Geri

   

 

 

İleri

 

24 PEYGAMBERİMİZCE HABER VERİLEN VE HABER VERİLDİĞİ GİBİ DE ÇIKAN VE BUNDAN ÖNCEKİ BÖLÜMLERDE ZİKREDİLMEYEN GAYBÎ HABERLERE AİT MUCİZELER

Necaşi'nin Öldüğü Gün Onun Ölümünü Haber vermesi  [1]

Buhârî ve Müslim Ebû Hüreyre'den şöyle rivayet ederler: "Pey­gamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Necaşi'nin öldüğü gün onun ölümünü ashabına haber verdi ve onları alarak namazgaha çıktı, onları saf halinde dizdi ve Ne-caşi'nin cenaze namazını dört tekbir alarak kıldırdı. [2]

Beyhekî ise Ümmü Gülsüm'den şu haberi nakletmiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Ümmü Seleme'yi nikahladığı zaman şöyle buyurmuştur: "Ben, Necaşi'ye, birkaç okka misk ve elbiseler gönderdim. Fakat ben onun ve­fat etmiş olduğunu görüyorum. Bu sebeble benim kendisine gönderdiğim hediyeler, yakında bana geri gelecektir." İşte Peygamberimiz böyle bu­yurdular ve aynen O'nun buyurduğu gibi oldu Necaşi vefat etti ve hedi­yeler geri geldi."

Beyhekî el-Kelbi tarikiyle Ebû Salih'ten, o da İbn-i Abbâs'tan şöyle rivayet eder: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), çok şiddetli bir şekilde hastalandı, iki melek kendisine gelip biri başucuna, diğeri de ayakucuna oturdu. Biri .diğerine: "O'nun durumu nedir?" dedi. Diğeri de: "Hasta" dedi. Biri: "Hastalığı nedir?" diye sordu. Diğeri de: "O'na sihir yapıldı" dedi. Biri: "O'na kim sihir yaptı?" diye sordu. Diğeri de "Lebid bin el-Âsam adındaki yahudi" cevabim verdi. Biri: "Üzerine sihir yapılan şey şimdi nerede?" diye sordu. Diğeri de: "Fülan aileye ait kuyuda, kuyunun tabanındaki taşın altındadır" cevabim verdi ve: "Gidip onun suyunu çekiniz, taşın altındaki sureti çıkarimz ve onu yakınız" dedi. Bunun üzerine Peygam­ber (sallallahü aleyhi ve sellem) sabahleyin Ammar bin Yasir ile birlikte bazı kimseleri oraya gönderdi. Onlar, kuyuya vardıkları zaman onun suyunun kına gibi sap­sarı kesilmiş olduğunu gördüler. Suyunu çektiler, tabandaki taşın al­tındaki sureti çıkardılar ve orada yaktılar. Yakılan suretin içinden on bir düğüm atılmış bir ip çıktı. Bunun üzerine şu iki sure: Kul Euzü bi-Rabbi'l-Felak ve Kul Euzü bi-Rabbi'n-Nasi Sureleri indirildi Peygambe­rimiz bu iki surenin ayetlerinden her birini okudukça, düğümlerden de her biri çözüldü ve tamamen iyileşip hiçbir şikayeti kalmadı." [3]

 (Buhârî ve Müslim'in Uz. Âişe'den İbn-i Sa'd'ın Cübeyr tarikiyle Dahhak'tan, onun da İbn-i Abbâs'tan rivayeti dahi bu mealdedir. Bura­da dahi, Kul Euzü Surelerinin bunun üzerine indiği ve her bir ayet o-kundukça, bir düğümün çözüldüğü, bu suretle büyünün bozulduğu ifade edilmiştir. Ebû Nuaym'in Enes'den olan rivayetinde de: "Bu suretle Peygamberimiz'in şiddetli bir şekilde hastalanması üzerine Cebrâîl (aleyhisselâm) Kul Euzü Surelerini indirdi ve bu iki sure ile Peygamberimize o-kudu. Peygamberimiz de tamamen iyileşip ertesi sabah ashabimn ara­sına çıktı" denilmektedir).

Yine İbn-i Sa'd, Abdurrahman bin Ka'b bin Mâlik'ten şöyle nakle­der: "Peygamberimiz'e Lebid bin el-Âsam'ın kız kardeşleri sihir yaptılar. Lebid de bunu götürüp o kuyuya bıraktı. Lebid'in kız kardeşlerinden biri, durumu anlamak için Âişe'nin yanına gider-gelir oldu ve Âişe'nin Peygamberimiz'in hastalığına dair konuşmasından durumu anladı. Di­ğer kardeşlerine giderek durumu haber verdi, içlerinden biri dedi ki: "Eğer O, bir Peygamber ise, durum kendisine haber verilir. Değilse, te'sirini göstermeye başlayan sihir, onu helak eder!" Peygamberimiz ise durumdan haberdar edildi ve kurtuldu."

(Yine İbn-i Sa'd, Ömer bin el-Hakem'in şöyle dediğini kaydeder: Peygamberimiz'e Hudeybiye Andlaşmasından döndüğü sırada muhar­rem ayı içinde sihir yapıldı.)

Ye'cuc ve Mecuc Seddinin Yıkılıp Açılacağına Dair verdiği Haber

Buhârî ve Müslim'ınirilerin validesi Zeyneb'in şöyle dediğini rivayet ederler: "Bir gün Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), yüzü kıpkırmızı olmuş bir vaziyette uykusundan uyandı ve: La ilahe illallah! Şüphesiz Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur! Yaklaşan serden Arabın çekeceği pek çoktur! İşte bugün, Ye'cuc ve Me'cuc'a ait şedden şu kadar bir delik açılmıştır" buyurdu. Bu sırada da misal olarak küçük bir halka yapıverdi." [4]

Bazı Adamlara, İçlerinden Geçirdiklerini Haber vermesi

Hakim ve Taberânî Seleme bin el-Ekva'dan şu haberi naklederler: "Bir gün ben, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte idim. Adamın biri geldi: "Sen kimsin?" dedi. Peygamberimiz de: "Ben, bir nebiyim" buyurdu. Adam: "Nebi ne demektir?" dedi. Peygamberimiz de: "Allah'ın elçisidir" buyurdu. Adam: "Peki, kıyamet ne zaman kopacaktır?" diye sordu. Peygam­berimiz de: "Bu, bir gaybtır. Gaybı ise Allah'tan başkası bilemez!" bu­yurdu. Adam: "Peki bana kılıcım göster" dedi. Peygamberimiz de kılıcim o adama verdi. Adam da Peygamberimiz'in kılıcim kimndan sıyırdı sonra Peygamberimiz'e verdi. Bunun üzerine Peygamberimiz kendisine dedi ki: "Bak, sana haber vereyim, sen, bana karşı yapmak istediğin şeyi yapmaya asla kadir olabilecek değildin!" O adam da Peygamberimiz'i tasdik etti.

(Taberânî der ki: Peygamberimiz bu sırada buyurmuş ki: "Bu adam, kendi kendine şöyle konuştu da geldi: Gidip Muhammed'i göre­yim, O'na bazı şeyler sorayım, sonra kendisinden kılıcim isteyeyim, sonra O'nu kendi kılıcı ile öldüreyim!)

İbn-i Ebî Şeybe, Ebû Ya'lâ, Bezzâr, Beyhekî Enes'ten şöyle rivayet ederler: "Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında, bir adamdan bahsettiler ve onun cihadmdaki ve ibadetteki kuvvet ve çalışkanlığından dem vurdular. Bir de baktılar ki, bahsettikleri adam, kendilerine doğru gelmektedir. Pey­gamberimiz de bunun üzerinde: "Ben, bu adamın yüzünde şeytani bir iz görmekteyim" buyurdular. Adam geldi ve selam verdi. Peygamberimiz de kendisine: "Söyle bakalım, sen kendi kendine, bu ümmetin içinde senden daha hayırlı kimse olmadığim söyledin mi, söylemedin mi?" A-damcağız: "Evet" dedi. Sonra kalkıp gitti. Mescide girip namaz kılmaya başladı. Bu sırada Peygamberimiz: "Kim, gidip de şu adamı öldürecek?" diye sordu. Ebû Bekir kalkıp gitti, fakat onu namaz kılar vaziyette gö­rünce öldürmeden geri döndü ve durumu haber verdi. Peygamberimiz ise yine: "Kim gidip onu öldürecek?" buyurdu. Ömer kalkıp gitti, öldür­meden geri geldi. Ali gitti, o da öldürmeden geri eldi. Zira o adam, çoktan gitmişti. Peygamberimiz de bunu Ali'ye önceden haber vermişti: "Eğer onu yerinde bulursan" demişti. Ali de dönüp geldikten sonra Peygam­berimiz: "Bu, ümmetimden çıkan ilk fitnedir! Eğer biriniz onu öldürmüş olsaydı, ümmetimde iki kişi arasında ihtilaf çıkmazdı!" buyurdu. [5]

Ahmed, Bezzâr, Ebû Ya'lâ, Beyhekî ve Ebû Nuaym Vabisa el-Esedi'den şu haberi nakletmişlerdir: "Ben, Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem), iyilik ve günahkârlığın ne olduğunu sormak için gittiğimde, henüz ben kendisine bir şey sormadan O bana dedi ki: "Ey Vabisa, bana sormak istediğin şe­yin cevabim vereyim mi?" Ben de: "Evet, haber ver ya Rasulallah" dedim. Buyurdu ki: "Sen bana, iyilik ve günahkarlığın ne olduğunu sormaya geldin, değil mi?" Ben de: "Evet" dedim. Buyurdu ki: "İyilik, kalb ve vic­danimn rahatça kabul ettiği şeydir; kötülük ve günahkarlık ise, kalb ve vicdanim tırmalayan şeydir. İnsanlar sana aksini söylese de, bu böyle­dir!" [6]

Beyhekî ve Ebû Nuaym İbn-i Ömer'den şu haberi naklederler: "Ben, Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında iken iki adam geldi ve soru yöneltmek is­tediler. Peygamberimiz, bu iki adamdan Sakif li olana hitaben dedi ki: "Sormak istediğini sor, istersen sen sormadan ben sana onu haber vere­yim!" Adam: "Ben sormadan, onu bana haber verirsen benim için daha iyi olur" dedi. Peygamberimiz de kendisine: "Sen buraya, geceleri kıldı­ğın namazdan, tuttuğun oruçtan, aldığın gusül abdestinden sormak için geldin" buyurdu. O da: "Evet, seni hak Peygamber olarak gönderene ye­min ederim ki bunları sormak için gelmiştim" dedi. Sonra Peygamberi­miz, ensardan olan adama hitaben: "istersen sor, istersen sormak istediklerini sen sormadan ben sana haber vereyim" buyurdu. Adam da: "Ben sormadan haber vermeniz, benim için daha hoştur ya Rasulallah" dedi. Peygamberimiz de kendisine: "Sen buraya, hacc maksadıyla evin­den çıkman], Arafat'taki vakfeni, tıraş olmanı, Beyt'i tavaf etmeni, cemrelere taş atmanı sorman için geldin" buyurdu. Adam "evet" diyerek tasdik etti,"

(Bunun benzeri bir rivayet, Enes hadîsi olarak varid olmuş ve bu rivayet Veda Haccı Bölümünde geçmişti. Yine bu mealdeki bir hadîs, Ebû Nuaym'in Ubadetübnü's-Samit'ten tahriri olarak varid olmuştur.)

Yine Beyhekî Cabir bin Abdullah'ın şöyle dediğini nakleder: "Ada­mın biri Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: "Ey Allah'ın elçisi, babam benim malımı almak istiyor" diyerek şikayette bulundu. Peygamberimiz de bunun babasını çağırttı. Bu sırada derhal Cebrâîl gelip: "Bu kişinin ba­bası, buraya gelirken içinden kendi kendine bazı şeyler söyledi" diye haber verdi. Peygamberimiz de, o kişinin yaşlı babasına bunu sordu. O da: "Evet ey Allah'ın elçisi, bu yaşta evladı tarafından Peygambere şi­kayet edilen bir kişi olarak kendi kendime söylendim ve bazı dokunaklı şiirleri hatırlayıp efkarlandım" diye itiraf etti. Peygamberimiz ise, Bunun üzerine kendisini tutamıyarak ağlamaya başladı ve babasını şika­yet eden adama hitaben de: "Haydi git, sen de, senin malın da babana aittir!" buyurdu.

Yine Beyhekî Ali'den şu haberi nakletmiştir: "Ben, Peygamberi-miz'in kızı Fatıma'yı istemiştim. Hizmetçilerimizden biri bana dedi ki:

"Sen, Fatıma'yı isteyenler olduğunu biliyor musun? Niçin, Peygamberi-miz'e gidip de kızı Fatıma'yı ondan istemiyorsun?" Ben de onun bu sözü üzerine Hazret-i Peygamber'e bu maksatla gittim. Fakat Allah'a yemin ede­rim ki, bir şey demeye kadir olamadım. Peygamberimiz bana sordu: "Ey Ali, niçin geldin?" Ben, susup; bir şey söylemedim. Peygamberimiz tek­rar bana: "Ey Ali, öyle sanıyorum,, ki, sen benden kızını Fatıma'yı iste-miye geldin?" Ben de: "Evet" dedim."

