ESHÂB-I KİRÂM KİTÂBINDA ADI GEÇENLERİ TANITMAKitâbda adı geçen ikiyüzaltmışbeş ism, elifbâ sırası ile aşağıdadır. Herbirinin kitâbda bulunduğu sahîfelerin numarası, hâl tercemelerinin sonuna yazılmışdır. 1 - ABBÂS “radıyallahü anh”: Abdülmuttalibin en küçük oğlu, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” amcasıdır. Resûlullahdan üç yıl yaşlı idi. Bedr gazâsında, düşman ordusunda idi. Esîr oldu. Para verip kurtulanlardan idi. Mekkeye dönüşünde müslimân oldu. Mekkenin fethinden bir kaç ay önce Medîneye hicret etdi. Muhâcirlerin sonuncusudur. Mekkenin fethinde ve Huneyn gazâsında bulundu. Hadîs-i şerîf ile medh olundu. Ömrü sonunda göremez oldu. Otuziki yılında Medînede vefât etdi. Seksensekiz yaşında idi. Bakî’dedir. Uzun boylu, beyâz ve güzel idi. On oğlu vardı. Abbâsî halîfeleri, hazret-i Abbâsın soyundandır. Kerbelâdaki büyük türbede bulunan Abbâs, başka olup, hazret-i Hüseynin babadan kardeşidir. 70, 102, 116, 119, 129, 178, 186, 190, 191, 195, 200, 243, 302, 326, 329, 331, 359. ABBÂSÎ HALÎFELERİ
-280-
MISRDAKİ ABBÂSÎ HALÎFELERİ
[Mîlâdî seneler bir fazla olabilir.] -281- 2 - ABDÜL’AZÎZ HÂN: Osmânlı pâdişâhlarının otuzikincisi ve islâm halîfelerinin doksanyedincisidir. Sultân ikinci Mahmûdun ikinci oğludur. 1245 [m. 1830] de tevellüd edip 25 Hazîran 1277 [m. 1861] de halîfe oldu. 1293 [m. 1876] de Dolmabağçe serâyından alınıp, Topkapı serâyına habs edildi. Beş gün sonra Midhat pâşa ve serasker [savunma bakanı] Hüseyn Avnî pâşa, Süleymân pâşa ve arkadaşları tarafından, Fer’ıyye serâyında Kur’ân-ı kerîm okurken bilek damarları kesdirilerek şehîd edildiği, sultân Vahîdeddînin baş kâtibi, Alî Fuad beğin hâtıralarında yazılıdır “rahmetullahi teâlâ aleyh”. Fer’ıyye serâyı, Beşiktaş ile Ortaköy arasında, Galata-serây lisesinin orta kısmı olan yalıdır. Sultân Mahmûd türbesindedir. Sultân Murâd, bu işkenceli ölümü işitince, korkudan aklı bozuldu. (Belgelerle Türk târîhi dergisi)nin 1967 Kasım ve 2 sayılı nüshasında diyor ki: İstanbul üniversitesine bağlı kıymetli eserler arasında, İbnül-Emîn Mahmûd Kemâl beğin [3310] numaralı defterinde, sultân Abdül’azîz hânın annesi Pertevniyâl vâlide sultânın söyleyip yazdırdığı (Sergüzeşt-nâme) vardır. Yıldız evrâkı arasında görülüp, İbnül-Emîn Ahmed Tevfîk beğin, 1336 [m. 1918] de sûretini çıkardığı bu sergüzeştnâmede Pertevniyâl sultân diyor ki: 1293 [m. 1876] senesi, Cemâzil-evvelin yedinci [30 Mayıs] günü, sabâha karşı sâat sekizde, vâlide sultânı yatakdan kaldırıyorlar. Sultân, oğlu Abdül’azîz hânı uyandırıyor. Halîfe, (Anne bunu bana kim yapdı? Beni sultân Selîme mi döndürecekler? Ben kime ne etdim?) diyor. Vâlide sultân (Avnî pâşa etdi) diyor. (Yalnız Avnî etmedi. Rüşdü pâşa ile Ahmed ve Midhat pâşalar da, bu işe dâhil. Ben bu felâketi otuz kırk def’a rü’yâmda gördüm. Bundan sonra, Cebrâîl gökden inse, devlet reîsi olmam. Cenâb-ı Hakkın takdîri böyle imiş) diyor. 30 Mayıs 1876 Salı günü kayıkla Topkapı serâyına götürülüp, üçüncü Selîm hânın şehîd edildiği odada, habs olunuyor. Çorba gönderiyorlar. Kalfa (Kaşıksız, efendimizin önüne nasıl koyayım?) diyor. Bir kırık tahta kaşık veriyorlar. Halîfe, biraz içiyor. Abdest almak için, na’lın aratıyor. (İzn yok) diyerekvermiyorlar. Abdesthâneye yalın ayak giriyor. Üç gün kuru tahta üstünde aç, susuz bırakılıyor. Kayıkda yağmurdan ıslanmış olan elbisesini çıkarmak için gecelik istiyor. (İrâde yokdur) diyerek vermiyorlar. Sultân Murâda tebrîknâme ve acıklı mektûblar gönderip yalvarıyor. Dördüncü gün, (2 Hazîran sabâhı) sultân Murâdın irâdesi ile diyerek, Fer’ıyye serâyına götürüyorlar. İçeri hızlı girdiği için, bir süngülü asker, göğsünden itiyor. (Annem nerede?) diyor. Annesi koşup gelerek, yukarı çıkarıyor. Askerlerin saygısızca konuşdurulduğunu görünce, (Aman anneciğim. Bunlar beni öl- -282- dürecekler) diyerek ağlıyor. İki gün sonra, eski, yırtık eşyâ gönderiyorlar. Askerler, ikide bir, kılıcını isteriz diye hücûm ediyor. Vermiyor ise de, Vâlide sultân, gizlice vermek zorunda kalıyor. 4 Hazîran sabâhı Vâlide sultân içeri gelip, kapının açık olduğunu ve halîfenin kanlar içinde yatdığını görünce, feryâd ediyor. Halîfe, ellerini, annesinin göğsü üzerine koyup (Allah, Allah) diyor. Gelenler, Vâlide sultânı başka odaya götürüyor, kulağındaki küpeleri ve yüzüğünü çekip alıyorlar. Halîfeyi eski bir perdeye sarıp, Ortaköy karakoluna götürüyorlar. Cân çekişirken Rüşdü, Midhat ve Avnî pâşalar ve yardakçıları gelip, (Bizi azl et!) diyerek alay ediyorlar. Vâlide sultân, (Arslanım şehîd oldu. Beni de şehîd etsinler) diye feryâd ediyor. Asker gelip, (Sultân Murâd irâde etdi. Seni Beğlerbeği serâyına götüreceğiz) diyorlar. Vâlide sultân, (Benim yerim, Yeni-serâydır) diyor. Vâlide sultânın kollarından çekip yalın ayak, yaşmaksız ve ferâcesiz karakola götürüp, pâşalara seyr etdiriyorlar. Halîfenin zevcelerinden Tıryal hânım efendi gelip, (Cânım, Allah rızâsı için nâmûsu ile oynamayın. Hiç olmazsa araba ile götürünüz) diyor. Pâşalar, başarılarından pek keyfli kahkaha atmakdadırlar. Tıryal hânımın arabasına bindirilerek yeniserâya (Topkapı serâyına) götürülüyor. Başka araba ile Tiryal hânımı da, zorla oraya götürüyorlar. Üç gün sonra kızlar ağası Topkapı serâyına geliyor. İki sultânın ayrı odalarda baygın yatdıklarını görüyor. Altı gece sonra, odalarına birer kandil gönderiliyor. Otuzsekiz gün sonra Fer’ıyye serâyına götürülüyorlar. Kapı ve pencereleri çivileniyor. Sekiz gün Vâlide sultâna eziyyet ederek (Mallarının yerini bildir) diyorlar. Dokuzuncu gün, pencereler açılıyor. 31 Ağustos 1876 da beşinci Murâd tahtdan indirilip, Dolmabağçe serâyından Çırağân serâyına götürülüyor. Sultân Abdülhamîd hân tahta çıkınca, işkencelerden kurtulup, râhata kavuşuyorlar. Sultânlara yapılan işkencelerin, sultân Murâdın emri ile olduğunu söylerlerdi. Hâlbuki sultân Murâdın birşeyden haberi yokdu. Sultân Abdül’azîzin tebrîklerini ve yalvarmalarını pâşalar sultân Murâda göstermiyor. Sultân adına kendileri cevâb yazıp aldatdıkları, [m. 1959] târîhli askerî târîh mecmû’asında uzun yazılıdır. [m. 1967] de İstanbulda basılmış olan T.Yılmaz Öztunanın (Türkiye târîhi)nin onikinci cildinde özetle diyor ki: (Sultân Abdül’azîzin hal’ edilmesi, birkaç ahlâksız veyâ sâfdil devlet adamının, şahsî ihtirâsları uğruna oldu. Bunların başında, eski sadr-ı a’zam Hüseyn Avnî pâşa geliyordu. Kurmaylıkdan yetişmiş, üç def’a serasker olmuşdu. Bir uşağın oğlu idi. (Kînim dînimdir) di-yen kindâr adamlardan biri idi. Mason Fuâd pâşanın yetişdirmesi -283- idi. Meziyyetsizliklerinden, kötülüklerinden dolayı azl olunur, sonra entrikalarla yine bir makâm kapardı. Mahmûd Nedîm pâşa tarafından azl edilip sürüldüğü ve rütbesi ve nişânları alındığı için, pâdişâha kin bağladı. Sultânı tahtından indirmeğe ve öldürmeğe karâr verdi. Londraya gidip, ingilizlerle bu işi plânlaşdırdı. Fâci’anın ikinci adamı Midhat pâşanın batı kültürü olmadığı gibi, din bilgisi de yokdu. Tuna ve Bağdâd vâlîliklerinde yapdığı işler, Avrupa basınında alkışlanmış, bilhâssa ingilizler tarafından şımartılmışdır. Hislerine kapılan, acele ve yanlış karârlar veren, bu yüzdeniyi iş görmeğe müsâid olmıyan bir adamdı. Âli pâşa gibi, ölünciye kadar sadâretde kalacağını umarken, iki ay içinde azl edilmesini, gurûruna yidirememiş, hükmdâra düşmân olmuşdur. İçki masalarında, devlete âid karârlar alırdı. İngilteredeki parlamento idâresini aynen alırsa, Türkiyenin aynen İngiltere olacağını sanırdı. Böyle bir idâreyi yürütecek tek şahsın, kendisi olacağına inanırdı. Mid-hat pâşanın, meşrûtiyyeti te’sîs edebilmek için hal’ işine karışdığını ileri sürmek, gerçeğe hiç de uymamakdadır. Avnî pâşa, hal’ projesini Midhat ve Şirvânîzâde Muhammed Rüşdü pâşalara, sonra zemânın sadr-ı a’zamı mütercim Rüşdü pâşaya açdı. Şirvânîzâdeden yüz bulamayınca, onu Tâife sürdürdü ve orada zehrletdi. Mid-hat pâşa, sadr-ı a’zam Mahmûd Nedîm pâşanın, kendisini merkezden uzaklaşdıracağını vehm ederek, hal’ işine karışmışdır denilebilir. Hal’ işine Midhat pâşanın emri ile, uydurma fetvâ veren şeyhul-islâm Hasen Hayrullah efendi de, bu makâmından, önce azl edilmiş, bu yüzden sultâna kin bağlamışdı. Sultân Abdül’azîz, bunun için, (O, serâyda iken, müfsid imâm denirdi. Rüşdü pâşanın tavsıyesi ile şeyh-ul-islâm yapdık, Allah vere de, bir halt etmese) demişdir. Sultân Abdül’azîzin hal’inin bir vatanperverlik olacağına inanan tek adam, harb okulu nâzırı [kumandanı] Süleymân pâşa idi. Yirmibeş Mayıs gecesi, Redîf ve Süleymân pâşalar, Avnî pâşanın Kuzguncukdaki evinde toplanarak, üçyüz (300) harbiye talebesinin Dolmabağçe serâyını kuşatmasına karâr verdiler. Talebeye, Sultânı korumak için gidiyoruz denildi. Avnî pâşa sultânı öldürmeği çokdan plânlamış ve nihâyet bu cinâyeti işlemişdir. Uzun zemân serâyda casûsu olan, ikinci mâbeynci Fahri beği bu işde kullandı. Cezâyirli Mustafâ pehlüvânı ve Yozgadlı pehlüvân Mustafâ çavuşu ve Boyabatlı hâcı Mehmed pehlüvânı Fer’iyye serâyına bağçıvan yapdılar. Fahri beğle bu pehlüvânlar, odaya girip, uzun döğüşmeden sonra bileklerini kesip pencereden bağçeye kaçdılar. Avnî pâşa, çığlık seslerini duyar -284- duymaz, Kuzguncukdaki yalısından, kayıkla, hemen Fer’ıyyeye geldi. Ölüm raporunu imzâlamak istemiyen iki doktordan birini,Avnî pâşa hemen Trablusgarba sürdü. İkincisi olan Ömer beğin apoletlerini [formalarını] hemen orada sökmüşdür. 1293 [m. 1876] Hazîranın 4. cü günü sabâhı, sultân Abdül’azîzin Ortaköy sâhilinde Fer’ıyye serâyındaki odasından garîb sesler gelmeğe başladı. Sâat dokuz buçukda odaya girenler, eski hâkanı kanlar içinde buldular. Ertesi gün yayınlanan hükümet teblîği, şöyle diyordu: (Sultân Abdül’azîz sakalını düzeltmek üzere istediği küçük makasla her iki bileğinin damarlarını açarak intihâr etmişdir. Serasker Avnî pâşa cesedi karakola nakl etdirmişdir.) Bu teblîğ ve ekli tabîb raporu, hiç kimseyi inandıramadı. Doktorlara yalnız bilekler gösterilmişdir. Avnî pâşa, birkaç sene önce de, sultân Abdül’azîzi zehrlemeğe teşebbüs etmişdi. Midhat pâşa, ölümü işitince, (Hâkanın muhâfazası pek müşkil ve tehlükeli olduğundan, bu vech ile vefâtı pek iyi oldu) demişdir. Mâliye nâzırı Yûsüf pâşa ise, (Mel’ûn herif [Avnî pâşa] pâdişâhın başını yidi. İnşâallah yakında o kâtil de katl edilir) demişdir. Sadr-ı a’zam mütercim Rüşdü pâşa da, (Na’şı karakola çıkardıkları zemân canlı imiş. Hekimler de, canlı olduğunu tasdîk eylediler) demişdir. Üç pehlüvâna yüzer al-tın mâ’aş bağlanarak, sırrı ifşâ etmeleri önlendi. Sultân Abdül’azîzin na’şını yıkayan sekiz imâm, Yıldız muhâkemesinde, sultânın iki dişi kırılmış, sakalının sol tarafı yolunmuş, sol memesi altında büyük bir çürük vardı demişlerdir. Pehlüvânlar da, yapdıklarını sonradan i’tirâf etmişlerdir. İntihâr edecek şahsın her iki bileğinin damarlarını birlikde kesemiyeceği de tıp ilminde meydândadır. Hüseyn Avnî pâşa, sultân Abdül’azîzin hal’ edileceğini birkaç sene önce Londrada İngiliz nâzırlarına söylemek cesâret ve hiyânetinde de bulunmuşdu. Bunun için, (Encyclopaedia Britannica) intihâr tezini ileri sürmekdedir. Son çıkan, (Grand Larousse) ise, öldürüldüğünü yazmakdadır. 1940 târîhli (Larousse illustre)de, (fut assassiné en 1876= 1876 da katl edildi) yazılıdır. 5 Hazîran günü cenâzesi büyük merâsimle kaldırıldı. Topkapı serâyında yıkandı. Pederi sultân ikinci Mahmûd hânın Çenberlitaşdaki türbesine defn edildi.) Süleymân pâşa, bu inkılâbın meşrûtiyyet için yapıldığını söyleyince, Avnî pâşa, sen sus! Asker siyâsete karışmaz demişdir. Hâlbuki, kendisi, askeri çokdan siyâsete karışdırmış. Balkanlarda felâketli hâdiselerin patlak vermesine sebeb olmuşdu. Nitekim, 2 Temmuzda Sırb ve Karadağ prenslikleri isyân etdi. Balkanlar karışdı. 24 Nisan 1296 [m. 1877] de Rusyanın arabulucu teklîfi red edilerek, 93 harbi başladı. Hemen müşîr yapılan Süleymân pâşa, -285- Şıpka geçidini ruslara kapdırınca, mağlûbiyyete sebeb oldu. Plevnede üç kerre zafer kazanarak gâzî ünvânını alan Osmân pâşayı kıskandı. Maçka meydân muharebelerini de gayb ederek, Edirne-ye kadar kaçdı. Böylece, Edirne de, harâb oldu. Ruslar Ayastefanosa [Yeşilköye] kadar geldi. İngilizler, bu mağlûbiyyeti fırsat bilerek, 20 Mayıs 1878 de, İstanbulda Alî Süâvî vak’asını çıkarıp, ikinci Abdülhamîd hânı devirmek, hilâfeti lağv etmek istedi ise de, muvaffak olamadı. Alî Süâvî mason idi. Karısı ingiliz idi. (Yeni Türkiye târîhi) diyor ki, (İkinci Abdülhamîd hânın diplomasisi [Aklı ve zekâsı] olmasaydı, 93 harbinin zararları dahâ büyük olacakdı). Süleymân pâşa, sefîh ve zelîl bir hayât sürerek, 1309 [m. 1891] de Bağdâdda öldü. Abdül’azîz hânı şehîd etdiren pâşalar, başarılarının zevki içinde, Midhât pâşanın Bâyeziddeki konağında, 15 Hazîran gecesi toplanmışlardı. Odaya giren erkân-ı harb kolağası, 26 yaşındaki, Hasen beğ, Avnî pâşayı ve sonra hâriciyye nâzırı Râşid pâşayı vurup öldürüyor. Midhat pâşayı kovalıyor ise de, pâşa mutbaha kaçıp, aşçının dolabına saklanıp, ölümden kurtuluyor. Yaralı yakalanan Hasen beğ, ertesi gün Bâyezîd meydânında şehîd ediliyor. Edirnekapıdan Topkapıya giderken, sağ köşede, parmaklıklı mezârının büyük taşında (Ümerâ ve guzât-i çerâkiseden İsmâ’îl beğin oğlu olup, Harb okulunu bitirip, kolağası rütbesinde iken, genç yaşında, velîni’meti uğrunda fedây-i cân eden, Çerkes Hasen beğin kabridir) yazılıdır. Sultân Abdül’azîz hân, Çerkes Hasen beğin eniştesi idi. Halîfenin fecî’ şeklde şehîd edildiğini ve annesi Pertevniyâl sultâna çok çirkin işkenceler yapıldığını işiten sultân Murâdın üzüntüden ve bu felâket yolunun sonunu düşünmekden aklı bozuldu. Sultân Abdül’azîz hân, onbeş senelik saltanat zemânını Dolmabağçe serâyında geçirdi. Bu serâyda iken hal’ edildi. Beşinci Murâd da üç aylık saltanatını bu serâyda geçirdi. İkinci Abdülhamîd hân, bu serâyda yedi ay oturdukdan sonra, Yıldız kasrlarına yerleşdi. Sonra Yıldız serâyını yapdı. Sultân Muhammed Reşâd da, Dolmabağçe serâyında oturdu. Sultân Abdül’azîz hân, [1278] de yeni askerî elbiseleri kabûl etdi. [1279] da posta pulu kullanıldı. [1286] da Süveyş kanalı açıldı. [1288] de İstanbulda tramvay işletilmeğe başladı. [1292] de Galata tüneli yapıldı ve askerî rüşdiyye mektebleri açıldı. [1279] da Osmânlı bankası açıldı. [1280] de sâhillere deniz feneri konuldu ve devlet şûrâsı [Danıştay] kuruldu. [1284] de sultânî mektebleri -286- [liseler] açıldı. [1285] de Sanâyi mektebleri açıldı. [1286] da Fransa imperatöriçesi İstanbulu ziyâret etdi. [1287] de Avusturya imperatörü, sultân Abdül’azîzi ziyârete geldi. [1287] de şark demir yolları yapıldı. [1287] de tıbbiyye-i mülkiyye açıldı ve orman ve ma’den mektebleri açıldı ve Eski serây dış kapısı, ya’nî üniversitenin Bâyezîd meydânına açılan giriş kapısı yapıldı. [1288] de itfâiyye alayı teşkîl edildi. [1289] da seyyâr havz yapıldı ve Dârüşşefeka lisesiaçıldı. [1290] da Îrân şâhı, sultân Abdül’azîzi ziyârete geldi ve İzmit demir yolu yapıldı. Abdül’azîz hân, kardeşi gibi, memleketin idâresini Alî ve Füâd pâşanın ve bunların yetişdirdiği masonların ellerine bırakdı. Bunlar da, İngilizin siyâsetine göre hareket etdiler. Dağıstanlı şeyh Şâmil, yirmi sene ruslarla kahramanca cihâd yaparak, ordularını perişân ederken, seyrci kaldılar. Bu mücâhidin 1283 [m. 1866] de esîr düşmesine sebeb oldular. Rusların 1290 [m. 1873] de, Semerkand, Buhâra ve Hiveyi işgâl etmelerine de sebeb oldular. Ömrlerini Avrupada geçirdiler. Memleketde kaldıkları zemân, Tanzîmât fermânındaki mason plânlarının tatbîk edilmeleri için çalışdılar. Bu hiyânetlerinin sebebi mes’ûlü elbette Halîfenin gafleti idi. Bu gafletinin netîcesinde, masonlar ve onlara aldananlar tarafından şehîd edildi. Sultân Abdül’azîz, Çırağan ve Beğlerbeği serâylarını yapdırdı. Muhtelif yerlerde de kasrlar yapdırdı. Beykoz kasrı bunlardandır. Çırâğân yalısını ilk olarak Nevşehrli Dâmâd İbrâhîm pâşa yapdırdı. Sonra üçüncü Selîm hânın hemşîresi Beyhân sultân tarafından yeniden yapıldı. Ahşâb ve çok zînetli idi. Sultân, bunu, kardeşi sultân Selîme satdı. Sonra, ikinci Mahmûd hân, 1252 [m. 1836] de yıkdırarak ahşâb serây yapdı. Sultân Abdülmecîd hân bu serâyda oturdu. 1271 [m. 1855] de yıkdırdı. 1288 [m. 1871] de Abdül’azîz hân, son muhteşem serâyı dört milyon altın liraya yapdırdı. Beğlerbeği serâyının yerinde, tepede birinci Ahmed hânın (Şevk-âbâd) kasrı vardı. Sâhil serâyını ikinci Mahmûd hân ahşâb yapdırdı. Moltekeyi burada kabûl eylediği zemân, çubuk içiyordu. Abdülmecîd hân, 1249 [m. 1833] de bu serâyda merâsimle hatm-i şerîf indirmişdi. Sultân Abdül’azîz hân, 1282 [m. 1865] de, bu ahşâb serâyı yıkdırıp yerine mermerden muhteşem serâyı yapdırdı. Sultân, 1865 Nisânının yirmibirinci Cum’a günü serâya yerleşdi. Yaz mevsimlerini burada geçirirdi. Balkan harbi bozgununda, Enver ve Talât pâşalar, ikinci Abdülhamîd hânı “rahime-hullahü teâlâ” Selânikden (Lorley) Alman vapuru ile İstanbula getirtip, Beğlerbeği serâyına koydular. Boğaziçi tarafında, alt katda, arka tarafda, bir odada yerleşip, yetmişaltı yaşında iken, zâtürrie hastalı- -287- ğından vefât etdiği, 10 Şubat 1336 [m. 1918] gününe kadar, burada yaşadı. 294, 368. 3 - ABDÜLBÂKÎ EFENDİ: Mahmûd Bâki, Osmânlı şâirlerinin büyüklerindendir. 933 de İstanbulda tevellüd, 1008 [m. 1600] de vefât etdi. Edirnekapı kabristânındadır. Süleymâniyye medresesinde müderris idi. Reîsül-ulemâ oldu. Hâlid ibni Zeydin haber verdiği hadîs-i şerîfleri bir araya toplamışdır. (Mevâhib-i ledünniyye) tercemesi meşhûrdur. 63, 353. 4 - ABDÜLCEBBÂR-İ HEMEDÂNÎ: Mu’tezilî idi. Kâdî idi. Üçyüzellidokuz (359) da tevellüd etdi. Dörtyüzonbeş 415 [m. 1024] de Rey şehrinde vefât etdi. Babası Ahmeddir. 91. 5 - ABDÜLGANÎ NABLÜSÎ: İsmâ’îl Nablüsînin oğludur. 1050 de Şâmda tevellüd, 1143 [m. 1730] de orada vefât etdi. Derin âlim ve kâmil bir velî idi. Fıkh, tefsîr ve hadîs âlimi idi. Yirmi yaşında ders vermeğe başladı. 1075 de İstanbula geldi. Çok kitâb yazdı. İki cild (Hadîkat-ün-nediyye) kitâbı çok kıymetlidir. Tütünün günâh olmadığını bildiren kitâbı ve tercemesi Nûr-i Osmâniyye kütübhânesinde vardır. 10, 366. 6 - ABDÜLHAK-I DEHLEVÎ: Babası Seyfeddîndir. Hind âlimlerindendir. 958 [m. 1551] de tevellüd, 1052 [m. 1642] de vefât etmişdir. Dehlîdedir. Kıymetli kitâblar yazdı. 128, 130, 147, 148, 149, 245, 246. 7 - ABDÜLHAKÎM EFENDİ: Büyük âlim idi. Hâl tercemesi 157.ci sahîfede yazılıdır. Van vilâyetinin Başkal’a kazâsında 1281 [m. 1865] de tevellüd edip, 1362 [m. 1943] de Ankarada vefât etdi. Komünistlerin, Masonların, Vehhâbîlerin, Mürtedlerin ve Şî’îlerin ve Yehûdîlerin ve Hıristiyânların, yazılarla, propagandalarla, ingiliz imperatorluğunun kuvvetleri ve servetleri ile islâmiyyeti yıkmağa saldırdıkları, müslimân yavrularını dinsiz, îmânsız bırakmağa uğraşdıkları bir zemânda, dersleri, va’zları ve yazıları ile Ehl-i sünneti yok olmakdan korumuş, gençliğe aşılanan zehrli yalanları pek mâhir yol ile temizlemişdir. Bu uğurda çetin eziyyet ve cefâlara katlanmışdır “rahime-hullahü teâlâ”. Abdülhakîm efendinin baba-sı Halîfe Mustafâ efendi, Hakkârînin Yüksekova kazâsının Sâkitan köyündendir. Abdülhakîm Efendinin dedesinin dedesi olan seyyid Abdürrahmân, seyyid Abdüllahın oğlu idi. Seyyid Abdüllah, Arvâsda, seyyid Fehîmin baş tarafında medfûndur. Seyyid Abdüllah ölünce, Arvâsî soyunun devâm edebilmesi için, seyyid Abdürrahmânı annesi genç -288- iken zorla evlendirdi. Tâhir, Abdürrahîm, Lutfî, Abdülhamîd ve Muhammed isminde beş oğlu oldu. Seyyid Tâhir, Basra vâlîsi idi. Seyyid Abdürrahîm 1200 [m. 1786] de vefât etdi. Oğlu hâcı İbrâhîm ve torunu Abdül’azîz ile birlikde Doğu Bâyezîdde Ahmed Hânî türbesindedirler. Abdül’azîz efendinin üç çocuğu, Muhammed Emîn ve Ömer efendiler ve seyyidet Hadîcedir. Her birinin çocukları ve torunları din ve dünyâ bilgileri ile dolu birer hazînedirler. Muhammed Emîn efendinin dört oğlu oldu. Bunlar, Abdül’azîz, Abdülkâdir ve Abdülhakîm ve Mahmûd efendilerdir. Abdülhakîm efendinin oğlu Ahmed efendi, Türkiye gazetesinin tefrika muharriri iken 1988 senesinin son günü 1409 da İstanbulda vefât etdi. Seyyid Abdürrahmân, zemânının mürşid-i ekmeli idi. Binlerce Hak âşığı sohbetine gelir feyz alırlardı. Nasîhat için, uzak memleketlere mektûblar gönderirdi. İrisân beğlerinden emîr Şerefeddîn Abbâsîye yazdığı fârisî mektûblar çok kıymetlidir. Bu mektûblarından birinde Muhammed Kerîm hân ve Mustafâ ve Feyzullah beğlere selâm ve düâ etmekdedir. Başka bir mektûbuna, emîr Şerefeddîn beğ, şu satırları eklemişdir: (Mevlânâ, bu mektûbu, bu fakîre 1192 [m. 1778] de göndermişdir. Musîbete sabr lâzım olduğunu ve sabrın kıymetini bildirmişdir. Birkaç ay sonra pederim Abdüllah hân beğ vefât etmişdir. Mevlânânın kerâmetini buradan anlamalıdır). Seyyid Abdürrahmân Hoşâbda medfûndur. Seyyid Lütfî efendinin onbir oğlu vardır. Seyyid Lütfî efendinin oğlu Abdülganînin oğlu Mîr hâc, bunun oğlu Abdürrahmân, bunun oğlu Muhammed Sa’îd efendilerdir. Lütfullah efendinin ikinci oğlu Abdülgaffâr efendi, bunun oğlu Şerîf, bunun oğlu Muhammed Şefîk efendilerdir. Lütfullah efendinin üçüncü oğlu Muhammed, Seyyid Fehîm hazretlerinin üvey babasıdır. Bunun oğlu Tâhir, bunun oğlu Resûl, bunun oğlu Abdüllah efendilerdir. Lütfullah efendinin dördüncü oğlu, Resûl efendidir. Beşinci oğlu seyyid Sıbgatullah efendi, seyyid Tâhâ-i Hakkârînin talebesi idi. Bunun oğlu Celâleddîn, bunun oğlu Alî, bunun oğlu Selâhaddîn efendilerdir. Bunun iki oğlu Kâmüran İnan ve Zeynel’âbidîn İnan, Bitlis senatörü ve meb’ûsü olmuşlardır. Altıncı oğlu Cemâlüddîn, bunun oğlu Abdülmecîd, bunun oğlu Sa’dullah, bunun oğlu Muhyiddîn, bunun oğlu Abdürrahmân, bunun oğlu Lütfullah, bunun oğlu Nûrullah efendilerdir. Abdülhamîd efendinin iki oğlu olup, biri molla Safî idi. Bunun -289- torunu, Abdülhamîd efendidir. İkinci oğlu, seyyid Fehîm-i Arvâsî “kuddise sirruh” hazretleri idi. Seyyid Muhammedin yedi oğlu ile Hamîde hânım isminde bir kızı vardı. Hamîde hânım, Timür oğullarından Hurrem beğin zevcesi idi. Sâlih, Memduh ve Sa’îd adında üç oğlu vardı. Sa’îd beğin iki çocuğu, Tevfîk beğ ile Emîne hânımdır. Emîne hânım Mekkî efendinin birinci zevcesidir. İkinci zevcesi Afîfe hânımdır. Seyyid Muhammedin birinci oğlu Mahmûd efendi idi. Bunun, Zübeyde, Meryem ve Esmâ adında üç kızı vardı. Esmâ hânım çok müttekî, sâliha olup; Abdülhakîm efendinin birinci zevcesi idi. İkinci zevcesi, seyyid Fehîm-i Arvâsînin “kuddise sirruh” torunu Âişe hânımidi. Ahmed Mekkî ve Münir efendilerin vâlidesidir. Üçüncü zevcesi Nine hânım denilen ikinci Âişe hânım, dördüncü zevcesi Bedriye hânım idi. Beşinci zevcesi Mâide hânım, 1396 [m. 1976] senesi mayıs ayında, İstanbulda vefât etmişdir. Seyyid Muhammedin ikinci oğlu, Muhyiddîn efendi idi. Bunun iki oğlu ve iki kızı vardı. Kızları Beyâz hânım, Fârûk beğin, Zelîha hânım da, Abdürrahîm Zapsunun anneanneleridir. Bir oğlu Hasen efendi, ikincisi Mustafâ efendi idi. Hasen efendinin yedi oğlu ile yedi kızı olup, dört oğlu çocuk iken vefât etdi. Beşincisi Mazher efendi, Nesîbe hânımın zevci idi. Altıncı oğlu Muhyiddîn efendi Ankarada vefât etdi. Yedincisi Necmeddîn efendi temyiz mahkemesi a’zâsı idi. Na’îme hânımın zevci ve Ahmed efendinin dâmâdı idi. Kızları, Nine Âişe hânım, Abdülhakîm efendinin, Dilber hânım, Tâhâ efendinin, Fâtıma hânım, seyyid İbrâhîm efendinin, Sabîha hânım da, Abdüllah beğin zevceleri idi. Mustafâ efendinin dokuz oğlu ile iki kızı vardı. Birincisi, seyyid Abdülhakîm Efendi idi. İkincisi İbrâhîm efendi, üçüncüsü Tâhâ efendi, dördüncüsü Abdülkâdir efendi, beşincisi Şemseddîn efendi, altıncısı Ziyâeddîn efendi, yedincisi Yûsüf efendi, sekizincisi Mahmûd efendi, dokuzuncusu Kâsım efendidir. Abdülhakîm efendi en büyükleri idi ve en sonra vefât etdi. Abdülkâdir efendinin üç torunu Zeynel’âbidîn, Bedreddîn ve Fahreddîn hayâtdadır. Şemseddîn efendinin bir oğlu ile iki kızı vardı. Bir kızı Afîfe hânım, Mekkî efendinin zevcesi idi. İkinci kızı Nazîfe hânım 1986 Mart ayında vefât etdi. Oğlu fazîletli Cemâl efendi, İstanbulda (Kirazlı mescid) imâmı ve hatîbi idi. Celâleddîn-i Rûmînin (Mesnevî)si üzerinde eşsiz, derin bilgisi vardı. 1396 [m. 1976] da İstanbulda vefât etdi. Yûsüf efendinin oğlu seyyid Fârûk Işık, eski sayıştay başkanlarından ve Van senatörlerindendir. 1972 senesinde Ankarada vefât etmişdir. Fârûk beğin iki oğlu seyyid Nevzâd ve seyyid Rüchân hayât -290- dadır ve oğulları yetişmekdedir. Seyyid Rüchân 1391 [m. 1971] de çalışma bakanlığı müsteşârı oldu. Mahmûd efendinin annesi Meryem hânım idi. Kardeşlerinin hepsi Hano hanımın çocuklarıdır. Mahmûd efendinin kızı, Rukayye hânımdır. Mustafâ efendinin birinci kızı Mu’teber hânım, Timür oğullarından Sa’îd beğin zevcesi ve Ahmed Mekkî efendinin hem halası, hem kayın vâlidesidir. 1341 de vefât etdi. Edirne-kapı kabristânındadır. İkinci kızı Râbi’a hânımdır. Seyyid Muhammedin üçüncü oğlu Nûreddîn efendidir. Bunun Mecîd efendi ve Alî efendi adında iki oğlu vardı. Mecîd efendinin oğlu İzzet beğ, Nâfiye hânımın zevci olup, 1981 de Vanda vefât et-di. Dört çocuğu vardır. Seyyid Muhammedin dördüncü oğlu Ahmed efendidir. Bunun, Ubeyd, Şevket ve Şihâbüddîn adında üç oğlu vardı. Seyyid Muhammedin beşinci oğlu, Hamîd pâşa idi. Bunun Ahmed, Abdüllah, Fehmî ve İbrâhîm adında dört oğlu ile Nâfiye, Nesîbe ve Âişe adında üç kızı vardı. Bunlardan seyyid İbrâhîm Arvâs, Abdülhakîm Efendinin dâmâdı ve uzun yıllar Van meb’usu idi. [m. 1965] de Ankarada vefât etdi. Bunun oğlu Seyyid Sıddîk ile kızları Gülsüm ve Hamiyyetdir. Seyyid Ahmed, Muhammed Sıddîk efendinin dâmâdı ve Na’îme hânımın babasıdır. Muhammed Sıddîk efendi, seyyid Tâhâ hazretlerinin torunu, ya’nî seyyid Ubeydüllahın oğlu ve şehîd Abdülkâdir efendinin kardeşi idi. Nâfiye hânım İzzet beğin, Nesîbe hânım Mazher efendinin, Âişe hânım da Muhammed Ma’sûm efendinin zevceleri idi. Seyyid Muhammedin altıncı oğlu Hüseyn efendidir. Bunun Celâl, Alâ’üddîn, seyyid Gâzî ve Behâeddîn adında dört oğlu vardı. Celâl efendinin oğlu Seyfeddîn beğ, Rukayye hânımın zevci ve Ay-dın ile Celâl efendilerin ve Leylâ hânımın babasıdır. Aydın beğ 1983 de Anavatan Partisinden Van milletvekîli seçildi. Oğulları Cüneyd, Melîh Rüchân ve Fâtih ve Murâd efendiler, hayr-ül-halef olarak yetişmekdedirler. Seyyid Muhammedin yedinci oğlu, Yûsüf efendidir. Seyyid Abdülhakîm Efendinin üç oğlu ve iki kızı vardı. Bunlardan Enver ile Şefî’a, Esmâ hânımın çocuklarıdır. Şefî’a hânım, Sâlih beğin zevcesi iken, hicretde Mûsulde vefât etdi. Enver de, hicret ederken 1336 [m. 1918] de Eskişehrde vefât etdi. İkinci oğlu fazîletli Ahmed Mekkî Üçışık efendi, arabî, fârisî kitâblardan ve -291- pederinden din bilgilerini geniş olarak edinmiş olup, 1387 [m. 1967] de İstanbulda vefât etdi. Bağlum kabristânındadır. Fetvâlarına güvenilecek, yer yüzünde eşi az bulunan bir mubârek zât idi. Çok sayıda ve olgun, değerli din adamları yetişdirdi. İlm ve ma’nâ tâliblerinin derdlerine şifâ sunardı. Cenâb-ı Hak, mubârek vücûdu ile İstanbul şehrini ve bütün islâm âlemini şereflendirmiş ve fâidelendirmiş idi. Seyyid Ahmed Mekkî efendinin Behik, Behâ, Medenî ve Hikmet adında dört oğlu ile Zâhide isminde bir kızı vardır. Herbiri ahlâk ve fazîlet örneğidir. Torunları Tâhâ Üçışık, Fehîm ve Muhammed efendiler ve Şefî’a hânım ise, birer cevher olarak yetişmekdedir. Abdülhakîm Efendinin “kuddise sirruh” üçüncü oğlu, seyyid Münîr efendi, İstanbul belediyesinde satış me’mûrluğunda uzun seneler çalışmış, doğruluğu, çalışkanlığı, güzel ahlâkı ile etrâfının saygısını ve sevgisini toplamışdır. 1399 [m. 1979] da vefât etdi. Bağlum kabristânındadır. Seyyid Abdülhakîm efendi, 1332 [m. 1914] senesinde, ermenilerin ingiliz silâhları ile müslimânlara saldırdıkları zemân, Receb ayında, Başkal’adan hicret ederek [1337] de İstanbula geldi. Eyyûb sultânda, önce yazılı medreseye, sonra Gümüşsuyu tepesindeki Murtezâ efendi mescidine yerleşdi. Çeşidli câmi’lerde va’z vererek, Vefâ lisesinde öğretmenlik, Sultân Selîm câmi-i şerîfi yanındaki Süleymâniyye medresesinde öğretmenlik yaparak, İslâmiyyeti yaymağa, din düşmanlarını susdurmağa ve sindirmeğe başladı. Medreselerin en yüksek, üniversite kısmı olan, Süleymâniyye medresesine müderris, ya’nî ordinaryüs profesör olarak ta’yîni, 8 Zilka’de 1337 ve 5 Ağustos 1335 [m. 1919] târîhli fermân ile yapılmışdır. Fermân şöyle idi: Dâr-ül-hilâfe-til’aliyye Süleymâniyye medresesinde münhal olan hadîs-i şerîf dersi müderrisliğine Debreli Vildân Fâik efendi ve tesavvuf dersi müderrisliğine Hakkârî ulemâsından Abdülhakîm efendi ve ................ve fıkh-ı Şâfi’î dersi müderrisliğine Hakkârî meb’ûs-i esbakı seyyid Tâhâ efendi ta’yîn olunmuşdur. Bu irâde-i seniyyenin icrâsına meşîhat-i islâmiyye me’mûrdur. Muhammed Vahîdeddîn. Bu irâde-i seniyye, Cerîde-i ilmiyye mecmû’asının 48. si sayısının, bindörtyüzseksendördüncü sahîfesinden alındı. Mürtezâ efendi, tersâne emânetinde baş rûznâmeci iken emekli olmuş ve Mekke-i mükerremede Ahmed Yekdestden feyz almışdı. [1158] de Gümüşsuyu, İdris köşküne yakın, denize karşı mescid yapdı. [1160] da vefât edip denize bakan dıvâr içinde, defn -292- edildi. Oğulları da yanındadır. Bu mescidin ilk imâmı olan Abdüllah-i Kaşgarîden sonra oğlu Ubeydullah efendi on sene imâm oldu. Sonra imâm olan Îsâ efendi [1206] da vefât etdi. Selîm hân buna bir türbe yapdı. Sonra Abdüllah efendinin dâmâdı çelebî Ubeydullah efendi [1208] de vefât etdi. Nihâyet, zâhirî ve bâtınî ilmler hazînesi olan seyyid Abdülhakîm Efendi imâm, hatîb ta’yîn edilip, 1362 [m. 1943] senesinde vefât edinceye kadar burada ve birçok câmi’lerde ve mekteblerde islâmiyyeti yaydı. Memleketin her tarafından ve yabancı milletlerden uyanık, merâklı kimseler gelip, ilmden, fenden çok şeyler sorarlar ve cevâblarını alırlardı. Bu arada dünyâlık için ve hattâ düşmanlık için gelen aşağı alçaklar da bulunurdu. Keskin görüşleriyle, karşısındakilerin niyyetlerini hemen anlardı. Fekat, halîm ve şefkatli ve ileriyi görüşlü olduğu için, dos-tu düşmanı ayırmaz, hepsini tevâdu’ ve mudâra ile karşılardı. İslâm âlimlerine Allah için, temiz kalb ile gidip feyz alanlar, onların yolunda gitmekde, islâmiyyetin ahkâmına uymakdadırlar. O kapıdan feyz aldığını söyleyip de, ibâdetlerden kaçınan, harâmlara dalan kimselerin de, münâfık oldukları anlaşılmakdadır. Adı geçen İdrîs köşkünü, İdrîs hakîm bin Hüsâmeddîn yapdırmışdır. Bâyezîd ve Yâvuz zemânında derin âlim olan bu zât, Îrân hudûdundaki yirmibeş kabîlenin Osmânlılara itâ’at etmesine sebeb olmuş, böylece Çaldıran zaferine büyük hizmetde bulunmuşdur. Bülbül deresi civârında yapdırdığı çeşmenin yanında bir sed üzerinde medfûndur. [932] de vefât etmişdir. Zevcesi Zeyneb hâtun, ken-di adı ile, İdrîs köşkü yanında bir mescid yapdırmışdır. Mescidin ya-nında (Karyağdı tekkesi) vardır. Bunun yanında bir evde niyyet kuyusu vardır. Arkasında Gümüşsuyu çeşmesi vardır. Karyağdı tekkesine (Çolak Hüseyn tekkesi) de denir. Üçüncü Mustafâ hân tarafından yapdırılmışdır. Bu tekkenin arkasında [1230] senesinde Dolan-cı dervîş Muhammed mevlevîhâne yapdırmışdır. Seyyid Abdülhakîm efendi din bilgilerinde ve tesavvufun ince ma’rifetlerinde derin deryâ idi. (Râbıta-i şerîfe) ve (Er-riyâdut-tesavvufiyye) kitâbları basılmışdır. Va’zlarından tutulan bilgiler ve ba’zı mektûbları 1404 [m. 1983] de beş cild hâlinde toplanmışdır. Üniversite mensûbları, fen ve devlet adamları, çözülemez sandıkları güç bilgileri sormağa gelir, sohbetinde, dersinde, bir sâat kadar oturunca, cevâbını alır, sormağa lüzûm kalmadan, o bilgi ile doymuş olarak geri dönerdi. Teveccühünü, sevgisini kazananlar, sayısız kerâmetler görürdü. Çok mütevâzı’, pek alçak gönüllü idi. Ben dediği işitilmemişdi. (Bizler hesâba dâhil değiliz. O büyüklerin yazılarını anlıyamayız. Ancak bereketlenmek için okuruz) bu- -293- yururdu. Hâlbuki, kendisi, bu bilgilerin mütehassısı idi. Yakınlarından birine, (Burada birkaç Velî yetişiyordu) buyurmuşdu. Ya-kınlarından Karamürsel kumaş fabrikası müdîri, Yûsüf Ziyâ Akışık demişdi ki, rü’yâda, Abdülhakîm efendinin elinin ayasını öpmüşdüm. Ertesi gün, Eyyûb sultândaki evine giderek, rü’yâmı anlatmak istedim. Gitdim. Her zemân olduğu gibi, elini öpmek için eğildiğimde, mubârek elini, ayası yukarı doğru olarak uzatdı ve (Akşam rü’yâda öpdüğün gibi öp) dedi ve iltifât buyurarak çok şey anlatdı. 157. ci sahîfeye bakınız! 6, 20, 105, 154, 155, (157), 243, 262, 269, 314, 334, 347, 393, 395, 411. 8 - ABDÜLHAKÎM SİYÂLKÛTÎ: Babası Şemseddîn Muhammeddir. Hindistânın büyük hanefî âlimidir. Fakîhdir. Beydâvî tefsîrine ve Teftâzânînin Akâid-i Nesefî şerhine ve Ahmed Hayâlînin şerh-i Akâid hâşiyesine ve Devânînin Akâid-i Adûd şerhine ve Mutavvel kitâbına hâşiyeler yazmışdır. (İsbât-ül-vâcib) kitâbı da meşhûrdur. 1067 [m. 1657] de vefât etdi “rahime-hullahü teâlâ’. 144, 146, 147. 9 - ABDÜLHAMÎD HÂN II: Osmânlı pâdişâhlarının otuzdördüncüsü ve en yüksekleri idi. İslâm halîfelerinin doksandokuzuncusu idi. 1258 [m. 1842] de tevellüd etdi. 1293 [m. 1876] de halîfe oldu. 1336 [m. 1918] da vefât etdi. Çenberlitaşda, dedesi sultân Mahmûdun türbesindedir. İslâmiyyete hizmeti, saymakla bitirilemez. Abdül’azîz hân, düşmânlara âlet olanlar tarafından şehîd edilip, sonra 5. ci Murâd da hal’ edilip, kendisi kukla olarak halîfe ya-pıldı. Avrupada belirli ocakların islâmiyyeti yok etmek için hâzırladığı yıkıcı plânları, kıyasıya hortlatmağa başlarken önlerine dikildi. Aklı, zekâsı ve ilmi fevkalâde üstün olduğu için, memlekete karşı asrlar boyunca hâzırlanmış olan sinsi, alçak ve vahşî sû’ikasdı hemen sezdi. Hâzırlıyanları ve maşa olarak kullandıkları sahte kahramanları, iş başından uzaklaşdırdı. İslâm bilgilerini, ya’nî din ve fen ve ahlâk bilgilerini memleketin her yerine yaydı. Çok sayıda kültürlü din adamı yetişdirdi. Milleti otuzbir sene adâlet ile idâre etdi. Bilgili, temiz bir gençlik yetişdirdi. Haksızlığın, kötülüğün, ahlâksızlığın kökünü kazıdı. Bu yüzden ba’zı kimselerin hedefi oldu. Yıllarca kötülendi. İftirâlara uğradı. Sonra gelen gençliğe, büsbütün yanlış olarak tanıtıldı. Fekat, insâflı yazılan târîhleri okuyanlar ve onun ilme, fenne, sanâyı’a, ticârete, ahlâka, kısaca insanlığa bırakdığı eserlerini görenler, bu iftirâlara aldanmadı. Ona dil uzatan yalancılardan, ilm adamı, yazar maskesi altında çalışan düşmanlarından ve bunların söyledikleri yalanlardan nefret etdiler. Onun büyüklüğü karşısında hayrân kaldılar. -294- Önce, bir sene beş ay devlet idâresine karışdırılmadı. Memleketi sadr-ı a’zam Midhat pâşa ve arkadaşları idâre etdi. Bunlar, 24 Nisan 1295 [m. 1877] günü Rus harbine sebeb oldular. Mâlî 1293 senesine rastladığı için (93 harbi) denilmekdedir. 93 harbi Edirne mütârekesine kadar dokuz ay sürdü. Müşîr [Mareşal] yapdıkları Süleymân pâşa, Şıpka geçidinde büyük gaflet yaparak, en seçkin Türk birliklerinin harcanmasına sebeb oldu. Bu hezîmete kahramanlık denilerek, başkumandan yapıldı. Fekat, Filibeye ve oradan Edirneye kaçdı. Edirnede de tutunamayıp mütâreke istedi. Mütâreke Abdülhamîd hânın, kraliçe Viktoryaya çekdiği telgraf üzerine mümkin olabildi. Ruslar ve Bulgarlar, onbinlerce Türk kadın ve çocuğunu kesdiler. Bir milyondan fazla Türk, Bulgaristandan, İstanbula hicret etdi. O zemân Rusyânın nüfûsu doksan, Osmânlıların ise altmışdört milyondu. Sultân Abdülhamîd hân, fâci’aları görünce, Edirne mütârekesinden onüç gün sonra, 13 Şubat 1296 [m. 1878] da Meclis-i meb’ûsânı kapatdı. Devlet idâresini eline al-dı. Meb’ûsların ancak yüzde kırkı Türkdü. Bu parlamento devâm etseydi, Osmânlı devleti, dahâ o zemân parçalanacakdı. Sultân Abdülhamîd hânın ilk ve büyük başarısı, bu felâketi görmesi ve önlemesi oldu. Osmânlılara imzâlatdırılan 3 Mart 1878 Ayastefanos [Yeşilköy] mu’âhedesini sultân Abdülhamîd hân bir dürlü hazm edemedi. Dâhiyâne bir kurnazlıkla 4 Hazîran 1878 de İngiltere ile gizlice anlaşdı. Kıbrıs adasının idâresini İngiltereye bırakdı. Adanın gelirleri her yıl İstanbula yollanacak, ada Osmânlı İmperatorluğunun bir parçası kalacakdı. Buna karşılık, İngiltere Ayastefanos mu’âhedesinin Türkiye lehine değişdirilmesine yardım edecekdi. Böylece, Berlin mu’âhedesi, 13 Temmuz 1878 de imzâlanarak, topraklarımızın çoğu geri alındı. Bu harbde, para tazmînâtı pek ağır oldu. Sultân Abdülhamîd, buna da pek dâhiyâne çâre buldu. [m. 1881] de Düyûn-i umûmiyye idâresi kurarak, borçları, ikiyüzelliiki milyondan, yüzaltı milyon osmânlı lirasına indirdi. Bu büyük başarısı, memlekete unutulmaz bir hizmet oldu. Büyük devletlerin bütün baskılarına rağmen, Abdülhamîd hân, Berlin mu’âhedesinin, Anadolunun şarkında Ermenilere muhtâriyyet veren maddesini hiç tatbîk etmedi. Midhat pâşa ve arkadaşları, Rusyanın harb açmasına sebeb oldu. Bütün Rumeli ve Anadolunun büyük kısmı Rusyanın eline geçdi. Dâhilî işler, masonların elinde kaldı. İslâmiyyeti yıkmak, dinde reformlar yapılmak isteniyordu. Bunun için, din adamları câhil yetişdiriliyordu. Alman târîhçisi, Hans Kramer, (Ondokuzuncu asr) adındaki büyük târîh kitâbının üçüncü cildi, yirmialtıncı sahîfesinde (dessen klugen Bruder Abdülhamîd II) -295- beşinci Murâdın akllı kardeşi, diye övdüğü sultân ikinci Abdülhamîd, memleketin felâkete götürüldüğünü, pâşaların, mason uşağı olduklarını görerek, meclisi kapatdı. İrâde-i seniyye ve meclis-i vükelâ [Bakanlar kurulu] karârı ile meclis-i meb’ûsan ta’tîl edildi. Meşrûtiyyet ve bunu sağlıyan doksanüç (93) kânûn-i esâsîsi [anayasası] ilgâ edilmedi. Bu anayasa 1908 de ikinci meşrûtiyyetin i’lânına kadar devâm etmişdir. Sultân Abdülhamîd hân, a’yân üyelerinin [senatörlerin] vazîfelerine de son vermedi. Yaşıyanları, 1908 millet meclisine dâhil oldular. Sultân Abdülhamîd hân, devleti, milleti, otuzbir sene, Allahü teâlânın emrlerine göre, adâletle idâre etdi. Millet, sulh, bolluk, ucuzluk, râhat ve huzûr içinde yaşadı. Her vilâyetde mektebler, hastahâneler, yollar, çeşmeler, Viyanadan başka bir yerde eşi bulunmıyan modern bir tıp fakültesi yapdırdı. 1293 [m.1876] de Mekteb-i Mülkiyyeyi yapdırdı. [1296] da bir müze yapdırdı. [1297] de hukûk mektebi ve dîvân-ı muhâsebâtı [sayıştay] kurdu ve Beyoğlu kadın hastahânesini yapdırdı. [1299] da güzel san’atlar akademisi, [1300] de yüksek ticâret mektebi, [1301] de yüksek mühendis mektebi ve yatılı kız lisesi açıldı. [1303] de Terkos suyunu İstanbula getirtdi ve mülkiye lisesini açdı. [1305] de Alman imperatörü İstanbula gelip, sultân Ahmed meydânında Alman çeşmesi yapıldı. [1307] de Bursada ipekçilik mektebini yapdırdı. [1308] de Halkalı zirâ’at ve baytar mektebi ve Kâğıthânede bir poligon kurdurdu. 1309 [m.1892] da Bursa demiryolunu ve Aşîret mektebini yapdırdı. [1310] da Üsküdar lisesi ve Rüşdiyye mektebleri ve yeni postahâne binâsı ve Osmânlı bankası ile Reji binâlarını ve (Yafa-Kudüs) demiryolu ile Ankara demiryolu yapıldı. Yine [1310] da Hamîdiyye kâğıd fabrikası, Kadıköy havagazı fabrikası ve Beyrut limanı rıhtımını yapdırdı. [1311] de Osmânlı sigorta şirketi ve Küçüksu barajı ve (Manastır-Selânik) demiryolu yapıldı. [1312] de (Şâm-Horan) demiryolu ve (Eskişehir-Kütahya) demiryolu yapıldı. Yine [1312] de Hamîdiyye yüksek ticâret mektebi ve (Galata-Tophâne) rıhtımı, Dolmabağçe sâat kulesi yapıldı. [1313] de (Beyrut-Şâm) demiryolu, Dâr-ül-aceze binâsı, mum fabrikası, (Afyon-Konya) demiryolu, Sakız limanı rıhtımı, şimdiki İstanbul lisesi binâsı, (İstanbul-Selânik) demiryolu yapıldı. Ereğli kömür ocakları çalışdırıldı. [1314] de Tuna nehrinde Demirkapı kanalını, kapalıçarşı ta’mîrini yapdırdı. [1313] Yu-nan zaferini kazandı. Akl hastahânesini yapdırdı. [1316] da Şişlide Hamîdiyye Etfâl hastahânesini yapdırdı. [1318] de Medîne-i münevvereye kadar telgraf hattı yapdırdı. 