Eshab-ı kiramın meşhurlarından. Resulullah efendimizin
amcası hazret-i Abbas'ın oğludur. Annesi Lübabe binti Haris Hilaliyye olup,
Halid bin Velid'in teyzesidir. Hicretten birkaç sene önce Mekke'de doğdu. 687
(H. 68) senesinde Taif'te vefat etti.
Abdullah bin Abbas doğduğu zaman, Peygamber efendimiz
onu kucağına alıp; "Allah'ım! Onu dinde fakih
kıl ve Kitab'ını ona öğret." diye dua etti. Küçük yaştan
itibaren Peygamber efendimizin huzurunda ve hizmetinde bulunup iltifat ve
ihsanlarına kavuştu. Hicretten sonra sekiz sene Mekke-i mükerremede kalan
Abdullah bin Abbas, hicretin sekizinci senesinde Mekke'nin fethinden önce
Medine'ye ailesiyle birlikte hicret etti. Aklı, zekası, çabuk kavrayışlılığı
ile dikkati çeken Abdullah bin Abbas, Peygamber efendimizin sağlığında Kur'an-ı
kerimin bir kısmını ezberledi. Peygamber efendimiz vefat ettiği sırada on üç
veya on dört yaşındaydı. Eshab-ı kiramın büyüklerinin meclislerinde bulundu.
İlim ve fazilette yüksek dereceye ulaştı. Hulefa-i Raşidin (Dört Halife)
devrinde fetvalar verdi. Hazret-i Osman devrinde Afrika seferine katıldı. Bu
seferde İslam ordusu adına kendisine elçilik vazifesi verildi. Hazret-i
Osman'ın şehid edildiği günlerde, halifenin emriyle hac emirliği yaptı.
Hazret-i Osman'ın şehid edilmesinden sonra hazret-i Ali'nin yanında yer aldı.
Basra valiliği vazifesinde bulundu. Sıffin'de hazret-i Ali'nin kumandanlarından
olup, onun şehadetinden önce istifa edip, Mekke'ye oradan da Taif'e gitti ve
vefatına kadar burada kaldı.
Ömrünün sonlarında gözleri görmez oldu. Bunun için şu
beyti söylemiştir: "Allahü teala gözlerimden görme nurunu aldıysa, dilim
ve kalbimde, o nur devam ediyor. Kalbim parlaktır, aklım da kusurdan uzakta,
dilimde ise kılıç gibi keskin bir tesir vardır."
Uzun boylu, güzel beyaz yüzlü, iri vücudlu bir zat olan
Abdullah bin Abbas, sakalını kına ile boyardı. Allah korkusundan dolayı çok
ağlaması sebebiyle yanaklarında göz yaşlarının bıraktığı izler görünürdü.
Abdullah bin Abbas, Eshab-ı kiram arasında ilminin
üstünlüğü ile tanınmıştı. İlimdeki yüksekliği sebebiyle, kendisine Bahr-ül-İlim yani ilim deryası veya Hibr-ül-Ümme yani Ümmetin Alimi denildi. Bilhassa
Kur'an-ı kerimin tefsiri ve ayet-i kerimelerin izahında yani tefsir ilminde
yüksek bir dereceye sahipti. Bu vasfından dolayı Tercüman-ül-Kur'an
denilmişti. Abdullah bin Abbas tefsir ilminden başka hadis, fıkıh, edebiyat ve
sahabenin ihtilaf ettiği konularda ve diğer ilim dallarında mütehassıs idi.
Abdullah ibni Mes'ud (radıyallahü anh), Abdullah bin Abbas hakkında; "O
Sultan-ül-Müfessirindir." derdi. Abdullah bin Abbas'ın ayrı bir tefsir
kitabı yoktur. Fakat tefsire dair pekçok rivayetleri vardır. Bu rivayetlerden
bazıları kitaplar halinde toplanmıştır. Mesela tefsire dair nakledilegelen
rivayetlerinden bir kısmını Firuzabadi,
Tenvir-ül-Mikbas min Tefsir-i İbn-i Abbas adlı eserinde toplamıştır.
Hadis ilminde de bir derya olan Abdullah bin Abbas, 1660 kadar hadis
bildirmiştir. Fıkıh ilminin direklerinden olup, fetvaları ciltler dolduracak
kadar çoktur.
Abdullah bin Abbas'ın günlük çalışmaları, plan ve
intizam içinde geçerdi. Hangi gün ne iş yapacağını önceden tesbit eder ve
onlara eksiksiz uyardı.
Buyurdu ki: "İçinde haram olanın, yani haram
yiyenin namazını Allahü teala kabul etmez."
"Benim için gecenin az bir vaktini ilme ayırmak,
bütün geceyi ibadetle geçirmekten daha iyidir."
Her binanın bir temeli vardır. İslam binasının temeli
de güzel ahlaktır."
"İnsanlara hayrı öğretenler için, denizdeki
balıklara varıncaya kadar, her şey, Allahü tealadan mağfiret diler."
Peygamber efendimizden rivayet ettiği bazı hadis-i
şerifler şunlardır:
Kur'an-ı kerime saygı göstermek,
E'uzü okuyarak başlamakla olur ve Kur'an-ı kerimin anahtarı besmeledir.
Ölünün mezardaki hali, imdad
diye bağıran denize düşmüş kimseye benzer. Boğulmak üzere olan kimse, kendisini
kurtaracak birini beklediği gibi, meyyit de babasından, anasından, kardeşinden,
arkadaşından gelecek bir duayı gözler. Kendisine bir dua gelince, dünyanın
hepsi kendisine verilmiş gibi sevinmekten daha çok sevinir. Allahü teala, yaşayanların
duaları sebebi ile, ölülere dağlar gibi çok rahmet verir. Dirilerin de ölülere
hediyesi, onlar için dua ve istiğfar etmektir.
Allahü tealanın size verdiği
sayısız nimetler için onu seviniz. Beni de Allahü tealayı sevdiğiniz için
seviniz.
Kemal; doğru konuşmak ve
doğrulukla iş görmektir.
Beş şeyden önce beş şeyi fırsat
ve ganimet bil: İhtiyarlık gelmeden gençliği, hastalık gelmeden sıhhati,
yoksulluk gelmeden zenginliği, meşguliyet gelmeden boş vakti ve ölüm gelmeden
hayatı ganimet bil.
Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselamın babası.
Babası Abdülmuttalib (Şeybe)dir. Annesi Fatıma binti Amr'dır. Babasının onuncu
oğludur. Yaklaşık olarak 553 veya 546 yılında doğdu. Peygamber efendimizin
doğumundan yedi ay önce vefat etti.
Babası Abdülmuttalib o devirde Mekke hakimiydi. Zemzem
kuyusunu yeniden ortaya çıkarıp, tamiri esnasında, on erkek çocuğa sahib
olduğunda birini kurban etmeyi adamıştı. Arzusu gerçekleştikten sonra, gördüğü
bir rüya üzerine adağını hatırladı. Kurban edilecek oğlunu belirlemek
maksadıyla oğulları arasında kura çekti. Kura Abdullah'a çıktı. Abdülmuttalib,
Medineli bir Arraf (kahin) tarafından teklif edildiği üzere, o günkü örfe göre
diyet olarak kabul edilen on deve getirtti. Abdullah ile develer arasında kura
çekti. Kura Abdullah'a çıkınca, deve sayısını on adet arttırdı. Develerin
sayısı yüze ulaşınca, kura develere çıktı. Bunun üzerine yüz deveyi kurban
ederek çok sevdiği oğlu Abdullah'ı kurtardı. Peygamber efendimiz hazret-i
İsmail'i ve babası Abdullah'ı kastederek; "Ben
iki kurbanlığın oğluyum." buyurmuştur.
Abdullah bin Abdülmuttalib akranları arasında çok
sevilen ve yakışıklı bir gençti. Onun alnında bir nur parlardı. Bu nur,
Muhammed'in aleyhisselam nuruydu. Hazret-i Adem'den beri bütün dedelerinden ve
babalarından intikal ederek gelen bu nur en son Abdullah'a erişmişti.
