böler. Daha güneyde Pakistan’daki Süleyman Dağlarının kuzey uzantısı vardır.

Kavaja Amran Dağı, Kandahar bölgesi ve Pakistan sınırı arasında güney-batıya uzanır. Hindikuşlar’ın kuzeyi, Amuderya Nehrinin kolları tarafından sulanan steplerle kaplıdır.

Gölleri: Afganistan göl bakımından oldukça fakir bir ülkedir.

İklim

Afganistan’ın yazları sıcak ve uzun, kışları ise şiddetli derecede soğuk bir iklimi vardır. Güney - batı dışında yıllık yağış miktarı ortalama 1800 milimetredir. Yağışlar genellikle kasım ve nisan ayları arasında çoğunlukla kar şeklinde görülür. Kabil kış boyunca karlarla kaplıdır.

Afganistan’da kışın soğuğu, yazın sıcağından daha korkutucudur. Mevsim değişiklikleri oldukça ani olur.

Yazın küçük dereler kurur. Büyük nehir sularının esas kaynağını, yaza doğru yüksek kesimlerde eriyen karlar teşkil eder.

Tabii Kaynakları

Madenler: Çeşitli ve zengin maden yatakları vardır. Madenler devlet eliyle işletilir. Maden yatakları üç ayrı bölgede bulunur: Hindikuş dağlarının kuzeyi, Kabil çevresi, Kandahar’ın kuzeyi.

Önemli madenleri şunlardır: Kömür, demir, bakır, kurşun, çinko, sodyum, magnezyum sülfat, magnezyum klorat, krom, berilyum, sülfür, mika, talk, asbest ve mermer.

Yapılan sondajlar, Afanistan’da çok zengin tabii gaz yatakları olduğunu göstermiştir.

Bitki örtüsü ve hayvanlar: Yüzölçümünün % 1’den daha azı ormanlıktır. Çeşitli tipte yaprak dökmeyen ve döken ağaç türleri güney ve doğudaki dağlık bölgelerdedir. Afganistan bir av diyarı olup, her çeşit yabani av hayvanlarına sahiptir. Dağ keçisi, ayı, tilki, kurt, leopar bol mikdarda bulunur.

Nüfus ve Sosyal Hayat

Afgan vatandaşına Afganlı denir. Fakat Afganlıların ülkesi anlamına gelen Afganistan, on sekizinci yüzyıla kadar belirtilen saha için kullanılmadı. Tarihçiler bu bölgenin eski isminin “Arayanlılar Ülkesi” anlamına gelen “Aryana” olduğunu yazar.

Kabileler: Afganistan halkı çeşitli kabilelere mensuptur. Bunların başlıcaları şunlardır:

Peştun kabilesi: Bunlara Afganlı da denir. Bunlar on bir ve on ikinci yüzyılın başlarında Süleyman bölgesinden Peşavar ve Kabil’e doğru yayıldılar ve sayıları önemli ölçüde arttı. Şimdi nüfusun % 50-60’ını teşkil eden Peştunlar müslüman ve Ehl-i sünnet itikadındadır. Farisiye benzer bir dil olan Peştu dilini konuşurlar.

Duraniler: En önemli Peştu kabilelerindendir. Bu kabile mensuplarının ekseriyeti köylerde yaşayan çiftçi veya modern şehirlerde yaşayan me’murlardır. Daha çok Nangehar ve Baktya vilayetlerinde toplanmışlardır. Fakat büyük mikdarı Kandehar ve Herat illerinde, bir kısmı da Hindikuş’un kuzeyindeki sulak bölgelerde yaşar.

Tacikler: Diğer önemli etnik beyaz gruptur. İran kökenli olup, çoğu İran’daki gibi Farsça konuşurlar ve Ehl-i sünnet itikadında Müslüman olup, batıda yaşayanları şiidir. Köylerde yaşarlar ve tarımla uğraşırlar. Bir kısmı ise, sanat sahibi veya tüccardır. Taciklerin çoğu Kabil ve Herat illerinde yaşar. Bazı dağlı Tacikler, Hindikuş Dağlarının kuzeyinde, bir kısmı da İran sınırı boyunda bulunur.

Hazara: Üçüncü büyük etnik grup olup sayıları 600 bin kadardır. On üçüncü ve on beşinci yüzyıllar arasında bölgeye gelen Moğolların torunu olduklarına inanırlar. Bir çok kelimeleri Türkçe olup, kısmi bir Farsça konuşurlar ve şiidirler.

Türk ve Türk Moğol: Bu grup uzun zamandır Afganistan’da bulunmaktadır. Kuzeybatıda 200.000 civarında sayıları olup, göçebe hayatı yaşarlar ve sünni Müslümanlardır.

Batı Afganistan’da ayrıca sayıları yarım milyona yaklaşan çeşitli kabileler mevcuttur.

Etnik grupların içinde Afganlılar en büyük göç ve prestije sahiptirler. Tacikler genellikle tarımla uğraşmalarına rağmen devlet idaresinde, iş ve ticaret çevrelerinde önemli yer işgal ederler. Farsça genel lisan olarak kullanılır. Fakat Puştu dili de önemlidir. 1964 Anayasası resmi dil olarak Farsça ile Puştu dilini kabul etmiştir.

Din: Hemen hemen bütün Afganlılar müslümandır. Gerçek Afganlılar dahil, Tacikler, Özbekler ve Türkmenlerin yaklaşık % 80’i sünnidir. % 18’i şii, % 2’si ise İsmailiyye gibi bazı sapık fırkalara bağlıdır.

Nüfus dağılımı: Afganistan’da nüfus yoğun değildir. Şimdiye kadar hiçbir resmi nüfus sayımı yapılmıştır. 1972 senesine göre resmi çevreler 17 milyondan fazla nüfus olabileceğini tahmin etmişlerdir. % 2,3’lük bir yıllık nüfus artış hızına sahiptir. Halkın % 10’u şehirli, % 20’si göçebe ve yarı göçebe, % 70’i de çiftçidir

Şehirleri: Kabil, Kandehar, Herat, Celalabad, Mezar-ı şerif, Gazne, Baghlan’dır. Pul-i Humri ise önemli endüstri merkezidir.

Köy ve göçebe hayatı: Köy va aşiret gruplarına dayalı toplumlarda ailenin bütünlüğü ve bölünmezliği temel kuraldır. Aile, en yaşlı ve otorite kişi tarafından idare edilir. Köylerde aile tek katlı kerpiç ve etrafı duvarla çevrili ev veya küme evlerde oturur.

Şehir hayatı: Şehir ve kasabalarda yaşayanların hayatı, çiftçi ve göçebelerden çok modern ve oldukça teşkilatlıdır. Kadınlar, “Perdah” denilen peçe ve “Şadri” denilen çarşaf giyerler. Perdah 1959’da serbest bırakıldı ve kadınlar devlet dairelerine işe alınmaya başlandı.

Eğitim: 1946 yılında kanunla kurulan Kabil Üniversitesi; tıp, hukuk, siyasal bilimler, mühendislik, vb. gibi bir çok fakültelerden meydana gelir. 1963 yılında Celalabad’da, Nangehar Üniversitesi kuruldu. Ayrıca bir çok öğrenci de yurt dışında çeşitli ülkelerde yüksek öğrenim görmektedir. Erkeklerin % 10’u iyi eğitim görmüştür. Kadınlarda bu oran daha düşüktür. Bu durumu düzeltmek ve daha iyiye götürmek için gerekli tedbirler alınmaktadır.