1320 [m.1901] de Hamîdiyye Hicâz demiryolu Zerkaya kadar işledi. Kâğıthânedeki Hamîdiyye suyu yapıldı. Yeni balıkhâne, Haydarpâşa rıhtımı, ma’den arama -296- mektebi, Şâmda tıbbiyye-i mülkiyye yapıldı. Haydarpâşada askerî tıbbiyye mekteb-i şâhânesi 24 Teşrîn-i evvel 1321 de açıldı. [1322] de dilsiz ve sağırlar mektebi açıldı. [1322] de Bingâzîye telgraf hattı yapıldı. [1323] de (İstanbul-Köstence) kablosu döşendi. Haydarpâşa istasyonu binâsı yapıldı. Beşiktaş tepesindeki Yıldız serâyını ve önündeki câmi’i yapdırdı. Velhâsıl Avrupada yapılan yeniliklerin hepsini en modern şeklde yurdumuzda yapdırdı. Ne yazık ki, [1327] de tahtdan indirilince, bütün bu ilerlemeler durdu ve memleket kana boyandı. Abdülhamîd hân, (İstanbul-Eskişehir-Ankara) ve (Eskişehir-Adana-Bağdâd) ve (Adana-Şâm-Medîne) demiryollarını yapdırdığı zemân, başka memleketlerde bu kadar demiryolu yokdu. Din bilgileri, fen ve edebiyyât üzerinde çok kitâb basdırdı. Köylere kadar kurslar açdırdı. Parasız kitâblar gönderdi. Harb gücünü gayb etmiş olan eski gemileri Halice çekip, Avrupada yeni yapılan üstün evsâflı kruvazörler, zırhlılar ile donanmayı kuvvetlendirdi. Askeri, subayı öyle şerefli olmuşdu ki, bir kahve önünden bir binbaşı geçerken, kahvede oturanlar ayağakalkarak saygı gösterirlerdi. Öyle bereket vardı ki, bir binbaşının evinde pişen yemekden, bir mahalle fakîrlerinin karnı doyardı. Bütün millet, sivil, asker, herkes birbirini çok severdi. Yalnız [1313] yılında, Yunan isyânı oldu. Ethem pâşa “rahime-hullahü teâlâ” kumandasında gönderdiği askeri, kendisi serâydan idâre ediyordu. Askeri yirmidört sâatde Termopil geçidini aşıp, Atinaya girdi. Bütün Avrupa kumandanları buna şaşırdı. Çünki, Alman kurmayları, Osmânlı ordusu, Termopili altı ayda geçemez diye rapor vermişdi. İkinci Abdülhamîd hânın güzel ahlâkını, dîne olan bağlılığını, edeb ve hayâsının derecesini, aklını, ilmini, adâletini, millet için durmadan çalışdığını, hiç cân yakmadığını, düşmanlarına bile iyilik etdiğini, masonların aldatdıkları ve maşa olarak kullandıkları satılmışları bile afv etdiğini anlamak istiyenlere, (Mâbeyn baş kâtibi) Es’ad beğin (Hâtırât-ı Abdülhamîd-i hân-ı sânî) kitâbını okumalarını tavsıye ederiz. Ermeni komitecilerin hâzırladıkları ve 21 Temmuz 1323 [m. 1905] günü Cum’a nemâzını kılıp, Yıldız câmi’inden çıkarken patlatılan bir arabadaki sâatli bombadan kurtulunca, binlerce seyirci ve ecnebî diplomatlara karşı, düşünmeden, hemen söylediği şu kelimeler, kalbinin temizliğini, milletin olgun, şefkatli bir babası olduğunu göstermeğe yetişir sanırız: (Kendimce en büyük emel, ehâlînin râhat ve mes’ûd olmasıdır. Bu uğurda, gece-gündüz nasıl çalışıldığı ve gayret gösterildiği ma’lûmdur. Gayret ve hüsn-ü niyyetimin min tarafillah mükâfâtı, şu hâdiseden, hıfz-ı Hudâ ile, emîn olmaklığımdır. Onun için, cenâb-ı Hak- -297- ka şükr ve hamd ederim. Müte’essir olduğum birşey varsa, asker evlâdlarımdan ve ehâlîden ba’zılarının telef ve mecrûh olmalarıdır. Buna, ilelebed teessüf ederim. Tebe’amın, hakkımda göstermiş oldukları hissiyâta an-samîmilkalb memnûniyyetimi beyân eyler, âfât-i semâviyye ve erdiyyeden masûniyyetleri için düâ ederim). Merkezi Selânikde bulunan üçüncü ordunun ba’zı subayları, ingiliz câsûsları tarafından bol para ve makam va’dleri ile aldatıldı. 7 Temmuzda Şemsî pâşa, teğmen Âtıf tarafından vuruldu. Hareket ordusu İstanbula yürüdü. Halîfe, hazret-i Alînin ictihâdına uyarak, bunlara karşı koymadı. Devleti bu eşkiyâya teslîm etdi. Vaktiyle, Mekke kâfirleri de, Medîneye hücûm edince, Peygamberimiz, Bedrde, Uhudda ve Hendekde, az kuvvet ile cihâd ederek, bunların Medîneye girmelerine mâni’ olmuşdu. Hucurât sûresi, dokuzuncu âyetinde meâlen (İsyân edenler ile harb edip, bunları itâate getirin!) emrine uymadı. Halîfe, Peygamberimizin bu sünnetine ve bu farza uymadığı için, fâcia ve felâketlere sebeb oldu. 27 Cemâzilâhır 1326 ve 23 Temmuz 1908 de ikinci meşrûtiyyet i’lân edildi. Silâh baskısı altında seçim yapıldı. 17 Birinci kânûn [Aralık]da meclis açıldı. Bununla, devletin idâresi, ehliyyetsiz, tecribesiz ellere geçdi. İngilizlerin hâzırladığı fâci’alar tekrâr başladı. 5 Ekim 1908 de, Bulgaristan prensliği, krallığını i’lân ederek, Osmânlılardan ay-rıldı. Yine o târîhde, Avusturya, Bosna-Herseki ilhâk etdi. Yunanistan da baş kaldırıp, beş sene sonra Giridi ilhâk eyledi. 14 Nisan 1909 da, Adanada ermeni ihtilâli oldu. Müslimânların mallarına, cânlarına, ırzlarına saldırdılar. 1850 Türkü öldürdüler. İttihâdcılar buna da seyirci kaldılar. Halk, onyedibin ermeniyi öldürüp isyân basdırıldı. İttihâdcılar, Avrupalılara şirin görünmek için yüzlerce müslimânı kesdiler, asdılar. Bu zulmleri, o zemân Adana vâlîsi olan meşhûr Cemâl pâşa yapdı. Dâhiliyye nâzırı Tal’at pâşanın takdîrine mazhar oldu. Bu hâdiseler dolayısiyle ittihâdcılar da [1914]de meclisi kapatdı. Sultân Hamîde hak vermek zorunda kaldılar. 31 Mart vak’ası adı ile meşhûr olan 13 Nisân 1327 [m. 1909] hareketi ile sultân Abdülhamîdin hiçbir alâkası olmadığı, kat’î olarak anlaşılmışdır. İttihâdcıların, pâdişâha sâdık birinci orduya güvenmiyerek, Selânikdeki üçüncü ordudan getirdikleri avcı taburlarının çıkardığı tesbit edilmişdir. Ya’nî ittihâdcıların bir tertîbi olmuşdur. İttihâdcılar, böylece Selânikden Bulgar, Sırb, Yunan, Arnavud yağmacılarının meydâna getirdikleri hareket ordusunu İstanbula gönderdi. Tal’at beğin baskısı ile Sultân, 27 Nisan 1327 -298- [m. 1909] da tahtdan indirildi. Son meşrûtiyyet zemânında hükümdârlığı dokuz ay, beş gündür. Selânikden gelen, toplama ve frenk silâhlarını taşıyan hareket ordusuna karşı koymak istiyen kumandanlara, çarpışılmamasını, müslimân kanı dökülmemesini sıkı emr verdi. İsteseydi yalnız Taksim ve Taş kışladaki ta’lîmli asker ve sâdık subaylar, gelen çapulcu alaylarını darmadağınık edebilirdi. Fekat, kardeş kanının dökülmesini istemedi. İstanbula giren hareket ordusu kumandanları, doğru Yıldız serâyına geldiler. Hazîneyi, asrlardan beri toplanmış olan kıymetli yâdigârları ve dünyânın en zengin kütübhânelerinden olan serây kitâblığının bir kısmını yağma etdiler. Pâdişâhın altın arabası bile parçalanıp paylaşıldı. Bu barbarca saldıranlar, birer kahramân, kurtarıcı i’lân edildi. O yıl, ittihâdcılar, Sultândan iki yaş küçük olan kardeşi Mu-hammed Reşâdı yerine geçirdiler. Sultân Reşâd, ihtiyâr, sessizdi. Ortalığı kana boyıyanların, gönülden müslimân olmadıklarını görüyordu. Bu canavarlar karşısında âciz, zevâllı bir kukla hâlinde idi. İttihâdcılar, sultân Hamîdi lekeliyecek bir suç bulamadılar. Milletin onu çok sevdiğini, saydığını görerek, öldürmeğe de cesâret edemediler. Hemen o gece, kurmay binbaşı Fethi Okyarın emrinde olarak, trenle Selâniğe götürdüler. Orada Alâtini köşkündehabs edildi. Ömrünü okumakla ve ibâdet ile geçirdi. Hükûmeti ele geçiren ittihâdcıların çoğu, hattâ din işleri başkanı olan şeyh-ul islâm efendileri dahî mason idi. Sultân Hamîd hânın kansız ve huzûr içinde geçen idâresinden sonra memleket, siyâsî i’dâmlar, sû’i kasdler ülkesi oldu. Çok kimseleri i’dâm etdiler. Birbirlerini, hattâ kendi başkumandanları olan Mahmûd Şevket pâşayı da dört aylık sadr-ı a’zam iken 11 Hazîran 1331 [1913] de kendileri öldürdü. Yerine getirilen Mısr prensi Sa’îd Halîm pâşanın 3 sene, 7 ay ve 23 günlük ve bunun yerine gelen Tal’at pâşanın birbuçuk senelik sadâret zemânlarında, memleket karma karışık oldu. Herkes, ölüm, habs korkusu içinde idi. Cân, mal ve nâmûs emniyyeti kalmadı. İslâm düşmanlığı, küfr ve irtidâd moda olmağa başladı. Her vilâyetde zâlimler türedi. 1329 [m. 1911] da Arnavud isyânı oldu. Mahmûd Şevket pâşa büyük kuvvetle önliyemedi. Sultân Reşâd 16 Hazîranda Kosovaya gitdi. Beşyüzyirmiiki sene önce, dedesinin zafer kazandığı yerde, yüzbin Arnavud ile Cum’a nemâzı kıldı. Huzûru te’mîn etdi. Mahmûd Şevket pâşanın sekseniki taburla yapamadığını, sultân Muhammed Reşâd, bir gövde gösterisi ile te’mîn eyledi. Ebüzziyâ takvîminin 19 Şubat 1945 pazartesi yaprağında diyor ki: (Meşrûtiyyetin başlangıcı, memleketimiz için büyük felâket ve ziyânlara sebeb oldu. Çünki 1329 [m. 1911] da Trablusgarb İtal- -299- yanlara bırakıldı. 1331 [m. 1912] de Balkan harbi bozgunu oldu. İki büyük kıt’a ile ilişiğimiz kesildi. Afrikada birmilyonikiyüzbin kilometre kare, Rumelide ikiyüzelli bin kilometre kare yerimiz el-den gitdi. Birinci cihân harbinde de birmilyon kilometre kareden fazla toprak gayb oldu. Koca imperatorluk yağma edildi. Bu felâketlere, ittihâd ve terakkînin, gâfil, câhil, fırkacı, inâdcı, bölücü idâresi sebeb oldu.) Birinci cihân harbine Osmânlılar üç milyon askerle katıldı. Bir milyon zâyi’ eyledi. Bunun dörtyüzbini cebhede şehîd oldu. Müttefiklerimizin mevcûdü yirmiüç milyon olup, onbeşbuçuk milyon zayı’âtımız oldu. Bunun üçbuçukmilyonu cebhede öldü. Düşmân orduları mevcûdü, kırküç milyon idi. Bunların yirmiüç milyonu zâyi’ oldu. Yalnız beşbuçuk milyonu cebhede öldü. Sultân Abdülhamîdi tahtından indirenler, sonunda memleketi düşman çizmelerinin altında bırakarak kaçdılar. İlk olarak Enver pâşa, Tal’at pâşa, doktor Behâeddîn Şâkir, doktor Nâzım, 30 Ekim 1918 de Mondros mütârekesini imzâ etdikden bir gün sonra, gece yarısı kaçdılar. Tal’at pâşa [m. 1921] de kırkdokuz yaşında Berlin-de, Enver pâşa kırk yaşında [m. 1922] de Türkistânda, Cemâl pâşa da [m. 1922] de elli yaşında Tiflisde öldürüldüler. Avrupadaki mason locaları, bu başarılarını uzakdan keyf ile seyr ediyorlar. İslâmiyyeti yok etmek için, yeni plânlar hâzırlıyorlardı. Masonlar, ittihâdcılara yapdırdıkları bu cinâyetleri Midhat pâşa ve arkadaşları gibi maşalarla, dahâ otuzbir yıl önce ve pek kıyasıya yapdıracaklardı. Fekat, çok akllı, zekî, ileriyi görüşü keskin ve tâm müslimân olan, ikinci Abdülhamîd hân, bunu anlamış, bu felâketleri önlemiş, islâm âlemine se’âdet, huzûr sağlamışdı. Bunun için, bu yüce hâkana, kızıl sultân, korkak, zâlim gibi ismler takdılar. Böylece gençleri aldatmağa, onun sevgisini, büyüklüğünü gönüllerden çıkarmağa uğraşdılar. (Türkiye Târîhi)nde diyor ki, (İkinci meşrûtiyyetden sonra gelen yeni rejim, ikinci Abdülhamîdi mahkûm etmiş, hattâ bugüne kadar, bu hükümdârın lehinde, hattâ tarafsız yazmak ve konuşmak, tehlükeli sayılmışdır. Bunun bir sebebi, ikinci Abdülhamîdin, aslâ mürteci’, gerici olmamak şartı ile, muhâfazakâr olması ve imperatörlüğü otuz yıl şahsen adâlet ile idâre etmesidir. İkinci Abdülhamîdi düşürenler birbirinden inkılâbcı oldukları için, tabî’atiyle, bu hükümdârın muhâfazakârlığını beğenmemek durumunda kalmışlardır. Ancak târîh, siyâset değildir. Günün modasına göre söyliyen, yazan kimse, târîhci değildir. Çünki, siyâsî rejimler ve fikr modaları dâimâ değişir. Yakın mâzîyi halka fenâ tanıt- -300- mak gibi hissî görüş, ilmî tedkîk yapılmasına mâni’ olmakdadır. Ba’zı sathî görüşlü kimseler, günlük oluşları küçültür, gölgede bırakır diye, eski kahramânları küçültürler. Târihî realiteden korkmak ma’nâsızdır. Türkiyede, yine de, ikinci Abdülhamîd aleyhindeki yalanları nakl etmek modası yürürlükdedir. 13 Şubat 1295 [m. 1878] gününe kadar, ikinci Abdülhamîdin saltanatının ilk bir yıl, beş ay ve onüç günü, bu hükümdârın şahsî idâresi ile ilgisizdir. Şahsî idâresi, 13 Şubatda başlar. 7 Zilhicce 1293 ve 23 Kânûn-i evvel [Aralık ayı] 1876 günü birinci meşrûtiyyet i’lân edildi. İlk millet meclisi 19 Mart 1877 de açıldı. Anayasayı hâzırlıyanlardan Midhat pâşa, bir hukukcu değildi. İkinci Abdülhamîd hân hâtırâtında diyor ki: Midhat pâşa, öteden beri meşrûtiyyet tarafdârı idi. Lâkin ismini ve ba’zı kitâblarda medhini işitmekle hâsıl olmuş bir tarafdârdı. Hiçbir devletin Kânûn-i esâsîsini tedkîk etmiş ve bu bâbda esâslı fikr edinmiş değildi. Rehberi, nâfi’a vekâletinin müsteşârı, Odyan efendi idi. Odyan efendi ise, o zemân bile bizde mümtâz hukûkculardan değildi. Hele memleketi hiç bilmezdi. Zan ederim bu vukûfsuzluk, Midhat pâşa ile Tâif kal’asına kadar berâber gitdi. Midhat pâşanın başkanlığında, Ziyâ beğ [pâşa] ile Nâmık Kemâlin de katıldığı bir hey’etin hâzırladığı Anayasanın 113. cü maddesi, hükümdâra bir şahsı sürmek hakkını vermişdi. Bu maddeyi Midhat pâşa, mahsûs koydurdu. Çünki, ölünciye kadar iktidârda kalmağı umuyordu. Bu madde ile, muhâliflerini sürmek istemişdir. Nitekim birkaç devlet adamını sürdü. İkinci Abdülhamîd hân, muhâkemesiz sürülmenin tanzimâta aykırı olduğuna dikkati çekdi ise de, Midhat pâşayı iknâ’ edememişdi. Midhat pâşa, anayasaya, herkesin kendi dili ile konuşabileceğini koydurmak istemiş, fekat Sultân, bu maddeyi kaldırmışdır. Midhat pâşa, Sultânın bütün selâhiyyetini yok etmek için, Anayasayı büyük devletlerin kefâletleri altına koymak istemişdir. Türk devletinin istiklâlini yok edecek bu feci’ madde de kabûl edilmemişdir. Rusya ile harb etmek için, Bâb-ı âlide nutklar çekdi. Medrese talebesini ayaklandırarak, harb lehine nümâyiş yapdırdı. Bunlar, Sultânın penceresi altında bile harb diye bağırdılar. Harb olursa, İngilterenin yardım edeceğine inanıyordu. İçki sofralarında, Cumhûriyyet i’lân edip, üçüncü Napolyon gibi, Cumhûrbaşkanı, sonra imperatör olacağını söyledi ve (niçin Âl-i Osmân olur da, Âl-i Midhat olmaz) dedi. İşi dahâ ileri götürerek, husûsî asker yazmağa kalkışdı. Bu yeni asker, Millet askeri nâmı ile yeni bir ordu teşkil edecek ve Midhat pâşanın emrinde olacakdı. Hıristiyan ve müslimânlardan gönüllü -301- yazılanlar, başkumandanları Midhat pâşa lehine yürüyüşler yapıyorlar. İstanbulda huzûru bozuyorlardı. Yeniçeri ocağı hortluyordu. Midhad pâşa, milliyetçiliğe uymıyan hareketlerde de bulundu. Bosnada, Türk bayrağındaki ayyıldız yanına bir haç eklenmesini emr etdi. Devlet bayrağının, bir eyâletde olsa bile, sadr-ı a’zam emri ile değişdirilmesi de, onun demokrasi anlayışına parlak bir örnekdir. Bu haçlı Türk bayrağını taşıyan bir tabura İstanbulda geçid resmi bile yapdırdı. Bütün bu sapıklıkları, ikinci Abdülhamîd hânın sabrını taşırarak, 5 Şubat 1877 de, onu sadr-ı a’zamlıkdan azl etdi. Kendi arzûsu üzerine İzzeddîn vapuruna bindirilerek İtalyaya gönderildi. Eline de beşyüz altın verildi. Bir sene, sekiz ay çeşidli şehrleri gezdi. İngilizlerle halîfeye karşı anlaşmalar yapması üzerine, yurda çağrıldı. İki ay Giritde, Hanyada oturdukdan sonra 1295 [m. 1878] son ayında Sûriye vâlîsi, 4 Ağustos 1297 [m. 1880] de Aydın vâlîsi yapıldı. Burada iken, 16 Mayıs 1298 [m. 1881] de, Yıldızda muhâkeme edilmek için tevkif emri verildi. Fransız konsolosluğuna sığınarak kendisini lekeledi. Fransız sefîrinin emri ile halîfeye teslîm edildi. Mahkemenin i’dâm karârını halîfe, müebbed habse çevirip, 28 Temmuzda İzzeddîn vapuru ile Rüşdü, Mahmûd ve Nûri pâşalarla ve Hasen Hayrullah efendi ile birlikde Tâife götürülüp habs edildiler. 6 Mayıs 1301 [m. 1883] de Mahmûd Celâleddîn pâşa ile, askerler tarafından boğulup öldürüldüler. İngiltere onu kurtarmağa karâr verdi. Kızıldenizdeki bir harb gemisine bu vazîfeyi verdi. Pâşaların, İngilizler tarafından kaçırılacağını anlıyan hicâz vâlîsi müşîr Osmân Nûrî pâşanın emri ile öldürüldüğü sanılmakdadır). (Yeni Türkiye Târîhi)nin yazısı temâm oldu. 283, 286, 287, 361, 369, 370, 374, 377, 385. 10 - ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ: Muhyiddîn Ebû Muhammed bin Ebû Sâlih Mûsâ, 471 [m. 1077] de Îrânda tevellüd, 561 [m. 1166] de Bağdâdda vefât etmişdir. Babası, hazret-i Hasenin torunu Abdüllah bin Hasen-i müsennâ soyundandır. Abdüllahın annesi, Fâtıma, hazret-i Hüseynin kızıdır. Bunun için hem seyyid, hem şerîfdir. Hanbelîdir. Kâdirî tarîkatinin reîsi ve bütün tarîkatlerin menba-ı feyzidir. Mürşid, müderris ve müftî idi. Pek büyük âlimdir. 32, 61, 117, 144, 155, 158, 176, 199, 342, 391, 392. 11 - ABDÜLLAH BİN ABBÂS: Resûlullahın amcası Abbâsın oğlu olup, çok âlim idi. Annesi Lübâde, Hâlid bin Velîdin teyzesi idi. Hicretden üç yıl önce Mekkede doğdu. Çok hadîs-i şerîf bilirdi. Halîfe Ömerin müşkillerini çözerdi. Sıffînde imâm-ı Alînin kumandanlarından idi. Abdüllah bin Zübeyrin hilâfetini kabûl etmedi. Tefsîrde çok ileri idi. Müfessirlerin şâhıdır. 68 yılında, Tâif- -302- de vefât etdi. Uzun boylu, beyâz, güzel idi. Ömrünün sonlarında göremez oldu. Abbâsî halîfeleri, bunun soyundandır. 40, 59, 70, 74, 86, 119, 121, 122, 123, 125, 126, 130, 137, 165, 168, 169, 170, 184, 185, 189, 231, 243, 318, 345, 356, 359, 408. 12 - ABDÜLLAH BİN CA’FER: Resûlullahın amcası Ebû Tâlibin torunudur. Habeşistânda dünyâya geldi. 80 yılında Medînede vefât etdi. Çok cömerd idi. Hazret-i Mu’âviye buna çok ikrâm ederdi. Muhammed bin Ebî Bekr-i Sıddîk ile Yahyâ bin Alî ibni ebî Tâlib ile ana bir kardeş idi. Hazret-i Alî ile Fâtıma-tüzzehrânın kızı olan Zeynebin zevci idi “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”. 66, 168, 204, 378. 13 - ABDÜLLAH BİN EBÎ BEKR-İ SIDDÎK: Önce islâm olanlardandır. Hicretde, kâfirlerden mağaraya haber getirir, gece mağarada yatardı. Mekkenin fethinde, Huneyn ve Tâif gazâlarında bulundu. Tâifde yaralandı. 11. ci yılda vefât etdi “radıyallahü teâlâ anh”. 99. 14 - ABDÜLLAH BİN EBÎ EVFÂ: Eshâb-ı kirâmdan Kûfe şehrinde en son vefât edendir. 86 yılında vefât etdi. 19, 252. 15 - ABDÜLLAH BİN MES’ÛD: İlk müslimân olanların al-tıncısıdır. Resûlullahın yanından, hizmetinden ayrılmazdı. Kur’ân-ı kerîmi çok iyi öğrendi. Pekçok hadîs-i şerîf ezberledi. Mekke kâfirleri arasında açıkça okurdu. Çok eziyyet çekerdi. İki kerre Habeşistâna ve Medîne-i münevvereye hicret etdi. Bütün gazâlarda ve Yermük muhârebesinde bulundu. Cennetle müjdelendi. Halîfe Ömer-ül-Fârûk, kendisini Kûfeye müftî olarak gönderdi. Otuziki yılında, altmış yaşından sonra vefât etdi. Bakîde medfûndur “radıyallahü teâlâ anh”. 106, 163, 165, 168, 177, 182, 185, 189, 199, 208, 210, 241, 324, 330. 16 - ABDÜLLAH BİN MUBÂREK: Tebe’i tâbi’înin büyüklerinden olup, hadîs ve fıkh âlimi idi. 118 de Horasanda doğup, 181 [m. 797] de vefât etdi “rahime-hullahü teâlâ”. Kitâbları çokdur. Bir yıl hac, bir yıl cihâd ve bir yıl ticâret ederdi. Kazancının hepsini fakîrlere verirdi. Şâmda birisinden aldığı kalemi vermeden Merve gitmişdi. Kalemi vermek için Mervden Şâma geldi. Sehl Alî bin Abdüllah Merûzî, Abdüllah bin Mubârekin derslerine devâm ederdi. Birgün, (Artık senin dersine gelmiyeceğim. Çünki, bugün gelirken senin kızların dama çıkmış beni çağırıyorlardı. Benim Sehlim, benim Sehlim diyorlardı. Bunların terbiyesini vermiyor musun?) dedi. Abdüllah bin Mubârek, o gece, talebesini top- -303- layıp, (Sehlin cenâze nemâzına gidelim) dedi. Gidip, vefât etmiş buldular. (Vefâtını nerden anladın?) dediklerinde, (Benim hiç câriyem yok. O gördükleri, Cennet hûrîleri idi. Onu Cennete çağırıyorlardı) dedi. Buyururdu ki, (Edeb nedir? Âlimler çeşidli ta’rif etmiş. Bence edeb, kişinin nefsini tanımasıdır.) (Birinin bir lira hakkını ödemek, bin lira sadaka vermekden dahâ iyidir.) (Çalışıp kazanmak tevekkülü bozmaz) derdi. (Tevâzû’, zenginlere karşı kibrli olmak, fakîrlere karşı alçak gönüllü olmakdır) derdi. (Eğer gıybet etseydim, anamı, babamı gıybet ederdim. Çünki sevâblarımın onlara verilmesi dahâ iyi olur) derdi. 10, 30, 31, 260. 17 - ABDÜLLAH BİN ÖMER: Hicretden on dört sene önce tevellüd ve 73 de Mekkede vefât etdi. Babası ile birlikde îmân et-di. Küçük olduğundan Bedr ve Uhud gazâlarına götürülmedi. Diğer gazâlarda ve Mûte gazâsında ve Yermükde, Mısr ve Afrika fethlerinde bulundu. Resûlullahın nemâz kıldığı her yerde nemâz kılardı. Çok müttekî, cömerd ve halîm idi. Hilâfet işlerine hiç karışmadı. Hicrî 73 senesinde, Haccac bin Yûsüf, Mekkede, Abdüllah bin Zübeyri şehîd etdikden üç ay sonra, bunun ayağına zehrli kılıç ile vurdurarak şehîd etdi “radıyallahü teâlâ anh”. 40, 65, 73, 118, 124, 125, 165, 176, 182, 185, 196, 209, 231, 345, 400. 18 - ABDÜLLAH BİN SA’D: Hazret-i Osmânın süt kardeşi idi. Vahy kâtibi iken mürted oldu. Mekkenin fethinde katli emr olundu ise de, tekrâr îmâna gelip afv edildi. Mısr fethinde bulundu. 25 de Mısr vâlîsi olup, Tunusu feth etdi. Halîfenin şehâdetinde Medîneye yardıma gelirken, Mısrda yerinin yağma edildiğini anlıyarak, Remleye yerleşdi. 36 da vefât etdi. 120. 19 -ABDÜLLAH BİN SEBE’: Müslimânlar arasına ilk olarak, Eshâb düşmanlığı fitnesini sokan bir yehûdî dönmesidir. Hazret-i Osmân zemânında Yemenden gelip, müslimân olduğunu söyledi. Halîfenin yanına sokulmak istedi. Fitne, fesâd çıkaracağı anlaşılarak, Medîne-i münevvereden dışarı atıldı. Mısra giderek, câhiller arasında, halîfeyi kötülemeğe, Eshâb-ı kirâmın büyükleri için atıp tutmağa, kardeşi kardeşe düşürmeğe başladı. Kûfeye de giderek hazret-i Alîye yaltaklandı. Hattâ, sen tanrısın dedi. Alî “radıyallahü anh” da, bunu Medayn şehrine sürdü. Hazret-i Alî şehîd olunca, (O ölmedi. Bulutlarda yerleşdi. Şimşek, yıldırım onun emri ile olmakdadır) dedi. Dahâ nice, düzme sözleri ile, câhilleri aldatıp, Ehl-i sünneti parçalamağa, içeriden yıkmağa koyuldu. Fekat, Ehl-i sünnet âlimleri “rahime-hümullahü teâlâ”, âyet-i kerîmeye ve hadîs-i şerîflere sarılarak ve akla, ilme dayanarak bunun bozuk ve çürük sözlerine, çok sağlam cevâblar verdi. Onları -304- her yerde rezîl ve perîşan eyledi. Onlar ancak, kitâb okumıyan, va’z, nasîhat dinlemeğe gitmiyen câhilleri aldatabildi. 6, 14, 27, 30, 36, 77, 120, 121, 136, 220, 233, 365. 20 - ABDÜLLAH BİN UREYKIT: Benî Veyl kabîlesinden bir kâfir idi. Emîn idi. Sır saklayıcı idi. 99. 21 - ABDÜLLAH BİN YESR: Şâmda en son vefât eden sahâbîdir. Seksensekiz senesinde vefât etdi. 19, 252. 22 - ABDÜLLAH BİN ZÜBEYR: Zübeyr bin Avvâmın oğludur. Annesi Esmâ binti Ebî Bekr Sıddîkdır. Hicretden yirmi ay sonra tevellüd etdi. İsmini Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” koydu ve düâ etdi. Cesûr, kuvvetli, kahraman idi. Geceleri ibâdet eder, gündüzleri oruc tutardı. Tunus harbinde, yüzyirmibin düşman askeri ile yirmi bin islâm mücâhidi savaşırken, düşman kumandanı Cercîri öldürerek zafere sebeb oldu. Cemel vak’asında, Alîye “radıyallahü anh” karşı idi. Yezîde bî’at etmedi. Dokuz sene Mekkede halîfe oldu. Yemen, Irak ve Horasan elinde idi. Abdülmelikin kumandanı Haccac bin Yûsüf, 72 yılında Mekkeyi muhâsara ve mancınık ile şehri tahrîb etdi. Abdüllah, 73 [m. 692] de alnına gelen mancınık taşı ile yaralandı ve şehîd edildi “radıyallahü teâlâ anh”. Vâlidesi Haccacın karşısına çıkıp acı ve doğru sözler söyledi. Harâb olan Kâ’beyi ve ayrıca türbe-i nebevîyi ta’mîr etdi. Şehîd edildikden sonra, Abdülmelik bin Mervân, Kâ’benin bir dıvârını yıkdırıp, Hacer-i esvedi eski yerine koydurdu. Bugünkü Kâ’benin üç dıvârı Abdüllah, bir dıvârı Abdülmelik yapısıdır. 65, 106, 170, 211, 259, 302, 304, 330, 339, 350, 354, 359. 23 - ABDÜLLAH-İ CENGİZÎ HÂN: Mâverâünnehrdeki özbek hânlarındandır. İskender hânın oğludur. 939 da tevellüd, 1005 [m. 1596] de vefât etdi. 990 da hükmdâr oldu. 993 de Hiratı aldı “rahime-hullahü teâlâ”. 151. 24 - ABDÜLLAH-İ ENSÂRÎ: Babası Ebû Mensûr Muhammed bin Alîdir. 396 da Hiratda tevellüd, 481 [m. 1088] de orada vefât etdi. Şeyh-ül-islâm idi. Hanbelî idi. Evliyânın büyüklerinden idi. Hadîs âlimi idi. (Menâzilüssâ’irîn) ve tefsîr kitâbları meşhûrdur. Tesavvufda (Te’arrüf) kitâbını şerh etmişdir. (Münâcât) İstanbulda basılmışdır. 84, 146, 212, 270, 319, 409. 25 - ABDÜLMECÎD HÂN: Osmânlı pâdişâhlarının otuzbirincisi ve islâm halîfelerinin doksanaltıncısıdır. Sultân ikinci Mahmûdun oğludur. Sekiz oğlundan dördü pâdişâh oldu. 1237 [m. 1821] de tevellüd etdi. 1255 [m. 1839] de pâdişâh oldu. 24 Hazîran -305- 1277 [m. 1861] de vefât etdi. Sultân Selîm câmi’i bağçesindedir. Abdülmecîd hânın büyük bir hatâsı, memlekete ve bütün islâmiyyete çok ağır zararı dokunan, afv edilmez bir kabâhati olmuşdur. Öyle bir hatâ ki, Osmânlı târîhinde korkunç bir dönüm noktası yapmış, bu koca islâm devletinde bir (yok olma devri)nin başlamasına sebeb olmuşdur. Masonların, islâm düşmânlarının örtbas etmek istedikleri, gençlerden saklamağa çalışdıkları bu hatâ, sâf, temiz kalbli hâkânın, azılı ve sinsi islâm düşmânı olan İngilizlerin tatlı dillerine aldanarak, İskoç masonlarının yetişdirdikleri câhilleri işbaşına getirmesi, bunların devleti içerden yıkmak siyâsetlerini hemen anlıyamamasıdır. İngilizlerin Osmânlı devletine karşı korkunç saldırıları ve başarıları sultân Abdülmecîd hânı aldatmakla başladı. İslâmiyyeti yıkmak için İngilterede kurulmuş olan (İskoç mason teşkilâtı)nın kurnaz üyesi Lord Redcliffe İstanbula İngiliz sefîri olarak gönderildi. 1250 [m. 1834] senesinde Pârisde ve sonra Londrada Osmânlı sefîri bulunan Mustafâ Reşîd pâşa, aldatılmış, mason yapılmışdı. Bunun sadr-ı a’zam yapılması için, Lord Redcliffe sultâna çok dil dökdü. (Bu aydın, kültürlü ve başarılı vezîri sadr-ı a’zam yaparsanız, İngiltere imperatörlüğü ile Devlet-i aliyye arasındaki bütün anlaşmazlıklar kalkar. Devlet-i aliyye ekonomik, sosyal ve askerî sahâlarda ilerler) diyerek halîfeyi aldatdı. 1262 [m. 1846] da sadr-ı a’zam olan pâşa, iş başına gelir gelmez, hâriciyye nâzırı iken, Redcliffe ile el ele verip, hâzırlamış olduğu, (Tanzîmât) kanûnuna istinâd ederek, büyük vilâyetlerde mason locaları açdı. Câsûsluk ve hıyânet ocakları çalışmağa başladı. Gençler, din câhili olarak yetişdirildi. Londradan alınan plânlarla bir yandan idârî, zirâ’î, askerî değişiklikler yapdılar. Bunlarla gözleri boyadılar. Öte yandan da, islâm ahlâkını, ecdâd sevgisini, millî birliği parçalamağa başladılar. Yetişdirdikleri kimseleri işbaşına getirdiler. Bu senelerde Avrupada, fizik, kimyâ üzerinde dev adımlar atılıyor. Yeni buluşlar, ilerlemeler oluyor. Büyük fabrikalar, teknik üniversiteler kuruluyordu. Osmânlılarda bunların hiçbiri yapılmadı. Hattâ, Fâtih devrinden beri medreselerde okutulmakda olan fen, matematik derslerini büsbütün kaldırdılar. Din adamlarına fen bilgisi lâzım değildir diyerek, kültürlü, bilgili âlimlerin yetişmelerine mâni’ oldular. Sultân Abdülmecîd hân zemânında dünyâda iki büyük islâm devleti vardı. Biri Osmânlı devleti, ikincisi Hindistândaki Gürgâniyye hükümdârlığı idi. Her iki devletin sultânları, islâm dîninin bekçisi idiler. İslâm düşmanı olan İngilizler, bu iki bekçiyi yok etmek için, çok kurnaz plânlar hâzırlamışdı. Önce, Gürgâniyye devletini parçalamağa karâr verdiler. Böylece, Asyadaki müslimânları başsız bırakacak, hem de Hindis- -306- tânın hazînelerine, ticâretine hâkim olacaklardı. Fekat, Osmânlıların buna mâni’ olmasından korkuyorlardı. Bunun için Osmânlıları Ruslarla savaşdırmağa çalışdılar. Avusturya ve Prusya, Osmânlı-Rus savaşının önlenmesini istediler. Rusya da bunu kabûl etdi. Fe-kat İngilizler, Reşîd pâşayı harb etmeğe teşvîk etdiler. Yardım edeceklerine, zafer kazanacağına, böylece Osmânlıların bir numaralı adamı olacağına inandırdılar. Reşîd pâşa, Osmânlı devletinin başına geçeceğinin çılgınlığı içinde, İngilizlere maşa oldu. 26 eylül 1269 [m. 1853] de, Bâb-ı âlîde yüzaltmışüç (163) kişi topladı. Rusyaya harb açılmasına karâr verdi. Sultân Abdülmecîd hânı da, tu-zağa düşürüp, tasdîk etdirdi. Rusyaya harb i’lân edildi. Osmânlı devletinin başını derde sokan İngilizler, Hindistândaki fâci’a ve felâketlere başladılar. 1274 [m. 1857] de, Delhîde, büyük ihtilâl çıkardılar. İkinci Behâdır şâhı, oğulları ile birlikde Kalküteye götürüp habs etdiler. Gürgâniyye devleti yıkıldı. Hindistânın ilerde, İngiliz imperatörlüğüne katılması için, birinci adım atılmış oldu. İngilizler, Rus çarı birinci Nikolanın Kudüsde katoliklere karşı ortodoksları ayaklandırdığını ileri sürerek, Rusların Akdenize inmesini hiç istemiyen Fransa imperatörü üçüncü Bonapartı da, Türk-Rus Kırım Harbine sürüklediler. Kendi çıkarları için yapdıkları bu işbirliği, Türk milletine Reşîd pâşanın diplomatik zaferleri olarak tanıtıldı. Düşmanların bu yaldızlı reklâmlar ve sahte dostluklarla örtmeğe çalışdıkları imhâ hareketlerini, herkesden önce anlıyan sultân, çok zemân serâyında hüngür hüngür ağlardı. Memleketi, milleti kemiren düşmânlara karşı koymak için tedbirler arar ve Allahü teâlâya yalvarırdı. Bu sebeble, Reşîd pâşayı, birkaç kerre sadr-ı a’zamlıkdan uzaklaşdırdı ise de, kendisine (koca), (büyük) gibi ismler takan bu kurnaz adam, rakîblerini devirip, tekrâr iş başına gelmesini becerirdi. Ne yazık ki, sultân kederinden tüberküloza yakalanıp genç yaşında öldü. Sonraki senelerde devlet koltuklarını kapışan, üniversite öğretim üyeliklerine, mahkeme başkanlıklarına getirilenler, hep Mustafâ Reşîd pâşanın yetişdirmeleridir. Böylece (Kaht-ı ricâl) devri açılmasına ve Osmânlılara (Hasta adam) denilmesine sebeb olmuşdur. Abdülmecîd hân, [1256] da ilk olarak kâğıd para çıkardı. [1260] da (Mecîdiyye) köprüsü yapıldı. Şimdi Galata köprüsü deniliyor. 1412 [m. 1992] de yeniden yapıldı. [1265] de Beşiktaşla Ortaköy arasında (Küçük Mecîdiyye) câmi’ini ve Ortaköy iskelesi yanında (Büyük Mecîdiyye) câmi’ini yapdırdı. [1276] da Maçka ile Nişantaşı arasındaki (Teşvikiyye câmi’i)ni yapdırdı. [1268] de (Şirket-i Hayriyye) denilen buğaziçi vapurları işletilmeğe başlandı. [1277] de Aydın demir yolu yapıldı. [1270] de deniz altı telgraf hattı dö- -307- şetdi. [1272] de erâzi kanûnu çıkardı. [1274] de belediye teşkilâtı kurdu. [1276] da ticâret kanûnu yapdı. Abdülmecîd hânın vâlidesi(Bezm-i Âlem) sultân, 1261 [m. 1845] de Yenibağçede Gurabâ hastahânesi ve Dolmabağçe serâyı önünde deniz kenârında (Vâlide câmi’i) ve Bakırcılarda Bâyezîd kulesi önünde büyük sultânî lisesi ve dahâ birçok mescid, çeşme yapmışdır. Dolmabağçe denilen yer, [1023] de, birinci Ahmed hânın emri ile dolduruldu. Bir tepeyi denize doldurdular. Dolmabağçe iskelesini birinci Abdülhamîd hân yapdı. Dolmabağçe serâyını birinci ve ikinci Mahmûd hânlar ahşâp olarak yapmışlardı. 1269 [m. 1853] senesinde Abdülmecîd hân, bunların yerine, şimdiki muhteşem serâyı yapdırdı. Beşmilyon altın liraya mâl oldu. Bu kadar çok para, milletin cebine girmiş oldu. Binlerce âilenin yüzü güldü. Ayrıca, memlekete, çok kıymetli ve târihî bir san’at eseri kazandırmış oldu. Sulh ve terakkî sağladı. Hicâzda ve Anadoluda çok eserler yapdı. İslâm düşmânları, Osmânlı halîfelerine çirkin iftirâlar yapdıkları gibi, bu mubârek zâta da, leke sürmeğe çalışıyorlar. Memleketin her tarafında ve hele Mekkede, Medînede yapdırdığı, görülmemiş güzel san’at eserlerine, isrâf yapdı diyorlar. Allahü teâlânın mubâh etdiği, izn verdiği câriye kullanmasını, ya’nî meşrû’ hakkını suç olarak gösteriyorlar. İçki içerdi diyorlar. Sultân ikinci Selîm hâna ve Yıldırım sultân Bâyezîde de böyle iftirâ etdiler. Hiçbir vesîkaya dayanmıyan bu sözlere sâf müslimânlar da inanıyor. Yeni târîh kitâblarına bile yazıyorlar. Hâlbuki Osmânlı pâdişâhlarının hepsi, her işlerinde islâmiyyete uyar, yüksek âlimlerin fetvâları ile hareket ederlerdi. Hepsi sâlih, dindâr, mubârek insanlardı. Herbiri islâmiyyete çok hizmet etdi. İkinci Selîm hânın Edirnede yapdırdığı büyük Selîmiyye câmi’i, düşmânlarına açık cevâb vermekde, iftirâlarını yalanlamakdadır. Din düşmanları, iyileri kötülemekde, kötüleri, dinsizleri övmekdedir. Abdülmecîd hân, türbesinin yüksekliğinin, Yavuz Sultân Selîm türbesinden aşağı olmasını vasıyyet etmiş ve öyle yapılmışdır. Türbesinde oğulları Burhâneddîn efendi [1265-1293] ve Muhammed Abdüssamed efendi [1269-1271] ve Osmân Safiyyüddîn efendi de [1271] vardır. Ortadaki üçüncü türbede sultân Süleymân hânın vâlidesi Hafsa sultân ile Sultân Süleymân şâhzâdelerinden Murâd, Mahmûd ve Abdüllah efendiler ve bir hanım efendi vardır “rahime-hümullahü teâlâ”. 243, 287, 368, 375, 376, 397. 26 - ABDÜLVEHHÂB-I ŞA’RÂNÎ: Abdülvehhâb bin Ahmed, kutb-i Şa’rânî adı ile meşhûrdur. Şâzilî idi. Alî Havâsın talebesi idi. Ârif ve kutb-i zemân idi. 898 [m. 1493] de tevellüd, 973 -308- [m. 1565] de Kâhirede vefât etdi. Tefsîr, fıkh, tesavvuf, târîh, nahv ve tıb üzerinde çok kitâb yazmışdır. (Dürer-ül gavâs fî fetâvâ Alî Havâs), (Fethulvehhâb fî fedâil-il-âl vel-eshâb), (Kibrit-ül-ahmer fî ulûm-il-şeyhil ekber), (Kitâbül-minen vel ahlâk), (Mîzân-üşşa’râniyye) ve (Yevâkit velcevâhir fî beyân-ı akâidil-ekâbir) kitâbları meşhûrdur. 58. 27 - ABDÜRRAHMÂN BİN AVF: Eshâb-ı kirâmın büyüklerindendir. Âşere-i mübeşşeredendir. Önce îmâna gelen sekiz kişiden biridir. Habeşistâna ve Medîne-i münevvereye hicret etdi. Bütün gazâlarda bulundu. Uhud gazâsında yirmibir yerinden yaralandı. Ayağından aldığı yaradan, hafîf topal kaldı. O muhârebede on iki dişi de kırıldı. Çok sadaka verirdi. Bir günde, Allah rızâsı için, otuz köle âzâd etmişdir. Çok zengin idi. Büyük tüccâr idi.Hazret-i Ömerden sonra, halîfe namzedi olan altı kişiden biri idi. Halîfe olmak istemedi. Çekildi. Hazret-i Osmânın halîfe olmasını ilk istiyen budur. Otuzbir senesinde, yetmişbeş yaşında iken vefât etdi. İri, beyâz, yakışıklı idi “radıyallahü teâlâ anh”. 129, 166, 167. 28 - ABDÜRRAHMÂN BİN SÜMER: Mekkenin fethinde islâma geldi. Basrada yerleşdi. Efganistân fâtihidir. Hasen-i Basrî de, askeri arasında idi. 45 de azl edildi. 50 senesinde Basrada vefât etdi. 62. 29 - ABDÜRREZZÂK LÂHİCÎ: Babası Alîdir. Kum şehrinde müderris idi. Şî’î âlimi olup, çok kitâb yazmışdır. 1051 [m. 1642] de vefât etdi. 18, 22. 30 - AHMED ÂSIM EFENDİ: Âlim idi. Ayntablıdır. Arabî (Kâmûs), fârisî (Burhân-ı kâtı’) lügat kitâblarını türkçeye çevirmişdir. (Emâlî kasîdesi)ni türkçe şerh etmişdir. Târîh de yazmışdır.1235 [m. 1820] de vefât etdi. Üsküdarda Nûh kuyusu kabristânındadır. Fâtihde, Yavuz Selîm durağından Eski Alîye inen caddeye bunun ismi verilmişdir. 87, 104, 108. 31 - AHMED BİN ALÎ NESÂÎ: 215 [m. 831] de Horasanda tevellüd, 303 [m. 915] de Şâmda vefât etdi. Hadîs âlimidir. Mısrda şöhret bulmuşdu “rahime-hullahü teâlâ”. 128. 32 - AHMED BİN HANBEL: Hanbelî mezhebinin reîsidir. Babası Mervlidir. 164 [m. 780] de Bağdâdda tevellüd, 241 [m. 855] de orada vefât etdi. Hayâtını anlatan çok kitâb yazılmışdır. Hadîs ve fıkhda zemânının bir dânesi idi. Kur’ân-ı kerîm mahlûkdur demediği için habsde döğülürdü. Cenâzesini yüzkırk bin kişi taşıdı.Vera’ ve takvâsı, ilmi ve kemâli çok idi. Üçyüzbin hadîs-i şerîf ezberlemişdi. Zühd nedir dediklerinde, (Zühd üç dürlüdür: Câhillerin zühdü, harâmları terk etmekdir. Âlimlerin zühdü, halâl olanla- -309- rın fazlasından sakınmakdır. Âriflerin zühdü, Allahü teâlâyı unutduran şeyleri terkdir) buyurdu “rahime-hullahü teâlâ”. 23, 25, 43, 45, 57, 63, 84, 176, 178, 195, 219, 224, 324, 362, 388, 401. 33 - AHMED BİN MUSTAFÂ: Taşköprü zâde adı ile meşhûrdur. 901 de Bursada tevellüd, 968 [m. 1560] de vefât etdi. Âşıkpâşa mahallesindedir. Çeşidli medreselerde müderrislik yapdı. Son zemânlarında göremez oldu. Çok kitâb yazmışdır “rahime-hullahü teâlâ”. 105. 34 - ÂİŞE-İ SIDDÎKA “radıyallahü anhâ”: Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” zevce-i mutahherası ve Ebû Bekr-i Sıddîkın kerîmesidir. Vâlidesi, ümmü Rûmandır. Hicretden sekiz sene önce tevellüd ve 57. ci yılda, 65 yaşında Medînede vefât etdi. Bakîdedir. Evlâdı olmadı. Hadîce-i kübrânın vefâtından bir yıl sonra ve hicretden iki yıl önce, nikâh edildi. Üç sene sonra, Medînede, hücre-i se’âdete getirilmekle şereflendi. Aklı, zekâsı, iffeti ve takvâsı, şaşılacak kadar çok idi. Resûlullah tarafından çok sevilir ve çok öğülürdü. Nikâhı Allahü teâlânın emri ile yapıldı. Âyet-i kerîme ile medh edilmişdir. Eshâb-ı kirâm müşkillerini çözmek için kendisine başvururdu. Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” vefâtında onsekiz yaşında idi. 12, 13, 20, 24, 30, 47, 48, 60, 69, 74, 75, 76, 105, 110, 114, 119, 122, 123, 127, 128, 130, 133, 165, 171, 175, 176, 178, 185, 196, 207, 212, 234, 235, 242, 249, 256, 311, 340, 345, 355, 358, 387, 409. 35 - ALÎ BİN EMRULLAH: Alî Çelebi, Anadolu kâdı askeri idi. Ya’nî askerî mahkeme reîsi idi. 916 da tevellüd ve 979 [m. 1571] de Edirnede vefât etdi. (Ahlâk-ı Alâî) kitâbı türkçe olup iki cilddir. Mısrda basılmışdır. Beydâvî tefsîrine hâşiyesi, (Dürer) ve (Gurer) kitâbına hâşiyesi, (Keşşâf) tefsîrine hâşiyesi, türkçe şi’rlerinin divânı, (Kasîde-i bürde) şerhi ve dahâ nice eserleri vardır “rahime-hullahü teâlâ”. 66. 36 - ALÎ BİN OSMÂN: Sirâceddîn-i Ûşî, 557 [m. 1162] de tâ’ûn, ya’nî vebâ hastalığından öldü “rahime-hullahü teâlâ”. (Fetâvâ-yı sirâciyye) ve (Meşârikul-envâr) ve (Emâlî kasîdesi) meşhûrdur. Buna (Lâmiyye) kasîdesi de denir. 87. 37 - ALÎ MÜRTEDÂ “radıyallahü anh”: Resûlullahın amcası Ebû Tâlibin dördüncü oğludur. Hulefâ-i râşidîn ve Aşere-i mübeşşerenin de dördüncüsüdür. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” dâmâdı idi ve çok sevgilisi idi. Ehl-i beytin, Ehl-i abânın birincisi idi. Allahü teâlânın arslanı idi. Çeşidli hadîs-i şerîflerde medh edildi. Ehl-i sünnetin gözbebeğidir. Evliyânın reîsidir. Kerâmetler hazînesidir. Hicretden 23 yıl önce Mekkede tevellüd etdi. Annesi, Fâtıma binti Esed bin Hâşim idi. On yaşında iken, bi’setin -310- ikinci günü îmâna geldi. Yürüyerek hicret edip, mubârek ayakları şişdi. Bütün gazâlarda arslan gibi döğüşdü ve çok yara aldı. Uhudda on altı yerinden yaralanmışdı. Tebük gazâsında, Medînede muhâfız olarak bırakılmışdı. Âyet-i kerîme ile medh ve senâ buyurulmuşdur. Üç halîfeye de bî’at etmiş, seve seve tasdîk etmişdir. Her üçüne de çok yardım etmişdir. 35 yılında halîfe oldu. 36 yılındakiCemel vak’asında Âişe-i Sıddîkayı esîr alınca hurmet ve ikrâm etmiş ve kendi askeri arasında bulunan Muhammed bin Ebî Bekr ile Medîneye göndermişdir. 37 de Sıffîn denilen yerde hazret-i Mu’âviyenin askeri ile yüz günde doksan kerre meydân savaşı yap-mış, askerinden yirmibeşbin, karşı tarafdan kırkbeşbin kişi şehîd olmuşdu. Karşı tarafın sulh teklîfini kabûl edince, ordusundan ye-di bin kişi ayrıldı. Bunlara hâricî denildi. Hâlid bin Zeydi, bunlara nasîhat için gönderdi ise de, fâidesi olmadı. Bunların üzerine yürüyüp, perîşan etdi. Hâricîler, kendisine çok iftirâ ediyorlar. Şâmdaki islâm âlimlerinden Ebû Hâmid bin Merzûk, 1387 [m. 1967] bas-kılı (En-nakd-ül-muhkem) kitâbında diyor ki, (İmâmı Hayder Alîye “kerremallahü vecheh” dil uzatanlardan biri de İbni Teymiyye Harrânîdir. (Minhâc-üs-sünne) kitâbında Eshâb düşmanlarına karşı hâricî kitâblarından vesîkalar nakl ederken, hazret-i Alîye ve Ehl-i beyte çirkin iftirâlar yapmakdadır). Hazret-i Alî “radıyallahü anh”, hâricîlerden Abdürrahmân ibni Mülcem tarafından kırkıncı [40] yıl Ramezânın onyedinci günü, sabâh nemâzını kıldırırken, kılıncla başından yaralandı. İki gün sonra şehîd oldu. Necefdedir.Üçü Fâtımadan olmak üzere onsekiz oğlu ve on sekiz kızı vardı. Orta boylu, buğday renkli, ak ve uzun sakallı idi. 13, 14, 15, 16, 17, 18, 21, 22, 23, 24, 27, 28, 29, 33, 34, 35, 36, 38, 39, 40, 44, 45, 46, 47, 48, 49, 50, 58, 60, 61, 62, 63, 65, 67, 68, 69, 70, 71, 72, 75, 79, 82, 83, 85, 86, 88, 96, 97, 98, 99, 101, 103, 105, 106, 107, 108, 109, 110, 111, 112, 113, 114, 115, 116, 117, 118, 119, 120, 121, 122, 123, 124, 125, 126, 127, 129, 130, 131, 132, 133, 134, 138, 140, 143, 161, 164, 165, 166, 167, 168, 170, 171, 172, 175, 176, 177, 178, 179, 180, 181, 182, 183, 184, 185, 186, 187, 188, 189, 190, 191, 192, 193, 194, 195, 196, 197, 198, 199, 200, 201, 202, 203, 204, 205, 206, 207, 208, 209, 210, 211, 212, 214, 215, 216, 221, 223, 224, 225, 226, 227, 228, 229, 230, 231, 232, 233, 234, 235, 237, 241, 242, 243, 244, 245, 246, 248, 249, 250, 251, 254, 257, 258, 259, 260, 264, 265, 267, 271, 279, 298, 302, 303, 304, 305, 318, 323, 329, 331, 344, 345, 352, 355, 356, 357, 358, 359, 381, 382, 385, 386, 396, 399, 402, 408, 409. 38 - ALÎ RIZÂ: Muhammed Cevâd Takî hazretlerinin baba-sı ve Mûsâ Kâzım hazretlerinin oğludur. Oniki imâmın sekizincisidir. 153 de Medînede tevellüd, 203 [m. 818] de Tûs şehrinde vefât etmişdir. Hârûnürreşîdin kabri yanındadır. Bu şehre bugün Meş- -311- hed denilmekdedir. Halîfe Me’mûn, kendisini çok sever ve sayardı ve kendine dâmâd yapmışdı. İmâm önce vefât etmeseydi, kendinden sonra imâmı halîfe yapacakdı. 158, 342, 359. 39 - ÂMİDÎ: Seyfeddîn Alî bin Muhammed, islâm âlimlerininbüyüklerindendir. Âmid şehrinde ya’nî Diyârbekrde 551 de tevellüd, 631 [m. 1234] de Şâmda vefât etdi. Şâfi’î idi. Mısrda, Şâmda yıllarca müderrislik yapdı. Kelâm, fıkh, mantık ve hikmetde, kıymetli eserleri vardır. 75, 205. 40 - AMMÂR BİN YÂSER: Anası ve babası ile en önce islâma gelenlerdendir. Kâfirlerden çok işkence çekdi. Annesi Sümeyye hanım, işkence edilirken şehîd oldu. İlk islâm şehîdi Sümeyyedir. Ebû Cehlin süngüsü ile şehîd oldu. Ammâr “radıyallahü anh” hadîs-i şerîf ile medh olunmuşdur. Her gazâda bulundu. (Mescid-i Kubâ)nın yapıcısıdır. Müseylemetülkezzâb ile muhârebede bir kulağı kesildi. Halîfe Ömer zemânında Kûfe vâlîsi oldu. 37 de Sıffîn muhârebesinde, 94 yaşında şehîd oldu. Uzun boylu, buğday renkli, ak sakallı idi “radıyallahü teâlâ anh”. 28, 105, 113, 176. 41 - AMR İBNİ ÂS: Eshâb-ı kirâmın meşhûrlarındandır. Hicretin sekizinci yılı, Mekkenin fethinden, altı ay önce Hâlid bin Velîd ile Medîneye gelerek müslimân olmuşlardır. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” Ummânda vâlîsi olup, hiç azl buyurmadı.Ebû Bekr tarafından Şâmın fethine gönderildi. Halîfe Ömer tarafından Filistin vâlîsi oldu. Mısrı feth etdi. Mısra vâlî yapıldı. Sıffîn muhârebesinde, ictihâdı, hazret-i Mu’âviyenin ictihâdına uygun oldu. Yeniden Mısra vâlî olup, ölünceye kadar bu vazîfede kaldı. 43 de vefât etdi. Çok zekî, meşhûr dâhîlerden idi. Kısa boylu, cesûr, edîb ve belîg idi “radıyallahü teâlâ anh”. 19, 62, 65, 75 76, 105, 172, 180, 249, 251, 340, 358, 405. 42 - ÂZÂD: Emîr Gulâm-ı Alî bin seyyid Nûh, Hindistânın meşhûr şâirlerindendir. Dört kasîdesi çok meşhûrdur. 1200 [m. 1786] de vefât etdi. 151. 43 - BÂBÜR ŞÂH: Timûr Gürgân şâhın oğlu meşhûr Asterâbâd fâtihi Mîrân şâhın torunu olan sultân Ebû Sa’îdin torunudur. 888 [m. 1482] de tevellüd etdi. 933 [m. 1526] de Hindistânı alıp, büyük bir islâm devleti kurdu. Bu devlet, 1274 [m. 1858] senesinde İngilizlerin işgâline kadar, 342 sene hükm sürdü. 937 [m. 1530] devefât etdi. Kâbildedir. Âlim, âdil ve edîb idi. Hayâtını kendi yazdı. (Tüzük Bâbürî) dediği bu kitâbı, Ekber şâh zemânında Çağatay di-linden fârisîye, sonra İngilizceye terceme ve neşr edildi. Bâbürün kurduğu (Timûr oğulları) veyâ (Gürgâniyye) devletinin onyedi hükmdârı şunlardır: -312-