O nura sahib olabilmek için zamanın nice zengin ve
namuslu kızları ona evlenme teklif etmişlerdi. Bu maksatla uzak memleketlerden
gelenler bile vardı. Bu nur, Zühre oğullarının efendisi Vehb'in kızı Amine'ye
nasib oldu. Abdullah bin Abdülmuttalib evliliğinden kısa bir müddet sonra
ticaret maksadıyla yaptığı Şam seyahati dönüşünde Medine'de babasının dayıları
olan Adi bin Neccar oğulları yanında bir ay hasta yattıktan sonra Peygamber efendimizin
doğumundan yedi ay kadar önce vefat etti. Orada defnedildi. Mescid-i Nebi'nin
Bab-üs-Sıddik kapısı hizasından, 500 metre kadar uzaklıkta bulunan kabir,
mescidin 1976'da genişletilmesi sırasında yıkılmıştır. Abdullah'ın doğum tarihi
ve vefat ettiği zaman kaç yaşında olduğuna dair çeşitli rivayetler vardır.
Hazret-i Abdullah ve Amine, İbrahim aleyhisselamın
dinine göre ibadet ederlerdi. İslam alimlerinin ekserisinin bildirdiğine göre
Allahü teala Peygamberimize lütuf ve ihsan olarak veda haccında anne ve
babasını diriltti. Zaten mü'min olan anne ve babası, Peygamberimize iman ederek
O’na ümmet oldular.
Eshab-ı kiramın büyüklerinden Amr bin As'ın oğlu.
Annesi Rayla binti Münebbih'tir. Miladi 616 yılında hicretten yedi sene kadar önce
Mekke'de doğdu. Babasından önce iman etti. Müslüman olmadan önce ismi As idi.
Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, Abdullah olarak değiştirdi. Birçok
seriyyede süvari olarak bulundu. Yermük Gazasına da katıldı. Bu gazada babası
Amr bin As ordu kumandanlarındandı.
Abdullah bin Amr bin As (radıyallahü anhüma), Peygamber
efendimizin yanında devamlı bulunup, bizzat işiterek çok ilim öğrenmiştir.
Peygamberimizden (sallallahü aleyhi ve sellem) işittiği her şeyi yazmak için
izin istemiş ve aldığı müsaade üzerine çok hadis-i şerif yazmıştır. Yedi yüz
civarında hadis-i şerif rivayet etmiştir. Resulullah'tan bizzat işiterek
rivayet ettiği hadis-i şerifleri Sahife-i Sadıka
adı verilen bir mecmuada (küçük kitapta) toplamıştır. Günümüze kadar müstakil
olarak gelmeyen Sahife'nin büyük bir
bölümü Ahmed bin Hanbel'in Müsned'inde
yer almıştır.
Arapçadan başka İbranice ile Süryaniceyi de bilen
Abdullah bin Amr bin As, uzun boylu, yakışıklı bir zat idi. Ziraatle meşgul
olurdu. Son derece cömert olup, eline geçeni dağıtır ve herkesi memnun ederdi.
Kur'an-ı kerimi tamamen ezberlemişti. Gece sabaha kadar namaz kılar, gündüzleri
oruç tutardı. Haramdan son derece sakınır, hatta mubahların çoğunu da terk
ederdi. Kur'an-ı kerimi çok okurdu. Bazan gece lambayı söndürür, Allah
korkusundan sabaha kadar ağlardı. Çok ağlamaktan dolayı ömrünün sonuna doğru
gözleri görmez olmuştu. 684 (H. 65) tarihinde yetmiş iki yaşlarında Mısır'da
vefat etti ve Amr ibni As Camii yanındaki evine defnedildi. Vefat tarihi ve
yerine dair başka haberler de vardır.
Kendisinden Şuayb bin Muhammed, Said bin Müseyyib, Urve
bin Zübeyr, Tavus bin Keysan, Ata, İkrime gibi alimler hadis-i şerif
öğrenmişlerdir.
Hikmetli sözleri çok olup, buyururdu ki:
"Faydasız söz söylemeyiniz."
"Hayrın en iyisi; doğru söz, kötülüğü düşünmeyen
kalb ve itaat eden hanımdır. Şerlerin (kötülüklerin) de en fenası; yalan söz,
fena kalb ve itaat etmeyen hanımdır."
Abdullah bin Amr'ın rivayet ettiği (bildirdiği) hadis-i
şeriflerden bazıları şunlardır:
İlmin azalması, alimlerin
azalması ile olur. Cahil din adamları kendi görüşleri ile fetva vererek fitne
çıkarırlar. İnsanları doğru yoldan saptırırlar.
Allah'a ve ahiret gününe iman
eden, misafirine ikram etsin. Allah'a ve ahiret gününe inanan, komşusuna hürmet
etsin. Allah'a ve ahiret gününe iman eden, ya hayır söylesin, yahut sussun.
Küçüğümüze acımayan, büyüğümüze
hürmet etmeyen bizden değildir.
Cehennem'den uzaklaşıp, Cennet'e
girmek isteyen, son nefeste Kelime-i Şehadet söylesin ve kendisine yapılmasını
arzu ettiği şeyleri başkasına yapsın.
Eshab-ı kiramdan. Peygamber efendimizin halası Ümeyme
ile Cahş'ın oğludur. Kız kardeşi Zeyneb, Peygamber efendimizin
hanımlarındandır. Künyesi, Ebu Muhammed'dir. Peygamber efendimizi çok sevdiği
ve bu muhabbet uğruna canını feda etmekten çekinmediği için El-Mücahidü fillah,
yani "Allah Yolunun Fedaisi" lakabıyla anılırdı. 40 yaşlarındayken
625 (H. 3)te Uhud Muharebesinde şehid oldu.
İlk Müslümanlardan olan Abdullah bin Cahş da diğer
Müslümanlar gibi müşriklerin (inanmayanların) eziyetlerine katlandı. Bu yüzden
iki defa Habeşistan'a hicret etti. Dönüşde bir müddet Mekke'de kaldı. Sonra
ailesiyle birlikte Medine'ye hicret etti. Peygamber efendimiz, Abdullah bin
Cahş'ı 624'te Kureyş müşriklerini gözetlemek üzere gönderdiği ilk seriyyeye, yani
askeri birliğe kumandan tayin etti. Bu sebeple İslam tarihindeki ilk birlik
kumandanı olmakla meşhur oldu. Bu sefere memur edildiği zaman, ilk defa
Emir-ül-Mü'minin sıfatı verildi. Abdullah bin Cahş birkaç kerre daha kumandan
yapıldı. Bedr Gazası esirleri için Resulullah efendimiz hazret-i Ebu Bekr'e,
Ömer'e ve Abdullah bin Cahş'a (radıyallahü anhüm) danıştı. Bedr ve Uhud
Gazalarında büyük kahramanlıklar gösterip destanlaşan Abdullah bin Cahş, Uhud
Gazasında şehid olmak istiyordu.
"Ya Rabbi! Bana zorlu bir (düşman) kafir gönder.
Kıyasıya onunla vuruşayım. Cihadın hakkını vereyim. Sonra da ben onu değil o
beni öldürsün, dudaklarımı, burnumu ve kulaklarımı kessin. Kıyamette böylece
huzuruna geleyim. Bana; "Abdullah! Kulaklarını, burnunu ne yaptın?"
diye sorduğun vakit; "Senin ve Resulünün yolunda toza ve toprağa bıraktım
da huzuruna öyle geldim." diye cevap vereyim." diye dua etti.
Abdullah bin Cahş bu muharebede var gücüyle savaştı.
Bir ara düşmana indirdiği darbelerden elindeki kılıcı kırıldı. Bunun üzerine
Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine bir hurma dalı verdi. Mucize
olarak bu dal kılıç oldu.