Ülkede altı yıl süreli ilkokullara devam etme, 1955’den sonra 1960’lı yıllarda önemli ölçüde artmıştır. Okuma-yazma oranı düşüktür. Eğitim, her düzeyde parasızdır ve ilköğretim mecburidir.

Sanat ve edebiyatta İslam dininin etkisi çok büyüktür. Edebi lisan olarak Farisi kullanılır.

Ekonomi

Hızlı endüstrileşme hamlelerine rağmen, Afganistan önemli bir tarım memleketi olarak kalmıştır. İş gücünün % 85’i tarımla uğraşır. Tarım alanları küçük gruplar halinde olup, toprak ilkel metodlarla işlenir.

1956 yılında çıkan kanuna göre 5 yıllık kalkınma programlarıyla ekonominin modernleştirilmesine başlanmıştır. Plandaki ana konu; zirai teknoloji ve sulama imkanlarının geliştirilmesidir.

Buğday, mısır, pirinç, fasülye, bezelye, çavdar, darı, yonca, patates, soğan, lahana, patlıcan, kabak, kiraz, elma, erik, üzüm, zeytin, portakal, limon, muz, pamuk, şeker pancarı ve tütün başlıca tarım ürünleridir.

Hayvancılık: Koyun, keçi, deve, at ve eşek beslenen önemli hayvanlardandır. Dört çeşit koyun türü vardır. Bunlardan Gilzai cinsi yünü için, Türki cinsi et-yün-süt  için, Arabi cinsi halı yünü için, Karakul cinsi derisi için beslenir.

Sanayi: Evlerde yapılan el işlerinden başka, Afganistan sanayi bakımından yeni gelişen bir ülkedir. Yalnız kumaş, çimento ve şeker fabrikaları önem arzeder.

Toplam yıllık kumaş üretimi kapasitesi 1,5 milyon metredir. Çimento üretimi yıllık 15.000 tondur. Evlerde dokunan halı ve ipek böceği vasıtalarıyla üretilen ipek ipliği önemli bir yer tutar

Su gücü ve sulama: 1930’dan itibaren hükumet, eski baraj ve su kanallarının imarı için önemli teşebbüslerde bulundu. Dışarıdan yabancı mühendisler getirerek kurulacak fabrikalar ve Kabil’in elektrik ihtiyacı için modern barajlar inşa ettirdi.

Bu barajlardan Jabal-us Siraj 2400 kw, Pul-i Humri 9000 kw, Çakivardak 4000 kw’lık enerji üretmektedir.

İkinci Dünya Savaşından sonra sulama gayesiyle Amerikan mühendislerine yaptırılan Angandab barajı 63.133, Kojaka barajı 72.846 hektarlık bir alanı sulamaktadır. Bu barajlardan önemli ölçüde elektrik enerjisi de elde edilmektedir. Ayrıca Kabil nehri üzerinde kurulan Naplu, Sarabi ve Dorun isimlerinde üç baraj vardır.

AFİŞ

Alm. Anschlag (m), Fr. Affiche (f), İng. Bill board, poster, placard, bill. Herhangi bir haberi; herkese duyurmak, reklam ve propaganda yapmak için duvar veya bu iş için hazırlanmış yerlere yapıştırılan el yazması veya basılı kağıt. Kelime Fransızca affiche’den dilimize geçmiştir. Baskı ve resim sanatlarının bulunmadığı, yahut henüz yayılmadığı, hele halkın çoğunun okuma-yazma bilmediği devirlerde ve yerlerde tellallarla yapılan ilanların yerini, son zamanlarda afiş almıştır.

Avrupa’da genel olarak on yedinci yüzyıla doğru daha çok tiyatro ve fuarların duyurulması maksadıyla görülen afişler, yavaş yavaş her türlü ticaret metaının geniş kitlelere duyurulması ve resmi işlerin halka bildirilmesi için kullanıldı.

Afiş genellikle bir yazı ve bir resimden meydana gelir. Resmi makamlar tarafından yapılan ve bir haberin duyurulması gayesini güden afişlerde resim bulunmaz. Reklam niteliğini taşıyan afişlerde ise genellikle resme büyük önem verilir ve yazı, resmin tamamlayıcısı olarak kullanılır.

Sanatçının zevkine göre afişlerin de türlü şekiller gösterebileceği tabii ise de, genel olarak afişler için bazı temel şartlar belirlenebilir. Afişte renk parçaları büyük, ayrıntılar az, kompozisyon kapalı ve dağınık olmalıdır. Yazı da resim kadar önemlidir. Bazan kötü bir yazı bütün bir afişin etkisini yok edebilir. Yazının düzenli ve resim ile ahenkli bir şekilde kaynaşmış olması gerekli olduğu gibi, çok az ve çarpıcı olması da şarttır. Satırlarla dolu olan resimler, sanat bakımından başarılı afiş sayılmaz, çünkü afiş kısa ve kesin bir ifade tarzıdır.

Radyonun yaygınlaşmasına kadar, afiş çok önemli bir yayın aracı olarak kullanılmıştır. Bugün afişin siyasi önemi gittikçe azalmaktadır. Bununla birlikte 1966 Çin Kültür Devrimi, afişin olağanüstü durumlarda yine politik gayelerle sahneye çıkabileceğini göstermiştir.

Günümüzde afiş genellikle şu iki gaye için kullanılmaktadır :

1) Tiyatro ve sinema gösterilerinin program ve saatlerini belirtmek. Bu durumda afiş, halkın söz konusu bilgiyi kolayca görebileceği yerlere (tiyatroların, sinemaların, resmi dairelerin girişlerine, kalabalık caddelere vb.) asılır.

2) Reklam yapmak.

Bu durumda afiş o konuyla ilgili olan herkese ulaşmak gayesi güttüğünden, daha bol sayıda asılmak, daha çarpıcı, daha canlı olmak gerekir. TV, basın ve radyo gibi öteki reklam yolları ile birlikte kullanıldığından afişli reklam günümüzde oldukça yaygın bir reklam vasıtası haline gelmiştir.

Afişlerde resme yer verilmesi on dokuzuncu yüzyılda litografi tekniğinin gelişmesiyle başlar.

1866 yılından itibaren rengin kullanılabilmesi, daha sonra fotoğrafın ve ofset baskı imkanlarının ortaya çıkışı, afişin bugünkü teknik seviyesine erişmesini sağlamıştır. Afiş de dekoratif san’atlar gibi çeşitli kurallara uymak zorundadır. Mesela; afişte halk tarafından yadırganmayacak bir dil kullanılması, olumsuz tepkiler doğurabilecek şeylerden kaçınılması, konunun açık seçik bir kompozisyonla belirtilmesi şarttır. Konu, renk oyunları, renk çelişmeleri, gölge ve ışık oyunlarıyla seyirciye çarpıcı bir şekilde sunulur.

Türkiye’de afiş sanatı özellikle İkinci Dünya Savaşından bu yana hatırı sayılır bir gelişme göstermiştir.