Yukarıda yazılı Gürgâniyye hükmdârlarının son zemânlarında ingilizler Hindistâna yerleşmeğe başladı. El altından hindû kâfirlerini müslimânlara karşı kışkırtdılar. Sürekli fitneler çıkardılar. Önce, Felemenk, Portekiz, Fransız ve İngiliz tüccârları ve büyük şirketleri sâhil şehrlerine yerleşdiler. İlk olarak Ferrûh Sîr Şâh, bir ingiliz şirketine imtiyâz hakkı tanıdı. İkinci Şâh-i âlem, Bingale kıt’asını senede iki milyon dörtyüzbin rubye karşılığı İngiliz şirketine kirâya verdi. 1221 [m. 1806] de Şâh-i âlem vefât edince, İngiliz hükûmeti, şirketin haklarını korumak behânesi ile işe karışdı. 1274 [m. 1858] de Delhîde ihtilâl çıkarıp, Hindistândaki vehhâbîlerin yardımı ile, Behâdır şâhı Kalküte şehrine nakl ve habs ederek, Gürgâniyye devletine son verdi. Hakîkat Kitâbevinin 1987 senesinde neşr etdiği (Diyâ-ül-kulûb) kitâbına bakınız! 1294 [m. 1877] de, Osmânlı-Rus harbi sırasında, Hindistânı, İngiltere krallığına bağlı bir imperatörlük i’lân etdi. Midhat pâşanın islâmiyyete yapdığı zararların en büyüğü bu oldu. İngilizler, girdikleri bütün islâm memleketlerinde yapdıkları gibi, islâm âlimlerini, islâm kitâblarını, islâm mekteblerini yok etdiler. Tâm din câhili bir gençlik yetişdirdiler. Hindûlarla müslimânları çarpışdırıp, milyonlarca müslimânın kılıncdan geçmesine sebeb oldular. Çıkardıkları fitnelerden en kanlısı 1274 [m. 1858] ve 1366 [m. 1947] de Pâkistân kurulurken oldu. Pakistâna devlet başkanı yapdıkları Alî Cinnâh, şî’î idi. [m. 1948] de ölünce, yerine geçen Eyyûb hân mason idi. İslâmiyyeti yıkmak yolunda idi. Bunun yerine gelen general Yahyâ hân, koyu kızılbaş idi. 1392 [m. 1972] başında Hind harbinde mağ- -313- lûb olup, doğu Pâkistân elinden gidince, habs edildi. 1947 de, şî’î bir Pâkistân devletinin kurulması, Hindistânda milyonlarca Ehl-i sünnetin ölümüne sebeb oldu. İstanbulda, İhlâs Vakfının müessisi, 1391 [m. 1971] sonunda Hind ve Pâkistân seyâhatinde (Panipüt) şehrinde kapısı kilitli bir Kur’ân mektebi görüp, niçin kapalı olduğunu sorunca, 1947 den beri kapalıdır. Bütün talebeyi ve şehrdeki binlerle müslimânın hepsini [m. 1947] de hindûlar öldürdü. Bir Ehl-i sünnet sağ kalmadı. Biz sonradan buraya geldik demişlerdir. Seyyid Abdülhakîm Efendi buyurdu ki, (İslâmın büyük düşmanı İngilizlerdir. İslâmiyyeti bir ağaca benzetirsek, başka kâfirler fırsat bulunca, bu ağacı dibinden keser. Müslimânlar da bunlara düşmân olur. Fekat, bu ağaç birgün filiz verebilir. İngiliz böyle değildir. Bu ağaca hizmet eder. Besler. Müslimânlar da onu sever. Fe-kat gece, kimse anlamadan köküne zehr sıkar. Ağaç öyle kurur ki, bir dahâ süremez. Vah vah çok üzüldüm, diyerek müslimânları aldatır. İngilizin, islâma böyle zehr salması demek, para, mevkı’ ve kadın gibi nefsânî arzûlar karşılığında satın aldığı yerli münâfıkların, soysuzların elleri ile, islâm âlimlerini, islâm bilgilerini ortadan kaldırmasıdır). 12, 345. 44 - BÂKÎ BİLLAH: Muhammed Bâkî billah, Hindistânın büyük velîsi idi. 971 de tevellüd, 1013 [m. 1604] de vefât etdi. Dehlîdedir. Zühd ve takvâsı ve kerâmetleri meşhûrdur. Kâbilden Semerkanda gelip ilm tahsîl etdi. Orada Emkenk kasabasında, Hâcegî Emkengî Ahmed Kâşânîden feyz alarak, tesavvufda kemâle gel-di. Kur’ân-ı kerîmi her gece iki kerre hatm ederdi. (Hadarât-ülkuds) ve (Berekât) kitâblarında hâl tercemesi fârisî olarak yazılıdır. İstanbulda Süleymâniyye kütübhânesinde, Reşîd efendi kısmında 474 numaradaki, (Menhec-üs-sâlikîn) kitâbını hicretin 993 [m. 1585] senesinde Mustafâ bin Hüseyn Rûmî Ahrârî Mekke-i mükerremede yazmışdır. Bunun üstâdı, hâce Ahmed Sâdık Ahrârî Kâbilî, mevlânâ Hâcegî Ahmed Kâşânîden ve bundan sonra talebesi hâce Muhammed İslâm Cûybârîden, Buhârada feyz aldı. Cûybârînin talebesi oldu ise de, mevlânâ Hâcegî Kâşânînin oğlu mevlânâ hâce İshak, Belhden Taşkende gelince, ilm ve feyz verme vazîfesini Mevlânâya bırakdı. Mevlânâ hâce İshak babasının talebesi olan mevlânâ Lutfullahın talebesi idi. Hâce Ahmed Sâdık efendi, Mâ-verâ-ün-nehrden İstanbula geldi. Üçüncü sultân Murâd hân, bunu büyük bir saygı ile karşıladı. Kendisi ve vezîrleri hizmet yarışı yapdılar. Talebesi oldular. Sonra Hicâza hareket eyledi. -314- Mısr vâlîsi İbrâhîm pâşa, misli görülmemiş hizmet eyledi. Mekkede sultânın tahsîs etdiği büyük serâyda müsâfir olundu. Burada iki sene kalıp, dokuzyüzdoksanüç 993 [m. 1585] de Medîne-i münevvereyi ziyâret etdi. Şâm yolu ile İstanbula geldi. 144, 145, 146, 148. 45 - BÂYEZÎD-İ BİSTÂMÎ: Adı Tayfurdur. Babası Îsâdır. Evliyânın büyüklerinden olup, hanefî idi. 160 da Bistâmda tevellüd, 231 [m. 846] de vefât etdi. Bistâmdadır. Bistâm, Hazer denizinin cenûb sâhilindedir. İmâm-ı Ca’fer Sâdıkın rûhâniyyeti ile yetişerek tesavvufda yükselmişdir. Otuz sene Şâmda dolaşmış, yüzonüç üstâddan ders almışdır. Aşk-ı ilâhîde o kadar ileri ve ibâdetde o derecede idi ki, nemâz kılarken, Allah korkusundan ve islâmiyyete saygısından göğüs kemikleri gıcırdardı. Son derece âlim ve fâdıl ve edîb idi. Şi’rleri meşhûrdur “kaddesallahü teâlâ sirrehul’azîz”. 148, 150, 327. 46 - BEGAVÎ HÜSEYN: Babası Mes’ûddur. Muhyissünne is-mi ile meşhûrdur. Hadîs âlimidir. Şâfi’îdir. 436 [m. 1044] senesinde Horasanda Bag şehrinde tevellüd, 516 [m. 1122] de vefât etmişdir. Meşhûr (Mesâbîh) kitâbının sâhibidir. Bu kitâbda 4719 hadîs-i şerîf vardır. Fıkhda (Kifâye), tefsîrde de (Me’âlimüttenzîl) ve dahâ birçok kıymetli eserleri vardır “rahime-hullahü teâlâ”. 106. 47 - BEHLÛL DÂNÂ: Babası Ömerdir. Kûfeli bir meczûbdur. Hârûnürreşîd ile olan sözleri meşhûrdur. İlmi yok ise de, Hârûna nasîhat verirdi. 190 [m. 806] da vefât etdi. 87. 48 - BERÂ’ BİN ÂZİB: Ensâr-ı kirâmın büyüklerindendir. Küçük olduğundan Bedr gazâsına götürülmedi. On dört gazâda, Resûlullahın önünde harb etdi. Çok cesûr idi. Rey şehri alınırken çok kahramanlık gösterdi. Basrada vefât etdi “radıyallahü teâlâ anh”. 68, 241. 49 - BEŞÎR BİN SA’D ENSÂRÎ: Eshâb-ı kirâmdandır. Hazret-i Ebû Bekre, Ensârdan, en önce bî’at eden, budur. İkinci Aka-be anlaşmasında ve bütün gazâlarda bulundu. Yemâme muhârebesinden dönüşde, Aynüttemer vak’asında şehîd oldu “radıyallahü teâlâ anh”. 113. 50 - BEYDÂVÎ: Abdüllah bin Ömer kâdî Beydâvî, müfessirlerin baş tâcıdır. Şîrâzın Beydâ kasabasında tevellüd, 685 [m. 1286] de Tebrîzde vefât etdi. Şâfi’î mezhebinde derin âlim idi. (Envârüttenzîl) adındaki tefsîri çok kıymetli olup, bütün âlimlerce kuvvetli sened olmuşdur. Kelâm, fıkh, lügat ve nahvde çok kıymetli kitâbları vardır. Tefsîrini çok kimseler şerh etmişdir. Bunlar- -315- dan (Şeyhzâde şerhi), en kıymetlisidir “rahime-hullahü teâlâ”. 86, 88, 97, 110, 111, 125, 130, 204, 274, 390. 51 - BEYHEKÎ: Ahmed bin Hüseyn Beyhekî, hadîs âlimidir. Şâfi’î mezhebinde derin âlim idi. 384 [m. 994] de Nişâpûrun Beyhek kazâsında tevellüd, 458 [m. 1066] de Nişâpûrda vefât etdi. (Sünen-i kebîr) ve (Sünen-i sagîr) hadîs kitâbları meşhûrdur “rahimehullahü teâlâ”. 129, 205, 248. 52 - BİLÂL BİN REBÂH HABEŞÎ: Eshâb-ı kirâmdandır. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” müezzini idi. Önce müslimân olanlardandır. Ümmiyyetebni Halefin kölesi idi. Kâfirler ve efendisi, kendisine çok eziyyet ve cefâ ederlerdi. Boynuna ip takıp, çocukların ellerine verir, Mekke sokaklarında dolaşdırırlardı. Bilâl ise, Allah birdir, Allah birdir der, dîninden vazgeçmezdi. Birgün,Bilâli soyup, bir don ile, sıcak kum üzerine yatırdılar. Üstüne büyük taş koydular. Yâ, Muhammedin dîninden çıkarsın, yâhud ölünciye kadar, burada böyle kalırsın dediler. Bilâl hazretleri, bu taşın altında (Allah birdir, Allah birdir) derdi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” oradan geçerken, bunu gördü. (Allahü teâlânın ismini söylemek, seni kurtarır) buyurdu. Evine geldi. Ebû Bekr gelince, Bilâlin çekdiğini söyledi. (Çok üzüldüm) buyurdu. Ebû Bekr “radıyallahü anh” kâfirlerin yanına gitdi. (Bilâle böyle yapmakla elinize ne geçer? Bana satınız!) dedi. Dünyâ dolusu altın versen satmayız.Fekat, senin kölen Âmir ile değişiriz dediler. Âmir, Ebû Bekrin ticâret işlerini yapardı. Çok para kazanırdı. Yanında maldan başka, onbin altın vardı. Ebû Bekrin her işini görür, ya’nî onun eli-ayağıyerinde idi. Fekat, kâfir idi. Îmân etmiyordu. Ebû Bekr, Âmiri, bütün malı ve paraları ile, Bilâl için size verdim buyurdu. Çok sevindiler. Ebû Bekri aldatdık dediler. Bilâli taş altından çıkarıp, elinden tutup, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûruna getirdi. (Yâ Resûlallah! Bilâli bugün, Allah için âzad eyledim) dedi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” çok sevindi. Ebû Bekre çok düâ buyurdu. O anda, Cebrâîl aleyhisselâm gelip, doksan ikinci sûre olan (Velleyl) sûresinin, onyedinci âyetini getirdi. Cenâb-ı Hak, Ebû Bekrin Cehennemden uzak olduğunu müjdeledi. En önce ezân okuyan budur. Bütün gazâlarda bulundu. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” vefâtından sonra, cihâd için Şâma gitdi. Yirmi senesinde Şâmda vefât etdi. Bâbüssagîrde medfûndur. Sesi çok güzel ve pek te’sîrli idi. Ezân okurken herkesi ağlatırdı. Ömer “radıyallahü anh” Şâma gelince, ezân okuyup, bütün askeri ağlatmışdı. Bundan sonra, Medîne-i münevvereye gel-diğinde, hazret-i Hüseynin “radıyallahü teâlâ anhümâ” zorlaması -316- ile bir sabâh ezânı okuyarak, bütün Medîne ehâlisi şaşkına dönmüşdü. 133, 243, 250. 53 - BİRGİVÎ: Muhammed bin Alî 928 de Balıkesirde tevellüd ve 981 [m. 1573] de Ödemişin Birgi kasabasında tâ’ûndan vefât etdi. Türkçe (Vasiyyetnâme) kitâbı çok kıymetli olup, bunun (Kâdî-zâde şerhi) pek istifâdelidir. Arabî (Tarîkat-i Muhammediyye) kitâbını çok âlimler şerh etmiş ve türkçeye terceme edilmişdir. Çok kerre basılmışdır. Türk âlimlerinin baş tâcıdır “rahime-hullahü teâlâ”. 90. 54 - BUHÂRÎ: Muhammed bin İsmâ’îl 194 [m. 809] de Buhârada tevellüd, 256 [m. 869] yılı fıtr bayramı günü Semerkandda vefât etdi. (Sahîh-i Buhârî) adı ile meşhûr olan (Câmi’ussahîh) hadîs kitâbı, Kur’ân-ı kerîmden sonra islâm dîninin en kıymetli, en sağlam kitâbıdır. Başka eserleri de çokdur. Buhâriyyi şerîfde yedibin ikiyüz yetmişbeş hadîs-i şerîf vardır. Bunları altıyüzbin hadîs arasından seçmişdir. Her hadîsi yazacağı zemân, gusl abdesti alır, iki rek’at nemâz kılar, istihâre yapardı. Buhâriyyi şerîfi on altı senede yazdı. 18, 21, 40, 79, 231, 242, 362. 55 - BURHÂNEDDÎN MERGINÂNÎ: Alî bin Ebû Bekr, büyük âlim olup, Buhârâda müderris idi. Şeyhülislâm adı ile meşhûrdur. Fergânenin Mergınân kasabasında tevellüd ve 593 [m. 1197] de Buhârâda Cengiz hücûmunda şehîd oldu. Eserleri arasında (Hidâye) ya’nî (Şerh-i Bidâye) ve (Tecnîs) ve (Kunye-tül-fetâvâ) kitâbları meşhûrdur “rahime-hullahü teâlâ”. Hidâye iki cild olarak basılmış, İngilizceye terceme edilmişdir. Çok âlimler tarafından şerh edilmişdir. İbni Hümâmın şerhi olan (Feth-ul-kadîr) yeniden basılmışdır. 125. 56 - BÜREYDE-TÜBNÜ HASÎB ESLEMÎ: Eshâb-ı kirâmdandır. Hicretde, kavmi ile birlikde gelip müslimân oldu. Uhud gazâsından sonra Medîne-i münevvereye geldi. Bundan sonraki gazâların hepsinde bulundu. Bir müddet Basrada kaldı. Horasana cihâda gitdi. Mervde yerleşdi ve orada vefât etdi. Çocukları, torunları, orada kaldı. Oğlu Abdüllah vâsıtası ile birkaç hadîs-i şerîf bildirmişdir. 113. 57 - CÂBİR BİN ABDÜLLAH: Ensâr-ı kirâmın büyüklerindendir. İkinci Akabe anlaşmasında babası ile idi “radıyallahü teâlâ anhümâ”. Bedr ve Uhudda küçük idi. Diğer onsekiz gazâda bulundu. Ömrü sonunda gözlerine perde geldi. Yezîdin kumandasındaki ordu ile İstanbul muhâsarasında bulundu. 77 yılında 95 ya- -317- şında vefât etdi. Medînede medfûn olduğu (Mevdu’âtül-ulûm) 648. ci sahîfede yazılıdır. Koca Mustafâ pâşanın yapdırdığı câmi’ ve türbe, başka Câbir için olsa gerekdir. 40, 106, 185, 231. 58 - CÂBİR BİN ZEYD: Basrada, Tâbi’îndendir. Âlim ve fakîh idi. Abdüllah ibni Abbâsın talebesinden idi. 103 de vefât etdi. 126. 59 - CA’FER TAYYÂR: Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” amcası olan Ebû Tâlibin oğlu ve hazret-i Alînin büyükkardeşidir. Îmân edenlerin otuzikincisidir. Habeşe hicret edip, Hayberin fethinde gelmişdi. Şâma yakın Mu’te denilen yerde, hicretin sekizinci yılı Cemâzil-ülâ ayında, rum ordusu ile harb eden üçbin askerin kumandanı Zeyd bin Hârise şehîd olunca, yerine emîr olmuş, sancağı sağ eline alıp hücûm etmişdi. Sağ eli kesilince, sol eline almış, sol eli de kesilince, dişi ile tutarak hücûm etmiş ve nihâyet şehîd olmuşdur. Vefâtında kırk bir yaşında idi. O gün yetmişden ziyâde yara almışdı. Resûlullaha (Ca’fer Tayyâra, iki kolu yerine iki kanad verilip Cennetde uçmakda olduğu) vahy olundu. Bu müjdeyi Eshâba haber verdi. Bunun için (Tayyâr) denildi. 66, 250, 323, 329, 340. 60 - CA’FER SÂDIK: Babası, Muhammed Bâkır bin Zeynel’âbidîndir. Oniki imâmın altıncısıdır. Vâlidesi, Ebû Bekr-i Sıddîkın torunu olan Kâsımın kızıdır. 83 yılında Medînede tevellüd, 148 [m. 765] de orada vefât eyledi. Babası ve dedesinin yanındadır “rahime-hümullahü teâlâ”. İlmi ve kemâli eşsiz idi. İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe, dersine devâm ederek ârif-i billah oldu. Kimyâ ilminde, zemânının bir dânesi idi. Meşhûr kimyâger Câbir, bunun derslerinde yetişdi. İkinci Abbâsî halîfesi olan Ebû Ca’fer Mensûr, kendisine düşman idi. Bir kerre öldürtmek istedi ise de, (Tezkire-i evliyâ)da yazılı kerâmeti görünce korkdu. Tevbe etdi. Çok hürmet eder, nasîhatlerini dinler oldu. Yedi erkek, üç kız evlâdı olup, büyük oğlu İsmâ’îl, kendisinden önce vefât etdiğinden, yedinci imâm, ikinci oğlu Mûsâ Kâzım hazretleri olmuşdur. Bid’at ehlinden bir kısmı, oğlu İsmâ’îli ve evlâdını imâm tanıyor. Bunlara İsmâ’îliyye denir. Şî’îlerin çoğu, kendilerine (Ca’ferî) demekde ise de, bu sözleri, Ebû Ca’fer Muhammed Tûsînin mezhebinde olduklarını bildirmekdedir. 86, 87, 96, 108, 110, 111, 124, 125, 134, 212, 315, 324, 358, 361, 406, 410. 61 - CÂMÎ “MOLLA”: Abdürrahmân bin Ahmed Nûreddîn mevlânâ Câmî, Hiratda şeyhülislâm idi. Âlim ve veliyyi kâmil ve edîb ve şâir idi. Horasanda, Cam kasabasında 817 de tevellüd ve -318- 898 [m. 1492] de Hiratda vefât etdi “rahime-hullahü teâlâ”. Reşehât kitâbında, uzun hâl tercemesi vardır. Behâeddîn Buhârî hazretlerinin halîfelerinden Sa’deddîn-i Kaşgârî meclisinde kemâle geldi. Sultânlardan ve hele vezîr Alî şîr Nevâîden çok saygı görürdü. Fâtih sultân Muhammed hazretleri ile de mektûblaşırdı. Fâtihin da’veti ile Konyaya teşrîf etdi ise de, pâdişâh vefât etdiğinden görüşemediler. (Şevâhid-ün-nübüvve) ve (Nefehât-ül-üns) ve (Behâristân) kitâbları tekrâr tekrâr basılmışdır. Her üçü de fârisîdir. Yüze yakın kıymetli eseri çeşidli dillere terceme edilmişdir. 31, 122, 143, 363, 386. 62 - CÂMÎ NÂMIKÎ: Ahmed Alî bin Muhammed Nâmıkî Câmî, Evliyânın büyüklerindendir. Şeyhülislâm-ı mutlak idi. Nefehât kitâbının fârisî Hind baskısı, 322. ci sahîfesinden başlıyarak Ahmed Câmîyi uzun anlatmakdadır. Eshâb-ı kirâmdan Cerîr bin Abdüllah soyundandır. Cerîr, beyâz, uzun boylu, çok yakışıklı idi. Ömer “radıyallahü anhümâ”, (Cerîr, bu ümmetin Yûsüfüdür) buyururdu. Ahmed Câmînin otuz dokuz oğlu ve üç kızı vardı. On dört oğlu kalıp, hepsi âlim, âmil, kâmil ve veliyyi kâmil oldu. Hepsinin kitâbları, eserleri vardı. Kendisi ümmî idi. Okumadı, yirmiiki yaşında tevbe edip, onsekiz yıl tenhâda nefsini terbiye ile uğraşdı. İlm-i ledünnîye kavuşdu. Bu arada, kendisine ilm-i zâhir de ihsân edildi. İlm-i zâhirin böyle ihsân olunması, Eshâb-ı kirâmdan sonra pek az Evliyâya nasîb olmuşdur. Tevhîd, ma’rifet-i ilâhiyye, siyer, hikmet, tesavvuf, hakîkat sırları üzerinde, üçyüzden fazla kitâb yazdı. (Miftâh-ün-necât) adındaki fârisî yazma eseri İstanbulda Süleymâniyye kütübhânesi, Es’ad efendi kısmında 1728 numarada vardır. Bunu 522 de yazmışdı. 441 de tevellüd ve 536 [m. 1142] de vefât eyledi. (Sirâcüssâirîn) kitâbında kendi hayâtını anlatmakda, Hak teâlânın verdiği ni’metleri saymakdadır. Bu kitâbını altmışiki yaşında yazmış idi. O zemâna kadar yüzseksenbin kâfirin îmâna gelmesine, tevbe etmelerine sebeb olmuşdur. Oğlu Zahîreddîn (Rumûzü-hakâyık) kitâbında diyor ki, (Babam Ahmed, hayâtı müddetince altıyüzbin kişinin tevbe etmesine sebeb oldu). Uzun zemân Hiratda, Abdüllah-i Ensârî hânesinde kalarak neşr-i hakâyık eyledi. 143. 63 - CENGİZ HÂN: [Dschingis-chan] Cengiz veyâ Timoçin denir. Türk değildir. Moğol olduğu, bütün dillerdeki târîhlerde ya-zılıdır. En büyük ve en zâlim moğol hükmdârı idi. Kâfir idi. İslâm düşmanı idi. 551 [m. 1155] da tevellüd, 624 [m. 1227] de vefât etdi. Büyük târîhci Şemseddîn Sâmî beğ, (Kâmûs-ül-a’lâm)da diyor ki, (Cengiz dünyânın en büyük cihângirlerinden ve en meşhûr zâlim ve kan dökücülerdendir. Moğoldur. İslâmiyyete çok zararı dokun- -319- muş olan bu adam, bir kabîle reîsi iken, 599 [m. 1202] da (Kara-kurum)da moğol ve tatar hânlarının başı, ya’nî hâkânı oldu. Câhil ve vahşî moğollardan ve tatarlardan büyük bir ordu, dahâ doğrusu yağmacılar gürûhu toplayıp, doğu Türkistânı ve Çini aldı. 616 [m. 1219] da, sultân Muhammed Hârezm şâhın memleketine saldırdı. Horâsân, Kandihar, Mültan gibi medeniyyet merkezlerini yakdı, yıkdı. Milyonlarca müslimânı öldürdü. Çoğunu câmi’lerde kılınçdan geçirdi. Kendi askerlerinden de yüz binlerce telef oldu. Buhârâ, Semerkand, Hirât gibi ilm kaynağı büyük şehrleri harâbeye çevirdi. Kadınlarını esîr diye askerine dağıtdı. Çok çirkin şeyler yap-dılar. İslâm medeniyyetine, yerine getirilemiyecek darbeler indirdi. Kafkasyaya, Rusyaya, Anadoluya yayıldı. 621 [m. 1224] de Kara-kuruma çekildi. Suçsuzların, kadın ve çocukların kanlarını dökmek en büyük zevkı ve eğlencesi idi. Askerleri de keyfi için adam öldürürlerdi. Girdiği şehrlerdeki sivil halkın hepsinin öldürülmesini emr ederdi. Altıyüz senede, nice emeklerle elde edilmiş, hattâ islâmiyyetden önce de yapılmış nice medeniyyet eserlerini, kütübhâneleri, mektebleri, rasathâneleri [kıymetli kitâbları, târîhin önemli kaynaklarını, vesîkalarını] yok etdi. İslâm âlimlerinin birçok eserlerinin bugün elde bulunamaması, başlıca Cengiz ile torunlarının ve bunların emri ile saldıran vahşî moğol yağmacılarının yapdıkları tahrîblerin netîcesidir. Taşkınlık ve azgınlık zemânı kısa sürdü ise de, yıkdığı medeniyyetler bir dahâ eski hâlini bulamamışdır). (Mir’ât-i kâinât)da, bütün dünyâca tanınan ve güvenilen büyük âlim imâm-ı Süyûtînin (Târîh-ul-hulefâ) kitâbından alarak diyor ki, (Cengiz moğol idi. Dilleri Hind dili ile karışık idi. [Ya’nî türkçe bilmezlerdi. Hiçbir bakımdan türklükle ilgileri yokdu. Hattâ, türklerle harb etdiler. Çok zarar yapdılar.] Çin çöllerinde yaşarlardı. Şehr, hattâ köy bile kuramamışlardı. Şehrlere saldırdılar. Yağmacılıkla geçinirlerdi. Kan dökmeği, kötülük yapmağı severlerdi. Baskınlarında ok kullanırlardı. Kadınları da harb ederdi. Hepsi kâfir ve azılı islâm ve medeniyyet düşmanı idiler. Güneşe tapınırlardı. Hiçbir kötülük onlarca harâm ve yasak değildi. Çokları insan eti de yirlerdi. Askerlerinde nikâh ve âile duygusu olmayıp, bir kadını nice erkek kullanırdı. Çok aldatıcı, pek cân yakıcı idiler. Şehrleri yakar, yıkarlar, çoluk, çocuk, kadın, ihtiyâr deme-yip, kendilerinden olmıyan her insanı öldürürlerdi. Moğol pâdişâhı Düş hânın kadını Cengizin halası idi. Düş ölünce oğlu olmadığı için, Cengiz bunun yerine geçdi. Çinin her yerini alıp hâkan oldu. 616 [m. 1212] da Türkistâna saldırdı). Çok türk öldürdü. Cengizin, vahşî, barbar bir kavmden türediğini, heryeri yakıp yıkdığını tâ- -320- rîhler bildiriyor. Teşkilâtlı, eğitimli bir ordusu olmadığı, asker değil, canavar gürûhu oldukları meydândadır. Şehrleri yıkarak, ma’sûm insanları kana bulayarak yıldırım hızı ile saldırmağa cengâverlik demek, barbarlarda disiplin aramak ve hele yirminci asrda meydâna çıkan stratejik bilgileri Cengize ve onun çapulcu sürüsüne mal etmeğe kalkışmak, târîh kitâblarına uygun değildir. Cevdet pâşa, (Târîh-i hulefâ)da diyor ki, (Cengiz hân yediyüzbin süvârî ile Harzemşâh üzerine yürüdü. Cengizin süvârîlerini zemânımızdaki ta’lîmli süvârîye benzetmek doğru değildir. Evet şimdi yüzbin süvârîyi sevk etmek mümkin değildir. Onun süvârîleri, kendi çadırları ile ve hayvânları ile, kadınları ile bir ordu gibi giderdi. Hayvânlarının etleri ve sütleri ile beslenirlerdi. Hayvânları da, yerleri eşip, ot kökleri yirlerdi. Silâhlarını kendileri yapar, eğerlerini kendileri dikerlerdi. San’at bölükleri, idâre, kumanda teşkilâtları yokdu. İl ve aşîret beğleri ve kabîle hânları kendilerini idâre ederdi. Cengiz hânın bu işlerden haberi olmazdı). 317, 338, 389. 64 - CEVDET PÂŞA: 1238 de Lofcada tevellüd, 1312 [m. 1894] de İstanbulda vefât etdi. Arabî, fârisî ve türkçe kitâbları çokdur. Babasının adı İsmâ’îldir. Osmânlı vezîrlerinden idi. Âlim, fâdıl, edîb ve târîhci idi. Türkçe oniki cild (Târîh-i Osmânî) kitâbı çok kıymetlidir. Sultân Azîz hân zemânında, Allahü teâlânın emrlerini kanûn şekline sokmak için kurulan (Mecelle) komisyonunun reîsi idi. Mecelle, çok kıymetli bir kitâbdır. Âdem aleyhisselâmdan, Fâtih sultân Muhammed zemânına kadar, ya’nî 843 hicrî yılına kadar olan Peygamberlerin ve halîfelerin ve âlimlerin vak’a ve hayâtlarını anlatan (Kısas-ı enbiyâ) târîhi oniki cüz’ olup, açık türkçe ile ya-zılmışdır. 1331 baskısı çok güzeldir. Lâtin harfi ile basılanlarda yanlışlar görülmekdedir. (Ma’lûmât-ı nâfi’a) risâlesi çok kıymetli din bilgilerini hâvî olup, 1983 de İstanbulda basılan (Fâideli Bilgiler) kitâbında hepsi mevcûddur. (Tam İlmihâl-Se’âdet-i Ebediyye) kitâbında (Mecelle) hakkında geniş bilgi vardır. 64, 127, 237. 65 - CİHÂN ŞÂH: Karakoyunlu hükûmetinin üçüncü hükmdârıdır. 842 de tahta çıkıp, Îrânın bir kısmını ele geçirdi. Akkoyunlu devletine harb i’lân etdi ise de, Uzun Hasen tarafından, 872 [m. 1467] de öldürüldü. 36, 384, 390. 66 - CÜNEYD-İ BAĞDÂDÎ: Babası Muhammed, camcı idi. Evliyânın büyüklerindendir. 207 de Nihâvendde tevellüd, 298 [m. 911] de Bağdâdda vefât etdi. Süfyân-ı Sevrînin derslerinde yetişdi. Dayısı Sırrî Sekatîden tesavvufu aldı. Binlerle Velî yetişdirdi. Asrının kutbu idi. Otuz kerre yaya hacca gitdi. Kerâmetleri, nasîhatleri ve hakîkatden sözleri çokdur. Hocasının yanındadır. Şükr demek, -321- Allahü teâlânın verdiği ni’meti, ona karşı isyânda kullanmamak demekdir, derdi. Şeblî dedi ki, (Allahü teâlâ, kıyâmetde, Cennete veyâ Cehenneme gitmek arasında beni serbest bıraksa, Cehenneme gitmeği isterim. Çünki, Cennete girmek benim arzûmdur, Cehenneme sokmak Onun murâdıdır. Dostun arzûsunu bırakıp, kendi dilediğini yapan kimsenin seviyorum demesi doğru olmaz). Bu sözü Cüneyd işitince, (Şeblî, çocukca konuşmuş, Rabbim beni serbest bıraksa, bir dilekde bulunmam. Kulun dilemesi olmaz. Dilediğin yere giderim. Senin dilediğini yaparım derim) buyurdu. Cüneyde biri gelip, (Bir dakîka benimle ol. Sana birşey söyliyeceğim) dedikde, (Ey arslanım, benden öyle birşey istedin ki, ben senelerce, onu aramakdayım. Bir ân Rabbimle olmak için, yıllarca uğraşıyorum, olamıyorum. Şimdi, nasıl seninle olabilirim) buyurdu. 148, 150, 155, 214, 322, 387. 67 - DÂVÜD-İ TÂÎ: Babası, Nasîr-i Küfîdir. Zühd ve takvâsı ile meşhûrdur. İmâm-ı a’zamla sohbet ederdi. Hârünürreşîd ve diğer rütbe sâhiblerinin hediyyelerini kabûl etmezdi. Üstâdı, Habîb-i Râ’îdir. Gençliğinde bir şarkıcıdan:
Hangi güzel yanak
ki, toprak olmadı, beytini işiterek kalbine bir ateş düşdü. Şaşkına döndü. Derdine devâ bulmak için dolaşdı. İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfenin kapısına gel-di. İmâm, bunun yüzünün renginin değişdiğini görünce sebebini sordu. Hâlini anlatdı. (Dünyâdan soğudum) dedi. İmâmın gösterdiği yolda zühd ve takvâ eyledi ve İmâmın derslerine devâm etdi. Sonra Habîb-i Râ’îden feyz alarak kemâle geldi. 165 [m. 781] de Bağdâdda vefât etdi. 43, 409. 68 - EBÛ AMR BİN SALÂH: İbni Salâh denilen bu zâtın adı, Osmân bin Abdürrahmândır. Şâfi’î mezhebinde âlim idi. Tefsîr, hadîs, lugat ve edebiyyâtda da derin bilgisi vardı. 577 de Zûr şehrinde tevellüd, 643 [m. 1245] de vefât etdi. Şâmda, Kudüsde müderris idi. 106. 69 - EBÛ BEKR “KÂDΔ: Muhammed bin Tayyib Bâkıllânî, büyük ilm-i kelâm âlimidir. Eş’arî mezhebinde idi. 338 [m. 949] da Basrada tevellüd, 403 [m. 1012] de, Bağdâdda vefât etdi “rahimehullahü teâlâ”. Bilgisi, zekâsı çok olduğundan herkesi iknâ’ ederdi. Sultân Adudüddevle tarafından İstanbula sefîr olarak gönderilmişdi. 90, 204, 326. 70 - EBÛ BEKR-İ SIDDÎK: Abdüllah bin Ebû Kuhâfe Osmân bin Âmir bin Kâ’b bin Sa’d bin Teym bin Mürre bin Kâ’b Kureyşî, Eshâb-ı kirâmın en üstünü, Aşere-i mübeşşerenin birin- -322- cisidir. Resûlullahın mağara arkadaşı ve ilk halîfesidir. Annesinin adı Ümmülhayrdır. Atîk ve Sıddîk ismleri meşhûrdur. Manifatura tüccârı olup, çok zengin idi. Kureyşin ileri gelenlerinden idi. Hadîce, Alî ve Zeyd bin Hâriseden sonra, dördüncü olarak îmâna gelmişdir. Resûlullaha fevkal’âde sıdkı ve sevgisi vardı. Herkesi îmâna çağırırdı. Osmân, Zübeyr, Abdürrahmân, Sa’d bin Ebî Vakkâs, Talha gibi üstün Sahâbîler, Ebû Bekrin çağırması ile îmâna geldi. Malının hepsini, Resûlullahın uğrunda harc etdi. Çok hadîs-i şerîf ile ve âyet-i kerîme ile medh olundu. Bütün gazâlarda bulundu. Kendini Resûlullaha siper ederdi. Resûlullah vefât etdiği gün, hazret-i Ömerin aklı gidip, (Resûlullah göke çıkdı. Kim Ona öldü der-se boynunu vururum) diyerek kılıcını çekdi. Herkes, üzüntüden veÖmerin bu hâlinden korkduğu hâlde, Ebû Bekr büyük cesâret ile arslan gibi ortaya çıkıp, (Resûlullahın her insan gibi öleceğini) bildiren âyet-i kerîmeyi okudu. Te’sîrli sözleri ile, nasîhat ederek, halkı sükûna ve huzûra getirdi. Mü’minlere tesellî verdi. Eshâb-ı kirâmın sözbirliği ile halîfe seçilip, önce, mürted olanlarla ve Peygamber olduklarını söyliyerek câhil köylüleri aldatan Esved-i anesî ve Müseylemetülkezzâb ve Sicah hâtun ve Tuleyhat ibni Hüveylid ile ayrı ayrı harb edip, hepsini kahr ve mahv eyledi. Hîre ve Enbâr şehrlerini feth eyledi. Hâlidi ve Ebû Ubeydeyi büyük ordu ile Şâma gönderdi. Dîn-i islâmı yeniden düzene koydu ve kuvvetlendirdi. İki sene, üç ay ve on gün hilâfetden sonra, hicretin onüçüncü yılı, Cemâzil-âhır ayı yirmiikinci salı günü, akşamdan sonra, 63 yaşında vefât etdi. Vasıyyeti üzere zevcesi Esmâ yıkadı. Resûlullahın tabutuna konup, nemâzını hazret-i Ömer kıldırıp, gece, hucre-i se’âdete defn edildi. Zevceleri Katîlden, Abdüllah ve Esmâ, Ümm-i Rûmandan, Abdürrahmân ve Âişe isminde çocukları olmuşdur. Ca’fer Tayyârdan dul kalan Esmâ ve Habîbeyi alıp, birincisinden Muhammed, ikincisinden, kendisinin vefâtından sonra ÜmEm-i Gülsüm dünyâya gelmişdir. Menkıbeleri, tevâzu’u ve cömerdliği dillerde destan olmuşdur. 142 hadîs-i şerîf bildirmişdir. Kur’ân-ı kerîmi toplıyarak, İslâmiyyete en büyük hizmeti yapmışdır. Ensâb ilminde çok ileri olup, eşi yok idi “radıyallahü teâlâ anh”. Ebû Bekr-i Sıddîk, beyâz, za’îf, seyrek sakallı, güzel bir zât idi. 12, 13, 17, 18, 21, 22, 23, 24, 28, 38, 40, 44, 54, 59, 60, 61, 64, 68, 72, 73, 75, 76, 79, 82, 85, 86, 97, 98, 99, 100, 101, 102, 103, 105, 107, 108, 109, 110, 111, 113, 114, 115, 116, 117, 118, 119, 123, 124, 127, 128, 129, 130, 131, 132, 133, 151, 156, 163, 164, 165, 166, 167, 169, 170, 171, 172, 174, 177, 178, 179, 181, 185, 186, 187, 188, 189, 190, 191, 192, 195, 196, 198, 199, 200, 201, 202, 203, 204, 205, 206, 207, -323- 208, 209, 210, 212, 215, 216, 219, 223, 229, 230, 232, 237, 242, 248, 249, 250, 251, 252, 253, 254, 255, 256, 257, 258, 262, 266, 267, 279, 310, 312, 315, 316, 318, 323, 325, 328, 329, 330, 340, 342, 351, 354, 356, 358, 361, 362, 365, 381, 383, 391, 402, 407, 408. 71 - EBÛ CEHL: Adı Amr bin Hişâm bin Mugîre bin Abdüllah bin Amr bin Mahzûmdur. Mahzûm, Resûlullahın dedelerinden Mürrenin torunudur. Kureyş reîslerinden idi. Resûlullahın en büyük düşmânı idi. Dîn-i islâma karşı kini ve inâdı pek fazla idi. Am-cası Velîd bin Mugîre de islâmın azılı düşmanlarından idi. Hicretin ikinci yılında olan Bedr gazâsında Afrâ hâtunun iki oğlu Mu’âz ile Mu’avvez kendisini ağır yaralayıp yıkdılar. Sonra Abdüllah ibni Mes’ûd hazretleri gelip can çekişirken öldürdü. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” kendisini görünce, Allahü teâlâya şükr etdi ve (Bu ümmetin Fir’avnı işte budur!) buyurdu. Ebû Cehlin kardeşi olan Âs bin Hişâm da o sırada katl olundu. Ebû Cehl ölürken yetmiş yaşında idi. 15, 38, 92, 95, 109, 229, 312, 324, 326, 340, 343, 344, 350, 361, 379, 380, 381. 72 - EBÛ DÂVÜD: Süleymân bin Eş’as Sicstânî, hadîs âlimidir. (Sünen) kitâbı çok kıymetli olup, içinde dörtbinsekizyüz hadîs-i şerîf vardır. Ahmed ibni Hanbelin talebesidir. 202 [m. 817] deÎrânın Efgân hudûdunda Sicstân (Sistan) şehrinde tevellüd, 275 [m. 888] de Basrada vefât etdi. 73, 165, 200. 73 - EBÛ HANÎFE: İmâm-ı a’zam Nu’mân bin Sâbit, Ehl-i sünnetin reîsidir. Dîn-i islâmın bir direğidir. Soyu, Îrân şâhlarından birine ulaşmakdadır. Dedesi müslimân olmuşdu. 80 yılında Kûfede tevellüd, 150 [m. 767] de Bağdâdda şehîd oldu. Tâbi’înin büyüklerindendir. Fıkhı Hammâddan öğrendi. İmâm-ı Ca’fer Sâdıkın sohbetinde kemâle geldi. Fıkhın kurucusudur. Tesavvufda çokyüksek, büyük Velî idi. Emevîlerin Irâk vâlîsi olan Yezîd bin Ömer tarafından Kûfe kâdîsı yapıldı ise de, kabûl etmediğinden, zındanda kamçı vuruldu. Abbâsî halîfesi Ebû Ca’fer Mensûr da kâdî yapmak istedi. Kabûl buyurmadı. Yine zindana kondu. Zehrli şerbet verilerek şehîd edildi. Derin ilmi, keskin zekâsı, aklı, zühdü, takvâsı, hilmi, salâhı ve cömerdliği yüzlerle kitâbda yazılıdır. Talebesi pek çok olup, büyük müctehidler, âlimler yetişdirdi. Alb arslanın oğlu, Selçuk sultânı Melik şâhın [447-485] vezîrlerinden Ebû Sa’d Muhammed bin Mensûr [494] tarafından mükemmel bir türbe yapdırılmışdır. Bugün yer yüzünde bulunan Ehl-i islâmın yarıdan ziyâdesi ve Ehl-i sünnetin yüzde sekseni hanefî mezhebindedir. 17, 25, 43, 45, 50, 53, 58, 76, 87, 96, 104, 107, 108, 142, 182, 195, 219, 237, 249, 278, 318, 322, 329, 360, 407. 74 - EBÛ HÜREYRE: Adı Abdürrahmândır. Hayber gazâ- -324- sında müslimân oldu. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” birgün eteğinde kedi yavrusunu severken görerek, bu ismi vermişdi. Kediciğin babası demekdir. Çok fakîr idi. Harbde, sulhda Resûlullahın yanından ayrılmazdı. Hâfızası çok kuvvetli olduğundan, çok hadîs-i şerîf ezberlemişdi. Eshâb-ı kirâmdan ve Tâbi’înden sekizyüzden fazla kimsenin, kendisinden hadîs öğrendiğini Buhârî bildiriyor. Halîfe Ömer zemânında Bahreyn vâlîsi idi. Hazret-i Osmân zemânında Mekke kâdîsı oldu. Hazret-i Mu’âviye, kendisini Medîne vâlîsi yapdı. 57 de, 78 yaşında iken, Medînede vefât etdi. 40, 69, 70, 85, 185, 231, 242, 243, 250. 75 - EBÛ İSHAK İSFERÂÎNÎ: Rükneddîn İbrâhîm bin Mu-hammed, Şâfi’î mezhebinde büyük âlimdir. Zemânının en büyük üstâdı idi. Beş cild fıkh kitâbı meşhûrdur. 418 [m. 1027] de Nişâpûrda vefât etdi. İsferâindedir. 89, 91, 326. 76 - EBÛ KATÂDE: Ensâr-ı kirâmdan olup, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” süvârilerinden idi. 45 yılında yetmiş yaşında vefât etdi. Medîne-i münevverededir. 117. 77 - EBÛ KUHÂFE: İsmi Osmândır. Halîfe-i müslimîn hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîkın babası idi. Mekkenin feth günü îmân et-di. 99 yaşında iken, onüç yılında vefât etdi. 86, 219, 253, 322, 345. 78 - EBÛ LEHEB: Adı Abdül-Uzâ idi. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” amcası olduğu hâlde, müslimân olmadı. Müslimânların büyük düşmânı idi. Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” çok eziyyet ve cefâ ederdi. Kimsenin müslimân olmaması için, gece gündüz çalışırdı. Her sabâh, Resûlullahın kapısı önüne çok di-ken yığardı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” dünyâya geldiği sabâh, bunun câriyesi Süveybe, (Kardeşin Abdüllahın oğlu oldu), diyerek kendisine müjde getirince, sevinmişdi. (Ona süt vermek şartı ile, seni âzâd etdim) demişdi. Resûlullahın ilk süt annesi, Süveybe oldu. Bunun için, Ebû Lehebin, her mevlid gecesinde, azâbı biraz hafîflemekdedir. Mevlid gecesi sevinen, o geceye kıymet veren mü’minlerin pekçok sevâb kazanacağı buradan anlaşılır. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Kur’ân-ı kerîm okuyarak rast geldiğini müslimân olmağa çağırırken, Ebû Leheb arkasında dolaşır, (Sakın ona aldanmayınız, sözüne inanmayınız) der-di. Karısı (Ümm-i Cemîl), Ebû Süfyânın kız kardeşi idi. Kocası gibi, o dahî, eli ve dili ile çok eziyyet ederdi. Resûl-i ekremin kızlarından Rukayye, Ebû Lehebin oğlu (Utbe) de idi. İkinci kızı Ümm-i Gülsüm, öteki oğlu (Uteybe)de idi. Bunlar da, babaları ve -325- anaları gibi, kâfir ve büyük düşmân oldular. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” akrabâsını, Cehennem ateşi ile korkutarak, dîne çağırmağa me’mûr olunca, Safâ tepesine çıkdı. Akrabâsını dîne da’vet buyurdu. Akrabâsı toplanıp dinlediler. (Şu dağın arkasında düşmân var. Size hücûm edecek desem, inanır mısınız?) buyurdu. Hepsi, (evet) dedi. (Öyle ise, sizi başınıza gelecek olan kıyâmet gününün azâbı ile korkutmak için, Rabbimden emr aldım. Îmân ediniz!) buyurdu. Ebû Leheb çok kızdı. Ağzını bozdu. (Bizi bu söz için mi çağırdın?) dedi. Azarladı. Çirkin şeyler söyledi. Azâb göreceğini bildiren âyet geldi. Zevcesine, odun, diken hammalı denildi. Buna da çok içerledi. Hemen oğullarına, eşlerini boşamağı emr etdi. Uteybe hâini, yalnız boşamakla kalmayıp, gelip (Senin dînine inanmıyorum. Seni sevmiyorum. Sen de beni sevmezsin. Onun için, kızını boşadım) diyerek, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” üzerine hücûm etdi. Mubârek yakasından çekdi. Gömleğini yırtdı. Hâtemül-enbiyâ efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Yâ Rabbî! Buna, canavarlarından bir yırtıcı hayvan ile cezâ ver!) diye düâ buyurdu. Cenâb-ı Hak, Habîb-i ekreminin düâsını kabûl etdi. Nice zemân sonra, Uteybe Şâma giderken, Zerka denilen yerde, bir arslan gelip, onu parçaladı. Rukayyeyi “radıyallahü anhâ”, sonra Osmân ibni Affân “radıyallahü anh” aldı. Çok zengin idi. Çok düâ kazandı. Se’âdet-i ebediyyeye kavuşdu. Ebû Leheb, bütün ömrünü kin ve düşmanlık ile geçirdi. Hicretin ikinci yılı, Bedr gazâsındaki fâci’ayı görüp çok üzüldü. Dünyâ başına zından oldu. Yedi gün sonra (adese) denilen bulaşıcı kara hasbe (çiçek) deri hastalığından öldü. Kokdu. Ebû Lehebin kızkardeşi Âtike, Bedr gazâsından birkaç gün önce, korkunç bir rü’yâ görüp, kardeşi Abbâsa söylemişdi. Kureyşin başına büyük felâket gelecek demişlerdi. Ebû Leheb, bu yüzden Bedr muhârebesine katılmadı. Ebû Cehlin kardeşi Âs bin Hişâmı, para ile kendi yerine göndermişdi. 77, 178, 186, 325, 326, 383. 79 - EBÜL HASEN-İ EŞ’ARÎ: Adı Alî bin İsmâ’îl olup, Ebû Mûsel Eş’arî soyundandır. Ehl-i sünnetin iki mezhebinden, Eş’arî mezhebinin imâmıdır. 260 [m. 873] da Basrada tevellüd, 324 [m.936] da Bağdâdda vefât etdi. Üvey babası Ebû Cibâîden okuyup, bunun gibi, mu’tezile âlimi oldu ise de, sonra tevbe etdi. Kelâm âlimlerinden Ebû Bekr Bâkıllânî, ibni Fûrek [Muhammed bin Hasen], Ebû İshak İsferâînî, Ebû İshak Şîrâzî [İbrâhîm bin Alî], İmâm-ı Gazâlî, Ebülfeth Şihristânî [(Milel ve Nihal) kitâbının sâhibi Muhammed bin Abdülkerîm] ve Fahreddîn-i Râzî ve dahâ ni- -326- celeri Eş’arî oldu. Mezhebi dünyâya yayıldı. Ellibeş kadar kitâbı vardır. Tefsîri yetmiş cilddir. Mu’tezileye, Hâricîlere ve şî’îlere karşı kitâbları vardır “rahime-hullahü teâlâ”. 18, 21, 79, 89, 204, 223. 