Kahramanca çarpışan Abdullah (radıyallahü anh) bu
savaşta şehid oldu. Dua ettiği gibi kulakları, dudakları ve burnu müşrikler
(inanmayanlar) tarafından kesilip bir ipe dizildi. Şehid olduğunda 40
yaşlarındaydı. Uhud'da kendisi gibi şehid olan dayısı hazret-i Hamza ile aynı
mezara defnedildi.
Eshab-ı kiramın büyüklerinden. İlk iman edenlerin
altıncısıdır. Babası Mes'ud, annesi Ümm-i Abd'dır. İbn-i Mes'ud ve İbn-i Ümm-i
Abd isimleriyle meşhur olmuştur. Künyesi Ebu Abdullah veya Ebu Abdurrahman'dır.
Mekkeli olup, doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. 652 (H. 32)de
Medine'de vefat etti. Kabri Cennet-ül-Baki Kabristanındadır.
Müslüman olmadan önce Ukbe bin Ebu Mu'ayt'ın
koyunlarını güderdi. Bir gün koyun güderken Resulullah ve hazret-i Ebu Bekr
kendisinden süt istediler. Süt olmadığını söylemesi üzerine, Peygamber
efendimiz hiç yavrulamamış bir koyunun memesini sıvazladı, meme derhal şişti ve
bol süt verdi. Bunu gören Abdullah bin Mes'ud derhal Müslüman olup,
Müslümanların altıncısı olma şerefine kavuştu. Müslüman olduktan sonra Ukbe'nin
yanından ayrıldı ve Peygamber efendimizin hizmetine girip yanında bulundu.
Kur'an-ı kerimi iyi öğrendi. Pekçok hadis-i şerif dinledi ve ezberledi. Sahabe
ve Tabiinden pekçok kimse ve hatta Ebu Hüreyre ile İbn-i Abbas bile kendisinden
hadis-i şerif rivayet etmişlerdir. Hayatta iken Cennet'le müjdelendi.
Mekke'de Kur'an-ı kerimi ilk defa sesli olarak açıktan
okuyan Abdullah bin Mes'ud idi. İnanmayanlar, kendisine çok eziyet ve işkence
yaptılar. O, bundan vaz geçmedi. İşkenceler dayanılmayacak hale gelince izin
ile iki defa Habeşistan'a hicret etti. Bedr, Uhud, Hendek, Yermük ve diğer
gazalara iştirak etti. Hepsinde büyük kahramanlık ve fedakarlık gösterdi. Bedr
Harbinde müşriklerin en azgını olan Ebu Cehl'i öldürdü. Biat-ı Rıdvan'da
bulundu. Miladi 641 (H. 20) yılında Küfe kadılığına tayin olundu. Orada hazine
muhafızlığı da yaptı. Hazret-i Ömer, İran halkına yazdığı mektupta; "İbn-i
Mes'ud'u yanımda alıkoymayarak sizi kendime tercih ettim." demiştir.
Hazret-i Osman'ın son zamanlarında Medine'ye döndü. 653 (H.32)te 60 yaşının
üzerinde olduğu halde vefat etti. Abdullah bin Zübeyr ile oğlu, techiz ve
tekfin ettiler. Cenaze namazını hazret-i Osman kıldırdı. Vasiyeti üzerine
Cennet-ül-Baki Kabristanına defnedilmiştir.
Abdullah bin Mes'ud, Resulullah'ın huzurunda,
meclislerinde sık sık bulunurdu. O derece ki, Resul-i ekremin Ehl-i beytinden
olduğu sanılırdı. Resulullah'ın eşyalarını taşırdı. Onlara hürmetinden çok
güzel giyinirdi. 70 sureyi Resulullah'ın mübarek ağızlarından işiterek
ezberlemiştir. Asım, Hamza, Kisai, Halef, A'meş gibi meşhur kıraat imamlarının
silsilesi İbn-i Mes'ud'da son bulmaktadır. Peygamber efendimiz, Abdullah bin
Mes'ud'u Kur'an-ı kerim öğretenlerin başında sayardı. "Kur'an-ı kerimi, İbn-i Mes'ud, Salim, Übey bin Ka'b ve
Muaz bin Cebel'den öğrenin!" buyururlardı. Resul-i ekrem
Kur'an-ı kerimi ondan dinlemeyi çok severdi. Bir gün
"Nisa suresini oku, dinleyelim." buyurdu. İbn-i Mes'ud;
"Kur'an-ı kerim size indi. Biz O’nu sizden okuduk ve sizden
öğrendik." dedi. Resul-i ekrem; "Evet
öyledir. Fakat ben Kur'an-ı kerimi başkasından dinlemeyi severim." buyurdu.
İbn-i Mes'ud okumaya başladı mealen; "Halleri
ne olacak? Her ümmetten bir şahit getireceğimiz zaman..." (Nisa
suresi: 41) ayet-i kerimesine gelince, Resulullah'ın mübarek gözlerinden yaşlar
boşandı.
Abdullah bin Mes'ud, hadis ilminde en büyük
alimlerdendi. Hadis rivayetinde çok büyük hassasiyet gösterirdi. Sekiz yüz kırk
sekiz hadis-i şerif rivayet etti. Bildirdiği hadislerin çoğu Ahmed bin
Hanbel'in Müsned adlı kitabında
toplanmıştır. Buhari ve Müslim, İbn-i Mes'ud'un 64 hadisini ittifakla Sahihlerine almışlardır. Ayrıca Buhari 21,
Müslim 35 hadisini müstakil olarak almıştır. Abdullah bin Mes'ud, fıkıh ve
tefsir ilimlerinde de Eshab-ı kiramın ileri gelenlerindendi. Kufe'de yaptığı
vazifelerden biri de dinini öğretmekti. Hanefi mezhebinin temeli İbn-i Mes'ud'a
dayanır. Fıkıhla ilgili ictihadları, Mevsuatü İbn-i
Mes'ud adlı eserde toplanmıştır.
Abdullah bin Mes'ud'u Peygamber efendimiz medh ederek
buyurdu ki:
İbn-i Mes'ud'un sözüne,
bilgisine sarılınız.
Kim Kur'an'ı, indiği andaki
tazeliğiyle okumaktan hoşlanıyorsa, İbn-i Ümmi Abd (İbn-i Mes'ud) gibi okusun.
Tebe-i tabiinin büyüklerinden. Devrinin en büyük hadis
ve fıkıh alimlerindendir. İsmi Abdullah, babasının adı Mübarek’tir. Babası
Türk, annesi Harezmlidir. 736 (H. 118)da Horasan'ın Merv şehrinde doğdu. 797
(H. 181)de Bağdat yakınlarında Hif denilen yerde vefat etti; oraya defnedildi.
Abdullah bin Mübarek ilk tahsilini Merv'de yaptı. Sonra
Bağdad'a gitti. Tabiinin büyüklerinden ve Hanefi mezhebinin kurucusu İmam-ı
A'zam Ebu Hanife'den ilim öğrendi. Ayrıca zamanının diğer büyük alimlerinin
derslerine de devam ederek hadis ve fıkıh ilimlerinde söz sahibi oldu. Zamanın
ilim merkezlerinden olan Basra, Hicaz, Yemen, Mısır, Şam ve Irak gibi yerlere
ilim için yolculuklar yaptı. Abbasi Halifesi Harun-ür-Reşid zamanında Misis ve
Tarsus civarında Bizans'a karşı savaşa katıldı. Bir çok talebe yetiştirdi.
Bunlardan bazıları; Abdürrezzak bin Hemmam, Abdurrahman bin Mehdi, Yahya bin
Main, İshak bin Raheveyh'dir.
Peygamber efendimizin hadis-i şeriflerini Merv'de ilk
tedvin eden (toplayan) alim olarak dikkat çekti. Yahya bin Main, Abdullah bin
Mübarek'in kitaplarında yirmi binin üzerinde hadis-i şerif bulunduğunu
nakleder. Dört bin kişiden hadis dinleyen ve bunların sadece bin tanesinden
rivayette bulunan Abdullah bin Mübarek, hadis dinlemek ve öğretmek hususunda
çok dikkatli davranırdı. Geçimini ticaretle ve cihad ederek temin ederdi.
