ADİ BİN HATİM-İ TAİ

Eshab-ı kiramdan. Cömertliği ile meşhur bir şair olan Hatim-i Tai’nin oğludur. Ebu Ta’rif ismiyle de bilinir. Tebük’ün doğusunda yaşayan Tay kabilesinin reisi idi. 630 (H. 9) senesinde müslüman oldu. Hazret-i Ebu Bekr zamanında kavminin mürted olmasına (dinden dönmesine) mani oldu. Hazret-i Ömer zamanında Irak seferinde bulundu. Hazret-i Ali’nin sancaktarlığını yaptı. Cesareti ve cömertliğiyle meşhur oldu. Kufe’de yaşadı. 686 (H. 67) senesinde 120 yaşındayken Kufe’de vefat etti. Kabri oradadır.

Peygamber efendimizden 66 hadis-i şerif rivayet etti. Onun rivayet ettiği hadis-i şeriflerden Sahih-i Buhari’de 7, Sahih-i Müslim’de 5 tane vardır. Tamamı, Ahmed bin Hanbel’in Müsned’inde bulunmaktadır.

Rivayet ettiği bir hadis-i şerif şudur:

Sizden biriniz elbette Allahü tealanın huzurunda duracak, arada perde olmayacaktır. Allahü teala o kimseye; “Ben sana, nimet verip, servet vermedim mi?” diye soracak. Adam; “Evet!” diyecek. “Sana peygamber göndermedim mi?” diye soracak. Adam; “Evet!” diyecek. Sonra o kimse sağına bakacak Cehennem’den başka bir şey göremeyecek, soluna bakacak yine Cehennem’den başka bir şey göremeyecektir. O halde bir yarım hurma ile de olsa Cehennem’den korununuz. Buna da gücünüz yetmiyorsa tatlı dil ile, güzel söz ile konuşmaya çalışınız.

ADİ BİN MÜSAFİR

Irak’ta yetişen evliyanın büyüklerinden. Adeviyye yolunun kurucusudur. İsmi, Adi bin Müsafir bin İsmail bin Musa bin Mervan el-Emevi, künyesi Ebü’l-Fadl’dır. 1074 (H. 467) senesinde Ba’lebek civarında Beyt-i far denilen yerde doğdu. 1160 (H. 555) senesinde Hakkari’de vefat etti. Musul yakınında vefat ettiği de bildirilmiştir.

Zamanının alimlerinden din ve fen ilimlerini tahsil eden Adi bin Müsafir, tasavvuf yoluna girip Ukayl-i Münbeci, Hammad-i Debbas, Abdülkadir Şehrezuri, Abdülkadir-i Geylani, Ebü’l-Vefa Hulvani gibi meşhur evliyanın sohbetinde bulundu. İcazet aldı. Sonra Hakkari dağlarında bir dergah edinip orada ibadet ve irşadla (İnsanlara doğru yolu göstermekle) meşgul oldu. Çeşitli yerlerden gelenler hep onun dergahında yetişip irşadda bulundular. Abdülkadir-i Geylani daima onun üstün hallerinden anlatır; “Eğer peygamberlik çalışma ile elde edilseydi, Adi bin Müsafir mutlaka buna kavuşurdu.” buyururdu.

İlk zamanlar seyyah gibi dağları, sahraları dolaşan Adi bin Müsafir, daha sonra insanları yetiştirmeye, güzel ahlakı, doğru itikadı öğretmeye başladı. Çok kerametleri görüldü. Yüksek halleri ve kerametleri kitaplarda yazılıdır. “Kükremiş aslanın yanında onun ismi söylense, aslan durur, duası sayesinde denizin dalgaları Allahü tealanın izniyle sükunet bulurdu.” sözü onun hakkında meşhurdur.

Adi bin Müsafir rahmetullahi aleyh buyurdu ki:

“Edebini, edeb öğreten hocadan almayan, kendisine uyanları yanlış yola götürür.”

“En küçük bid’atten bile kaçınmayandan, zararı dokunmasın diye siz kaçın.”

“İlimden yalnız konuşma ile yetinen ve hakikatı ile sıfatlanmayan helak olur. İbadet yaparken fıkhın gereğini yerine getirmeyen, ibadet yapmış sayılmaz. Fıkıh bilgisi öğrenirken vera sahibi (şüphelilerden sakınan) olmayan aldanır. Kendisine lazım olan işleri yapan ise kurtulur.”

“Elinden adet dışı şeyler zuhur eden birini görürseniz, o haline hemen aldanmayın. Hak tealanın emirlerini yapıp, yasaklarından kaçınmasını görünceye kadar dikkatli olun.”

Eserleri:

1) İtikadu Ehl-is-Sünne, 2) Vesaya, 3) Adab-ün Nefs.

ADİ MUHAKEME USULÜ

Alm. Ordentliches Prozessverfahren (n), Fr. Procedure ordinaire, İng. Ordinary judical procedure. Kanunun özel bir muhakeme usulüne tabi tutmadığı, bütün hukuk davalarında uygulanan muhakeme (yargılama) usulü. Yazılı muhakeme usulü de denir. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda özel muhakeme usulüne tabi haller hariç, anlatılan muhakeme usulü, adi muhakeme usulüdür.

Bu usul, sulh hukuk ve asliye hukuk mahkemelerinde uygulanan genel yargılama usulüdür. Özel ve istisnai hallerde uygulanan genel yargılama usulleri şunlardır: Basit muhakeme usulü, seri (hızlı) muhakeme usulü, şifahi (sözlü) muhakeme usulü.

Adi muhakeme usulünün özellikleri: 1) Taraflar, iddia, müdafaa, itiraz ve karşı davalarını kanun veya hakimin tesbit ettiği süre içinde mahkeme kalemine verecekleri ve diğer tarafa tebliğ ettirecekleri(ulaştıracakları) dilekçe ile bildirirler. Dava, dilekçenin hakim tarafından imzalandıktan sonra mahkeme kalemine verilmesiyle açılmış olur. 2) Dava dilekçesi karşı tarafa tebliğ edilirken, gelmezse de yokluğunda duruşmaya devam edileceği meşruhatı bildirilir. 3) Deliller, tebliği takiben tarafların hazır bulundukları açık celsede (oturumda) tartışılır. 4) Hüküm, tarafların yüzüne karşı verilse bile kanun yollarına (davanın yeniden incelenmesi için üst mercie başvurma) müracaat süresi, hükmün tebliği tarihinden itibaren başlar.

ADİ ŞİRKET

(Bkz. Şirketler)

ADİLE SULTAN

Osmanlı hanım sultan ve şairlerinden. Babası Sultan İkinci Mahmud Han, annesi Zernigar Kadın Efendidir. 1825 senesinde doğdu. Küçük yaşta annesini kaybetti. Sultan İkinci Mahmud, kızı Adile Sultanı çocukları yaşamayan başkadın Nevfidan Kadına büyütmek üzere verdi. O da Adile Sultanı kendi evladı gibi büyütüp yetiştirdi. Mükemmel bir tahsil ve terbiye gördü. 1845 senesinde Kaptan-ı derya Mehmed Ali Paşa ile evlendi. Sultan Abdülmecid devrinde bir seneye yakın sadrazamlık yapan Mehmed Ali Paşa 1868 senesinde vefat etti.