Beyhekî şu haberi de Ebû Said el-Hudri'den nakletmektedir: "Bize, daha önce misli görülmemiş bir şekilde açlık isabet etmişti. Kız karde­şim bana dedi ki: "Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) git, ondan birşeyler iste!" Ben de bu maksatla O'nun huzuruna vardım, vardığımda O hutbe okuyor ve hutbesinde şöyle buyuruyordu:

"Her kim afif kalmaya çalışırsa, Allah da onu afif kılar! Her kim istiğna gösterip kanaat ederse, Allah da onu zengin kılar!" Ben, onun bu şekilde hutbesini duyunca kendi kendime dedim ki: "O, bu sözleriyle herhalde beni kasdetmekte ve bana afif kalmayı tavsiye buyurmaktadır. O halde O'ndan hiçbir şey istemem eliyim! ve geri döndüm. Durumdan kız kardeşimi de haberdar ettim. O da bana: "Çok isabetli davranmışsın" dedi. Ertesi günü ise, yiyecek bir şeyler bulursam diyerek ağaçlar ara­sında geziniyordum. Derken birden Önümde bazı yahudi paralan gö­ründü. Bunları alıp alış-verişte bulundum ve bu suretle karnımızı doyurduk. Daha sonraları ise, dünyalığımız o kadar genişledi ki, ensar içinde bizden daha zengini yoktu."

(İbn-i Sa'd'ın rivayetlerinden birinde ise: "Allah bana öylesine bol nzıklar verdi ki, hiç bu kadarım ummuyordum" denilmiştir.) [7]

Peygamberimizin Münafıkları Haber vermesi

Beyhekî, İbn-i Mes'ud'un şöyle dediğini rivayet eder: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bir gün bizlere irad buyurduğu hutbesinde dediler ki: "Ey in­sanlar! Sizin içinizden bazıları, gerçekten münafıktır! Şimdi ben, kimin adim söylersem, o kişi muhakkak ayağa kalksın!" Peygamberimiz, böyle buyurduktan sonra, "Ey fülan kalk, ey fülan kalk!" diye bazı isınıler söyledi ve bu isınıleri saymaya, otuz altıya kadar devam etti." [8]

İbn-i Sa'd, Sabit el-Bünani'den şöyle nakleder; "Münafıklar bir a-raya gelip kendi aralarında bazı konuşmalar yaptılar. Rasulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de buyurdu ki: "İçinizden bazıları, bir araya gelip şöyle şöyle şeyler ko­nuştular. Bu bir münafıklıktır. Binaen aleyh, kalkıp Allah'a tevbe edi­niz! Sizin için ben dahi istiğfar edivereyim." Peygamberimizin böyle buyurmasından sonra, hiç kalkan olmadı. Peygamberimiz de sözünü üç defa tekrar etti ve hiddetlenerek dedi ki; "Ya kalkarsınız, ya da ben siz­leri teker teker isınılerinizle söylerim!" Yine de kalkan olmayınca Pey­gamberimiz: "Kalk ya fülan, kalk ya fülan!" diye onları isınıleriyle söyledi. Onlar da utanarak ve yüzlerini örterek ayağa kalktılar." [9]

Ahmed, sahihtir kaydiyle Hakim ve Beyhekî İbn-i Abbâs'tan şöyle rivayet ederler: "Bir gün Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), ashabından bazıları ile, odalarından birinin gölgesinde oturmakta idi. Gölge de çekilmek üze­reydi. Bu sırada buyurdular ki: "Hemen az sonra buraya, şeytanın iki gözüyle bakan bir adam gelecek. Ona hiçbir şey söylemeyiniz!" Az sonra gök gözlü bir adam geldi. Peygamberimiz kendisine dedi ki: "Sen bana hangi sebeble sövmektesîn?" Yine senin gibi yanındaki arkadaşların hangi sebeble bana sövüp durdular?" Adam hiç sesini çıkarmadan o a-damların yanına gitti ve onları alarak Peygamberlerimiz'in yanına ge­tirdi. Hep beraber, Peygamberre sövmediklerine dair yemin ettiler. Bu sebeble de aşağıda meali sunulan ayet-i celile nazil oldu:

"Allah onların hepsini dirilttiği gün, size yemin ettikleri gibi, O'na yemin ederler; kendilerine bunun bir yarar sağlıyacağmı sanırlar. Dik­kat ediniz, onlar şüphesiz Ya'lâncılardır." [10]

Peygamberimizin İntihar Eden Kişinin Halini Haber vermesi

Beyhekî Cabir bin Semura'dan şu haberi nakletmiştir: "Adamın biri, Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: "Fülan kişi öldü" dedi. Peygamberimiz de: "O ölmedi" dedi. Adam ikinci defa tekrarlayıp "fülan kişi öldü" dedi. Peygamberimiz de: "O ölmedi" buyurdu. Adam, sözünü üçüncü defa tekrarlayınca da Peygamberimiz: "Hayır o ölmedi, intihar etti, kendi kendini makasla öldürdü!" buyurdu ve o adamın cenaze namazını kıl­madı." [11]

Peygamberimizin, Ebıtd-Derdanın Müslüman Oluşunu Haber vermesi

Beyhekî ve Ebû Nuaym, Cübeyr bin Nüfeyr'den şöyle nakleder: "Ebû'd-Derdâ vaktiyle puta tapardı. Bir gün Abdullah bin Revaha ile Muhammed bin Mesleme Ebû'd-Derdâ'nın evine girip onun putunu kır­mışlar. Ebû'd-Derdâ, evine geldiği zaman vaziyeti görmüş ve: "Sana ya­zıklar olsun, neden kendini onlara karşı müdafa etmedin?" demiş ve doğruca Hazret-i Peygamber'e giderek İslâm'ı kabul etmiştir. Bu sırada Ebû'd-Derdâ Hazret-i Peygamber'in yanına giderken, onun gelmekte oldu­ğunu gören Abdullah bin Revaha: "İşte Ebû'd-Derdâ geliyor, muhakkak o bizi aramaktadır" demiş. Peygamberimiz ise onun ne maksatla geldi­ğini şu sözleriyle haber vermiştir: "Hayır, Ebû'd-Derdâ sizi aramak için değil, müslüman olmak için geliyıor. Çünkü Rabbim bana, onun müslü-man olacağını haber verip müjdeledi .[12]

Peygamberimizin, Yemene Yağmur Yağacağim Haber vermesi

Beyhekî İbn-i Abbâs'tan şu haberi nakletmiştir: "Bir gün otur­makta iken, bir bulut belirdi ve üzerimize geldi. Bu sırada yanımıza teşrif eden Hazret-i Peygamber buyurdu ki: "Az önce, yağmur bulutuna mü-vekkel kılman melek bana geldi, selam verdi ve bu bulutu Yemen'deki Sarih adındaki vadiye sevkedeceğini haber verdi" buyurdu. Sonra o ta­raftan gelen birine bu hususu sorduğumuzda o gün oraya yağmur yağ­dığim bize haber verdi."

(Beyhekî, Bekir bin Abdullah el-Müzeni'den gelen mürsel bir ha­berin de bunu te'yid eder mahiyette olduğunu söylemiştir.) [13]

Peygamberimizin, Bir Kadına Eliyle Sataşmak İsteyen Adamın Halini Haber vermesi

İbn-i Sa'd, sahihtir kaydiyle Hakim ve Beyhekî Ebû Şehm'in şöyle dediğini naklederler: "Ben, bir gün Medine sokaklarından birinde gi­derken bir genç kadın gördüm, elimi onun göğsüne doğru uzattım. Ertesi günü insanlar, biat etmek üzere Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) huzuruna gitmiş­lerdi. Sıra bana gelince ben de biat etmek üzere Hazret-i Peygamber'e elimi uzattım. Peygamberimiz ise bana şöyle dedi: "Sen, dün sokakta kadına elini uzatan adam değil misin?" Ben neye uğradığımı bilemedim ve der­hal: "Ey Allah'ın Rasulu, benim biatimi kabul eyle! Allah'a yemin ederim ki, ben bundan ciddi bir şekilde pişmanım ve bir daha böyle yapmıyaca-ğıma söz veriyorum!" Peygamberimiz de, benim pişmanlıktaki cid­diyetimi ve samimiyetimi kabul ederek biatimi red eylemedi. "Peki" buyurarak biatimi kabul buyurdu.[14]

 

24-1 Peygamberimizin Oruçlu Olduğu Halde Gıybet Eden Kadımın Halini Haber vermesi

Beyhekî, Ebû'l-Bahteri'nin şöyle dediğini nakleder: "Diliyle herke­se eza veren bir kadın vardı. Birgün bu kadın, Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve akşama kadar kalkıp gitmedi. Peygamberimiz kendisini akşam ye­meğine buyur etti. Kadın: "Olur, sizin sofranızda orucumu açıp iftar et­mem ne şereftir" demek istedi. Peygamberimiz de kendisine: "Sen oruç değildin" buyurdu. Ertesi günü biraz daha diline dikkat eden bu kadın, Peygamberimiz'in yanına geldi ve akşama kadar kaldı. Peygamberimiz kendisini akşam yemeğine buyur ettiği zaman: "Ben bugün de oruç idim" dedi. Peygamberimiz: "Hayır, sen oruç değildin" buyurdu. Kendisine söylenenleri gayet iyi anlıyan bu kadın, ertesi günü de oruca başladı ve dilini kötü sözlerden korumak için çok dikkat etti. Akşam olunca Pey­gamberimiz kendisine: "Buyur bizimle sen de ye!" dedi. Kadın: "Ey Al­lah'ın elçisi, ben bugün de oruç idim" dedi. Peygamberimiz de kendisine: "Evet, sen bugün oruç idin" karşılığim verdi."

(Beyhekî der ki: Ebû'l-Bahteri'den gelen bu rivayet mürseldir.) [15]

Tayalisi, Beyhekî, İbn-iEbû'd-Dünya Enes'in şöyle dediğini rivayet ederler: "Bir gün Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) insanlara, o gün muhakkak o-ruçîu olmalarım ve kendisinden bir emir gelmedikçe oruçlarim açma­malarim söyledi, insanlar da oruca başladılar. Adamın biri, Hazret-i Peygamber'e gelip: "Ey Allah'ın elçisi, bana izin ver de orucumu açayım" diyor, Hazret-i Peygamber de izin veriyordu. Derken adamın biri de gelip şöyle dedi: "Ey Allah'ın elçisi, senin ehlinden iki kadın oruç tuttular, şimdi iftar etmeleri için sizden izin istiyorlar; kendileri izin istemeye çekiniyorlar" dedi. Peygamberimiz ise, onlar hakkında izin vermekten imtina etti. Adam tekrar ricada bulundu ise de, Peygamberimiz arkasını döndü ve izin vermedi. Adam ricasını bir daha tekrarlayınca Peygam­berimiz de: "Onlar bugün oruç tutmuş değillerdir! Akşama kadar in­sanların etini yiyen (gıybet eden) kimseler nasıl oruç tutmuş olabilirler? Sen şimdi onlara git, eğer onlar oruç tuttuk diyorlarsa, yediklerini çı­karsınlar!" buyurdu. Adam gidip Peygamberin sözünü onlara nakletti. Onlar da yediklerini çıkarmaya çalışınca, ağızlarından yere birer kan pıhtısı çıkardılar. Adam derhal Hazret-i Peygamber'e gelip durumu haber verdi. Peygamberimiz de bu münasebetle; "Varlığım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, bu çıkardıkları midelerinde kalsaydı, ateş onları yer bitirirdi" buyurdu [16]

Ahmed, Ebû Ya'lâ, Beyhekî ve İbn-i Ebî'd-Dünya, Rasulullah'vn (sallallahü aleyhi ve sellem) azadlısı Ubeyd'den şu haberi nakletmişlerdir: "iki kadın oruç tutmuşlardı. Adamın biri Hazret-i Peygamber'e gelip: "Ey Allah'ın Resulü, şurada iki kadın var, niyetlenip oruç tutmuşlar, fakat şimdi onlar su­suzluktan helak olmak üzerelerdir" dedi1. Peygamberimiz de: "Haydi on­ları bana çağır!" buyurdu. Kadınlar geldiler. Hazret-i Peygamber bir su kabı getirtti ve onlara bu kabın içine tükürmelerini söyledi. Birisi tükürdü, içindekini çıkararak kabın yansını kan ve irinle doldurdu. İkincisi de i-çindekini çıkardı ve kabı sonuna kadar kan ve pıhtı ile doldurdu. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber: "İşte bunlar, Allah'ın kendilerine helal kıldığı şeylerden oruç tutmuşlar, fakat haram kıldığı şeylerden oruç tutma­mışlardır! îkisi bir araya gelince insanları gıybet etmiye başlamışlar, oruç tutacakları yerde insan eti yemişlerdir!" buyurdu.