80 - EBÜL HASEN-İ HARKÂNÎ: Alî bin Ca’fer zemânının kutbu idi. Bâyezîd-i Bistâmînin rûhâniyyeti ile kemâle geldi. Harkandan Bistâma, hocasının türbesini ziyârete gelirken, yolda bir hatm okurdu. Ebû Alî ibni Sînâ, üstâdını ziyâret için Harkana gelir. Ebül-Hasen ormana gitdiğinden, hâtûnundan sorar. Hâtûnu üstâdın büyüklüğüne inanmadığı için, uygunsuz sözler söyler. İbni Sînâ ormana giderken, üstâdın bir arslana odun yüklemiş, gelmekde olduğunu görür. (Bu ne hâldir?) diye sorunca, (Evimdeki kurdun belâ yükünü taşıdığım için, bu arslan da, bizim yükümüzü çekiyor) buyurur. (Kalblerin en nûrlusu, içinde mahlûk tasası olmıyandır. Ni’metlerin en iyisi, çalışarak kazanılandır. Arkadaşların en iyisi, Allahü teâlâyı hâtırlatandır) buyururdu. Tesavvufu anlatan (Esrâr-ı sülûk) kitâbı vardır. Cesed-i şerîfinin, üstâdının cism-i pâkinden yukarıda bulunması edebsizlik olur diye, kabrinin dahâ derin kazılmasını vasıyyet etmişdi. 425 [m. 1034] yılı, Muharremin onuncu salı günü vefât etdi. (Tezkiret-ül-evliyâ) ve (Reşehât) kitâblarında sözleri ve kerâmetleri uzun anlatılmakdadır “rahimehullahü teâlâ”. 146, 410. 81 - EBÜL HÜSEYN BİN SEM’ÛN: Nâtık-ül-hikme Mu-hammed, 387 de vefât etdi. 270. 82 - EBÛ MENSÛR MÂ-TÜRÎDÎ: Muhammed bin Mahmûd Mâ-türîdî, Ehl-i sünnetin iki i’tikâd imâmlarından birincisidir. Ehl-i sünneti, mu’tezileye karşı pek mükemmel müdâfe’a etmişdir. Mâveraünnehrde yaşadı. 333 [m. 944] de Semerkandda vefât etdi. Îmân üzerinde çok kitâbı vardır “rahime-hullahü teâlâ”. 90, 92. 83 - EBÛ NU’AYM: Ahmed bin Abdüllah İsfehânî, hadîs ve fıkh âlimi idi. Tesavvufda yüksek derecede bir Velî idi. Hâfız-ı İsfehânî de denir. [Hâfız, hadîs âlimi demekdir.] Çok kitâb yazdı. (Hilye-tül-evliyâ) kitâbındaki hadîs-i şerîfde, (Ho-parlörle okunan ezânın müezzinin sesi olmadığı, bu çalgı sesine (Şeytân ezânı) denildiği) yazılıdır. Bu kitâb, Berlinde basılmışdır. 336 da İsfehânda tevellüd, 430 [m. 1039] da vefât etdi “rahime-hullahü teâlâ”. 30, 255. 84 - EBÛ SA’ÎD RÂZÎ: İsmâ’îl bin Alî bin Hüseyn Râzî, Rey şehrinde, mu’tezile âlimi idi. Râzî, Rey şehrinden demekdir. Çok kitâb yazmışdır. (Elmuvâfekatü beyne ehlibeyti vessahâbe) kitâbı -327- meşhûrdur. Keşşâf tefsîrinin sâhibi allâme Mahmûd bin Ömer Zemahşerî, bu kitâbı kısaltmışdır. 445 [m. 1054] de vefât etdi. 129. 85 - EBÛ SA’ÎD HUDRÎ: Eshâb-ı kirâmın büyüklerindendir. Babası Mâlik bin Sinân da Sahâbeden idi ve Uhud gazâsında şehîd olmuşdur. 13 yaşında olduğundan Uhud gazâsına götürülmedi. Diğer on iki gazâda Resûlullahın önünde düşmâna arslan gibi saldırdı. Âlim ve fakîh idi. Binyüz yetmiş hadîs-i şerîf haber vermişdir. 74 de vefât etdi. İstanbulda, Ka’riye câmi’i yanında sanılmakdadır. 27, 106, 165, 166, 185. 86 - EBÛ SEVR: İbrâhîm bin Hâlid Kelebîdir. Müctehidlerden, büyük âlimlerdendir. Şâfi’î mezhebindendir. Bağdâdda tevellüd ve 246 [m. 860] da vefât etdi. Fıkh, hadîs, usûl ve hilâf ilmlerinde çok kitâb yazmışdır. 59. 87 - EBÛ SÜFYÂN BİN HARB: Dedesi Ümeyye bin Abd-i Şems bin Abd-i Menâfdır. Abd-ül-Menâf, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” dedesinin dedesidir. Kureyşin reîslerindendir. Resûlullahın büyük düşmânı idi. Bedr gazâsına bunun ticâret kervânı sebeb oldu. Uhud gazâsında, düşmân ordusunun başkumandanı idi. Mekke feth olunurken, islâm ordusuna gelip Resûlullahın zevce-i mutahherası olan kızı Ümm-i Habîbeye sığınmak istedi ise de, kızı kabûl etmedi. O gün îmâna geldi. Mekkeye dönerek, halkı islâma da’vet etdi. Zevcesi Hind, sakalından tutarak, (Ey kureyş, bu ahmak ihtiyârı öldürün!) demişdi. Ertesi gün, Hind de îmâna gelip, Kureyş kadınları adına Resûlullahla “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” sözleşdi ve hayr düâlarını almakla şereflendi. Ebû Süfyân hâlis müslimân olup, Tâif gazâsında çok kahramanlık gösterdi ve bir gözü kör oldu. Hazret-i Ebû Bekr halîfe iken, onüç yılındaki Yermük muhârebesinde öbür gözü de çıkdı. 88 yaşında iken vefât etdi. 12, 61, 64, 245, 246, 251, 325, 328, 349, 355, 384, 396, 402, 408. 88 - EBÛ ŞEKÛR SÜLEMÎ: Muhammed bin Abdüsseyyid bin Şu’ayb Keşî olup (Temhîd fî beyân-it-tevhîd) kitâbının sâhibidir. Hanefî kelâm âlimidir. (El-Hakâık) tefsîr kitâbının sâhibi Ebû Abdürrahmân Muhammed bin Hüseyn Sülemî başka olup, 412 [m. 1021] de vefât etmişdir. 75, 77, 401. 89 - EBÛ TALHA ENSÂRÎ: Zeyd bin Sehl, gazâlarda bulundu. 92 hadîs-i şerîf haber vermişdir. 34 senesinde, 70 yaşında vefât etdi “radıyallahü teâlâ anh”. 116, 250. -328- 90 - EBÛ TÂLİB: Abdülmuttalibin oğlu, Resûlullahın amcası, hazret-i Alî ile Ca’fer Tayyârın babasıdır. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” yetîm olduğundan, dedesi Abdülmuttalibin ya-nında büyüdü. Sekiz yaşında iken, dedesi vefât ederken, kendisini Ebû Tâlibe ısmarladı. Ebû Tâlib, Fahr-i âlemi pekçok sever ve sa-yardı. Resûlullahı Kureyş kâfirlerinin hücûmlarına karşı son derece korurdu. Fekat, öleceği zemân, kadınların, (ölüm korkusundan, dedelerinin dînini bırakdı) demelerinden çekinerek islâma gelmedi. Resûlullah, Ebû Tâlibin müslimân olmasını çok istiyordu. Sonnefesinde de, islâma da’vet etdi ise de, kabûl etmedi. Ölürken dudakları oynadı. Yanında bulunan kardeşi Abbâs (Yâ Muhammed! Kardeşim, istediğini söyledi) dedi ise de, (Hayır. Ben işitmedim) buyurdu. Hicretden üç yıl önce, seksen yaşını geçmiş olarak vefât etdi. 170, 195, 303, 310, 318, 339. 91 - EBÜTTUFEYL: Adı Âmir bin Vâsiledir. Sahâbedendir. Hazret-i Alînin sohbetinde bulunurdu. Hazret-i Hüseynin kanını da’vâ eden Muhtarla birlikde döğüşmüşdür. Muhtar tutuldukdan sonra, yaşayıp, Mekkede, hicretin yüzüncü yılında, bir düğünde, oğlunun vefâtında söylemiş olduğu bir kasîde okunurken, üzüntüden vefât etdi. Eshâb-ı kirâmdan yer yüzünde en son vefât eden budur. 19, 252. 92 - EBÛ UBEYDE BİN CERRAH: Adı Âmir bin Abdüllahdır. Eshâb-ı kirâmın büyüklerindendir. Bedr gazâsında, kâfir ordusunda bulunan babasını katl etmişdir. Her gazâda bulunup,fevkal’âde cesâret göstermişdir. Hazret-i Ebû Bekr ve Ömer zemânlarında Şâmdaki orduda çok kahramanlık gösterdi. Bu ordunun kumandanı olup, Şâmı aldı. Adâleti, rumları hayretde bırakdı. Aşere-i mübeşşereden idi. 18 de 58 yaşında iken Remle ile Kuds arasında, tâ’ûndan vefât etdi. 113, 114, 115, 166, 172, 185, 199, 203, 215, 251, 258, 323. 93 - EBÛ YÛSÜF: Ya’kûb bin İbrâhîm-i ensârî, Hanefî mezhebindeki müctehidlerin en büyüğüdür. Hanefî mezhebinde ilk kitâb yazan budur. 113 [m. 731] yılında Kûfede tevellüd ve 182 [m. 798] de Bağdâdda vefât etdi. Halîfe Mehdî, Hâdî ve Hârûnürreşîd zemânlarında, onsekiz sene Bağdâdda kâdılkudât ya’nî temyîz reîsliği yapdı. Derin hadîs âlimi idi. Çok zekî, keskin görüşlü idi. Oğlu Yûsüf de âlim idi. Hârûn zemânında vâlî idi. Ebû Yûsüf yetîm olup, anası çok fakîr idi. İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe “rahmetullahi aleyh” bunun keskin zekâsını görüp, kendine talebe yapdı. Evinin bütün ihtiyâcını, yıllarca bolbol İmâm-ı a’zam te’mîn etdi. Annesi yine mâni’ olmak istedi. İmâm-ı a’zam buyurdu ki, (Oğlun -329- burada aç değildir. Burada, tereyağı, fıstık, bâdem ezmesi yimesini öğreniyor). İmâm-ı Ebû Yûsüf, kâdî iken, serâyda Halîfe ile oturuyordu. Tereyağı, fıstık ve bâdem ezmesi getirdiler. Hârûn, (Bundan yiyiniz! Her zemân gelmez) dedi. Ebû Yûsüf güldü. Hârûn sebebini sordu. Çocuk iken, İmâm-ı a’zamın sözünü anlatdı. İmâma rahmetle düâ etdiler “rahime-hümullahü teâlâ”. 45, 50, 53, 59, 83, 105, 237, 360, 409. 94 - EBÛ ZER GIFÂRÎ: Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden ve ilk îmâna gelenlerdendir. Kavmini islâma da’vete gitdiği için, hicretde ve Bedr, Uhud ve Hendek gazvelerinde bulunamadı. Sonra Medîneye geldi. Hazret-i Ebû Bekr vefât edince Şâma yerleşdi. Hazret-i Osmân zemânında Rebdeye gitdi. 32 yılında, orada vefât etdi. Abdüllah bin Mes’ûd hazretleri, arkadaşları ile oradan geçiyordu. Cenâze hizmetini yapdılar. Zühdü ve sıdkı hadîs-i şerîf ile medh edilmişdir “radıyallahü teâlâ anh”. 27, 68, 100, 105, 106, 113, 192, 208, 241, 250, 251. 95 - EBÛ ZÜR’AT-ÜR-RÂZÎ: Abdüllah Râzî, İmâm-ı Müslimin üstâdlarındandır. 264 [m. 878] de vefât etdi. 15. 96 - ENES BİN MÂLİK BİN NADR ENSÂRÎ: Resûlullahın hizmetçisi idi. Dokuz yaşında hizmete başladı. On sene hizmet et-di. İkibinikiyüzotuz hadîs-i şerîf bildirdi. Yüzden çok çocuk ve torunlarını gördü. Yüz yaşını geçmiş iken 93 yılında vefât etdi. Nemâz kılması, Resûlullahın nemâz kılmasına çok benzerdi. İmâm-ı Mâlikin babası olan Enes başkadır. 19, 40, 62, 74, 105, 122, 163, 165, 167, 185, 231, 242, 250, 252, 378, 379, 397. 97 - ESM BİNT-İ EBÛ BEKR: Hazret-i Ebû Bekrin büyük kızıdır. Aşere-i mübeşşereden Zübeyr bin Avvâmın zevcesidir. Abdüllah bin Zübeyrin annesidir. Oğlunun şehâdetinden az sonra, yüz yaşında, Medînede vefât etdi. 99, 305, 323. 98 - EŞREF TATAR: Mısrda 652 [m. 1254] yılında kurulan Türkmen hükûmetinin yirmiiki sultânından çoğuna Eşref denir. Bunlardan Melik Nâsır Eşref Muhammed bin Kalâvun, dokuzuncu sultândır. Babası Eşref Seyfeddîn Kalâvun, Kapçakdan Mısra getirilip, bin altuna, köle olarak, Eyyûbî sultânı Melik Necmeddîne satılmış idi. Vezîr olunca, iyi idâresi, güzel ahlâkı ile kendisini sevdirmişdi. 678 de sultân olmuşdu. 689 da ölüp, yerine oğlu, Eşref Salâhaddîn Halîl geçdi ise de, 693 de öldürüldü. Kardeşi Eşref Muhammed Nâsır, dokuz yaşında tahta çıkdı. Onbeş ay sonra, habs edildi. 699 da, sultân Lâçin öldürülünce, ikinci olarak tahta -330- çıkarıldı. Âdil ve çok cömerd idi. Hıristiyanların mâvi, yehûdîlerin sarı sarık sararak, müslimânlardan ayırd edilmesini emr etdi. Birecikde, Gazân hânın askeri ile harb edip, tatar askerleri çekildi. Yediyüzsekiz yılında Hacca gidince tahtını, kumandanlarından Beybers Rükneddîn aldı ise de, Şâmlılar Eşref Muhammed Nâsırı yediyüzdokuzda, üçüncü def’a tahta geçirdi. Beybersi yakalayıp katl etdi. 728 de Harem-i şerîfi ta’mîr ve Kâ’beye abanosdan gümüşlü kapı yapdı. Bu sene Kıbrıs adasını feth etdi. 741 [m. 1339] de vefât etdi. Mısr yediyüzdoksanüçde, Türkmenlerden çıkıp, Çerkeslerin eline geçdi. Dokuzyüzyirmiüç senesinin birinci günü de, Yavuz Sultân hân zemânında, Osmânlıların eline geçdi. Osmânlı pâdişâhları, halîfe olmağa başladı. 63. 99 - EYYÛB BİN SIDDÎK: Seyyîd Eyyûb Ürmevî, Îrânıngarbında Ürmiye gölü sâhilindeki Ürmiye şehrinde büyük âlim idi. Sa’deddîn-i Kâşgarî yolundan feyz alanlardandır. Türkçe (Menâkıb-i çihâr yâri güzîn) kitâbı çok kıymetli olup, İstanbulda çeşidli târîhlerde basılmışdır. 215.ci isme bakınız! 28, 108, 269. 100 - FADL BİN ABBÂS: Eshâb-ı kirâmdandır. Hazret-i Abbâsın büyük oğludur. Annesi, Ezvâc-ı tâhirâtdan olan Meymûne bint-il-Hârisin kız kardeşi Lübâbe hânım idi. Mekke-i mükerremenin fethinde ve Huneyn gazâsında ve vedâ’ haccında, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” yanında idi. Huneyn gazâsında, baba-sı ile birlikde, Resûlullahın yanından hiç ayrılmadılar. Geri dönenleri çağırıp, toplanmalarını sağladılar. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” yıkanırken su dökdü. Onbeş senesinde yapılan Yermük gazâsında şehîd oldu. Beyâz ve çok güzel idi. Hüsn-ü cemâli ile meşhûr idi. Bir kızı kaldı “radıyallahü teâlâ anh.” 116. 101 - FÂTIMA-TÜZ ZEHRÂ: Resûlullahın dört kızından en sevgilisi idi. Aklı, zekâsı, hüsn-ü cemâli, zühd ve takvâsı ve ahlâk-ı hasenesi pek ziyâde idi. Hadîce-tül-kübrânın kızı idi. Hicretden onüç yıl önce Mekkede tevellüd etdi. Hicretin ikinci yılında, hazret-i Alîye verildi. O zemân, hazret-i Alî yirmibeş yaşına gelmiş idi. Hazret-i Fâtımanın kardeşlerinin çocuğu olmadı, olanı da küçük iken vefât etdi. Resûlullahın soyu, yalnız hazret-i Fâtımadan hâsıloldu. Üç oğlu, iki kızı oldu. Muhsin küçük yaşda iken vefât etdi.Hazret-i Alî, Fâtıma, Hasen ve Hüseyne (Ehl-i beyt) veyâ (Âl-i abâ) denir. Hazret-i Meryemden sonra, bütün kadınların en üstünüdür. Yüzü pek beyâz ve parlak olduğundan (Zehrâ) denildi.Âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfler ile medh olundu. Resûlullahın vefâtından sonra güldüğü hiç görülmedi. Altı ay dahâ yaşayıp, onbirinci yılda, Ramezân-ı şerîfin üçüncü günü, vefât eyledi. 28, 29, 48, -331- 69, 70, 74, 110, 118, 123, 127, 128, 129, 130, 131, 133, 178, 196, 200, 221, 225, 235, 242, 243, 264, 303, 311, 338, 340, 354. 102 - FEHÎM-İ ARVÂSÎ: Seyyid Muhammed Fehîm bin Abdülhamîd Efendi, 1241 de tevellüd, 1313 [m. 1895] de vefât etdi.Vâlidesi Âmine hânımdır. Van vilâyetinin, Müks kazâsının Arvâs köyündendir. Za’îf idi. Uzun boylu idi. Sakalı ne uzun, ne kısa idi. Burnunun ortası yüksekçe idi. Alnı geniş idi. Buğday renginde idi. Dişleri noksan değil idi. Sarığı büyük idi. Elbisesi, beyâz basmadan, üç etekli bir entâri idi. Mâvi veyâ yeşil cübbe giyerdi. Çorabları yünden idi. Deriden pabuçları vardı. Son zemânlarında gözlükle okurdu. Gözleri siyâh idi. Saçlarının çoğu beyâz idi. Kaşları orta idi. Ömrünün sonuna kadar hayvana binerdi. Son zemânlarında sarığını taşıyamıyacak kadar za’îf idi. Nemâzda âbânî sarardı. Şevvalin ondördüncü günü vefât etdi. Uzun boylu olduğundan mezâr taşı uzun yapılmışdı. Ermeniler, taşının ikisini de kırmışlar. Heybetli idi. İnsan, gölgesinden korkardı. Gölgesini gören, Allahın sevgili kulu olduğunu anlardı. Zemânında ve Van vilâyetinde benzeri yok idi. Her nev’ ilmi hattâ zırâ’ati ve san’atları, siyâsal bilgileri pek iyi bilirdi. İlmi, Allahü teâlânın vergisi idi. Van vâlîsi çözemediği işlerini, gelip sorar ve çözerdi. Ömründe bir nemâzı cemâ’atsız geçmedi. Bir teheccüdü kaçırmamışdır. Din ve dünyâ bilgilerini medresede okurken, bir yandan da, Doğu Anadolunun kutbu olan, insân-ı kâmil seyyid Tâhâ-i Hakkârînin teveccühünü kazanmakla şereflenmişdi. Mutavvel okumak için, Şemdinandaki Rehberinin yanından ay-rılarak, Muşda Bulanık kazâsının Âbiri köyüne gitdi. Rehberi, ay-rılırken kendisine (Ders okurken anlıyamadığın birşey olursa, bana râbıta et! Beni gözünün önüne getir!) buyurmuşdu. Hocası molla Resûl-i Sıbkîden Mutavveli okurken, bir yeri anlıyamadı. Hocası tekrâr anlatdı. Anlıyamadığı yerin açıklanmasını diledi. Molla Resûl, cümleyi birkaç kerre okudu. (Bugün yoruldum, yarın anlatırım) dedi. Ertesi gün okuyup yine açıklıyamadı. Hocası, tekrâr tekrâr okumakda iken, seyyid Fehîm “rahmetullahi aleyh” gözlerini kapayıp, Rehberini gözünün önüne getirdi. Seyyid Tâhâ, elinde bir kitâb ile göründü. Kitâbı, seyyid Fehîmin önüne açdı. Mutavvelin o sahîfesi idi. O satırları açık olarak okudu. Seyyid Fehîm, merakla dikkat ediyordu. O cümlenin arasında bir vav-ı âtıfa [ve] fazla okumuşdu. Seyyid Tâhâ gayb olunca, seyyid Fehîm gözlerini açdı. Mol-la Resûlün o satırları okuyup, düşünmekde olduğunu gördü. İzn isteyip, bir de kendi okudu. Üstâdından duyduğu gibi bir [ve] ekliyerek okudu. Hocası bunu işitince, (Ma’nâ şimdi belli oldu) dedi. Her -332- ikisi de iyi anlamışdı. (Bu satırları, yirmi senedir okudum. Anlatdım. Fekat, hep anlamadan anlatırdım. Şimdi iyi anladım. Şimdi söyle bakalım. Bunu doğru okumak, senin işin değil. Ben senelerle bunu an-lıyamadım. Sen, nasıl anladın? Bu [ve] yi okudun, ma’nâ düzeldi) dedi. Seyyid Fehîm, râbıta etdiğini, nasıl öğrendiğini anlatdı. Molla Resûl, Muşda Alâ’eddîn pâşa câmi’i kapısı yanındadır. Seyyid Fehîm her yıl bir kerre, Müksden Vana gelir, bir iki aykalırdı. Âşıkları toplanır, feyz alırlardı. Çok def’a, kendisini çok seven, mahkeme baş kâtibi Ahmed beğin evinde müsâfir olurdu. Bir sene, Ahmed beğ hacca gitmişdi. Fekat, yine onun evinde kaldı. Bir gece yarısı, yakınlarından birini çağırdı. (Arkadaşlarını uyandır! Şimdi buradan çıkıp, falan eve gideceğiz) buyurdu. (Efendim! Gece yarısı gitmek ayb olur. Yarın gitsek olmaz mı?) dedi. (Hayır, şimdi gideceğiz. Hem, Ahmed beğin oğullarına da haber ver!) buyurdu. Oğulları gelip yalvardılar. (Efendim, bir kusûr yapdıksa afv buyurun! Bizden ayrılmayın. Babamız işitince yüreğine iner. Biz de ona ne yüzle cevâb verebiliriz. Lutf ediniz, ihsân ediniz! Kabâhatimizi bağışlayınız!) dediler. Çok göz yaşı dökdüler. (Hayır. Sizden çok râzıyım. Bize her hizmeti, fazlası ile yapıyorsunuz. Sizlere düâ etmekdeyim. Fekat, şimdi gitmemiz lâzım) buyurdu. Çocuklar, (emr buyurduğunuz gibi olsun) dediler. Gece yarısı, sevdiklerinden bir başkasının evine göç etdiler. Ertesi gün, oğlu Muhammed Emîn efendi, Ahmed beğin oğullarının pekçok üzüldüklerini söyledi ve (Babacığım, o evde sabâha kadar kalsaydık ne olurdu?) dedi. Seyyid Fehîm hazretleri de (Oğlum, şimdi kimseye söyleme! Bu gece, Ahmed beğ, Mekke-i mükerremede vefât etdi. Ev, yetîm evi oldu. Mal, mîrâscılara kaldı. Evvelce herşeyi kullanıyor, yiyip, içiyorduk. Çünki, Ahmed beğin seve seve halâl edeceğini biliyordum. Şimdi ise, tanışmadığımız mîrâscılarının hakkı olduğundan birşeyi kullanmak câiz olmaz. Kul hakkından kaçınmak için acele ayrıldım) buyurdu. Bir ay sonra hâcılar döndü. Herkes geldi. Ahmed beğ gelmedi. (Bir gece yarısı, Mekkede öldü) dediler. Hesâb etdiler. Tâm o gece yarısı idi. Seyyid Fehîm talebesi ile Van gölü kıyısında giderken gölde bulunan (Ahtamar) adasındaki ermeni kilisesinden bir papas çıkarak su üstünde yürümeğe başlar. Talebe bunu görünce, birkaçının hâtırına gelir ki, (Allahın düşmânı dediğimiz papas, su üzerinde yürüyor da, Evliyânın büyüğü, Allahü teâlânın sevdiği, seçdiği kulu bildiğimiz, Seyyid hazretleri, acabâ neden yürümeyip kıyıdan dolaşıyor?) Seyyid Fehîm, bu düşünceyi anlayıp, mubârek ayaklarındaki na’lınları ellerine alıp, birbirlerine çarpar. Na’lınlar birbiri- -333- ne çarpdıkça papas suya batar. Boğazına kadar gelince, bir dahâ çarpar. Batar ve boğulur. Sonra, böyle düşünene dönerek, (O, sihr yaparak, su üstünde gidiyordu. Böylece, sizin îmânınızı bozmak istiyordu. Na’lınları çarpınca sihri bozularak batdı. Müslimânlar sihr yapmaz. Allahü teâlâdan kerâmet istemekden de hayâ ederler) buyurdu. Kerâmeti ile, papasın sihrini bozdu. İstanbulda, Kağıthânede (Ev yap) sabun fabrikası olan Rıfat beyin pederi Abdülvehhâb efendi, 1963 de vefât etdi. Vefâtından birkaç sene evvel dedi ki: Erzurumda medrese tahsîlini bitirmişdim. Dahâ okumak istedim. Aradığım büyük âlimin Bitlisde Abdülcelîl efendi olduğunu söylediler. Bitlise gitdim. Kendisini aradım. Vana gitdi. Yine gelir, bekle dediler. Sabr edemedim. Vana gitdim. Sordum. Müks âlimi, seyyid Fehîm Vana geldi. Şa’bâniyye câmi’inde, onun yanındadır dediler. Oraya gitdim. Hem de (Büyük âlim Abdülcelîl efendi, kürsiye çıkmış. Herkes onu dinleyip istifâde etmekdedir) diye düşünüyordum. Câmi’e girdim. Herkes başını eğmiş, edeble oturuyordu. Karşıda nûr gibi, tatlı bakışlı bir zât vardı. Herkes buna karşı saygı ile dönmüşdü. (Abdülcelîl efendi, her hâlde karşıdaki heybetli, te’sîrli zâtdır) diyordum. Fekat, soracak kimseyokdu. Herkes, boynunu bükmüş önüne bakıyordu. Ânsızın, önüme bir genç geldi. (Ne arıyorsunuz?) dedi. (Abdülcelîl efendi hazretlerini arıyorum) dedim. (İşte budur) diyerek, en geri sırada boynunu bükmüş edeble oturan birini gösterdi. (İstersen sen de otur!) dedi. (Karşıda oturan kimdir) dedim. (Seyyid Fehîm hazretleridir) dedi. Nice zemân sonra, bu gencin, seyyid Abdülhakîm efendi olduğunu anladım. Biraz sonra ezân okundu. Sünnetler kılındı. Seyyid Fehîm imâm oldu. Safları düzeltdik. İmâmla birlikde tekbîr getirirken, bütün cemâ’at, elektrik çarpan kimse gibi titremeğe başladık. Şimdi altmış sene oluyor. İmâmın o tekbîr sesi hâtırıma geldikçe, titriyorum. Kalbimde, o gün olduğu gibi, bir hâl oluyor. Seyyid Fehîmin kerâmetleri, derecesinin yüksekliği anlatılmakla bitmez. Kerâmetlerinin en büyüğü, Abdülhakîm efendi gibi bir ârif-i Kâmil ve veliyyi mükemmil yetişdirmesidir. Eserdeki kemâl, müessirin kemâlini gösterir. Seyyid Fehîm Efendi, silsile-i aliyyenin otuzdördüncüsüdür. Tâhâ-i Hakkârînin sohbetinde kemâle geldi. Vefât edince, kardeşi seyyid Muhammed Sâlihi ziyâret ederdi. Muhammed Sâlih 1281 [m. 1865] de vefât etdi. Fazla bilgi almak için (Abdülhakîm Efendi) ve (Tâhâ-i Hakkârî) ismlerini okuyunuz! Babası molla Abdülhamîd efendidir. Dedesi Seyyid Abdürrahmân, seyyid Abdülhakîm Efendinin dedesinin dedesidir. Seyyid Fehîm Efendinin kar- -334- deşi Molla Safiyyüddînin torunu Abdülhamîd efendi [m. 1967] de vefât etdi. Seyyîd Fehîm efendinin dokuz oğlu ile dört kızı vardı: 1- Reşîd efendinin, Muhammed Bâkır isminde bir oğlu ile Âişe hânım adında kızı vardı. Bu Âişe hânım seyyid Abdülhakîm efendinin ikinci zevcesi idi. 2- Muhammed Emîn efendi, kardeşlerinin en üstünü idi. Âlim, fâdıl ve edîb idi. Hicâz dönüşü Tûr-i Sînâda vefât etdi. Fâtıma isminde bir kızı vardır. 3- Muhammed Ma’sûm efendi. Ârif ve kâmil idi. Abdülhakîm Efendinin halîfesidir. Arvâsda vefât etdi. Sekiz oğlundan Abdülhakîm efendi, [m. 1957] de meb’ûs oldu. Meclise girmeden İstanbulda vefât etdi. Edirnekapı kabristânındadır. İkinci oğlu, Tâhâ efendi, Çatakda iken 1400 haccında Mekkede vefât etdi. Oğulları, Ercümend, Atâullah, Ubeydullah ve Ender efendilerdir. Üç de kızı vardır. Üçüncü oğlu, Muhammed Emîn Garbî efendi, İbrâhîm Arvâs beğin dâmâdıdır. Bunun iki mubârek oğlu Murâd ve Hamîd efendilerdir. Dördüncü oğlu Bâkır efendi h. 1399 da Konyada vefât etdi. Dört çocuğu vardır. Beşinci oğlu Selîm efendi, h. 1392 de Arvâsda vefât etdi. Bunun oğlu Zeynel’âbidîn efendi, İstanbulda muallim idi. Altıncı oğlu Salâhuddîn efendi, Mer’aşda [m. 1939] da vefât etdi. Oğlu Yahyâ ve kızları Sabâhat ve Müzeyyendir. Yedinci oğlu İbrâhîm efendidir. Sekizinci oğlu Bedreddîn efendinin oğulları Habîb, Muhib ve İrfan efendilerdir. 4- Muhammed Sıddîk efendi. Van müftîsi iken Ermeniler şehîd etdi. Van, Gürpınar, Aşağı-kaymazdadır. Oğlu Fehmî efendi ile torunu Ma’şûk efendi (Gürpınâr) kazâsında imâmdırlar. 5- Seyyid Hasen efendi, 1388 [m. 1968] de, Medînede vefât et-di. Üç oğlundan Necmüddîn efendi 1959 da, Muhammed Reşîd efendi 1945 de, Sıddîk efendi 1982 de vefât etdi. Birincinin üç, ikincinin Sa’îd efendi, üçüncünün dört oğlu vardır. Muhammed Reşîd efendi Hicret hanımın zevcidir. 6- Molla Hüseyn efendi, sâbık Van müftîsi olan fazîletli Kâsım efendinin ve Şemseddîn ve İhsân efendilerin babasıdır. 7- Mazhar efendidir. Oğlu Mazhar ve bunun oğlu Abdülehad ve bunun oğulları Muhammed Nûrî Behcet, Servet, Fâtih ve Necdet efendilerdir. 8- Muhammed Sâlih efendi. 1950 de Medînede vefât etdi. Oğlu Râcî efendidir. -335- 9- Nizâmeddîn efendi. Bir zevcesinden olan iki çocuğu, Sadreddîn efendi ile Hicret hânımdır. Sadreddîn efendi, Diyâr-ı Bekrde h. 1393 de vefât etmiş, Vanda defn edilmişdir. Dört çocuğu vardır. İkinci zevcesinden dört çocuğu olmuşdur. Bunlardan Vehbî efendi emekli teknik zirâ’at me’mûrudur. Nesîbe hânım emekli mâliyyemüfettişlerinden Hayâti Çiftlik beğin zevcesidir. Âsiye hanımın zevci Abdürrahman Ekincidir. Sâriye hânım Vandadır. Hicret hânımın oğlu Sa’îd efendi ile dört dâmâdından birincisi, fazîletli Kâsım efendidir. İkincisi, seyyid Abdülhakîm Efendi hazretlerinin yeğeni Rukiye hânımın oğlu Aydın beğdir. Üçüncü dâmâdı eczâcı Fâtih Yılmaz beğ Fâtihde (Kumrulu eczâhânesi)nin sâhibidir. Dördüncü dâmâdı Habîb efendidir. Seyyîd Fehîm efendinin iki dâmâdı Hüseyn ve Emîn pâşalardır. Üçüncü kızı Esmâ hanımın üç oğlu Şevki, Fârûk ve Nâbî efendilerdir. Seyyid Fehîm Efendi “kuddise sirruh” insân-ı kâmil idi. Talebesinin en üstünü, veliy-yi kâmil seyyid Abdülhakîm Efendidir. 1300 yılı 17 Cemâzil âhır [m. 1883 Nisan]da yazdıkları mektûbda buyuruyor ki: Sevdiğim, kıymetli seyyid İbrâhîm ve seyyid Tâhâ! Allahü teâlâ, ikinize de selâmet versin! Size çok düâ etdikden sonra, bildiğiniz gibi, kardeşiniz seyyid molla Abdülhakîm geçen sonbehârda buraya gelmişdi. Ders okumağa başlamışdı. Bu fakîr de, onun dersini gâyet dikkat ile, tahkîk ederek anlatdım. O da, gerek dersde, gerek kendi çalışmalarında, öylece dikkat ve tahkîk eyledi. İlmden başka birşeye bakmasına vakt bırakmadım. Şimdi, zemânımızdaki üsûle göre kitâbları bitirdi. Bu fakîr, âlet ilmlerini ve fıkh ve hadîs bilgilerini okutmak için, üstâdlarımdan nasıl me’zûn oldu isem, onu da ben, öylece me’zûn eyledim. Sizler, artık ona kardeş gözü ile bakmayınız. İlmin şerefini gözetmek için, ona karşı çok tevâzu’ gösteriniz! Bunları, sizin iyiliğiniz ve yükselmeniz için yazıyorum. Bundan başka, ilme karşı tevâzu’ göstermek, Allahü teâlâya tevâzu’ etmek demekdir. Bu kısa yazımdan, çok şeyler anlayınız! Esseyyid Fehîm “rahime-hullahü teâlâ”. İkinci mektûbda buyuruyor ki: Sevgili oğlum, gözümün nûru seyyid molla Abdülhakîm! Size, sonsuz düâlarımı bildirdikden sonra arz edeyim ki, uzun zemândan beri sizden haber almadığım için, gönlüm çok üzülüyor. Allahü teâlâ her gizli şeyleri bilir. O şâhiddir ki, kalbim hemen her zemân seninledir diyebilirim. Beni bu üzüntüden kurtarmak için, görünür görünmez hâllerinizi sık sık bildirmelisiniz! Böylece sevgi bağları oynatılmış olur. Eğer o, gö- -336- zümün nûru, buradaki fakîrlerden soracak olursa, Allahü teâlâya hamd ve şükrler olsun! Bedenimizin ve etrâfımızın râhatı ve selâmeti günden güne artmakdadır. Hak teâlâ, biz fakîrlerin ve bütün kardeşlerimizin kalblerine selâmet ihsân buyursun! Âmîn. Abdülhamîde ve Hasene ve seyyid İbrâhîme bu fakîrin düâlarını bildiriniz! Tâhâ efendiye ve Mazher efendiye düâ ederim. Her kime uygun görürseniz, bu fakîrin düâlarını bildirmek için, vekîlimsiniz. Bundan başka, Nehride olanların, doğru iğri hepsinin hâllerini ya-zınız. Ayrıca, Nastûrîlerin taşkınlık yapdıklarını, dörtyüz müslimân öldürdüklerini işitdik. Bunların neler yapdıklarını ve ne için yapdıklarını da bildirmenizi istiyorum. Vesselâm, 3 Ocak 1301. Düâcınız, günâhkâr Seyyid Fehîm. Seyyid Abdülhakîm efendinin birâderi seyyid Tâhâ efendiye yazdığı bir mektûb şudur: Mubârek bostanın tâze fidânı Tâhâ efendi! Güzel yazılmış olan mektûbunuz geldi. O sevgili oğlumun ve yakınlarının selâmetde olduğunu bildirdikden sonra, hakîkî matlûbun şevkını, arzûsunu da duyurmakda olduğundan çok hoşumuza gitdi. Mısra’: Bu âb-ı hayâtı bırakmak, bana yakışmaz. Allahü teâlâ bu susuzluğunu her ân artdırsın! (Râbıtada, Rehberin sûretinin, tâm kendisi olması lâzım mıdır?) diyorsunuz. Sevgili yavrum, tâm kendisi olması lâzım değildir. Râbıtadan maksad, sûrete teveccühdür. Sûreti düşünmekdir. Ondan yardım beklemekdir. Belli olan sûreti teşhîs etmek, tanımak lâzım değildir. Hakîkatde, rûhun belli bir sûreti yokdur. Hayâl edilen, düşünülen bir sûretde, şeklde görünebilir. Rûh, te’alluk etmiş, bağlanmış olduğu cesede, bedene alışmış olduğu için, çok kerre, o cesed şeklinde ve muhtelif hâllerde görünür. Hangi sûretde ve hangi hâlde görünürse görünsün, eğer güzel, tatlı, sevinçli görünür ve muhabbeti ve huzûru artdırırsa, rahmânî olduğu anlaşılır. Elinden gel-diği kadar o sûrete arzûnu ve sevgini artdırmağa çalış! Onda, kendini yok et! Sûret, eğer çirkin ise, korkunç ve korkutucu ise, bu şeytânî bir görünüşdür. Ona bakma! Def’ olsun, gitsin. Zikr ederken, hâtıra gelen başka şeylerden kurtulmak için ne yapmalı diyorsunuz. Azîzim, öyle düşünceler, iki şey ile, bi-iznillahi teâlâ yok olur, giderler. Râbıtada görünen sûrete tâm teveccüh etmekle yâhud zikre çok ikbâl etmekle, hevesle yapmakla ve bütün kuvvetlerini ve duygularını yürek tarafında toplamakla gider. 18 Ekim 1308. 158, 288, 289, 290, 393, 394, 395, 411. -337- 103 - FENÂRÎ: Molla Şemseddîn Muhammed bin Hamza, Osmânlı devletinin en büyük âlimlerindendir. İlk şeyhülislâmdır. 751 de tevellüd, 834 [m. 1431] de vefât etdi. Bursada, Maksemdedir. Mısrda Kemâleddînden okudu. Matematik ve astronomi de öğrendi. Yıldırım Bâyezîd ve çelebi sultân Muhammed zemânlarında Bursada binlerle âlim yetişdirdi. 822 de hacdan dönerken Mısr sultânı melik Müeyyid, Mısrda kalarak ders vermesini ricâ et-di. Bir müddet kaldı. Sonra, çelebi sultân Muhammed da’vet edince, Bursaya geldi. Sultân ikinci Murâd hân kendisini ilk olarak şeyhülislâm yapdı. Bu vazîfeyi adâlet ve hak üzere altı sene yapdı. Vefâtında, çok para ve onbinden çok kitâb bırakdı. Tefsîr, fıkh ve mantık üzerinde çeşidli eserleri ve fetvâları vardır. 90, 345, 359. 104 - FERÎDEDDÎN-İ ATTÂR: Muhammed bin İbrâhîmdir. Âlim ve tesavvufda kâmil idi. 513 de Nişâpûrda tevellüd, 627 [m. 1230] de Cengiz askeri tarafından şehîd edildi. Nişâpûrdadır. Babası attâr idi. Ya’nî parfüm satardı. Tesavvuf büyüklerine gider, sohbetlerinden istifâde ederdi. Zühd, takvâ ve ibâdetle uğraşırdı. Şi’rleri çok tatlı, nasîhatleri çok te’sîrlidir. Yüzbin beyti vardır. Celâleddîn-i rûmî, kendisini medh etmekdedir. Kitâbları çokdur. Bunlardan fârisî (Tezkiret-ül-evliyâ) meşhûrdur “rahime-hullahü teâlâ”. 83, 134, 399. 105 - FIDDA: Fâtımat-üz-Zehrânın “radıyallahü anhâ” câriyesi idi. Kendisine candan hizmet ederdi. 29. 106 - FÎRÛZ ŞÂH: Delhîde hükûmet süren sultânlardandır. Sultân Gıyâseddînin kardeşi Recebin oğludur. 752 de tahta çıkdı. Memleketi adâlet ve dirâyetle idâre etdi. Birçok şehrler, kal’a ve su kanalları yapdı. 790 [m. 1388] da seksen yaşında vefât etdi. Kitâb da yazmışdır. 144. 107 - FUDAYL BİN İYÂD: Evliyânın büyüklerindendir. Zühd ve takvâsı ve va’zları ve irşâdı meşhûrdur. 187 [m. 803] de Mekkede vefât etdi. Hârûn Reşîdle çok sohbet etmişdi. Bişr-i Hâfînin ve Sırrî-yi Sekatînin Rehberidir. Semerkandda tevellüd etdi. Bâverdde büyüdü. Kûfede yerleşdi. 31. 108 - GAZÂLÎ: İmâm-ı Muhammed bin Muhammed Gazâlî, Huccetül-islâm adı ile meşhûrdur. İslâm âlimlerinin büyüklerindendir. Müctehid idi. İctihâdı, Şâfi’î mezhebine yakın olduğundan, Şâfi’î mezhebinde sanılır. 450 [m. 1058] de Tûs [ya’nî Meşhed] şehrinin Gazâl kasabasında tevellüd, 505 [m. 1111] de yine orada vefât etdi. Vezîr Nizâmülmülk huzûrundaki, âlimler meclisindeki -338- konuşmalarında, hepsini hayretde bırakmışdı. 484 de Bağdâdda Nizâmiye üniversitesine profesör oldu. Hacdan sonra Şâmda profesör yapıldı. Mısrda da ders okutdu. Mükemmel rumca öğrendi. Yunan felesoflarının kitâblarına cevâblar yazdı. (El-münkızü aniddalâl) kitâbında, kendi hâl tercemesini ve fikrlerini uzun yazmakdadır. O kadar çok kitâb yazdı ki, sahîfelerini ömrüne bölmüşler. Gününe onsekiz sahîfe düşmüşdür. Arabî beş cild (İhyâ-ül-ulûm) kitâbı ve bunun muhtasarı fârisî (Kimyâ-yı Se’âdet) kitâbı yeniden basılmışdır. (Tam İlmihâl-Se’âdet-i Ebediyye) kitâbında, kendisi dahâ geniş bildirilmişdir. 53, 66, 73, 75, 77, 106, 212, 214, 326, 388, 401. 109 - GELENBEVÎ: Adı İsmâ’îl bin Mustafâdır. Osmânlı âlimlerindendir. Yenişehr kâdîsi idi. 1205 [m. 1791] de vefât etdi. Geometri ve trigonometri üzerinde kıymetli kitâbları vardır. Çeşidli kitâblar yazdı. Fâtihde, bir mektebe (Gelenbevî) adı verilmişdir “rahime-hullahü teâlâ”. 90. 110 - HACCAC BİN YÛSÜF: Tâifde Benî Sakîf kabîlesinden olup 41 yılında doğdu. Halîfe Abdülmelik, bunu kumandan yapdı. İlk vazîfesi, Mekke-i mükerremede Abdüllah bin Zübeyr ile harb etmek oldu. Bunu şehîd etdi. 75 de Hicâz ve Irak vâlîsi oldu. Hindistâna kadar hâkim oldu. Çok müslimânı şehîd etdi. Hâricîlerle cihâd ederek, bunları kahr etdi. Böylece, Ehl-i sünnete büyük hizmeti oldu. 86 da Velîd halîfe olunca, hükmü bir kat dahâ artdı. 95 [m. 714] de vâlî iken öldü. Çok zekî ve siyâseti kuvvetli idi. Keremi, ihsânı da, zulmü gibi, pek fazla idi. Afvı da çok olurdu. Hindistân taraflarında birçok yerler feth etdi. Kur’ân-ı kerîme hareke koyup doğru okunmasını sağlıyan budur. 27, 304, 305, 402. 111 - HADÎCET-ÜL-KÜBRÂ: Kureyşin asîlzâde, kibâr âilesindendir. Resûlullahın ilk zevcesidir. Babası Hüveylid, anası Fâtımadır. Kırk yaşında ve dul iken Resûlullahla evlendi. Resûlullah o zemân yirmibeş yaşında idi. Bundan dört kızı ve iki oğlu oldu. Dul iken, ticâret yapardı. Çok zengindi. Me’mûrları, kâtibleri ve köleleri vardı. Cebrâîl “aleyhisselâm” Resûlullaha ilk göründüğü zemân korkmuşdu. Bu hâli Hadîceye söyledi. İlk önce, Hadîce îmân etdi. Kâfirler heykele tapar, Resûlullaha inanmaz, alay ederlerdi. Çok eziyyet ederlerdi. Hadîce, Resûlullaha tesellî ve gayret verirdi. Bütün malını, mülkünü onun uğruna fedâ etdi. Resûlullaha yirmibeş sene sadâkatle hizmet etdi. Bir kerre incitmedi. Hicretden üç sene önce, Ebû Tâlibin ölümünden üç gün sonra, altmışbeş yaşında, Mekke-i mükerremede vefât etdi. Resûlullah, vefâtına kadar, her zemân kendisini medh buyururdu. Hattâ, birgün, evde -339- medh ederken, Âişe vâldemiz dayanamayıp (Cenâb-ı Hak size ondan dahâ iyisini verdi) dedi. (Hayır! Ondan iyisi verilmedi. Herkes bana yalancı dediği günlerde, o bana inandı. Herkes bana eziyyet verirken, o bana yâr oldu. Üzüntülerimi giderdi) buyurdu. Hazret-i Hadîce ile kerîmesi Fâtıma-tüz-zehrâ, dünyâdaki bütün kadınların en üstünü oldukları hadîs-i şerîfde bildirilen dört kadından ikisidir. Üçüncüsü, Fir’avnın zevcesi hazret-i Âsiye, dördüncüsü, hazret-i Meryemdir “radıyallahü teâlâ anhünne”. 14, 69, 70, 134, 171, 188, 242, 289, 310, 323, 331, 376, 383, 408. 112 - HAFSA: Resûlullahın zevcesi ve hazret-i Ömerin kızıdır. Birinci zevci, Bedr gazâsında bulunan Huneys idi. Huneys ile birlikde Medîneye hicret etmişdi. Genç yaşında dul kaldı. Babası, hazret-i Ebû Bekre ve sonra Osmâna teklîf etdi. O sırada, Resûlullahın kızı yeni vefât etmişdi. Her ikisi özr dilemişdi. Hazret-i Ömer üzüldü. Resûlullah, bunu anlıyarak, (Yâ Ömer! Kızını, Osmândan dahâ iyisi alacak ve Osmân, Hafsadan iyisini zevce edinecekdir) buyurdu. Hicretin üçünden sonra Hafsa vâldemizi nikâh etmekleşereflendirdi. Kerîmesi Ümm-i Gülsümü de hazret-i Osmâna verdi. Bir müddet sonra, Hafsayı boşadı. Sonra, Cebrâîl aleyhisselâmın işâreti ile tekrâr nikâh buyurdu. Çok oruc tutar, çok nemâz kılardı. Altmış hadîs-i şerîf bildirmişdir. Hicretin 41. ci yılı vefât eyledi “radıyallahü teâlâ anhâ”. 12, 69, 196, 242. 113 - HÂLİD BİN VELÎD: İslâmın büyük düşmânlarından Velîd bin Mugayrenin oğludur. Ebû Cehl ile kardeş çocuklarıdır. Sahâbe-i kirâmın büyüklerinden, islâm gâzîlerinin kahramanlarından idi. Annesi Lubâbe, Resûlullahın baldızı idi. Uhud gazâsında, düşmân birliklerinden birinin kumandanı idi. Kırka yakın Sahâbenin şehîd olmasına sebeb olmuşdu. Hudeybiyede de düşmân tarafında idi. Altıncı yıl sonlarında Amr ibni Âs ile birlikde Medîneye gelip müslimân oldu. Mekke fethinde, islâm ordusunda birlik kumandanı idi. Mûte gazâsında Ca’fer Tayyâr şehîd olunca, kumandayı ele alıp, üçbin kişi ile, Herakliüsün yüzbin kişilik ordusuna gâlib geldi. Resûlullahdan (Seyfullah) adını alarak şereflendi. Hazret-i Ebû Bekr ve Ömer zemânlarında da çeşidli zaferler kazandı. 21 yılında Humsda vefât etdi. Fekat Yâkût-i Hamevîye göre, Medînede medfûndur. 56, 64, 113, 114, 116, 117, 177, 180, 201, 250, 251, 259, 302, 312, 323, 341, 354, 362. 114 - HÂLİD BİN ZEYD: Ebû Eyyûb ensârî, Eshâb-ı kirâmdandır. Eyyûb sultân denilmekle meşhûrdur. Resûlullah, Medîneye hicret edince, deve bunun kapısında çökdü. Mescid yapılıncaya kadar, yedi ay bu evde müsâfir kaldı. Medîne ehâlîsi haz- -340- ret-i Hâlidin evine gelip Resûl-i ekremi ziyâret etdi. Bu arada, yehûdî âlimlerinden (Abdüllah bin Selâm) da gelip, dikkatle Resûlullaha bakdı. (Bu yüz, yalancı yüzü değildir) diyerek, hemen müslimân oldu. Hazret-i Hâlid, Bedr, Uhud, Hendek ve başka gazâlarda bulundu. Yüzelli hadîs-i şerîf haber vermişdir. İhtiyâr olduğu hâlde hazret-i Mu’âviye zemânında, Süfyân bin Avf-ı Ezdî kumandasındaki ordu ile İstanbulu almağa geldi. Yezîd de bu orduda idi. 50 senesinde sur dışında otuzbin mücâhid ile, şehîd oldular. Hâcı Bayrâm-ı Velînin yetişdirdiği Evliyâdan Ak Şemseddîn tarafından kabri keşf edilip, Fâtih Sultân Muhammed hân, türbe yapdırdı. Osmânlı pâdişâhları, bu türbeye saygı gösterirdi. Hükümdarlar bu türbe önünde kılınç kuşanırlardı “radıyallahü teâlâ anh”. İstanbul şehri, Yezîd ve Süleymân bin Abdülmelik zemânlarında da muhâsara edilmişdir. 13, 19, 63, 113, 121, 288, 311, 361. 115 - HÂLİD-İ BA⁄DÂDÎ: Ziyâeddîn Mevlânâ Hâlid-i Osmânînin babası Ahmed bin Hüseyn, Bağdâdın Zûr kazâsındandır. Osmân bin Affân “radıyallahü anh” soyundandır. Mevlânâ Hâlid, fıkh, hadîs, tefsîr, tesavvuf, kelâm, sarf, nahv, bedî, meânî, beyân, belâgat, vad’, bahs, âdâb, arûz, lügat, mantık, fizik, matematik, geometri, astronomi ve benzeri ilmlerde zemânının bir dânesi idi. Firuzâbâdînin koca kâmus lügatini ezberlemişdi. Zemânındaki Bağdâd âlimlerinin ve tesavvufcularının, belki, asrındaki bütün âlimlerin üstünde idi. Kur’ân-ı kerîmin esrârına vâkıf idi. Bütün ömrü zühd ve vera’ ile geçmişdi. Gören, işiten her âlim, yüksekliğini, üstünlüğünü söylerdi. Her ilmden, her kitâbdan sorulan her süâle, düşünmeden, hemen doğru, aslına uygun cevâb verirdi. Herkesi hayretde bırakırdı. Adı her tarafa yayıldı. Süleymâniyye mütesarrıfı Abdürrahmân pâşa, bir medresede ders vermesini, her ihtiyâcını bol vereceğini çok diledi ise de, kabûl etmedi. Bu işi beceremem dedi. 1203 yılında üstâdı seyyid Abdülkerîm Berzencî tâ’undan vefât edince, onun talebesi boş kalmasın diye, bunlara ders verdi. Her tarafdan âlimler dersine üşüşdü. Her müşkili çözer, her derde devâ olurdu. Kendisi hiç kimseye ehemmiyyet vermeyip, gece gündüz ibâdet ederdi. Cezbe hâlinde olup, hep ağlardı. Çok düşünceli idi. 1220 de hacca gitdi. Yolda Şâm âlimlerinden çok saygı gördü. Verdiği cevâblarla, âlimleri şaşkına çevirdi. Alçak gönüllü olduğundan, orada allâme Muhammed Küzberîden hadîs rivâyeti icâzeti aldı. Mustafâ Kürdîden hadîs ve Kâdirî icâzeti al-dı. Yollarda söylediği fârisî beytler, çok nâzik rûhunun terennümleridir. Dîvânını gören hayrân olur. Medînede Yemenli bir âlimden nasîhat istedikde, (Mekkede dîne uymıyan bir iş görünce, he-men red etme!) der. Mekkede, bir Cum’a günü, Kâbe-i şerîfeye -341- karşı (Delâil-i şerîf) okuyordu. Câhil kılıklı, siyâh sakallı birinin Kâ’beye arka çevirip kendine bakdığını gördü. (Utanmadan, Kâ’beye arkasını çevirmiş) diye düşünürken, (Mü’mine hurmet, Kâ’beye hurmetden dahâ öncedir. Bunun için yüzümü sana çevirdim. Niçin beni kötülüyorsun, Medînedeki zâtın nasîhatını unutdun mu?) dedi. Bunun büyük Velîlerden olduğunu anladı. Afv diledi. Beni irşâd et diye yalvardı. (Sen burada olgunlaşamazsın) dedi, eli ile Hindistânı gösterdi. (Senin işin orada temâm olur) dedi ve gitdi. Hacdan, memleketine gelip ders vermeğe başladı. Fekat, gece gündüz Hindistânı düşünüyordu. Birgün, Hindistânın kutbu Abdüllah-i Dehlevînin talebesinden biri geldi. İkisi biryere kapandı. Derse gelmez oldu. Talebe, Hindliye kızmağa başladı. 