Adile Sultan, kocasının arkasından da kızının ölümü üzerine evine çekilmiş, her şeyi bırakarak kendini ibadete vermiş ve fakir fukarayı beslemekle vakit geçirmiştir. Dindar, hassas, hayırseverliğiyle tanınmış ve ömrü boyunca herkesten daima hürmet görmüştür. Mektep ve fukara evlerini tamir ettirip, çocukların okuması için gayret sarfetti. Gelinlik kızlara çeyiz yaptırdı. Kurumuş çeşmelere su getirtti. Adile Sultan hayatının son günlerini Fındıklı’da bugün Güzel Sanatlar Akademisi olan Sahilsaray’da geçirdi ve 1898 senesi Ocak ayında vefat edince, kocası Mehmed Ali Paşanın Eyyub’deki türbesine defnedildi.

Yetmiş üç sene yaşadı ve bu süre zarfında, İkinci Mahmud, Abdülmecid, Abdülaziz, Beşinci Murad ve İkinci Abdülhamid’in saltanatını gördü. Başta babası olmak üzere kardeşleri ve yeğenleri tarafından sevilen ve devlet işlerine karışmayan Adile Sultan, aynı zamanda Osmanlı hanedanına mensup divan sahibi tek kadın şairdir. Özellikle Fuzuli ve Şeyh Galib’e nazireler ve Yunus Emre tarzında hece vezniyle şiirler yazmıştır. Şiirleri teknik bakımdan basit ifadeli gibi görünürse de samimidir. O, bu samimi sözleriyle kardeşi sultan Abdülaziz Hanın şehid edilmesine de ışık tutmuştur.

Nasıl yanmam ki ben oldu olanlar Şah-ı devrana,

Bilinmez oldu hali, kıydılar ol zıll-ı Yezdana.

 

Cihan matem tutup kan ağlasın Abdülaziz Hana,

Meded Allah mübarek cismi boyandı kızıl kana.

 

Nasıl hemşiresi bu Adile yanmaz o Hakana,

Ki kıydı bunca zalimler karındaş-ı cihanbana

 

Rıza virmezdi adl ü şefkati zulm-i müşirana

Bütün nar-ı firakı saldı kalb-i ehl-i imana. 

Adile Sultanın bu mısraları Sultan Abdülaziz Hanın intihar etmeyip, öldürüldüğüne dair nice vesika yanısıra kıymetli bir şehadettir. Adile Sultanın basılmamış olan Divan’ının yazma nüshaları Üniversite ve Topkapı Sarayı Kütüphanelerinde mevcuttur. Atası Kanuni Sultan Süleyman Hanın şiirlerini, Divan-ı Muhibbi adıyla, ilk defa yayınlanmasını sağlamıştır.

ADİLE SULTANIN DİVAN'INDAN

Ya Resulallah!

Yüzün Mir’at-ı Zat-ı Kibriyadır ya Resulallah,

Vücudun mazhar-ı nur-ı Hudadır ya Resulallah,

 

Kabul eyle anı aşkından azad eyleme bir an,

Kapunda Adile kemter gedadır ya Resulallah.

 

Var iken destgirim sen gibi bir şah-ı zi-şanım,

Kime arz eyleyim, eyle meded hal-i perişanım,

 

Sözün makbul-i dergah-ı Hudadır ulu Sultanım,

Kapunda adile kemter gedadır ya Resulallah.

 

Sana ümmetliğim iki cihanda emr-i cazimdir,

Bilirsin halimi arz u beyan etmek ne lazımdır,

 

Nazar kıl lutf ile senden diğer kim çaresazımdır,

Kapunda Adile kemter gedadır ya Resulallah. 

ADİLŞAHLAR

Hindistan’da Bicapur Devleti hükümdarlık ailesi. Hanedanın ve devletin kurucusu olan Yusuf Adil, Behmenilerin hassa askerlerinden idi. Kabiliyetli olduğundan, İkinci Muhammed Şahın takdirini kazanarak yükseldi. Muhammed Şahın vefatından sonra, taht kavgalarından faydalanarak Bicapur’un idaresini eline geçirdi. Ailesiyle Bicapur’a gidip, 1490 (H. 896) senesinde Şah ünvanını aldı ve bağımsızlığını ilan etti.

Dekken’de Behmenilerin yıkılmasıyla Dekken devletleri denilen dört devlet ortaya çıkmıştı. Yusuf Adilşah bu devletlerle sık sık savaşlar yaptı. Ayrıca Hind Denizi ve Hindistan’da hakimiyet kurmak istiyen Portekizliler ile mücadele etti. Portekizlilerin sahile yerleşip üsler kurmasının önüne geçmek istedi. Fakat Portekizliler, Dekken devletleriyle olan mücadelelerden gereği gibi faydalanıp, sahilde üsler kurdular ve git gide kuvvetlendiler.

1504 senesinde Yusuf Adilşah, şiiliği, devletinin siyasetine esas olarak kabul edince, ülkede ayaklanmalar başgösterdi. Bidar ve Ahmednagar hanlarına yenilen Adilşah önce Beras, sonra da Haniş’e kaçtı. Bir sene sonra topladığı ordu ile Bidar Hanı Ali Berid’i yendi. Bicapur’u geri aldı ve ömrünün sonuna kadar diğer Dekken devletleriyle mücadele etti. Yusuf Adilşah’ın hükümdarlığının son yıllarında Portekizliler Goa’yı ele geçirdiler.

Yusuf Adilşah 1516 senesinde vefat edince, yerine on üç yaşındaki oğlu İsmail Adilşah geçti. Fakat vefatından önce Kemal Hanı oğluna vasi tayin ettiği için, bir süre devleti Kemal Han idare etti. Kemal Han, Cuma hutbesini dört hak mezhepten Hanefi mezhebine uygun olarak okuttu. Ehl-i sünnet itikadına uymayı devletin resmi siyaseti olarak kabul etti. İsmail Adilşah tahta çıktığı sırada, Portekizlilerin  ele geçirdiği Goa limanı geri alındı.

İsmail Adilşah 1521 senesinde Viceyanagar Devleti’nin elinde bulunan Rayçur Duab’ı geri almak için bir sefer düzenledi. İki ordu Krişna suyu kıyılarında karşılaştı. İsmail Adilşah askerlerini sudan geçmeye zorlayınca askerin pek çoğu boğuldu. Karşıya geçenler de öldürüldü. İsmail Adilşah bu savaşta kendi canını zor kurtardı.

Dekken devletleri sultanlarından Burhan Nizamşah, Ali Berid ve Alaüddin İmadşah 1525 senesinde birleşerek, Adilşahlara saldırdılar. İsmail Adilşah’ın başkumandanı Esad Han Lari Türk, bu birleşik orduyu Şalapur önlerinde bozguna uğrattı. İsmail Adilşah da babası gibi ömrünü diğer Dekken devletleri ile mücadele etmekle geçirdi.