Yine Ebû'd-Dünya, tek başına Âişe'den şu haberi nakleder: "Bir gün ben, Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında bulunuyordum. Derken oradan bir kadın geçti. Ben: "Gerçekten bu kadımın eteği uzunmuş" dedim. Hazret-i Peygamber bana hitaben: "Haydi tükür, ağzmdakini dışarı çıkar!" bu­yurdu. Ben de tukurdum. Ağzınıdan dışarı bir et parçası çıktı." [17]

Ziya el-Makdisi el-Muhtare adındaki eserinde Enes'ten şöyle rivayette bulunur: "Arab'ın adeti, yola çıktıkları zaman birbirlerine hiz­met edip yardımcı olmak idi. Ebû Bekir ile Ömer'in de kendilerine hiz­met eden bir adamları bulunurdu. Bir sefer sırasında Ebû Bekir ve Ömer, uyuyup istirahat ettiler. Uyandıkları zaman ise yemekleri hazır değildi. Baktılar, hizmetçileri uyumaktadır. Onun hakkında "uykucu adam" dediler ve onu uykudan uyandırdılar. Kendisine hitaben: "Haydi Hazret-i Peygamber'e git, bizını için bir miktar yiyecek isteyip getir!" dediler. O da gidip Peygamberimiz'e durumu söyledi. Peygamberimiz de buyurdular ki: "Onlar, azıklarım yediler." Adam oradan ayrılıp Ebû Bekr ve Ömer'in yanına geldi ve haklarında Peygamberimiz'in söylediğini onlara aktardı. Onlar da doğruca Hazret-i Peygamber'e gelerek, herhangi birşey ye­mediklerini söylediler. Peygamberimiz ise kendilerine: "Din kardeşleri­nin gıybetini yaparak onun etini yemiş olduklarim" haber verdi ve şu hadîsini oracıkta irad buyurdu:

"Varlığım elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, ben şimdi siz­lerin yemiş olduğunuz eti, ön dişlerinizin arasında görmekteyim!" Ebû Bekir ve Ömer de bunun üzerine cidden pişman oldular ve Hazret-i Peygam­ber'e kendileri için istiğfar edivermesini rica ettiler. Peygamberimiz de onlara: "Gıybetinde bulunduğunuz din kardeşinize rica ediniz, sizin için o istiğfar ediversin!" buyurdu."

(Sahihtir kaydıyla Hakim'in Zeyd bin Sabit'ten naklettiği haber de aynı konudadır.)

Taberânl sahih bir senedle Ebû Mes'ud'dan şöyle rivayette bulu­nur: "Bir savaş sırasında bizler, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte bulunu­yorduk. Müslümanlara Öylesine şiddetli bir açlık çattı ki, müslümanlar kederli, münafıklar ise sevinçli idiler. Durumu gören Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Allah'a yemin ediyorum ki, Güneş batmadan Al­lah sizin rızkınızı gönderecektir!" Osman bin Affan, Allah ve Rasulu'nun sözünde gerçek olduklarına dair büyük güveni ve imanı ile hareket ede­rek, yiyecek yüklü on dört deve satın aldı ve bunlardan dokuzunu Hazret-i Peygamber'e takdim etti. Bu olay dolayısıyla da bütün müslümanlar sevindiler. Münafıklar ise üzüldüler. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ise bu sırada ellerini iyice yukarı kaldırmış bir vaziyette Osman bin Affan için hayır dualar etti. Öyle ki, daha önce herhangi bir kimse için bu derece bir du­ada bulunduğunu görmemiştik." [18]

İbn-i Sa'd Ebû Abdurrahman el-Cükeni'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Bizler, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında iken, ileriden iki atlı görün­dü. Peygamberimiz buyurdular ki: "Bu gelenler, Kindeli, Müzhıc kabi­lesinden iki adamdır!" Sonra bu iki atlı geldiler. Gerçekten, Peygamberimiz'in haber verdikleri gibi Müzhıc'li iki kişiydiler ve hiç duraklamaksızm biat edip müslüman oldular." [19]

Gaybî Haberlerle İlgili Mucizelerden Bazıları

Sahihtir kaydiyle Hakim İbn-i Mes'ud'un şöyle dediğini nakleder: "Birgün bizler, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında idik. Peygamberimiz bu-yurdulr  ki:

"Az sonra ehl-i cennetten olan bir adam buraya gelecektir!"

Peygamberimiz böyle buyurdu, az sonra da Ebû Bekir çıkageldi. Selâm verdi ve oturdu. [20]

İmâm-ı Ahmed, Amr İbn-i'l-As'ın şöyle dediğini rivayet eder: "Pey­gamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "İşte şu kapıdan ilk girecek olan zat, cennet ehlindendirî" O'nun böyle buyurmasından sonra Sa'd bin Ebû Vakkas kapıdan içeri girdi."

Ebû Ya'lâ, İbn-i Adiyy, Beyhekî ve İbn-i Asâkir İbn-i Ömer'den şu haberi verirler: "Bizler, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında oturuyorduk. Peygamberimiz bu sırada buyurdu ki: "Şu kapıdan, az sonra cennetlik­lerden biri içeri girecektir!" Peygamberimiz'in böyle buyurmasından az sonra, Sa'd bin Ebû Vakkas içeri girdi." [21]

Ahmed, Bezzâr, Taberânî Cabir bin Abdullah'ın şu haberini nak­lederler: "Bir gün Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Sa'd bin el-Rebi'i ziyarete gitmişti. Peygamberimiz oturduğu zaman, bizler de O'nun etrafına oturduk. Bu sırada Efendimiz buyurdular ki: "Şimdi buraya cennetliklerden biri ge­lecektir!" Baktık Ebû Bekir geldi. Sonra Peygamberimiz yine Öyle bu­yurdular. Bunun üzerine de Ömer geldi. Peygamberimiz yine böyle buyurdular, az sonra da Osman geldi. Sonra yine Peygamberimiz: "Az sonra buraya cennetliklerden biri gelecektir! Ey Allah'ım, bu gelecek o-lanı dilersen Ali eylersin!" buyurdu. Az sonra da Ali çıkageldi. [22]

Taberânî, Ebû Rafi'in hanımı Selma'dan şu haberi nakletmektedir: "Bir gün ben, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında bulunuyordum. Peygambe­rimiz bu sırada buyurdu ki: "Az sonra, muhakkak cennetliklerden bir adam buraya gelecektir!" Derken ben ayak sesleri duymaya başladım.

Bu ayakların sahibi Ali idi ki, çok geçmeden oraya teşrif etmiş oldular."

İbn-i Sa'd, Abdurrahman hin Sabit'ten şu haberi verir: "Bir gün Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Kelb kabilesinden bir kadim istetti. Bu maksadla kadım görmesi için Âişe'yi göndermişti. Âişe, gidip kadim gördü ve dön­dü. Dönüşünde Hazret-i Peygamber ona sordu: "Ey Âişe, sen o kadim nasıl gördün?" dedi. Âişe ise verdiği cevabta: "Ben o kadim güzel görmedim" dedi. Peygamberimiz de Âişe'ye dedi ki; "Sen o kadımın yanağında bir ben gördün ve bu sırada onun güzelliğinden dolayı ürperdin değil mi?" buyurdu. Âişe de bunun üzerine: "Ey Allah'ın Resulü, bir şeyi sizden saklamak mümkün olmuyor" demek zorunda kaldı." [23]

(Hatıb, İbn-i Asâkir, İbn-i Sabit tarikiyle Âişe'den şu haberi verir­ler: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) beni, nikahına almak istediği bir kadim görmem için göndermişti. Ben de dönüşümde, o kadim beğenmediğimi söylemiş­tim. Peygamberimiz ise bana: "Sen, o kadımın yanağında bir ben gördün ve onu gördüğün sırada kıskandın da başındaki saç örgülerin titredi!" buyurdu. Ben de kendisine durumu itiraf ederek: "Ey Allah'ın Resulü, bir şeyi sizden gizlemeye kimin gücü yeter ki?" cevabim verdim.")

Ebû Ya'lâ sahih bir senedle Enes'in şöyle dediğini nakleder: "Pey­gamber (sallallahü aleyhi ve sellem), öfkeli olarak evinden çıktı ve insanlara şöyle hitab etti: "Bugün sizler ne sorarsanız sorunuz, muhakkak onun cevabim verece­ğim!" Biz bu sırada, Cebrâîl (aleyhisselâm)'ın O'nunla beraber olduğu kanaatinde idik. İçimizden Ömer dedi ki: "Ey Allah'ın Resulü, bizler cahiliye dev­rinden yeni çıkmış bulunuyoruz. Sen, bizim kurs urlarımıza bakma, biz­leri affet, Allah da Senden yana bağışlamada bulunsun!" [24]

Yine Ebû Ya'lâ, fena olmayan bir senedle İbn-i Ömer'den şu haberi nakleder: "Ben, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle dediğini işittim: "Kureyş'ten şu topluluk, insanlar kendilerini dinden menetmediği müddetçe huzur ve güven içinde bulunacaktır!" Bu sırada adamın biri: "Ey Allah'ın elçisi, ben cennetlik miyim, yoksa cehennemlik miyim?" diye sordu. Peygam­berimiz kendisine: "Sen cennetliksin" dedi. Sonra bir başkası ayağa kalkıp: "Ben cennetlik miyim, yoksa cehennemlik miyim?" dedi. Pey­gamberimiz de: "Sen cehennemliksin" buyurdu. Sonra yine buyurdular ki: "Ey nas, ben sizlere bir şey sormadıkça, siz de bana bir şey sormayı­nız! Eğer, cenazelerinizi defnedecek kimseler bulunmayacak şekilde he­lak olmanızdan korkmasam, kimlerin cehennemlik olduğunu sizlere bir bir haber verirdim. Ben, bunu haber vermekle emrolunsaydım, muhak­kak haber verirdim!"

Deylemi İbn-i Ömer'den şöyle rivayet eder: "Yemen'de zuhur eden yalancı Peygamber Esved el-Ansi'nin öldürüldüğü gün, Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) semadan haber geldi. Bunun üzerine, O, dışarı çıkıp ashabına hitaben: "Bu gece Esved katledildi, onu mübarek bir ev halkından mü­barek bir adam katletti!" buyurdu. Ashab: "Onu kim katletti?" diye sor­du. Peygamberimiz de: "Onu Firuz katletti!" buyurdu. [25]

Hafız Abdul-Ganiyy bin Said, el-Mübhemat adlı kitabında Med-luk'tan şöyle rivayet eder: "Damdam bin Katade'nin bir oğlu dünyaya gelmişti. Çocuğun rengi siyahtı. Çocuğun anası ise Ücel Oğullarındandı. Damdam, durumdan kuşkulanarak Hazret-i Peygamber'e şikayete geldi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de kendisine dedi ki: "Senin deven var mıdır?" O: "Evet" dedi. Peygamberimiz: "Devenin rengi nedir?" dedi. O: "Kırmızı-siyah" dedi. Peygamberimiz: "Bu karışık renkler ona nereden gelmiştir?" dedi. O da: "Bir damar çekmiştir" dedi. Peygamberimiz de ona: "Öyleyse senin yeni doğan çocuğunda da bir damar çekmiştir" buyurdu.

Medluk der İd: "Daha sonra çocuğu doğuran kadımın kabilesi olan Ücel Oğullarından bazı yaşlı kadınlar geldiler ve bu kadımın ninesinin siyah olduğunu haber verdiler."

(Bu hadîsin aslı, Buhârî, ve Müslim'de Ebû Hüreyre'den rivayet edilmiştir.)

İbn-i Asâkir Ebû Hüreyre'den nakleder: "Bir adam vardı. Pek hayır işlemez, çok amelde bulunmaydı. Derken bu adamcağız vefat etti. Pey­gamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de buyurdu ki: "Biliyor musunuz, Allah o adamı cenneti­ne koydu." İnsanlar bundan hayrete düştüler. İçlerinden biri kalkıp evine gitti ve hanımına, onun Allah için olan amelinden sordu. Kadın da dedi ki: "Onun fazla bir ameli yoktu. Fakat o,.müezzinin ezan okuduğu­nu her duyuşunda, müezzinle beraber ezanı takib eder, müezzinin söy­lediklerini söylerdi.1' vefat edenin hanımından bu bilgiyi alan adam, durumu haber vermek üzere Peygamberimiz'in bulunduğu yere doğru gelirken, Peygamberimiz'in münadisi, Peyganıberimiz'den alman bu husustaki bilgiyi, bu gelen adama duyurmak üzere bağırdı: "Ey kişi, sen durumu sormak üzere merhumun evine gittin, onlara merhumun ame­lini sordun, onlar da sana şöyle şöyle söylediler" dedi. Gelmekte olan adam da: "Elbette ben şehadet ederim ki, Muhammed Allah'ın elçisidir!" diyerek karşılık verdi." [26]

Peygamberimizin Bazı Olacak Şeyleri Olmadan Önce Haber vermesine Dair Mucizeler

Müslim Huzeyfe'den şu haberi nakletmiştir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bana, kıyamete kadar olacak şeyleri söyleyip haber verdi." [27]

Buhârî ve Müslim diğer bir tarik ile yine Huzeyfe'den şöyle nakle­derler: "Bir gün Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bize karşı hutbe irad etti ve bu hut­besinde kıyamete kadar olacak her şeyi haber verdi. Tabii, bunları aklında tutan tuttu, tutamıyan da unuttu. Bu haber verilen şeylerden bazısı, haber verildiği şekilde zuhur eder, ben ise onun haber verilmiş olduğunu unutmuş olurum. Fakat o şey vukua gelince, vaktiyle bize haber verilmiş olduğunu derhal hatırlarım. Nasıl ki bir adam, tanıdığı bir kişiyi uzun müddet görmeyince unutur, fakat onunla karşılaşıp da kendisini gördüğü zaman derhal onu tanır." [28]

Müslim Ebû Zeyd'den şu haberi nakleder: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bize sabah namazını kıldırdıktan sonra minbere çıkıp hutbe irad eyledi. Bu hutbesinde pek çok şeyler anlattı ve hutbesini öğle vaktine kadar devam ettirdi. Sonra minberden inip namaz kıldırdı. Sonra yine minbere çıkıp ta Güneş batıncaya kadar hutbesini devam ettirdi. Olmuşu ve olacağı bizlere haber verdi. Şimdi bunları en iyi aklında tutan kimseler, bizını en alimi erimizdir"

Ahmed, İbn-i Sa'd, Taberânî, Ebû Zerr'den şu haberi naklederler: "Rasulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Allah'ın elçiliği görevini öylesine ifa etmiştir ki; gökte kanad çırpan bir kuşun halinden bile bize bilgiler vermiştir!" [29]

 (Ebû Ya'lâ, İbn-i Meni' ve Taberânî, bu mealdeki bir haberi Ebû'd-Derdâ'dan nakletmişlerdir.)