1224 [m. 1809] senesinde, ikisi Hind yolculuğuna çıkdılar. Herkes, talebe, âlimler ağlayıp, yalvarıp yoldan çevirmek için çok uğraşdı. Fâide vermedi. Tahrânda şî’î âlimi İsmâ’îl Kâşîyi, talebesi arasındaki konuşmalarda rezîl etdi. Vaktîle şî’î tefsîrlerinde, (Bedr esîrlerini sal-dığın için, Allahü teâlâ seni afv etdi âyeti, Ebû Bekri azarlamakdadır) diye, okumuşdu. Kâşîye (Peygamberler günâh işler mi?) dedi. Kâşî, (Hayır, işlemezler) dedi. (Allahü teâlâ seni afv etdi âyeti, Peygamberlerin günâh işlediğini gösteriyor) buyurdu. Kâşî, (Bu âyet, Peygambere karşı değildir. Ebû Bekri azarlamakdadır) dedi. (O hâlde, Allahü teâlâ Ebû Bekri afv etdim buyuruyor da, siz niçin afv etmiyorsunuz?) dedi. Kâşî cevâb veremeyip mahcûb oldu. Sonra, Bistam, Harkan, Semnân ve Nişâpûrdan geçdi. Uğradığı yerlerdeki Evliyâyı, şî’rleri ile medh eyledi. Tûs şehrinde imâm-ı Alî Rızânın türbesini ziyâretinde çok güzel kasîde okuyarak medh eyledi. Câm ve Hıratdan geçdi. Her şehrden ayrılırken, âlimler, ehâli âşık olup sâatlerce yola uğurluyorlardı. Kandihâr, Kâbil, Pişâver âlimlerinin süâllerine verdiği cevâblarla, hepsini hayrân bırakdı. Lâhora ve tâm bir senede yürüyerek Dehlîye geldi. Orada vâris-i ulûm-i rabbânî, câmi’î kemâl-i sûrî ve ma’nevî seyyid Abdüllah-i Dehlevî [1158-1240] hazretlerinin kalbine yerleşdirdiği zikre devâm ve dokuz ay çalışıp, huzûr ve müşâhede makâmına erişdi. Vilâyet-i kübrâ hâsıl oldu. Müceddidiyye, Kâdiriyye, Sühreverdiyye ve Kübreviyye ve Çeştiyyede kemâle geldi. Abdüllah-i Dehlevînin mubârek kalbindeki bütün esrâra mazhar oldu. 1226 da kendi vatanı olan Süleymâniyyeye geldi. Oradan, Bağdâddaki Abdülkâdir-i Geylânî hânesine yerleşdiler. Sa’îd pâşa bin Süleymân pâşa, Bağdâd vâlîsi idi. Mevlânâ Hâlid, Mâ-türîdî i’tikâdında ve Şâfi’î mezhebinde idi. Çok âlim, çok Velî yetişdirdi. Sayısız kerâmetleri görüldü. Bunlardan çoğu türkçe (Şems-üş-şümûs) ve (Mecd-i tâlid) kitâblarında -342- yazılıdır. Meselâ, sultân Mahmûdun serây nâzırlarından Hâlet efendi, mevlevî idi. Mevlânâ Hâlidin şöhret ve i’tibârını çekemiyerek kendisini halîfeye çekişdirdi ve (Onbinlerle adamı vardır. Devlet ve saltanat için tehlükelidir. Ortadan kaldırılması lâzımdır) dedi. Sultân Mahmûd da (Din adamlarından devlete zarar gelmez) diyerek sözüne kıymet vermedi. Mevlânâ Hâlid hazretleri bunu işitince, halîfeye hayr ve selâmetle düâ eyledi ve (Hâlet efendinin işi, pîri Celâleddîn-i rûmî hazretlerine havâle olundu. Onu huzûruna çekip, cezâsını verecekdir) buyurdu. Az zemân sonra sultân Mahmûd hân, Mora ısyânına sebeb olduğu için, onu Konyaya sürdü. Orada i’dâm olundu. Mevlânâ Hâlid 1192 de Zûr kazâsında tevellüd ve 1242 [m. 1826] de Şâmda tâ’ûndan vefât etdi “kaddesallahü teâlâ sirrehul’azîz”. (Câliyet-ül-ekdâr) salevât kitâbı her hafta okunur. Çok fâidelidir. Nahvde, kelâmda, fıkhda, tesavvufda kıymetli kitâbları vardır. Fârisî olan (İ’tikâdnâme) adındaki âmentü şerhinin ve râbıta risâlesinin tercemeleri basılmışdır. (İ’tikâdnâme)nin türkçe, fransızca, almanca ve ingilizce tercemeleri, Hakîkat Kitâbevi tarafından basdırılmışdır. 88, 154, 392, 411. 116 - HAMZA BİN ABDÜL-MUTTALİB: Eshâb-ı kirâmın büyüklerindendir. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” amcasıdır. Hem de süt kardeşidir. Annesi Hâle, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” annesi olan hazret-i Âminenin amcasının kızı idi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” kırkaltı yaşında iken, birgün Safâ tepesinde oturuyordu. Ebû Cehl, yanından geçerken, Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” küfr etdi. Mubârek ağzını açmadı. Birşey demedi. Fekat, bir hizmetçi kız, bunu işitdi. Hamza “radıyallahü anh”, o gün avdan geliyordu. Âdeti üzere, tavâf yapmak için, Harem-i şerîfe uğradı. Hizmetçi kız, ya-nına gelip, (Ebû Cehl, kardeşin oğluna, şöyle şöyle söyledi) dedi. Hamza dahâ müslimân olmamışdı. Fekat, kardeşinin oğluna küfr edildiğini işitince, akrabâlık damarları hareket etdi. Silâhları üstünde olarak, Kureyş kâfirlerinin yanına geldi. (Kardeşim oğluna kötü söz söyliyen, kalbini inciten, sen misin?) diyerek, boynundaki ok atan yay ile, Ebû Cehlin başını yardı. Orada bulunan kâfirler, Hamzaya saldıracak oldular. Büyük çarpışma çıkacakdı. Fe-kat, Ebû Cehl (Dokunmayınız! Hamza haklıdır. Onun kardeşi oğluna, bilerek, kötü şeyler söyledim) dedi. Böylece, Hamzayı başından savdı. (Aman, ona ilişmeyiniz! Bize kızar da, müslimân olur. Bununla, Muhammed kuvvetlenir) dedi. Hamza müslimân olmasın diye, kafasının yarılmasına râzı oldu. Çünki, Hamza, hâtırı sa- -343- yılır, kıymetli ve kuvvetli idi. Hamza, Resûlullahın yanına gelip, (Yâ Muhammed “sallallahü aleyhi ve sellem”! Ebû Cehlden intikâmını aldım. Onu kana boyadım. Üzülme, sevin) dedi. (Ben böyle şeylerle sevinmem) buyurdu. (Seni sevindirmek, üzüntüden kurtarmak için, ne istersen yapayım) dedi. (Ben ancak senin îmân et-men ile, kıymetli bedenini Cehennem ateşinden kurtarman ile sevinirim) buyurdu. Hamza “radıyallahü anh”, hemen müslimân oldu. Kureyşin yanına gidip, müslimân olduğunu ve Allahın Peygamberini her sûretle koruyacağını güzel bir kasîde okuyarak bildirdi. Bunun müslimân olması ile, Muhammed “aleyhisselâm” çok sevindi. Müslimânlar, pek çok kuvvet buldu. Medîneye hicret etdi. Bedr gazâsında, fevkal’âde kahramanlık gösterdi. Uhud gazâsında da, otuzbir kâfiri Cehenneme gönderdikden sonra, Vahşî tarafından şehîd edildi “radıyallahü teâlâ anh”. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, buna çok üzüldü. Çok ağladı. Cenâze nemâzını kıldı. Şehîd olduğu zemân elliyedi yaşında idi. Vahşî de “radıyallahü anh” sonra müslimân oldu. 134, 250, 379, 380, 381, 384, 397, 398. 117 - HÂRÛN REŞÎD: Abbâsî halîfelerinin beşincisidir. Mu-hammed Mehdînin oğlu, Ca’fer Mensûrun torunudur. 148 de tevellüd, 193 [m. 809] de Tûs şehrinde vefât etdi. Tûsdadır. 170 de kardeşi Mûsâ Hâdî vefât edince, halîfe oldu. Babası zemânında, iki def’a rumlarla harb etmişdi. Kahramanlık göstermişdi. Üsküdara kadar gelmişdi. Halîfe iken, Ereğliye kadar aldı. Dokuz def’a hac edip Medîne, Mekke halkına çok ihsânda bulundu. İlm ve san’at sâhiblerine çok yardım ederdi. Çok âdil idi. Fekat vezîri, Bermekîlere sert cezâ verdi. İmperatör Şarlman ile dostluk kurdu. Ona hediyyeler gönderdi. Bu arada gönderdiği su ile işliyen bir sâat, Avrupalılara hayret vermişdi. Zevcesi Zübeyde, Mekke-i mükerremenin her yerine (ayn-ı Zübeyde) denilen çeşmeler ve havzlar yapdırdı. 83, 88, 311, 315, 329, 338, 350, 360, 399. 118 - HASEN BİN ALÎ: Hazret-i Alînin büyük oğlu, Resûlullahın torunudur. Oniki imâmın ikincisi, islâm halîfelerinin beşincisidir. Hicretin üçüncü yılı, Ramezân ortasında, Medînede tevellüd, 49 da, Medînede vefât etdi. (Mir’ât-i kâinât)da diyor ki, (Hazret-i Mu’âviye, kendinden sonra yerine Hazret-i Haseni “radıyallahü anhümâ” halîfe yapmağa karar verdi. Bunu millete i’lân etdi. Yezîd, babasının bu kararını anlayınca, kendisi halîfe olmak için, Şâmdan hazret-i Hasenin zevcesine zehr gönderdi. Seni ben alacağım. Tepeden tırnağa kadar mal, süs eşyâsı içine koyacağım diye, onu aldatdı. Bu da, kendisini boşıyacak diye, zâten hazret-i -344- Hasene kin beslemekde idi ve onu zehrledi). Yüzü Resûlullaha çok benzerdi. Hilm, rızâ, sabr ve kerem sâhibi idi. Halîfe Osmânın evi sarıldığı zemân, babası tarafından, kardeşi ile birlikde imdâda gönderilmişdi. Kırk senesinde Kûfede halîfe oldu. Yedi ay sonra hazret-i Mu’âviye ile harb etmeği doğru görmeyip, hilâfeti kendi rızâsı ile ona bırakdı. Hazret-i Âişe, imâmın Resûlullahın yanına defn edilmesine izn verdi ve çok istedi ise de, Mervân, Bakî’ kabristânına defn etdirdi. Çocuklarına şerîf denir. 29, 47, 48, 60, 61, 62, 63, 66, 68, 69, 74, 101, 105, 106, 110, 115, 118, 127, 131, 133, 134, 138, 140, 168, 181, 189, 193, 195, 221, 234, 235, 241, 242, 243, 244, 245, 246, 250, 302, 331, 359. 119 - HASEN ÇELEBİ: Babası Muhammed şâhdır. Molla Fenârî soyundan olup, âlim ve kâmil idi. 840 da tevellüd, 886 [m. 1481] da vefât etdi “rahime-hullahü teâlâ”. (Beydâvî) ve (Tecrîd)e, (Telvih)a, (Mutavvel)e, (Mevâkıf)a, (Vikâye)ye hâşiyeler yapmışdır. Başka eserleri de vardır. 90. 120 - HİND BİNT-İ UTBE: İslâmın büyük düşmânlarından Ut-be bin Rebî’a bin Abd-i Şems bin Abd-i Menâf kızı, Ebû Süfyânın zevcesi ve hazret-i Mu’âviyenin annesidir. Dahâ önce, Fâkih bin Mugîre Mahzûmînin zevcesi idi. Uhud gazâsında bulundu. Düşmân askerlerini harbe teşvîk ederdi. Mekkenin fethinde, zevcinden bir gün sonra, müslimân oldu. Resûlullahın hayr düâsını aldı. Yermük gazâsında, zevci ile birlikde islâm ordusunda bulunup, islâm askerini rumlara karşı harbe teşvîk etdi. 13 yılında Ebû Kuhâfe ile aynı günde vefât etdi “radıyallahü teâlâ anhümâ”. 12, 328, 355, 396, 398. 121 - HÜMÂYÛN ŞÂH: Mirzâ Muhammeddir. Hindistândaki Gürgâniyye devletinin ikinci sultânıdır. Mirzâ Bâbür şâhın oğludur. 913 de Kâbilde tevellüd, 963 de vefât etdi. 937 de Hükmdâr oldu. 946 ve 947 de Efgânistanda Şîr hâna mağlûb oldu. Îrâna sığındı. 962 de Efgân askerini mağlûb ederek tekrâr hükmdâr oldu. 963 [m. 1556] de vefât etdi. Dehlîdeki türbesi pek san’atlı ve zînetlidir. Hind sultânları 313.cü sahîfededir. 12, 372. 122 - HÜSEYN BİN ALÎ: Resûlullahın torunu, hazret-i Alînin ikinci oğludur. Oniki imâmın üçüncüsü ve Ehl-i beytin beşincisidir. Hicretin altıncı yılında tevellüd, 61 [m. 681] Muharremin onuncu günü Kerbelâda şehîd oldu. Çeşidli hadîs-i şerîflerle medh edildi. Hep babasının yanında idi. Babası şehîd olunca, Medîneye geldi. Hazret-i Mu’âviyenin vefâtında Yezîde bî’at etmedi. Kûfeliler kendisini çağırıp halîfe yapmak istedi. Kardeşi Muhammed bin Hanefiyye, ibni Ömer, ibni Abbâs ve dahâ nice Eshâb-ı Resûl mâni’ oldular ise de, nasîhatlerini dinlemeyip, yetmişiki kişi ile Mekkeden, Irâka yola çık- -345- dı. Yezîd, Şâmdan bunu haber alınca, Irâk vâlîsi, Ubeydüllah bin Ziyâde emr gönderip, Kûfeye sokma dedi. Bu da, Sa’d ibni Ebî Vakkâsın oğlu Ömerin kumandasında bir ordu gönderdi. Ömer, geri dönmesini bildirdi ise de, İmâm kabûl etmeyip harb etdi. Yanında bulunanlara da tekrâr tekrâr teslîm olun denildi ise de, 72 si de şehîd oluncıya kadar dövüşdü. Sinan bin Enes Nehâî, hazret-i İmâmı şehîd etdi. Mubârek oğlu, imâm-ı Zeynel’âbidîn on yaşında ve hasta yatmakda olduğu için öldürülmedi. Kadınlarla ve imâmın mubârek başı ile Şâma gönderildi. Mubârek başı, Mısrda Karâfe kabristânında medfûndur. 29, 48, 65, 68, 69, 74, 105, 106, 110, 115, 118, 127, 131, 133, 134, 136, 137, 138, 139, 140, 165, 181, 195, 221, 235, 242, 243, 244, 250, 280, 302, 316, 329, 331, 358, 399, 400, 401, 402, 408. 123 - HÜSEYN BİN ALÎ VÂ’İZ-İ KÂŞİFÎ: Sultân Hüseyn Baykıra zemânında Hiratda vâ’iz idi. (Mevâhib-i aliyye) adındaki fârisî tefsîri çok kıymetlidir. Muhammed bin İdris-i Bitlisî [982] ve serây hocalarından İsmâ’îl Ferruh efendi tarafından 1246 da türkçeye terceme edilmiş, ikincisi (Mevâkıb) tefsîri ismi ile basılmışdır. (Lübâbül-ihtiyârât ta’yîn-il-evkat) kitâbında nemâz vaktlerinin ta’yînini bildirmekdedir. 910 [m. 1504] da vefât etdi “rahime-hullahü teâlâ”. 52, 101. 124 - HÜSEYN BUHÂRÎ: Hüseyn bin Yahyâ Buhârî, Hanefî âlimlerindendir. 400 [m. 1010] yılında vefât etdi. İmâm-ı Muhammedin (Câmi’ulkebîr)ini şerh etmişdir. 107. 125 - HÜSEYN HİLMİ IŞIK: Binüçyüzyirmidokuz [1329] hicrî yılına rastlıyan bindokuzyüzonbir [1911] senesinde Mart ayının sekizinci günü, güzel bir behâr sabâhı, İstanbulda, Eyyûb sultânda, Servi Mahallesi, Vezîrtekke sokağı Şifâ yokuşunda [1] numaralı evde tevellüd etdi. Babası Sa’îd efendi ve dedesi İbrâhîm pehlivan, Plevnenin Lofca kasabası, Tepova köyünden, annesi Âişe hanım ve annesinin babası Hüseyin ağa da, Lofca kasabasından idiler. Sa’îd efendi, doksanüç [hicrî 1295, mîlâdî 1878] Rus harbinde muhâcir olarak İstanbula gelmiş, Vezîrtekkesinde yerleşip evlenmişdi. Harb ve muhâcirlik sıkıntıları sebebi ile, hiçbir mektebe gidememiş, belediyyede kantar me’mûru olmuş, kırk seneden fazla, bu vazîfeyi yapmışdı. İstanbulun büyük câmi’lerinde, meşhûr hocaların derslerine aralıksız devâm ederek din bilgilerinde çok derinleşmişdi. Vazîfesi îcâbı matematiğin dört işlemini zihn ile yapmakda, o kadar mâhir olmuşdu ki, görenler şaşardı. Beş yaşında, Eyyûb câmi’i ile Bostan iskelesi arasındaki Mihri Şâh Sultân ilk mektebine başladı. Burada iki senede Kur’ân-ı kerîmi hatm eyledi. Yedi yaşında Sultân Reşâd hânın türbesine bitişik -346- (Reşâdiyye nümûne mektebi)nde ilk tahsîlini yaparken, babası ta’tîl aylarında (Hakîm Kutbüddîn), (Kalenderhâne) ve (Ebüssü’ûd) din mekteblerine de gönderir, oğlunun iyi yetişmesi için çok gayret ederdi. Hüseyn Hilmi efendi [1924] senesinde ilk mektebi birincilikle bitirdi. İlk okulda, her dersden aldığı altın yaldızlı mükâfatları büyük bir albümü doldurmakdadır. O sene, Konyadan İstanbula getirilmiş olan (Halıcıoğlu askerî lisesi) giriş imtihânlarını pekiyi olarak kazanıp, o sene orta kısmı ikinci sınıfa birincilikle geçdi. Her sene takdîrler alarak [1929] da askerî liseyi birincilikle bitirip, askerî tıbbiyye mektebine seçildi. Tıbbiyye mektebinde ikinci sınıfa birincilikle geçdi. Eczâcı mektebini ve sonra Gülhâne hastahânesinde bir senelik stajını hep birincilikle bitirip, ilk önce, üsteğmen olarak, askerî tıbbiyye mektebine müzâkereci ta’yîn edildi. Eczâcı talebesi iken, Abdülhakîm efendinin tavsiyesi ile, Parisde çıkan (Le Matin) gazetesine abone olup, fransızcasını ilerletdi. Müzâkereci iken yine hocasının emri üzerine, Kimyâ yüksek mühendisliğini okumağa başladı. Yüksek matematikçi Von Misesden, mekanik profesörü Pragerden, fizikçi Demberden, teknik kimyâyı Gossdan okudu. Kimyâ profesörü Arndın yanında çalışdı. Takdîrlerini kazandı. Arndın yanında altı ay travay yapıp, (Phenylciyan-nitromethan-methyl esteri) cisminin sentezini yapdı ve formülünü tesbit et-di. Dünyâda ilk olan bu başarılı travayı, ingilizce olarak, 2 cild numarası ile Devlet matbaasında basdırılan fen fakültesi mecmû’asında ve Almanyada çıkan (Zentral Blatt) kimyâ kitâbının [m. 1937] târîh ve [2519] sayısında (H.Hilmi Işık) isminde yazılıdır. Hüseyn Hilmi Işık, 1936 senesi sonunda 1/1 sayılı Kimyâ yüksek mühendisliği diplomasını aldı. O sene Türkiyede ilk ve tek olarak kimyâ yüksek mühendisi olduğu, günlük gazetelerde yazıldı. Bu başarısından dolayı, askerî kimyâ sınıfına geçirilerek, Ankarada, Mamakda zehrli gazlar kimyâgeri yapıldı. Burada onbir sene kalıp, Auver fabrikası genel direktörü Merzbacher ve kimyâ doktoru Goldstein ve optik mütehassısı Neumann ile yıllarca çalışdı. Onlardan almanca da öğrendi. Harb gazları mütehassısı oldu. 1947 de Bursa askerî lisesinde kimyâ mu’allimi, sonra öğretim müdîri olmuş, burada ve sonra Kuleli ve Erzincan askerî liselerinde uzun seneler kimyâ dersi okutarak, yüzlerce subaya hocalık yapmış, kıdemli albay iken, 1960 ihtilalinde emekli yapılmışdır. Sonra, Vefâ lisesinde ve imâm hatîb okulunda ve Cağaloğlu, Bakırköy san’at enstitülerinde matematik, kimyâ hocalıkları yapıp, çok sayıda îmânlı genç yetişdirmişdir. 1962 senesinde Yeşilköyde Merkez eczâhânesini satın almış, sâhib ve mes’ûl müdîri olarak, uzun seneler halkın sıhhatine hizmet etmişdir. Siyâsete hiç karışmamış, hiçbir partiye bağlanma- -347- mışdır. Bölücülüğe, tarîkatçılığa, devlete, kanûnlara karşı gelmeğe, karşı olduğunu eserlerinde açıkça bildirmişdir. Türkiyenin ve bütün dünyânın her yerine gönderdiği muhtelif lisanlardaki kitâblarında, İslâm dîninin doğru olarak anlaşılması, islâm ahkâmının ve ahlâkının yayılması için çalışdı. Bunun için, dîni dünyâ çıkarlarına âlet edenlerin ve mezhebsizlerin iftirâ oklarına hedef oldu. 1391 [m. 1971] sonbehârında Dehlîyi, Diyobend ve Serhendi ve sonra Karaşiyi ziyâret etmiş, Pani-püt şehrinde, Senâullah hazretleri ile Mazher-i Cân-ı cânânın zevcesinin kabrlerinin ayak altında kaldıklarını görerek çok üzülmüş, beşyüz dolar vererek, her iki kabrin ta’mîr ve muhâfazasını te’mîn etmişdir “rahime-hullahü teâlâ”. [Hüseyn Hilmi Işık “rahmetullahi teâlâ aleyh”, 26 Ekim 2001 [9 Şa’bân 1422] de vefât etmiş olup, Kaşgârî dergâhı yanında medfûndur.] Vezîr Tekkeyi Safranbolulu Muhammed İzzet pâşa, 1210 [m. 1795] de sadr-ı a’zam olunca, Nakşibendî meşâyıhı için yapdırdı. 159, 397. 126 - HÜSEYN TAYYİBÎ: Şerefeddîn Hüseyn bin Muhammed Tayyibî, büyük âlimlerdendir. Hadîs, tefsîr ve edebiyyâtda çok meşhûrdur. 743 [m. 1343] de vefât etdi. 118. 127 - İBNİ CÜREYC-İ MEKKÎ: Abdülmelik, hadîs âlimidir. İslâmda ilk kitâb yazandır. 150 [m. 767] de vefât etdi. 128 - İBNİ HACER-İ MEKKÎ: Ahmed bin Muhammed Şihâbüddîn Heytemî, Mekke-i mükerreme âlimi idi. 899 [m. 1494] da tevellüd, 974 [m. 1566] de vefât etdi. Şâfi’î mezhebinde derin âlim idi. Yalnız fıkh üzerinde yetmiş kitâb yazmışdır. Dört cild (Minhâc şerhi), Şâfi’î mezhebinin en kıymetli kitâbıdır. Eshâb-ı kirâm için yazdığı (Tathîr-ül cenân vellisan) ve (Savâık-ı muhrika) kitâbları birer şâheserdir. (Hayrâtülhisân fî menâkıbil-imâm-ı Ebî Hanîfetinnu’mân) kitâbı, İmâm-ı a’zamın üstünlüğünü gösteren çok kıymetli bir vesîkadır. Büyük günâhları bildiren (Zevâcir) kitâbı ile imâm-ı Nevevînin, Şâfi’î fıkhındaki (Minhâc) kitâbına yapdığı (Tuhfet-ül-muhtâc) ismindeki şerhi pek kıymetlidir. Fetvâ kitâbları ve dahâ nice eserleri vardır “rahime-hullahü teâlâ”. 12, 20, 25, 59, 75, 76, 77, 204, 259, 269, 354, 382, 405. 129 - İBNİ HALDUN: Büyük târîhcidir. Dedesi Haldun Hadremutludur. Kendi adı Abdürrahmân bin Muhammed Hadremîdir. Dedeleri Endülüsde yerleşmişdi. 732 [m. 1332] de Tunusda tevellüd etdi. 755 de Fas sultânı Ebû İnanın başkâtibi oldu. Çocuklarını Cezâire gönderip, kendisi 764 de Gırnataya gitdi. Sultân ibni Ahmer husûsî gemi göndererek çoluk çocuğu Cezâirden Gır- -348- nataya getirildi. Birçok yerlerde, sultânlara kâtiblik, vezîrlik edip, 780 de ders vermeğe başladı. 784 de İskenderiyeye, sonra Kâhireye gidip, Câmi’ulezherde ders verdi. Mısrda mâlikî kâdîsı oldu. Şâmda Timür Hândan çok saygı ve yardım gördü. 789 da hac etdi. 808 [m. 1406] de vefât etdi “rahime-hullahü teâlâ”. Yedi büyük cild târîhinden başka, eserleri ve şi’rleri de vardır. Târîhi, türkçeye ve Avrupa dillerine terceme edilmiş ve basılmışdır. 20. 130 - İBNİ HAZM: Alî bin Ahmed bin Sa’îd bin Hazm, Endülüsün büyük âlimlerinden idi. Devletin vezîri idi. Ceddi, Ebû Süfyânın oğlu Yezîdin âzâdlısı idi. 384 [m. 994] de Kurtubada tevellüd, 456 [m. 1064] de vefât etdi. Kelâm, fıkh âlimi, tabîb, şâir ve felesof idi. Her fende çok kitâbı vardır. (Kitâbül imâmeti velhilâfe fî siyerilhulefa) kitâbı kıymetlidir. Ne yazık ki, felsefeye dalarak, âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflere, kendi aklına göre ma’nâ vermiş, Ehl-i sünnetden ayrılmış, sapıtmışdır. Selef-i sâlihînin, kemâlini kavrıyamamış, din büyüklerine saygısızlık göstermişdir. Bu sebeble, memleketinden sürülerek, çölde vefât etmişdir. 15. 131 - İBNİ HÜMÂM: Kemâleddîn Muhammed bin Abdülvâhid Sivâsî, hanefî fıkh âlimlerindendir. (Tahrîr-ül-üsûl) kitâbı ve (Fethulkadîr) ismindeki (Hidâye) şerhi meşhûrdur. Birkaç cild olup, Hindistânda, Mısrda, İstanbulda basılmışdır. 790 [m. 1388] da tevellüd, 861 [m. 1457] de vefât etdi. 90, 317, 406. 132 - İBNİ HİLLİKÂN: Şemseddîn Ahmed bin Muhammed bin İbrâhîm, İrbilde, 608 de tevellüd etdi. Bermek oğullarındandır. Büyük âlim ve meşhûr târîhcidir. Halebde, Mısrda ders verdi. 651 de Şâmda Kâdıl-kudât [temyiz reîsi] oldu. 660 da Mısra gitdi. 676 da tekrâr Şâmda Kâdıl-kudât oldu. 681 [m. 1282] de Şâmda vefât etdi. (Vefiyyâtül-a’yân) târîh kitâbı çok kıymetli olup, şerhleri, ilâveleri ve çeşidli dillere tercemeleri yapılmışdır. Şâfi’î idi “rahimehullahü teâlâ”. 20. 133 - İBNİ MELEK: Abdüllatîf bin Abdül’azîz Hanefî fıkh âlimidir. İzmir Tirede ders verirdi. İbnissâ’atînin (Mecma’ulbahreyn) kitâbını ve Nesefînin (Menâr) kitâbını ve (Vikâye)yi ve (Meşârikul-envâr)ı şerh etmişdir. 801 [m. 1399] de Anadoluda Tirede vefât etdi “rahime-hullahü teâlâ”. 46. 134 - İBNİ MÜNZİR: Ebû Bekr Muhammed bin İbrâhîm, babası gibi Nişâpûr âlimlerindendir. Şâfi’î mezhebinde idi. Üçyüzonsekiz 318 [m. 930] yılında Mekke-i mükerremede vefât etdi. Çok kitâb yazdı “rahime-hullahü teâlâ”. 118. 135 - İBNİ NÜCEYM: Zeynel’âbidîn bin İbrâhîm, hanefî -349- fıkh âlimlerindendir. 926 da tevellüd, 970 [m. 1562] de vefât etdi. Fıkhda (Eşbâh) kitâbı çok kıymetlidir. Çeşidli şerhleri vardır. (Bahrurrâık fî şerh-i Kenz-iddekâık), (Zeyniyye) risâleleri ve fetvâları meşhûrdur. Çeşidli şerhleri vardır. Ömer bin İbrâhîm ibni Nüceym, Zeynel’âbidîn ibni Nüceymin kardeşi ve talebesidir. 1005 de vefât etdi. Mısrda büyük kardeşinin yanındadır “rahime-hullahü teâlâ”. (Nehrülfâık fî şerh-i Kenz-iddekâık) kitâbı çok kıymetlidir. 53. 136 - İBNİ SA’D: Muhammed bin Sa’d, Basralıdır. Vâkıdînin kâtibi idi. 230 [m. 845] da vefât etdi. (Tabakât-us-Sahâbe) kitâbı onbeş cilddir. Sonra bunu kısaltmışdır. 20. 137 - İBNİ SEMMÂK: Ebül’Abbâs Muhammed bin Subh, nasîhat ve va’zları ile meşhûrdur. Hârûnürreşîd, kendisini çok sa-yardı. 183 [m. 799] de Kûfede vefât etdi. 31. 138 - İBNİ ZİYÂD: Ubeydüllah bin Ziyâd bin Ebû Süfyân bin Harbdır. Hazret-i Mu’âviye, 53 yılında Ziyâd bin Ebû Süfyân vefât edince, bunun oğlu Ubeydüllahı Horasan vâlîsi yapdı. Ubeydüllah o zemân yirmibeş yaşında idi. 54 senesinde bunu kumandan yapdı. Ceyhun nehrini develerle geçip Buhârâyı aldı. 55 de, Basrâ vâlîsi oldu. 58 de Hâricîler Basrada isyân edince, bunları perîşân etdi. Yezîd zemânında, Kûfe vâlîsi oldu. Kerbelâ vak’asına sebeb oldu. Yezîdin vefâtında Irakda halîfe olmak istedi. Halk kabûl etmedi. Şâma kaçdı. Mervân, Abdüllah bin Zübeyre bî’at etmek istiyordu. Mervânın zihnini çeldi. Mervânın ve oğlu Abdülmelikin zemânlarında Şâmda kumandan idi. Kûfedeki isyânı basdırdı. 67 de âsîler Kûfede tekrâr toplanıp (Muhtâr) bunlara reîs olup, İbrâhîm ibni Üştür kumandasında ordu kurup, Şâmlıları mağlûb etdi ve İbni Ziyâdı öldürdü. Abdüllah bin Zübeyr, kardeşi Mus’âb bin Zübeyri Basra vâlîsi yapdı. Basralılar, Kûfelilerle harb edip, gâlib geldi. 67 deki bu savaşda, Muhtar öldürüldü. 63, 139, 140, 346, 354, 400, 401. 139 - İBRÂHÎM HÂLİD: İbrâhîm bin Hâlid için, Ebû Sevr maddesine mürâceat buyurula. 88. 140 - İKRİME: Ebû Cehlin oğludur. Önce, islâmın büyük düşmânı idi. Mekkenin feth günü, öldürülmesi emr buyurulan altı kişiden biri idi. O gün Mekkeden kaçıp, gemiye bindi. Yolda şiddetli fırtına oldu. Batmak üzere iken, kurtulursa, Resûlullahın ayaklarına kapanmağı adadı. Fırtına durdu. Yemene çıkınca müslimân oldu. Dahâ önce îmân etmiş olan amcasının kızı zevcesi ile Medîneye geldi. Afv buyuruldu. İslâma çok hizmet etdi. Hazret-i -350- Ebû Bekr zemânında, mürtedlerle savaşda, son gayreti ile çalışdı. Kumandan olarak Umman ve Yemene gönderildi. Şâm fethinde de bulundu. Yermük gazâsında çok kahramanlık gösterdi ve şehîd oldu “radıyallahü teâlâ anh”. 95, 355. 141 - İMAM-I RABBÂNÎ: Adı Ahmeddir. Hindistânda yetişen en büyük islâm âlimidir. Âlimlerin üstünü, vâsılların reîsi, hârikaların, kerâmetlerin mazharı, sonsuz derecelerin câmi’i, hakîkat ehlinin öncüsü idi. Hazret-i Ömerin yirmisekizinci torunudur. Hicretin 971. ci ve mîlâdın 1563. cü senesi aşûre günü, Serhend şehrinde tevellüd etdi. Yüksek derecesinin en büyük şâhidi (Mektûbât) kitâbıdır. Muhammed Ma’sûmun talebesinden Muhammed Bâkır Lâhôrî, (Mektûbât)ı fârisî olarak kısaltıp, (Kenz-ül-hidâyât) ismini vermişdir. Yüzyirmi sahîfe olup, 1376 [m. 1957] de Lahorda basılmışdır. Mektûbâtın birinci cildinin türkçe tercemesi, (Mektûbât Tercemesi) ismi ile 1402 [m. 1982] de İstanbulda basılmışdır. Müceddidiyye, Kâdiriyye, Sühreverdiyye, Kübreviyye ve Çeştiyye büyüklerinin bütün kemâlâtına mazhar idi. Bedreddîn-i Serhendînin fârisî (Hadarâtülkuds) kitâbında ve Muhammed Hâşim-i Kişmînin fârisî (Berekât) kitâbında ve Mektûbâtın arabî tercemesi olan (Dürerül-Meknûnât) kitâbının hâşiyesinde ve arabî (Hadâık-ulverdiyye)de kerâmetleri, hâl tercemeleri geniş yazılıdır. (Mektûbât)ın fârisîsinin temâmı ve (Berekât) kitâbı, 1977 de İstanbulda basdırılmışdır. Urvetülvüskâ Muhammed Ma’sûm-i Fârûkînin torunu olan, Gülâm Muhammed Ma’sûmun talebesi, hâce Muhammed Fadlüllah “kaddesallahü teâlâ esrârehüm-ül’azîz” yazmış olduğu (Umdetül-makâmât) kitâbında, İmâm-ı Rabbânînin ve üstâdlarının ve talebesinin hayâtlarını uzun bildirmekdedir. Bu kitâb, fârisîdir. Hindistânda basılmışdır. Muhammed Fadlüllah 1238 [m. 1823] de Kandihârda vefât etdi. Hâce zâde Ahmed Hilmi Efendinin, İstanbulda 1318 de basılan türkçe (Hadîka-tül-Evliyâ) kitâbı da imâm-ı Rabbânînin ve üstâdlarının hayâtını ve kerâmetlerini bildirmekdedir. (Mektûbât)ın fârisî aslı ve arabî tercemesi kısaltılarak (Müntehabât) ismi ile, İstanbulda ayrı ayrı basdırılmışdır. İmâm-ı Rabbânî hicretin binotuzdört [1034] ve mîlâdın [1624]. cü senesi safer ayının yirmi dokuzuncu salı günü vefât eyledi. Serhendde, âile kabristânındadır “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz”. 21, 22, 32, 47, 48, 54, 55, 68, 72, 78, 82, 104, (141), 199, 220, 222, 225, 234, 235, 243, 263, 269, 411. 142 - İMRÂN BİN HASÎN: Eshâb-ı kirâmdandır. Hayberin fethi senesi [yedinci yılda, Hudeybiyeden sonra feth edilmişdir] îmâna geldi. Ondan sonraki gazâlarda bulundu. Hazret-i Ömer, -351- fıkh öğretmek için Basraya gönderdi. Abdüllah bin Âmir tarafından Basra kâdîsı yapıldı. 52 de Basrada vefât etdi “radıyallahü teâlâ anh”. 106, 193. 143 - İZZEDDÎN ALÎ: Alî bin Muhammed ibni Esîr Cizrî, târîh kitâbları ile meşhûr olmuş bir âlimdir. 555 de, Cezîre-i ibni Ömerde tevellüd, 630 [m. 1232] de Mûsulda vefât etdi. (Kâmil) adındaki târîh kitâbı, Âdem aleyhisselâmdan, 628 yılına kadar olan olayları anlatmakdadır. Bu kitâb mîlâdın 1866 yılında Hollandada (Laiden) şehrinde oniki büyük cild olarak basıldı. Sonra, Mısrda basıldı. Eshâb-ı kirâmdan yedibinbeşyüz sahâbînin hayâtını anlatan (Üsüd-ül gâbe) kitâbı, târîh kitâblarının şâheseridir. Beş cild olup, Mısrda Vehbiyye matbaasında, 1280 de basılmışdır. Kuds âlimlerinden Bedreddîn Muhammed bin Yahyâ ve Muhammed bin Muhammed Kaşgârî [709] bu kitâbı ayrı ayrı kısaltmışlardır. Sem’ânînin (Kitâbül-ensâb) eserini kısaltarak ve düzelterek hâzırladığı, üç cild bir eseri dahâ vardır. Her üç eser de türkçeye çevrilmemişdir. 20, 250. 144 - KÂDÎ EBÜLHASEN: Alî bin Nu’mân Magribî, 329 da Magribde tevellüd, 374 [m. 985] de vefât etdi. Mısrda, Fâtımîler zemânında, dokuz sene Kâdılkudât oldu. Âlim idi. 85. 145 - KÂDÎ İYÂD: Ebülfadl İyâd bin Mûsâ, hadîs âlimi idi. 476 da Septede tevellüd, 544 [m. 1150] de Merâkişde vefât etdi. Endülüsde tahsîl etdi. Septede, Gırnatada kâdî oldu. Çok kitâb yazmışdır. (Meşârikul-envâr) ve (Şifâ) kitâbları meşhûrdur “rahime-hullahü teâlâ”. 75. 146 - KÂDÎ ŞÜREYH: Ebû Ümeyye bin Hars, Tâbi’înin büyüklerindendir. Hazret-i Ömer zemânında Kûfe kâdîsı idi. Hazret-i Alî halîfe iken, bunun huzûrunda, bir zimmî ile mürâfea olunmuşdu. Çok âdil idi. Fıkh âlimi idi. 87 [m. 706] da 120 yaşında vefât etdi “rahime-hullahü teâlâ”. 47, 169, 234. 147 - KÂDÎZÂDE AHMED EFENDİ: Ahmed Emîn bin Abdüllah, 1133 de tevellüd, 1197 [m. 1783] de vefât etdi. Kâdî idi. (Tarîkat-i Muhammediyye) kitâbını ve (Birgivî vasiyyetnâmesi)ni şerh etmişdir. (Ferâid-ül-fevâid) adındaki âmentü şerhi pek fâidelidir. Çok baskısı vardır. 90, 94. 148 - KARAMÂNÎ KEMÂLEDDÎN: İsmâ’îl Kemâleddîn, müderris idi. Kemâl-i Rûmî ve Kara Kemâl denir. 920 [m. 1514] de vefât etdi. (Akâid-i Nesefî) şerhine ve (Mevâkıf) şerhine ve (Vikâye) kitâbına ve (Beydâvî tefsîri)ne ve (Keşşâf)a hâşiyeleri -352- [açıklamaları] vardır “rahime-hullahü teâlâ”. 67. 149 - KASTALÂNÎ: Şıhâbüddîn Ahmed bin Muhammed, Mısr âlimlerinin büyüklerindendir. Resûlullahın hayâtını anlatan (Mevâhib-i ledünniyye) kitâbını, câmi’ul-ezher müderrislerinden allâme Muhammed Zerkânî Mâlikî şerh etmiş, sekiz cild olarak, 1329 da Mısrda ve 1393 de Beyrutda tab’ edilmişdir. Şâ’ir Bâkî efendi türkçeye çevirmişdir. İki cild üzere basılmışdır. Yûsüf-i Nebhânî tarafından kısaltılarak, 1312 senesinde harekeli olarak Lübnanda basılmış, 1401 [m. 1981] de İstanbulda ofset baskısı ya-pılmışdır. Çok istifâdelidir. 851 [m. 1448] de tevellüd, 923 [m. 1517] de vefât etdi “rahime-hullahü teâlâ”. 63, 103, 128. 150 - KİNÂNE BİN BEŞÎR: Resûlullahın üçüncü halîfesi olan hazret-i Osmân bin Affânı Kur’ân-ı kerîm okurken şehîd eden Mısr çingenesidir. Fir’avna tapınan ahmakların soyundandır. 121. 151 - KONSTAN: İkinci Konstan, ikinci Herakliusun oğludur. Hicretin yirminci yılında, oniki yaşında kral oldu. Hazret-i Mu’âviyenin ordularına hep mağlûb olduğundan, İstanbuldan ay-rılıp Sicilyeye gitdi. 47 [m. 668] de burada vefât etdi. 14. 152 - KURTUBÎ: Ebû Abdüllah Muhammed bin Ahmed Şemseddîn Ensârî olup, ibni Ebû Bekr Ferecdir. Endülüsün en büyük âlimlerindendir. 671 [m. 1272] de vefât etdi. Mâlikî idi. (Esmâ’ülhüsnâ) şerhi, (İ’lâm-ı dîn-i Nasârâ) ve (Tezkire fî ahvâl-i âhıra) ve başka kitâbları vardır. 58, 199, 251, 406. 153 - MÂLİK BİN ENES: bin Mâlik bin Ebî Âmir Esbahî, Ehl-i sünnetin amelde, ibâdetde ayrıldığı dört mezhebden biri olan Mâlikî mezhebinin imâmıdır. 90 [m. 709] da Medînede tevellüd et-diği İbni Âbidînin mukaddemesinde yazılıdır. Tâbi’înden olduğu şübhelidir. Fıkhda, hadîsde ve tefsîrde çok derin bilgisi vardır. Hocaları da, kendisinden istifâdeye gelirdi. Bir hadîs-i şerîfi okuyacağı zemân, yeniden abdest alır. Diz çökerdi. Medînede hiç hayvana binmedi. Yaya yürüdü. Çok saygılı idi. 147 de istenilen haksız bir fetvâyı vermediği için 70 kırbaç (cop) vuruldu. Yine vermedi. 179 [m. 795] yılında Medînede vefât etdi “rahime-hullahü teâlâ”. (Muvatta) adındaki hadîs kitâbı, ilk hadîs kitâbıdır. Çok âlimler, bunu şerh etmişdir. Afrikanın kuzeyindeki müslimânların çoğu mâlikî mezhebindedir. Mâlikî mezhebinde en meşhûr fıkh kitâbı, (Ettefri’) ve (El-ihkâm) kitâblarıdır. 25, 42, 43, 75, 76, 126, 142, 204, 330, 388, 399, 406, 407. 154 - MÂLİK BİN NÜVEYRE: Benî Temîm kabîlesinin reîsi -353- idi. Kabîlesi ile müslimân olmuşdu. Resûlullah, bunu kabîlesinden zekâtını toplayıp Medîneye getirmeğe me’mûr etmişdi. (Medâricünnübüvve) 690. cı sahîfede diyor ki, Mâlik, Resûlullahın vefâtını haber alınca, zekâtları göndermedi ve sâhiblerine dağıtdı. Hâlid ibni Velîd ile konuşurken, Resûlullah için (Sizin efendiniz yalnız kendi söylediğini sanıyor) ve (İşitdim ki, efendiniz böyle söyledi...) dedi. Bu söz Hâlide çok ağır geldi. Eshâb-ı kirâmdan Dırâr bin Mâlik-il-Ezver-i Esedîye emr eyledi. Dırâr bunu katl eyledi. Dırâr, Resûlullahın elçisi idi. Yermük, Şâm ve Yemâme gazâlarında çok kahramanlık gösterdi ve şehîd oldu. Mâlik bin Nüveyrenin kardeşi şâir idi. Kardeşi için mersiye okudu. Halîfe Ebû Bekr “radıyallahü anh” Hâlidin özrünü kabûl buyurdu. 114, 116. 155 - MEHDÎ: Fâtıma-tüz-zehrâ soyundan, kıyâmete yakın gelecek bir zâtdır. Adı Muhammed, babası Abdüllah olacakdır.Âlim ve Velî olacak, yer yüzünün halîfesi olacakdır. Îsâ “aleyhisselâm” gökden Şâma inince, hazret-i Mehdî ile buluşacakdır. Mehdî, müctehid olup, başka mezhebleri kaldıracak, bütün dünyâda, bunun mezhebi kullanılacakdır. Çok âdil olacak, hiçbir mahlûk arasında düşmânlık kalmıyacakdır. Eshâb-ı Kehf uyanıp, mağaradan çıkacak, Mehdîye hizmet edecekdir. Hadîs-i şerîfler, bunları ve dahâ başka, çok alâmetlerini haber vermekdedir. İbni Hacer-i Mekkî (Kavl-ül-muhtasar fî alâmât-il-Mehdiyyil muntazır) kitâbında uzun anlatmakdadır “rahime-hullahü teâlâ”. 59, 74, 142. 156 - MENÂVÎ [veyâ Münâvî]: Abdürraûf bin Alî, hadîs ve fıkh âlimidir. Şâfi’î idi. 924 de Mısrda tevellüd, 1031 [m. 1622] de vefât etdi “rahime-hullahü teâlâ”. Tefsîr, hadîs, fıkh, tesavvuf, târîh ve ahlâk ve tıb üzerinde yüze yakın şerhleri ve te’lîfleri vardır. (Künûz-üd-dekâık) kitâbında onbin hadîs-i şerîf vardır. 1281 de İstanbulda basılmışdır. 120, 128, 248, 249, 252, 254, 255, 256, 257. 157 - MERVÂN BİN HAKEM: bin Ebil’Âs bin Ümeyye, dördüncü Emevî halîfesidir. Hicretin ikinci yılında tevellüd etdi. Hazret-i Osmânın amcası oğludur. Babası Tâife sürüldüğü için, Tâifde büyüdü. Hazret-i Osmân, bunu Tâifden Medîneye getirip, kendisine kâtib yapdı. Hazret-i Osmânın şehâdetinde Mısrdan gelen çingene ordusu ile serâyın bağçesinde döğüşürken boynundan yaralandı. Boynu iğri kaldı. Hazret-i Mu’âviye zemânında Medîne ve Hicâz vâlîsî oldu. 49 da azl edildi. Abdüllah bin Zübeyrin halîfeliğini kabûl edecekdi. Fekat, ibni Ziyâdın sözlerine aldanarak, 64 de hak üzerine halîfe olan Abdüllaha isyân etdi. Şâmda kendi halîfe oldu. 65 [m. 684] de 63 yaşında iken zevcesi tarafından uyurken öldürüldü. Ba’zı kitâblar, tâ’ûn hastalığından öldüğünü -354- yazmakdadır. Âlim idi. Fakîh idi. Çok zekî ve akllı idi. Çok güzel Kur’ân-ı kerîm okurdu. Günâhlardan çok sakınırdı. Babası Hakem bin Âs, Mekkenin fethi günü îmâna geldi ise de münâfık idi. Cemel vak’asında Mervânın atdığı bir ok hazret-i Talhâyı şehîd et-di. Hâlbuki her ikisi de, hazret-i Âişenin askeri idi. Bu muhârebede çok yaralandı. Hazret-i Alî, bunu afv edip Medîneye gönderdi. Mührü üzerinde (Allaha sığınırım, ona güveniyorum) yazılı idi. Siyâsî hayâtı, karışık ve karanlık ise de, Abbâsî târîhcileri, halîfelere yaranmak için, hatâlarını şişirmiş, hattâ bunu kötülemek için, hadîs bile uydurmuşlardır. Düşman tarafından yazılan kitâblar elbet böyle olur. Hazret-i Osmânın hilâfet işlerinde kullandığı ve hazret-i Alînin afv etdiği bir zâtı, mel’ûn diyecek kadar kötülediler. Osmânlı târîhleri, zemân yakınlığı ve sınır komşuluğu bakımından Abbâsî târîhlerinden terceme edilmiş, onların te’sîri altında kalmış olduğundan, eldeki kitâblarımızda, yanlış bilgiler vardır. Şurası muhakkakdır ki, Abbâsîler, Ehl-i beyte karşı düşmânlıkda, Emevîleri kat kat geçmişdir. 121, 130, 139, 345, 350, 358, 365, 378. 158 - MESRÛK: Mesrûk bin Merzubân Küfî, Teba’ı Tâbi’înin büyüklerindendir. Yapdığı rivâyetleri çok mu’teberdir. İkiyüzkırkda vefât etdi. İbni Hacer-i Askalânî, (Tehzîb-üt-tehzîb) kitâbının onuncu cildinde, kendisini anlatmakdadır. 31, 204. 159 - MEYMÛN BİN MUHAMMED NESEFÎ: Hanefî âlimlerindendir. 508 [m. 1114] de vefât etdi. Kelâm âlimidir. (Temhîd) kitâbı meşhûrdur. Başka eserleri de vardır. 118, 363. 160 - MİKDÂD: Mikdâd bin Amr bin Sa’lebe Kendî, Mikdâd bin Esved ismi ile meşhûrdur. Eshâb-ı kirâmın büyüklerindendir. Önce îmâna gelenlerden ve Habeşe hicret edenlerdendir. Medîneye hicret edemeyip, islâmını saklıyarak Mekkede kalmışdı. İkrime kumandasında, müslimânlara karşı gönderilen Kureyş ordusunda iken, harb başlayınca islâm tarafına geçmişdi. Bedrde ve bütün gazâlarda bulundu. Mısrın fethinde bulundu. Otuzüç [33] de, Hazret-i Osmân zemânında Medînede, 70 yaşında vefât etdi. Hadîs-i şerîfle medh edildi “radıyallahü teâlâ anh”. 27, 68, 105, 113, 241. 161 - MU’ÂVİYE: Ebû Süfyân bin Harb bin Ümeyye bin Abd-i Şems bin Abd-i Menâf oğludur. Anası Hinddir. Eshâb-ı kirâmın büyüklerindendir. Babası, anası ve kardeşi Yezîd ile birlikde, Mekkenin fethinde îmâna geldi. Kendisi dahâ önce îmâna gel-di ise de, babasının korkusundan belli etmemişdi. Huneyn gazâsında baba oğul, Resûlullah önünde kahramanca çarpışdılar. Re- -355- sûlullahın kâtibliğini yapmakla da şereflendi. Hazret-i Ebû Bekrin Şâma gönderdiği orduda, kardeşi Yezîd ile birlikde bulundu. Yezîd, Şâm vâlîsi yapıldı. Yezîd ondokuzuncu yılda vefât edince, hazret-i Ömer, Mu’âviyeyi Şâm vâlîsi yapdı. Hazret-i Osmân, bütün Sûriyeyi bunun emrine verdi. Şâmda, yirmi sene altı ay vâlî idi. 41 de Kûfede halîfe oldu. Şâmda yirmi sene de halîfelik yapdı. Altmış 60 [m. 680] târîhinde, yetmişdokuz yaşında Şâmda vefât etdi. Çok akllı, zeki, güzel konuşur, çok sabrlı, halîm ve çok cömerd bir zât idi. Dîn-i islâmın yayılmasına ve yükselmesine çok hizmet etdi. Çok memleketler aldı. İslâm âlimleri kendisinden birçok hadîs-i şerîf almış, kitâblarına yazmışdır. Bu da, büyüklüğünü ve âlimlerin, din imâmlarının kendisine inanç ve i’timâdını göstermekdedir. Abdüllah ibni Abbâs ve Ebüdderdâ ve birçok Sahâbe ve Tâbi’în kendisinden hadîs dinlemiş ve bunları din imâmlarına bildirmişlerdir. Öleceği zemân, Fahr-i âlemin “sallallahü aleyhi ve sellem” kendisine hediyye etdiği bir gömleğe sarılıp, hazînesinde saklamış olduğu, Resûlullahın saç ve tırnak kesintilerinin de gözlerine ve ağzına konularak defn edilmesini vasiyyet etmişdi. Hazret-i Alî ile birbirlerine bed düâ etdiklerini, (Kısas-ı enbiyâ) yazıyor ise de bunu, bid’at ehlinin uydurmuş olduğu, kıymetli kitâblarda yazılıdır. ŞÂMDAKİ EMEVÎ HALÎFELERİ
(Medâricünnübüvve), 661. ci sahîfede diyor ki, imâm-ı Ahmedin (Müsned) kitâbından, imâm-ı Süyûtînin çıkardığı hadîs-i şerîfde, İrbad bin Sâriye diyor ki, Resûlullahın yanında idim. Buyurdu ki: (Yâ Rabbî, Mu’âviyeye yazı ve kitâb öğret ve onu azâbından -356- koru!) İmâm-ı Alî “radıyallahü anh” buyurdu ki, (Mu’âviyenin halîfe olmasını istemiyorsunuz. Fekat o olmasaydı, çok kelleler bedenlerinden ayrılırdı). Emevî halîfelerinin birincisidir “radıyallahü teâlâ anh”. ENDÜLÜSDEKİ EMEVÎ SULTÂNLARI