1534 senesinde İsmail Adilşah’ın ölümü üzerine yerine geçen oğullarından Mallu ve İbrahim Adilşahlar dönemlerinde ülke iç karışıklıklar ve Dekken devletleri ile mücadele arasında kaldı. 1579’da Ali Adilşah’ın yerine hükümdar olan İkinci İbrahim Adilşah’ın dönemi Bicapur Devletinin en parlak yılları oldu. İbrahim Şah Hindistan'ın en büyük İslam Devleti olan Gürganiye Hanedanlığı ile iyi münasebetler kurdu. İkinci İbrahim Adilşah, Gürganiyye Sultanı Cihangir Şahdan oğul muamelesi gördü. Cihangir Şah, Adilşahları, Ahmednagar ve Gülkende memleketlerinin fethiyle vazifelendirdi. Adilşahlar, Gürganilerle beraber Dekken’de diğer devletlere karşı mücadele ettiler. Bu devirde Bicapur Devleti sınırları güneyde Maysor’a kadar genişledi. İkinci İbrahim Adilşah’tan sonraki hükümdarlar döneminde devlet yine iç karışıklıklar içerisine düştü. Bu dönemde Adilşahlar, Gürganilere karşı Merathalılara yardım ettiler. Bu olay üzerine Gürgani hükümdärı Evrengzib Alemgir Şah, 1686 senesinde ordusuyla Bicapur önlerine geldi ve şehri kuşattı. Kuşatma iki ay on iki gün sürdü. Bicapur’un düşmesiyle Adilşahlar Devleti tarihe karıştı. Son Adilşah hükümdarı İskender’e, Evrengzib çok iyi muamelede bulundu. Himayesine aldı ve yıllık maaş bağladı.

Hindistan’ın Dekken bölgesinde Bicapur’a iki yüz yıla yakın hakim olan Adilşahlar, bölgede Türk hakimiyetini kurdular. Uzun seneler Portekizlilerle mücadele ettiler. Muazzam san’at ve mimari eserleri inşa edip, kültür ve medeniyete hizmet ettiler. Fevkalade binalar, saraylar, camiler ve türbeler yaptılar. Bunlar arasında İkinci Ali Adilşah’ın Bicapur’da yaptırdığı cami çok meşhurdur.

Yusuf Adil Türkmen.........(1490-1510)

İsmail Adilşah.................(1510-1534)

Mallu Adilşah..................(1534-1535)

Birinci İbrahim Adilşah......(1535-1557)

Birinci Ali Adilşah.............(1557-1579)

İkinci İbrahim Adilşah.......(1579-1626)

Muhammed Adilşah..........(1627-1657)

İkinci Ali Adilşah..............(1657-1672)

İskender Adilşah..............(1672-1686)

ADLİ MAHKEMELER

(Bkz. Mahkemeler)

ADLİ MÜZAHERET

Alm. Armenrecht Einstwoilige Kostenbe - freiung (f), Fr. Assistance judiciaire gratuite, İng. Legal aid, judical assistance.Mahkeme veya icra masraflarını ödeyemeyecek kadar fakir olup, haklarını arayamayacak veya müdafaalarını yapamıyacak olanlara devletin yaptığı yardım. Hukuk Usulü Mahkemeleri Kanunu'nca düzenlenmiştir.

Adli yardım talebi davanın açılacağı mahkemeye yapılır. Dilekçeye fakirlik belgesi de eklenir. Adli müzaheret harçlardan muafiyet, ücretsiz avukat te’mini gibi hususlarda yapılır. Bir ülkedeki davayla alakalı bazı hukuki muamelelerin yerine getirilmesi, bazı durumlarda, bir diğer devlet tarafından yapılması icab eder. Bu adli muamelenin başka bir devlet tarafından ifasına uluslararası adli müzaheret denir. Mesela, Türkiye’deki bir dava ile ilgili bir sanık Almanya’da bulunsa, Almanya’daki yargı organlarının bu sanığın ifadesini alması gibi ceza muhakemesiyle ilgili uluslararası adli müzaheret şöyle bir tasnife tabi tutulabilir:

1) Suçlular hakkındaki adli bilgilerin karşılıklı verilmesi.

2) Suçluların bir ülkede yargılanması sırasında gerekli bazı işlemlerin yabancı ülkede yapılması.

3) Suçluların yakalanması bakımından ortaklaşa polis faaliyeti.

4) Suçluların iadesi.

ADLİ SİCİL

Alm. Strafregister (n), Fr. Cassier Judiciaire, İng. Register of previous convictions. Bir kimsenin mahkumiyeti olup olmadığının anlaşılması için konulmuş bir kayıt usulü. Bu usule göre, her adliye mahkemesinde aleyhinde ceza davası açılanlar hakkında zabıt katibi bir fiş tutar; bu fişe tahkikatın (soruşturmanın) veya mahkemenin neticesi yazılır. Şahıs mahkum olursa, bu fişin bir sureti o şahsın doğduğu yerin mahkemesine gönderilir. Bir kimsenin mahkumiyeti olup olmadığı Adalet Bakanlığı Adli Sicil Müdürlüğünden öğrenilebilir. Adli sicil, ceza ve haciz, iflas gibi hukuk muamelelerinde de tutulur.

Bir suçtan dolayı hüküm giymiş bir kimsenin adli sicil fişi, belli bir müddetin geçmesiyle adli sicilden çıkarılabilir. Bu durumda mahkumun hiçbir mahkumiyeti yok kabul edilir.

ADLİ TIP

Alm. Gerichtliche Medizin, Rechtsmedizin, Fr. Médecine légale, İng. Forensic medicine. Adli soruşturmalarda insan hayatı ile ilgili ortaya çıkacak meselelerin çözümüyle uğraşan ve hukuka yardımcı olan bilim dalı. Türkiye'de bu vazife Adli Tıp Kurumu tarafından yürütülmektedir.

Adli tıp; mal ve hakkın kullanılması kudretinin tayini, evliliğin hükümsüzlüğü veya boşanma sebeplerinin araştırılması, iddet kesen hallerin bulunup bulunmadığının incelenmesi, ölüm halinin ve anının tesbiti, hastalık ve yaralanmalarda çalışma kabiliyetinin azalma derecesi ile işten kalma müddetinin belirtilmesi, Hukuki ehliyet ve ceza sorumluluğu hususlarının tayini, ırza geçme, yaralama, öldürme, çocuk düşürme olaylarında mahkemelerin sorularının cevaplandırılması, ölüm ve öldürme halinde ölünün muayene ve otopsisini yapmak vazifelerini yürütür.

Çok eski çağlardan beri hukuk ve ceza davalarında hekimlere başvuruldu. İlahi dinlerde ve çeşitli kanunlarda adli tıpla ilgili hükümler yer aldı. Hammurabi Kanunlarında adli tıpla ilgili hükümler vardır. Roma İmparatoru Hadrianus hamileliğin tayininde hekimlere başvurmayı şart koştu. Roma kanunlarında hekimler adli tıpla ilgili hususlarda sadece bilirkişi vazifesini değil aynı zamanda hüküm verme vazifesini de yürüteceği hükmüne yer verildi.

Ancak ortaçağ Avrupa'sında her hususta olduğu gibi adli tıpta da ilmi hakikatler kabul edilmeyip, adli tıbbın yerini büyü, efsun ve falcılık aldı.

İnsanların dünyada ve ahirette saadete kavuşmalarını gaye edinen İslam dininin doğuş, gelişme ve yayılması esnasında, her hususta ilmi hakikatlere yer verildiği gibi, adli tıp hususuna da önem verildi. İslam hukukunda adli tıpla ilgili hükümler yer aldı. Bazı hukuk ve ceza davalarında "Tabib-i Müslim-i Hazık" yani Müslüman, ihtisas yapmış doktorun reyine (görüşüne) baş vurulması şart koşuldu.

Adli tıp, sistemli bir bilim dalı olarak Avrupa'da ilk defa Fransa'da uygulanmaya başladı. Resmi olarak da 17. yüzyılda kabul edildi. Ders olarak 1650'de Leipzig Üniversitesinde Bohn tarafından okutulmaya başlandı. İngiltere'de ise ilk adli tıp kitabı 1788 senesinde Samue Farr tarafından yayımlandı.