İmâm-ı Akmed, Tarihinde, Buhârî, Taberânî, Muğire bin Şube'den şu haberi nakletmişlerdir: "Peygamber (s.a. v.) kalkıp bizlere bir hutbe irad etti, kıyamete kadar ümmetinde vukua gelecek olan -fitne ve büyük olay­ları- haber verdi. Bunları aklında tutabilen tuttu, unutan da unuttu."

Taberânî İbn-i Ömer'in şöyle dediğini haber vermektedir: "Pey­gamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Gerçekten Allah, dünyayı kaldırıp bana gös­terdi. Dünyada kıyamete kadar olacak şeyleri (en büyük ve mühim olanİarim) gözümün Önüne getirdi de ben de bunlara bakıp bilgi edin­dim. Allah bu bilgileri bana, daha önceki Peygamberlerine tecelli ettir­diği gibi tecelli ettirdi." [30]

Ahmed, Semura bin Cündeb'ten şu haberi nakletmiştir: "Bir defa­sında güneş tutulmuştu. Peygamberimiz de kalkıp bu münasebetle na­maz kıldı, sonra şöyle buyurdu: "Ben şu namaz kıldığım makamda, sizlerin dünyada ve ahirette karşılaşacağimz şeyleri gördüm. Bunları bana, Allah gösterdi.11 [31]

Peygamberimizin, Ümmeti ve Ashabı Üzerine Dünya Nimetlerinin Açılacağim, Çoğalacağim; Hasedleşme ve Katillerin Zuhur Edeceğini Haber vermesi

Müslim, Ebû Said'den şu hadîs-i şerifi nakletmiştir:

"Dünya, hakikaten tatlı ve güzeldir (nefisler onun tatlılığına, zinet ve güzelliğine meyillidir). Allah ise, sizlerin nasıl amel edeceğine bakması için dünyada size Ömür ve fırsatlar verecektir. O halde sizler, dünyadan ye dünyanın en büyük fitnesi olan kadınlardan sakimnız! Sizden önce İsrâ'il Oğullarimn ilk fitnesi de kadınlar hakkında olmuştur."

Buhârî ve Müslim Amr bin Avftan ittifakla şu hadîsi rivayet et­mişlerdir: "Vallahi ben, sizin hakkınızda fakirlikten korkmuyorum! Fa­kat ben sizin hakkınızda dünya nimetlerinin bollaşmasından korkup endişe ediyorum. Öyle ki, dünya sizden evvelkiler üzerine genişlemiş, onları bu hususta rağbet ve rekabete düşürüp helak etmişti. İşte benim korkum dünya rağbet ve rekabetinin sizleri de bu duruma düşürüp he­lak etmesidir!" [32]

Yine Buhârî ve Müslim Cabir'den şu hadîsi rivayet ederler: "Rasu-lullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Şimdi sizin evlerinizde yumuşak döşekleriniz, kıymetli yaygılarimz var mıdır?" Ben: "Ey Allah'ın Resulü, bizını böyle şeylerimiz nereden olacak?" dedim. Bunun üzerine Peygamberimiz:'Takın bir gelecekte, sizin böyle şeyleriniz olacaktır!" buyurdu ve şunları ilave etti: "Bugün ben hanımıma: "Hanım, şu yaygım buradan çek!" di­yorum. Fakat yakın bir gelecekte sizler: "Peygamberimiz bizlere, yakın­da sizlerin yumuşak döşekleriniz, kıymetli yaygılarimz olacaktır" demişti, diyeceksiniz!"

Ahmed, sahihtir kaydiyle Hakim, Beyhekî, Talka el-Nadri'den şu haberi nakletmişlerdir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Yakında öyle bir zamana yetişeceksiniz ki; o zamanda üzerinize dünya nimetleri pek ge­nişleyecek! Öyle ki, sofralarimza yemek tepsilerinin biri konulup diğeri kaldıracak ve o zamanda sizler, Kabe örtüsü gibi kıymetli ve renk renk elbiseler giyeceksiniz." Oradakiler elediler ki: "Ey Allah'ın Resulü, bizler bugün mü daha hayırlı, yoksa o gün mü daha hayırlı olacağız?" Pey­gamberimiz de şu karşılığı verdiler: "Sizler bugün daha hayırlı durum­dasınız! Zira bugün sizler birbirlerinizi seviyor, sayıyorsunuz! O gün ise sizler, birbirlerinizi sevmeyecek üstelik düşman olacaksınız. Kiminiz kiminizin boynunu vurup öldürecektir." [33]

Ebû Nuaym, Abdullah bin Zeyd'in şöyle dediğini nakletmiştir: "Bir gün beni bir ziyafete davet ettiler, ben de gittim. Fakat ziyafet evinin duvarlarimn örtüler konularak süslenmiş olduğunu gördüm. Derhal o-turduğum yerden kalkıp çıktım ve ağlamaya başladım. Benim bu duru­mumu gören ve soranlara karşı dedim ki: "Kendimi tutamayıp ağladım İşte. Zira sevgili Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşlardı:

"Dünya size sokulacak, yanaşacaktır! Halbuki sizler bugün daha hayırlı durumdasınız. Yakında sabah yediğinizi, öğleden sonra yemiye-ceksiniz. Sabah bir türlü, öğleden sonra bir türlü giyineceksiniz. Evleri­nizi, Kabeyi örtercesine Örtüp süsleyeceksiniz."

"Söyleyin bakalım ey arkadaşlar, şimdi ben ağlamıyayım mı? Göz­lerimle gördüm ki, aynen Efendimiz'in haber verdikleri şekilde, Kabeyi Örtercesine evlerinizi örtüp süslemişsiniz!"

Yine Ebû Nuaym İbn-i Mes'ud'dan şu haberi vermektedir: "Adamın biri Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip dedi ki: "Ey Allah'ın Resulü, kıtlık bizleri yiyip tüketti!" Peygamberimiz de şu karşılığı verdi: "Ben sizin hakkı­nızda kıtlıktan değil, dünya nimetlerinin üzerinize bolca dökülmesinden daha çok korkmaktayım! Keşke benim ümmetim, altın ile süslenmesey-di!"[34]

(Bu hadîsin bir benzerini Ebû Nuaym Ebû Zerr ve Huzeyfe'den rivayet etmiştir.)[35]

Peygamberimizin Hıra Şehrinin Fethini Haber vermesi

Buhârî Tarih'inde, Taberanı, Beyhekî ve Ebû Nuaym, Evs bin Ha­rise bin Lam'ın oğlu Harim'den şu haberi nakletmişlerdir: "Peygam-ber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) Tebük'ten döndüğü sırada, hicret edip kendisine gittim. Bu sırada Efendimiz buyurdu ki: "İşte, beyaz köşkleriyle meşhur el-Hira şehri! Bana kaldırıp gösterildi, tşte şu da Nüfeyle-i Ezdiye'nin kızı Şey-ma! Kırçıl katıra binmiş, başim da siyah bir Örtü ile örtüp bürünmüş." Ben de dedim ki: "Ey Allah'ın elçisi, eğer bizler Hira'nın fethinde bulu­nur, oraya girer ve Şeyma'yı da sizin şimdi vasfettiğiniz gibi bulursam, izin veriniz de o benim olsun!" Peygamberimiz de: "Peki senin olsun!" buyurdu.

Ebû Bekir'in halifeliği zamanında, Müseylimetü'l-Kezzab fitnesini bertaraf ettikten sonra Hira'nın fethine yöneldik ve Allah'ın izniyle ora­sını feth ettik. Şehre girer girmez bizi ilk karşılayan, aynen Peygambe-rimiz'in buyurdukları gibi Şeyma bint-i Nüfeyle oldu. Ben dedim ki: "Bu benimdir. Onu bana Peygamberimiz hibe etmiştir!" Kumandanımız Ha-lid bin velid, bana bunun böyle olduğunu isbat etmemi istedi. Ben de kendisine durumu isbat ettim. Bunun üzerine onun benim olmasını, Halid bin velid de kabul etti. Benim, bunun böyle oluşunu isbat edişim ise: Muhammed bin Mesleme ile Muhammed bin Bişr'in, bu husustaki şehadetleri idi. Her ikisi de ensardan olan bu zatlar, bunu isbat eden kişilerdi. Derken Şeyma'nın oğlan kardeşi geldi ve onu kendisine teslim etmemi istedT Ben de kendisine: "On kerre yüz dirhem verirsen, onu sana teslim ederim" dedim. O da bana bin dirhem teslim etti ve esir dü­şen kardeşini kurtardı. Yanımdakiler bana dediler ki: "Eğer ondan yüz bin dirhem isteseydin, muhakkak bunu sana verecekti" dediler. Ben de dedim ki: "Ben, on kerre yüz dirhemden daha fazla bir sayı bilmediğim için, ancak bu kadar istedim. Eğer fazlasını bilseydim isterdim."[36]

Peygamberimizin, Yemen, Şam ve Irak'ın Fethini Haber vermesi

Buhârî ve Müslim, Süfyan bin Ebû Züheyr'den şu haberi nakle­derler: "Ben, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle dediğini işittim: "Çok geçmez Yemen fetholunur! Bazı kimseler de, Medine kendileri için daha hayırlı olduğu halde çoluk çocuğunu alarak oraya yerleşirler. Sonra Şam dahi fetholunur. Bazı kimseler de çoluk-çocuğunu ve kendilerine itaat eden kimseleri alarak Şam'a yerleşirler. Halbuki bilseler, Medine kendileri için daha hayırlıdır. Sonra Irak da fetholunur. Bazı kimseler de çoluk-çocuğunu alarak ve kendilerine itaat eden kimseleri de peşlerine taka­rak oraya yerleşirler. Halbuki bilseler Medine kendileri için ne kadar hayır hdır."

Sahihtir kaydiyle Hakim ve Beyhekî Abdullah bin Havle el-Ezdi'den şu haberi nakletmiştir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bir defasında şöyle buyurdular: "Sizler yakında bir bölük asker olarak Şam'a yine bir bölük asker olarak Irak'a bir bölük asker olarak da Yemen'e gidip yerleşirsi­niz." Ben dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, benim için hangisini tercih e-dersiniz." Peygamberimiz de: "Senin için Şam'ı tercih ederim."

İbn-i Sa'd, Sa'd bin İbrâhim'den nakleder. O şöyle demiştir: "Bana Abdurrahman bin Avf söyledi: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Şam'daki el-Selil de­nilen yeri ikta1 edip ona vermiş. Fakat bu hususta kendisine bir yazı vermeden Hazret-i Peygamber vefat etmiştir. Peygamberimiz ona bunu, sa­dece: "Allah, biz müslümanlara Şam'ın fethini müyesser buyurduğu za­man, oradaki el-Selil denilen yer senindir" demek suretiyle ikta' eylemiştir." (ve bu suretle de Şam'ın fethedileceğim haber vermiştir.) [37]

Peygamberimizin, Kudüs'ün ve Etrafimn Fethedileceğini Haber vermesi

Buhârî, sahihtir kaydiyle Hakim, Avf bin Mâlik bin el-Eşcai'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Rasulullah bana buyurdu: "Kıyamet kop­madan önce, onun alametlerinden olarak şu altı şey zuhur eder:

Bir; Büyük çapta Ölümler.

İki; Kudüs'ün fethi.

Üç; Koyun sürülerini kırdığı gibi insanları kıracak olan göğüs hastalığı.

rt; Malın son derece bol­laşması. O derecede ki, kişiye yüz altın verildiği zaman bile "bu da bir şey mi?" diyerek kızacaktır.

Beş; Arab'ın her evine girecek olan çok yay­gın bir fitne.

Altı; Sizlerle Asfer oğulları (Rumlar) arasında varılacak olan bir sulh andlaşması. Fakat onlar sonunda bu andlaşmalarına hi-yanet ederek sekiz bölüğe ayrılmış askerler halinde gelirler ve size sal­dırırlar. Bu sekiz bölükten her birinde on iki bin asker bulunur. (ve ülkenizi dokuz ay kadar işgal ederler).

Vaktaki Imvas vebası zuhur etti, bazıları dediler ki: Avf bin Mâlik Muaz'a hitaben: "Ey Muaz, ben işittim ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kıyamet kopmazdan önce, onun alametlerinden olarak altı şey zuhur edecektir" buyurmuştu, İşte bu aitı şeyden olarak, pek çok kimselerin öldüğü şu Imvas vebası zuhur etmiştir. Hatta bu alametlerden diğer ikisi daha zuhur etmiş bulunuyor. Sen acaba bu hususta ne dersin?" Bunun üzeri­ne Muaz da dedi ki: "Şüphesiz bunların her birinin müddeti ve zamanı vardır. Ben derim ki, beş alamet vardır ki onların gölgesi üzerinize düş­müş bulunmaktadır. Her kim bunlardan birine yetişecek olursa ve ölü­mü tercih durumunda da kalırsa, hiç durmasın tercih etsin! İşte bu cümleden olarak: İnsanlar minberler üzerinde birbirine lanet okuyacak, Allah'ın verdiği mal yalan üzere dağıtılacak, binalar yükseltilecek, hak­sız yere kanlar dökülecek, akrabalık bağları kesilecektir." [38]

İbn-i Sa'd Zi'l-Esâbi'den şu haberi nakletmiştir: "Bir gün Hazret-i Pey-gamber'e: Ey Allah'ın elçisi, ben senden sonraya kalıp o günleri görecek olursam, bana nerede ikâmet etmemi emredersiniz?" diye sordum. Pey­gamberimiz de bana: "Beytü'l-Makdis'e in, orada otur! Ümîd edilir ki, Allah senin neslinde bu mescid'e hizmet edecek evladlar nasîb eder." [39]

Peygamberimizin Mısır’ın Fethini ve Orada Olacak Olayları Haber vermesi

Müslim Ebû Zerr'den şöyle rivayet etmiştir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sizler yakında insanların alış-veriş muamelelerini Kîrât demlen pa­rayla yaptıkları bir ülkeyi fethedeceksiniz. Ben sizlere, oranın halkına hayır ve iyilik yapmanızı tavsiye ediyorum. Çünkü onların, sizin himayenizde olmaları ve îbrâhîm (aleyhisselâm)'dan gelen bir akrabalık hakları bulunacaktır. Ayrıca sizlere bir tavsiyem daha olacaktır: Eğer sizler iki kişinin bir kerpicin bulunduğu yerde birbiriyle vuruştuklarim görürse­niz, biliniz ki orada fitne başlamıştır ve siz orasını terkediniz."