Defalarca hac ibadetini ifa etti. Ömrünün sonuna doğru bütün malını fakirlere
verdi.
İlimde yüksek dereceye sahib olan ve pekçok kerametleri
görülmüş olan Abdullah bin Mübarek; alim, zahid yani dünyadan yüz çeviren, edeb
ve hikmet sahibi bir zattı. Kul haklarına çok dikkat ederdi. Allah için ilme
çok ehemmiyet verirdi. Edepleri ziyadesiyle gözetirdi. Günün belirli bir
bölümünü zikir, yani Allahü tealayı anmaya ayırırdı. İlminde son derece alçak
gönüllü olan Abdullah bin Mübarek, zenginlere karşı kibirli davranmanın da,
tevazuun, yani alçak gönüllülüğün bir gereği olduğunu söylerdi. Başkalarına el
açmamak düşüncesiyle ticaretle uğraşır, alimleri, hadis talebelerini ve
fakirleri himaye eder, her sene yüz bin dirhem gümüş dağıtırdı. Duası makbul
sayıldığı için pekçok kimse onun duasını almak ister, kendisine yakın olmayı,
Allahü tealaya yakın olma vesilesi sayardı.
Sehl Ali bin Abdullah Mervezi, Abdullah bin Mübarek'in
derslerine devam ederdi. Bir gün; "Artık senin dersine gelmeyeceğim. Çünkü
bugün gelirken senin cariyelerin dama çıkmış beni çağırıyorlardı. "Benim
Sehl'im, benim Sehl'im!" diyorlardı. Bunların terbiyesini vermiyor
musun?" dedi. Abdullah bin Mübarek, o gece talebesini toplayarak;
"Sehl'in cenaze namazına gidelim." dedi. Gidip vefat etmiş buldular.
Vefatını nereden anladınız dediklerinde; "Benim cariyem yok. O gördükleri
Cennet hurileriydi. Onu Cennet'e çağırıyorlardı." diye cevap verdi.
Buyurdu ki: "Birinin bir lira hakkını ödemek, bin
lira sadaka vermekten daha hayırlıdır."
"Eğer gıybet etseydim, yani dedikodu etseydim,
anamı, babamı gıybet ederdim. Çünkü sevablarımın onlara verilmesi daha hayırlı
olur."
"İlmin başı niyet, sonra anlamak, sonra yapmak, sonra
muhafaza, sonra yaymaktır."
"Müstehabları yapmakta gevşek davranan, sünnetleri
yapamaz. Sünnetleri yapmakta gevşek davranmak, farzların yapılmasını
zorlaştırır. Farzlarda gevşek davranan da marifete, Allahü tealanın rızasına
kavuşamaz."
"Biz çok ilimden ziyade az da olsa edebe
muhtacız."
"Allahü tealadan korkan kimselerle beraber ol.
Bid'at sahipleriyle oturmaktan sakın."
"Alimleri hafife alanın ahireti, ümerayı (devlet
adamlarını) hafife alanların dünyası, dostlarını hafife alanların mürüvveti
yıkılır."
"Şüpheli bir kuruşu geri vermeyi binlerce lira
sadaka dağıtmaktan daha fazla severim."
"İlimde cimrilik yapan kişiye Allahü teala üç bela
verir: Ya ölür, ya ilmi gider, yahut unutur veya kendine ilmi unutturacak kimse
ile arkadaşlık kurar öylece ilmi gider."
"Şu dört cümle, dört bin hadis-i şeriften
seçilmiştir: Kadına güvenme, mala aldanma, mideni fazla doldurma, işine
yarayacak kadar ilim öğren."
Eserleri:
Kitab-üz-Zühd ver-Rekaik; Peygamber
efendimizin, Eshab-ı kiram ve Tabiinin ibadet, ihlas, tevekkül, doğruluk,
tevazu ve kanaat gibi ahlaki konulara dair sözlerini ihtiva eder. 1971'de
basılmıştır.Kitab-ül-Cihad; cihadın
fazileti ve önemine dair yazılan ilk eserdir. 1971'de neşredilmiştir. El-Müsned; hadisle ilgili bir eserdir. Kitab-ül-Birr ves-Sıla; tasavvufla ilgilidir. Es-Sünen-fil-Fıkh; fıkh bablarına göre tasnif
edilmiş hadis kitabıdır. Kitab-üt-Tefsir;
bir rivayet tefsiridir. Kitab-üt-Tarih;
hadis ricalinden bahseden biyoğrafik bir eserdir.
Kitab-ül-Erbain; kırk hadis türünün ilk örneğidir.
Eshab-ı kiramın büyüklerinden; fıkıh, tefsir, hadis
ilminde en üstün olanlarındandır. En çok fetva veren ve "Fukaha-i
Seb'a" adı verilen yedi Sahabiden biridir. Babası hazret-i Ömer, annesi
Zeynep binti Maz'un Cümeyhi'dir. Hicretten on dört yıl önce 608'de Mekke-i
mükerremede doğdu. Peygamber efendimize ilk vahiy geldikten üç sene sonra
doğduğu da bildirilmiştir. 692 (H. 73)de aynı yerde vefat etti. Kabri
Muhasseb'dedir.
Babası İslamiyetle şereflenince çocuk yaşta Müslüman
olan Abdullah bin Ömer, İslam terbiyesiyle yetişti. Ailesiyle birlikte Medine-i
münevvereye hicret etti. Yaşının küçüklüğü sebebiyle Bedr ve Uhud savaşlarına
gitmekten Peygamber efendimiz tarafından men olundu. Bu sebeple ilk defa Hendek
Savaşında bulundu. Mekke'nin fethi sırasında Resulullah efendimizin yanındaydı.
Huneyn Savaşına (Muharebesine) katılarak büyük kahramanlıklar gösterdi. Taif
Muhasarasında (kuşatmasında) öncü kuvvetleri arasında yer aldı. Mute ve Yermük
Savaşlarında da bulundu. Veda Haccında Resulullah efendimizin yanında idi.
Hazret-i Ebu Bekr'in hilafeti zamanında Halid bin Velid'in isyan halinde
bulunan mürted (dinden dönen) kabilelere karşı açtığı sefere katıldı. Nihavend
Savaşına, Kuzey Afrika fethine, Sa'id bin As kumandasındaki Horasan ve
Taberistan seferine katıldı. Hazret-i Osman'ı halife seçen şurada halife
olmamak şartıyla bulundu. Hazret-i Osman'ın şehid olmasından sonra halifelik
işleri ile ilgilenmedi.
Hazret-i Muaviye'nin hilafeti sırasında Yezid bin
Muaviye ile Bizans seferine katıldı.
Hazret-i Hüseyin ve Abdullah bin Zübeyr ile beraber
Yezid'e biat etmedi. Hazret-i Hüseyin ve Abdullah bin Zübeyr'in, Yezid ve
Haccac ile olan savaşlarına karışmadı. Hacca gitti ve orada vefat etti.
Rivayete göre Haccac tarafından zehirli mızrakla yaralanarak şehid edildi.
Mekke'de son vefat eden sahabi budur.
Abdullah bin Ömer, Peygamber efendimize çok bağlıydı.
O'nun yolundan gitmek, ahlakıyla ahlaklanmak isterdi. Daima Peygamber
efendimizin huzurunda durur, her nerede Resulullah'ın namaz kıldığını görse,
orada namaz kılmadıkça rahat edemezdi. Çok cömerd, halim, selim bir zattı. Köle
ve cariyelerinden hangisini Allahü tealaya ibadet eder görse, hemen onu azad
etmek adetiydi. Hatta kölelerinin mahsus böyle görünerek kendisini
aldattıklarını söylediklerinde; "Hayır için aldanmaktan iyi şey var
mıdır?” buyurduğu rivayet edilir. Dünya malına gönül bağlamazdı.
Buyururdu ki:
"Ey Ademoğlu! Bedeninle dünyada ol, kalbinle
ahireti bul."
"Kambur oluncaya kadar namaz kılsanız ve kıl gibi
oluncaya kadar oruç tutsanız, haramdan kaçınmadıkça kabul olunmaz."