AFOROZ

Alm. Exkommunikation (f.), Fr. Excommunication (f.), İng. Excommunication. Hıristiyanlık ve Yahudilikte dine karşı suç işleyen kimselere yetkili dini şahsiyetler veya meclisler tarafından verilen, dinden ve topluluklarından atma cezası.

Topluluktan çıkarma cezasına bütün eski dünya kavimlerinde rastlanmaktadır. Yahudiliğin ilk dönemlerinde ahdi bozan ve ahd kanunlarını çiğneyenler, Allah’ın lanetiyle cezalandırılmışlardı. Topluluktan ve sosyal bütün haklardan mahrum etme cezası olan “aforoz” ise, Ezra zamanında bağımsız bir müessese haline gelmiştir. İlk defa hahamlar tarafından uygulanan sinagogdan uzaklaştırma muamelesiyle bu ceza kesin şeklini almıştır. Söz konusu ceza, Talmudcular Amoraim zamanında (M.Ö. 200-500) üç şekilde ortaya çıkmıştır. Bunlar; fazla önemli olmayan yasakların çiğnenmesi sebebiyle verilen kınama cezası demek olan “Nezifa”, cemaatle münasebeti yasaklayan, yas tutmaya mecbur eden “Niddui (küçük aforoz)” ve kişinin suç işlemekte ısrar etmesi durumunda uygulanan ve toplumdan atılmayı gerektiren “Herem (büyük aforoz)” denilen cezadır. Miladdan sonra 70 yılından itibaren süresiz olarak cemaatten çıkarılma cezasının uygulandığı bilinmektedir. Ünlü filozof Spinoza, Yahudi kutsal kitaplarının orijinalliği hususunda şüphelerini dile getiren eserler yazdığı için aforoz edilmişti.

Aforoz cezası hıristiyanlığa da Yahudilikten geçmiş olduğu halde, hıristiyanlar bu cezanın kaynağının hazret-i İsa’nın günahkar birisi hakkındaki sözlerine dayandırırlar. Hıristiyanlıkta önceleri beddua şeklinde uygulanan aforoz cezası önemini kaybetmiş, zamanla topluluktan çıkarma şeklinde tatbik edilmiştir. Dördüncü yüzyılın sonlarından itibaren topluluktan tamamıyla çıkarma şeklinde değil, ıslah gayesiyle ve tövbe etmesi halinde suçluyu yeniden cemaate alma tarzında uygulanmıştır.

Aforoz bilhassa ortaçağda papaların elinde bir silah olarak kullanıldı. Çünkü bu çağ, hıristiyanlığın en korkunç ve en karanlık devridir. Bu devirde hazret-i İsa’nın telkin ettiği insanlık, merhamet, şefkat, iyilik ve güzellik esasları tamamen unutuldu. Bunun yerini taassup, kin, nefret ve düşmanlık aldı. Papalar makamlarını kuvvetlendirmek ve servetlerini arttırmak için akıl almaz yollara başvurdular. İlmin ve fennin karşısına dikildiler. Galile, Kopernik, Newton dünyanın döndüğünü, İslam alimlerinin yazdıkları kitaplardan öğrenip söylediler. Bu sözleri suç sayıldı ve Galile, papalar tarafından aforoz edildi. Vatanı için mücadele eden Jandark’ı sihirbazlıkla itham ederek diri diri yaktılar. Engizisyon mahkemeleri kurarak binlerce insanı aforoz ettikten sonra işkenceyle öldürdüler. 1077 yılında aforoz edilen Alman İmparatoru IV. Herny (Heinrich) affedilmek için Canossa’ya gelerek Papa Yedinci Gregory’nin kapısında günlerce yalın ayak karlar üzerinde bekledi.

On ikinci yüzyılda küçük aforoz (excommunicatio minor) ve büyük aforoz (excommunicatio mojor) ayırımı yapılmış; birincisi, suçluyu sadece dini merasimlere katılmaktan alıkoyduğu halde, ikincisi toplulukla ilgili bütün sosyal haklardan mahrum etmiştir.

Aforoz cezasını ancak papalar, yahut piskoposlar veya ruhani meclisler verebilirdi. Son kilise kanununda aforozu gerektiren suçlardan bazıları şu şekilde tesbit edilmiştir: Hıristiyanlıktan dönmek, başka bir mezhebe girmek, papaya saldırıda bulunmak, kutsal kabul edilen eşyayı korumayıp uygun olmayan yerlere atmak yahut bulunması gereken yerden başka bir yere nakletmek veya gizlemek, günah çıkaran kimsenin doğrudan doğruya dini nitelikteki sırrı ifşa etmesi, çocuk düşürme suçuna yardımcı olmak.

Ortodoks ve Ermeni kiliselerinde de aforoz cezası vardır. Protestanlıkta ve katoliklerdeki kadar ağır olmasa da, dini bir disiplin vasıtası olarak Kalvinci kiliselerde mevcuttur.

Hıristiyanlıkta aforoz, büyük ve küçük olmak üzere iki türlüdür:

Büyük aforoz: Bu cezaya uğrayanlar, cemaatten hiç kimseyle temas kuramaz, ayinlere katılamaz ve hıristiyan mezarlığına gömülemez.

Küçük aforoz : Yalnız kendi aile fertleriyle temas kurabilir ve bazı ayinlere katılabilir.

İslam cemiyetinde ruhban veya din adamları sınıfı bulunmadığı gibi, aforoz uygulaması da yoktur. İslamiyet’te günahkarların günahlarını ancak Allahü teala affeder. Herhangi bir suç işleyen kimse de mahkemelerde cezalandırılır. İslam hukukunda Müslümanı dini vazife ve ibadetlerden mahrum bırakma veya toplumdan uzaklaştırma gibi bir ceza bulunmamaktadır.

AFRİKA

Dünyanın üçüncü büyük kıtası. Bütün karaların beşte biri büyüklüğündedir. Kuzeyde Akdeniz, batıda Atlas Okyanusu, güneyde ve doğuda Hint Okyanusu, kuzeydoğuda Kızıldeniz’le çevrilidir. Avrupa’dan Cebelitarık boğazı ile ayrılır. Kıyıları fazla girintili çıkıntılı olmayıp, toplam uzunluğu 30.500 km, yüzölçümü 30.319.000 km2dir. Kuzey-güney doğrultusunda 8000 km uzunluğunda, doğu-batı doğrultusunda 7400 km genişliğindedir.

Tarihi

Afrika hakkında yeterli yazılı belge bulunmamasından dolayı kıt’anın tarihi hakkında uzun bir müddet yeterli bilgiye sahip olunamadı. Ancak yirminci asırda başlayan araştırmalar neticesinde kıtanın tarihi hakkında bilgiler elde edilmeye başlandı. Bu bilgiler daha ziyade kıt’anın kuzey kısımları ile ilgilidir. Güney ve Orta Afrika’nın tarihinin son yıllara kadar olan kısmı hakkında henüz kesin bir bilgi yoktur.