Osmanlı Devletinde ise ilk adli tıp dersi Sultan İkinci Mahmud Han tarafından Tıbhane-i Amire adı altında kurulan ve daha sonra Mekteb-i Fünun-i Tıbbiyye-i Şahane adını alan öğretim kurumunda Dr. Serviçen tarafından verildi.

Daha sonraları Darülfünun (İstanbul Üniversitesi) Tıp Fakültesinde de Adli Tıp dersi okutuldu. Adli tıp hizmetleri de hükümet ve belediye tabipleri tarafından görüldü. 1933 Üniversite reformundan sonra İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinde bir Adli Tıp Enstitüsü kurularak, müdürlüğüne Prof. Dr. Saim Ali Dilemre getirildi. Bugün Türkiye'de Tıp ve Hukuk FFakültelerinde adli tıp dersleri verilmektedir.

Adli tıp hizmetlerinin teşkilatlanmasında dünyada üç sistem uygulanmaktadır. Birincisi; adalet veya sağlık bakanlığına bağlı bir adli tıp kurumu ve şubeleri kurularak; ikincisi, Tabipler Odasınca adli tıp konusunda bilirkişilik yapabilecek hekimlerin bir listesinin düzenlenerek olayın nevi ve önemine göre mahkemece bunlar arasından bilirkişi tayin edilerek; Üçüncüsü; her iki sistemin birleştirilmesiyle elde edilen bir karma sistem teşkil edilmektedir.

Türkiye'de 1908'den sonra Sıhhiye Müdüriyet-i Umumiyesine bağlı olarak Tababet-i Adliye Şubesi adı altında kurulan ve faaliyet gösteren Adli Tıp Kurumu 1 Mayıs 1982 tarihli kanunla Adalet Bakanlığına bağlı Adli Tıp Kurumu adıyla teşkil edildi. Kanuna göre, kurumun gayesi adaletin ortaya çıkması için adli tıpla ilgili ilmi ve teknik konularda mahkemelere ve savcılara yardımcı olmaktır. Adli Tıp Kurumu merkez kuruluşu ve şube müdürlüklerinden meydana gelir. Merkez kuruluşunda bir başkan bir başkan yardımcısı ve başkanlar kuruluyla, genel kurul, ihtisas kurulları, gözlem, kimyasal tahliller, biyoloji, fizik incelemeler ve trafik kısmı gibi uzmanlık daireleri vardır.

Ayrıca, Adalet Bakanlığınca uygun yerlerde birden fazla Adli Tıp Uzmanlık Dairesi açıldığı takdirde bu yerlerde Adli Tıp Grup Başkanlığı da kurulabilir. Adli Tıp Şube Müdürlükleri Ağır Ceza Mahkemelerinin bağlı oldukları yargı merkezlerinde kurulur. Şube Müdürlüklerinde vazifeli uzmanlar, adli tıpla ilgili olmak üzere otopsi muayene ve incelemeleri mecburi görülen hallerde yerine de gidip yaparak bu konularda rapor vermek, mahkemelere ve savcılıklara sözlü görüşlerini de bildirmekle sorumludurlar.

Adli Tıbbın kısımları şunlardır.

1) Ölüm, 2) Otopsi, 3) Ani ölüm, 4) Havasızlıktan ölüm, 5) Yara ve çürükler, 6) Gebelik, 7) Doğum, 8) Çocuk düşürme, 9) Çocuk öldürme, 10) Ahlaka karşı yapılan tecavüzler, 11) Zehirlenmeler, 12) Adli psikiyatri.

Yaralama, ölüm, gebelik teşhisi, zehirlenme, intihar gibi vak'alarda, hukuki aydınlatma bakımından ilk başvurulacak kişi hekimdir. Yurdumuzda büyük merkezlerde bu işler adli tıp uzmanları, bunların bulunmadığı merkezlerde de hükumet tabipleri tarafından yapılır. Hekimin branşı dışında kalan konularda adli tıp uzmanları, adli kovuşturmalarda kendi fikir ve tesbitlerini mütalaa ederler.

Ağzı alkol kokan yeni ölmüş birisinin alkol komasından mı, yoksa sarhoşken kafasını vurarak mı öldüğünü adli tıp ilmi aydınlatır. İntihar olayı gibi gözüken bir ölüm vak'asının ihtihar gibi verilmeye çalışılmış bir cinayet olabileceği daima düşünülmelidir. Katil zanlılarının hangisinin gerçek katil olduğunun ilmi metodlarla tesbitinde adli tıp uzmanları önemli görev yapar. Uzmanlar, bunun için, saç, diş, kan gibi insanın kendisine has hususiyet gösteren parçalarını ilmi metodlarla incelerler. Bu şekilde toplum içinde yaşayanların rahatı, hürriyetlerinin zedelenmemesi ve haklarının korunması için çalışan hukuk ilmine önemli bir yardım yapılmış olur.

ADLİYE (Adli Teşkilat-Adalet Teşkilatı)

Alm. Justiz (f), Fr. Justice, İng. Justice Administration. Adaleti sağlamakla görevli makamların tamamı. Günümüz devlet teşkilatında, adli teşkilat içerisinde yer alan makamların kuruluşu ve diğerleri ile olan münasebetleri, vazife ve selahiyetleri çeşitli kanunlarla düzenlenmiştir.

Adli teşkilatımızın tarihi seyri: Türklerin, İslamiyeti kabulden önceki zamanlarda kurmuş olduğu devletlerde, bağımsız bir adli teşkilat yoktu. Yargı, kanun koyma ve devlet işlerini yürütme, devlet başkanının şahsında birleşmişti.

İslamiyeti kabulden sonra kurulan Karahan, Gazne ve Selçuklu devletlerinde, adli teşkilatın, İslam hukukunun tesiriyle bağımsızlığa kavuştuğu görülür. İslam hukukunun esas alındığı eski adli teşkilat Osmanlı Devleti zamanında gelişmesini tamamladı.

Osmanlı Devleti adliye teşkilatının başında şeyhülislam bulunurdu. Şeyhülislamdan sonra gelen ikinci büyük makam, Kadıaskerliktir. Ordunun adaletle ilgili işlerine bakan bu makam diğer adli işlerde de üst yargı makamı ve şeyhülislamın yardımcısı idi. Birinci Murad zamanında kurulan bu makama ilk defa Bursa kadısı Çandarlı Kara Halil Paşa getirildi. 1480’den sonra kadıskerler, Anadolu ve Rumeli kadıaskerleri olmak üzere ikiye çıkarıldı. On yedinci yüzyıla kadar kadıaskerler veziriazamın teklifi üzerine tayin edilirdi. Daha sonra tayin yetkisi veziriazamın onayı olmak şartıyle şeyhülislama verildi.

Adalet teşkilatının üçüncü basamağında kadı bulunurdu. Kadılık, İslam hukukunun uygulanmasıyla görevli makamdı. Kadıya, dini hükümlere göre hükmetmesinden dolayı, "hakimü’ş-şer", denirdi. Başlangıçta İznik ve Bursa’da olmak üzere iki kadılık vardı. Daha sonra, ele geçirilen yerlerde yeni kadılıklar kuruldu. Kadı, şer'i mahkemelerin başı idi. Kadılar arasında yukarıdan aşağıya doğru inen dereceleme vardı. Bunlar başlıca iki sınıfa ayrılırdı. Birincisine kaza kadıları, ikincisine sancak ve eyalet kadıları denirdi.