Peygamber efendimizin Eshab-ı kiramı içinde en çok
sevdiği şairlerinden. Mute Harbinde şehid düşen üçüncü kumandan. İsmi Abdullah,
künyesi Ebu Muhammed olup, Hazrec kabilesinin, Beni Haris kolundan, Revaha bin
Sa'lebe'nin oğludur. Annesi Kebşe binti Vakıd'dır. Medineli olup, doğum tarihi
kesin olarak bilinmemektedir. 629 (H. 8) senesinde Mute Muharebesinde şehid
düştü.
Şairliğinin yanısıra çok etkileyici bir hitabet gücüne
de sahib olan Abdullah bin Revaha, ikinci büyük Akabe biatında Müslüman oldu.
Bedr, Uhud, Hendek ve Hayber muharebelerinde bulundu. Hendek Gazası sırasında
Medine tarafına hendek kazılırken teşvik edici şiirler söyleyerek Eshab-ı
kiramı coşturmuş, çalışmalarını hızlandırmıştı. 627 (H. 6)de Hudeybiye
Müsalahasına (antlaşmasına) katılarak Biat-ı Rıdvanda bulundu (Bkz. Biat-ı
Rıdvan). Resulullah efendimiz Hayber Seferinden önce dört kişilik bir
seriyyenin kumandanı olarak Hayber'e gönderip; "Hayber'i
gözetle, halkın arasına karış, ne konuştuklarını ve ne yapmak istediklerini
öğren." buyurdu. Bu vazifeden döndükten sonra otuz kişilik bir
heyetin başkanı olarak Hayber'e elçi gönderildi.
Hayber'in fethinde Resul-i ekremin maiyyetinde bulundu,
fetihten sonra da Hayber mahsulünün ortakçı Yahudiler ile bölüşülmesinde
yetkili kılındı. Hudeybiye Müsalahasının (antlaşmasının) imzalandığı yıl
yapılamayan ve "Umretü'l - Kaza" olarak bilinen umreyi yapmak üzere
Mekke'ye gitti. Umre süresince Peygamber efendimizin Kusva adlı devesinin
yularını tutmuştu.
Mekke'ye girişte İslamiyeti ve Peygamberimizi medh
edici (övücü), kafirleri zemmedici (kötüleyici) şiirler okudu. Hazret-i Ömer;
"Ey İbn-i Revaha! Sen, Resulullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) önünde
ve Harem-i şerifte nasıl şiir okuyabiliyorsun?" deyince, Peygamber
efendimiz; "Ya Ömer! Ona mani olma. Allahü
tealaya yemin ederim ki, onun sözleri, bu Kureyş müşriklerine ok yağdırmaktan
daha çabuk, daha çok tesirlidir. Ey İbn-i Revaha devam et!" buyurdu.
Peygamber efendimiz biraz sonra hazret-i Abdullah bin Revaha'ya; "Allahü tealadan başka ilah yoktur! Bir olan O'dur! Bu
kuluna yardım eden O'dur! Askerlerini güçlendiren O'dur! Toplanmış olan
kabileleri, bozguna uğratan da yalnız O'dur, de!" buyurdu.
Abdullah bin Revaha 629 (H. 8)da Mute Savaşına da
katıldı. Peygamber efendimiz bu savaşa giden ordunun başına Zeyd bin Harise'yi
(radıyallahü anh) kumandan tayin etti. Zeyd bin Harise şehid olursa yerine
Cafer bin Ebi Talib'in (radıyallahü anh) geçmesini, o da şehid düşmesi halinde
Abdullah bin Revaha'nın (radıyallahü anh) kumandayı almasını emretti. Bizans
İmparatoru Heraklius'un yüz bin kişilik ordusuyla, üç bin kişilik İslam ordusu
Mute mevkiinde karşılaştılar. Abdullah bin Revaha mücahidleri gazaya teşvik
edici çok güzel şiirler söyledi. Muharebe esnasında Zeyd bin Harise'nin ve onun
arkasından da Cafer bin Ebi Talib'in şehid düşmesinden sonra sancağı ve
kumandayı eline alan Abdullah bin Revaha da şehid oldu. Ondan sonra da Halid
bin Velid (radıyallahü anh) kumandayı ele aldı (Bkz. Mute Harbi).
İslam dininin emirlerine son derece bağlı olan Abdullah
bin Revaha dünya malına ve rütbesine kıymet vermezdi. Allahü tealaya ibadet
etmekte ve Peygamber efendimizin emirlerini ne pahasına olursa olsun yerine
getirmekte eşine az rastlanırdı. Bütün savaşlarda bulunan Abdullah bin Revaha,
Resulullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) vahiy katiplerindendi.
Şairlikteki kudreti herkes tarafından bilinir ve takdir
edilirdi. Resulullah efendimiz de onun şiirlerini çok beğenir, bunların düşmana
ok atmaktan daha tesirli olduğunu beyan ederdi. Onun hakkında; "Cenab-ı Hak, Abdullah bin Revaha'ya rahmet eylesin.
Melaike (melekler) onun meclisiyle
iftihar ederlerdi (öğünürlerdi)."
buyurmuştu. Şiirleri, Divanu Abdullah bin Revaha ve
Dirase fi Siretihi ve Şi'rihi adıyla yayınlanmıştır.
Eshab-ı kiramın büyüklerinden ve Afrikiye diye anılan,
Kuzeybatı Afrika’nın fatihi, büyük komutan ve vali. İsmi, Abdullah bin Sa’d bin
Ebi Serh bin Haris bin Hubeyb el-Kureşi el-Amiri olup, künyesi Ebu Yahya’dır.
Osman bin Affan’ın (radıyallahü anh) süt kardeşidir. Resulullah efendimizle
(sallallahü aleyhi ve sellem) Medine’ye hicret etti. Ayrıca, vahy katibiydi.
Sonra dinden dönerek, müşrik oldu. Mekke'ye geri döndü. Mekke’nin fethinde,
Resul-i ekrem sallallahü aleyhi ve sellem, Abdullah bin Sa’d’ın ve Abdullah bin
Hatal’ın Kabe-i muazzamanın altında bulunsalar bile öldürülmelerini emretti.
Fakat Abdullah bin Sa’d, Osman bin Affan’ın yanına kaçtı. Hazret-i Osman da onu
fetih tamamlandıktan ve herkes yatıştıktan sonra Resulullah’ın huzuruna götürdü.
Resulullah efendimizden onun hakkında eman istedi. Peygamber efendimiz uzun
müddet sükut etti. Sonra; “Evet”
buyurdular. Abdullah bin Sa’d tövbe ederek, o gün Müslüman oldu. O günden
sonra, onda hiç bir uygunsuz hareket görülmedi.
Abdullah bin Sa’d, Kureyş’in ileri gelenlerinidendi.
Mısır’ın fethinde Amr bin As’ın ordusunun sağ kanadında komutan olarak bulundu.
Buranın fethindeki bütün muharebelere katıldı. Hazret-i Osman, onu, Amr bin
As’ın yerine Mısır valisi yaptı.
Rodos Adasının hazret-i Muaviye tarafından
fethedilmesinden sonra, Rum imparatoru Kostantin bin Herakliüs, büyük bir
kuvvet ve donanmayla, müslümanlarla denizde muharebe yapmak üzere yola çıktı.
Bunu haber olan Osman bin Affan radıyallahü anh, mektuplar yazarak hazret-i
Muaviye’ye Şamlılardan, Abdullah bin Sa’d’a da Mısırlılardan meydana gelen bir
donanma hazırlamalarını bildirdi. Amr bin As’tan da, Abdullah bin Sa’d’ın
hazırlığına yardım etmesini, mal ve silah bakımından gereken yardımı yapmasını
istedi.
Şamlılardan ve Mısırlılardan meydana gelen İslam
donanması, bütün ağırlıkları ile Akka sahilinde toplandı. Ayrıca Akka’dan
içinde pekçok yiyecek, asker ve mühimmat bulunan 500 gemi daha temin edildi.