Mısır ve Nil Nehri boyunca yapılan araştırmalar neticesinde varlıklarını M.S. 4. asra kadar sürdürmüş olan medeniyet kalıntıları bulunmuştur. Habeşistan ve çevresinde Meroe; Gana’da ve Nijerya’da Yoruba; Doğu Akdeniz kenarlarında Fenike medeniyetleri hüküm sürmüştür. Eski Makedonya Kralı Büyük İskender Mısır’a kadar gelmiş ve Fenikelileri hakimiyeti altına almıştır. Daha sonra Romalılar, Kartacalıları yenerek Kuzey Afrika kıyılarını ele geçirmiştir. Bu kıtaya Afrika adı, Pön Savaşları esnasında verilmiştir. M.S. 429 yılında Vandallar, Afrika’ya geçerek kıtanın kuzey sahillerini ele geçirdilerse de kısa bir müddet sonra Romalılar tekrar hakimiyetlerine aldılar.

644 yılında kıtanın kuzey kısımları Amr bin As komutasında Müslümanlar tarafından fethedildi. İlk olarak İskenderiyye alındı. Daha sonra Bingazi de feth edilerek 670 yılında Kayravan şehri kuruldu. Emeviler zamanında kuzey Afrika tamamen Müslümanların eline geçti. Abbasiler devrinde bu bölgede müstakil Müslüman beylikler kuruldu. On ikinci asırda ise; Kuzey Afrika’ya Türkler de yerleşmeye başladılar.

Mısır’da kurulan Fatimi Devleti yıkıldıktan sonra Eyyubi Devleti kuruldu. Eyyubilerden sonra Memluklü Devleti buralara hakim oldu. 1517 senesinde Osmanlılar Mısır’ı, daha sonra Trablusgarb’ı, Barbaros kardeşler de Cezayir ve Fas’ı alarak Osmanlı idaresine kattılar. On dokuzuncu asır ve yirminci asır başlarına kadar bu bölgeler Osmanlı idaresinde kaldı. Bu tarihlerden itibaren İngiliz, Fransız ve İtalyanların istilasına uğrayan bu yerler, daha sonra bugünkü şeklini aldı.

Avrupa devletleri yeni çağda Afrika kıtasında sömürgecilik ve köle ticareti yapmışlardır. Günümüzde Afrika’da sömürge devleti kalmamıştır.

Fiziki Yapı

Afrika’nın en çok göze çarpan yer şekilleri, kıyılarda geniş ve düz çanaklar halinde görülen dağlardır. Geçilmesi güç olan bu dağların önünde, derin vadilerle kesilmiş olan, dar kıyı ovaları uzanır. Bu çanak ve kıvrık dolama şeklindeki dağların Büyük Sahra’da nerelere kadar uzandığı, henüz kesin olarak bilinmemektedir. Büyük Sahra’ya sokulan Nijer, Çad ve Nil dağları güneye doğru kesin bir sınır göstermezler ve ekvatorun kuzeyinde yükseklikleri 1000-2000 metreyi bulan ada şeklinde, kenarlarda birbirlerine yaklaşırlar. Afrika’nın güneyinde bu şekildeki dağlara rastlanır. Geniş bir saha kaplayan kıvrımlı Kongo Dağları buna en güzel misaldir. Kongo nehri bu dağları 400 kilometrelik bir geçit halinde aşarak Atlas Okyanusuna dökülmektedir.

Doğu Afrika’da ise, kıvrık ve dolama şeklinde dağlar yoktur. Bu bölge, büyük çöküntü hendeklerinin sıralandığı, geniş ve billuri kütlelerden meydana gelmiştir. Suriye çöküntü hendeği, Habeşistan yaylası, Kızıldeniz çöküntü hendeği bunların en önemlileridir.

Dağlar: Kıtada iki önemli sıradağ grubu vardır. Bunların büyüğü, kuzey ve batıdaki Atlas Dağlarıdır. Bu dağlar, Alp Dağlarını meydana getiren yer kabuğu hareketleriyle meydana gelmiş ve bu Alp Dağları silsilesine tabidirler. Yüksek Atlasları, Tel Atlasları ve Sahra Atlasları olmak üzere üç kısma ayrılır. Bu dağ silsilesinin en yüksek noktası 4300 metre ile Yüksek Atlas dağları üzerindedir. İkinci dağ grubu ise Afrika’nın güneyinde yer alan küçük sıradağlar halindedir. Kıtanın geri kalan kısmı geniş ve daha ziyade yüksek platolardan ibarettir. Bilhassa Habeşistan platolar bakımından çok zengindir.

Dağlar denize dik olarak bulunurlar. Ancak büyük sahra ortasındaki Akağlar (3000 m), Tibesti (3400 m), Kilimanjaro (5895 m) gibi dağlar yer yer bu platoları keserler.

Akarsular: Kıtada genellikle denize ulaşabilen akarsu sayısı azdır. Akarsular genellikle yüksek bölgelerde akarlar ve denize ulaştıkları yerlerde ya sert akıntılarla veya çağlayanlarla yüksekten dökülürler. İç bölgelerin suları uzun nehirlerle denize ulaşır. Aynı zamanda denize ulaşamıyan kapalı havzalar da mevcuttur. Böyle yerlerde yağmur suları sıcaklıkla buharlaşarak dengeyi sağlar. Bu havzaların en önemlisi Çad Gölü bölgesidir. Bu bölge Afrika kıtasının önemli bir bölümünü kaplar. Afrika kıtasının belli başlı nehirleri; Nil (6679 m), Nijer, Kongo, Oranj, Limpopo, Zambezi’dir. Nehirler iç bölgelere doğru ulaşım ve nakliyata elverişli değildir. Bu sebepten uluslararası ticaret bu bölgelerde pek fazla yapılmaz.

Gölleri: Kıtanın en büyük gölü, dünyanın dördüncü büyük gölü olan Viktoria’dır. Diğer önemli gölleri; Tanganika, Ngasa, Nasır baraj gölü, Kariba baraj gölleridir.

İklim

Afrika yaklaşık olarak 3050 km çevre sahillerinin uzunluğu ile en büyük tropikal bölgedir. Kıtaların içinde en sıcak olanıdır. Dünyada en yüksek sıcaklık Afrika kıt’asında Büyük Sahra'nın Trablus yakınlarında Aziziye bölgesinde 13 Eylül 1922’de 58 derece olarak kaydedilmiştir. Kıtada ortalama sıcaklık 21 derecedir. Kıtanın % 30’u çöl, % 9’u yarı kurak, % 33’ü üç aydan altı aya kadar ziraate imkan vermeyecek kadar kurak bölgedir.

Yağışın yoğun olduğu bölgeler batı Afrika sahilleri ile Madagaskar adasının doğu sahilleridir. Kamerun’un Biafre sahilinde yer alan Debundja’da yıllık yağış ortalaması 10410 mm olup, Afrika’da görülen en yüksek yağış alan yerdir. Diğer fazla yağış alan yerler; Guinea Cumhuriyeti (5850 mm), Liberya (4400 mm), Madagaskar Adası (3560 mm)dır.

Afrika’da büyük iklim değişiklikleri görülmez, iklim bölgeleri açıkça görülecek şekilde birbirlerine yaklaşırlar. Zira bunu engelleyecek dağ bariyerleri ve engebeli arazi yoktur. Bu iklim bölgeleri birer çift halinde Kongo havzasında toplanırlar. Bu bölgeden kutuplara doğru başlıca iklim kuşakları şunlardır:

Tropikal yağışlı iklim: Yıl içinde sürekli sıcak, yüksek nem ve bereketli yağmurların devamlı yağdığı bir iklim tipidir. Kongo havzasının kuzey ve merkez kısımlarını kaplar. Ayrıca; Sierra Leone, Ivorry ve Madagaskar’ın doğu sahillerinde de görülür. Bu iklim bölgesinde çok az ısı değişmeleri olur, yağışlı mevsim Mayıs ile Eylül ayları arasındadır.