(Denildi ki: Birgün Ebû Zer, Rabia ile Abdurrahman biu Şurah-bil'in bir kerpicin bulunduğu yerde birbiriyle dövüştüklerini gördü ve bu sebeble orayı terketti.)

Beyhekî ve Ebû Nuaym Ka'b bin Mâlik'ten şöyle naklederler: "Ben Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle dediğini işittim: "Sizler Mısır'ı fethettiğiniz şamarı orasının halkı olan Kıbtüere iyi muamele ediniz. Zira onların hem zınımet, hem de yakınlık hakları vardır."

(Peygamberimiz, bu yakınlık haklaxi ile, îbrâhim (aleyhisselâm)'ın zevcesi ve Ismâîl (aleyhisselâm)'ın anası Hâcer validemiz ile Peygamberimizin oğlu İbrahim'in Mısırlı anası Mâriye validemizi kasdetmektedir.)

Ebû Nuaym, Ümmü Seleme'den ise şu haberi vermektedir: "Pey­gamber (sallallahü aleyhi ve sellem) vefatı sırasında buyurdular ki: "Mısır Kıbtîleri hakkında Allah'tan korkunuz, Allah'tan korkunuz! Zira sizler yakında orasını fet­hedeceksiniz. Onlar da sizlere Allah yolunda hayırlı destek ve yardım­cılar olacaktır."

Müslim Ebû Hüreyre'den şöyle rivayet eder: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Irak dirhemini ve kafîzini (ölçeğini) menetti, Şam da dinarim ve ölçeğini esirgedi, Mısır dahî parasını pulunu menetti. Sizler, başladı­ğimz yere döndünüz (yâni döneceksiniz)."

 (Yahya bin Âdem der ki: Peygamberimiz bu hadislerinde, Kafîz ve Dirhem isınılerini, Hazret-i Ömer zamanında bunlar konulmazdan önce zik­retmiş oldu ki, bu da olacak bir şeyi, olmazdan önce haber vermesidir ve bir mucizedir.)

İmâm-ı Şafiî el-Ümm adlı kitabında Hazret-i Âişe'nin şöyle dediğini kaydetmiştir: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Medine ehli için Züî-Huleyfe'yi; Şam'lılar, Mısırlılar ve Mağribliler için de Cuhfe'yi ihrama girilecek yer olarak tâyîn etti." [40]

Peygamberimizin Deniz Savaşına Çıkacak Gâzîleri ve Ümmü Hıramin da Onlardan Olacağını Haber vermesi

Buharî ve Müslim Enes'in şöyle dediğini haber verirler: "Bir gün Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Ümmü Harâm'ın yanına gittiler ve orada uyudular. Uyandığı zaman gülüyordu. Ümmü Haram dedi ki: "Ey Allah'ın elçisi, gülmenizin sebebi nedir?" Peygamberimiz de şöyle karşıladı: "Ümme­timden bazı kimseleri gördüm, gemilere binip kendilerini Allah yoluna vermişler ve denizin ortasına açılmışlar gidiyorlar." Ümmü Haram da der ki: "Ey Allah'ın elçisi, Allah'ın beni de onlardan kılması için dua e-diver!" Peygamberimiz, Ümmü Haram'ın da onlardan olması için dua e-diverdi. Sonra başim yere koyup yine uyudu. Sonra uyandığı zaman yine gülüyordu. Ümmü Haram da sordu: "Gülmenizin sebebi nedir ey Al­lah'ın Resulü?" Peygamberimiz de aynı cevabı verdiler. Ümmü Haram, yine dayanamayıp: "Ey Allah'ın Resulü, Allah'a dua ediver de beni de onlardan eylesin!" Bunun üzerine Peygamberimiz buyurdu: "Ey Ümmü Haram, sen ilk, denizde savaşa çıkanlardansın!"

Muâviye zamanında düzenlenen ilk deniz seferine Ümmü Haram, kocası Ubâde bin Sâmit ile birlikte katıldı. Savaş bittikten sonra dönüş hazırlığı yaptıkları sırada, Ümmü Haram'ın üzerine binmesi için bir hay­van takdim ettiler. Üzerinde Ümmü Harâm'ı taşıyan hayvan, ansızın tö­kezleyip onu yere düşürdü ve o bu sebeble orada (Kıbrıs'ta) vefat etti."

Buharî Umeyr bin el-Esved'den şu hadîsi rivayet eder: "Ümmü Haram'ın bize anlattığına göre, o Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu­ğunu duymuştur: "Ümmetimden deniz harbine çıkan ilk ordu, muhak­kak kendilerine (cenneti) gerekli kılacaklardır!"

Ümmü Haram der ki: "Ben: "Ey Allah'ın Resulü, ben onlardan mı­yım?" diye sordum. Peygamberimiz de: "Evet, sen de onların içinde ola­caksın" buyurdu.  Sonra şöyle buyurdu:  "Kayser'in (Rum Kralimn)

şehrine ilk gazaya giden ordu da, muhakkak Allah'ın mağfiretine maz-har olacaktır!" Bunun üzerine ben yine sordum ve: "Ey Allah'ın Resulü, bunlar içinde ben de olacak mıyım?" dedim. Hazret-i Peygamber de: "Hayır, sen onların içinde bulunmayacaksın" buyurdu.[41]

Peygamberimizin; Hüzistan’ın, Kirman’ın ve Halkı Kıldan Yapılmış Ayakkabı Giyen Bir Yerin Fethini Haber vermesi

Buhârî Ebû Hüreyre'den rivayet eder: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Sizler Acem diyârındaki Huzistan ve Kirman halkıyla savaşmadıkça kıyamet kopmaz! Yine Acem ülkesinden kırmızı yüzlü, basık burunlu bir kavimle savaşmadıkça da kıyamet kopmaz. Bu insanların aynı zamanda gözleri küçük, yüzleri yuvarlaktır. Yine sizler kıldan yapılmış ayakkabı giyen bir toplulukla savaşmadıkça da kıyamet kopmayacakldır."

Beyhekî der ki: Bu, aynen zuhur etmiştir. Zira Haricîlerden bir topluluk çıkmış, Rey taraflarında müslümanlarla savaşştır. Bunların ayakkabıları ise, tamamen kıldan mamul idi. [42]

Müslümanların, Hind Ülkesine Gazaya Gideceklerine Dâir İhbar

Beyhekî, Ebû Hüreyre'nin şöyle dediğini nakleder: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bizlere Hind ülkesi ile gaza edeceğimizi va'd buyurdu." [43]

 

24-2 Rumlar ile Yapılacak Sulha Dâir İhbar

İbn-i Sa'd'ın ve sahihtir kaydiyle Hâkim'in Zîmahber'den naklet­tikleri bir haber de şu mealdedir: "Ben, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem):'Yakında Rumlar sizinle güvenilir bir sulh andlaşması yapacaklardır!" diye bu­yurduğunu duydum."[44]

Peygamberimizin, Fâris ve Rûm Diyarlarimn Fethedileceğini Haber vermesi

Beyhekî, Ebû Nuaym ve Delâil adlı kitabında Sabit, Abdullah bin Havaleden şu haberi naklederler: "Biz, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında idik. Kendisine açlık, açıklık ve yoksulluktan şikâyette bulunduk. Pey­gamberimiz de buyurdu ki: "Vallahi ben, sizin hakkınızda bir şeyin çok­luğundan daha fazla korkmaktayım! Vallahi bu emir, Allah sizlere Fâris ve Rûm diyarlarimn fethini müyesser kıhncaya kadar sizde devam ede­cektir. Hattâ sizler Hımyer'i dahî fethedeceksiniz, İşte o zaman sizler üç askerî birlik hâlinde bölüneceksiniz. Bir bölüğünüz Şam'da, bir bölüğü­nüz Irak'ta, bir bölüğünüz de Yemen'de olacak. Aranızda mal da iyice bollaşacak. O kadar ki, adamın birine yüz altın verilse, bunu azınısıya-cak ve öfkeyle karşılayacaktır."

Ben bunun üzerine dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, bizını Şam'a nasıl gücümüz yetsin? Orasını Rumlar kuvvetli askerlerle korumakta­dırlar." Bunun üzerine Peygamberimiz: "Vallahi onun fethini sizlere Al­lah müyesser kılacaktır! Orasının sivil-asker kuvvetli adamlarim, sizin başı tıraş edilmiş siyah bir adamcağızınıza bile itaatli kılacaktır! Sizler emreden, onlar da emri yerine getiren olacaktır. İslâm ve müslümanlar, bu derece izzet bulacaktır!"

Bu hususta bir tevcihte bulunan Abdurrahmân bin Cübeyr bin Nüfeyl der ki: "Peygamberimizin ashabı, bu hadîsin haber verdiği şeyi, Cüz bin Süheyl el-Sülemî'nin şahsında aynen görmüşlerdir. Şöyle ki: O, fethedilen Acem diyarında onların üzerine tâyin edilmiş bir vâlî idi. Namaz vakti geldiğinde Mescid'e giderlerken bir ona, bir de onu geçiyor diye ayağa kalkmış bulunan Acemlere bakarlar, bunu hayret ve ibretle karşılarlar. İşte, vaktiyle Peygamberimiz'in bizlere haber verdiği şey, şimdi aynen gözümüzün önündedir!" derlerdi."

Beyhekî ve Ebû Nuaym Abdullah bin Büsr'den şu haberi nakleder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Varlığım elinde olana yemin ederim ki, sizler Fâris ve Rûm ülkelerini fethedeceksiniz! O sırada mâl ve yiyecek o kadar çoğalacaktır ki, bunlar yenilirken, üzerine Allah'ın adı zikredil-miyecek (besmele çekilmiyecek) tir." [45]

Beyhekî ve Ebû Nuaym İbn-i Ömer'in şöyle dediğini rivayet eder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Ümmetim, salınarak ve çalım satarak yü­rümeye başladığı ve Fâris ve Rum halkı kendisine hizmet etmeğe baş­ladığı zaman, içlerinden şerlileri hayırlıları üzerine musallat kılimr." [46]

Hâkim Zübeyr'den nakleder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Zaman, şöyle ve şöyle bir müddet ilerlediği zaman, sizler Fâris ve Rum ülkelerini fethedersiniz. Biriniz, sabahleyin giydiğini öğleden sonra giymez olur. Çeşit/i yemeklerden biri kalkar, diğeri konulur."

Ebû Nuaym Avfbin Mâlik'in şöyle dediğini nakleder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Ey ashabım, sizler fakirlikten mi korkuyorsunuz? Gerçekten Allah sizlere Fâris ve Rum'un fethini müyesser kılacak, dünyâ nimetleri de üzerinize yağmur gibi dökülecektir. Eğer sizler ben­den sonra yoldan sapacak olursanız, sapmanızın sebebi de sâdece dünyâya aldanmanız olacaktır!"

Hâkim ve Ebû Nuaym, Hâşim bin Utbe'den rivayet eder: O şöyle demiştir: Ben, gazada Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte idim. O'nun şöyle buyurduğunu işittim: "Arab yarımadasının tamâmimn fethini Allah size nasîb buyuracaktır! Sonra Fâris'i, sonra Rum'u fethedeceksiniz. En so­nunda da Deccâl ile savaşacak, Allah'ın izni ve yardımı ile onu da tepe­leyeceksiniz." [47]

Beyhekî Amr bin Şerahbil'den şu haberi vermektedir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Bu gece rüyamda; bir sürü siyah koyunun arkamdan geldiğini gördüm. Sonra da beyaz koyunlar geliyordu." Orada bulunan­lardan Ebû Bekir dedi ki: "Ey Allah'ın Resulü, siyah koyunlar Arab'a, beyaz koyunlar da Arab'ın dışındaki kavimlere işarettir. Onların sana (yâni İslama) uyacağim göstermektedir." Peygamberimiz de: "Evet, se­her vaktinde bir melek dahî bunu bu şekilde tâbîr etmiştir" buyurdu.

(Bu haber mürseldir. Süyûtî) [48]

Peygamberimizin Kisrâ ve Kayserin Helak Olacaklarim, Hazînelerinin Allah Yolunda İnfâk Edileceğini ve Bu İkisinin Helâkından Sonra Kisrâ ve Kayser'in Olmayacağim Haber vermesi

Buharî ve Müslim Ebû Hüreyre'den şu hadîsi rivayet ederler: "Kisrâ helak olduğu zaman, ondan sonra bir daha Kisrâ yoktur! Kayser helak olduğu zaman, ondan sonra bir daha Kayser yoktur! Varlığım e-linde olana yemin ederim ki, sizler bu ikisininin hazînelerini alıp Allah yolunda harcıyacaksımz."