479 [m. 1087] de Merâkişdeki (Murâbitîn) veyâ (Mülessimîn) denilen devlet Endülüsü işgâl etdi. Avrupalılar bu devlete (Almoravides) diyorlar. 541 den 668 [m. 1269] senesine kadar (Muvahhidîn) devletinin eline geçdi. Sonra (Benî Ahmer) devletinin merkezi olan (Gırnata), 898 [m. 1492] de gayb edilmekle, Endülüsdeki islâm hâkimiyeti nihâyet buldu. 10, 11, 12, 14, 15, 17, 19, 20, 21, 23, 25, 27, 30, 31, 37, 42, 47, 58, 59, 60, 61, 62, 63, 64, 65, 66, 67, 75, 76, 77, 88, 105, 106, 122, 136, 137, 138, 139, 168, 169, 175, 176, 181, 187, 189, 194, 197, 209, 211, 234, 241, 244, 245, 246, 251, (259), 269, 270, 279, 303, 311, 312, 325, 341, 344, 345, 350, 353, 354, 358, 360, 378, 381, 387, 396, 397, 399, 402, 405, 408. -357- 162 - MU’ÂVİYE “ikinci”: Hazret-i Mu’âviyenin torunu ve Yezîdin oğludur. Emevî halîfelerinin üçüncüsüdür. Dîni, kanâ’ati, takvâsı, insâfı çok idi. 42 de tevellüd, 64 de vefât etdi. 64 de baba-sı vefât edince, halîfe oldu ise de, kırkıncı günü minbere çıkarak, (Halîfe olmakdan âcizim. Size Ömer gibi bir halîfe aradım. Bulamadım. Siz beğendiğinizi halîfe yapınız) diyerek hilâfeti bırakdı. İbâdetle meşgûl oldu. Kırk gün sonra vefât etdi “rahime-hullahü teâlâ”. Yerine Mervân geçdi. 37. 163 - MUGÎRE-TEBNİ ŞU’BE: Eshâb-ı kirâmdandır. Arabistânın meşhûr dâhîlerinden biridir. Yemâme ve Şâm gazâlarında bulundu. Yermük muhârebesinde bir gözü yaralandı. Kadsiye, Nihâvend ve Hemedân zaferlerinde bulundu. Hazret-i Mu’âviye, Amr bin Âsı Mısra ve oğlu Abdüllah bin Amri Kûfeye vâlî yapınca, Mugîre halîfeye, (Bir arslanın iki çenesi arasına nasıl giriyorsun?) dedi. Bu söz üzerine Abdüllahı azl edip yerine Mugîreyi Kûfe vâlîsi yapdı. Vâlî iken, ellinci yılda vefât etdi “radıyallahü teâlâ anh”. 62, 114, 172, 189, 251, 382. 164 - MUHAMMED BÂKIR: İmâm-ı Hüseynin torunu, İmâm-ı Zeynel’âbidîn Alînin oğludur. Oniki imâmın beşincisidir. İmâm-ı Ca’fer Sâdıkın babasıdır. Elli yedide, Medînede tevellüd, 113 [m. 732] de vefât etdi. Medînede, Bakî’dedir. İlmi, irfânı, takvâsı pekçok idi. 67, 110, 137, 212, 318. 165 - MUHAMMED BİN AHMED KEMÂLEDDÎN: Taşköprü zâde Muhammed bin Ahmed 959 da tevellüd ve 1030 [m. 1621] da vefât etdi. Âşık pâşa câmi’i avlısında, babası yanındadır. Babasının (Miftâh-üsse’âde) kitâbını türkçeye terceme ederek (Mevdû’ât-ül-ulûm) adını vermişdir. 105. 166 - MUHAMMED BİN CERÎR: Taberî ismiyle meşhûr olan târîhcidir. Adı Muhammed ibni Cerîrdir. Tefsîr, hadîs, fıkh ve târîh bilgisi pek fazla idi. 224 [m. 839] de Îrânın şimâlindeki Taberistânın Âmül şehrinde tevellüd, 310 [m. 923] da Bağdâdda vefât etdi “rahime-hullahü teâlâ”. Büyük tefsîri ve büyük târîhi meşhûrdur ve çok kıymetlidir. Elde bulunan Taberî târihî, bu kıymetli kitâbın bir şî’î tarafından yapılan muhtasarıdır. 114. 167 - MUHAMMED BİN EBÎ BEKR SIDDÎK: Hazret-i Ebû Bekrin oğludur. Annesi Esmâ idi. Cemel ve Sıffînde imâm-ı Alî tarafında idi. Hazret-i Alî zemânında Mısr vâlîsi oldu. 38 yılında, Amr ibni Âs ile harb ederken, 28 yaşında, Mısrda şehîd oldu. Hazret-i Âişe “radıyallahü teâlâ anhâ” haber alınca çok üzüldü ve (O benim kardeşim ve âhıret oğlum idi) buyurdu. 121, 208, 303, 311. -358- 168 - MUHAMMED BİN EBÎ ŞERÎF KUDSÎ: Muhammed bin Muhammed bin Ebî Bekr, Şâfi’î âlimlerindendir. 822 de tevellüd, 905 [m. 1499] de vefât etdi. Çok kitâbları vardır “rahime-hullahü teâlâ”. 90. 169 - MUHAMMED BİN HANEFİYYE: Hazret-i Alînin oğludur. Annesi Havledir. Hicretin yirmi birinde tevellüd, 71. ci yılda Medînede vefât etdi. Tâbi’înin büyüklerindendir. Fıkh âlimi, vera’ ve takvâ sâhibi idi. Babasının çok sevgisini kazanmışdı. Cemel vak’asına karışmak istemedi ise de (Babanın bulunduğu tarafın haklı olduğunda şübhen mi var?) sözü üzerine babası yanında harb etdi. Abdüllah ibni Abbâs ile birlikde, ibni Zübeyre bî’at etmedi. 22, 79, 125, 171, 204, 223, 345. 170 - MUHAMMED BİN MAHMÛD BÂBERTÎ: Ekmelüddîn-i Mısrî, Erzurum civârında Bayburdda 712 de tevellüd, 786 [m. 1384] da vefât etdi “rahime-hullahü teâlâ”. (Fıkh-ı ekber)i, Nesefînin (Menâr)ını, (Meşârikulenvâr)ı ve dahâ nice kitâbları şerh etmişdir. Hidâyeye (İnâye) adında şerh yazmışdır. Çeşidli kitâblar da yazmışdır. 125. 171 - MUHAMMED BİN YÛSÜF SİNNÛSÎ: İmâm-ı Hasen soyundandır. Şerîfdir. 895 [m. 1490] de vefât eyledi. Kelâm ve akâ’id üzerinde çeşidli kitâbları vardır. Cezâirde Şâzilînin bir kolu olan (Sinnûsî)yi kuran Muhammed bin Alî Sinnûsî başka olup, 1206 da Cezâirde tevellüd ve 1276 da Bingâzî çölünde vefât etmişdir. 89. 172 - MUHAMMED CEVÂD: Muhammed Takî, on iki imâmın dokuzuncusudur. İmâm-ı Alî Rızânın oğludur. 195 de Medînede tevellüd, 220 [m. 835] de Bağdâdda vefât etdi “rahime-hullahü teâlâ”. Halîfe Me’mûnun dâmâdı idi. 311. 173 - MUHAMMED HUSRÎ: Hanbelî idi. Muhammed Şiblînin talebesî idi. 371 de vefât etdi. 270. 174 - MUHAMMED PÂRİSÂ: Muhammed bin Muhammed bin Mahmûd hâfız Buhârî, Behâüddîn-i Buhârînin eshâbının büyüklerindendir. 756 da tevellüd, 822 [m. 1419] de vefât etdi. 822 de hacca gitmek üzere Buhârâdan çıkdı. Bir senede Mekkeye gelip, haccı îfâ etdi. Hasta oldu. Tavâf-ı vedâ’ı güç yapdı. Medîneye gel-di. Ertesi gün vefât etdi. Bursada şeyhülislâm olan Şemseddîn-i Fenârî, nemâzında bulundu. Hazret-i Abbâsın türbesi yanına defn edildi. Zeyneddîn-i Hâfî Mısrda taş yapdırıp getirdi. (Tesavvuf nasıl elde edilir?) dediklerinde (İslâmiyyete uymakla) buyurmuşdur. Fârisî (Risâle-i kudsiyye) ve (Tuhfet-üs-sâlikîn) kitâbları basılmışdır. 124. -359- 175 - MUHAMMED ŞEYBÂNÎ: Ebû Abdüllah Muhammed bin Hasen, Hanefî mezhebi imâmlarından olup, büyük müctehiddir. Babası, Şâmlı olduğu hâlde Iraka gidip, Vâsıtda yerleşmiş ve İmâm, 135 [m. 752] de orada tevellüd etmişdir. Bağdâdda imâm-ı a’zam Ebû Hanîfenin derslerine senelerce devâm etmiş, Ebû Yûsüfün derslerinden de istifâde etmişdir. Birçok kitâb yazmışdır. Hârûn Reşîd kendisine çok hürmet ederdi. Halîfe Horasana giderken, kendisini de berâber götürdü. 189 [m. 805] yılında, Rey şehrinde vefât etdi “rahime-hullahü teâlâ”. Nemâzını Halîfe kıldırdı. İmâm-ı Şâfi’î Bağdâda geldiğinde, halîfenin huzûrunda İmâmla sohbet etdi. İlminin ve zekâsının çokluğuna hayran kaldı. 45, 53, 59, 182, 346. 176 - MÜHELLEB: Tâbi’înin büyüklerindendir. Basrada idi. Aklı ve cesâreti meşhûr idi. Hâricîlerle çok muhârebe etdi. Basra-yı bunlardan korudu. 79 da Horasan vâlîsi oldu. 83 [m. 702] de orada vefât etdi “rahime-hullahü teâlâ”. Hazret-i Mu’âviye zemânında, Semerkand fethinde, Sa’îd bin Osmân ibni Affânın kumandasındaki orduda çok kahramanlık göstermiş, bir gözü yaralanmışdı. 62. 177 - MUHYİDDÎN-İ ARABÎ: Şeyh-i ekber Muhammed bin Alî, tesavvuf büyüklerindendir. 560 senesinde, Endülüsde tevellüd, 638 [m. 1240] de Şâmda vefât etdi. Zâhir ve bâtın ilmlerinde kâmil idi. Fıkh ve kelâm ilmlerinde müctehid idi. Konyaya gelip, Sadreddîn Konevînin dul bulunan vâldesini tezevvüc etmiş idi. Zekâsı pekçok, hâfızası hârikul’âde idi. Sultânlardan, vâlîlerden, beğlerden çok saygı görür, pekçok hediyye gelirdi. Hepsini muhtâçlara dağıtırdı. Çok kitâb yazdı. Yazılarını anlıyabilmek için, âlim olmak lâzımdır. (Fütûhât-ı mekkiyye) kitâbı yirmi cilddir. (Füsûs) kitâbı çok meşhûrdur. (Müsâmerat)ı beş cilddir. Beşyüze yakın kitâb yazmışdır “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz”. 153, 155, 214, 215. 178 - MURÂD-İ MÜNZÂVÎ: Eyyûb sultân ile Edirnekapı arasında Nişâncı Mustafâ pâşa caddesindeki (Şeyh Murâd) tekkesinde ilm neşr ediyor, halkı irşâd ediyordu. Bu tekkeyi, şeyhül-islâm minkâri zâde Yahyâ efendinin dâmâdı Kengırılı Mustafâ efendi, medrese olarak yapdırmış ve oğlu Ebülhayr efendi 1144 senesinde şeyh-ül-islâm olup, 1154 [m. 1741] de vefât ile tekkede babasının yanına defn edilmişdir. Muhammed Murâd “kuddise sirruh” 1055 de Kâbilde tevellüd edip, yüksek ilmleri öğrendikden sonra hacca gitdi. Sonra Hindistâna gelerek Müceddidî Muhammed Ma’sûm-i Fârûkînin [1007-1079] “kuddise sirruh” kalbleri cilâlıyan sohbet ve teveccühleri altında yükselerek tekrâr hacca ve -360- üç sene sonra Bağdâd, İsfehan, Buhârâ, Belh, Semerkand, Mısr, Şâm ve 1092 de İstanbula gelip, hazret-i Hâlid “radıyallahü anh” civârında beş sene neşr-i ulûm ve tenvîr-i kulûb eyledi. Şâm yolu ile dördüncü haccını yapmış, 1120 de tekrâr İstanbula gelip, Sultân Selîm “rahmetullahi aleyh” civârında, Bacaklı efendi menzilinde yerleşmişdir. 1132 [m. 1719] de vefât ederek Ebülhayr efendi tarafından medresesinin dershânesine defn edilmişdir “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz”. Murâd-ı Münzâvî “kuddise sirruh” hakkındaki bilgiyi, (Kâdirî hâne) ismi ile tanınan hânekah-ı İsmâ’îl Rûmî “kuddise sirruh” meşâyih-i kirâmından ve Sultân Abdülhamîd hân-ı sânînin [1258-1336 hicrî, Çemberlitaşda Sultân Mahmûd türbesinde] meclis-i meşâyih reîsi, şerîf Ahmed Muhyiddînin [1327] (İstanbul tekâyâsı) risâlesinden aldık. Büyük zahmet ve fedâkârlıkla hâzırlanmış olan bu risâle, İstanbul halkına asrlar boyunca feyz ve irfân saçan yüzlerle ahlâk ve fazîlet yuvasını ve bunlarda parlıyan binlerle ilm ve nûr kaynaklarını ve bunların kalblerini ay-dınlatdıkları zemânları güzel bir san’atla göstermekde olup, cidden kıymetli bir târîh hazînesidir. Murâd-ı Münzâvînin “kuddise sirruh” ilmin ve târîhin kıymetli bir âbidesi olan mubârek türbesi yıkılmak üzere iken, 1402 [m. 1982] senesinde, askerî hükûmet tarafından ta’mîr ve tezyîn edilmişdir. 141. 179 - MÜRRE BİN KÂ’B “radıyallahü anh”: Eshâb-i kirâmdandır. Şâmda yerleşdi. Elliyedi [57] senesinde vefât etdi. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” yedinci babasının ismi de, Mürre bin Kâ’b idi. Bunun bir oğlundan (Benî Mahzûm), ikincisinden (Benî Teym), üçüncüsünden (Benî Hâşim) kabîleleri hâsıl oldu. Resûlullah üçüncü, Ebû Bekr ikinci, Ebû Cehl birinci kabîledendir. 122. 180 - MÛSÂ KÂZIM: İmâm-ı Ca’fer Sâdıkın oğludur. On iki imâmın yedincisidir. 129 yılında Medînede tevellüd, 186 [m. 802] de Bağdâdda vefât etdi. Kâzımiyye denilen mahallededir. Zühd ve takvâsı, kerem ve cömerdliği ile meşhûrdur. Siyâsete hiç karışmadığı hâlde, halîfe Muhammed Mehdî, kendisini Medîneden Bağdâda getirip habs etdi. Sonra, halîfe Hârûn da habs etdi ve zindanda vefât etdi. Kâzımiyye mahallesi, Bağdâdın on kilometre şimâl gar-bında, Dicle nehrinden beş kilometre içerdedir. Türbesi çok süslü olup, yanında büyük câmi’ vardır. Dicle kenârında, İmâm-ı a’zamın türbesi vardır. 36, 158, 311, 318, 389. 181 - MÜSEYLEME-TÜL-KEZZÂB: Vakt-i se’âdetde Yemâme tarafından Peygamberlik iddi’a eden bir adam olup, önce islâma gelmiş iken, sonra mürted olup, çok kimseleri kendine bağ- -361- ladı. Resûlullah efendimize bir mektûb gönderip, kendilerine inandığını, fekat kendisinin de Peygamber olduğunu bildirdi. Arabistânın yarısı senin, yarısı benim olsun dedi. O sırada Resûlullah vefât edince, hazret-i Ebû Bekr, hilâfetinin ikinci yılında, Hâlid bin Velîd kumandasında asker gönderip, şiddetli harb oldu. İki tarafdan, yirmibin kişi öldü. Mürtedler mağlûb ve mahv olup, Müseyleme, Vahşî “radıyallahü anh” tarafından öldürüldü. 117, 312, 323, 387, 408. 182 - MÜSLİM: Ebülhüseyn Müslim bin Haccac Kuşeyrîdir. Hadîs imâmıdır. (Sahîh-i Müslim) kitâbı, Buhârîden sonra, en kıymetli hadîs kitâbıdır. 206 [m. 821] da Nişâpûrda tevellüd, 261 [m. 875] de yine orada vefât etdi. Ahmed ibni Hanbelin talebesi idi. Kitâbında yedibinikiyüzyetmişbeş hadîs-i şerîf vardır. Bunları, üçyüzbin hadîs arasından seçmişdir. İmâm-ı Buhârî ile Nişâpûrda buluşdu. Çok sevişdiler. Buhârî-i şerîfde de yedibinikiyüzyetmişbeş hadîs-i şerîf vardır “rahime-hullahü teâlâ”. 15, 120, 165, 330 183 - MÜSTAĞFİRÎ: Ebül’ Abbâs (Kitâbülvefâ) yazarıdır “rahime-hullahü teâlâ”. 129. 184 - MÜZENÎ: Ebû İbrâhîm İsmâ’îl bin Yahyâ, Şâfi’î mezhebi fıkh âlimlerindendir. İmâm-ı Şâfi’înin talebesi idi. Fıkh, kelâm ve hadîs ilmlerinde çok üstün idi. Vera’ ve takvâ sâhibi idi. 175 de Mısrda tevellüd ve 264 [m. 878] de Mısrda vefât etdi. Karâfe-tüs-sugrâ kabristânında imâm-ı Şâfi’înin yanındadır. Şâfi’î mezhebi fıkhını toplıyan ve kitâblara geçiren budur. Çeşidli kitâbları vardır. (El-muhtasar) kitâbı meşhûrdur “rahime-hullahü teâlâ”. 59. 185 - NECCÂRZÂDE: Mustafâ Rıdâüddîn efendi, İbrâhîm efendinin oğludur. 1090 senesinde Şebin Karahisârda tevellüd et-di. Küçük iken, pederi vefât etdi. Onyedi yaşında iken, Beşiktaşda Sinan pâşa câmi’i yanındaki medresede müderris oldu. Bu esnâda Üsküdârda Azîz Mahmûd Hüdâyî mescidi imâmı Ya’kûb efendinin babası olan odabaşı Fenâyı efendinin derslerinden feyz alarak cilvetiyye icâzetini ihraz eyledi. Beşiktaş mevlevihânesi imâmı Memiş efendiden Mesnevî okudu. Moskof gazâsına iştirâk edip, zaferden dönerken Edirnede Arabzâde hâcı Muhammed İlmî efendiden 1123 de Müceddidiyye icâzetnâmesi aldı. Arabzâde Mu-hammed efendi, Ebû Abdüllah Muhammed Semerkandînin talebesi olup 1130 da Edirnede vefât eyledi. Semerkandî de, Ahmed Yekdest Cüryânînin, bu da, Urvet-ül-vüska Muhammed Ma’sûm-ı müceddidî Serhendînin talebesidir. Bir sene sonra Beşiktaşda Si-nan pâşa câmi’i yanında satın aldığı arsaya bir mescid yapdırarak, -362- burada müceddidiyye ma’rifetlerini neşr ve (Tuhfet-ül-irşâd) kitâbını te’lîf eyledi. 1153 de hac ve ziyâret-i haremeyn ile şereflendi. Ahmed Yekdestin talebesinden, Eğrikapıda Karamânî mescidi imâmı tatar Ahmed efendi ile sohbetleri meşhûrdur. Sadr-ı a’zam Hakîmbaşı Nûh efendinin oğlu Alî pâşanın altı-mermerde Cerrâhpâşa hastahânesi karşısındaki câmi’i 1147 de yapılınca, buranın ilk vâ’izi oldu. 1159 [m. 1746] da vefât etdi. Yukarıdaki bilgiler, talebesinden Ömer Nüzhet efendinin (Menkıbe-i Evliyâiyye fî-ahvâl-i Ridâiyye) kitâbından alındı. Yerinde, oğlu Muhammed Sıddîk efendi ilm ve feyz vermeğe başladı. Bunun talebesinden biri Mu-hammed Agâh efendidir. Bundan, Muhammed Emîn Kerkütî, bundan da, Alî Behçet Konevî, bundan da, hâfız Feyzullah efendi feyz alarak kemâle ermişlerdir. Feyzullah efendi, Murâdiyye mescidi imâmı ve kurrâ hâfızlarının reîsi idi. Çarşambada (Dâr-ül-mesnevî)de mesnevî okuturdu. Bunun da talebesinin meşhûru, Seyyid Muhammed Niyâzi bin Mustafâ efendidir. Bu da, Seyyid Mahmûd Lütfullah bin Muhammede icâzet vermişdir. Muhammed Sıddîk efendide onbir yaşında iken zuhûr eden fıtık illeti, vefâtına kadar devâm etmişdir. Pederi gibi hârika ve kerâmetleri meşhûr oldu. Rumeli-hisârdaki yalısında va’z ve nasîhat eder. Haftada bir gün Beşiktaşa gelir hatm okurdu. Onbir ay, Azîz Mahmûd Hüdâyî mescidinde de vazîfe ifâ eyledi. Eyyûbdeki Kaşgâri mescidinden biri gelip, hocaları Îsâ efendinin şifâ bulması için düâ istedikde (Selâmet-i hâtimesi için fâtiha okuyalım!) dedi. Îsâ efendinin o sâatda vefât etdiği sonra anlaşıldı. Kendisi 1208 [m. 1794] senesinde Rumelihisârında vefât edip, Sinan pâşa câmi’i şimâl dıvarı önündeki mescidinde, pederinin yanına defn edildi “rahime-hümullahü teâlâ”. Dâmâdı İsmâ’îl Hakkı efendi kâim-i makâmı oldu. Bu bilgiler, (Makalât-i Sıddîkiyye) kitâbından alındı. Ebû Abdüllah Semerkandînin (Muhtasar-ül-vilâye) kitâbını Rıdâüddîn efendi, fârisîden türkçeye terceme etmişdir. Bu terce-me ve (Ahvâl-i Rıdâiyye) risâlesi ve mevlânâ Câmînin gazelinin Arabzâde tarafından türkçeye tercemesi ve Muhammed Sıddîk efendinin (Esfâr-ı erbe’a) risâlesi ve Faik Ömer efendinin (Makalât-i Sıddîkıyye) kitâbı, bir arada olarak matba’a-i âmirede 1272 [m. 1856] senesinde tab’ olunmuşdur. 186 - NESEFÎ: Meymûn bin Muhammed Nesefî kelimesine bakınız. 118. 187 - NEVEVÎ: Yahyâ bin Şeref Muhyiddîn Nevevî büyük âlimlerdendir. Şâfi’î mezhebindendir. Hadîs-i şerîfleri toplaması ve açıklaması ile tanınmışdır. 631 [m. 1233] de tevellüd ve 676 [m. -363- 1277] da Şâm şehrinde vefât etdi “rahime-hullahü teâlâ”. Şâm kâdılkudâtı olan büyük âlim imâm-ı Subkî [683-756] imâm-ı Nevevînin evini ziyâret etdiği zemân, basmışdır diyerek, yerlere sakallarını sürmüşdür. Çok kitâb yazdı. Hadîs âlimlerinin hâl tercemelerini bildiren (Tehzîb-ül-esmâ), (Uyûn-ül-mesâil), (Hadîs-i erba’în) ve Şâfi’î fıkhını bildiren (Minhâc) kitâbları meşhûrdur. (Minhâc), imâm-ı Râfi’înin (Muharrer) kitâbının muhtasarıdır. 53, 106, 175, 202, 203, 348, 382, 406. 188 - NİŞÂNCI-ZÂDE: Muhammed bin Ahmed bin Mu-hammed bin Ramezân, meşhûr (Mir’ât-i kâinât) kitâbının sâhibidir. Ramezân zâde emîr Muhammedin torunudur. 962 de tevellüd, 1031 [m. 1622] de Edirne yolunda vefât etdi. Edirne kâdîsı idi. Kitâbları vardır “rahime-hullahü teâlâ”. 9, 247. 189 - NÛH ALEYHİSSELÂM: Elli yaşında Peygamber oldu. Küfr ve şirke dalmış olan kavmini dokuzyüzelli sene doğru yola çağırdı, nasîhat etdi ise de kabûl etmediler. Beşyüz yaşında iken, çoluk çocuğunu ve hayvanlardan birer çift alacak büyüklükde gemi yapması emr oldu. Zâten marangozluk yapardı. Gemiyi yapdı. O zemânın mü’minleri olan zevcesini ve Hâm, Sâm ve Yâfes adındaki üç oğlunu ve bunların zevcelerini ve her hayvandan birer çift alarak gemiye bindi “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”. Allahü teâlâ, tûfân geleceğini, herkesin boğulacağını, yalnız Nûh “aleyhisselâm” ile çoluk çocuğunun kurtulacağını haber vermişdi. Ken’an adındaki dinsiz olan, inanmıyan oğlunu da gemiye çağırdı. (Gemiye binmiyenler boğulacak) buyurdu. Binmedi. (Ben dağlara çıkar kurtulurum) dedi. Nasîhat ederken, sular kabardı. Bir dalga gelip, Ken’anı götürdü. Boğuldu. Nûh “aleyhisselâm”: (Yâ Rabbî! Çocuklarımı kurtaracağını bildirmişdin. Oğlumu boğdun) dedi. Allahü teâlâ, (Onu sana oğul kabûl etmiyorum. O, inanmadı. Kâfir olan, müslimânın çocuğu sayılmaz!) buyurdu. Yer yüzünü su kapladı. Her canlı boğuldu. Yer yüzü, yüzelli gün su altında kaldı. Geminin ateşi yanıyor, kazanı kaynıyor, dalgalar arasında yüzüyordu. Sular çekilince, gemi Cûdî dağının tepesine oturdu. Karaya çıkdılar. İnsanlar, yeniden bu üç oğlundan türemeğe başladı. Sâmın evlâdından Arablar, Süryânîler, İbrânîler ve Sâmî ırklar, Hâmdan Zenciler, Habeşler, Ken’ânîler, Nemrud kavmi (Âsûrîler), Yâfesden, Acem, Rum, Türk ve Asyalılar meydâna geldi. Amerika ve diğer adalar ehâlisi, hep bunların hicret etmesinden, yayılmasından hâsıl oldu. Bu husûsda yeni edinilen fennî bilgiler, Tam İlmihâl (Se’âdet-i Ebediyye) kitâbında yazılıdır. Lütfen okuyunuz! 23, 29, 95, 192, 256. -364- 190 - OSMÂN BİN AFFÂN: Osmân bin Affân bin Ebil’âs bin Ümeyye bin Abd-i Şems, Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden, Cennet ile müjdelenen on kişinin üçüncüsü ve Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” dâmâdı ve halîfelerin üçüncüsüdür. Talha ve Zübeyrden önce îmâna geldi. Îmâna gelenlerin beşincisidir. Zevcesi hazret-i Rukayye ile Habeşistâna iki kerre hicret etdi. Medîneye de hicret etdi. Rukayye ağır hasta olduğundan, Bedr gazâsına götürülmedi. Zafer haberi geldiği gün, Rukayye vefât etdi. Resûlullah, ikinci kızı Ümm-i Gülsümü Osmâna verdi. Bunun için, hazret-i Osmâna, zinnûreyn (iki nûr sâhibi) denildi. Rukayyeden, Abdüllah adında bir oğlu olup, hicretin dördüncü yılı, altı yaşında vefât etdi. Hazret-i Osmân tüccâr idi. Çok zengin idi. Bütün malını ve mülkünü Resûlullah için fedâ etdi. Hadîs-i şerîfler ile medh olundu. Hilmi ve hayâsı pek fazla idi. 24. cü senesinin birinci günü halîfe oldu. Zemânında Horasan, Hindistân, Mâverâünnehr, Semerkand, Kıbrıs, Kafkasya, Afrikanın birçok yerleri ve Endülüs feth edildi. Acem devletini târîhden sildi. Amcası oğlu Mervân bin Hakemi vezîr yapdı. Abdüllah bin Sebe’ adındaki Yemenli bir yehûdî, müslimân şekline girerek, islâmiyyeti içerden parçalamağa, yıkmağa uğraşdı. Medînede çok çalışdı ise de, başaramıyacağını anlayıp Mısrda, fitne, fesâd yaymağa başladı. Câhil ve serseri Mısr çingenelerini aldatarak bir çapulcu alayı Medîneye gelip, 35. ci yılda halîfeyi şehîd etdiler. 82 yaşında, Kur’ân-ı kerîm okurken şehîd oldu. Bakî’dedir “radıyallahü teâlâ anh”. Vehhâbîler, türbesini yıkdı. Orta boylu, kaba sakallı, buğday benizli, şanlı bir zât idi. Hazret-i Ebû Bekrin topladığı Kur’ân-ı kerîmi çoğaltarak vilâyetlere dağıtdı. 13, 17, 18, 21, 22, 23, 28, 44, 49, 60, 61, 62, 63, 66, 71, 73, 75, 76, 77, 79, 82, 111, 118, 120, 121, 122, 123, 124, 129, 163, 166, 167, 174, 175, 177, 179, 180, 185, 189, 201, 203, 205, 206, 207, 208, 209, 211, 220, 223, 224, 238, 246, 250, 251, 252, 258, 259, 266, 279, 304, 309, 323, 325, 326, 330, 340, 341, 353, 354, 355, 383, 397, 408. 191 - OSMÂN BİN ALÎ: Tâc-ü-islâm denir. 124. 192 - OSMÂNLI SULTÂNLARI “rahime-hümullahü teâlâ”: Osmânlı devleti Osmân gâzî tarafından 699 [m. 1299] da Söğüd kasabasında kuruldu. Yeni şehri paytaht yapdı. Oğlu Sultân Orhan tarafından Bursa şehri 726 da rumlardan alınarak paytaht yapıldı. Birinci Murâd hân tarafından 767 [m. 1364] de Edirne ve Fâtih Sultân Muhammed tarafından 857 [m. 1453] de İstanbul paytaht yapıldı. Devletin dîni, (İslâmiyyet) idi. Kanûnlar ve bü- -365- tün sosyal işler ve ferdlerin güzel ahlâkları, hep islâm dîninden hâsıl oluyordu. Hafta tâtili perşembe günü zevâl vaktinde başlıyor, Cum’a günü gurûb vaktinde temâm oluyordu. Müslimânlar ile berâber başka dinden olanlar da, ibâdetlerini, ticâretlerini serbest yapıyorlar, râhat yaşıyorlardı. İnsan haklarına, adâlete tâm kavuşdukları için, çoğu müslimân oluyordu. Osmânlı sultânları 923 [m. 1517] den i’tibâren bütün müslimânların halîfeleri oldular. Her işlerinde islâmiyyete uydular. Altıyüzyirmiüç sene islâmiyyete hizmet etdiler. Âlûsî, (Gâliyye)nin doksanbeşinci sahîfesinde diyor ki, (Yeryüzünü sâlih kullarıma mîrâs bırakırım) âyet-i kerîmesinin Osmânlı sultânlarını övdüğünü, Abdülganî Nablüsî bildirmekdedir. (Burhân) kitâbı da bunu yazmakdadır. 1326 [m. 1908] de halîfelerin salâhiyyetleri sınırlandı. 1340 [m. 1922] Devletin ve 3 Mart 1342 [m. 1924] de hilâfetin sonu oldu. Osmânlı toprakları üzerinde kurulan küçük arab devletleri, Avrupalıların kontrolü altında kaldı. İkinci cihân harbinden sonra da, başlarına geçen din câhili, sosyalist siyâset adamları, islâmiyyeti içerden yıkdılar. Mülkiyye-i şâhâne, ya’nî siyasal bilgiler mektebinin müdîri Abdürrahmân Şerefüddîn beğ 1309 [m. 1891] da İstanbulda basılmış olan (Târîh-i devlet-i Osmâniyye) kitâbında diyor ki, (Osmânlı devletinin müessisi olan sultân Osmân, Yeni şehrde son günlerini yaşarken, oğlu sultân Orhân gelip, Bursa şehrinin feth edildiğini müjdeledi ve babasının hayr düâsına ve aşağıdaki nasîhatlarına kavuşdu. Âkıbet-i kâr budur herkese, Bâd-i fenâ pîr ve civâna ese, Azm-i beka eylersem ben bu dem, İkbâl ile ol muhterem! Çünki, senin gibi halef koymuşam, Rıhlet edersem bu cihândan ne gam. Lîk vasıyyet ederim gûş kıl! Gayrı gam-ı denî ferâmûş kıl! Ey sâhib-i ikbâl-ü câh! İtmeyesin cânib-i zulme nigâh! Adl ile bu âlemi âbâd kıl! Resm-i cihâd ile beni şâd kıl! Râh-ı cihâd içre edip ictihâd, Memleketde kıl adl-ü dâd! Eyle ri’âyet ulemâya temâm. Tâ-ki bula, Şerî’at nizam! Her nerede işidesin ehl-i ilm. Göster ona rağbet-ü hilm! Asker ve mal ile gurûr eyleme! İlm ehlini dûr eyleme! Şer’dir mâye-i şâhî ve bes! Şer’a muhâlif işe etme heves! Matlabımız dîn-i Hudâdır! Mesleğimiz râh-i Hudâdır! -366- Yoksa, kuru mihnet ve gavga değil, Şâh-ı cihân olmağı da’vâ değil! Nusrat-i din maksad bana. Bu maksadıma kasd yaraşır sana! Âleme in’âmını âm et! Memleket emrini temâm idegör! Şâh ki, ihsân ile bî-gânedir, Saltanat ismi ona efsânedir! Hıfz-ı ri’âyaya çalış rûz-ü şeb! Karîn ola sana lutf-i Rab! (Tâc-üt-tevârîh) Osmân gâzînin bu nasîhati, Osmânlı devletinin Anayasasının çekirdeği oldu. Osmânlı sultânları, tervîc-i ulûmu, teshîr-i memâlikden aşağı tutmadılar. Erbâb-ı ilm-ü kemâli dâima takdîr ve tergîb eylediler. Hattâ, bunları sâir devlet erkânına takdîm eylediler. Devletin hâl ve mesleği îcâbı olarak, en evvel ve en ziyâde mazhar-i rağbet ve teşvîk olan ulûm-i arabiyye ve şer’ıyye idi. Pâdişâhlar, gerek umûr-i harbiyyede ve gerek masâlih-i kanûniyyede ahkâm-ı şer’ı şerîfe tevessül ile yükseldiler ve kuvvetlendiler. Bütün işlerinde ulemâ ile istişâre eylediler. Nizâmât-i devletin vad’ ve tanzîmini onlara havâle eylediler. İdârî mesûliyyetlere onları da teşrîk eylediler. Bunun için, Osmânlı devletinde ulemâ sınıfı bir mevkı’i muhterem ihrâz eyledi. Böylece, korkutmağa dayanmakdan ziyâde, adâleti yerleşdiren kanûnlar yapıldı. İlk olarak Orhân gâzînin büyük kardeşi Alâüddîn pâşa Bursa kâdîsı ve büyük âlim Çendereli kara Halîl efendi (Osmânlı devleti Kanûn-i esâsîsi)ni hâzırladılar. 729 [m. 1329] senesinde, sultân Orhân ismi ile para basıldı. Askerlik kanûnları yapıldı. Devletin binâsı kuvvetli temeller üzerine kuruldu. Fâtih sultân Muhammed hân altı dil biliyordu. Molla Gürânî hazretleri, Bursa kâdîsı iken Evkafa dâir bir fermâna (İslâmiyyete mugâyirdir) diyerek isti’fâ etdiğinde, Fâtih sultân Muhammed hân, özr dilemişdir. Fâtih âlimlerle istişâre ederek, ahkâm-ı şer’i şerîfe uygun kanûnlar hâzırladı. Bu kanûnlar, Kanûnî sultân Süleymân tarafından ikmâl olunarak, devletin anayasası son şeklini aldı.) Abdürrahmân Şerefüddîn beğin ya-zısı temâm oldu. 1253 [m. 1837] de hâriciyye nâzırı olan Mustafâ Reşîd pâşa, Londrada elçi iken mason olmuşdu. Mason arkadaşı olan İstanbuldaki ingiliz sefîri Lord Redcliffe ile yeni kanûnlar hâzırladı. Bir kahraman ve başarılı diplomat tanınarak nüfûz sağlamak için, batılı devletlerle sulh ve sükûn havası kurdular. Rus harblerinden ve vehhâbî eşkiyâsının işkencelerinden usanmış olan millet, batıdan esen bu sulh dalgalarına aldandı. (Gülhâne hatt-ı hümâyûnu)nun yaldızlı kelimelerine inandılar. 26 Şa’bân 1255 [m. -367- 1839] de Gülhâne meydânında Reşîd pâşanın i’lân etdiği bu yeni Anayasa, din kardeşliği yerine başka kardeşliklerin teşekkülüne yol açdı. İslâmın güzel ahlâkı yerine, batının kötü âdetlerini getirdi. İstanbulda ve sonra Selânikde ingiliz, fransız mason locaları açıldı. Buralarda aldatılanların tatlı, yaldızlı sözleri ve bol va’dleri ile milletin aklı, idrâki uyuşduruldu. Böylece, Osmânlılara batının ilk zehrli hançeri saplandı. Koca Osmânlı İmperatorluğunun içerden yıkılması, parçalanması plânlarının birinci ve en te’sîrli adımı atılmış oldu. Yeni cülûs etmiş olan, onsekiz yaşındaki sultân Abdülmecîd hân da, bu mason oyununun içyüzünü anlıyamadı. 1967 senesinde basılmış olan (Yeni Türkiye Târîhi)nin onikinci cildinde, özet olarak diyor ki, (Tanzimât Hattı Hümâyûnu) Reşîd pâşanın eseri olduğu gibi, 1272 [m. 1856] de yayınlanan (İslâhât Hattı Hümâyûnu) da Âlî pâşanın eseridir. Bu yeni fermânı için, çok kimse tarafından tenkîd edildi. Bu târîhe kadar aslâ askere alınmıyan hıristiyan tebe’a da asker olmak hakkını aldı. Zimmîlerden alınmakda olan (Cizye) ismindeki islâmî vergi kaldırıldı. Müslimân millet, bunları fikren kabûl etmemişdi. Âlî, Füâd, Cevdet, Safvet ve Vefîk pâşaları, Mustafâ Reşîd pâşa yetişdirdi. Âlî ve Füâd pâşalar da, kıskançlık veyâ uzağı görememezlik yüzünden [millet hayrına] birşey yapmadılar. İmperatorluğu yıkıma götürdüler. 1284 [m. 1868] Mayıs ayında (Şûrâyı Devlet) ya’nî Danıştay açılırken sultân Abdül’azîz hânın okuduğu nutku Âlî pâşa hâzırlamışdı. Sadr-ı a’zam Âlî pâşanın 1287 [m. 1871] de Bebekdeki yalısında veremden ölmesine, Nâmık Kemâl, Ziyâ pâşa ve Alî Suâvî gibi fikr adamları sevindiler. Ziyâ pâşa, onu hayâtda iken de çok hicv ederdi. Çünki, Ziyâ pâşa sadr-ı a’zam olmak, Nâmık Kemâl de, hâriciyye nâzırı olmak, Âlî ve Füâd pâşalar ekibi yerine imperatorluğu idâre etmek istiyorlardı. (Türkiye târîhi)nden yapılan özetleme temâm oldu. Âlî pâşanın (İslâhât kanûnu) ve (Şûrâyı devlet)in başına Midhat pâşayı getirmesi, Osmânlı devletinin islâmiyyetden bir mikdar dahâ uzaklaşmasına sebeb olarak, fikrlerin ve nihâyet imperatorluğun bölünmesine yol açdı. 1288 [m. 1872] de Sadr-ı a’zam olan Midhat pâşa, devlet idâresini, hele dış siyâseti hiç bilmiyordu. Üstelik yabancı dile de vâkıf değildi. İngilterede mason yapıldı. Mısr hidivi İsmâ’îl pâşadan yüzelli altın rüşvet alarak, ona Avrupadan borç alabilme hakkını veren bir fermân çıkarması ve açığı olan büdçeyi vâridâtı fazla göstererek pâdişâhı aldatmak istemesi sebebi ile iki buçuk ay sonra azl olundu. -368- 1293 [m. 1876] son ayında tekrâr Sadârete getirildi. Şûrâyı devlet re’îsi iken Abdülhamîd hân ile anlaşarak hâzırlamış olduğu (Birinci Meşrûtiyyet Kanûn-i esâsîsi)ni, sadâretinin dördüncü günü i’lân eyledi. Midhat pâşanın başkanlığında, Ziyâ pâşanın ve şâir Nâmık Kemâlin de katıldığı bir hey’etin hâzırladığı bu anayasanın ba’zı maddelerini, insan haklarına, devletin hâkimiyyetine uymadığını söyliyerek Abdülhamîd hân haklı olarak, değişdirmişdir. Hicretin 1293 senesi Zilhicce ayında ve mîlâdın 1876 senesinin son ayında, sultân Abdülhamîd hânın ta’dîl ve tasdîk etdiği (Devlet-i Osmâniyye Kanûn-i esâsîsi), ya’nî anayasası, 1334 [m. 1916] senesi (İlmiyye sâlnâmesi) ya’nî diyânet takvîmi başında yazılıdır. Bu Osmânlı anayasası 121 madde olup, bunlardan ba’zısı şöyledir: Madde: 1 - Devlet-i Osmâniyye, Memâlik ve Kıta’ât-i hâdırayı ve Eyâlât-i mümtâzeyi muhtevî ve yek-vücûd olmakla, hiçbir zemânda, hiçbir sebeble tefrîk kabûl etmez. Madde: 3 - Saltanat-i seniyye-i Osmâniyye, hilâfet-i kübrâyı islâmiyyeyi hâiz olarak, sülâle-i Âl-i Osmândan üsûl-i kadîmesi vech ile ekber-i evlâda âiddir. Zât-i hazret-i pâdişâhî hîn-i cülûslarında meclis-i umûmîde ve meclis müctemi’ değilse, ilk ictimâ’ında şer’ı şerîf ve kanûn-i esâsî ahkâmına ri’âyet ve vatan ve millete sadâkat edeceğine yemîn eder. Madde: 4 - Zât-ı hazret-i pâdişâhî haseb-ül-hilâfe, dîn-i islâmın hâmîsi ve bil-cümle tebe’a-yı Osmâniyyenin hükümdâr ve pâdişâhıdır. Madde: 5 - Zât-i hazret-i pâdişâhînin nefs-i humâyûnu mukaddes ve gayr-i mes’ûldür. Madde: 8 - Devlet-i Osmâniyye tabi’ıyyetinde bulunan efrâdın cümlesine, herhangi din ve mezhebden olursa olsun, bilâistisnâ (Osmânlı) tâbir olunur. Osmânlı sıfatı, kanûnen mu’ayyen olan ahvâle göre istihsâl ve idâ’a edilir. Madde 10 - Hürriyyet-i şahsiyye her dürlü te’arruzdan, masûndur. Hiç kimse, şer’ ve kanûnun ta’yîn etdiği sebeb ve sûretden mâ’adâ bir behâne ile tevkîf ve mücâzât olunamaz. Madde: 11 - Devlet-i Osmâniyyenin dîni, Dîn-i islâmdır. Bu esâsı vikâye ile berâber, âsâyiş-i halkı ve âdâb-i umûmiyyeyi ihlâl etmemek şartı ile memâlik-i Osmâniyyede ma’ruf olan bil-cümle edyânın serbestîyi icrâsı ve cemâ’at-i muhtelifeye verilmiş olan -369- imtiyâzât-i mezhebiyyenin kemâ-kân ceryânı devletin taht-ı himâyetindedir. Madde: 21 - Herkes üsûlen mütesarrıf olduğu mal ve mülkden emîndir. Menâfi’i umûmiyye için lüzûmu sâbit olmadıkça ve kanûnu mûcibince değer-i behâsı peşin verilmedikçe, kimsenin tesarrufunda olan mülk alınamaz. Madde: 118 - Kavânîn ve nizâmâtın tanzîminde, mu’âmelât-i nâsa evfak ve ihtiyâcât-i zemâna evfak ahkâm-i fıkhiyye ve hukûkıyye ile âdâb ve mu’âmelât esâs ittihâz kılınmalıdır. Madde: 120 - Devlet-i Osmâniyyenin temâmiyyet-i mülkiyyesini ihlâl ve şekl-i meşrûtiyyet ve hükûmeti tagyîr ve kanûn-i esâsî ahkâmı hilâfatında hareket ve anâsır-i Osmâniyyeyi siyâseten tefrîk etmek maksadlarından birine hâdim veyâ ahlâk ve âdâb-i umûmiyyeye mugâyır cem’ıyyetler teşkîli memnûdur. Midhat pâşa şımarık sözlerle sultâna ve devlet adamlarına hakâret etdiği için ve içki meclislerinde devlet esrârını fâş etdiği için ve şahsına bağlı (Millet askeri) nâmı ile husûsî asker toplaması gibi kanûn dışı hareketlerinden dolayı, 1294 [m. 1877] Şubat ayında sadâretden azl ve İtalyaya nefy olundu. 1295 [m. 1878] Şubat ayında da (Meclis-i Meb’ûsân) kapatılarak birinci meşrûtiyyete son verildi. Hakîkatda, Abdülhamîd hân, irâde-i seniyye ve Meclis-i vükelâ (Bakanlar kurulu) karârı ile meclisi ta’tîle sevk etdi. Meşrûtiyyeti ve Anayasayı ilgâ etmedi. Meclisi ve bu Anayasayı ilgâ etmiş olsaydı belki de haklı ve isâbetli iş yapmış olurdu. Çünki, bu Anayasa, rum, ermeni ve yehûdîleri meclise sokmuş, türk meb’ûsların sayısı yarıyı bulmamışdı. Ba’zı meb’ûslar, kendi dillerinin de resmî dil olmasını istemiş, muhtâriyyet, bağımsızlık isteyenleri de olmuşdu. Alman büyük devlet adamı Bismark, müşîr (Mareşal) Alî Nizâmî pâşaya: (Bir devlet, millet-i vâhideden mürekkeb olmadıkça, parlamentosunun fâidesinden ziyâde mazarratı olur) demiş, millet meclisinin dağıtılmasını yerinde bulmuşdur. Rus orduları, Yeşilköyde iken, 1295 [m. 1878] Mayıs ayında, şu’ûru avdet etmiş olan beşinci Murâdı tekrâr tahta çıkararak kendi de Sadr-ı a’zam olmak sevdâsı ile, gazeteci Alî Suâvî, Çırağan serâyını basdı. Beşiktaş muhâfızı Hasân pâşa, asâsını Alî Suâvînin kafasına vurarak, onu ve sonra ihtilâlci Balkan göçmenlerinden yirmiüçünü öldürdü. Darbe hareketi iki sâatda bas-dırıldı. Osmânlı sultânları otuzaltı aded olup, onüçüncüsünde tavak- -370- kuf [duraklama], yirmincisinde inhitât [gerileme] devrleri başlamışdır. Otuzaltı sultânın ismleri aşağıdadır:
-371-
Osmânlı devleti Avrupada Viyana ve Karpat dağlarına kadar yayıldı. Macaristan, Romanya, Basarabya, Kırım ve Asyada Hemedan ve Tebrîz ve Basra Körfezi, Ummân denizi sâhilleri ve Afrikada Sûdan, Büyük sahra, Libya, Tunus, Cezâyir ele geçdi. Devletin kurulması ve genişlemesi harb ile olduğu için, harb sanâyi’inde çok ileri gidildi. Avrupada ateşli silâhları ilk olarak Osmânlılar kullandı. Hicretin dokuzuncu ve onuncu asrlarında Osmânlı fen adamlarının yapdıkları toplar ve koruganlar, Avrupada harb tekniğinin başlamasında numûne oldu. Şimdi, Midilli, İstanbul buğazı ve Van istihkâmlarında (Mustafâ ustanın yapısıdır) ve (Alî ustanın yâdigârıdır) damgaları bulunan büyük toplar turistleri hayrete düşürüyorlar. Bu topların İstanbuldan Bağdâd, Van gibi uzak yerlere nasıl götürüldüklerine akl erdirilememekdedir. Fâtih sultân Muhammedin İstanbulu almak için dökdürdüğü büyük topları (Sarıca) isminde bir türk mühendisi ile (Urban) isminde bir macar döküm ustası yapmışdır. Dinamit de ilk olarak Fâtih tarafından kullanılmışdır. Gedik Ahmed pâşa, İtalyada Otrantoyu alınca güzel kal’a yapdırdı. İtalyanlar bu kal’ayı gördükleri zemân hayrân oldular. Harblerde böyle istihkâmlaryapmağa başladılar. Îrân seferlerinde yüzellibin kişilik orduların sevk ve idâresinin büyük bilgi ve mehârete muhtâc olduğu şübhesizdir. Böylece Osmânlı imperatorluğu, o zemân, Avrupada en ileri devlet olmuşdu. Mi’marlıkdaki üstünlüğün şâhidleri, büyük câmi’ler ve medreselerdir. Fâtih câmi’ini yapan Mi’mar İlyâsın, Bâyezîd câmi’ini yapan Mi’mar Kemâleddînin ve Süleymâniye ve Şahzâde câmi’lerini yapan Mi’mar Sinânın ve dahâ nice mi’marların büyük üstâd olduklarını eserleri göstermekdedir. Bursada Çelebî Sultân Muhammed câmi’inde ve türbesinde olan çok kıymetli çinileri (Deli Mehmed usta) yapmışdır. Bunların ba’zılarında (Ameli Muhammed Mecnûn) imzâsı hâlâ görülmekdedir. Hindistân pâdişâhı Hümâyûn şâh, sultân Süleymândan inşâ’ât ustaları istemiş, Mi’mar Sinânın şâkirdlerinden Mûsâ usta gönderilerek Hindistânda Osmânlı inşa’âtı üzere büyük ve mükemmel binâlar yapılmışdır. Osmânlı medreselerinde okutulmuş olan fizik, matematik ve astronomi derslerinin kitâbları ve harb sanayi’ine âid yazılar Süleymâniye kitâblığında hâlâ mevcûddur. Osmânlılarda zirâ’at ve ticâret de çok ilerlemişdi. Her konuda -372- iş bölümü yapılmış, bütün millet kendi işinde arı gibi çalışıyordu. Millet, servet ve refâh içinde yaşıyor, din kardeşi olarak sevişiliyor, devlet re’îsi ya’nî pâdişâhlar, Peygamber vekîli olarak biliniyor, Ona itâ’at etmek büyük ibâdet sayılıyordu. Osmânlılarda isyân, ihtilâl, devrim gibi şeyler kimsenin aklına gelmiyordu. Din düşmânlarının, haçlıların, yehûdîlerin, masonların, şî’î ve vehhâbî gibi Ehl-i sünnet düşmânlarının, yurt dışından yapdıkları kışkırtmalarla çıkardıkları Samavneli oğlu Bedreddîn, Celâlî, Hurûfî ayaklanmaları, milletin güç birliği ile az zemânda basdırılmışdır. Fâtih sultân Muhammed, Uzun Hasen isyânını basdırmağa giden askere yüz yük akça hediyye etmişdi ki, altı mil-yon altın lira demekdir. Sultân Süleymân zemânında bir dirhem, ya’nî yaklaşık üçbuçuk gram gümüşden üç akça basılırdı. Bir akçada yaklaşık bir gram gümüş vardı. Sonraları gümüş mikdârı azaltıldı. Sultân Süleymân zemânında Mekke kâdılığı ihdâs edildi. Sinân pâşanın Yemen seferinden sonra, Cidde gümrüğü gelirlerinin yarısı Mekke şerîflerine bağışlandı. Dahâ sonra, (Hicâz beğler beği) isminde vâlîlik yapıldı. Her sene hac zemânında, halîfeler tarafından Mekke şerîflerine ve oradaki ilm adamlarına (Surre-i Hümâyûn) denilen hediyyeler gönderilirdi. Kırım hânları kendileri para basdırır ve Cum’a hutbelerinde Osmânlı halîfelerine düâ ederdi. Kırkbin askerleri olup Moskovaya kadar ilerlemişler, Ruslardan vergi almışlardı. 728 [m.1328] senesinde Bursada altun para basıldı. Hicretin 797 [m. 1394] senesinde Anadolu hisârı kal’ası yapıldı. 922 [m. 1516] senesinde İstanbulda tersâne kuruldu. O zemânın en büyük gemileri yapıldı. 932 [m. 1526] de sultân Süleymân, Fransayı, himâyesi altına aldı. Haliçde yapılan Osmânlı donanması 945 [m. 1539] de Avrupa devletleri birleşik donanmasına gâlib geldi. 967 [m. 1559] de Malta açıklarında haçlı donanması yok edildi. 987 [m. 1578] de Takıyyüddîn efendinin başkanlığındaki hey’et, yıldızları tetkîk ve Logaritma cedvelleri ile hesâb yapdı. 1067 [m. 1656] de Osmânlı donanması Venedik donanmasını mağlûb etdi. 1135 [m. 1722] de Üsküdârda Osmânlı matba’ası kuruldu. 1205 [m. 1791] de Deniz harb okulu kuruldu. 1242 [m. 1826] de Osmânlı tıp fakültesi kuruldu. 1253 [m. 1837] de Unkapanında Mahmûdiyye köprüsü, 1254 [m. 1838] de karantina yapıldı. 1260 [m. 1843] da Karaköy ile Eminönü arasında Mecîdiyye köprüsü yapıldı. 1268 [m. 1851] de, (Şirket-i Hayriyye) isminde boğaziçi vapurları işletmesi kuruldu. 1272 [m. 1855] de İstanbul ile Varna arasında deniz altı telgraf hattı yapıldı. 1279 [m. 1863] da Basra ile Karaşi arasında telgraf hattı yapıldı. 1284 [m. 1868] de Sultânî lise- -373- leri, 1285 [m. 1869] de san’at okulları, 1287 [m. 1871] de orman ve ma’denler mektebi, 1288 [m. 1872] de İstanbul tramvay ve itfâiyye alayı, 1290 [m. 1873] da İzmid demiryolu ve Galata tüneli yapıldı. İkinci Abdülhamîd hânın yapdığı sayısız hizmetlerinden bir kısmı 9. cu maddedeki isminde yazılıdır. Bu arada Osmânlı donanmasını en modern vâsıtalarla yeniledi. İngiltereden sonra Avrupada ikinci derecede oldu. 1310 [m. 1892] senesi sâlnâme-i Bahrî, ya’nî takvîmi, Osmânlı donanmasını uzun anlatmakdadır. 175. ci sahîfesinde, 18 aded zırhlı harb gemisinden herbirinin ismi, tonilatosu, tûlü, arzı, zırh kalınlığı, çekdiği su mikdârı, pervâne adedi, makinanın beygir kuvveti, ateşli silâhları, torpido kovanı, vazîfeye başladığı târîh, sür’ati ve aldığı kömür mikdârları yazılıdır. Meselâ, Hamîdiyye fırkateyn harb gemisi için bunların: 6700,292 kadem, 9 fus ve 55 kadem, 7 fus, 10 fus ve 24 kadem, 1 pervâne, 6800 beygir kuvveti, 10 ve 15 cm.lik 4 Krup ve bir 300 librelik ağızdan dolma ve 6 Armstrong ve 7 küçük top ve 1 Nordenfeld ve 1 Roket, 2 torpido kovanı bulunduğu, 1301 [m. 1883] de vazîfeye başladığı, sür’atinin 13 mil olduğu, 600 ton kömür aldığı bildirilmekdedir. Zırhsız harb gemisi 40 adet, torpido stimbotu, birinci sınıf 13, ikinci sınıf 7, üçüncü sınıf 1, tahtelbahr [deniz altı] 2 dir. Bunlarda çalışan yüzlerce deniz subayının rütbeleri ve ismleri de yazılıdır. Haydar Pâşa tıb fakültesi, Viyana tıb fakültesinden sonra Avrupada en ileri idi. Her bölümün laboratuvarları en yeni âlet ve makinalarla techîz edilmişdi. 1931 senesinde, bu fakültede okuyanlar, Histoloji laboratuvarında her talebe için birer mikroskop bulunduğunu, her mikroskop üzerinde sultân Abdülhamîd hânın tuğrası, ya’nî ismi oyma olarak yazılı olduğunu söylemişlerdir. Avrupadan getirilen seçme profesörlerin yetişdirdikleri asistan ve doçentler ve hocalar, gençlere en modern tıb bilgilerini veriyorlar. Değerli mütehassıslar yetişiyordu. Kolağası kimyâger Cevâd Tahsin beğin 1321 de (Mekteb-i tıbbiyyeyi şâhâne matba’ası)nda basdırdığı kimyâ kitâbı, bugünkü yeni bilgileri ve analiz usûllerini bütün incelikleriyle yazmakdadır. Miralay Mehmed Şâkir beğin 1319 da basılan (Dürûs-i Hayât-i Beşeriyye) kitâbındaki, modern tıb bilgilerini görenler ve tıb fakültesinde hijyen profesörü Muhammed Fahri beğin 1324 de basılan (İt’âm ve Tağdiyye) kitâbındaki tıb bilgilerini okuyanlar ve tıb fakültesinde kimyâ muallimi olan tabib kolağası Vasil Neun beğin 1312 de basılan (İlm-i Kimyâyı Tıbbî) kitâbını ve yine o sene Mısrda basılan (Hulâsatül Kavl fî tahlîlil-bevl) kitâbını okuyanlar ve mekteb-i tıbbiyyeyi şâhâne botanik muallimi tabib Şerefeddîn -374- beğin 1305 senesinden beri talebenin ellerinden düşmeyen (ilm-i nebâtât) kitâbını okuyanlar ve mekteb-i mülkiyeyi şâhâne ve hendese-hâne fizik muallimi Sâlih Zeki beğin (Hikmet-i tabî’iyye) kitâbını ve bunlar gibi nice kıymetli kitâbları görenler, Sultân ikinci Abdülhamîd hân zemânında çok değerli mütehassıs doktorların ve fen adamlarının yetişdirildiğini tasdîka mecbûr kalmakdadır. Osmânlı sultânları, ilme, fenne bu kadar ehemmiyyet vererek, kıymetli mütehassıslar yetişdirdikleri ve eserler meydâna gelmesine vesîle oldukları gibi, islâmiyyete hizmetde de, Abbâsî ve Emevî ve diğer islâm devletlerini geçmiş, bu çalışmaları ile de târîhde şan ve şöhret bırakmışlardır. Yavuz Sultân Selîm hân, Kâ’benin içini süpürmeğe mahsus olan süpürgelerden birisi getirildikde, süpürgeyi bir taç gibi kaldırarak başına koymuşdur. Kendinden sonra gelen sultânların taçlarına koydukları süpürge işâreti buradan gelmekdedir. Kânûnî Sultân Süleymân, Arafat meydânındaki tıkanmış olan su yollarını açarak Arafatı ve Mekkeyi suya kavuşdurdu. İkinci Abdülhamîd hân, bu su yollarını yeniden temizleyerek ve genişleterek hâcıları suya doyurdu. Medînedeki Ayn-ı zerkayı Abdülmecîd hân ta’mîr ve tevsi’ eyledi. Vehhâbîler, Mekkede, Medînede, hiçbir kâfirin ve zâlimin yapamayacağı vahşet ile Ehl-i sünnet müslimânları kılıçdan geçirip, Selefden yâdigâr kalmış olan bütün türbeleri, câmi’leri, ziyâret mahallerini yıkdılar. Mukaddes makâmları ve kabristânları çöle çevirdiler. İkinci Sultân Mahmûd hân, vehhâbî eşkiyasını def’ ve tard etdikden sonra, bütün bu eserleri yeniden inşâ ve ihyâ eyledi. 1235 [m. 1819] senesinde Hücre-i Se’âdete hediyye etdiği şamdanla birlikde gönderdiği aşağıdaki ya-zı, Osmânlı sultânlarının Resûlullaha olan hürmet ve muhabbetlerinin bir vesîkasıdır:
Şâmdan ihdâya
eyledim cüret yâ Resûlallah!