Rum imparatoru Kostantin ise bin gemi ile
Kostantiniyye’den (İstanbul’dan) ayrıldı. İslam donanmasının hazırlıklar ve
manevralar ile meşgul olduğu bir sırada, Rum donanması meydana çıktı. Şiddetle
geçen savaş sonunda Rum donanması büyük bir hezimete uğradı. Rum İmparatoru
yaralı olarak muharebe meydanından kaçtı.
İslam donanması zaferden sonra Akka sahiline demirledi.
Abdullah bin Sa’d ve hazret-i Muaviye, halife hazret-i Osman’a Müslümanların
muzafferiyetini Rum ordusunun hezimetini bildirdiler. Osman radıyallahü anh, bu
haberden çok memnun oldu. Bir süre sonra Abdulah bin Sa’d’ı, Mısır valiliğine
ve Afrikiye’nin fethine tayin etti. Mısır’a gelen Abdullah bin Sa’d 13 bin
kişilik bir ordu ile Afrikiye üzerine yürüdü. O sırada Afrikiye’nin Batı
Trablus’tan Tanca’ya kadar olan bölgesi, Gregorios isimli bir Rum valisinin
idaresi altında idi. İslam ordusu Batı Trablus’a girdi. Afrikiye’nin içlerine
doğru ilerlerken, vali Gregorios’a elçi gönderilerek İslama davet edildi.
Gregorios buna kızarak; “Ben dininize asla girmem.” dedi. Bunun üzerine Abdulah
bin Sa’d, ona tekrar elçi gönderdi ve; “Şayet Müslüman olmak istemiyorsan
cizyeni ver.” diye teklifte bulundu. Gregorios; “Bir dirhem bile isteseydiniz,
yine vermezdim.” cevabında bulundu ve Müslümanlarla muharebe için asker
toplamaya başladı. Neticede iki ordu, bölgenin başşehri olan Subaytala yakınlarında
karşılaştı. Gregorios’un ordusu 60.000 kişiydi. Bu arada, hazret-i Osman,
Afrikiye fethine çıkan mücahidlerden haber alamadığı için, Abdullah bin Zübeyr
komutasında bir birliği, hem haber getirmek, hem de mücahidlere yardımcı olmak
gayesiyle Afrikiye'ye gönderdi. Abdullah bin Zübeyr’in kısa zamanda bölgeye
gelip İslam ordusuna katılması Müslümanların cesaretini arttırdı. Günlerce
süren çarpışmalar sonunda Rumlara büyük zayiat verdirildi. Gregorios öldürüldü.
Subaytala şehri ele geçirildi. Bundan sonra Abdullah bin Sa’d, mücahidleri
etraftaki şehirleri fethetmeleri için gönderdi. Şehirlerin bir kısmı sulh
yoluyla, bir kısmı da muharebe yapılarak ele geçti. İslam ordusu, büyük
ganimete kavuştu.
Abdullah bin Sa’d, bu seferi sırasında, bir yıl üç ay
süreyle Afrikiye’de kaldı. Bu sefer sırasında yapılan gazalarda, müslümanlardan
sadece üç kişi şehid olmuştu. Onlardan biri, şair Ebu Züeyb idi. Mısır’a
döndükten sonra zafer müjdesini ve elde ettiği ganimetlerin beşte birini
hazret-i Osman’a gönderdi. Geri kalan ganimeti mücahidler arasında paylaştırdı.
Abdullah bin Sa’d, 656 (H.36) senesinde, bir rivayete
göre Askalan’da, bir rivayete göre de Remle’de vefat etti. Vefatından önce
Allahü tealaya; “Ya Rabbi! Son amelimi namaz kıl!” diye yalvarmıştı. Bir gün
sabah namazında, oturup sağına selam verdikten sonra, sol tarafına selam
verirken ruhunu teslim etti.
Müslümanlar arasında ilk fitneyi çıkaran ve Eshab-ı
kiram düşmanlığı aşılayan Yahudi dönmesi, "Sebeiyye" diye bilinen
sapık yolun kurucusu. Aslen Yemenli olup, doğum tarihi belli değildir. Annesi
San'alı siyahi bir Yahudidir.
Hazret-i Osman'ın halifeliği zamanında Yemen'den
Medine'ye gelerek Müslüman olduğunu söyledi. Halifenin gözüne girmek istediyse
de yüz bulamadı. Bunun üzerine her yerde halifeyi kötülemeye başladı. Fitne ve
fesat çıkaracağı anlaşılarak Medine-i münevvere dışına çıkartıldı. Bunun
üzerine gittiği Basra, Şam ve Kufe'de de Halife Osman'ın aleyhindeki
faaliyetlere devam etti. Eshab-ı kiramın büyüklerinin aleyhinde uygunsuz sözler
söyleyerek kardeşi kardeşe düşürmeye çalıştıysa da taraftar bulamadı. Mısır'a
gelerek cahilleri etrafına topladı. "Hazret-i İsa'nın döneceğine inanıp da
hazret-i Muhammed'in döneceğini yalanlayana şaşarım." diyerek, ric'at
fikrini ortaya attı. "Halifelik hazret-i Ali'nin hakkıydı, hazret-i Osman
onun hakkına tecavüz ederek zalimlik yaptı." dedi. Hatta hazret-i Ebu Bekr
ve hazret-i Ömer'in hilafete geçmeye hakları olmadığını, onların ve diğer
Eshab-ı kiramın zulüm işlediklerini ileri sürdü. Cahil kimselerden etrafına
topladığı taraftarları vasıtasıyla Müslümanları halifeye karşı ayaklanmaya
teşvik etti. Abdullah ibni Sebe' ve taraftarlarının yaptığı menfi propagandalar
tesirinde kalarak Mısır ve Irak'tan Medine'ye gelen isyancılar hazret-i Osman'ı
şehid ettiler.
Hazret-i Osman'ın şehid edilmesinden sonra halife olan
hazret-i Ali zamanında da fitne ateşini körüklemeye çalışan Abdullah ibni
Sebe', Kufe'ye giderek hazret-i Ali'ye yaranmak istedi. Abdullah ibni Sebe'in
fitnenin başı olduğunu bilen hazret-i Ali, onu Medayin şehrine sürdü. Hazret-i
Ali'ye sen tanrısın diyecek kadar ileri giden Abdullah ibni Sebe' ve adamları,
Cemel ve Sıffin vak'asında Müslümanların karşı karşıya gelmesine sebep
oldukları gibi, hazret-i Ali'yi de şehid ettiler. Hazret-i Ali şehid olunca;
"O ölmedi. Bulutlara yerleşti, şimşek, yıldırım onun emri ile
olmaktadır." diyen Abdullah ibni Sebe' daha nice düzmece sözleri ile
cahilleri aldatıp Müslümanları içeriden yıkmaya çalıştı. İbn-i Sebe'in
fikirleri başlangıçta pek kabul görmediyse de Müslümanlar arasına ayrılık ve
fitne tohumları atılmış oldu. Ne zaman ve nerede öldüğü kesin olarak bilinmeyen
Abdullah ibni Sebe', İslam ümmeti arasına kapanmaz bir ikilik ve fitne soktu.
Fakat Ehl-i sünnet alimleri, ayet-i kerime ve hadis-i şeriflere dayanarak,
Abdullah ibni Sebe' ve onun yolunda olanların yazdığı bozuk kitaplarına ve
düzmece sözlerine çok sağlam cevaplar verdiler.
Eshab-ı kiramın ilk iman edenlerinden. Resulullah'ın
ikinci müezzini ve Medine valisidir. İsmi, önceden Husayn iken, Peygamber
efendimiz "Abdullah" olarak değiştirdi. İsminin Amr olduğu da rivayet
edilir. Annesi Ümmü Mektum Atike binti Abdullah el-Mahzumiyye'dir. Mekke'de ilk
vahyin gelmesinden önce doğdu. 636 (H. 15) senesinde vefat etti.