Savan iklimi: Kuru ve yağışlı bir iklimdir. Sudan platosu ile Doğu Afrika’nın büyük bir bölümünü, Güney ve Merkez Afrika bölgesinde hüküm sürer. Yıllık yağış ortalaması 1400 mm civarında değişir. Bir çok yerde tropikal iklimi ile karışır. Yağmurun büyük bir bölümü güneşli bir havada yağar. Savan iklim tipi aşırı derecede günlük sıcaklıkları karakterize eder. Yağışlı tropikal iklim bölgelerinden daha fazla sıcaklık farklılıkları gösterir. Senenin en sıcak günleri ekseriya yağışlı mevsimden önce gelir.

Tropikal çöller iklimi: Çöl bölgelerinde görülür ve diğer iklim kuşaklarından daha fazla alanı kaplar. Bu iklim tipinin hakim olduğu çöllerin en büyüğü kuzeyden güneye 1600 km, doğudan batıya 4800 km uzunluğundaki Büyük Sahra’dır. Büyük Sahra, aynı zamanda dünyanın en büyük ve en kurak çölüdür. Senede ortalama 250 milimetreden daha az yağış alır. Güney yarımkürede yer alan Kalahari - Nabib çöllerinde ise, alize rüzgarları hakimdir. Bu bölgelerde, güneş enerjisini atmosferden kolayca kurtulup toprağa ulaşmasını te’min eden atmosferik olaylar sebebiyle gece ve gündüz arasında büyük sıcaklık farkları olur.

Subtropikal step iklimi: Atlas dağ platoları arasında ve güney Afrika platosunda görülür. Yıllık yağış ortalaması 150 ile 350 mm arasında fazla değişiklik göstermez. Yarı kurak Atlas arazilerinde yıllık yağış mikdarlarının büyük bir bölümü kışın düşer. Karroo bölgesinde ise en yağışlı mevsim yaz mevsimidir. Bu bölgelerde kışın donma olaylarına da rastlanır.

Nemli subtropikal iklim: Güney Afrika Cumhuriyeti’nin doğu bölgesinde; yağış sahillerde fazla, iç bölgelerde azdır. Durban bölgesinde yıllık yağış mikdarı, Maize Triangle’de sadece 530 mm iken, burada 1150 milimetredir. Yağışların çoğu yazın yağar.

Bitki ve Hayvanlar

Afrika’nın bitki örtüsü iklim bölgeleri ile sıkı irtibat halindedir. Ayrıca toprak ve su ile de sıkı münasebeti vardır. Kongo ve Gine körfezinin iç bölgelerindeki 600.000 kilometrekarelik bölge balta girmemiş ekvator ormanlarıyla kaplıdır. Kamerun’da 750 km kadar iç kısımlara sokulan bu ormanlar batıya doğru gittikçe 100-120 kilometreye kadar daralır. Daha sonra Gine’de yeniden genişler ve Sierra Leone’ye kadar sokulur. Ayrıca Victoria gölünün kuzey batısında dağ yamaçları adacıklar halindeki ormanlarla örtülüdür. Alçak kıyılarda, toprağın üzerinde kalan kökleriyle çamur dolu bataklıklarda yetişen ağaçlardan meydana gelen Mangrov ormanları mevcuttur.

Ormanlarda ağaçlar çok çeşitli ve sıktır. Güneş ışınları yapraklar arasından sızarak yere ulaşabilmektedir.

Ağaçların boyları 20-30 m yüksekliğinde olup, seyrek olan ağaçlar 60-70 m boyundadırlar. Tırmanıcı bitkiler, bu ormanlara insanların girmesine imkan tanımamaktadır.

Ekvator ormanları bol yağış alan savan bölgeleriyle kuşatılmıştır. Buralarda bol yağışlar sebebiyle yüksek boylu yeşil bitkiler yetişir. Akarsu kenarlarında muhtelif büyüklüklerde şerit halinde uzanırlar. Madagaskar Adası civarında da savan bölgeleri geniştir. Ekvator ormanlarında abanoz, pelesenk, Afrika cevizi ve maun gibi ağaçlar bol mikdarda bulunur. Ayrıca şeker kamışı ile muz önemli bitkilerdendir.

Çöl bölgelerinde ve kurak yerlerde pek bitki örtüsüne rastlanmaz. Nil Nehrinin havzasında ise çeşitli ziraate elverişli bölgeler vardır. Güney Afrika’da astropikal sert yapraklı bitkiler yer almaktadır. Güney - doğu’da ise kıyılar ormanlarla kaplıdır.

Afrika’da değişik iklimlerde değişik hayvanlara rastlanır. Ekvator ormanlarında bir çok memeli hayvanlar bulunur. Bunların arasında şempanze ve ukapia (bir zürafa çeşidi) ve zürafa grubunun bir kısmı Afrika’nın diğer bölgelerinde pek rastlanmaz. Goriller sadece Gabon ve Kamerun’un batı kısımlarında yaşarlar. Yaban sığırları ve antiloplar, ormanlarda yaşamalarına rağmen pek sık olarak görülmez. Yarasa ve sincap türleri çok görüldüğü gibi maymun çeşitlerinin bir çok türü en çok rastlanan hayvanlardandır. Başta baykuş, güvercin, sülün gibi kuşlar olmak üzere, çok sayıda kuş çeşidi vardır.

Bu kuşların bir kısmı, timsah, yılan, kertenkele, bukalemun, karada yaşayan kurbağalara vb. hayvanlara yem olmaktadır. Kaya pitonu (python) sekiz metreye ulaşan boyu ile Afrika kıtasının en büyük yılanıdır. Kobra, kara mamba gibi yılanlar son derece zehirli yılanlardır. Ormanlarda çok fazla zehirli yılan bulunmaktadır. Diğer tropikal bölgelerde olduğu gibi bu ormanlarda da pek çok böcek türü vardır. Sıtma mikrobu taşıyan anofel sivrisineği gibi hastalık taşıyanları da vardır. Savan ve tropikal step bölgeleri Afrika’nın en fazla hayvana sahip yerleridir. Filler, antiloplar, kobralar, gergedanlar, zebralar, timsahlar, aslanlar, leoparlar ve kedigiller ailesinin birçok türü, vahşi köpekler, çakallar, kısaca her çeşit hayvan vardır. Kurulan bir çok hayvan çiftliklerinde vahşi hayvanlar ehlileştirilmektedir. Bölgede 2300 kuş çeşidi vardır. Ayrıca yırtıcı kuşlar step bölgelerinde yaşarlar. Tropikal çöl bölgelerinde ise bazı memelilere bilhassa gazel (ceylan) ve tavşan gibi hayvanlar ile bazı küçük kuşlara rastlanır.

Akdeniz bölgesinde ise, Güney Avrupa ve Asya’da görülen hayvanlardan yaban keçisi ve yaban dağ keçisi, maymun, kızıl geyik gibi hayvanlar bulunur. Diğer bölgelerde önemli bir hayvan türü yoktur.