Şer’i mahkemelerde kaza kadısı adına değişik görevlerde bulunan kimselere “naib” denirdi.

Osmanlı adalet teşkilatı tamamen bağımsız olup, adalet işleri, ilmiye sınıfının elinde idi. Kadı aynı zamanda belediye reisi idi. Mahkemeler, şeyhülislamın kontrol ve yetkisinde idi. Rumeli ve Anadolu kadıaskerleri şeyhülislamın yardımcıları idi. İkisi de Divan-ı hümayun üyesi, yani bakandı. Kadıaskerler ayrıca haftada 5 defa makamlarında yüksek davalara bakarlardı.

Rumeli civarındaki kadılar Rumeli, Anadolu (Asya) tarafındakiler Anadolu kadıaskerine tabi idiler. Kadı, dava esnasında müftiye danışabilirdi. Ancak bunun fetvası ile bağlı değildi. Müftinin fetvası adli sicile işlenir ve kadının teftişi de dikkate alınırdı. Bir kadının verdiği kararı ancak İstanbul’daki kadıaskerler, yahut Divan-ı hümayun temyiz edebilirdi. On sekizinci asrın başına kadar Osmanlı Devletinde siyasi, dini, mali, askeri, örfi ve şer’i bakımdan birinci derecedeki merci, Divan-ı hümayundur. Divan-ı hümayun öyle bir yerdir ki burada, dil, din, mezhep, milliyet bakımından insanlar arasında hiç fark gözetilmezdi. Devletin her yerindeki kişiler haklarını aramak için Divan-ı hümayuna baş vurabilirdi. Bu durumda divan, bir yargıtay veya yüksek mahkeme manasına gelmektedir. Divan-ı hümayun üyeleri aynı zamanda yüksek adaleti bilen kimselerdi. Budin’deki vatandaşın İstanbul’da temyiz davası açması zordur. Herhangi bir haksızlığı halkın toplu olarak o bölgenin en büyük mülki amirine, yani sancak beyi veya bizzat beylerbeyine şikayet etme hakkı vardır. Mülki amire mutlaka müfettiş tahkikatı yaptırılır; bilerek veya rüşvetle haksız hükmettiği anlaşılan kadının istikbali mahvolurdu.

Tahsilsiz sadrazam olunabilirdi; ancak, medreselerin en yüksek kısmından mezun olmadıkça kadı olunamazdı. Memleket dahilinde 2500 kadar kaza (ilçe) vardı. Kadı; hakim, kaymakam ve belediye başkanı vazifelerini görürdü. Kazalar, nahiyelere bölünürdü. Nahiyedeki kadı yardımcısı olan naib, hakim, belediye başkanı ve nahiye müdürü vazifelerini görürdü. Sancak merkezlerinde (il) “molla” denilen büyük kadılar bulunurdu. Bunlar buraların hakimi ve belediye başkanı idiler. Eyalet merkezi olan büyük şehirlerde “büyük molla” denilen kadılar vazife görürdü.

Osmanlı Devletinde tevzi edilmeyen (yerine getirilmeyen) adalet, adaletsizlik sayılırdı. Osmanlı Devleti’nin hızlı yargıdaki şöhreti bütün dünyada biliniyordu. D’ohsson; “iki veya üç celse nadirdir. Ekseri davalar, bir celsede hükme bağlanır” demektedir. Ricault; “En mühim davalar bir saat içinde hükme bağlanır. Hüküm derhal infaz edilir. Avrupa’da olduğu gibi hükmü geciktirecek oyunlardan hiçbiri tatbik edilmez” demektedir.

Uyuşmazlık, mahkemeye gitmeden aile meclisi, eşraftan zatlar, esnaf kethüdaları (sendika başkanları) tarafından çözülürdü. Halkın yapısı ihtilaf çıkarmaya müsait değildi.

Kazasker mahkemesinde kararı bozulan kadı, çok kötü sicil almış olurdu. Terfi imkanı kapanırdı. Eğer bozulma sebebi kadının rüşvet alması ise, kadı ulema mesleğinden çıkarılırdı.

On altıncı yüzyıla ait bir teftiş evrakında, kadıların halka eziyet, rüşvet alma, kadılık bölgesini terketme, yazmış olduğu huccetlerde (delillerde) karışıklık olması, savaş zamanlarında ihmalkar davranma gibi sebeplerle görevlerden alındığı yazılmaktadır.

Şer’i mahkemelerin yanında müslüman olmayan tebeanın davalarına bakan mahkemeler de vardı. Tanzimatla birlikte ticaret mahkemeleri kurulmuştur. Yine Tanzimatla gelen yeniliklerden olarak, batı usulünde kurulan adliye teşkilatının bağlı olduğu en yüksek makam Adliye Nezareti olmuştur. Bu nezaret 1868’de kurulmuştur.

Cumhuriyet devrinde ise adliye teşkilatının başına 3 Mayıs 1920’de Adliye ve Mezahib Vekaleti getirildi. Daha sonra bu, Adalet Bakanlığına dönüştü (Bkz. Adalet Bakanlığı).

Son şekline göre adliye teşkilatımız:

1) Adalet Bakanlığı

2) Yüksek Hakimler ve Savcılar Kurulu

3) Anayasa Mahkemesi

4) Yargıtay

5) Ceza ve Hukuk Mahkemeleri

6) İş, Basın ve Gezici Arazi Kadastro Mahkemeleri şeklindedir.

ADLİYE KOMİSYONU

Alm. Justizkommission, Fr. Commission des tribuneaux, İng. Commission of justice. Adli işlerle ilgili meclis. Mahkemeler teşkilatında, üyeleri Adalet Bakanlığı tarafından seçilen, bir başkan ile en fazla dört üyesi bulunan ve ağır ceza mahkemesi merkezinde, en yüksek dereceli hakimin başkanlığında kurulan, hakimlerden müteşekkil heyet, Encümen. Cumhuriyet Savcısı bu encümenin tabii üyesidir. Adalet Bakanlığına bağlıdır. Bu komisyon, adli teşkilatta hakim ve savcılar icra müdürü ve yardımcıları dışında kalan me’murların atama, nakil, disiplin cezası verme gibi özlük işlerini ve kanunlarda belirtilen diğer görevleri yerine getirir.

Adalet komisyonu: TBMM’de adaletle ilgili kanun teklif ve tasarılarını inceleyerek genel kurula sunan komisyon. Adalet komisyonu, kanunların hazırlanmasında hizmet gördüğü gibi adli yönden incelenmesi gereken bir çok konularda da görüş ve teklif beyan etmektedir. 6 Kasım 1982 tarihli yeni Anayasa ile Senato kaldırıldığı için Adalet komisyonu sadece Millet Meclisinde görev yapar.

Adli amir: Askeri suçlarda tahkikat işlerini yapan, ilk ve son tahkikatın açılmasına karar veren, cezaları (ölüm, tard ve ihraç cezaları hariç) infaz eden ve refakatlerinde askeri mahkemeler kurulması kanunen mümkün olan komutan, muadili makamlar ve üstleri.

Barışta Genel Kurmay Başkanı, harpte başkomutan en yüksek adli amir olup, diğer komutanlara adli amirlik yetkisi verebilirler.

ADNAN MENDERES

Bir devre adını yazdıran büyük siyaset adamı. 1899’da Aydın’da doğdu. Babası, Katibzade ailesinden İbrahim Edhem Bey, Annesi Aydın’ın ileri gelen ailelerinden Haci Alipaşazadelere mensup Tevfika Hanımdır. Her iki aile de yüzyıllarca önce Rumeli’den gelip Anadolu’ya yerleşmişlerdir.