Müslim tek başına Câbir bin Semura'dan şu hadisi rivayet eder: "Elbette müsiümanlardan bir grup, Kisrâ'nın beyaz köşkündeki hazîneleri alıp Allah yolunda harcıyacaklardır!" [49]

(Câbir der ki: Ben ve babam, Iran Kralı'nın beyaz köşkündeki hazîneleri ele geçiren müslümanlar arasındaydık. Bize ondan bin dir­hem isabet etmiştir.)

Beyhekî Hasan-ı Basrî'den şöyle nakleder: "Halîfe Ömer'e Kisrâ'nın iki koluna takındığı bilezikleri getirdiler ve bunları Sürâka bin Mâlik alıp kendi kollarına geçirdi ve bu bilezikler, onun omuzlarına doğru yükseldi. Bunun üzerine Ömer: "Iran Kralı'nın bileziklerini Sürâka bin Mâlik'in elinde görmeyi bana nasîb buyuran Allah'a sonsuz hamd olsun! O bir Kisrâ idi. Bu ise Müdlicli bir ârâbîdir" dedi.

İmâm-ı Şâfiî der kir "Kisrâ'nın bileziklerini Sürâka bin Mâlik'in takınmasının sebebi; Peygamberimiz'in onun kollarına bakıb da: "Ey Sürâka, ben sanki Kisrâ'nın bileziklerini, kemerini ve tacim senin üze­rinde görüyorum!" diye buyurmuş olmasıdır." [50]

Yine Beyhakî İbn-i Utbe'den, o Ebû Mûsa'dan, o da Hasan'dan ol­mak üzere şu haberi nakletmiştir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Sürâka bin Mâlik'e hitaben: "Ey Sürâka, sen Kisrâ'nın bileziklerini koluna geçirdi­ğin zaman, bakalım nasıl olacaksın?" buyurdu. Halife Ömer'e bu bile­zikler getirildiği zaman, Sürâka bin Mâlik'i çağırttı ve ona bu bilezikleri koluna geçirmesini söyledi. O da geçirdi. Bunun üzerine halîfe ona: "Bunları Kisrâ bin Hürmüz'den alıp da Sürâka bin Mâlik'e giymeyi nasîb buyuran Allah'a hamdolsun!" demek suretiyle Allah'a hamdetme-sini söyledi. O da bu şekilde hamdetti."

Haris bin Ebû Üsâme İbn-i Mihîrîz'den şu haberi vermektedir: Bir gün Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Fâris (Iran), bir veya iki darbe ile yıkılır. Tabii bundan sonra da bir daha Faris olmaz. Rum'a gelince o, bir iki darbe ile yıkılmaz; onun yıkılması için epey nesiller gelip geçecektir. Tabiî en sonunda o da fethedilecektir!"[51]

Peygamberimizin; Kendilerinden Sonraki Halîfeleri, Hükümdarları, Dört Râşid Halîfeyi, Muâviye'yi, Ümeyye Oğullarim, Abbâs Oğullarim, Allah'ın Dînini İkâme Ettikleri Müddetçe İdarenin Kureyş'te Kalacağim, Türklerin İdareyi Araplardan Devralacağim Haber vermesi

Müslim Ebû Hüreyre'den şöyle rivayet eder: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Vaktiyle Isrâîl oğullarim Peygamberler sevk ü idare ederler­di. Bir Peygamber vefat edince, yerine bir Peygamber gelirdi. Fakat bi­liniz ki benden sonra Peygamber gelmeyecektir! Benden sonra pekçok halîfeler gelecektir." Dediler ki: "Bize neyi emredersiniz?" Buyurdu ki: "Halîfenize olan biatinize vefakâr olunuz ve onların hakkım veriniz. Onların sizleri nasıl idare ettiklerini ise, muhakkak Allah onlardan so­racaktır."

Yine Müslim Câbir bin Semura'dan şu hadîsi rivayet eder: Ben Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu duydum: "Kureyşten on iki halîfe gelinceye kadar dîn dimdik ayakta duracaktır! Fakat sonra âhir zamanda yalancı deccâller çıkacaktır." [52]

Beyhekî Ebû Hüreyre'den şöyle bir haber nakletmiştir: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Benden sonra bazı halîfeler gelecek, bunlar ilimleriyle amel edecekler, memur bulundukları şeyleri yapacaklardır. Fakat bunlardan sonra bazı halifeler de gelecek ki, bunlar bilmedikleri şeyleri ya­pacaklar, me'ınûr bulunmadıkları şeyleri de işliyeceklerdir."

Yine Beyhekî Câbir bin Abdullah'tan şu haberi vermektedir: Pey­gamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ka'b bin Ucra'ya hitaben: "Ey Ka'b, Allah seni sefih in­sanların işbaşına geçmesinden korusun." Ka'b sordu; "Sefih insanların işbaşına geçmesi nedir?" Peygamberimiz de şu cevabı verdiler: "Benden sonra birtakım emirler gelecek, bunlar benim hidâyetimle hidâyetlen-meyecek ve benim sünnetimle amel etmiyeceklerdir."[53]

Buhârî ve Müslim Abdullah'tan şu hadîsi rivayet ederler: "Benden sonra çok geçmez, idarede istibdâd ve kabul edemiyeceğiniz birtakım aykırılıklar olur!" Dediler ki: "içimizden o günleri görenler olursa, onlar için neyi tavsiye edersiniz?" O da: "Vazifelerinizi yapimz, haklarimzı da Allah'tan isteyiniz!" buyurdu.

İbn-i Mâce, Hâkim, Beyhekî, Irbâz bin Suriye'den rivayet ederler: O şöyle demiştir: Bir gün Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bizlere çok belîg bir va'zda bulundu. Öyle ki, bu va'zm te'sîriyle kalbler ürperdi, gözler dolu dolu yaş döktü. Dediler ki: "Ey Allah'ın Resulü, bu va'zınız, bir nevi veda va'zı gibi oldu. Şayet ayrılık yakın ise, bizlere neyi tavsiye edersiniz?" Şöyle bu­yurdular; "Sizlere Allah'a karşı takvalı olmanızı, başımzdaki Habeşli bir köle bile olsa, söz dinleyip itaat etmenizi vasiyet ederim! Yaşıyanlarimz görecek, ileride çok ihtilaflar zuhur edecektir! Ben sizlere, bid'at işlerden sakınmanızı vasiyet eylerim. Zira bunlar dalâlettir. İçinizden o zamana yetişenler, benim sünnetimle ve doğru yolda giden râşid halîfelerimin sünnetiyle amel etmeye baksınlar! Sizler, bunun üzerine sımsıkı sarılı­nız!"

Ebû Ya'lâ, Hâkim ve Ebû Nuaym Âişe'nin şöyle dediğini nakleder­ler: "Mescid'in yapımı sırasında temele ilk taşı, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) koy­du. Sonra Ebû Bekir bir taş yüklenip getirdi ve temele koydu. Sonra Ömer bir taş getirip temele koydu, sonra Osman bir taş getirip koydu. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber: "İşte benden sonra halîfeler bunlardır!" buyurdu.

İbn-i Mâce ile Hâkimin Huzeyfe'den naklettikleri rivayette şöyle­dir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Benden sonra, şu iki zâta: Ebû Bekr ile Ömer'e uyunuz!"

(Hâkim tek başına bunun benzeri bir rivayeti İbn-i Mes'ud'dan da rivayet etmiştir.)

Buharî ve Müslim Ebû Hüreyre'nin şöyle dediğini ittifakla rivayet ederler: Ben, kulağımla işittim, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Ben uykuda iken kendimi bir kuyunun başında gördüm. Kuyunun üzerinde kovası da vardı. Ben kuyudan bir miktar su çektim. Sonra kovayı Ebû Bekir aldı. Bir iki kova da o çekti. Onun su çekişinde bir za'f vardı. Şüphesiz ki Allah kendisini mağfiretine mazhar kılacaktır. Sonra ku­yunun kovası çok büyük bir kova hâline geldi ve onu Ömer alarak su çekti. O kadar çekti ki, insanlardan hiç biri bu kadar kahraman olamaz! Nihayet o, çektiği su ile insanları suya kandırdı."

(Buharî ve Müslim, benzeri bir rivayeti İbn-i Ömer'den de rivayet etmişlerdir.)

Beyhekî Ebû Hüreyre'nin şöyle dediğini nakleder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Ben rüyamda siyah bir sürü koyunu suluyordum. Derken beyaz bir sürü koyun da bunlara katıldı. Tam bu sırada Ebû Bekir gelip koyunları sulamaya başladı. Fakat ancak bir veya iki kova su çekti. Onda bu hususta bir zayıflık vardı. Sonra Ömer geldi kovayı eline aldı. Kova Ömer'in elinde çok büyük bir kova haline geliverdi. Ömer bütün insanları suya kandırdı. Derken hayvanları da suladı. Ben, rüyamdaki siyah koyunları Arablara, sonradan katılan beyaz koyunları şu kardeşleriniz Acemlere yordum."

İmâm-ı Şâfiî der ki: "Peygamberlerin rüyası, ilâhî bir vahiydir. Yukarıdaki hadiste geçen Ebû Bekir'le ilgili zayıflık ise; O'nun halifeliğinin kısa sürmesine işarettir." [54]

İbn-i Sa'd Hasan-ı Basrî'den şöyle nakleder: "Ebû Bekir demiştir ki: "Ey Allah'ın Resulü, ben rüyamda bir müddet insanların dışkıları ü-zerinde yürümeye devam ettim. Acaba bunun yorumu nasıldır?" Pey­gamberimiz de şöyle buyurmuştur: "insanları idare etme bakımından bir yol bulacağına yorulur." Bunun üzerine Ebû Bekir: "Bir de rüyamda yâ Rasûlallah, göğsümün üzerinde iki rakamı gibi bir şey vardı, acaba bunun yorumu nasıldır?" Peygamberimiz de: "Bunun yorumu da, iki se­nedir" buyurdu.

İbn-i Sa'd İbn-i Şihâb'tan şu haberi nakleder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bir rü'ya gördü ve bunu Ebû Bekr'e anlattı: "Ey Ebâ Bekr, ben rüyamda sanki seninle bir merdivende yarışıyordum. Ben seni iki basamak geç­miştim. Ayrıca yarım basamak kadar daha bir fark da göze çarpıyordu." Ebû Bekr de dedi ki: "Ey Allah'ın Resulü, Allah Seni rahmet ve mağfiretine aldıktan sonra, ben iki buçuk sene kadar daha yaşıyacağım."

Buharî ve Müslim ittifakla Âişe'nin şöyle dediğini rivayet ederler: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hastalığı sırasında buyurdu ki:

"Ey Âişe, bana babanı ve kardeşini çağır da ben, Ebû Bekr için bir mektûb yazayım! Zira ben, birinin çıkıp da bir şey söylemesinden, bir hak iddia etmesinden korkmaktayım. Halbuki Allah ve mü'ıninler, Ebû Bekir'den başkasını istememektedir." [55]

Beyhekî ve Ebû Nuaym İbn-i Ömer'den şöyle rivayet ederler: Ben Resûluüah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim: "Sizin içinizde on iki halîfe çıkar. Ebû Bekrin bana halifeliği, çok kısa sürer. Arab'ın işlerini büyük bir ehliyet ve liyâkatle görecek olan zât ise, Övülecek ve örnek almacak bir şekilde yaşar, şehîd olarak da vefat eder."

Tam bu sırada adamın biri: "Bu zât kimdir, ey Allah'ın Resulü?" diye sordu. Peygamberimiz de: "Hattâb'ın Oğlu Ömer'dir" buyurdu. Sonra Osman bin Affân'a dönerek: "Sana gelince: İnsanlar senden Al­lah'ın sana giydirdiği gömleği çıkarmanı istiyecekler. Varlığım elinde o-lana yemin ederim ki ey Osman, eğer sen o gömleği çıkaracak olursan, bil ki ebediyen cennete giremezsin!" [56]

İbn-i Asâkir Enes'ten şu haberi nakleder: "Mustalik Oğullarim temsîlen gelmiş bulunan heyet, beni Resûlullah Efendimiz'e gönderip şu hususu sordurdular: "Ey Allah'ın Resulü, bizler önümüzdeki sene geldi­ğimizde, seni bulamazsak zekâtımızı kime edâ edeceğiz?" Ben onlar nâmına bunu Resûlullah Efendimiz'e soruverdim. Efendimiz de cevab-larında buyurdular ki: "Onlara söyle, bu takdirde zekatlarim Ebû Bekr'e edâ ederler." Ben bunu kendilerine tebliğ ettim. Bu sefer onlar: "Şayet Ebû Bekr'i bulamazsak kime vereceğiz?" diye sordular. Ben onlar nâmına bunu soruverdiğimde, Resûlullah Efendimiz'in cevabı: "Bu tak­dirde Ömer'e öderler" oldu. Bunu kendilerine ulaştırdım. Bu sefer de onlar: "Ömer'i bulamazlarsa ne olacağını" sordurdular. verilen cevab da: "Osman'a verirler. Fakat Osman'ın öldürüldüğü gün, sizlere yazıklar olsun!" şeklinde idi." [57]

Taberânî, Ebû Nuaym, Câbir bin Semura'dan şu haberi vermekte­dirler: "Resûlullah Efendimiz Ali'ye hitaben şöyle buyurdu: "Ey Ali, sen gerçekten müemmer ve müstahlefsin (emîr ve halîfe olacaksın) ve sen gerçekten şehîd düşeceksin! Başından akan kanlar ile şu sakalın da kanlara boyanacaktır." [58]

Hâkim de Sevr bin Miczât'tan şu haberi nakleder: "Ben, Cemel Vak'ası Gününde vefat etmek üzere bulunan Talha'ya uğradım. O bana: "Sen kimlerdensin?" diye sordu. Ben de: "Mü'ıninlerin Emîri Ali'nin ar-kadaşlarındanım" cevabim verdim. Bunun üzerine Talha: "Elini uzat da sana bîat edeyim" dedi. Elimi uzattığımda bana bîat etti ve göz yaşları dökerek ağladı. Akabinde de ruhunu teslim eyledi. Ben, Ali'ye gidip du­rumu haber verdim. Ali de bunu: Allahü Ekber, Allah yegâne büyüktür! O'nun Resulü Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) de gerçektir! Gerçek söylemiştir! de­mek ki Yüce Allah, Talha'nın cennete girmesini, ancak bana olan bîati boynunda iken murâd etmiştir" diyerek karşıladı.