Nüfus

Afrika, Okyanusyadan sonra kıtalar arasında en az nüfusu olan kıt’adır. 500 milyondan fazla nüfusa sahiptir. Dünyadaki zenci nüfusun merkezidir. Çeşitli mahalli diller ve kültürler vardır. Büyük Sahra’nın kuzeyinde Hamiler, güneyinde Samiler yaşarlar. Kuzeyde yaşayanların çoğu; dar burunlu, yassı dudaklı ve gür saçlıdır. Çoğunluğu müslüman ve sempatik insanlardır. Bir kısım zenciler koyu renkli, kıvırcık saçlı, kalın dudaklı, geniş burunlu insanlardır. Batı Afrika’daki Sudanlı zencilerin daha bariz yüz çizgileri vardır. Asyalılar ve Hindliler, doğu Afrika’da ve güney Afrika’nın Natal bölgesinde yaşarlar.

Nüfus kesafeti (yoğunluğu) bölgeden bölgeye değişir. Büyük Sahra gibi çöl bölgelerinde, çok az insan yaşamaktadır. Nil havzası, nüfus bakımından en kalabalık bölgedir. Bu bölge ticarete ve ziraate elverişli olduğundan kalabalık bir nüfusu vardır. Kıtanın en büyük şehri Kahire’dir.

Afrika’da tarihi eserler yeni yeni ortaya çıkarılmaya başlanmıştır. Kıtanın henüz ulaşılmayan ve keşfedilmeyen bölgeleri mevcuttur. Çok çeşitli mahalli lisanların yanında sömürgecilik sebebiyle yerleşen Fransızca, Portekizce, İngilizce, İspanyolca gibi Avrupa dilleri ile Arapça konuşulur. Kıtanın kuzey kısımlarında İslam dini, güney kısımlarında hıristiyanlık, iç kısımlarında puta tapıcılık hakimdir. Son yıllarda Afrika’da, İslamiyet hızla yayılmaktadır.

Ekonomi

Afrika’nın ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayanmaktadır. İklim şartlarına göre ve sulama yapılan yerlerde tarım ve ekim çok mikdarda yapılır. Tropikal Afrika’da ticaret için tarım hızla artmaktadır. İhraç edilen ürünler arasında kahve, kakao, pamuk, fıstık, susam gibi ürünler başta gelir. Akdeniz iklimi olan yerlerde; zeytin, tütün, çay gibi bitkiler çok yetiştirilir.

Hayvanlardan sığır, keçi, koyun, at, deve beslenmektedir. Ayrıca av hayvanları da önemli yer tutar. Kıyı ve ırmak olan yerlerde balıkçılık oldukça ilerlemiştir. Açık deniz balıkçılığı da son derece gelişmiştir. Bazı yerlerinde denizlere kademeli inildiği için balıkçılık yetersiz yapılmaktadır. Afrika sularının iç kısmında binden fazla balık çeşidi bulunur. Bu kaynaklar değerlendirilmemektedir

Madenler ve sanayi: En çok altın, elmas, bakır üretilir. Diğer önemli madenler; krom, asbest, kobalt, demir, fosfat gibi madenlerdir.

Sanayi merkezleri: Güney Afrika, Zambia, Nijerya, Zaire, Akdeniz kıyılarıdır. Afrika’da önemli mikdarda el sanatları vardır.

Afrika’nın bol madenlerinden istifade eden Avrupalılar, buralarda sadece sömürgecilik yapmışlardır. Bugün zengin maden yatakları ve mineralleri ile Afrika bilhassa büyük devletlerin ilgisini çekmekte ve bunlar dolaylı olarak çeşitli siyasi hadiselere destek olmaktadırlar.

Ulaşım: Kuzey ve güney Afrika’da demiryolları çok fazladır. Fakat diğer yerlerde pek gelişmemiştir. Karayolları genellikle demiryollarının devamını meydana getirir. Havayolları 1950’den sonra oldukça gelişmiştir. Afrika’da milletlerarası hava limanları vardır. İç hatlarda hava yolları oldukça bağlantılıdır.

AFŞARLAR (Avşarlar)

On birinci yüzyıldan itibaren mühim roller oynamak suretiyle adlarını zamanımıza kadar yaşatmış Oğuz boyu. Bozokların Yıldızhanoğulları kolundandırlar.

Büyük Selçuklu Devletinin kuruluşundan önce diğer Oğuz boyları ile beraber, Kıpçak çölünde yaşarlardı. 1135-1136 yıllarında reisleri Arslanoğlu Yakub Bey kumandasında gelerek Huzistan’a yerleştiler. Yakub’dan sonra Afşarların başına Aydoğdu bin Küşdoğan geçti. Şumla lakabıyla anılan bu bey, Büyük Selçuklu Devleti’nin zayıflamasından faydalanarak, Huzistan’da Selçuklu hakimiyetine son verdi ise de, 1159’da Irak Selçuklu sultanı Melikşah gelerek tekrar Huzistan’a hakim oldu. Bu devrede Şumla da Melikşah’ın hizmetine girdi. 1194 yılında Abbasi halifesi En-Nasır li-Dinillah, veziri İbn-ül-Kassab kumandasında Huzistan bölgesine bir ordu gönderdi. İbn-ül-Kassab, Huzistan’ın başşehri Tuster’i ve birçok kaleleri zaptettikten sonra, Şumla’nın ailesini ve çocuklarını toplayıp Bağdad’a götürdü. Böylece Huzistan’daki, Avşar Şumla ve oğullarının hakimiyeti sona erip, ülke, halifenin topraklarına katıldı.

Diğer taraftan Malazgirt Savaşından sonra, Anadolu’ya Türkmenlerle beraber göç eden Afşarlar, Selçuklu Devleti’nin uç bölgelerine yerleştirilmişlerdi.

Nitekim Anadolu’da yerleşim yerleri arasında Avşar adı, Kayılardan sonra ikinci sırada gelmektedir. Bu yer adları Avşarların Türkiye’nin fetih ve iskanında Kayı ve Kınıklar gibi birinci derecede rol oynadıklarını göstermektedir. Yine kaynaklara göre Karamanoğulları Beyliğini kuran ailenin Avşar boyuna mensub olduğu belirtilmektedir. Osmanlı ve İran tarihinde önemli rol oynayan Avşarlar, Anadolu’ya on üçüncü yüzyılda göç edenlerdir. Bu ikinci göç hareketi sırasında Anadolu’ya  gelen Avşarların bir bölümü, Akkoyunluların İran’ı ele geçirmesi üzerine, Mansur Bey önderliğinde İran’a giderek Huzistan’a yerleşti. Anadolu’da kalanlar ise; daha çok Malatya ve Doğu Anadolu’da bulunuyorlardı. Bunlardan büyük bir bölümü on altıncı yüzyıl başlarında İran’a göçerek Urmiye’den Herat’a kadar olan geniş bir bölgede yerleştiler ve Nadir Şah, 1736’da bunlardan Afşarlar hanedanını kurdu.

İran Afşarları; Mansur Beğ Avşarları, İmanlu Afşarı, Alplu Avşarı, Usalu Afşarı, Eberlu Afşarı olmak üzere, başlıca beş büyük oba idi.