Tahsile İzmir İttihad ve Terakki Mektebinde başlayan Adnan Menderes, İzmir Amerikan Kolejinde eğitim gördü. Bir müddet ara verdikten sonra Ankara Hukuk Fakültesini bitirdi. 1916’da Birinci Dünya Harbine yedek subay olarak katıldı. Suriye’ye görevli giderken yolda, harbin bitmesi üzerine geriye döndü. İzmir’de görevlendirildi. İstiklal Harbi esnasında arkadaşları ile beraber Aydın’da "Ayyıldız Çetesi”ni kurdu. Daha sonra Söke’de Piyade Alay Yaveri olarak savaşa katıldı. Savaştan sonra "İstiklal Madalyası" aldı.

Fethi Okyar tarafından kurulan Serbest Fırkanın Aydın İlçe teşkilatını açarak il başkanı oldu. Bu parti kapatılınca CHP’ye girdi ve yine Aydın il başkanı oldu. 1931’de CHP Aydın milletvekili seçildi. 1945 yılına kadar TBMM’de komisyon raportörlüğü yaptı. 1945 yılında Saracoğlu Hükumetinin getirdiği toprak kanunu tasarısını şiddetle tenkid ederek 16 Mayıs 1945’te komisyondan istifa etti. Bir müddet sonra yaptıkları muhalefetten dolayı Adnan Menderes, Fuad Köprülü, Refik Koraltan, CHP’nin Disiplin Kurulu tarafından 12 Haziran 1945’te partiden ihrac edildiler. Celal Bayar ise hem partiden hem de milletvekilliğinden istifa etti. Bu hareketler Demokrat Partinin 7 Ocak 1946’da kurulmasına sebep oldu. Adnan Menderes, 1946 yılında Demokrat Partiden Kütahya milletvekili olarak meclise girdi. Parti içinde Celal Bayar’dan sonra ikinci adam durumuna geldi. Bu tarihten itibaren siyasi hayatın önemli şahsiyetleri arasında sayılır. 1946 yılında yapılan seçimlerde 62 milletvekili ile meclise giren Demokrat Parti içinde baş gösteren ayrılıkları çözümledi. 14 Mayıs 1950 seçimlerinin büyük bir ekseriyetle kazanılmasında büyük rolü oldu. Adnan Menderes 10 yıllık Demokrat Parti iktidarının tek başbakanıdır. Bu zamana kendi adını verdirdi. İktidarı zamanında beş hükumet kurdu. Bu 10 yıllık devre Türkiye’nin iç ve dış siyasetinde önemli olayların olduğu bir zamandır. Ziraatın makinalaşmasına, yol, baraj, modern fabrikaların yapılmasına, büyük şehirlerin imar edilmesine çok önem verildi. Sosyal alanda, sosyal sigorta sistemi geliştirildi. Büyük işçi hastaneleri yapıldı. Hafta tatili ücretli oldu, işçi sendikaları kuruldu. Kültür alanında büyük üniversiteler, teknik okullar, lise ve ortaokullar açıldı. Büyük çapta kalkınma hareketine girişildi.

Dış siyasette: Nato’ya giriş (18 Ocak 1952). Balkan Antlaşması (9 Ağustos 1954), Bağdat Paktı (24 Şubat 1955), Kıbrıs konusunda Zürich Antlaşmaları yapıldı.

Bilhassa 1960 yılında talebe hareketlerinin fazlalaşması, hoşnutsuz grubun devamlı memleketi hadiselere sürüklemesi; Silahlı Kuvvetlerin ihtilal yapmasına sebep oldu. 27 Mayıs 1960 günü Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime el koyduğunu millete ilan etti. Eskişehir’e gitmiş olan Adnan Menderes yanındakilerle beraber tutuklanıp Ankara’ya getirildi. Ankara’da Harp Okulunda bir müddet kaldıktan sonra yargılanmak üzere Yassıada’ya gönderildi. Yassıada’da Milli Birlik Komitesince kurulan Yüksek Adalet Divanı tarafından DP ileri gelenleri ile birlikte kuruluşu, usülleri ve kararları hala tartışılan bir mahkemede muhakeme edildiler. Sonunda idama mahkum oldu. Karar, Milli Birlik Komitesince onaylanınca 17 Eylül 1961’de İmralı Adasında idam edildi. 1990'da çıkarılan kanunla, itibarlarının iadesi karara bağlandı. Aziz naaşı, rahmetli Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın naaşlarıyla birlikte, İmralı’dan alınarak 17 Eylül 1990 tarihinde, başta Cumhurbaşkanı ve hükumet erkanı olmak üzere milletvekillerinin ve halkın katıldığı bir törenle İstanbul’da Adnan Menderes Bulvarı Topkapı çıkışında yapılan Anıt Mezara nakledilmiştir.

Türkiye Gazetesinde, 1 Eylül 1989’dan itibaren 15 gün yayımlanan, “Aydın Menderes Anlatıyor: İşte Hayatımız” başlıklı yazı serisinde, Aydın Menderes babası Adnan Menderes için şunları söylüyor:

“Rahmetli babam Allah korkusu ve millet sevgisiyle yaşardı. Adnan Menderes milletiyle bütünleşmiş bir liderdi. Kafasının içinde kabına sığmayan bir Türkiye vardı. Haksızlıkları sevmez, adam kayırma veya farklı muameleye çok kızardı. Büyük ideallerin ve hedeflerin insanıydı. Ufku çok genişti. Milletinde fani olmuştu. Çok inançlıydı. Her sabah evden okuyarak, dua ederek ayrılırdı. İnşaallah sözü olmadan konuşmazdı. Son derece güçlü ve enerjik bir insandı. Başkasının derdi yüzüne aynen aksederdi. 1957’de Ankara’yı sel bastığında, felaketzedelere bizzat yardım ederken, kendisi sel sularına kapılmaktan son anda kurtarılmıştı. İnsanların sıkıntı ve üzüntü çekmesini katiyyen istemeyen bir ruh haletine sahipti. Öfkesi aynen “mart karı” gibiydi. Katiyyen kin tutmayan, kızsa bile bir iki dakika sonra herşeyi unutan, onu telafi etmek için özürler dileyen, yollar arayan bir insandı. Öfkeli halinde bile ağzından incitici, kırıcı bir söz çıktığı görülmemiştir. Küfür, kötü söz söylediği, kendi emsalinin altındakilere kızdığı, yanında çalışanları kırdığı hiç vaki olmamıştır. Mütevazi idi ve son derece duygusaldı. Mantıksız, muhakemesiz iş yapmaz, haksızlıkları sevmezdi. İman, inanç, Allah korkusu, edep, milleti sevmek ve onu büyük bilmek, insanlara hizmet en bariz vasıflarıydı.”

ADRENALİN

Alm. Adrenalin (n), Fr. Adrénaline (f), İng. Adrenalin. Böbreküstü salgı bezlerinin iç kısmından salgılanan mühim bir hormon. Buradan salgılanan diğer mühim bir hormon da “noradrenalin”dir. Adrenalin 1894; nodrenalin ise 1949’da keşfedilmiştir. Her iki hormon “katekolamin” denen maddeler sınıfından olup, bunlardan adrenalin, laboratuvarlarda sentez yoluyla elde edilen ilk hormondur. Bugün için laboratuvarlarda adrenaline; gerek yapı bakımından, gerekse te’sir bakımından benzeyen başka maddeler de sentez edilmiş ve tıbbi tedavi alanında ilaç olarak kullanılmıştır. Bunlardan bazıları; Metaraminol, efedrin, fenilefrin v.b.’dir.