İbn-i Asâkir Seki bin Ebû Hayseme tarikiyle Abdurrahmân bin Sehl el-Ansârî'den şu haberi nakleder ki, bu râvî Uhudgazilerinden bi­ridir ve şöyle demiştir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Hiç bir peygam­berlik makamı yoktur ki, onu halifelik makamı tâkîb etmiş olmasın! Hiç bir halifelik makamı da yoktur ki ona da hükümdarlık makamı tâkîb etmiş olmasın! Hiç bir dînî vergi yoktur ki, onu da bir gümrükçülük tâkîb etmiş olmasın." [59]

Beyhekî, Ebû Nuaym, Ebû Ubeydetü'bnü'l-Cerrâh ile Muâz bin Cebelden şu hadîsi rivayet ederler: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Mu­hakkak bu iş, bir nübüvvet (Peygamberlk) ve rahmet olarak başlamıştır! Sonradan halifelik ve rahmet olacaktır. Daha sonra ise, ısırgan bir hü­kümdarlık hâline gelecektir. Daha da sonraları ise; azgınlık, taşkınlık, cebir ve zulümcülük ve ümmet içinde fitne ve fesadçılık olup çıkacaktır. Artık onlar; zinanın, içkinin ve ipekli giymenin helâl olduğunu iddia e-deceklerdir. Üstelik bu hususta kendilerine destek olanları da bulacak­lar ve bu yüzden rızıklanacaklardır." [60]

Ebû Dâvûd, hasendir kaydiyle Tirmizt, Nesaî, Hâkim, Beyhekî ve Ebû Nuaym Süfeyne'den şu hadîsi rivayet etmişlerdir:

"Ümmetimdeki halifelik (Peygambere halef ve vekil olma mânasında), otuz senedir! Sonra meliklik olur."

(İşte bu hadîste buyurulan otuz sene, dört râşid halîfenin halîfelik müddetidir ve böyle olmuştur.) [61]

Beyhekî Ebû Bekre'den şu hadîsi rivayet eder: "Nübüvvet hilafeti (râşid halîfelik) otuz senedir. Sonra Allahü teâlâ dilediğine hükümdarlığı verir."

(Bu hadîs'in mısdakı sadedinde olmak üzere Muâviye demiştir ki: "İşte biz, hükümdarlığa razı olduk.") [62]

Yine Beyhekî Huzeyfe'den şu hadîsi rivayet eder: "Sizler, Allahü teâlâ'nın sizler için dilediği müddet zarfında nübüvvetin gölgesi altında yaşıyacaksınız. Sonra Allah bunu dilediği zaman kaldıracaktır. Sonra nübüvvet ölçüsüne uyan halifelik olacak, bu da Allah'ın dilediği bir za­manda kaldırılacaktır. Bundan sonra ise, ısırgan bir hükümdarhk gele­cektir. Bundan sonra da cebriye (baskıcı ve ezici) bir idare gelecek. Tabiî Allah dilediği zaman bunu da kaldıracaktır. Sonra arada yine peygam­berlik Ölçüsüne uygun bir halifelik gelecektir."

İşte, bu hadîs-i şerîf, Ömer bin Abdü'l-Azîz iş başına geldiği zaman kendisine nakledildiğinde, ayrıca kendisine hitaben: "Bizler ümîd edi­yoruz ki cebriye bir idareden sonra gelecek olan o nübüvvet hilâfeti, sizin idârenizdir" denildiğinde; buna çok sevinmiş, fazlasıyla mesrur olmuş­tur. [63]

Hâkim ve Beyhekî de Ebû Hüreyre'den şu hadîsi rivayet ederler: "Halîfelik idaresi Medine'de, meliklik idaresi ise Şam'dadır!"

Yine Hâkim sahihtir kaydiyle ve Beyhekî Abdullah bin Havâle'den şu haberi naklederler: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Eğer sen, hilâfetin arz-ı mukaddese'ye nakledildiğini görürsen, bil ki depremlerin ve büyük kederlerin gelmesi yakındır. Aynı zamanda çok büyük işler ve hattâ kı­yametin kopması da yakındır!"

(Beyhekî der ki: Buradaki kıyametten murâd, o neslin yok olup gitmesidir.) [64]

Ebû Nuaym Ebû'd-Derdâ'nın şöyle dediğini rivayet eder: "Os­man'ın ölümünden sonra Medîne, Muâviye'nin ölümünden sonra da rahat diye bir şey yoktur!"[65]

İbn-i Ebî Şeybe de Müsnedinde Abdul-Melik bin Umeyr tarikiyle Muâviye'nin şöyle dediğini nakleder: "Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) bana hitaben: "Yâ Muâviye, eğer hükümdar olursan, iyilikten ayrılma!" dediği andan itibaren hep hükümdar olmayı ümîd edip durmuşumdur." [66]

Beyhekî Abdullah bin Umeyr'den şu haberi nakleder: Muâuiye dedi ki: "Vallahi beni halifelik üzerine teşvik eden şey; Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) şu sözünden başka bir şey olmamıştır: "Ey Muâviye; eğer sorumluluğu olan bir iş basma geçecek olursan, Allah'tan kork ve adaletle muamele et!" İşte, Peygamberimizin bu sözünden sonra, sorumluluğu olan bir işle başbaşa kalacağımı hep düşünmüşümdür."

Taberânî Âişe'nin şöyle dediğini haber verir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Muâviye'ye hitaben dedi ki: "Ey Muâviye, eğer Allah sana hilâfet göm­leğini gevdirecek olarsa, senin hâlin nice olur?" Bunun üzerine Ümmü Habîbe dedi ki: "Ey Allah'ın Resulü, demek Allah benim kardeşime hilâfet gömleği mi giydirecek?" Peygamberimiz de: "Evet, fakat onda hatâlar ve hatâlar olacaktır!"[67]

Ahmed Ebû Hüreyre'den şu hadîsi rivayet eder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Ey Muâviye, eğer iş başına geçecek olursan, Allah'tan kork ve adaletten ayrılma!" Muâviye kendisi de demiştir ki: "İşte bu hadîs sebe­biyle ben, böyle sorumlu bir iş başına geçmek zorunda kalacağımı hep düşünmüşümdür."

Ebû Ya'lâ, Hâkim ve Beyhekî Ebû Hüreyre'den şu haberi naklet-mişlerdir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Ben rüyamda Hakem O-ğullarim gördüm. Maymunların tırmandığı gibi, şu minberime tırmanıyorlardı." İşte Peygamberimiz'in bu rüyayı görmesinden sonra, tam mânâsı ile bir tebessüm ettiği görülmemiştir."

Beyhekî'nin Saîd bin Müseyyeb'ten olan rivayeti ise şöyledir: "Pey­gamberimiz Ümeyye Oğullarimn minberine tırmandıklarim (rüyasında) gördü. Bundan huzuru kaçtı. Cenabı Hakk da kendisine: "Bunun bir dünyâ işi olduğunu, dilediğine vereceğini" vahy etti. İşte bunun üzerine Peygamberimizin de huzursuzluğu zail oldu."

Ebû Ya'lâ, Hakim ve Beyhekî, Amr bin Mürre el-Cühenî'den şöyle rivayet eder: "Ebû'l-As'ın oğlu Hakem', Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip izin istedi. Peygamberimiz: "Ona izin veriniz" buyurdu ve şu sözleri sarfetti: "O bir yılandır, veya bir yılanın oğludur, ona ve onun neslinden gelecek olanlara Allah lanet etsin! Ancak samimi olarak iman etmiş olan evlad-larim bu lanetimizden ayrı tutarız, onlara lanet yoktur! Onlar ise, ne kadar azdırlar. Hakem'in oğullan, dünya bakımından şerefli, ahiret ba­kımından ise aşağıdırlar. Hileci ve sahtekârdırlar. Dünyalıkları mü­kemmel de olsa, ahirette onlara nasîb yoktur."

El-Fâkihî'nin Zührl ve Atâ el-Horasâni'den naklettiği bir haber de şöyledir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadislerinde: "Ben, Hakem'in evladla-rimn şu minberime inip çıktıklarım (rüyamda) gördüm" buyurmuştur. Keza onun Muâviye'den naklettiği bir haber de şu merkezdedir: "Pey­gamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Hakem için şöyle buyurdu: "Bunun çocuklarimn sayısı otuza veya kırka ulaştığı zaman, ümmetimin idaresini ele alırlar."

(İbn-i Tecîb'in Cübeyr bin Mut'ım'den olan rivayeti de bu mealdedir).

Ahmed, Hâkim, Beyhekî veEbû Nuaym, Abbâs'tan şu haberi nak-letmiştir: Ben, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında idim. Vakit geceydi. Bu­yurdu ki: "Semâya bak bakalım, bir yıldız görebilecek misin?" Ben, semâya baktım ve Süreyya yıldızını gördüğümü söyledim. O, şöyle bu­yurdu: "ikisi fitne zamanında olmak üzere, senin sulbünden bu yıldız­daki yıldızların sayısı kadar halîfe gelecektir!" [68]

Beyhekî Sevbân'dan şu haberi nakletmiştir:Peygamber (s.a.u.) bu­yurdu: "Sizin şu hazînenizin yambaşmda üç kişi savaşır. Bunların her üçü de halîfe çocuğudur. Fakat hilâfet bunlara nasîb olmaz. Derken Horasan taraflarından siyah sancaklar yola çıkarılır. Sizinle misli gö­rülmemiş bir şekilde savaş yaparlar."

(Yine Beyhekî'nin ve Ebû Nuaym'in Ebû Hüreyre'den naklettiği bir haber de şu mealdedir: Peygamberimiz buyurdu ki: "Siyah renkteki sancaklar Horasan diyarından yola çıkarılır. Hiç bir kuvvet onların i-lerlemelerine engel olamaz. Hattâ onlar sancaklarim tâ Kudüs'e getirip dikerler.") [69]

Buhârî ise Muaviye'den şu hadisi nakletmiştir: "Bu iş Kureyş'tedir. Kureyş Allah'ın dinini dimdik ayakta tuttuğu müddetçe hiç bir kimse bunu onlardan almaya kalkışamaz, aksi halde Allah o almaya kalkı­şanları yüzüstü yerlerde sürükler."

Ebû Nuaym Ebû Bekre'den şöyle rivayet eder. O demiştir ki: Pey­gamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Basra veya el-Basîra denilen yere, oradaki Dicle nehri yakimna müslümanl ardan bir grup inerler ve burada çoğa­lırlar. Dicle üzerine bir köprü kurarlar. Ahir zamanda ise, enli yüzlü, küçük gözlü Kantûra Oğulları gelirler Dicle kenarlarim işgal ederler, İşte insanlar bu sırada üçe ayrılırlar. Bir kısmı eski hâline döner ve he­lak olur. Bir kısmı nefislerine uyup küfre dönerler. Bir kimi ise, bu ge­lenlerle savaşırlar ve çok şiddetli savaşlar olur. Allahü teâlâ da bunlann kalanlarına fethi müyesser kılar." [70]

Ahmed, Bezzâr, sahih bir senedle Hâkim Büreyde'den şöyle rivayet ederler: Ben, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle dediğini duydum: "Geniş yüzlü, küçük gözlü bazı insanlar (bir kavim) gelir, benim ümmetimi sürüp Cezîratü'l-Arab'a iade eder. Aralarında üç defa savaş geçer. îlk savaşta kaçanlar kurtulur, ikincisinde ancak bir kısmı kurtulur. Üçüncüsünde ise kalanları mahvolur" dediler ki: "Bunlar kimdir, yâ Resûlellah?" Bu­yurdu ki: "Bunlar Türktür. Allah'a yemin ederim ki, bunlar İslâm ülke­lerini işgal edip atlarim müslümanların mescidlerine bağlıyacaklardır."

(Beyhekî ile Ebû Nuaym'in Muaviye'den naklettikleri bir haber de şu mealdedir: "Türkler Araplar'a tamamen galebe çalacaklardır. Hattâ Arapları, Arap yarımadasına süreceklerdir.)