İlk Müslümanlardan olan Abdullah bin Ümm-i Mektum,
Mekke'de kafirlerin zulüm ve eziyetleri dayanılmaz hale gelince, Medineli
Müslümanlara dini esasları öğretmek için Medine-i münevvereye hicret etti. Ama
olup, sesi çok gürdü. Sabah namazında, önce hazret-i Bilal, sonra İbn-i Ümmi
Mektum ezan okurdu. Kafirler ile silahlı mücadele başlayınca, gazve ve
seriyyelerde vazife aldı. Savaşlarda, gür sesiyle düşmanın moralini bozardı.
Bazı savaşlarda Peygamber efendimiz onu Medine-i münevverede vali olarak
bırakırdı.
Veda Haccına katıldı. Peygamberimiz Veda Hutbesini
okurken, gür sesiyle hutbeyi tekrarladı. Hazret-i Ebu Bekr'in hilafetinde
müezzinlik yaptı. Hazret-i Ömer devrinde de İslam ordusunda vazife aldı.
Abdullah bin Ümmi Mektum radıyallahü anh, Kur'an-ı
kerimi ezbere bilenlerdendi. Kur'an-ı kerimin kıraatini öğretirdi. Sohbet
aşığıydı. Evi, Mescid-i Nebi'ye uzakta olmasına rağmen daima namaza gelirdi.
Mescide gelirken hazret-i Ömer yardım ederdi. Mücahid olup, her zaman cihadlara
katılmak isterdi. Gözleri görmediği için fiilen katılamamaktan çok üzülürdü.
İranlılarla yapılan harplerden Kadisiyye Savaşında bulundu.
636 (H.15) senesinde yapılan Kadisiyye Meydan
Muharebesinde elinde sancak olduğu halde bir tepeye çıktı. Gür sesiyle düşmanın
moralini bozdu. İbn-i Ümmi Mektum'un bu muharebede şehid olduğu veya dönüşünde
vefat ettiği rivayet edilir.
Ezan-ı Muhammediyyenin okunuşunu rüyasında görüp,
Peygamber efendimize haber veren ve Sahib-ül-ezan lakabı ile meşhur olan
sahabi. İsmi, Abdullah bin Zeyd bin Abd-i Rabbih’tir. Künyesi Ebu Muhammed,
annesinin ismi Sade binti Küleyb bin Yesaf bin İnebe bin Amr’dır. Medine’nin
ileri gelen kabilelerinden Hazrec’e mensup olduğu için Hazreci, Medineli ilk
Müslümanlardan olduğu için Ensari nisbeleriyle bilinir. Miladi 591 senesinde
Medine’de doğdu. 652 (H.32)de 64 yaşındayken Medine-i münevverede vefat etti.
İslamiyetten önceki Araplar arasında okuma ve yazmayı
bilen az kimselerden biri olan Abdulah bin Zeyd radıyallahü anh, sevgili
Peygamberimizin Mekke-i mükerremeden Medine-i münevvereye hicretlerinden üç ay
kadar önce vuku bulan İkinci Akabe bi’atında bulunup, müslüman olma şerefine
kavuştu. Bedr, Uhud ve Hendek gazalarında ve diğer bütün savaşlarda bulundu.
Hicretin birinci senesinde (M.623) Peygamber efendimiz, Müslümanları namaza
davet için ne yapayım, diye Eshab-ı kiram aleyhimürrıdvanla istişare etti. O
güne kadar, “Essalatü Cami’a” denilmek suretiyle mü’minler namaza davet
edilirdi. Eshab-ı kiramdan bazıları; “Namaz vakti gelince bir alem yani bayrak
dikilsin, onu görenler birbirine haber verirler.” dediler. Peygamber efendimiz
bu fikri beğenmedi. Bazıları; “Yahudiler gibi boru çalınsın.” dediler.
Peygamberimiz bu fikri de beğenmedi. “Bu,
Yahudilerin işidir.” buyurdu. “Nakus yani çan çalınsın.” diyenler
oldu. Peygamber efendimiz; “Bu, Hıristiyanların
işidir.” buyurarak kabul etmedi. Yüksek bir yere ateş yakılıp, namaz
vaktinin haber verilmesini teklif edenler oldu. Sevgili Peygamberimiz bunun
mecusilere ait olduğunu bildirdiler. Bu sırada Abdullah bin Zeyd radıyallahü
anh Peygamber efendimize gelerek; “Ya Resulallah! Bu gece rüyamda, üzerinde iki
parçadan yeşil elbise bulunan ve elinde bir çan taşıyan kimse yanıma gelip beni
dolaştırdı. Ona; Ey Allah’ın kulu! Bu çanı satar mısın? deyince; Ne yapacaksın?
dedi. Onunla namaza davet edeceğiz, dedim. Bu sözüm üzerine; Ben sana ondan
daha hayırlı olanı tarif edeyim mi? dedi. Olur. Nedir o? dedim. Kıbleye karşı
durdu ve yüksek sesle ezanın mübarek kelimelerini okudu. Biraz durduktan sonra
aynı kelimeleri tekrar ederek, sonuna doğru, “Kad kamet-is-salatü” cümlesini
ilave etti” dedi. Bunun üzerine Resulullah efendimiz; “İnşaallah bu rüya haktır! Bilal ile birlikte kalk da,
gördüğünü ona öğret. Ezanı okusun. Çünkü, onun sesi seninkinden daha yüksek ve
daha gürdür.” buyurdu. Hazret-i Bilal kalktı. Mescid-i şerifin
yakınında bulunan yüksek bir dama çıkarak, ilk ezanı, öğretilen kelimelerle
okudu.
Hazret-i Ömer, Bilal-i Habeşi’nin (radıyallahü anh)
okuduğu ezan sesini işitince, koşarak Resulullah efendimizin huzuruna geldi.
Hazret-i Bilal’in söylediği kelimeleri, aynen rüyasında gördüğünü arz etti. O
gece, Eshab-ı kiramdan bazıları da aynı rüyayı görmüşlerdi. İşte bu sırada; “Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrıldığınız zaman,
hemen Allahü tealanın zikri olan namaza gidiniz. Alış-verişi bırakınız. Bu,
bilirseniz sizin için daha hayırlıdır.” mealindeki Cum’a suresinin
9. ayet-i kerimesi nazil oldu. Böylece, ezan vahiy ile de bildirildi. İşte o
günden sonra, her namaz vakti ezan okunması sünnet oldu.
Abdullah bin Zeyd, Sahib-ül ezan diye anılması
dolayısıyla şu manadaki beytleri söylemiştir:
“Çok çok hamd ederim celal ve ikram sahibi olan
Allah’a, ezandan dolayı. Getirdi onu bana, Allah’dan bir müjdeci. Ne muazzez,
ne muhterem bir müjdeciydi o. Ard arda geldi üç gece. Geldikçe de artırdı nazarımdaki
vakar ve hürmetini.”
Abdullah bin Zeyd radıyallahü anh, 624 (H.2) senesinde
yapılan Bedr Muharebesine ve diğer bütün harplere katılarak, büyük
kahramanlıklar gösterdi. Mekke’nin fethinde Müslümanlar, Mekke-i mükerremeye
girdikleri zaman, Hazrec kabilesinin Harisoğulları kolunun bayrağını taşıdı.
Bunun ardından Huneyn Gazasına da iştirak ederek, büyük yararlıklar gösterdi.
Tebük Gazasına da iştirak eden Abdullah bin Zeyd radıyallahü anh, döndükten
sonra, Peygamber efendimizin veda haccında da bulundu. Bu sırada bütün
servetini ve hayvanlarını fakirlere sadaka olarak dağıttı. Kendisine, sadece
binek olarak bir kısrak alıkoydu. Hazret-i Osman’ın hilafeti sırasında, 64
yaşındayken Medine-i münevverede vefat etti. Cenaze namazını hazret-i Osman
kıldırdı. Cennet-ül Baki Kabristanında defnedildi.