Bu hormonlar (adrenalin ve noradrenalin) tesiriyle kalb atım sayısı, dolayısıyla nabız sayısı, atardamar kan basıncı, solunum hızı ve derinliği, metabolizma, kaslara giden kan mikdarı, kasların kasılma gücü ve kasların yorgunluk süreleri hep artar.

Yine bu hormonların te’siriyle vücudun tehlikelere karşı adaptasyonu ve başarısı yükselir.

İnsan ve çeşitli memeli hayvanlarda böbreküstü bezinden salgılanan bu iki hormonun oranları değişiktir. Çok asabileşme sırasında daha çok noradrenalinin salgılandığı, yapılan tedkiklerden anlaşılmaktadır. Kedide ve aslanda eşit oranlarda salgılandığı halde, sığır, tavşan ve kobaylarda % 85 adrenalin salgılanır. İnsanda bu oran % 90’dır. Ancak bu mukayesede düşündürücü olan bir misal var ki o da, hiç düşmanı yok veya kızmaz gibi bilinen balinada % 100 noradrenalin salgılanmasıdır.

Tıpta adrenalinin tedavi gayesiyle çok kullanıldığı hususlar şunlardır: Bazı sebeplere bağlı olarak durmuş olan kalbe, göğüs duvarı üzerinden uzun bir iğneyle kalb karıncığı boşluğuna doğrudan doğruya girilerek adrenalin zerkedildiğinde kalb yeniden çalışabilir.

Bronşiyal astımda özellikle nöbetler sırasında (ancak bir hekim tarafından ve onun kontrolünde) kullanılırsa bronş spazmının, bronş cidarındaki aşırı kanlanmanın ve şişliğin giderilmesine sebeb olur.

Ameliyatlarda çalışılan bölgelerdeki damarların üzerine damlatılırsa, damarların büzülmesine ve kan kaybının azalmasına sebeb olur. Bölgesel anestezik maddelere belli oranlarda katılarak, müdahale edilen satıhta, (anestezi) uyuşmanın daha uzun süre devam etmesini sağlar.

ADRES

Alm. Anschrift (f.), Fr. Adresse (f.), İng. Address. Bir kimsenin veya hükmi şahsiyetin oturduğu, çalıştığı veya arandığında bulunabileceği yer. Mektup, havale türü evrak ve eşyanın istenilen yere ulaşabilmesi için adresin doğru yazılması lazımdır. Adres, ad-soyadı, mahalle, sokak, ev no, “posta kod numarası”, kaza ve vilayet sırasıyla yazılır. Şayet bir başka ülkeye gönderiliyorsa, gönderilen ülkenin dilinde yazılması lazımdır. Gönderilen evrakın yazılan adreste bulunamıyacağı ihtimalini düşünerek, geri iade edilebilmesi için, gönderen kendi adresini de yazmalıdır.

Adres kataloğu veya adres kitabı: Büyük şehirlerde kullanılan ve o şehirde oturanların alfabetik sıraya göre adreslerini gösteren kitaplardır. Ayrıca belli bir sıraya göre, resmi dairelerin, okulların, sanayi kuruluşlarının, ticarethanelerin, sokakların, caddelerin ve benzeri yerlerin adreslerini gösteren kataloglar da mevcuttur.

ADRİYA DENİZİ

Akdeniz’in bir parçası olan bu deniz, Balkan yarımadası ile İtalya Yarımadası arasında bulunur. Otranto Boğazı ile (genişliği 80 km) İyon denizine birleşir. Yüzölçümü 132 bin kilometrekaredir. Uzunluğu 800, en geniş yeri 220 kilometredir. Kuzey-batıdan, güney-doğuya doğru uzanır. Dilimizde bu denizin eski adı Venedik Körfezidir. Adriya ismini Po Nehrinin denize döküldüğü delta üzerindeki Adris şehrinden alır.

Derinliği azdır. Kuzey bölgede ortalama derinlik 70-80 metredir. Burada en derin yer Cara kuzey-doğusunda 243 metredir. Güney bölgede ise en derin yer Bocch Cattaro önünde 1251 metredir. Tuzluluk derecesi binde 35 ile 16 arasında değişir. Doğu sahilleri girintili ve çıkıntılıdır. Doğusunda Arnavutluk ve Yugoslavya, batısında İtalya vardır.

Adriya Denizinin doğu kıyılarının güneyi bataklık, batı kıyıları ise 150-200 m derinlikte kumsaldır. Her iki sahil de iyi limanlardan mahrumdur. Bu denizin en elverişli limanı Orta Avrupa yolu üzerinde bulunan Venedik limanıdır. Gel-git (med-cezir) hadiseleri ile 90-95 cm yükselir ve alçalır. Bu alçalma ve yükselme güneyde yarım metre, Venedik ve Trieste limanlarında ise bir metreyi bulur.

Adriya Denizinin doğu sahilleri, on dokuzuncu asır başlarına kadar Osmanlı Devletinin hakimiyeti altında idi.

ADSORBSİYON

(Bkz. Yüzeye Tutunma)

AERODİNAMİK

Alm. Aerodynamik (f.), Fr. Aérodynamique (f.), İng. Aerodynamics. Gazların hareketlerini ve gazlar içerisinde hareket eden cisimlere etkilerini, hareket eden cisimlerin şekillerini inceleyen bilim dalı. Aerodinamik, mekaniğin bir koludur.

Herhangi bir cisim hava içerisinde hareket ettirildiğinde hareketine tesir eden değişik kuvvetler ortaya çıkar. İşte bu kuvvetlere “Aerodinamik kuvvet” ve planladığımız şekilde hareketini hava içerisinde devam ettirebilen cismin şekline de “Aerodinamik şekil” adı verilir. Hava içinde hareket eden cisimlere, havanın gösterdiği direnç kanunlarına varmak için iki yol vardır: Birinci yol; model cisimler hava içerisinde hareket ettirilir. İkinci yol; durmakta olan model cisimler üzerine hava yollanır. Birçok kolaylıkları olması bakımından laboratuvarlarda ve teknikte daha çok ikinci yol tercih edilir.

Aerodinamik, daha çok deneye bağlı bir ilimdir. Aerodinamik kuralları iki şekilde bulunur. Hesap ve teorilerle iddia edilenler, tecrübelerle hesaplanır veya tecrübelerle elde edilen ölçmeler ve sonuçlar üzerine yeni teoriler bina edilir.

Tecrübi aerodinamiğin en önemli deney aracı “rüzgar tüneli”dir. Denenecek uçak, roket, otomobil, hatta köprü ve bina modelleri önce rüzgar tünelinde denenir. Model, rüzgar tünelinde, deneme hızına göre şiddeti ayarlanan bir hava akımına tutulur. Modelin akım içerisindeki davranışı gözlenerek gerekli düzeltmeler yapılır ve modele aerodinamik bir biçim verilmeye çalışılır. Günümüzde, ses hızının üzerindeki akım hızlarında dahi çalışabilen rüzgar tünelleri inşa edilmiştir.