Safevi hükümdarı Birinci Şah İsmail, Afşarları sınır koruyucusu olarak Horasan’a yerleştirdi. Safevilerin zayıfladığı bir dönemde, Afşarların lideri Nadir; Afşar, Celayir ve diğer Türkmenleri etrafında topladı ve İkinci Tahmasp’ın hizmetine girdi. İran topraklarından Afganları çıkarınca, nüfuzu arttı. Sonra İkinci Tahmasp’ı tahttan indirerek yerine Üçüncü Abbas’ı şah yaptı. Kendisini de saltanat vekilliğine getirdi. 1736’da da kendi şahlığını ilan etti. 1737’de Hindistan seferine çıkarak Delhi’ye kadar ilerledi. Bir suikasdden sonra idareyi sertleştiren Nadir Şah, Afşar ve Kaçar Beyleri tarafından öldürüldü. Horasan’ı yöneten torunu Şahruh’un ölümünden sonra İran Afşar yönetimi de sona erdi.

İran Afşarları günümüzde, Urmiye gölünün kuzey batısında Hemedan, Kirmanşah, Nişabur, Kerman’ın güneyinde dağınık halde yaşamaktadırlar.

Afşarlar, halis Türk olup, İran’dakiler hariç hepsi Ehl-i sünnet olup, Hanefi mezhebindedirler.

Afşarlar, güler yüzlü, iyimser, hayat dolu, sakin ve terbiyeli insanlardır. Kadınları çok çalışkandır. Ünlü Afşar kilimleri bu çalışkan kadınların el emeğidir.

Günümüzde yerleşik olmalarına rağmen bir kısmı adetlerini devam ettirmektedirler. Bugün Kayseri’nin Pınarbaşı kazasının merkez nahiyesine bağlı bir kısım köyler ile aynı kazanın Pazarören nahiyesi köylerinden pek çoğu, Sarız kazası ve Tomarza’nın Toklar nahiyesi köylerinin yarısından fazlası Avşarlara aittir. Ayrıca Adana’ya bağlı mağara kazası köylerinden Ayvad ve Ağdaş alanı köyleri de Avşarlar tarafından iskan edildiği gibi, Çukurova’da mevcut bazı Avşar köylerinden başka Kastamonu, Bolu, Muğla, Isparta ve Antalya yörelerinde pekçok Avşar köy adına rastlanır.

AFŞİN BEY (Bekçioğlu)

Selçuklu kumandanlarından. Doğumu, yetişmesi ve ölümü hakkında kaynaklarda fazla bilgiye rastlanmamaktadır. Horasanlı bir Türkmen ailesinden geldiği bilinmektedir. Afşin Bey, 1016-1021 seneleri arasında Çağrı Bey kumandasında batıya yapılan seferlere katıldı. 1064’te Emir Gümüştigin ile birlikte Anadolu’da gaza ile görevlendirildi. Malatya yakınlarında Bizans ordusunu bozguna uğrattı. 1067’de Kayseri’yi ele geçirdi ve Kilikya’ya girdi. Büyük Selçuklu sultanı Alparslan, Afşin Beyin bu zafer ve fetihlerini haber alınca, çok sevindi ve gazasını tebrik etti.

Daha sonra Alp Arslan, Afşin Beyi kendisine karşı isyan eden Erbasan’ı takib için vazifelendirdi. Anadolu’yu iyi bilen Afşin, akıncılarını toplayarak hızla Derbend’e hareket etti. Afşin’in üzerlerine geldiğini duyan Erbasan, Mihail ile anlaşarak İstanbul’a doğru kaçtı. Kendisini takib eden Afşin Bey, Denizli yakınında Honaz’ı fethetti. Boğaziçine kadar geldi ve pekçok ganimetle geri dönüldü.

Afşin Bey, 1071’de Malazgirt Zaferine de katıldı ve büyük hizmetleri oldu.

Gazalarda şöhret kazanıp, Anadolu’nun Türk yurdu olması ve İslamlaşması için çok hizmet eden Afşin Bey, Sultan Alparslan’dan sonra Melikşah’ın maiyyetine girdi. 1075 (H. 468)te Anadolu’dan Haleb’e gitti. Oradaki asilerin cezalandırılmasında vazife aldı. Afşin Beyin daha sonraki hayatını nasıl geçirdiği belli değildir. Kaynaklarda bu hususta bilgi bulunmamaktadır.

AFŞİN (Haydar bin Kavus)

Türk asıllı Abbasi kumandanı. Orta Asya’da Uşrusana’da doğmuş olup, doğum tarihi bilinmemektedir. Kan davası yüzünden Horasan’a oradan da Bağdat’a geldi. İslamiyeti kabul ederek Abbasi halifesinin hizmetine girdi ve Haydar ismini aldı.

Me’mun 822-823 (H. 207) senesinde Ahmet bin Ebu Halid kumandasındaki halifelik ordusunu, Afşin’in rehberliğinde, Türkistan’da Semerkand ile Fergana arasındaki Türklerle meskun bir bölge olan Uşrusana’ya gönderdi. Halifelik ordusunun Uşrusana’ya geldiğini gören halk, endişe içine düştü. Ancak Afşin’in babası ve kardeşi Müslüman olunca, halkın çoğu İslamiyeti kabul etti. İslamiyetin getirdiği yaşayış şekli halk arasında hızla yayıldı.

Babasının vefatından sonra Haydar bin Kavus (Afşin), Uşrusana valisi oldu. Bölgede İslamiyetin yayılmasına çok hizmet etti. Bu hizmeti Halife Me’mun tarafından takdir edilerek, kendisine halifelik ordusunda vazife  verildi.

Afşin, 830 senesinde Aşağı Mısır’daki Berka, El-Beşarud, El-Biyame ve El-Huf şehirlerindeki isyanları bastırdı.

Afşin, Mu’tasım zamanında da Abbasi halifeliğine isyan eden siyasi ve dini maksadlı asi ve bagileri cezalandırmak için vazifelendirildi. İran ve Azerbaycan’daki hürremiyye sapıkları, Babek’in başkanlığında isyan etmişlerdi. 816 senesinden beri isyan halinde olan Babek Hürremi üzerine gönderildi. Uzun çarpışmalarından sonra Babek’i yendi. Babek, 838’de yakalanarak idam edildi.

Halife Mu’tasım da, Afşin’i murassa, tac, hil’at ve külliyatlı mikdarda para ile mükafatlandırarak Sind Valiliğine tayin etti. Büyük itibar kazanan Afşin’in halifelik ordusundaki kumandanlık mevkii birinci dereceye yükseldi.

838’de Mu’tasım’ın Anadolu seferine katıldı. Amuriye savaşında ordunun sağ kanadına kumanda ederek zafer kazanılmasında büyük rol oynadı.

Afşin, Amuriye seferinden sonra, Sind valiliğine devam etti. Halife Me’mun ve Mu’tasım devirlerinde askeri muvaffakiyetler kazandı. Başta halife olmak üzere, devlet erkanı, ahali ve askerler arasında itibarı arttı. Ancak bazı şikayetler üzerine 840 senesinde mahkemeye verildi. Uyun’da bir yıla yakın hapis yattı. Hapis hayatı onu çok yıprattı. 841 senesinin ilkbaharında hapishanede vefat etti.