Orta boylu olan Abdullah bin Zeyd, cömertliği ile
tanınmıştı. Sıkıntı ve zaruret içinde yaşadığı halde, mallarını Allah yolunda
sarf ederdi. Arazisi az olduğundan, hayvan besler ve bunları çoğu kere
fakirlere tasadduk ederdi. Abdullah bin Zeyd’in, Müslüman olduktan sonra doğan
Muhammed adında bir oğlu vardı.
Resulullah efendimize karşı muhabbeti ve bağlılığı çok
fazla olan Abdullah bin Zeyd, pek az hadis-i şerif rivayet etmiştir. İmam-ı
Buhari’ye göre, sadece ezan hakkındaki hadis-i şerifi; İbn-i Hacer-i
Askalani’ye göre ise, altı veya yedi tane hadis-i şerif bildirmiştir.
Abdullah bin Zeyd şöyle buyurdu: Dünyada olup da ahiret
hayatı yaşıyan insan, saadet içindedir. Bir insan yaşadığı müddetçe Allahü
tealayı hatırından çıkarmayıp, O’na hep yalvarırsa, ahirette merhametine sebep
olur. Böylece ahiret hayatı yaşamış olur.”
Eshab-ı kiramdan. Aşere-i mübeşşereden, yani
dünyadayken Cennet'le müjdelenen on Sahabi'den biri de Zübeyr bin Avvam'ın
oğludur. Annesi, hazret-i Ebu Bekr'in kızı Esma'dır. 624 (H. 2) senesinde
Medine'de doğdu. Hicretten sonra doğan ilk çocuktur. Adını Peygamber efendimiz
koydu. 692 (H. 73)de Mekke-i mükerremede vefat etti.
Yedi yaşındayken babası tarafından Peygamber efendimize
getirilen Abdullah bin Zübeyr radıyallahü anh, O'na biat etti. Henüz çocuk
denecek yaşta babası ile birlikte Suriye'nin fethine katıldı ve Yermük
Muharebesinde bulundu. 639 (H. 19)da Mısır'ın fethine katıldı. Hazret-i
Osman'ın halifeliği zamanında Afrıkiyye (Tunus) Seferine de katılarak 20 bin
mücahid ile 120 bin düşmana karşı kahramanca çarpıştı. Bu savaşta düşman
kumandanı Romalı Gregor'u öldürerek zaferin kazanılmasında büyük bir rol
oynadı. 650 (H. 30)de Kufe valisi Said bin As kumandasındaki ordu ile Horasan,
Taberistan ve Cürcan'a yapılan sefere katılarak büyük yararlıklar gösterdi.
Hazret-i Osman'ın emriyle Kur'an-ı kerimin nüshalarını çoğaltmak için kurulan
dört kişilik heyette bulundu. Hazret-i Osman'ın evi isyancılar tarafından
kuşatılınca, ileri gelen Sahabilerin oğullarıyla birlikte halifeyi büyük
gayretle savundu. Fakat halife şehid edildi. Cemel Vak'asında babasıyla
birlikte hazret-i Aişe'nin yanında yer aldı. Cemel Vak'asından sonra teyzesi
hazret-i Aişe ile Medine'ye dönen Abdullah bin Zübeyr, hazret-i Muaviye'nin
halifeliği sırasında Medine'de kaldı. Hazret-i Muaviye'nin vefatından sonra
iktidara gelen oğlu Yezid'e biat etmeyip, hazret-i Hüseyin ile birlikte
Mekke'ye geldi. Hazret-i Hüseyin Kufe'ye davet edilince, bu daveti kabul
etmesini uygun görenlerden birisi de Abdullah bin Zübeyr idi.
Hazret-i Hüseyin'in Kerbela'da şehid edilmesinden
sonra, Yezid'in adamlarını Hicaz'dan çıkararak halifeliğini ilan etti. Mekke ve
Medine halkı ona biat etti. Böylece 680-681 (H. 61)de Abdullah bin Zübeyr bütün
Hicaz'a hakim oldu. Bunun üzerine Yezid, Müslim bin Ukbe kumandasında büyük bir
orduyu Abdullah bin Zübeyr üzerine gönderdi. Müslim, Harre Savaşı sonunda
Medine-i münevvereyi ele geçirdi. Bu savaşta Medine halkından ve Eshab-ı
kiramdan pekçok kimse şehid oldu. Müslim bin Ukbe, Mekke üzerine yürüdüğü
sırada vefat etti. Yerine geçen Husayn bin Numeyr es-Sekuni 683 (H.64)
senesinde, Abdullah bin Zübeyr'i Mekke'de 64 gün muhasara etti. Bu sırada
Yezid'in ölüm haberi Mekke'ye ulaşınca, Husayn muhasarayı kaldırıp Şam'a döndü.
Bu sırada Kabe-i muazzama yandı. Abdullah bin Zübeyr yeniden yaptırarak
Hacer-ül-esvedi de içeri aldı. Peygamber efendimizin türbesini tamir ettirdi.
Yezid'in vefatından sonra Hicaz, Yemen, Irak ve Horasan halkı Abdullah bin
Zübeyr'e biat edip, halife olarak tanıdılar. Dokuz sene Mekke'de halife oldu.
Adına para bastırdı.
Abdülmelik bin Mervan Emevilerin başına geçince, önce
Irak'a asker sevk edip, Abdullah bin Zübeyr'in kardeşi Mus'ab'ı öldürttü. Sonra
da meşhur Haccac bin Yusuf es-Sekafi'yi Hicaz'a gönderdi. Haccac 691 (H.72)
yılında Mekke'yi kuşattı. Mancınıklarla şehri tahrib etti. Muhasara altı buçuk
ay sürdü. Abdullah bin Zübeyr atılan bir taşla alnından yaralandı. Sonra
Haccac'ın askerleri onun üzerine atılıp şehid ettiler.
692 (H.73) yılında şehid olduğu zaman validesi Esma o
esnada sağ idi. Haccac'ın karşısına çıkarak, bir takım acı sözler söyledi.
Abdullah'ın şehadetinden sonra, Abdülmelik bin Mervan Kabe'nin bir duvarını
yeniden yaptırarak, Hacer-i Esved-i eski yerine koydurdu ve bugünkü şeklini
verdi.
Abdullah bin Zübeyr, şecaat ve cesaretiyle birlikte çok
ibadet ederdi. Namazda o kadar huzura dalardı ki, tarifi mümkün değildir.
Babası onun hakkında; "İnsanların Ebu Bekr-i Sıddik'e en çok
benzeyeni." buyurmuştur.
Eshab-ı kiramın fıkıh, tefsir ve hadis alimlerinden ve
"Abadile" (Dört Abdullah)den biri olan Abdullah bin Zübeyr,
Resulullah efendimizden bizzat işiterek hadis-i şerif rivayet ettiği gibi,
babasından, hazret-i Ebu Bekr, hazret-i Ömer ve hazret-i Osman'dan, teyzesi
hazret-i Aişe'den, hazret-i Ali gibi Eshab-ı kiramın ileri gelenlerinden de
hadis-i şerif rivayet etmiştir. Onun bildirdiği otuz üç hadis-i şerifin tamamı
Ahmed bin Hanbel'in Müsned adlı
kitabında yer almıştır. İslamiyette ilk olarak yuvarlak gümüş parayı Mekke-i
mükerremede bastıran odur.
Resulullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) işiterek
rivayet ettiği bazı hadis-i şerifler şunlardır :
Benim mescidimde kılınan namaz,
Mescid-i Haram hariç diğer mescidlerde kılınan namazlardan üstündür. Mescid-i
Haram'da (Kabe'de) kılınan bir namaz, burada (peygamber mescidinde) kılınan 100 namazdan efdaldir (üstündür).
Nikahı ilan ediniz.
Allah yolunda bir gece bekçilik
yapmak, bin geceyi ihya etmekten ve bin gündüzü oruçlu geçirmekten daha
efdaldir.
Şayet ümmetimden, Allah'tan başkasını
dost edinseydim, Ebu Kuhafe'nin oğlunu (Ebu Bekr'i)
dost edinirdim. Ancak o, din kardeşim ve (hicret esnasında) mağaradaki arkadaşımdır.