Değildir
ravdaya şâyeste, destâviz-i nâçizim,
Kimim var
hazretinden gayrı, hâlim eyleyem i’lâm,
Dahîlek, el-emân,
sad el-emân, dergâhına düşdüm,
Dü-âlemde kıl
istishâb hân-ı Mahmûd-i adlîyi, -375- Mısır ve Yanya ve Mora gibi vilâyetlerin isyânı ve yeniçerilerin kazan kaldırmaları ve yok edilmeleri ve Rus ordularının saldırmaları sırasında Sultân Mahmud hân, Mekke ve Medîneyi ancak ta’mîr edebilmiş, kendisinden sonra oğlu Abdülmecîd hân, bunları tezyîn için şaşılacak bir himmet ve gayret göstermişdir. Hucre-i nebeviyyeye döşenmek üzere gönderdiği Kâşî tuğlalar altına ken-di el yazısı ile kendi ismini zelîlâne ve hakîrâne yazmışdır. Hele Bâbüsselâm kemerine yazılmak üzere hâzırlanan yazıdaki şâhâne kelimeleri kabûl etmeyerek, iki cihânın saltanatı Resûlullaha mahsûsdur, demişdir. Sultân ikinci Abdülhamîd hânın bu mubârek beldelere ve bunların şefâ’at sâhibi efendisine yapdığı hürmet ve hizmetler, öncekilerin hizmetlerini kat-kat aşmışdır. İhsânları ve hizmetleri yalnızÜmerâya ve Ülemâya ve makâmlara mahsûs kalmamış, ehâlînin ve fakîrlerin hepsine ulaşmışdır. Mescid-i harâmı gözleri kamaşdıracak derecede ta’mîr ve tezyîn etmiş, Hadîce-tül Kübrânın türbesini ve Mevlidin-Nebî ile Mevlid-i Fâtıma olan binâları, benzeri olmayacak şeklde ihyâ etmiş, Minâ şehrini su şebekeleri ile doldurmuşdur. Seyyid Ahmed Rıfâînin ve diğer Velîlerin türbelerini fevkal’âde bir himmet ile ta’mîr etmişdir. Mekkede Gayretiyye ve Hamîdiyye piyâde kışlalarıyla, topçu kışlası ve hükûmet konağı yapdırmışdır. Osmânlı halîfelerinin herbirinin (Hâdimülharemeyn) olduklarını, eserleri bütün dünyâya i’lân etmekdedir. Vehhâbî eşkiyâları, Haremeyn-i şerîfeyni tekrâr ele geçirdikden sonra, bu behâ biçilemiyen târihî eserleri, güzel san’atları, sinsice yok etmekde, böylece bozuk inançları ile ve barbarca saldırıları ile islâmiyyeti içerden yıkmakdadırlar. Sultân ikinci Abdülhamîd hân memleketin her köşesinde aynı şekl ve değerde liseler yapdırdı. 1950 senesinde Bursa askerî lisesinin kumandanı, Bursa erkek lisesini ziyârete gitmişdi. Lise müdîri kimyâger Rıfat beğe, (okulun en iyi odasını kendinize ayırmışsınız. Böyle haksızlık olur mu?) dedi. Rıfat beğ, (Bu mektebin her odası böyle güzel, havadar ve hoşdur. Ben Manastırda bu binâda okudum. Sultân Abdülhamîd hân, büyük şehrlerde hep aynı binâları, aynı güzellikle ve aynı metânet ile yapdırmışdır. Bu binânın ta’mîre ihtiyâcı hiç olmadı. Hâlbuki, karşımızda geçen sene yapılan ticâret lisesinin bu sene dıvarları çatladı. Şimdi ta’mîr ediliyor) dedi, târihî birçok bilgiler verdi. Ankarada, Yenişehr istasyonundaki kayaların üstünde (Ankara lisesi) de Bursadaki lisenin aynı idi. Ankara vâlîlerinden Âbidîn pâşa, Elmadağından Ankaraya tatlı su getirmek için halkdan para toplamışdı. İşe başlamak için -376- halîfeden izn istedi. İkinci Abdülhamîd hân, vâlîye gönderdiği cevâbda, (Susuzlara su vermek çok sevâbdır. Dînimizin emrlerinden biridir. Bu vazîfe ve şeref bana âiddir. Topladığın paraların hepsini sâhiblerine geri ver. Bütün masrafı hazîne-i şâhânemden olmak üzere hemen işe başla. Milletimi iyi suya kavuşdur!) dedi. Az zemân içinde Ankaralılar tatlı suya kavuşduruldu. Sultân ikinci Abdülhamîd hânın Osmânlı devletini her bakımdan ilerletmesi, güçlendirmesi, islâm düşmânlarının ve en başta İngilizlerin harekete geçmesine sebeb oldu. 1308 [m. 1890] senesinde politik ve masonik feâliyete geçdiler. Birkaç harbiye ve tıbbiye talebesi tarafından (İttihâd ve terakkî cem’iyyeti) kuruldu. Yedi sene sonra, haber alınarak dağıtıldı. Birkaç üyesi Parisde çalışmalarına devâm etdi. Halîfe, mit başkanı Orgeneral Ahmed Celâleddîn pâşayı Parise gönderdi. Nasîhatleri te’sîr ederek üyelerden çoğu tevbe etdiler. Ancak Ahmed Rızâ beğ ve birkaç arkadaşı nasîhat dinlemediler. Haçlı kuvvetler tarafından yağdırılan paralarla daldıkları lüks hayâtdan, kadınlı, içkili sefâhet âleminden ayrılmak istemediler. Hele Ahmed Rızâ beğ, parlamento başkanlığına getirileceği va’dinin sevinci ve serhoşluğu içinde, türk düşmânlarının kuklası hâline gelmişdi. Halîfeye karşı basın propagandasına başladılar. 1326 [m. 1908] senesinde ikinci meşrûtiyyetin i’lânına ve bir sene sonra da, Halîfenin tahtdan indirilmesine sebeb oldular. Sonradan arkadaşları, bunu kıskanarak kendisini Millet meclisi başkanlığından atdılar. Onların düşmânı hâline gel-di. Cumhuriyet gazetesinde, yayınlanan hâtırâtında, vaktiyle küfrler etdiği ikinci Abdülhamîd hânı, överek ve pişmân olduğunu bildirerek öldü. Aynı hâl, sultân ikinci Abdülhamîd hânı, tahtdan indiren Tâlat, Enver ve Cemâl pâşalarda da tecellî etdi. Onun büyüklüğünü anlayamadıklarını i’tirâf edip, hayâtlarını hüsrânla bitirdiler. 1326 [m. 1908] senesinde devlet idâresini ellerine geçiren gençler, câhil, tecrübesiz, dünyâ ve memleket şartlarından gâfil, gözü kapalı adamlardı. Kimi, telgraf memûru iken başbakan oldu. Kimi yarbay iken otuzüç yaşında harbiye nâzırı ve başkumandan vekîli, kimi jandarma teğmeni iken dâhiliye nâzırı oldu. İttihâd ve terakkîcilerin zulm ve işkencelerinin ve bunun kanlı olmasının, sultân Abdülhamîd devrini aratmış olduğunda bütün târîhciler birleşmekdedirler. İttihâd ve terakkî cem’iyyeti, Türkiyede kötü bir particilik hayâtının başlamasına, bölücülüğe yol açdı. Particiler, birbirlerine düşmân gibi oldular. Bu yüzden balkan harbi ve birinci cihân harbi gayb edildi. Nihâyet imperatorluk parçalandı. Sultân ikinci Abdülhamîd hânın tahtdan indirilmesi ile din işle- -377- rine de fesâd karışdı. İttihâd ve terakkî fırkasına kaydlı olan câhiller, hattâ masonlar, din işlerinde yüksek mevki’lere getirildi. İlk iş olarak, sultân Abdülhamîd hânın son şeyh-ül-islâmı Muhammed Ziyâ-üd-dîn efendi, vazîfesinden alındı. Bu yüksek makama 1328 [m. 1910] da Mûsâ Kâzım efendi getirildi. Bu zât, koyu ittihâdcı ve mason idi. Bunun gibi, islâmiyyete uymıyan hareketlerinden ve sa-pık yazılarından dolayı ikinci Abdülhamîd hân tarafından nefy edilmiş, Iraka ve Fizana sürülmüş olan bölücü kimseler, İstanbula getirilip, kendilerine din işlerinde vazîfeler verildi. Bu câhil ve partizan kimseler, bozuk, sapık din kitâblarının yazılmasına, yayılmasına, önayak oldular. Abdülhamîd hân zemânında yazılan din kitâbları, bir ilm hey’eti tarafından tedkîk edilirdi. Tasdîk edilip, izn verilenler basdırıldı. Böylece, o târîhlerde basılan din kitâblarına güvenilir. 1327 [m. 1909] den sonra din kitâbları salâhiyyetli âlimler tarafından kontrol edilmez oldu. Bu kitâblardan, ancak vesîkalar vererek, yazılanlara güvenilir. Ne oldukları belirsiz kimselerin ve şî’îlere, vehhâbîlere satılmış olan mezhebsiz din adamlarının yazdıkları bozuk kitâbları okuyan müslimân yavruları, temiz gençler, dîni yanlış öğrendiler. Böyle câhil yetişdirilen müslimânlardan ba’zıları, siyâset canbazlarının tuzaklarına düşdüler. Kendi partilerinden olmıyanlara kâfir diyecek kadar taşkınlık yapanları oldu. Müslimânlar arasındaki bu fitne, islâm düşmânlarının işlerine yaradı. İngilizlerin (İslâmiyyeti yok etmek) plânlarının gerçekleşmesini kolaylaşdırdı. (Kıyâmet ve Âhiret), 365.ci sahîfeye bakınız! İşte bunun için, Allahü teâlâ, müslimânların bölünmelerini yasak etmiş, kardeş olduklarını bildirmiş, sevişmelerini, vatan düşmânlarına karşı birleşerek kuvvetli olmalarını emr etmişdir. (Birleşmemiz kâfirleri korkutur ve Allahın yardım etmesine sebeb olur. Tefrikaya düşmemiz kâfirleri sevindirir ve Allahın gadabına uğramamıza sebeb olur) nasîhati, her müslimânın kalbine işlenmiş olmalıdır. 193 - ÖMER BİN ABDÜL’AZÎZ: Emevî halîfelerinin sekizincisidir. Mervânın torunudur. Vâldesi Ümmü Âsım bint-i Âsım bin Ömer-ül Hattâbdır. 60 da ya’nî hazret-i Mu’âviyenin vefâtı yılında Medînede tevellüd etdi. Babası Mısr vâlisi olunca, Mısra gitdiler. Oğlunu Medîneye tahsîle gönderdi. Enes bin Mâlik, Abdüllah bin Ca’fer Tayyâr ve Sa’îd bin Müseyyeb ve başka zâtlardan ders aldı. Babası ölünce amcası olan halîfe Abdülmelik bunu Şâma getirdi. Kızı Fâtımayı buna verdi. 99 da amcası oğlu Süleymân vefât edince halîfe oldu. Çok âdil idi. İkinci Ömer denmeğe lâyık idi. Hazret-i Mu’âviyenin vefâtından sonra hutbelerde Ehl-i beyte la’net okumak âdet olmuşdu. Halîfe olunca, ilk iş olarak bu âdeti kaldırdı. Ehl-i beyte çok saygı gösterir ve yardım yapardı. 101 [m. -378- 720] de kırkbir yaşında iken kölesi tarafından zehrlendi. Beyâz, ince ve nâzik yüzlü, za’îf, güzel sakallı, tatlı ve sevimli idi. Biniciliğe çok meraklı idi. Enes bin Mâlik “radıyallahü anh” buyurdu ki, imâmlık yapmakda, Resûlullah efendimize Ömer bin Abdül’azîzden dahâ çok benziyen kimse görmedim. Malatya şehrini rumlardan, yüzbin esîr karşılığı satın aldı. İbnülcevzî, bunun hayâtını, büyük bir cild hâlinde yazmışdır “rahime-hullahü teâlâ”. 10, 31, 34, 37, 130, 189, 200, 211, 227, 260. 194 - ÖMER BİN HATTÂB: Eshâb-ı kirâmın en büyüklerinden, Aşere-i mübeşşeredendir. Resûlullahın ikinci halîfesidir. Dokuzuncu dedesi olan Kâ’b, Resûlullahın yedinci babasıdır. Annesi Hanteme bint-i Hişâm, Ebû Cehlin kız kardeşi idi. Hicretden kırk sene önce tevellüd etdi. Kureyşin büyüklerinden idi. Çok güzel konuşurdu. Önce Resûlullaha düşmân idi. Bi’setin ya’nî Resûlullaha, Peygamber olduğu bildirildiği günün altıncı yılında, Resûlullahın amcası hazret-i Hamza îmâna gelince, müslimânlar çok kuvvetlendi. Çok sevindiler. Bu iş Kureyş kâfirlerine güç geldi. İleri gelenleri toplandılar. (Muhammedin adamları çoğalıyor. Bunu önlemeğe çâre bulalım) dediler. Herbiri birşey söyledi. Ebû Cehl (Muhammedi öldürmekden başka çâre yokdur. Bunu yapana, şu kadar deve, bu kadar da altun veririm) dedi. Ömer bin Hattâb yerinden fırladı. (Bu işi, Hattâb oğlundan başka yapacak yokdur) dedi. Ömeri alkışladılar. (Haydi Hattâb oğlu! Görelim seni) dediler. Ömer kılıncını çekerek yola düşdü. Nu’aym bin Abdüllaha rastladı. (Bu şiddet, bu hiddetle nereye yâ Ömer?) dedi. O da, (Millet arasına ikilik sokan, kardeşi kardeşe düşmân eden Muhammedi öldürmeğe gidiyorum) dedi. (Yâ Ömer! Güç bir işe gidiyorsun. Onun Eshâbı, çevresinde, pervâne gibi dolaşıyor. Ona bir şey olmasın diye titreşiyorlar. Ona yaklaşmak çok zordur. Onu öldürsen bile Abdülmuttalib oğullarının elinden yakanı nasıl kurtarabilirsin?) dedi. Ömer, bu sözlere çok kızdı. (Yoksa, sen de mi onlardan oldun? Önce senin işini bitireyim) diye, kılınca sarıldı.(Yâ Ömer! Beni bırak! Kardeşin Fâtıma ile, zevci Sa’îd bin Zeyde git ki, ikisi de müslimân oldu), dedi. Ömer, onların müslimân olduğuna inanmadı. (Eğer inanmazsan, git sor! Anlarsın) dedi. Ömer şaşaladı. Bu işi başarırsa, din ayrılığı ortadan kalkacak, fekat arabların âdeti olan kan da’vâsı hâsıl olacakdı. Kureyş ikiyebölünecek. Birbiri ile çarpışacakdı. Böylece, değil yalnız Ömer, bütün Hattâb oğulları öldürülecekdi. Fekat Ömer, çok kuvvetli, cesûr ve öfkeli olduğundan bunları düşünememişdi. Kardeşini merak edip hemen evlerine gitdi. O anlarda (Tâhâ) sûresi yeni gelmiş, Sa’îd ile Fâtıma, bunu yazdırıp, Habbâb bin Eret adındaki -379- sahâbîyi evlerine getirmiş, okuyorlardı. Ömer, kapıdan bunlarınsesini duydu. Kapıyı çok sert çaldı. Ömeri, kılınc belinde, kızgın görünce, yazıyı sakladılar. Habbâbı gizlediler. Sonra kapıyı açdılar. İçeri girince (Ne okuyordunuz?) dedi. Sa’îd (Birşey yok) dedi.Ömerin kızması artarak, (İşitdiğim doğru imiş. Siz de, onun sihrine aldanmışsınız), dedi. Sa’îdi yakasından tutup, yere atdı. Fâtıma kurtarayım derken, onun yüzüne de öfkeli bir tokat indirdi. Yüzünden kan akdı. Ömer kanı görünce, kardeşine acıdı. Biraz sendeledi. Fâtımanın canı yandı. Kana boyandı ise de, îmân kuvveti,kendisini harekete getirip, Allahü teâlâya sığınarak, (Yâ Ömer!Niçin Allahdan utanmazsın? Âyetler ve mu’cizeler ile gönderdiği Peygambere inanmazsın? İşte ben ve zevcim, müslimân olmakla şereflendik. Başımızı kessen, bundan dönmeyiz) dedi ve kelime-işehâdeti okudu. Ömer, ne yapacağını şaşırdı. Yere oturdu. Yumuşak sesle, (Hele şu okuduğunuz kitâbı çıkarınız) dedi. Fâtıma getirdi. Ömere verdi. Ömer, güzel okuma bilirdi. Tâhâ sûresini okumağa başladı. Kur’ân-ı kerîmin fesâhatı, belâgatı, ma’nâları ve üstünlükleri kalbini çok yumuşatdı. (Göklerde ve yer yüzünde ve bunların arasında ve toprağın altındaki şeyler hep Onundur) âyetini okuyunca, derin düşünceye daldı. (Yâ Fâtıma! Bu bitmez tükenmez varlıklar, hep sizin tapdığınız Allahın mıdır?) dedi. Kardeşi (Evet, öyle ya! Şübhe mi var?) dedi. (Yâ Fâtıma! Bizim binbeşyüz kadar altundan, gümüşden, tunçdan, taşdan oymalı, süslü heykellerimiz var. Hiçbirinin, yeryüzünde birşeyi yok!) diyerek, şaşkınlığı artdı. Biraz dahâ okudu. (Ondan başkasına tapılmaz, bel bağlanmaz. Herşey, ancak Ondan beklenir. En güzel ismler Onundur) âyetini düşündü. (Hakîkaten, ne kadar doğru) dedi. Habbâb bu sözü işitince, yerinden fırladı. Tekbîr getirdikden sonra, (Müjde yâ Ömer! Resûlullah Allahü teâlâya düâ ederek, (YâRabbî! Bu dîni, Ebû Cehl ile yâhud Ömer ile kuvvetlendir) buyurdu. İşte bu devlet, bu se’âdet sana nasîb oldu) dedi. Bu âyet-i kerîme ve bu düâ, Ömerin kalbindeki düşmânlığı sildi, süpürdü. He-men, (Resûlullah nerede?) dedi. Kalbinde, Resûlullah sevgisi yanmağa başladı. O gün, Resûl-i ekrem “sallallahü aleyhi ve sellem” Safâ tepesi yanında, Erkamın evinde Eshâbına nasîhat veriyordu. Eshâb-ı kirâm toplanmış, Onun nûrlu cemâlini görmekle, tatlı te’sîrli sözlerini işitmekle kalblerini cilâlıyor, rûhlarını ferâhlatıyorlardı. Sonsuz lezzet, zevk ve neş’e içinde hâlden hâle dönüyorlardı. Ömeri buraya getirdiler. Ömerin kılıncla geldiği görüldü.Ömer heybetli, kuvvetli olduğundan, Eshâb-ı kirâm, Resûlullahınetrâfını sardı. Hazret-i Hamza (Ömerden çekinecek ne var, iyilik ile geldi ise, hoş geldi. Yoksa o kılıncını çekmeden, ben onun başını yere düşürürüm) derken, Resûlullah (Yol verin, içeri gelsin!) -380- buyurdu. Biri sağında, biri solunda, ötekiler tetikde olarak içeri girdi. Cebrâîl “aleyhisselâm”, dahâ önce, Ömerin îmân etdiğini,yolda olduğunu haber vermişdi. Resûlullah, Ömeri tebessüm buyurarak karşıladı ve (Bırakınız, yanından ayrılınız) buyurdu. Bırakdılar. Resûlullahın önünde diz çökdü. Resûlullah, Ömerin kolundan tutup, (Îmâna gel yâ Ömer!) buyurdu. O da temiz kalb ile kelime-i şehâdeti söyledi. Eshâb-ı kirâm, sevinçlerinden yüksek sesle tekbîr getirdi. O zemâna kadar gizli îmâna gelirlerdi. Hazret-iHamzanın ve üç gün sonra hazret-i Ömerin müslimân olması ile,müslimânlar kuvvetlendi. Ömer “radıyallahü anh” (Kardeşlerimizne kadardır?) dedi. (Seninle kırk olduk) dediler. (Öyle ise, ne duruyoruz? Haydi çıkalım, Harem-i şerîfe gidelim. Açıkça okuyalım!) dedi. Resûlullah kabûl buyurdu. Önde Ömer, sonra Alî, ondan sonra Resûlullah, sağında Ebû Bekr, solunda Hamza, arkasında öteki Sahâbîler yürüyerek Harem-i şerîfe gitdiler. Kureyşin ileri gelenleri, orada Ömerden müjde bekliyorlardı. Ömer Muhammedîleri toplamış getiriyor dediler. Sevindiler. Ebû Cehl, zekî, cinfikrli olduğundan, bu gelişi beğenmedi. İleri varıp (Yâ Ömer! Bu ne?) dedi. Hazret-i Ömer hiç aldırış etmeden (Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden resûlullah) dedi. Ebû Cehl,ne diyeceğini şaşırdı. Dona kaldı. Hazret-i Ömer “radıyallahü anh” bunlara dönerek, (Beni bilen bilir. Bilmiyen bilsin ki, Hattâboğlu Ömerim. Karısını dul, çocuklarını yetim bırakmak istiyen, yerinden kıpırdasın!) dedi. Hepsi geriye çekilip dağıldılar. Ehl-i islâm, Harem-i şerîfde saf olup, yüksek sesle tekbîr aldı. İlk olarakmeydânda nemâz kıldılar. Hazret-i Ömer, o günden sonra, dayısı Ebû Cehle ve kâfirlerin ileri gelenlerine meydân okudu. Eshâb-ı kirâm, Medîneye gizli hicret etmişdi. Ömer “radıyallahü anh” silâhlarını kuşanarak, açıkca hicret etdi. Medîneye dahâ önce varıp, Resûlullahın teşrîf etmekde olduğunu müjdeledi. Bütün gazâlarda bulundu. Arslan gibi döğüşdü. Uhudda Resûlullahın yanından ayrılmadı. Dâimâ doğru söylediği için (Fârûk) buyuruldu. Resûlullahın vefâtında karışıklık çıkmasını önledi. Halîfeye, her işinde yardım etdi. Halîfe Ebû Bekr, vefât edeceği zemân, Eshâb-ı kirâmın ileri gelenlerini çağırıp, görüşdükden sonra, hazret-i Ömeri halîfe ta’yîn et-di. Onüçüncü yılda halîfe oldu. Emîrülmü’minîn ismini aldı. Az zemânda o kadar çok yer aldı ki, târîhcileri şaşırtdı. Kudüse gidip, adâleti ile rumları hayrân bırakdı. Kadsiye zaferini kazanarak, orduları Azak denizine kadar ilerledi. Tunusa kadar feth olundu. Dörtbinden ziyâde câmi’, mescid yapıldı. Hazret-i Mu’âviyeyi “radıyallahü teâlâ anh” Şâm vâlîsi yapdı. Kendi de Şâma geldi. Her sene hac yapdı. On buçuk sene ve yedi gün, dünyâda hiç gö- -381- rülmemiş bir adâlet ile halîfelik yapdı. 23. cü yıl zilhiccesinde, bir sabâh nemâzına giderken, Mugîre-tebni Şu’be hazretlerinin kölesi Ebû Lü’lü’ Firuz tarafından bıçakla karnına vurularak yirmidört sâat sonra, 63 yaşında şehîd oldu. Hucre-i se’âdete defn edildi “radıyallahü teâlâ anh”. Çok âdil, âbid, çok merhametli, aşağı gönüllü, fakîrlikle yaşar bir zât idi. Kudüse giderken deveye, kölesi ile nöbetleşe biniyordu. Şehre girerken deveye binme sırası kölesine geldiği için devenin önünde yürüyordu. Kuvveti, adli, askerleri, üç kıt’ayı titreten islâm halîfesini görmeğe gelenleri hayretde bırakmışdı. O derece âdil idi ki, kendi oğlu günâh işleyince Allahü teâlânın emri kadar sopa vurulmasını emr etdi. Eshâb-ı kirâm yalvardıkları hâlde, bir değnek eksik vurulmasına râzı olmadı ve oğlu bu yüzden öldü. Çok acıdı ve üzüldüğünü bildirdi ise de, pişmân olmadı. Ölünciye kadar, bütün âlem-i islâm, Resûlullah zemânındaki huzûr, safâ ve râhatlık içinde yaşadı. Çeşidli hadîs-i şerîflerle medh olundu. (Benden sonra Peygambergelseydi, Ömer Peygamber olurdu) hadîs-i şerîfi, yüksekliğini anlatmağa yetişir. Fazîletini, kıymetini bildirmek için, din âlimleri ve dinsizler tarafından cildlerle kitâb yazıldı. Eshâb-ı kirâma derecelerine göre saygı gösterirdi. Bedr gazâsında bulunanlara dahâ çok kıymet verirdi. Hâşimîleri, hepsinden üstün tutardı. Hazret-i Alîyi hepsinden yüksek bulundurur, işlerinde ona danışırdı. Hazret-i Ömeri medh eden hadîs-i şerîflerin çoğunu hazret-i Alî bildirmişdir. 12, 14, 17, 18, 21, 22, 23, 28, 38, 40, 44, 49, 50, 52, 54, 55, 60, 61, 62, 63, 66, 72, 73, 75, 76, 79, 82, 85, 100, 103, 110, 111, 113, 114, 115, 117, 118, 119, 120, 123, 124, 125, 127, 129, 142, 156, 163, 164, 165, 166, 167, 168, 169, 170, 171, 172, 173, 174, 177, 179, 180, 181, 182, 184, 185, 186, 187, 188, 189, 190, 191, 192, 193, 196, 198, 199, 200, 201, 202, 203, 204, 205, 206, 207, 208, 211, 212, 215, 223, 229, 230, 232, 236, 237, 238, 239, 245, 246, 249, 250, 251, 252, 253, 254, 256, 257, 258, 266, 279, 302, 303, 309, 312, 316, 319, 323, 325, 329, 340, 351, 352, 356, 358, 378, 383, 385, 386, 387, 389, 399, 402, 407, 408. 195 - RÂFİ’Î: Ebülkâsım Abdülkerîm bin Muhammed büyük âlimlerdendir. 623 [m. 1226] de Kazvinde vefât etdi “rahime-hullahü teâlâ”. İmâm-ı Şâfi’înin “rahime-hullahü teâlâ” (Müsned) kitâbını şerh etdi. Tefsîr ve hadîs ve fıkh kitâbları vardır. Şâfi’î mezhebinde çok kitâb yazdı. Bunlar arasında (Muharrer) kitâbı çok kıymetlidir. Bunu çok âlimler şerh veyâ ihtisâr etmişdir. İmâm-ı Nevevînin “rahime-hullahü teâlâ” ihtisâr ederek (Minhâc) adını verdiği kitâb çok kullanılmakdadır. Minhâcın şerhleri arasında en kıymetlisi, Ahmed ibni Hacer Heytemî Mekkînin “rahime-hullahü teâlâ” şerhidir. (Tuhfe) adındaki bu şerh dört cilddir. 53, 364. -382- 196 - REBİ’ BİN HAYSEM: Tâbi’îndendir. Kûfe şehrinde zühd ve takvâsı ile meşhûrdur. Son zemânında felc hastası oldu. 63 de vefât etdi “rahime-hullahü teâlâ”. 84. 197 - REBİ’ BİN MEYSERE: Eshâb-ı kirâmdandır. Bedrde bulunmadı. Hayberde bulundu. Resûlullahın, müt’a nikâhını yasak etdiğini bildirenlerden biridir. 125. 198 - RUKAYYE: Resûlullahın ikinci kızıdır. Anası, Hadîcetül-kübrâdır. Hazret-i Osmânın zevcesidir. Önce, Ebû Lehebin oğlu Utbeye nişanlı idi. Sonra Ebû Leheb ile zevcesi, Resûlullaha eziyyet vermek için, oğlunu vaz geçirdi. Hazret-i Osmân ile Habeşe hicret etmişdir. Orada Abdüllah adında bir oğlu oldu. Abdüllah, hazret-i Rukayyeden sonra, dördüncü yılda, altı yaşında vefât etdi. Hazret-i Rukayye, hicretin ikinci yılında hastalanıp Bedr gazâsının zafer müjdesi Medîneye geldiği gün vefât etdi “radıyallahü teâlâ anhâ”. 123, 325, 326, 365. 199 - SA’D BİN EBÎ VAKKÂS: Eshâb-ı kirâmın büyüklerindendir. Aşere-i mübeşşeredendir. İlk müslimân olanların yedincisidir. Onyedi yaşında iken müslimân oldu. Bütün gazâlarda bulundu. Kahramanca döğüşdü. İlk ok atan budur. Çok nişancı idi. Uhud gazâsında, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” düşmândan gelen okları yerden toplayıp buna verirdi. (At yâ Sa’d at! Anam babam sana fedâ olsun) buyururdu. Halîfe Ömer-ül-Fârûk zemânında, Îrâna gönderilen islâm ordusunun başkumandanı idi. Meşhûr Kadsiyezaferini kazandı. Îrân devletinin başşehri olan Medayn şehrini alıp, acem hazîneleri, müslimânların eline geçdi. Sonra Irak vâlîsi oldu. Kûfe şehrini kurdu. Hazret-i Osmân zemânında Kûfe vâlîsi oldu. Cemel ve Sıffîn muhârebelerine karışmadı. Ellibeş yılında vefât et-di “radıyallahü teâlâ anh”. Medîne-i münevverededir. 100, 121, 140, 166, 176, 180, 188, 211, 241, 251, 259, 323, 346, 408. 200 - SA’D BİN MU’ÂZ: Ensârdan Evs kabîlesinin reîsi idi. Medîneye, hicretden önce gönderilen Mus’ab bin Umeyrin sözleri ile îmâna geldi. Kavmini de îmâna getirdi. Bedr, Uhud ve Hendek gazâlarında bulundu. Hendekde aldığı yaradan vefât etdi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buna çok ağlayıp, cenâze nemâzını kıldırdı. Hadîs-i şerîflerle medh edilmişdir “radıyallahü teâlâ anh”. 50, 237, 250. 201 - SA’D BİN UBÂDE: Ensâr-ı kirâmdan, Benî Sâ’idenin reîslerinden idi. Cömerdlikde eşi yok idi. Gazâlarda Ensârın bay-rağını taşırdı. Resûlullahın vefâtında halîfe olmak istedi. Herkes Ebû Bekre bî’at edince, Havrana gitdi. On beşinci yılda orada vefât etdi “radıyallahü teâlâ anh”. Havran, Şâmın cenûbundadır. 113, 114, 115. -383- 202 - SA’DÜDDÎN-İ TEFTÂZÂNÎ: Mes’ûd bin Ömer, islâmiyyetin en büyük âlimlerindendir. 722 de Horasanda Teftâzânda tevellüd, 792 [m. 1390] de Semerkandda vefât etdi “rahime-hullahü teâlâ”. Timür hân, kendisini çok sever, pek sayardı. Tefsîr, fıkh ve akâid bilgilerinde zemânının bir dânesi idi. Pek kıymetli, çok sa-yıda kitâbları vardır. Beyân ve me’ânî ilmlerinde, Şâm müftîsi Celâleddîn Muhammed bin Abdürrahmânın [739] yazmış olduğu (Telhis-ül-miftâh) kitâbını şerh etmiş (Mutavvel) adını vermişdir. Bu kitâbı ve (Akâid-i Nesefiyye) şerhi çok kıymetlidir. 16, 89, 204, 249, 294, 401, 402. 203 - SA’DÎ ŞÎRÂZÎ: Müslihuddîn bin Abdüllah, 589 yılında Şîrâzda tevellüd, 691 [m. 1291] de orada vefât etdi. Otuz sene ilm öğrendi, otuz yıl seyâhat ve askerlik yapdı. Otuz yılı inzivâ ve ibâdetle geçirdi. Şi’rleri pek kıymetlidir. Kitâbları, kendi zemânında, her tarafa yayıldı. Çok şöhret buldu. Pek saygı gördü. Bağdâdda, Nizâmiyye medresesinde ders verdi. Ehl-i sünnet idi. Ehl-i sünnet âlimlerinden Ebül-Ferec ibni Cevzînin [508-597] talebesi idi. Tesavvufda, kâdirî olup, Şihâbüddîn-i Sühreverdînin sohbetinde kemâle geldi. Ondört kerre hacca gitdi. Bağdâd, Şâm, Mısr, Anadolu, Horasan, Hindistân ve Türkistânda bulundu. Haçlı seferlerinde Avrupalıların eline esîr düşdü. (Gülistan) ve (Bostan) kitâbları, fârisî dilden Avrupa dillerine terceme edilmişdir. Türkçe çeşidli terceme ve şerhleri de vardır “rahime-hullahü teâlâ”. 32. 204 - SAFİYYE: Abdülmuttalibin kızı, Resûlullahın halası idi. Aşere-i mübeşşereden Zübeyr bin Avvâmın annesi idi. Câhiliyye döneminde, Ebû Süfyânın kardeşi Hârisin zevcesi idi. Hazret-i Hamzanın anadan da kardeşi idi. Müslimân oldu “radıyallahü teâlâ anhâ”. 14, 408. 205 - SAFİYYE BİNT-İ HUYEY: Yehûdî kızı idi. Hayberde Kenânenin zevcesi iken hicretin yedinci yılında esîr alındı. Resûlullah efendimiz alıp âzâd etdi. Seve seve îmâna gelince, Resûlullah, nikâh eyledi. Çok akllı idi. Ellinci yılda vefât eyledi “radıyallahü teâlâ anhâ”. 69, 242. 206 - SAFİYYEDDÎN-İ ERDEBÎLÎ: Erdebîlde mescid imâmı idi. 735 [m. 1335] de vefât etdi. Oğlu Sadreddîn ve torunu Alî ve dahâ sonra bunun oğlu Cüneyd, sıra ile imâm olup, Karakoyunlu hükmdârlarından mirza Cihân şâh, bunu hudûd dışına çıkardı. Diyâr-ı Bekre gelip, Akkoyunlu hükmdârı Uzun Hasene sığındı. Uzun Hasen, Azerbaycanı alınca, yine Erdebîle yerleşdi. Torunlarından İsmâ’îl, velî-i ni’metleri olan Akkoyunlulara isyân edip, hükûmeti eline aldı. 908 de Tebrîzde (Safevî) devletini kur- -384- du. 1135 [m. 1722] de Efganlılar Îrânı istilâ edinceye kadar sürdü. Nâdir şâh, 1142 de Efganlıları çıkarınca, Hindistâna kadar aldı ise de, 1160 da şehîd edilince, Îrânda huzûr devâm edemedi. Reyde bulunan Kaçar adındaki bir Türkmen aşîretinin reîslerinden Mehmed ağa, 1210 [m. 1796] da Îrânı istilâ ederek Kaçar devletini kurdu. 1343 [m. 1925] de Rızâ Şâh, kanlı bir darbe ile, Pehlevî hükûmetini kurdu. 1360 [m. 1941] de vefât etdi. Yerine geçen, oğlu Mu-hammed Rızâ şâh pehlevî, Îrândaki sünnî müslimânlara da hak ve hürriyyet tanıdı. Hanefî mezhebinde medreseler açıldı. Buna tahammül edemiyen müteassıblar, reîsleri olan, Âyetullah Humeynînin teşvîki ile isyân etdiler. Îrânda çok kan döküldü. Şâh Amerikaya, sonra Mısra kaçdı. 1400 [m. 1980] de, Mısrda, kederinden öldü. Îrânda Şî’î Cumhûriyyeti kuruldu. Binlerce devlet adamı, subaylar, talebeler öldürüldü. Irak ile harb açıldı. Savaş senelerce sürüp, sanâyı merkezleri harâb oldu. 36, 389. 207 - SAFVET PÂŞA: Adı Muhammed Es’addır. İkinci Abdülhamîd hân zemânında sadr-ı a’zam idi. 1230 da İstanbulda tevellüd, 1301 [m. 1884] de vefât etdi. Sultân Mahmûd türbesinin bağçesindedir “rahime-hullahü teâlâ”. 89. 208 - SÂHİB BİN İBÂD: İsmâ’îl bin Ebilhasen Talkânî, Bûye oğullarından Müeyyedin ve sonra kardeşi Fahrüddevlenin vezîri idi. Devletin idâresi bunun elinde idi. Çok cömerd idi. Âlimlerle, edîblerle görüşmeği çok severdi. 326 da Kazvinin Talkan kasabasında tevellüd, 385 [m. 995] de Reyde vefât etdi “rahime-hullahü teâlâ”. İsfehânda defn edildi. Devlet reîsi, tabutu önünde yürüdü. Çok kitâb yazdı. 91. 209 - SA’ÎD BİN ZEYD: Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden idi. Aşere-i mübeşşereden idi. Ömer-ül-Fârûkun “radıyallahü anhümâ” amcası oğludur. Yine bunun kayın birâderi ve eniştesi idi. Ya’nî, hazret-i Ömerin kızkardeşi olan Fâtımanın “radıyallahü anhâ” zevci idi. Zevcesi ile birlikde Habeşistâna hicret etmişdi. Hazret-i Talha ile birlikde, Şâm yolunda vazîfede olduğundan, Bedr gazâsında bulunamamışdı. Diğer gazâların hepsinde bulundu. Yermük muhârebesinde ve Şâmın fethinde de bulundu. Ellibirde vefât etdi “radıyallahü teâlâ anh”. 100, 121, 166, 379, 380. 210 - SEHL BİN HANÎF-İ EVSÎ: Ensâr-ı kirâmdandır. Bütün gazâlarda bulundu. Uhud gazâsında, Resûlullahın yanından ayrılmadı. Geri dönmedi. Hazret-i Alîye en önce bî’at edenlerdendir. Hazret-i Alî Basraya giderken, kendisini, Medîne-i münevverede, yerine vekîl bırakmışdı. Sonra, Horasana vâlî yapdı. Ehâlî şikâyet etdiğinden azl eyledi. Yerine Ziyâd bin Ebîhi ta’yîn -385- buyurdu. Sıffîn muhârebesinde hazret-i Alînin yanında idi. Otuz sekiz yılında Kûfede vefât etdi. Nemâzını imâm-ı Alî “radıyallahü anhümâ” kıldırdı. 113. 211 - SEHL BİN SA’D: Ensâr-ı kirâmdandır. Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” vefâtında onbeş yaşında idi. Doksanbir 91 [m. 710] yılında, doksanbeş yaşında vefât etdi. Eshâb-ı kirâmdan, Medînede en son vefât eden budur. Çok hadîs-i şerîf rivâyet etdi. 19, 252. 212 - SELÎM CİHÂNGİR HÂN: Hindistân hükmdârlarından Ekber şâhın oğludur. 977 de tevellüd, 1037 [m. 1628] de vefât etdi. Lâhordadır. Türbesi çok san’atlı ve çok süslüdür. 1015 de hükmdâr oldu. İngilizlere Hindistânda ticâret yerlerini ilk veren budur. Yerine, oğlu Şâh Cihân geçdi. 150, 152, 389. 213 - SELMÂN-İ FÂRİSÎ: Eshâb-ı kirâmın büyüklerindendir. Îrânlıdır. İsfehânda tevellüd etdi. Mecûsî idi. Ateşe tapardı. Bir kilise önünden geçerken içeri girip, nasrânî oldu. Arkadaşları işkence yapdıkları için, Anadoluya kaçdı. Şimdi Emirdağı denilen, Amûriye şehrinde, kilisede yıllarla iş yapdı. Papasa kendini sevdirdi. İhtiyâr papasdan nasîhat istedi. Onun sözü üzerine Şâma geldi. Şâmdan Hicâza gelerek, yeni gelecek Peygambere hizmet etmek istedi. Bunu köle yapdılar. Resûlullahın Medîneye teşrîf etdiği gün îmâna geldi. Resûlullah, bunu satın alıp azâd etdi. Hendek gazâsında, hendek, bunun sözü ile kazıldı. Sonraki gazâlarda, hep bulundu. Hazret-i Ömer zemânında Medayn vâlîsi oldu. Otuzbeşde Medaynda vefât etdi. Hadîs-i şerîf ile medh olundu. Abdürrahmân Câmî (Şevâhidünnübüvve) kitâbında buyuruyor ki, Sa’îd bin Müseyyeb diyor ki, Abdüllah bin Selâmdan işitdim. Abdüllah bin Selâm bana dedi ki, Selmân-ı Fârisî birgün bana dedi ki, (Kardeşim Abdüllah! İkimizden hangimiz önce ölürse, kendini, arkada kalana rü’yâda göstersin olur mu?) Abdüllah dedi ki, (Böyle şey olur mu? Ölen kimse, kendisini rü’yâda başkasına gösterebilir mi?) Selmân buyurdu ki, (Gösterebilir. Mü’min öldükden sonra, rûhu serbest kalır. Yer yüzünde dilediği yerde bulunabilir. Kâfirlerin rûhları ise, serbest kalmaz. Siccîn denilen Cehennem çukurunda habs olunur). Abdüllah dedi ki, (Selmân “radıyallahü anh” vefât edince, bir gün ortasında Kaylûle uykusuna yatmışdım. Rü’yâda Selmân geldi. Bana selâm verdi. Selâmını aldım. Hâlin nasıl, yerin nasıl? dedim. Çok râhatım, çok iyiyim. Sana nasîhatım olsun ki, tevekkülü elden bırakma. En iyi şey, tevekküldür dedi. Bu sözünü üç kerre tekrârladı). 27, 28, 68, 105, 106, 113, 114, 119, 120, 204, 241, 243, 250, 410. -386- 214 - SEVDE: Resûlullahın zevce-i mütahherasıdır. Mekkede tezvîc buyurmuşdu. Hazret-i Ömer zemânında vefât etdi. Önceden zevci ile îmân edip, Habeşistâna hicret etmişlerdi. Mekkeye geldikleri zemân, zevci vefât etdi. Kendi sırasını hazret-i Âişeye bağışlamışdı. Beş hadîs-i şerîf haber vermişdir “radıyallahü teâlâ anhâ.” 69, 242. 215 - SEYYİD EYYÛB ÜRMEVÎ “rahime-hullahü teâlâ”: Îrânın Türkiye yakınındaki Ürmiye şehrindedir. Türkçe (Menâkıb-ı çihâr yâr-ı güzîn) kitâbının sâhibidir. 1264 [m. 1847] de ve 1998 de İstanbulda yapılan baskıları pek güzeldir. Bu kitâbın 477. ci sahîfesinde, kendini tanıtmakdadır. 28, 108, 269. 216 - SIBGATULLÂH-İ HÎZÂNÎ: Tâhâ-yı Hakkârînin halîfelerindendir. Tâhâ-yı Hakkârî ismine bakınız! 395, 411. 217 - SİCÂH BİNT-İ HÂRİS: Benî Temîm kabîlesinden bir kadın idi. Peygamber olduğunu söyliyerek, yeni bir din çıkarmağa çalışdı. Çok kimseyi aldatdı. Mâlik bin Nuveyre de, buna uydu. Önce hıristiyan idi. Müseylemeye yardıma hâzırlanırken, Müseyleme katl edilince, Sicâh korkdu. Iraka kaçdı. Bir zemân sonra, müslimân oldu. Tevbe etdi. Hazret-i Mu’âviye zemânında vefât etdi. 117. 218 - SIRRI PÂŞA: Giridlidir. Bağdâd vâlîsi idi. 1260 [m. 1844] de tevellüd, 1312 [m. 1895] de İstanbulda vefât etdi “rahimehullahü teâlâ”. Muhammed Sırrı pâşanın (Sırr-ıl-Kur’ân), (Sırr-ül-Fürkân), (Nakd-ül-kelâm fî akâidil-islâm), (Terceme-i şerh-i akâid) kitâbları meşhûrdur. Çeşidli ahlâk ve târîh risâleleri ve hıristiyanlarla sohbetleri vardır. 108. 219 - SÜFYÂN BİN UYEYNE: Fıkh ve hadîs âlimi idi. Müctehid idi. Vera’ ve takvâsı çok idi. 107 yılında Kûfede tevellüd, 198 [m. 813] de Mekke-i mükerremede vefât etdi. Yetmiş kerre hac et-di. İmâm-ı a’zam ve imâm-ı Şâfi’î ile görüşdü “rahime-hümullahü teâlâ”. Hadîs ve tefsîr risâleleri vardır. Uyeyne, Necdde bir kasabadır. Vehhâbîliği ortaya çıkaran Muhammed bin Abdülvehhâb, buradan çıkmışdır. 31, 43. 220 - SÜFYÂN-I SEVRÎ: Babasının adı Sa’îddir. Hadîs ve fıkh âlimidir. Müctehiddir. Zühd ve takvâsı, nasîhatleri meşhûrdur. 95 [m. 713] yılında Kûfede tevellüd, 161 [m. 777] de Basrada vefât etdi “rahime-hullahü teâlâ”. İstanbulda, Yeraltı Câmi’i şerîfinde bulunan Süfyân, bu değildir. Başkasıdır. Cüneyd-i Bağdâdî, bunun mezhebinde idi. Zemânında, halâlı ondan dahâ iyi bilen yok idi. (Câmi’ulkebir), (Câmi-ussagîr) ve (Ferâiz) kitâbları vardır. 31, 43, 84, 321. -387- 221 - SÜYÛTÎ: Celâleddîn Abdürrahmân bin Ebî Bekr bin Muhammed Süyûtî, islâm âlimlerinin en büyüklerindendir. Almanca (Meyer Lexicon) kitâbında, (Yorulmadan, yılmadan yazan Süyûtînin üç yüzden fazla eseri vardır) diyor ve birkaçını bildiriyor. Tefsîr, hadîs, fıkh, târîh, ahlâk ve tıb kitâbları çok kıymetlidir. Mısrda, Süyût şehrinde 849 [m. 1445] da tevellüd, 911 [m. 1505] de Mısrda vefât etdi “rahime-hullahü teâlâ”. Kitâblarının çoğu, Avrupada basılmışdır. Dahâ yirmiiki yaşında iken (Celâleyn) tefsîrini temâmladı. İmâm-ı Gazâlînin (İhyâül-ulûm) kitâbını kısaltmışdır. Kitâbları, okumakla bitmez. 17, 143, 246, 249, 250, 251, 320, 356. 222 - ŞA’BÎ: Tâbi’înin büyüklerindendir. Adı Âmirdir. Yirminci yılda Basrada tevellüd, 104 [m. 723] de Kûfede ansızın vefât etdi “rahime-hullahü teâlâ”. Ecdâdı Yemenli olduğu hâlde, Hemedanda yerleşmişlerdi. Kendisi Kûfeye yerleşdi. İbnilmüseyyeb, Medînede, Hasen-i Basrî Basrada, Mekhûl Şâmda islâmın o asrda dört direği gibi idi. Eshâb-ı kirâmdan beşyüz Sahâbîyi gördü. Abdülmelik tarafından rum kayserine sefîr olarak gönderilmişdi. 76, 129, 170. 223 - ŞÂFİ’Î: Muhammed bin İdrîs Kureyşîdir. Dört mezheb imâmlarından biridir. Büyük müctehiddir. 150 [m. 767] yılında, Kuds civârında Gazze kasabasında tevellüd, 204 [m. 820] de Mısrda vefât etdi. Karâfe kabristânındadır “rahime-hullahü teâlâ”. Medîne-i münevverede imâm-ı Mâlikden okudu. Bütün ilmlerde zemânının bir dânesi oldu. Vera’ ve takvâsı da herkesden ziyâde idi. İmâm-ı Ahmed bin Hanbelin üstâdıdır 195 de Bağdâda gelip, iki sene kaldı. Mekkeye döndü. 199 da Mısrda yerleşdi. Büyük âlimler tarafından hayâtı yazılmış, hepsi tarafından medh-u senâ olunmuşdur. Usûl-i fıkh ilminde ilk kitâb yazan budur. Hadîsde, (Sünen) ve (Müsned) adında iki büyük kitâbı vardır. (İsbâtünnübüvve ve reddi alelberâhime) ve fıkhda (Emâli-i kebîr) ve (Fıkhul-ekber) ve (Kitâbül-üm) ve (Mebsût) ve (Muhtasar) kitâbları çok kıymetlidir. 18, 21, 25, 28, 29, 34, 42, 43, 50, 53, 54, 57, 59, 79, 83, 84, 135, 142, 182, 185, 202, 203, 223, 225, 227, 237, 267, 360, 362, 382, 387, 407. 224 - ŞÂH ABBÂS-I SAFEVÎ: Şâh İsmâ’îlin kurduğu şî’î Safevî devletinin reîslerinden beşincisi ve üç şâh Abbâsından birincisidir. 978 de tevellüd etdi. 995 de şâh oldu. İsfehânı başkent yapdı.Îrânı yabancılardan temizledi. 1038 [m. 1629] de vefât etdi. Özbek sultânı Abdüllaha mağlûb olarak, Horasanda özbeklerden aldığı yerleri ve Hirâtı tekrâr elinden çıkardı. Ehl-i sünnete karşı, müfrit düşman bir kimse idi. 1033 de Bağdâdı Osmânlılardan alıp, ehâlîsini katl ve vâlî Bekr pâşayı petrola batırıp diri diri yakdı. On sene -388- sonra Osmânlılar Bağdâdı geri aldı. Îrânda islâmiyyetden evvel, Pîşdâniyyân, Kiyâniyyân, İşkâniyyân ve Sâsâniyyân devletleri vardı. Birincileri yıldızlara ve güneşe taparlardı. Kıyâniyyândan Keştâsib zemânında, Zerdüşt (Zoroastre) isminde biri, mîlâddan 100 sene evvel, Mecûs dînini kurdu. Hazret-i Ömer zemânında müslimân yapıldılar. Me’mûn halîfeye isyân eden Tâhir, Horasanda bir hükûmet kurdu. 46 sene sonra 253 [m. 866] de bunun yerine (Benî Leys) devleti, 287 de Sâmâniyyân devleti kuruldu. Sâmânîler zemânında fârisî lisânı kuvvetlenip arabî harflerle yazılmağa başladı. 386 da, Gaznevîlerin bir kolu olan Âl-i Sübüktekin, 448 de de Selçûkî devleti kuruldu. Cengizden sonra, Hasen Sabbâhın bâtıniyye devleti, Îrânda şî’îliğin yayılmasına sebeb oldu. 653 de Cengiz oğulları İlhâniyyân devletini kurdu. Bu devlet, 783 de Timûr hân ve oğullarının ve 873 [m. 1488] de Akkoyunlu Uzun Hasenin eline geçdi. 908 [m. 1502] da şâh İsmâ’îl, Safevî devletini kurarak, şî’î mezhebini resmî din yapdı. Emrlerini kabûl etmiyen müslimânları görülmedik işkencelerle öldürtdü. 1360 [m. 1941] da, babasının yerine geçen Muhammed Rızâ şâh Pehlevî, sünnî müslimânlara da hak ve hürriyyet tanıdığı için, Âyetullah Humeynî, buna karşı kanlı bir ihtilâl yapdı. Şâh 1399 [m. 1979] da Îrândan Amerikaya kaçdı. 1400 [m. 1980] Ramezân ayında Mısrda vefât etdi. Îrânda Şî’î Cumhûriyyeti kuruldu. Onbinlerce devlet adamı ve generaller öldürüldü. 151. 225 - ŞÂH CİHÂN: Muhammed sâhib krân-ı sânîdir. Hindistândaki Timür oğulları devletinin hükmdârlarındandır. Cihângir Selîm şâhın oğludur. Bin târîhinde Lâhorda tevellüd, 1037 [m. 1628] de hükmdâr oldu. 1068 de, oğlu Evrengzîb Âlemgîr tarafından tahtdan indirildi. Agra şehrinde sekiz sene habsde kalıp, 1076 [m. 1666] da vefât etdi. Tac mahal içindedir. Fevkal’âde debdebe ve safâ içinde saltanat sürdü. Delhî şehrini i’mâr etdi ve genişletdi. Tahtı cevherler içinde idi. Zevcelerinden birinin Egre şehrindeki mezârı üstüne (Tacmahal) denilen pek san’atlı, çok süslü bir türbe yapdırdı. Oğlu Âlemgîr, 1118 yılına kadar sultân olup, pek dindâr, mubârek idi. 151, 152, 386. 226 - ŞÂH İSMÂ’ÎL-İ SAFEVÎ: Safiyeddînin torunlarından olduğu için Safevî denir. Safevî hükûmetini kurdu. İmâm-ı Mûsâ Kâzım soyundan olduğunu söylerdi. Fekat, Türklerin Hatay kabîlesinden idi. Ceddi, Safiyeddîn Erdebîlî, seyyidlik iddiâsında bulunmamışdı. Sonradan uydurmuşlardır. Ayasofya kütübhânesinde 3099 numarada, Safiyyeddîn Erdebîlînin menâkıbinin iki nüshası vardır. -389- Bunların ilki, Şâh İsmâ’îlin cülûsundan on sene evvel, ikincisi de 212 numarada olup, şâh oldukdan altı sene sonra yazılmışdır. İlk nüshada büyük babasının menâkıbı yazılmışdır. Burada şâh İsmâ’îlin altıncı ceddi olarak Fîruzdan bahs edilir ki, bunun ahfâdından olan Safiyeddîn Erdebîlî ve muâsırı olan Hoca Alî bu husûsda fazla gayret göstermişlerdir. Kürdistândan Giyara ve oradan şimâle kayarak, Erdebîle gelmişdir. Burada Türkler arasında 100.000 kadar talebe kazanmışlardır. Safiyeddînin türkçe bildiği muhakkakdır. Ancak ağzından çıkan sözler, menâkıbinde yâ fârisî, veyâ âzerî şivesinde kayd edilmişdir. Oğlu Sadreddîn zemânında, hayâllerine seyyidlik gelmişdir. Güyâ anneleri, bu yolda bir rü’yâ görmüş. O zemân buna ehemmiyyet verilmemiş ise de, şâh İsmâ’îl buna dört el ile sarılmışdır. Şâh İsmâ’îlin seyyid olmayıp, Hatay kabîlesinden Türk olduğunu gösteren vesîkalar, (Se’âdet-i Ebediyye) kitâbının sonundaki hâl tercemesinde yazılıdır. Lûtfen oradan okuyunuz! Safînin talebeleri ve şöhreti çok idi. Timür hân bile ziyâretine gelmişdi. İsmâ’îlin dedesi Cüneydi, Karakoyunlu sultânı Cihân şâh, Azerbaycandaki Erdebîlden çıkarıp hudûd dışı etdi. Diyâr-ı Bekre gidip Akkoyunlu Uzun Hasene sığındı. Gözüne girip hemşîresini aldı. Uzun Hasen, Azerbaycanı alınca, Cüneyd, Erdebîle döndü. Talebesi ile Gürcistâna saldırdı. Şirvân şâhı olan sultân Halîl tarafından katl olundu. Oğlu Haydar, dayısı Uzun Hasenin kızını aldı. Bu da Şirvâna saldırdı ise de, katl olundu. İşte bu Haydarın oğlu İsmâ’îl 892 de tevellüd etdi. 905 de talebesi ile Şirvana saldırıp, babasını öldüren (Ferruh) sultânı öldürdü. 908 [m. 1502] de Tebrizde Safevî devletini kurdu. Bağdâdı, Baküyü, Horasanı aldı. Şî’îliği i’lân etdi. Sünnîleri sürdü, öldürdü. Bunu işiten Yavuz Selîm hân, büyük ordu ile üzerine yürüdü. 920 senesinde, Çaldıran meydân muhârebesinde, şâh İsmâ’îlin askerleri, talebesi dağıldı, kaçdı, çoğu kılınçdan geçdi. Şâh da yaralandı, kaçdı. 930 [m. 1524] da Serab şehrinde öldü. Erdebîldedir. Cesûr, intikâmcı, zevkine düşkün ve sefîh idi. 36, 37, 388, 391. 227 - ŞA’RÂNÎ: 26. cı sırada Abdülvehhâb ismine bakınız! 228 - ŞEMSEDDÎN MAHMÛD: Muhammed bin Abdürrahmân İsfehânî, Şâfi’î mezhebi âlimlerindendir. 674 de Tebrîzde tevellüd, 749 [m. 1348] da Mısrda vefât etdi. Ebüssenâ denir. Üsûl, bedi’, beyân, akâid, meânî, mantık ve hikmet ve tefsîr kitâbları yazmışdır. İlm-i kelâmdan, kâdî Beydâvînin yazdığı (Tavâli’) kitâbını şerh ederek (Metâli’) adını vermişdir. 87. 229 - ŞEMSEDDÎN SÂMÎ: Şemseddîn Sâmî beğ, 1266 da -390- Arnavutlukda tevellüd ve 1322 [m. 1904] de İstanbulda vefât etdi. Erenköy kabristânındadır “rahime-hullahü teâlâ”. Fransızcadan türkçeye lügat kitâbı çok fâidelidir. Bir târîh ve coğrafya lügatı olan (Kâmûs-ül-a’lâm) kitâbı altı cilddir. Her cildi sekiz yüz sahîfeden fazladır. Bunu yazmağa 1306 yılında başladı. 1316 da temâmladı. Çok kıymetli bir ansiklopedidir. Gelmiş olan her dinden, her milletden meşhûr insanları ve memleketleri, târîh olaylarını, doyurucu bilgi vererek anlatmakdadır. İslâmî kültürü de olsaydı te’assub ve siyâset ile yazılan kitâbları sezebilir, Kâmûsuna yanlış bilgi sokmazdı. Kıymeti dahâ çok olurdu. Zemânımızda çıkan târîh, coğrafya kitâbları, mecmû’aları, gazete yazıları, ansiklopediler hep bu Kâmûsdan fâidelenmekdedir. 32, 64, 319. 230 - ŞEYHZÂDE: Muhammed bin Muslihiddîn Mustafâ, müderris [profesör] idi. 951 [m. 1544] de vefât etdi “rahime-hullahü teâlâ”. Beydâvî tefsîrine yapdığı hâşiyesi, tefsîr kitâblarının en kıymetlilerindendir. (Şeyhzâde tefsîri) denilmekdedir. Dört büyük cilddir. Hepsi, Hakîkat Kitâbevi tarafından ofset yolu ile basdırılmışdır. (Vikâye şerhi) ve başka şerhleri de vardır. 86, 125, 130. 231 - ŞİHÂBÜDDÎN-İ SÜHREVERDÎ: Ömer bin Muhammed, şâfi’î fıkh âlimi ve Evliyânın büyüklerindendir. Onbeşinci dedesi, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîkdır. 539 da Sühreverde doğup, 632 [m. 1234] de Bağdâdda vefât etdi “rahime-hullahü teâlâ”. Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinden feyz aldı. Çok hac yapdı. Kitâblarının en meşhûru (Avârifülme’ârif)dir. Bu kitâbını Mekke-i mükerremede yazdı. 32, 196, 211, 384. 232 - ŞİHRİSTÂNÎ: Muhammed bin Abdülkerîm 479 da, Horasandaki Şihristan kasabasında tevellüd, 548 [m. 1154] de Bağdâdda vefât etdi. Fıkh ve kelâm âlimi idi. Dersleri ve va’zları Bağdâdda meşhûr oldu. Eş’arî mezhebinde idi. Felsefe ve fizik bilgisi de çokdu. Müslimân, yehûdî ve hıristiyan dinlerini ve mezheblerini anlatan (Milel ve nihal) adındaki arabî kitâbı çok kıymetlidir. Lâtinceye, İngilizceye ve birçok Avrupa dillerine ve türkçeye terceme edilmişdir. Arabî şerhi, 1395 [m. 1975] de Beyrutda basdırılmışdır. Başka kitâbları da vardır. 88, 269, 326. 233 - ŞİRVÂNŞÂH: Şirvânda hükûmet süren Dirdendiyye oğullarının üçüncüsü idi. Halîl sultânın oğlu idi. Devleti kuran İbrâhîmin torunu idi. 893 de Haydarın hücûmunu püskürterek Haydarı katl etdi. Şâh İsmâ’îl, babasının intikamını almak için, 906 [m. 1500] da Şirvâna girdi. Şirvân şâhı, insanlığa sığmıyan bir işkence ile öldürdü. Ehl-i sünneti, çoluk çocuk demeyip kılınçdan geçirdi -391- “rahime-hümullahü teâlâ”. 37. 234 - TABERÎ: İbni Cerîr adı ile meşhûrdur. Muhammed bin Cerîr ismine bakınız. 114. 235 - TABERÎ: Ebû Ca’fer Ahmed bin Muhammed, şâfi’î âlimlerindendir. 694 [m. 1294] de vefât etdi “rahime-hümullahü teâlâ”. Çok kitâb yazdı. 129. 236 - TÂHÂ-İ HAKKÂRÎ: Evliyâ-i kirâmın büyüklerinden olan seyyid Tâhâ “kuddise sirruh” bin Ahmed bin Sâlih bin İbrâhîm, Abdülkâdir-i Geylânî evlâdındandır. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdînin ekmel talebesi, rabbânî ilmlerinin hazînesi idi. Zürriyyeti, Ubeydüllah ve Alâüddîn isminde iki oğlundan devâm etmişdir. Alâüddîn efendi, Şemdinânın Hizne köyündedir. Soyu (Se’âdet-i Ebediyye) kitâbının sonunda, Tâhâ isminde yazılıdır. Torunu Muhammed Sıddîk efendi, seyyid Mustafâ Arvâsî efendinin vefâtından sonra, onun zevcesi Meryem hanımı almış, bundan Tâhâ efendi olmuşdur. Bu seyyid Tâhânın oğullarından Mu-hammed Sıddîk efendi, Irak hükûmetinde, Mûsul meb’usu iken Bağdâdda vefât etdi. Diğer iki oğulları Muhammed Sâlih Dârû ve Mazhar efendiler, Osmânlı devleti parçalandığı zemân, emlâkı ile Irakda kalmış iken, 1400 [m. 1980] senesinde Türkiyeye yerleşdiler. Onüçüncü asrın kutbu olan mevlânâ Hâlid, 1224 [m. 1809] da Bağdâddan ayrılıp, bir senede Hindistâna giderek, Gulâm-ı Alî Abdüllah-i Dehlevînin huzûru ile şereflenip, lâyık oldukları fadl ve kemâlatı aldıkdan sonra, Allahü teâlânın kullarına ilm sunmak için 1226 da vatanına avdet buyurdu. Her taraf, Mevlânânın kalbinden saçılan envâr ile aydınlandığı gibi, ilm öğrenmekde iken arkadaşı olan seyyid Abdüllah da, 1229 da Süleymâniyeye Mevlânâyı ziyârete gitdi. Sohbetinde kemâle gelip, halîfe-i ekmeli oldu. Mevlânâya, birâderi oğlu seyyid Tâhânın hârikul’âde ve yüksek isti’dâdını söyledi. Mevlânâ, ikinci def’a gelirken, berâber getirmesini emr buyurdu. İkinci def’a ziyâretlerinde, seyyid Tâhâyı da götürdü. Mevlânâ, Bağdâdda, seyyid Tâhâyı görür görmez hemen Abdülkâdir-i Geylânînin kabr-i şerîfine gidip, istihâre etmesini emr eyledi. Abdülkâdir-i Geylânî “kuddise sirruh”, kendi yolu büyük ise de, şimdi ehli bulunmadığını, Mevlânânın ise, zemânının ekmeli olduğunu bildirdi ve hemen ona gitmesini emr buyurdu. Bu ma’nevî emr ve izn üzerine, seyyid Tâhâ, Mevlânâ Hâlidin yanında iki sülûk, ya’nî seksen gün çalışarak mubârek kalbinden fışkıran, feyzlere, ma’rifetlere kavuşup, kemâle geldikden sonra (Berdesur) kasabasına geldi. Seyyid Abdüllah vefât edince, Sey- -392- yid Tâhâ, (Nehrî) kasabasına gelip kırk sene talebe yetişdirdi. Âşıklar, her tarafdan, pervâne gibi, ışık kaynağının etrâfına toplanıyordu. Nehrîdeki babadan kalma küçük evinde ibâdetlerini ya-par. Diğer zemânlarında, mescidde aklî ve naklî ilmleri öğretmeğe ve islâmın güzel ahlâkını yaymağa çalışırdı. Ağalarla, beğlerle ve siyâset adamları ile görüşmez, huzûrunda siyâsetden ve dünyâ işlerinden konuşulmazdı. Her gün (Mektûbât) kitâbını okur. Bu kitâbdaki, (herkese iyilik etmek, yapılan kötülüklere sabr edip, karşılık yapmamak, hattâ iyilikle karşılamak, büyüklere, hükûmete hurmet ve yardım etmek) gibi nasîhatları gönüllere aşılardı. Binikiyüz seneden beri gelip geçmiş hocalarının hepsi de, bu güzel islâm ahlâkını bildirmişler, hepsi devlete, kanûnlara saygılı olmuşlardır. İçlerinden hiçbirisinin hükûmete isyân etdiği işitilmemiş, târîhlerde böyle çirkin bir hâdiseleri görülmemişdir. Bu ilm ve güzel ahlâk kaynaklarından uzak kalan dere beğlerinin, dünyâya, şöhrete düşkün kimselerin, hükûmetlere karşı ısyânlarını ve ölümlerinden sonra başkalarının câhilce, taşkınca, ahmakca davranışlarını, ba’zı muhâlifleri ve hasedcileri, bu mubârek zâtlara da bulaşdırmak istemişler, hattâ bir kısmını zındanlara düşürmüşler ise de, kanûnlar ve adâlet karşısında, hepsinin ma’sûm, günâhsız oldukları anlaşılıp, serbest bırakılmışlar, kendilerinden afv ve özr dilenerek, büyük ikrâmlar, mükâfâtlar yapılarak, mubârek kalbleri ve teveccühleri kazanılmağa çalışılmışdır. Târîh ve menâkıb kitâblarında çok görülen böyle iftirâ okları, Seyyid Tâhâ hazretlerine de saplanmak istenmiş, hayâlî, çirkin iftirâlar uydurarak, bu ilm, ahlâk güneşini de lekelemeğe çalışan, zevâllı bedbahtlar zuhûr etmişdir. Fekat, güneş balçıkla sıvanamayacağı için, bu fazîlet güneşini gören, anlıyan uyanık ve bahtiyâr kimseler, böyle iftirâlara aldanmayıp, kendisine âşık ve hayrân olmakda, mubârek kalbinden saçılan nûrlarla aydınlanarak, râhata, huzûra ve sonsuz se’âdete kavuşmakda, vatana, millete ve devlete fâideli birer cevher olmakdadırlar. Seyyid Abdülhakîm efendinin babasının dedesi olan seyyid Muhammed, o zemân Vandan gelip, bu kaynakdan feyz almışdı. Seyyid Tâhâ, Vanı teşrîf edince, seyyid Muhammedin evinde müsâfir olurdu. Seyyid Muhammedin birâderi Lutfînin oğlu Sıbgatullah efendi de, Hîzandan Vana gelince, seyyid Tâhâya intisâb etdi. Hîzana babasının yanına gidip, meşhûr oldu. Yüzlerce talebesi ile, her yıl Nehriye ziyârete giderdi. Bir yıl, amcası molla Abdülhamîd efendinin mahdûmu, seyyid Fehîmi, pek genç yaşında iken berâber götürdü. Seyyid Fehîm, bir gece, müsâfir kaldıkları ev sâhibine, Hakkârî vâlîsinin nasıl olduğunu sorar. O da, gece gündüz serhoş olduğunu söyleyince, vâlîsi serhoş olan -393- bir memleketde nasıl durabileceklerini sabâha kadar düşünür. Ertesi gün Resûlan köyüne gelirler. Sıbgatullah efendi, buradakilere vâlînin nasıl olduğunu sorar. İyi adam olduğunu söylerler. Seyyid Fehîm, hemen (Amcam oğlu! O, serhoşdur. Nasıl iyi denilir?) der. Nehrîye gitmek için Başkal’adan ayrılırken, seyyid Muhammed efendi, seyyid Fehîmi bir kenâra çekerek, (Yavrum Fehîm! Huzûruna çıkacağın seyyid Tâhâ, çok büyük zâtdır. Vilâyet derecelerinin en yükseğindedir. Feyz almadıkça, kemâle ermedikçe, ondan sakın ayrılma!) der. Nehrîden ayrılırken, seyyid Tâhâ, câmi’ önünde ayakda duruyor. Herkes elini öpdükden sonra, Sıbgatullah efendi, seyyid Fehîmin geride kaldığını görüyor. Seyyid Tâhâdan bunun da geri dönmesi için izn istiyor. Seyyid Tâhâ, izn vermiyor. O burada kalsın diyor. Yolcular ayrılınca, hemen orada, ayakda iken, seyyid Fehîme vazîfe verip, ta’lîm buyuruyor. Sıcak bir günde, anlatdıklarını tekrâr etdiriyor. Hepsini, olduğu gibi söyleyip, yalnız (hatt-ı tûlânî) yerine (hatt-ı tûlî) diyor. Seyyid Tâhâ, hemen düzeltmişdir. O zemân, seyyid Fehîm pek genç idi. Medrese derslerini, henüz bitirmemişdi. Seyyid Tâhâ, birgün, câmi’ dıvarına dayanarak otururken, seyyid Fehîm gelir. Mubârek eli ile işâret ederek, yanına çağırır. Yanına gelir. (Sen zekî bir talebesin. Mutavveli okumalısın!) der. Efendim kitâbım yok. Hem de, memleketimizde okunan bir kitâb değildir, diyor. Seyyid Tâhâ, kendi kitâbını veriyor. Seyyid Fehîm tahsîlini bitirmek için, Muşun Bulanık kazâsı,Âbiri köyünde, molla Resûl-i Sübkînin yanına gidiyor. Mutavveli bunun huzûrunda okuyup, bitiriyor. Vilâyet derecelerinde yükselmek için de her yıl iki kerre Nehrîye ya’nî Şemdinana geliyor. Her gelişinde, seyyid Tâhâdan çeşidli iltifâtlarla şerefleniyor. Meselâ, birgün câmi’ sofasında (Mektûbât) okuyordu. Çok kalabalıkdı. Seyyid Fehîm uzakda, ayakda dinliyordu. Seyyid Tâhâ, kitâbdan başını kaldırarak, (Molla Fehîm! Acaba şimdi, hiç üstâd yok mu) diyor. Seyyid Fehîm, cevâb vererek (Şimdi bulunan üstâd gibi, hiç gelmemişdir) diyor. Seyyid Tâhâ, hemen Mektûbâtı kapayıp, odasına gidiyor. Seyyid Fehîm, kemâl ve tekmîle erip mutlak izn verilince, bu işi görmeğe lâyık olmadığını bildiriyor. Seyyid Tâhâ, ısrârla kabûl etdirmişdir. Memleketi olan Arvâsa teşrîf etmesini emr buyurmuşdur. Seyyid Fehîm Nehrîdeki dağın tepesine çıkarak giderken, tekrâr çağırıyor. Kitâbların içindeki mektûblarını kendisine göstererek, (Bu ihlâs ve sevgi, sizin değil midir? Niçin bu işden kaçınıyorsun?) buyuruyor. İcâzet ile şereflendikden sonra da, eskisi gibi, her yıl Nehrîye giderdi. -394- Seyyid Tâhâ “kuddise sirruh”, 1269 [m. 1853] da Nehrî kasabasında vefât etdi. Birgün ikindiden önce, ağaçlar arasında otururken, kendilerine iki mektûb veriliyor. Dâmâdı Abdül-ehad efendiye okutuyor. (Artık bizim dünyâdan gitmek zemânımız geldi) buyuruyor. Dâmâdı, (Aman efendim! Şâmdan gelen bu iki mektûb ne olacak?) diyor. O gün Hatm okundukdan sonra, odasına gidiyor. Oniki gün hasta yatıp, ikindi vakti, mubârek rûhu Refik-i a’laya yükseliyor. Ağlamak seslerini duyan binlerce âşık, şaşırıp kalıyorlar. Hasta iken (Berdesur) köyünde bulunan kardeşi Sâlihi istetiyor. Hatm ve teveccühleri yapmasını, birâder-i ekmeli, seyyid Sâlihe emr buyuruyor. (Kardeşim Sâlih, kâmildir. Herkesin başı, onun eteği altındadır) buyuruyor. Seyyid Fehîm, Seyyid Sâlihi, üstâd-ı sohbet yapdı. Sâlihden sonra da, bu âdetini bozmadı. Vefâtı olan 1313 senesine kadar, her yıl iki kerre, Nehrîye giderek seyyid Sâlihin kabrini ziyâret ederdi. Seyyid Tâhâ-i Hakkârînin “kuddise sirruh” talebesi arasında, seyyid Muhammed Sâlihden sonra tesarrufu en kuvvetlisi, seyyid Sıbgatullah Arvâsî idi. Bundan sonra, Küfrevî Muhammed idi. Seyyid Sıbgatullah, talebesi arasında (Gavs-ül a’zam) ve (Gavs-i Hizânî) ismleri ile meşhûr oldu. [1287] de vefât etdi. Bunun talebesi arasında Abdürrahmân Tâgî Nurşînî de, (Üstâd-ı a’zam) ve (Seydâ) ismleri ile meşhûrdur. Bunun da ondokuz talebesi: Fethullah Verkânisî ve Abdüllah Nurşînî ve molla Reşîd Nurşînî ve allâme mol-la Halîl Sî’ridînin torunu Abdülkahhâr ve Abdülkâdir Hizânî ve seyyid İbrâhîm Es’irdî ve Abdülhakîm Fersâfî ve İbrâhîm Ninkî veTâhir Âberî ve Abdülhâdî ve Abdüllah Hurûsî ve İbrâhîm Cukruşî ve Halîl Cukruşî ve Ahmed Taşkesânî ve Muhammed Sâmî Erzincânî ve Mustafâ ve Süleymân ve Yûsüf Bitlisîdir. Abdürrahmân Tâgî, [1304] de vefât etdi. Bunun kelimâtını İbrâhîm Cukruşî top-lıyarak (İşârât) ismini vermişdir. Çok mu’teberdir. Fethullah-ı Verkânisî 1317 de vefât etdi. Talebesinden Muhammed Ziyâüddîn Nurşînî, Abdürrahmân-ı Tâgînin oğlu olup, 1342 [m. 1924] de Bitlisde vefât etdi. (Mektûbât)ında yüzondört mektûb vardır. Onüç talebesinden birincisi Muhammed Alâüddîn-i Uhînî olup, mektûbâtını toplamışdır. İkincisi, Ahmed Haznevîdir. Muhammed Ma’sûm-i sânî ve Seyyid Muhammed Şerîf Arabkendî ve Adı-yamanlı Abdülhakîm efendi, bunun talebesidirler. Bu sonuncusu 1399 [m. 1978] de vefât etdi. Muhammed Râşid efendi bunun oğludur. 154, 289, 332, 334, 387, 411. 237 - TALHA BİN UBEYDÜLLAH: İlk îmâna gelenlerdendir. Aşere-i mübeşşeredendir. Kâfirlerden çok işkence gördü. İpe bağlayıp çekerlerdi. Mekkede iken Zübeyr ile, Medînede iken de -395- Ebû Eyyûb-i Ensârî ile âhıret kardeşi olması emr buyuruldu. Vazîfeli olduğundan Bedrde bulunamadı. Diğer gazâlarda bulundu. Uhud muhârebesinde, Resûlullahı kılınç darbesinden kurtarmak için, kolunu uzatıp siper etdi. Eli yaralanıp çolak kaldı. Resûlullah, ok yağmuru altında çukura yuvarlandı. Talha sırtına alarak çukurdan bir kaya üstüne çıkardı. Hazret-i Alî buyuruyor ki, Resûlullahdan işitdim: (Talha ile Zübeyr, Cennetde benim komşularımdır) buyurdu. Hicretin 36. cı yılında, Cemel vak’asında, hazret-i Alîye karşı harb edenler arasında idi. Bu muhârebede şehîd olunca, hazret-i Alî çok üzüldü. Ağlıyarak yanına gitdi. Mubârek elleri ile, toprağı yüzünden sildi. Cenâze nemâzını kendi kıldırdı “radıyallahü teâlâ anhümâ”. 13, 14, 19, 20, 24, 30, 49, 60, 75, 76, 77, 116, 121, 122, 166, 174, 175, 176, 209, 235, 250, 251, 323, 365, 385. 238 - TAYYIBÎ: Şerefeddîn Hüseyn bin Muhammed, hadîs ve tefsîr âlimidir. 743 [m. 1343] de vefât etdi “rahime-hullahü teâlâ”. Tefsîri, Me’ânî ve Beyân üzerine yazmış olduğu (Tibyân) kitâbı ve (Keşşâf şerhi) meşhûrdur. 87, 118. 239 - TİRMÜZÎ: Muhammed bin Îsâ, 209 [m. 824] da Buhârâda Tirmüz kasabasında tevellüd, 279 [m. 892] da (Bog)da vefât etdi “rahime-hümullahü teâlâ”. Hadîs imâmlarındandır. (Sahîh-i Tirmüzî) çok kıymetli hadîs kitâbıdır. Bu kitâbın çeşidli şerhleri arasında, Karaşideki (Medrese-i arabiyye-i islâmiyye)nin müdîri Yûsüf Binûrînin hâzırladığı (Meârif-üs-sünen) çok kıymetlidir. Arabîdir. Altı cild olup, basılması binüçyüzdoksan 1390 [m. 1970] da temâm olmuşdur. 19, 163, 165, 166, 184, 193, 241, 242, 248, 260. 240 - ÜMM-İ HABÎBE: Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” zevcelerindendir. Ebû Süfyân ile Hindin kızı ve hazret-i Mu’âviyenin kardeşidir. Önce Übeydüllah bin Cahşın zevcesi idi. İkisi de önce müslimân olup, Habeşistâna hicret etdiler. Zevci orada papaslara aldanarak, dünyâ malına kavuşmak için mürted oldu. Ümm-i Habîbeyi de dinden çıkararak zengin olmağa zorladı. O da (Muhammed aleyhisselâmın dînini ve sevgisini, bütün dünyâya değişmem) buyurdu. Übeydullah, işkence etmek için, sürünmesi için, bunu boşadı. Fekat, kendisi öldü. Resûlullah Ümm-i Habîbenin, bu sözlerini ve başına geleni işitince, Habeş pâdişâhı Necâşîye mektûb yazdı. Necâşînin serâyında Resûlullaha nikâhı yapıldı. Bunun sâyesinde Habeşistândaki müslimânlar çok râhat yaşadı. Dîninin kuvveti ve Resûlullaha sevgisi o kadar çok idi ki, Mekke feth edilmeden önce, sözleşmek için Resûlullahın huzûruna gelen, kâfirlerin elçisi, babası Ebû Süfyânı, Resûlullahın yatağına -396- oturtmadı. (Sen, bu mubârek yere oturmağa lâyık değilsin) dedi “radıyallahü teâlâ anhâ”. 12, 24, 59, 328. 241 - ÜMM-İ HIRÂM: Enes bin Mâlikin teyzesidir. Sahâbe-i kirâmdandır. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” birgün bunun evinde uyumuşdu. Gülerek uyandı. (Yâ Resûlallah, niçin güldün?) dedi. (Ümmetimden bir kısmını gemilere binip, kâfirlerle gazâya giderler gördüm) buyurdu. Ümm-i Hirâm, (Yâ Resûlallah! Düâ et, ben de onlardan olayım! dedi. (Yâ Rabbî! Bunu da, onlardan eyle!) buyurdu. Mu’âviye zemânında Ümm-i Hirâm, zevci ile, gemilere binip, Kıbrısa cihâd etmeğe gitdi. Orada atdan düşüp şehîd oldu. Kıbrısın ilk fâtihi hazret-i Mu’âviyedir “radıyallahü teâlâ anhümâ” 62, 63. 242 - ÜMM-İ SELEME: Resûlullahın zevcelerindendir. Fasîh, belîğ idi. Zevci vefât etmişdi. 378 hadîs-i şerîf haber vermişdir. Hazret-i Osmân zemânındaki fitne sırasında, halîfeye nasîhat olarak söylediği nutk meşhûrdur. 59 da vefât etdi. 69, 242. 243 - ÜSÂME BİN ZEYD: Resûlullahın hizmetçisi olan Zeyd bin Hârisenin oğludur. Resûlullahın sevgilisi diye meşhûrdur. Mekkeye giderken Resûlullahın devesinde, arkasında oturmuşdu. Birlikde Kâ’beye girmişdi. Huneyn gazâsında, çocuk olduğu hâlde kahramanca çarpışdı. Çok cesûr idi. Onsekiz yaşında iken ordu kumandanı yapıldı. Esmer idi. Çok hadîs-i şerîf haber vermişdir. 59 da vefât etdi. 68, 116, 176, 178, 242. 244 - UZUN HASEN: Akkoyunlu devletinin hükmdârı idi. 871 de hükmdâr oldu. Diyâr-ı Bekrde idi. Birçok yerleri alarak, Tebrîze yerleşdi. 877 de Osmânlı devletine saldırdı. Fâtih sultân Muhammed hâna mağlûb ve perîşân oldu. 882 [m. 1477] de vefât etdi. Tebrîzdedir. Trabzon İmperatoru (Davîd Komnus)un dâmâdı idi. Hüseyn Hilmi Işıkın kayın pederi olan Yûsüf Ziyâ Akışık, Akkoyunlu soyundan olup, Bosnalı Zülfikâr pâşanın torunu Ahmed beğin oğludur. 36, 321, 373, 384, 389, 390. 245 - VAHÎDEDDÎN HÂN - Altıncı sultân Muhammed, sultân Abdülmecîdin oğludur. Pâdişâh olan dört kardeşden en küçüğüdür. Osmânlı pâdişâhlarının otuzaltıncısı ve sonuncusudur. İslâm halîfelerinin sonuncusudur. 1277 [m. 1861] de tevellüd etdi. 1336 [m. 1918] Ramezân-ı şerîfinin yirmibeşinci, temmuzun dördüncü perşembe günü hükmdâr oldu. 1344 [m. 1926] da İtalyada vefât etdi. Şâmda medfûndur. Ehl-i sünnet mezhebinde idi. Din bilgisi çokdu. 158, 282, 292. 246 - VAHŞÎ: Hazret-i Hamzanın Bedr gazâsında öldürdüğü Tu’aymenin birâderinin oğlu olan Cübeyr bin Mut’imin kölesi idi. -397- Habeşli olduğu için, el ile ok atmakda usta idi. Uhud gazâsında, Cübeyr buna, (Hamzayı öldürürsen âzâd ol!) demişdi. Hind de, babasının ve amcasının intikâmı için, Vahşîye mükâfât va’d etmişdi. Vahşî, taş arkasına pusuya girip, yalnız hazret-i Hamzayı gözetirdi. Hazret-i Hamza sekiz kâfiri öldürüp, saldırırken, Vahşî okunu atarak ağır yaraladı ve kılıcı ile şehîd etdi. Sonra, ciğerini çıkarıp Hinde götürdü. Hind sevinip ciğeri çiğnedi. Üzerindeki zînetlerin hepsini Vahşîye verdi. Dahâ da vereceğini söz verdi. Hindin bu çirkin, canavarca işi, islâm dînine olan düşmânlığından değil idi. Hazret-i Hamza, Bedrde bunun babası Utbe ile amcası Şeybeyi öldürmüşdü. Bunların ve kardeşi Velîdin intikâmını almak için, bu işi yapdı. Vahşî de, âzâd olmasını, altunlara kavuşmasını düşünüyordu. İslâmiyyete hücûm düşüncesinde değildi. Hicretin sekizinci yılında Mekke feth edildiği gün, Resûlullah, Kureyşin hepsini afv buyurdu. Yalnız on kişinin adını söyleyip, bunları gören öldürsün buyurdu. Hind ile Vahşî, bunlar arasında idi. Vahşî, Mekkeden kaçdı. Bir zemân uzak yerlerde kaldı. Sonra pişmân olup, Medînede mescide gelip, selâm verdi. Resûlullah, selâmını aldı. Vahşî, (Yâ Resûlallah! Bir kimse Allaha ve Resûlüne düşmanlık yapsa, en kötü, en çirkin günâh işlese, sonra pişmân olup temiz îmân etse, Resûlullahı canından çok sevici olarak, huzûruna gelse, bunun cezâsı nedir?) dedi. Resûlullah (Îmân eden, pişmân olan afv olur. Bizim kardeşimiz olur) buyurdu. (Yâ Resûlallah! Ben îmân etdim. Pişmân oldum. Allahü teâlâyı ve Onun Resûlünü herşeyden çok seviyorum. Ben Vahşîyim) dedi. Resûlullah, Vahşî adını işitince, hazret-i Hamzanın parçalanmış hâli gözü önüne geldi. Ağlamağa başladı. (Git, seni gözüm görmesin!) buyurdu. Vahşî, öldürüleceğini anlıyarak kapıya yürüdü. Eshâb-ı kirâm kılınca sarılmış işâret bekliyordu. Vahşî, son nefesimi alıyorum derken, Cebrâîl aleyhisselâm geldi. Allahü teâlâ buyurdu ki, (Ey sevgili Peygamberim! Bütün ömrünü puta tapmakla, kullarımı bana düşmân etmeğe uğraşmakla geçiren bir kâfir, bir kelime-i tevhîd okuyunca, ben onu afv ediyorum. Sen, amcanı öldürdü diye Vahşîyi niçin afv etmiyorsun? O pişmân oldu. Şimdi sana inandı. Ben afv etdim. Sen de afv et!) Herkes, öldürün emrini beklerken, (Kardeşinizi çağırınız!) buyurdu. Kardeş sözünü işitince, saygı ile çağırdılar. Vahşîye (afv olduğunu) müjde eyledi. (Fekat, seni görünce dayanamıyorum. Üzülüyorum. Bana görünme!) buyurdu. Resûlullahı üzmemek için, bir dahâ yanına gelmedi. Mahcûb, başı önünde yaşadı. 9, 59, 344, 362. 247 - VÂKIDÎ: Muhammed bin Ömer, târîhcidir. 130 yılında -398- Medînede tevellüd, 207 [m. 822] de Bağdâdda vefât etdi “rahimehullahü teâlâ”. İmâm-ı Mâlikden ders aldı. Çok târîhler yazdı. (Târîh-i kebîr) kitâbı meşhûrdur. Hârûn Reşîde hacda delîl olmuşdu. 19, 20, 252, 350. 248 - VÂSIL BİN ATÂ: Mu’tezile mezhebinin kurucusudur. Hicretin 80. ci yılında Medînede tevellüd, 131 [m. 748] de vefât et-di. Hasen-i Basrînin talebesi idi. Hasenin bir sözüne karşı geldiğinden (Vâsıl i’tizâl etdi. Ya’nî bizden ayrıldı) buyurdu. Ehl-i sünnetden ayrıldı. Çeşidli kitâblar yazdı. 88, 264. 249 - VEYSEL KARÂNÎ: Tâbi’înin büyüklerindendir. Resûlullah efendimizin zemânında bulundu ise de göremedi. Yemenlidir. Hazret-i Ömer zemânında Medîneye gelip, çok hurmet gördü. Hazret-i Ömer, düâsını istedi. Basraya gitdi. Sıffîn muhârebesinde, hazret-i Alînin askeri arasında iken, 37 yılında şehîd oldu “rahimehullahü teâlâ”. Anadoluya gelmemişdir. Hadîs-i şerîf ile medh edildi. Ferîdüddîn-i Attârın, fârisî (Tezkiret-ül-evliyâ) kitâbında, hayâtı yazılıdır. 10, 155, 156, 275. 250 - YAHYÂ “aleyhisselâm”: Zekeriyyâ aleyhisselâmın oğludur. Annesi Elîsâdır. Hıristiyanlar Elizabeth diyor. Hazret-i Meryemin baba bir kız kardeşidir. Dâvüd aleyhisselâmın soyundandır. (Tevrât)da yazılı olan Îsâ aleyhisselâm göke çıkarıldıkdan bir buçuk sene sonra (İncîl)e uyduğu için, zâlim yehûdî hükmdârı Herod tarafından, otuzdörtbuçuk yaşında iken, şehîd edildi. Mubârek bedeninin parçaları başka şehrlerdedir. İbni Âbidîn, önsözünde diyor ki, (Mubârek başı, Şâmda Ümeyye câmi’indedir). 177, 186, 200, 407. 251 - YAHYÂ BERMEKÎ: Yahyâ bin Hâlid, Abbâsî devletinin vezîrlerindendir. Horasanlıdır. Babası, Ebû Müslim Horasânînin ordusunda çok hizmet etmiş, vezîr olmuşdu. Yahyâ da, Âzerbaycan vâlîsi idi. Mehdî zemânında vezîr oldu. Hârûn Reşîdin ho-cası oldu. Sonra buna da onyedi sene vezîrlik yapdı. 189 [m. 805] da zındanda öldü. 88. 252 - YAHYÂ BİN ŞEREF NEVEVÎ: Nevevî ismine bakınız! 53, 106. 253 - YEZÎD: Hazret-i Mu’âviyenin oğlu ve Emevî devletinin ikinci halîfesidir. Hicretin yirmialtıncı yılında Şâmda tevellüd etdi. 60. cı senesinde halîfe oldu. 61. ci senesinde Kerbelâ fâci’ası oldu. Hazret-i Hüseyn şehîd olup, mubârek başı Şâmda Yezîdin serâyına getirildi. Yezîd dedi ki, (Bilir misiniz bu iş neden oldu? Bu zât, babam Alî, onun babasından hayrlıdır. Anam Fâtıma, -399- onun anasından hayrlıdır. Ceddim Resûlullah, onun dedesinden hayrlıdır. Ben de, ondan hayrlıyım. Hilâfet, benim hakkımdır dedi. Allah için söyliyorum ki, Fâtıma, elbette benim anamdan hayrlıdır. Ceddine gelince, Allaha ve âhıret gününe inanan kimse, Resûlullaha “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” kimseyi müsâvî göremez. Lâkin Hüseyn bunu fıkh ve ictihâdı ile söyledi. (Herşeyin sâhibi Allahü teâlâdır. Mülkünü dilediğine verir) âyet-i kerîmesini düşünmedi). Kısas-ı enbiyâda, bundan sonra diyor ki: Kerbelâdan getirilen kadınlar ve Zeynel’âbidîn, Yezîdin önüne çıkarıldı. Hazret-i Hüseynin kızı Fâtıma, (Yâ Yezîd! Resûlullahın kızları esîr midir?) dedi. Yezîd, (Ey kardeşimin çocuğu! Ben bunu istemezdim) dedi. Kadınları, Yezîdin kadınlarının yanına götürdüler. Serây kadınları ta’ziyet verdi. Alınan mallarını sordular. Katkat ödediler. Hazret-i Hüseynin kızı Sükeyne, (Yezîdden hayrlı günâhkâr görmedim) derdi. Yezîd, Zeynel’âbidîni yanına aldı. Akşâm sabâh berâber yidi. Yezîd Ehl-i beytin yol paralarını bol bol verip, korumak için yanlarına asker katıp, Medîneye gönderdi. Zeynel’âbidînle vedâ’ ederken, (Allahü teâlâ, ibni Mercâneye la’net eylesin! Vallahi ben olsaydım, babanın her istediğini kabûl ederdim. Lâkin kader-i ilâhî böyle imiş ne çâre. Her ne istersen bana yaz! Kabûl olunur) dedi. Mercâne, ibni Ziyâdın ana-sının adıdır. Yezîd, Kerbelâ vak’asından sonra: (Allah, o ibni Mercâneye la’net eylesin! Hüseynin isteklerini kabûl etmeyip de, onu katl etdirdi. Onun katli ile, herkesi bana gücendirdi. İyi kötü herkes, Hüseynin katl olayını şişirerek anlatıp bana düşman oldu) derdi. Yezîd, 64 [m. 683] senesinde vefât etdi. Büyük âlim El-Kâdî Ebû Bekr İbnül’arabî (El-Avâsım) kitâbında diyor ki: (Buhârî)nin Kitâb-ül-fiten kısmında diyor ki, (Medîne halkı, Yezîdi hilâfetden hal’ etmek istedikleri zemân, Abdüllah ibni Ömer, yakınlarını ve çocuklarını toplayıp, buna, Allahın ve Resûlullahın halîfesi olarak bî’at etdik. Allahın ve Resûlullahın halîfesi ile harb etmekden dahâ büyük gadr olmaz dedi). Abdüllah bin Ömer, Yezîde bî’at ederken, (Bu bî’at hayrlı ise, râzı oluruz. Kötü olursa, sabr ederiz) dedi. Hamîd bin Abdürrahmân diyor ki, Yezîde bî’at olunurken, bir Sahâbînin yanına gitdim. Bana, (Yezîd bu ümmetin hayrlısı değildir. Ondan dahâ âlimler, ondan dahâ şerefli kimseler var diyorsunuz. Ben ise, bu ümmetin birlik olmasını ayrılıklarından dahâ çok severim. Ümmet-i Muhammedin girip râhat etdiği bir yere giren kişi, râhatsız olur mu? Elbette -400- olmaz) dedi. Yezîdin şerâb içmesine gelince, buna inanmak için, iki âdil şâhidin, gördüm diyerek haber vermesi lâzımdır. Leys bin Sa’d, (Emîr-ül-mü’minîn Yezîd, altmışdört senesinde vefât etdi) dedi. Bu sözü Yezîdin adâletini haber vermekdedir. Onu âdil bilmeseydi, Emîr-ül-mü’minîn demezdi. İmâm-ı Ahmed bin Hanbel (Kitâb-üz-zühd)de diyor ki, Yezîd, hutbe okurken, (Hasta olan kimse, en iyi amellerini araşdırıp, hep onu yapsın! En kötü amelini de araşdırıp, onu terk etsin!) dedi. Bu yazısı, Yezîdin sözünü huccet kabûl etdiğini gösteriyor. Ona şerâb içmeği, fâsık ve fâcir olmayı iftirâ eden târîhcilerin utanmaları lâzımdır. Târîhcilerin çoğu din bilgilerinde câhildirler. Bid’at deryâsına düşmüşdürler. Çoğu, Eshâb-ı kirâmı ve Selef-i sâlihîni kötüliyebilmek için hadîs uydurmakdan bile çekinmemişlerdir. Bunların maksadları din değil, dünyâ idi. İnsanların en zararlısı zekî olan câhiller, hiylekâr olan bid’at sâhibleridir. Mal satın almak için, âdil olan tâcir aranıyor da, Selef-i sâlihîn hakkında bilgi almak için, dinden ve hele adâletden nasîbi olmıyanların sözleri, yazıları nasıl kabûl olunur? (Avâsım)dan terceme temâm oldu. Bu kitâb, 1371 [m. 1951] de Mısrda basılmışdır. Son nefesde îmân ile gitmesi ve tevbe etmesi mümkin olduğu için, imâm-ı Gazâlînin “rahime-hullahü teâlâ” ve başkalarının, Yezîde la’net câiz değildir dedikleri, (Berîka)nın binonuncu sahîfesinde yazılıdır. (Nuhbet-ül-leâlî) ismindeki, (Bed-ül-emâlî) kasîdesinin şerhini, Muhammed bin Süleymân Halebî yapmışdır. Bu şerhinde diyor ki: Yezîde, öldükden sonra, yalnız iftirâ eden taşkınlar la’net etdi. Bunlar, Ehl-i sünnet âlimlerinin çoğunluğuna uymıyan geveze kimselerdir. Aklı olan kimse, ona dil uzatmaz, la’net etmez. Çünki, ona la’net etmeğe emr olunmadık. Kıyâmetde bundan sorulmıyacağız. Şî’îler, hâricîler ve Mu’tezile fırkasında olanların bir kısmı ve hattâ, Teftâzânî, imâm-ı Hüseynin öldürülmesinden râzı olduğu için ve buna sevindiği için ve Ehl-i beyte hakâret et-diği için ve o zemân küfre sebeb olan beytler söylediği için, ona la’net câiz olur dediler ise de, böyle söylemeleri doğru değildir. (Temhîd) kitâbında, [Ebû Şekûr Sülemî] diyor ki, (Yezîd, imâm-ı Hüseyni öldürmeği emr etmedi. Kendisine bî’at etdirilmesini, yâhud, yakalayıp, diri olarak getirilmesini emr etdi. Onlar ise, kendiliklerinden öldürdüler). Bu kötü işi, Ubeydüllah bin Ziyâd yap-dı. Kûfe şehrinden asker gönderdi. Kerbelâda karşılaşıp öldürdüler. İmâm-ı Hüseyni öldürmek için emr vermek, hattâ, Peygamberlerden başka herhangi bir kimseyi öldürmek, buna halâl demedikçe, la’net etmeğe sebeb olmaz. Olsa olsa, fâsık olur. Kâfir -401- olmaz. Fâsık olan mü’mine la’net etmek câiz değildir. Hattâ, hayâtda olan bir kâfire de la’net, câiz değildir. Çünki, mü’min olarak ölmesi ihtimâli vardır. Ancak belli olmıyan kâfirlere ve kâfir olarak öldüğü bilinen kimseye la’net câizdir. Yezîdin hep nemâz kıldığı muhakkakdır. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, nemâz kılanlara la’net olunmasını yasak etmişdir. Sa’düddîn-i Teftâzânî, (Akâid-i Nesefiyye) şerhinde diyor ki, (Yezîde la’net mes’elesinde, Ehl-i sünnet âlimleri ikiye ayrıldı. (Hulâsa)da ve başka kitâblarda, ona ve Haccac Yûsüfe la’net câiz olmadığı bildirildi. Çünki, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” nemâz kılanlara ve Ehl-i Kıbleye la’net etmeği nehy etdi). Netîcede deriz ki, Yezîdin imâm-ı Hüseyni öldürmeğe emr verip vermediği ve buna râzı olup olmadığı, kesin olarak bilinmediği için, susmak iyidir. Çünki, ona la’net etmek emr edilmedi. La’net etmemek de günâh değildir. Evet, onun yapdığı çirkin işi sevmeyiz. Râzı olmasa bile, onun sebeb olduğu meydândadır. (Nuhbe)den terceme temâm oldu. Hindistân âlimlerinden mevlânâ hâfız Hakîm Abdüşşekür Mirzâpûrî, (Şehâdet-i Hüseyn) kitâbında hazret-i Hüseyni Kûfe şehrinde kendilerine şî’î diyenlerin şehîd etdiklerini ve şehîd eden Şemmer habîsinin, hazret-i Alînin askeri arasında, hazret-i Mu’âviyeye karşı harb etdiğini vesîkalarla isbât etmekdedir. Bu kitâbı mevlevî Gulâm Haydar Fârûkî, urdu dilinden fârisîye terceme etmiş, 1395 [m. 1975] de Karaşide basdırılmışdır. Mezkûr (Şehâdet-i Hüseyn) kitâbdan ba’zı kısmları bu (Eshâb-ı Kirâm) kitâbımızın 135.ci sahîfesinde ve (Hak Sözün Vesîkaları) kitâbının (Îmân ile ölmek için kardeşim, Ehl-i beyt ile Eshâbı sevmelisin) kısmının otuzaltıncı maddesinde yazılıdır. Oradan okuyunuz!. 27, 37, 63, 65, 76, 77, 88, 136, 137, 138, 139, 140, 194, 211, 244, 305, 317, 341, 344, 345, 346, 350, 357. 254 - YEZÎD BİN EBÎ SÜFYÂN: Ebû Süfyânın oğlu, hazret-i Mu’âviyenin büyük kardeşi idi. Eshâb-ı kirâmdandır. Çok sâlih idi. Mekkenin fethinde müslimân oldu. Hüneyn gazâsında bulundu. Hazret-i Ebû Bekrin Şâma gönderdiği orduda, bir birliğin kumandanı idi. Hazret-i Ömer zemânında Filistin vâlîsi oldu. Ondokuzuncu yılda tâ’ûndan vefât etdi “radıyallahü teâlâ anh”. Yerine kardeşi Mu’âviyeyi vekîl bırakmışdı. Halîfe de tasdîk etdi. 60, 62, 64, 246, 251, 349, 355, 356. 255 - YÛSÜF “aleyhisselâm”: Ya’kûb “aleyhisselâm”, oniki oğlundan en çok Yûsüfü severdi. Kardeşleri, onu kıra götürüp kuyuya atdı. Onu kurt yidi dediler. İçlerinden biri, kuyuya yemek -402- götürmüşdü. Kervan gelmiş, Yûsüfü çıkarmışlar görünce, bu bizim kölemiz idi. Kaçdı dedi. Ucuz satdı. O zemân, onsekiz yaşında idi. Kardeşlerinden korkup susdu. Mısra götürüp mâliyye vekîline satdılar. Çok güzel idi. Yüzünde nûr parlıyordu. Vekîlin zevcesi Zelîha [Fârisîde Züleyhâ denir] buna âşık oldu. Fekat, iftirâ etdi. Habse konuldu. Zindânda, Fir’avnın ekmekcisi ve şerbetçisi de vardı. Bunlar, bir gece rü’yâ gördüler. Yûsüfe anlatdılar. Şerbetçi kurtulacak, ekmekci asılacak dedi. Öylece oldu. Fir’avn, bir rü’yâ gördü. Kimse, bunu çözemedi. Şerbetçi, gelip Yûsüf aleyhisselâma anlatdı. Yedi sene bolluk, sonra yedi sene kıtlık olacak. Bollukda saklayın, kıtlıkda bunları yirsiniz buyurdu. Fir’avn, Yûsüfü istedi. Çok beğendi. Mâliyye vekîli öldü. Yûsüfü vekîl yapdı. Zelîhayı ona verdi. Bundan, iki oğlu ve Rahmet adında bir kızı oldu. Bollukda, çok zahîre topladı. Kıtlıkda, her memleketden Mısra gelip, zahîre satın aldılar. Vesîka ile veriyordu. Kardeşleri de, Ken’ân ilinden, ya’nî Şâm tarafından, zahîre almağa geldiler. En küçükleri olan Bünyâmin, Yûsüfe çok benzerdi. Bunu, babası göndermemişdi. Yûsüf “aleyhisselâm”, kardeşlerini tanıdı. Siz kimsiniz, câsûs olmıyasınız dedi. Söylediler. Bunlara ziyâfet verdi. Bir dahâ gelirken, öteki kardeşinizi de getirin! Onu getirmezseniz, size zahîre vermem dedi. Paralarını da gizlice, zahîrenin arasına koydurdu. Geri gelince, (Baba! Bünyâmini de götüreceğiz) dediler. (Evvelce Yûsüfe olanı biliyorsunuz. Fekat, Allahü teâlâ, en iyi koruyucudur. Merhametlilerin en merhametlisidir) dedi. Paralarını da, geri gelmiş görünce, yine gidip alalım dediler. Bünyâmini gözeteceklerine kuvvetli söz verdiler. Yûsüf “aleyhisselâm”, ziyâfet ve çok ikrâm eyledi. Bünyâmine gizlice kendini tanıtdı. Seni göndermiyeceğim, üzülme dedi. Bunun yüküne bir altın tas koydurdu. Giderlerken arkadan, hırsız var diye sesler geldi. Biz hırsız değiliz dediler. Sözünüz yalan ise, ne yapalım dediler. Hangimizde çıkarsa, onu tutun. Biz, böyle yaparız dediler. Tas, Bünyâminin yükünde bulundu. Bunu yakalamak, Mısr kanûnlarında yok idi. Babasının dînini kardeşlerine söyletdi. Böylece, Bünyâmini ellerinden aldı. Babamız ihtiyârdır. Bunu çok sever. Bunun yerine bizim birimizi al dediler. Biz, sizin sözünüzle bunu tutukluyoruz. Başkasını alırsak, zâlim oluruz dedi. Utanarak, sıkılarak, babalarına geldiler. Ya’kûb “aleyhisselâm” çok üzüldü. Bunda bir iş var! Mısr sultânı, bizim dînimizi ne bilir? Sabr güzel şeydir. Cenâb-ı Hak, beni çocuklarıma kavuşdurabilir buyurdu. Yûsüf, Yûsüf diye ağlamakdan, gözlerine perde geldi. Kuyuya atılalı yirmibir yıl olmuşdu. Kardeşleri ondan ümmîdi kesmişdi. Babası ise, Allahdan -403- ümmîd kesmiyor ve onun küçük iken gördüğü rü’yâdan, kardeşlerinin ona birgün secde edeceğini biliyordu. Gidiniz onları arayınız! Allahdan ümmîd kesilmez dedi. Mısra gitdiler. Ey azîz! Fakîriz. Babamız ihtiyârdır. Bize lutf ve ihsân et! Bize zahîre ver. Kardeşimizi de bağışla deyip, yalvardılar. Gülerek, Yûsüfe yapdığınızı unutdunuz mu dedi. Sen Yûsüf müsün dediler. Evet, ben Yûsüfüm. Bu da, kardeşimdir. Cenâb-ı Hak bize ihsân etdi. O, sabr edenleri mahrûm bırakmaz dedi. Şu gömleğimi babamın gözlerine sürün ve hepsini buraya getirin dedi. Onlar Mısrdan gelirken, Ya’kûb “aleyhisselâm”, (Yûsüfün kokusu geliyor) diyordu. Yanındakiler (Sen hâlâ eski şaşkınlık üzeresin) dediler. Sonra, oğulları geldi. Gömleği yüzüne koyunca gözleri açıldı. Hepsi Mısra gitdi. Yûsüf “aleyhisselâm”, Fir’avn ile ve ehâlî ile, uzakdan karşıladı. Serâyına götürdü. Babasını, anasını sedire oturtdu. Sedire karşı, Allahü teâlâya, secde-i şükr yapdılar. Onyedi sene sonra Ya’kûb “aleyhisselâm” vefât etdi. Yûsüf “aleyhisselâm” ellialtı yaşında idi. Yüzon yaşında vefât etdi. Fir’avn, bundan önce vefât etdi. Sonra gelen Fir’avnlar, Benî-İsrâîle kıymet vermediler. 131. 256 - YÛSÜF BİN CÜNEYD: Ehî Çelebî, ikinci Bâyezîd hân devri âlimlerindendir. Tokadlıdır. Bursada, Edirnede ve İstanbulda müderrislik yapdı. (Vikâye)nin (Sadr-üş-şeri’a) şerhine hâşiye yaparak, (Zahîret-ül-ukbâ) ismini vermişdir. (Hediyyet-ül-mehdiyyîn) kitâbı arabî olup, İstanbulda basdırılmışdır. Dokuzyüzbeş 905 [m. 1499] de vefât etdi “rahime-hullahü teâlâ”. İstanbulda (Ehî-zâde) câmi’i yanındadır. 257 - YÛSÜF BİN İBRÂHÎM: Cemâleddîn Yûsüf Erdebilî, Şâfi’î âlimlerindendir. Âzerbaycân fâtihlerindendir. 799 [m. 1397] da vefât etdi. Fıkh kitâbları vardır. 106. 258 - YÛSÜF NEBHÂNÎ: Yûsüf bin İsmâ’îl bin Yûsüf, 1265 [m. 1849] da Hayfâda tevellüd, 1350 [m. 1932] de Beyrutda vefât etdi “rahime-hullahü teâlâ”. Câmi’ul-ezheri bitirdi. Şâmda kâdî, Beyrutda hukuk mahkemesi reîsi oldu. Çeşidli şehrleri ve İstanbulu ziyâret etdi. Medînede vehhâbîliği yakından incelemek imkânını buldu. Topladığı bilgileri yaymak için, çok kıymetli kırkyedi kitâb yazdı. (El-Feth-ül-kebîr) kitâbında ondörtbindörtyüzelli hadîs, harf sırasına göre dizilmişdir. Üç cild hâlinde basılmışdır. (Câmi’u kerâmât-il-evliyâ) kitâbı iki cild olup, kerâmetin hak olduğunu isbât etmekdedir. 1329 [m. 1911] da Mısrda basılmışdır. Kırkyedi kitâbının hepsi basılmışdır. Çok mühim olan, (Şevâhidül-hak) kitâbı, Mısrda üçüncü def’a olarak binüçyüzseksenbeş -404- [1385] hicrî ve [1965] mîlâdî senesinde basılmışdır. Kitâb beşyüzyetmiş sahîfe olup, dörtyüzelli sahîfesi ibni Teymiyyeyi ve vehhâbîleri red etmekde, geri kalan yüzyirmi sahîfesi de Eshâb-ı kirâmın üstünlüklerini, hazret-i Mu’âviye ile Amr bin Âs hazretlerinin yüksekliklerini ve islâmiyyete hizmetlerini bildirmekdedir. (Câmi’ul-ezher) profesörlerinden allâme şeyh Alî Muhammed Beblâvî Mâlikî ve Allâme şeyh Abdürrahmân Şerbînî ve şeyh Ahmed Hüseyn Şâfi’î ve şeyh Ahmed Besyânî Hanbelî ve ârif allâme Süleymân Şübrâvi Şâfi’î ve şeyh Abdülkâdir Râfi’î ve ayrıca Mısr Baş müftîsi allâme Bekrî Muhammed Sadefî Hanefî ve müderris allâme Muhammed Abdülhayy Ketânî İdrisî Fâsî ve allâme seyyid Ahmed beğ Şâfi’î ve Fâdıl Allâme şeyh Sa’îd-i Mûcî Şâfi’î ve allâme şeyh Muhammed Halebî Şâfi’î ve dahâ birçok Ehl-i sünnet âlimleri, (Şevâhid-ül-hak) kitâbını beğenmişler, uzun yazıları ile övmüşlerdir. (Şevâhid-ül-hak) kitâbında, Vehhâbîlerin mutlak ictihâd her zemân vardır demelerinin yanlış olduğunu ve Resûlullahı ve bütün Evliyânın mezârlarını ziyâret için uzak yerlerden gitmenin meşrû’ olduğunu ve Resûlullah ile, Evliyâ ile Allahü teâlâya istigâsenin meşrû’ olduğunu ve dört mezheb âlimlerinin ibni Teymiyye bid’atlerine karşı yazılarını uzun bildirmekdedir. Beşinci bâbında, Ahmed ibni Teymiyyenin bid’atlerini savunan üç kitâbdan parçalar almakda, bunları âyet-i kerîmelerle ve hadîs-i şerîflerle çürütmekdedir. Bu üç bozuk kitâb, ibni Kayyım-ı Cevziyyenin (İgâsetül-lehfân) ve ibni Abdül-Hâdinin (Firredd-i ales-Subkî) ve Nu’mân Âlûsî Bağdâdînin (Cilâ-ül-ayneyn fî muhâkeme-til-Ahmedeyn) ismi ile İbni Hacer hazretlerine karşı yazdığı kitâblardır. Bu üç kitâbın haksız ve Ehl-i sünnete muhâlif olduklarını isbât etmekdedir. Vehhâbîlerin temel kitâbları olan (Feth-ul-mecîd) kitâbının ikiyüzellidokuzuncu [259] sahîfesinde, imâm-ı Zeynel-âbidîn Alî hazretlerinin, bir kimseyi Resûlullahın kabri yanına gelip düâ etdiğini görünce, buna mâni’ olduğunu ve (Bana salât okuyunuz! Her nerede olursanız, verdiğiniz selâm bana ulaşdırılır) hadîsini okuduğunu yazıyor. Hâdiseyi yanlış anlatarak, (Buradan anlaşılıyor ki, düâ ve salât okumak için kabr yanına gitmek yasak edilmişdir. Bu, kabri bayram yeri yapmanın bir kısmıdır. Mescid-i Nebîye nemâz kılmak için giren kimsenin, selâm vermek için kabrin yanına gitmesi yasakdır. Eshâbın hiçbiri böyle yapmadı. Böyle yapanları da men’ etdiler. Peygambere ümmetinin yalnız okudukları salât ve selâm bildirilir. Başka işleri bildirilmez) diyor. Buna mâni’ olmak için Süûd hükûmetinin, Mescid-i Nebî içine (Hucre-i -405- se’âdet) yanına asker koyduğunu da, ikiyüzotuzdördüncü [234] sahîfesinde yazıyor. Yûsüf Nebhânî, (Şevâhid-ül-hak) kitâbının çeşidli yerlerinde bunlara cevâb vermekdedir. Sekseninci [80] sahîfesinde diyor ki: İmâm-ı Zeynel’âbidîn “radıyallahü anh”, Resûlullahın mubârek kabrini ziyâret etmeği yasak etmemişdir. İslâmiyyete uygun olmıyan, saygısızca yapılan ziyâreti yasak etmişdir. Torunu imâm-ı Ca’fer Sâdık, Hucre-i se’âdeti ziyâret eder, Ravda tarafındaki direk yanında durup, Resûlullaha selâm verirdi ve mubârek başı buradadır derdi. (Kabrimi bayram yapmayınız!) demek, ziyâretinizi bayram gibi belli zemânlara bırakmayın! Her zemân ziyâret ediniz demekdir. 88. ci ve 106. cı sahîfelerinde diyor ki: Ebû Abdüllah Kurtubî (Tezkire)sinde buyuruyor ki, Resûlullaha ümmetinin amelleri her sabâh ve her akşam bildirilir. 89. cu ve 116. cı sahîfelerinde diyor ki: Halîfe Mensûr, Resûlullahı ziyâret ederken, imâm-ı Mâlike sordu: Yüzümü kabre karşı mı, kıbleye karşı mı döneyim? İmâm-ı Mâlik buyurdu ki: Yüzünü Resûlullahdan nasıl ayırabilirsin? O “sallallahü aleyhi ve sellem” senin ve baban Âdemin afv olmasına vesîledir. 92. ci sahîfede diyor ki: (Kabrleri ziyâret ediniz!) hadîs-i şerîfi emrdir. Ziyâret yaparken harâm işlenirse, ziyâret yasak edilemez. Harâmı yapması yasak edilir. 98. ci sahîfesinde diyor ki: İmâm-ı Nevevî (Ezkâr) kitâbında (Resûlullahın ve Sâlihlerin kabrlerini çok ziyâret etmek ve her ziyâretde kabr başında çok durmak sünnetdir) buyurmakdadır. 100. cü sahîfede diyor ki: İbni Hümâm (Feth-ul-kadîr) kitâbında, Dâr-ı Kutnînin ve Bezzârın bildirdikleri hadîs-i şerîfi yazıyor. Bu hadîs-i şerîfde, (Başka bir iş görmeyip, yalnız beni ziyâret için gelene, kıyâmet günü şefâ’at etmek, üzerimde hakkı olur) buyuruldu. 118. ci sahîfede buyuruyor ki, (Allahü teâlâ Evliyâya kerâmet vermişdir. Öldükden sonra da tesarruf ederler. Bunları Allahü teâlâya vesîle etmek câizdir. Evliyânın öldükden sonra da kerâmetleri çok görülmüşdür. Fekat, islâmiyyete uygun olarak istigâse etmelidir. Câhillerin, dilediğimi verirsen veyâ hastamı iyi edersen, sana şu kadar........... vereceğim demesi câiz değildir. Fekat, buna küfr, şirk denilemez. Çünki, çok câhil olan da, Velînin îcâd edeceğini düşünmez. Velîyi, Allahü teâlânın îcâd etmesine vesîle etmekdedir. Onun Allahü teâlânın sevgili kulu olduğunu düşünmekdedir. Dileğimi yapmasını Allahdan iste, Allahü teâlâ, senin düânı red etmez demekdedir. Çünki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Aşağı, değersiz sanılan çok kimseler vardır ki, onlar Allahü teâlânın sevgili kullarıdır. Birşeyi yapmak dileseler, Allahü teâlâ o şeyi, -406- elbet yaratır) buyurdu.) Bu hadîs-i şerîf, vehhâbîlerin (Feth-ul-mecîd) kitâbı, 381. ci sahîfesinde de yazılıdır. Müslimânlar, böyle hadîs-i şerîflere güvenerek, Evliyâyı vesîle etmekdedir. İmâm-ı Ahmed, imâm-ı Şâfi’î, imâm-ı Mâlik ve imâm-ı a’zam Ebû Hanîfe, sâlihlerin kabrleri ile teberrük etmek câizdir dediler. (Ehl-i sünnet) âlimlerinden birinin mezhebinde olduğunu, Ehl-i sünnet olduğunu söyliyen bir kimsenin de böyle söylemesi lâzımdır. Böyle söylemezse, Ehl-i sünnet olmadığı, yalancı olduğu anlaşılır. (Şevâhid-ül hak)dan terceme temâm oldu. 212, 270, 353. 259 - ZEHEBÎ: Şemseddîn Muhammed bin Ahmed, islâm târîhcilerindendir. 740 senesine kadar olan târîh olaylarını yazmışdır. (Târîh-i islâm) kitâbı oniki cilddir. Bu kitâb çok kıymetlidir. Başka hadîs ve târîh kitâbları da vardır. 673 [m. 1274] de Şâmda tevellüd, 748 [m. 1348] de vefât etdi “rahime-hullahü teâlâ”. 18, 21, 79, 223. 260 - ZEKERİYYÂ “aleyhisselâm”: Süleymân aleyhisselâmın soyundandır. Beyt-ül-mukaddesde Tevrât yazar, kurban keserdi. Peygamber oldu. Zevcesi (Îsâ) veyâ (Elîsâ’) ile bunun anadan kız kardeşi (Hunne)nin çocukları olmazdı. Hunne, İmrânın zevcesi idi. Hunne, (Oğlum olursa Beyt-ül-mukaddese hizmetçi vereyim) diye nezr etdi. İmrân öldükden sonra Hunnenin kızı oldu. Adını Meryem koydu. Meryemi Beyt-ül-mukaddese götürüp Zekeriyyâ aleyhisselâma teslîm etdi. Bu da alıp evine götürdü. Teyzesi Îsâ’ bunu büyütdü. Büyük olunca Beyt-ül-mukaddesde bir odada ibâdete başladı. Yanına, Zekeriyyâ aleyhisselâmdan başka kimse giremezdi. Zekeriyyâ “aleyhisselâm” ihtiyâr olduğu hâlde, oğlu Yahyâ “aleyhisselâm” dünyâya geldi. Yahyâ “aleyhisselâm” büyüdü. Önce Tevrâtdan, sonra İncîlden va’z etdi. Benî İsrâîl üzerine hâkim olan Filistin vâlîsi Herod, Tevrâta göre kardeşinin kızını almak istedi. İncîlde bu yasak olduğundan, Yahyâ “aleyhisselâm” nikâh yapmadı. Herod da, bunu şehîd etdi. Zekeriyyâ “aleyhisselâm” oğlunu kurtarmağa çalışınca, bunu da öldürmek istedi. Bir kütük içine saklandı. Kütükle birlikde destere ile ikiye biçilerek şehîd edildi. 130, 200, 399. 261 - ZEYD BİN HATTÂB: Hazret-i Ömerin “radıyallahü teâlâ anh” babadan olan büyük kardeşidir. İlk Muhâcirlerden idi. Bütün gazâlarda bulundu. Ebû Bekr-i Sıddîk zemânında Yemâme cenginde şehîd oldu “radıyallahü teâlâ anh”. Bu muhârebede, islâm bayrağını taşımakda idi. Yemâme, Arabistânda, Necd ile Bah- -407- reyn arasındadır. Müseyleme-tül-kezzâbla muhârebe, burada olmuşdur. 103. 262 - ZEYD BİN SÂBİT: Eshâb-ı kirâmın büyüklerindendir. Hazrec kabîlesindendir. Vahy kâtibi idi. Hicretde on yaşında idi. Babası dört sene önce vefât etmişdi. Çocuk olduğundan Bedr gazâsında geri gönderilmişdi. Hendek ve sonraki gazâlarda bulundu. Hendekde toprak taşırken Resûlullah görünce, (Bu, ne iyi yiğitdir) buyurmuşdu. Çok âlim idi. Süryânî öğrenmesi emr buyuruldu. Öğrendi. Gelen mektûbları okurdu. Halîfe Ebû Bekre ve Ömere de kâtiblik yapdı. Hazret-i Ömer hacca ve Şâma giderken, yerine bunu vekîl bırakmışdı. Hazret-i Osmân zemânında Beyt-ül-mâl me’mûru oldu. Ya’nî mâliye vekîli oldu. Halîfe hacca gidince, bunu vekîl bırakdı. Hazret-i Alîyi çok severdi. Fekat, Cemel ve Sıffîn vak’alarına karışmadı. Çok hadîs-i şerîf bildirmişdir. İlk toplanan Kur’ân-ı kerîmi bu yazdı. 45 de vefât etdi “radıyallahü teâlâ anh”. 30, 168, 251, 260. 263 - ZİYÂD BİN EBÎH: Ebû Süfyânın oğlu idi. Hicretin birinci senesi tevellüd etdi. Resûlullahı göremedi. Arabistânın meşhûr beş dâhîsinden biridir. Anası bir câriye idi. Hazret-i Ömer, kendisini Basra vâlîsi yapdı. Hazret-i Alî, Basrada beyt-ül-mâl me’muru yapdı ve Basra vâlîsi yapdığı Abdüllah bin Abbâsa, Ziyâdın sözüne göre hareket etmesini emr buyurdu. Cemel vak’asına karışmadı. Cemelden sonra, hazret-i Alî, bunu Basra mâliye müdîri yapdı. Abdüllah ibni Abbâs, Basradan Kûfeye giderken, yerine Ziyâdı vekîl bırakdı. Hazret-i Alî, bunu Fâris ve Kirman vâlîsi yap-dı. Buralardaki karışıklıkları düzeltdi. Huzûr, râhat getirdi. Hazret-i Mu’âviye halîfe olunca, Fârisde vâlî idi. Bî’at etmemişdi. Bunu 45 senesinde Basraya sonra Horasana vâlî yapdı. Kûfeyi, Bahreyn ve Ümmânı da emrine verdi. Bu da bî’at ve çok hizmet etdi. Eshâb-ı kirâmın büyüklerine yüksek makâmlar verdi. Sağ elinde çıban çıkıp, 53 de vefât etdi. Oğlu Ubeydüllah, 53 de 25 yaşında iken Horasan vâlîsi oldu. Buhârâyı feth etdi. 55 de Basra, 60 da Kûfe vâlîsi oldu. Ömer bin Sa’d bin Ebî Vakkası dörtbin askerle 61 de Kerbelâya gönderdi. Hazret-i Hüseyni teslîm alıp getirmesini emr etdi. Teslîm olmayınca hücûm edip, Şimrin emri ile, Sinân bin Enes tarafından şehîd edildi. 62, 385. 264 - ZÜBEYR BİN AVVÂM: Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden ve Aşere-i mübeşşeredendir. Hadîce-tül-kübrânın birâderinin oğludur. Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” halası olan Safiyyenin “radıyallahü teâlâ anhâ” oğludur. Onbeş veyâ onsekiz yaşında iken, erkeklerin dördüncü veyâ beşincisi olarak islâ- -408- ma geldi. İslâmda, ilk kılınç çeken budur. Mekkede, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” tutuldu diye işitince, kılıncını çekip, kurtarmağa giderken, yolda Resûlullaha “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” rastladı. Düâya kavuşdu. Habeşistâna ve Medîneye hicret edenlerdendir. Bütün gazâlarda bulunup, çok yara aldı. Mısrın fethinde de bulundu. Çok zengin idi. Bütün malını, Allahü teâlânın yolunda harc etdi. Cemel vak’asında, hazret-i Âişe ile birlikde, hazret-i Alîye karşı harb etdi. Sonra harbden vazgeçdi. Bir kenâra çekilip, nemâz kılarken şehîd edildi “radıyallahü teâlâ anh”. Vefâtı 36. cı yılda oldu ve 67 yaşında idi. Nemâzını hazret-i Alî kıldırdı. 13, 14, 19, 20, 24, 30, 49, 60, 75, 76, 77, 106, 113, 122, 129, 166, 175, 176, 185, 209, 215, 235, 236, 250, 251, 258, 259, 323, 330, 365, 384, 395, 396. 265 - ZÜFER: Ebû Hüzeyl Züfer bin Hüzeyl Küfîdir. 110 [m. 728] yılında İsfehânda tevellüd, 158 [m. 775] de Basrada vefât et-di “rahime-hullahü teâlâ”. İmâm-ı a’zamın “rahime-hullahü teâlâ” talebesinin büyüklerindendir. Müctehid idi. Meclisinde dünyâ işleri konuşulmazdı. Allah korkusu, damarlarına işlemiş idi. Abdüllah-ı Ensârî “rahime-hullahü teâlâ” diyor ki, İmâm-ı Züferi kâdî yapmak istediler. Kabûl etmedi. Evini değişdirip saklandı. Hasta iken, Ebû Yûsüf “rahime-hullahü teâlâ” ve başkaları (vasıyyet et) dediler. (Şu mal zevcemindir. Şunlar da kardeşimin oğlunundur) dedi. Şaşırdılar. Çünki, kardeşi varken oğluna birşey düşmez idi. Vefâtından sonra, kardeşi, Züferin zevcesini aldı. Bir oğlu oldu. Mallar, bu oğluna kalınca, imâm-ı Züferin kerâmeti belli oldu. Buyururdu ki, (İmâm-ı a’zamın vefâtından sonra, ona muhâlif ictihâdda bulunmakdan çekindim. Çünki, hayâtında beni mağlûb edip, hep o haklı çıkardı. Onun sözünü kabûl etmeğe mecbûr olurdum. Vefâtından sonra, onun ictihâdına uymıyan birşey nasıl söyleyebilirim ki, hayâtda olsa beni yine mağlûb eder). Dâvüd-i Tâî ile arkadaş idi. Çok sevişirlerdi. Dâvüd fıkh ile uğraşmağı bırakıp, ibâdet ile, zühd ve takvâ ile yaşadı. İmâm-ı Züfer ise, ibâdeti, zühd ve takvâyı, fıkhla birleşdirdi. Babası Hüzeyl, Basra vâlîsi idi. Kardeşi Sabâh, Benî Temîm üzerine zekât me’mûru idi. 45, 53.
Se’âdete kavuşmak
için, her kitâbı okuma!
Bu kitâbları
nerde bulursun acabâ? -409- |