AFŞİN - ELBİSTAN TERMİK SANTRALİ

Kahramanmaraş ilinin Afşin ve Elbistan ilçeleri arasında kurulmuş olan Türkiye’nin en büyük termik elektrik santralı. TKİ ve MTA’nın ortak çalışmalarıyla Afşin-Elbistan linyit havzasında düşük kalorili bol miktarda linyit rezervi olduğu tasbit edildi. Bu linyitlerden faydalanarak bir termik santral kurulmasına karar verildi. 5000 MW’lik bir santralın kurulmasıyla bölgedeki linyitlerin altmış yılda tüketilebileceği hesaplanarak hazırlanan proje 1968 yılı yatırım proğramına alındı. 1973 senesinde santralın yapımına başlandı. Herbiri 344 MW gücünde dört ünite olarak planlanan santralın ilk ünitesi Temmuz 1984’te üretime başladı. Kömürün santrala ulaştırılması için bir nakil hattı kuruldu. Tam kapasiteyle üretime başladığında Türkiye toplam enerji üretiminin % 20’sini karşılayacak olan santralın diğer üç ünitesinin kademeli olarak 1992, 1993 ve 1994 senelerinde hizmete gireceği planlanmıştır. Tam üretime geçtiğinde havzadan 20 milyon ton linyit çıkartılarak 18,6 milyon tonu santralda kullanılacak, kalanı ise bölge halkının yakacak ihtiyacını karşılayacaktır.

AFT

Alm. Aphtein (f. pl.), Fr. Aphte (m.), İng. Aphtha; Aphtousfever. Bir çoğunun asıl sebebi bilinmeyen, ancak bir virüsten dolayı ortaya çıktığı veya bağışıklık sisteminin bozukluğuyla ilgili olduğu sanılan, ağızda, dudaklarda ve dil sathında küçük ülserler (doku harabiyetleri) ile seyreden bir hastalık. Ekseriya sindirim bozuklukları ile birlikte bulunur. Çok ağrılıdır. Gülmeyi, konuşmayı, çiğnemeyi güçleştirir. Tedaviye rağmen 1-2 hafta sürer. Bazan biri iyileşirken biri yeniden çıkar. B ve C vitaminleri verilmesi faydalı olabilir; çünkü aftların çıkmasının vücut mukavemetinin düşük olmasıyla ilgisi vardır. Bu vitaminler özellikle C vitamini mukavemeti arttırır. Antibiyotikler fayda sağlamaz. Ancak, yeni bir hastalığın bunun üzerine eklenmesini önlerler. Gamaglobülin enjeksiyonu yapılırsa, belirtiler kısa sürede silinir. Çiğneme sırasındaki ağrıyı azaltmak için yemek öncesi düzeysel olarak ağrı kesici solüsyonlar sürülüp, 15-20 dakika ağrının duyulması önlenebilir. Tekrarlayan veya uzun süren aftlarda, ağızın karbonatlı ve tuzlu (veya şaplı) suyla çalkalanması, keza yaraların üzerine gliserin sürülmesi de iyileşmeyi hızlandırır. Özel (ağız için hazırlanmış) pomadlar vardır, kullanılması faydalıdır. Barsak solucanı tedavisinde kullanılan Leva misole(Ketrax) haplarından haftada iki gün arka arkaya bir defada üç tane münavebeyle haftalarca kullanılmasının iyi sonuç verdiği bildirilmektedir(Misale Pazartesi sabah 1 defada 3 tane, Salı sabah tekrar edip diğer 5 gün ara verilerek devam edilir.

AFYON (Opium)

Alm. Opium (n.), Fr. Opium, İng. Opium. Familyası: Gelincikgiller (Papaveraceae), Türkiye’de yetiştiği yerler: Afyon, Isparta Uşak, Denizli. Elde edildiği bitki: Haşhaş (Papaver somniferum),

Haşhaş bitkisinin genç kapsüllerinin (meyvalarının) özel bir bıçakla enine çizilmek suretiyle dışarı çıkan ve hava ile temasta katılaşan sütüdür.

Kapsülden çıkan süt (lateks) önce beyazdır, sonradan koyu esmer bir renk alır. Afyon sakızı denen bu katılaşmış süt, yine özel bıçaklarla toplanır. Bu şekilde elde edilen afyon, çok eski zamanlardan beri ilaç ve keyif verici olarak kullanılmaktadır. Bu işler için Hindistan’da, Çin’de, Eski Mısır’da haşhaş başları kullanılmıştır. Hipokrat, eserlerinde haşhaştan bahsetmiştir. Plinius (M.S. 23), haşhaş başlarının çizilerek afyon elde edildiğini yazmıştır.

Opium deyimi de Yunanca opos (özsuyu)dan gelir. Romalı bilgin Dioskorides eserlerinde afyonu uzun uzun anlatmaktadır. Türk-İslam hekimlerinden Razi, İbn-i Sina ve İbn-i Zübeyr, afyonu öksürüğe karşı kullanmışlardır.

Afyonun bileşiminde yaklaşık % 20-25 oranında alkaloid vardır. Bundan başka reçine, kauçuk, yağ, mum, müsilaj ve asitler de vardır. Türk afyonlarının içinde % 10-25 nisbetinde alkaloid bulunur. Türk afyonu morfin bakımından dünyada en zengin afyondur. Türk afyonunda 25 çeşit alkaloid bulunur. Bu alkaloidlerin başlıcaları şunlardır:

Morfin: Afyonun en önemli alkaloididir. % 12’sini teşkil eder. Tıpta çok iyi bir ağrı dindiricidir. Keyf verici olarak kullanılması da yaygındır.

Kodein: Morfine göre daha az zehirlidir. Alışkanlık yapma özelliği morfinden daha azdır. Daha çok öksürük kesici olarak kullanılır.

Papaverin: Uyuşturucu (narkotik) etkisi fazla değildir. Kaslar üzerinde kasılmayı önleyici etkisi vardır.

Morfinde bundan başka tebain, narkotin, lavdanin, reaodin gibi alkaloidler de vardır.

Afyonun tıbbi kullanımından başka uyuşturucu olarak kullanımı da yaygındır. Özellikle içinde morfine karşı alışkanlık meydana getirmesi çok mühim bir sosyal hadise haline gelmiştir. Morfinman annelerin çocukları anne karnında bu maddeye alışmakta, doğunca morfin açlığı hissetmektedirler.

Afyon alkaloidlerinin elde edilmesinden sonra, bunların formüllerinde bazı değişiklikler yapılarak tedavide kullanılmıştır. Bu maddelerin keşfinden maksat; morfin ve diğer afyon alkaloidlerinin ağrı kesici, öksürük dindirici vs. faydalı te’sirlerinin arttırılması; alışkanlık yapıcı, kusturucu v.s. gibi zararlı ve istenmeyen etkilerinin ise azaltılmasıdır. Bu gayeyle bir çok sun’i veya yarı sun’i maddeler elde edilmiştir.

Toplumda her yaş ve sınıftan kişi morfin iptilasına tutulabilmektedir. Bu bakımdan haşhaş ekimi her ülkede hükumetin kontrolü altında yapılır. Afyon ticareti daima kontrol altına alınmaya çalışılmış ve çalışılmaktadır. Yurdumuzda önceleri yaygın olan afyon ziraati bugün çok sınırlı bir bölgede yapılır. Türkiye, kaçak afyon ekimi ve ticaretine karşı büyük bir başarı sağlamıştır.