Aerodinamik denilince akla hemen havacılık ve uzay çalışmaları gelmektedir. Halbuki günümüzde aerodinamik, tahmin edemiyeceğiniz kadar geniş bir sahada kullanılmaktadır. Bunların başlıcaları, otomobil sanayii ve inşaat mühendisliği alanındadır. Yeni geliştirilen bir otomobil modelinin, ekonomiklik şartını sağlayabilmesi az yakıt sarfiyatıyla mümkündür. Bunun için model, rüzgar tünelinde denenerek hava akımına en az direnç gösterecek aerodinamik bir şekil bulunmaya çalışılır. Büyük asma köprüler ve yüksek gökdelenler inşa edilmezden önce, çevrelerindeki hava akımlarının dinamik etkileri model üzerinde incelenir. Ayrıca hava kirliliği meselesinde hava akımlarının rolü anlaşılmış olduğundan, şehir planları gelecekteki hava kirlenmesine karşı aerodinamik kurallarına göre yapılmaktadır.

Aerodinamik bilimi, kullanılış sahalarına ve akım hızlarına göre bölümlere ayrılabilir:

İç ve dış aerodinamik: Hacim itibariyle cismin dış hacminin akıma maruz kaldığı durumları inceleyen kola “dış aerodinamik” denir. Uçaklar, füzeler, mermiler, otomobil ve binalar bu kolun inceleme sahasındadır.

Yine hacim olarak hava akımının cismin içinden geçtiği ve iç hacmin söz konusu olduğu durumları inceleyen kola ise, “iç aerodinamik” denir. Kompresörler, havalandırma sistemleri, uçak motorları, bacalar, yanma odaları ve silah namluları gibi pek çok sahada uygulanmaktadır.

Namlu ve mermiler ile iç ve dış aerodinamik olarak adlandırılabilen ve ayrıca balistik olarak adlandırılan bilim dalında atalarımız öncülük yapmış ve bu bilimin temellerini atmışlardır. Çok uzaklara atılan ağır gülleler ve bunları atan toplar hala müzelerimizde hayranlık uyandırmaya devam etmektedir.

Akım hızlarına göre aerodinamik: Havaya göre hareket halinde olan cismin etrafındaki bu izafi hava akımının, ses hızının altında ve üstünde olmasına göre, aerodinamik değişik kısımlara ayrılmıştır. Ses hızının altındaki akımlara “Subsonik akımlar”, ses hızı civarındaki akımlara “Transonik akımlar” denilmekte ve ses üstü akımlar da “Süpersonik” ve “Hipersonik” akımlar olarak iki kısımda incelenmektedir.

Bu arada “şok dalgası”ndan da bahsetmek gerekir. Suya atılan bir taşın meydana getirdiği dalgalar genişleyen halkalar şeklinde yayıldığı gibi, ses dalgaları da hava içinde, merkezi ses kaynağı olan ve yarıçapı ses hızına eşit bir hızla büyüyen küresel yüzeyler boyunca yayılır. Hava içerisinde hareket eden bir uçağın hızı ses hızına yaklaştıkça yayılma hızı sabit olan ses dalgaları üst üste binmeye başlar ve tek bir dalga yüzeyinde birleşirler. “Sıkışma dalgası” yahut “Şok dalgası” denilen bu dalga, uçağın uçuş yoluna yakın bölgelerde ciddi hasarlara yol açacak kadar yüksek enerjiye sahib olur. Bundan dolayı süpersonik uçuşlar köy, kasaba gibi meskun bölgeler üzerinden, ancak yüksek irtifalardan geçmek şartı ile yapılabilir. Sesten hızlı uçuş ile meydana gelen şok dalgası, yer yüzeyinde bir patlama sesi olarak duyulur. Uçak, ses hızının çok üstünde uçuyorsa, bu ses bize ulaştığında uçak sesin geldiği yerden çok daha uzak, daha ileride bir yerde olacaktır.

Levha üzerindeki akım: Bir yüzey üzerindeki hava akımı, bir alçak basınç bölgesi meydana gelmesine sebeb olur. Akımın hızının artışı ile, alçak basınç bölgesindeki basınç düşüşü doğru orantılıdır. İşte uçağı havada tutan, kanatlar üzerindeki bu alçak basınç bölgesidir.

Aerodinamik profil: Hava akımının yüzey üzerinde bir alçak basınç alanı hasıl edeceği belirtilmişti. Eğer bu alan, cismin üst yüzeyinde daha şiddetli ise, alt yüzeydeki basınç üsttekine galip gelerek cismin yükselmesini sağlar. Biz aynı hava kütlesini üst yüzde daha uzun bir yoldan, alt yüzde de kısa bir yoldan geçirirsek üst yüzde havanın izafi hızı daha fazla olacak ve basınç düşüşü de daha fazla olacaktır. Bu maksada, levhanın üst yüzünü bombeli yaparak ulaşabiliriz.

Aerodinamik profilin sahib olduğu kaldırma kuvvetini arttıran değişik açıklamalar mevcuttur. Bunlardan birisi profil ile akım arasındaki “hücum açısı” denilen açıdır. Kaldırma kuvveti bu açının kritik bir değerine kadar açı ile birlikte artar. Kanat sathının genişletilmesi de kaldırmayı arttırıcı tesir yapar. Bunun için “flap ve slat” adı verilen kanat yüzeyleri geliştirilmiştir. Bunlar kanat üzerindeki hareketli parçalardır.

Fizik, astronomi ve matematik ilimlerinde büyük araştırma ve keşifler yapmış olan İslam alimi Hazini (1118-1155) “Akışkanlar mekaniği” ilminin kurucularındandır. Biruni’nin (973-1049) kullandığı altı geniş, üstü dar konik bir kap biçimindeki alet ile, cisimlerin akışkanlar içindeki hareketini ve akışkanların sürükleme kuvvetlerini inceledi. Böylece mekaniğin bir kolu olan “Aerodinamik” biliminin gelişmesine de öncülük etti.

AEROSOL

Alm. Aerosol, Fr. Aérosol, İng. Aerosol. Gaz içerisinde disperse olmuş (dağılmış) ve gazla sarılmış 10 mikrondan daha küçük çaplı sıvı veya katı parçacıklardan oluşan çok fazlı sistem.

Son yıllarda aerosoller köpük veya jel şeklinde hazırlanmaktadır. Aerosoller; itici gaz, çözücü ve aerosol kabından oluşur. Aerosol kabı sprey kabı olarak da bilinir. İçindeki sıvıyı bir sis veya köpük halinde saçmak üzere düşünülmüş ve genellikle madeni bir kutu veya plastik bir şişe biçimindedir. Eskiden böcek ilaçlarını püskürtmek maksadıyla geliştirilen aerosol kabı, günümüzde çok çeşitli ürünler için kullanılmaktadır. İtici gaz basınç altında tutulan sıvılaştırılmış gaz veya gazlar karışımıdır. Bu gazların kaynama noktası normal ısının altındadır. Bu sebeple itici gaz karışımı atmosfer ile temasa gelir gelmez sür'atla buharlaşır. Etken madde de saç veya cilt üzerinde kalır. Köpük ve toz aerosoller için de prensip aynıdır. İtici gaz olarak kullanılan maddelerin inert, kokusuz ve renksiz olmasına, toksik ve yanıcı olmamasına dikkat edilir. Bu amaçla fluorokarbonlardan trikloromonofluorometan, diklorodifluorometan çok kullanılmakla birlikte, son yıllarda ozon tabakasına verdiği zararlar sebebiyle terk edilip yerlerine propan, izobütan, n-bütan gibi gazlar veya karışımları kullanılmaktadır.

Aerosollerin başlıcaları oda deodoranları, bakterisit ve insektisitler, saç lakları ve traş kremleridir.