Taberânî ile Hâkim'in İbn-i Mes'ûd'dan naklettikleri haber de şöyledir: "Ben, Türklerin beygirlerine binmiş olarak geldiklerini ve bunları Fırat kenarına bağladıklarim görür gibi oluyorum." [71]

Peygamberimizin Ömer'in Şehid Edileceğini Haber vermesi

İbn-i Sa'd, İbn-i Ebî Şeybe, Ebû'l-Eşheb tarikiyle Müzey ne'li bir a-damdan şu haberi nakletmiştir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ömer'in üzerinde bir elbîse gördü ve sordu: "Elbisen yeni mi, eski mi?" Ömer: "Daha önce de giyilmişti" dedi. Peygamberimiz de: "Ey Ömer, yeni olarak giyin, övülmüş olarak yaşa, şehîd olarak da Öl!" buyurdu. (Bu haber, mürseldir.) [72]

(Bunu, Ahmed, İbn-i Mâce de merfu olarak İbn-i Ömer'den rivayet etmişlerdir. Ayrıca Bezzâr dahî bir benzerini Câbir'den nakletmiştir.)

Ebû Ya'lâ sahih bir senedle Sehl bin Sa'd'dan şöyle rivayet eder: Bir gün Uhud Dağı, üzerinde Peygamberimiz, Ebû Bekir, Ömer ve Osman varken sallanmaya başladı. Peygamberimiz de: "Dur ey Uhud! Zira se-. nin üzerinde ancak bir peygamebr veya bir sıddîk veya iki şehîd bulun­maktadır" buyurdu. [73]

Taberânî de İbn-i Ömer'den şöyle rivayet eder: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bir bahçe içinde bulunuyordu. Ebû Bekir, yanına varmak için izin istedi. Peygamberimiz: "Ona izin veriniz, gelsin! Cennetlik olmakla da kendi­sini müjdeleyiniz" buyurdu. Sonra Ömer izin istedi. Ona da: "Kendisine izin veriniz ve onu cennetlik ve şehîd olmakla müjdeleyiniz" buyurdu. Az sonra Osman gelip izin istedi. Peygamberimiz ona da: "izin veriniz, aynı zamanda kendisini cennetlik ve şehîd olmakla müjdeleyiniz!" bu­yurdu. [74]

Yine Taberânî sahih bir senedle Abdurrahmân bin Yesâr'dan da şu haberi nakleder: "Ben, Ömer'in şehîd edilişine şâhid oldum. O gün Güneş tutuldu." [75]

Peygamberimizin Osman'ın Şehîd Edileceğini Haber vermesi

Buhârî ve Müslim Ebû Mûsa el-Eş'arî'den şu haberi nakletmiştir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Erîs Kuyusu'nun yanında idi. Kuyunun duvarına o-turdu. Sonra paçalarim biraz sıvıyarak ayaklarım kuyuya sarkıttı. Ben de dedim ki, bugün Peygamberimiz'in kapıcısı (hizmetçisi) ben olacağını.

Az sonra Ebû Bekir için izin istedim. O da müsâade etti ve bana hitaben: "Ona izin ver ve kendisini cennet ile müjdele" buyurdu. Gelip Peygam-berimiz'in sağ tarafına oturdu ve o da kuyuya ayaklarim sarkıttı. Az sonra Ömer geldi. Ben onun için de izin talebinde bulundum. Peygam­berimiz de: "Ona izin ver ve kendisini cennet ile müjdele" buyurdu. O da gelip Peygamberimizle birlikte ve O'nun sol tarafına oturdu. Ayaklarim da kuyuya sarkıttı. Sonra Osman geldi ve izin istedi. Ben onun için de izin alıverdim. Peygamberimiz: "Ona izin ver ve kendisini çenet ile ve şehidlik ile müjdele" buyurdu. Ayrıca kendisine isabet edecek olan bü­yük bir sıkıntıyı da haber vermemi söyledi. O da geldi ve fakat onların oturduğu yerde kendisine bir boşluk bulamadığı için kuyu duvarimn öbür tarafına geçerek ve yüzünü Peygamb erimiz'e ve arkadaşlarına çe­virerek oturdu. O da onlar gibi ayaklarim kuyuya sarkıttı."[76]

(Satd bin el-Müseyyeb der ki: "Ben bu hadisteki onların oturuşunu, kabirleri hakkında yorumladım. Zira Ebû Bekr ile Ömer Peygamberi-miz'in yanında, Osman ise ayrı yerde defn olunmuşlardır.) [77]

İbn-i Ebî Hayseme Târih'inde, Ebû Ya'lâ, Bezzâr ve Ebû Nuaym Enes'ten şöyle rivayet ederler: "Ben, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte bir avluda idim. Biri gelip kapıyı çaldı. Peygamberimiz: "Ey Enes kalk ka­pıyı aç, ona cenneti ve benden sonra halîfe olmayı müjdele!" dedi. Ben kapıyı açtığımda, gelenin Ebû Bekir olduğunu gördüm. Sonra birisi gelip kapıyı çaldı. Peygamberimiz: "Ey Enes, gelene kapıyı aç, kendisine cen­neti ve Ebû Bekir'den sonra halifeliği müjdele!" buyurdu. Kapıyı açtı­ğımda, bu gelenin de Ömer olduğunu gördüm. Sonra birisi daha geldi, kapıyı çaldı. Peygamberimiz de: "Ey Enes, gelene kapıyı aç, kendisine cennetlik olmayı ve Ömer'den sonraki halifeliği müjdele! Ayrıca şehid olacağını da duyur!" buyurdu. Kapıyı açtığımda gelenin Osman olduğu­nu gördüm." [78]

Ahmed, Taberânî ve Ebû Nuaym İbn-i Amr'den şöyle rivayet e-derler: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bir gün Medine bahçelerinden birinde bulu­nuyordu. Yavaş sesli birinin izin istediği duyuldu. Peygamberimiz de: "Ona izin ver ve kendisine cennetlik olmayı müjdele" buyurdu. Aynı za­manda büyük bir sıkıntıya mâruz kalacağim duyurmamı da söyledi. Ben, kapıyı açtığım zaman, bu gelenin Osman olduğunu gördüm.'1

Yine Taberânî Zeyd bin Sâbit'ten şöyle nakleder: "Ben, Peygam-ber'in (sallallahü aleyhi ve sellem): "Osman bana uğradı. Yanımda ise Allah'ın meleklerinden bir melek vardı. Bu melek dedi ki: Kavmi tarafından şehîd edilecek olan bir zât! Biz melekler ondan haya etmekteyiz!"

Bezzâr ve Taberânî el-Evsat'ında, Zilbeyr bin Avvâm'dan şöyle rivayet eder: "Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) emriyle Mekke'nin fethi günü, bir adam hapsedilip sonra idam edildi. Bunun üzerine Peygamberimiz bu­yurdu ki: "Bugünden sonra, Kureyşli bir kişi idam edilmek suretiyle Öl­dürülmez! Ancak Osman bin Affân'ı öldüren şahıs bundan müstesnadır! Osman'ı öldüren adamı, muhakkak idam ediniz. Eğer bunu yapmazsa­nız, sizden pekçok kimseler koyun öldürülür gibi öldürülecektir!" [79]

Sahihtir kaydiyle Hâkim ve Beyhakî Ebû Hüreyre'den şöyle rivayet ederler: "Ben, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yakın bir gelecekte, fitneler ve ih­tilaflar zuhur edecektir!" buyurduğunu duydum. Bizler dedik ki: "Ey Allah'ın Resulü, bizlere neyi emredersiniz?" O da bizlere hitaben bu­yurdu ki: "Üzerinizdeki devlet başkanına itaat ediniz! Devlet başkanimn (emîr'in) adamlarına da itaat ediniz!" Peygamberimiz bunu buyururken, Osman bin Affân'a işarette bulundu."

(Ebû Hüreyre bunu, Osman evinde muhasara altında tutulurken rivayet etmiştir.)

İbn-i Mâce, sahihtir kaydiyle Hâkim, Beyhekî ve Ebû Nuaym, Âişe'nin şöyle dediğini rivayet ederler: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Osman'ı ça­ğırdı ve ona işarette bulunmaya başladı. Bu durum Osman'ın dikkatini çekti ve rengi soldu. İsyancılar gelip Osman'ın evini kuşattıkları zaman, biz kendisine sorduk: "Ey Osman, onlarla savaşmıyacak mısın?" dedik. O da bize şu karşılığı verdi: "Hayır. Zira Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana bir ahd emânet etmiştir. Ben de bu ahde uyacak, nefsınıi bu hususta sabra zor­layacağım." [80]

Hâkim, İbn-i Mace ve Ebû Nuaym Âişe'nin şöyle dediğini rivayet ederler: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Osman'a hitaben: "Allah sana bir gömlek giydirecek, eğer münafıklar senden bu gömleği çıkarmanı isterlerse sa­kın çıkarma!" buyurdu. [81]

İbn-i Adiy ile İbn-i Asâkir'in Enes'ten olan rivayetleri şöyledir: Pey­gamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Osman, Allah sana bir gömlek giydirecek, eğer mü­nafıklar senden bu gömleği çıkarmanı isterlerse sakın çıkarma ve o gün oruçlu ol, iftarim benim yanımda açarsın" buyurdu.

Ahmed, Taberânî, sahihtir kaydiyle Hâkim ve Beyhekî Abdullah bin Havâle'den şu haberi nakletmişlerdir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Şu üç şeyden kurtulan, gerçekten kurtulmuş olur." Bu üç şey nedir? diye sordular. O da: "Birincisi benim vefâtımdır, ikincisi: Hakka sarılıp sabreden halîfenin kanma ortak olmak, üçüncüsü ise: Fitne-i Deccâldir. İşte bu üç şeyden kurtulan, gerçekten kurtulmuş olur!" [82]

(Bu mealdeki bir hadîsi Taberânî, Ukbe bin Âmir'den de rivayet etmiştir.)

Beyhekî ve sahihtir kaydiyle Hâkim, İbn-i Mes'ud'dan şu hadisi rivayet ederler: "Gerçekten İslâm değirmeni otuz beş veya otuz altı veya otuz yedi yıl sonra dönmeye (mihverinden ayrılmaya) başlar. Eğer helak olurlarsa, helak olup giderler. Yok dînleri kendileri için ayakta durursa, yetmiş sene böyle geçer." Ömer dedi ki: "Ey Allah'ın Rasulü, geçmişten itibaren yetmiş sene mi?" Peygamberimiz de: "Hayır, gelecek yıllar itibariyle yetmiş sene" buyurdular.

Beyhekî der ki: İşte Ümmeyye Oğullarimn idaresi de, ona zayıflık arız oluncaya ve Horasan dâvetçileri çıkıncaya kadar, bu durumda idi."

İbn-i Mâce ve sahihtir kaydiyle Hâkim Mürre bin Ka'd'dan şöyle rivayet ederler: "Ben, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) fitnelerden bahsettiğini ve onlann çıkışimn yakın olduğunu zikrettiğini duydum. Bu sırada başı sarılı bir adam geçiyordu. Peygamberimiz bu adamı işaretle: "Bu fitne­lerin çıktığı günde hidâyet üzere olacaktır!" buyurdu. Ben derhal o ada­mın peşinden gittim ve ona yetiştim. Gördüm ki o adam Osman imiş." [83]

Beyhekî'nin Huzeyfe'den rivayet ettiği hadis ise şöyledir: "Sizler imamim öldürmedikçe ve kılıçlarimzı kimndan çıkarmadıkça kıyamet kopmaz! Bu durumda da sizlere, sizin şerlileriniz hükmedecek, dünya­nıza onlar hakim olacaktır."

Beyhekî ve Ebû Nuaym el-Mârife'sinde, Abdurrahmân bin U-deys'ten şu haberi nakletmiştir: Ben Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bazı insanlar zuhur eder, bunlar okun yaydan fırladığı gibi (hızla) elinden çıkarlar ve Lübnan Dağı'nda katledilirler" buyurduğunu işittim." [84]

el-Hâris bin Ebû Üsâme Müsned'inde Muhacir bin Hubeyb'ten şöyle nakleder: Osman, evinde mahsur iken Abdullah bin Selâm'a haber gön-, derip şöyle dedi: "Ey Abdullah, başım kaldır da şu ışık deliğine bak! İşte bu delikten geceleyin Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) teşrif etti de bana hitaben: "Ey Osman, demek onlar seni evinde mahsur mu kıldılar?" buyurdu. Ben de: "Evet yâ Resûlallah" dedim. Sonra bana bu delikten bir kova su uzattı da içmemi buyurdu. Ben de içtim, içtiğim bu suyun serinliğim hâlâ ci­ğerlerimde hissetmekteyim. Sonra bana hitaben buyurdular ki: "Eğer dilersen senin için Allah'a dua edeyim, bu takdirde Allah seni onlara karşı muzaffer eyler; dilersen orucunu bizını yanımızda açarsın." İşte bunun üzerine ben de orucumu O'nun yanında açmayı tercih ettim."

(İşte Osman bin Affân, aynı gün içinde şehîd edilmiştir.)

İbn-i Meni de Müsned'inde Nûmân bin Beşîr tarikiyle, Osman'ın zevcesi Naile bint-i el-Ferâisa'nın şöyle dediğini nakleder: "Osman evinde mahsur kalınca oruç tutmaya başladı. îftâr vakti olunca, içilecek tatlı su istedi. Fakat evini muhasara altında tutanlar buna engel oldular. O da su içemeden geceledi. Seher vakti olunca şöyle dedi: "Geceleyin Peygam­ber (sallallahü aleyhi ve sellem) şu tavandan teşrif edip bana bir kova su getirdi. "îç yâ Osman" buyurdu. Ben de içtim ve kandım. Sonra bana: "Fazla olarak da iç yâ Osman" buyurdu. Ben de içtim ve karnım iyice su ile doldu." [85]

Ebû Nuaym Adiy bin Hâtim'in şöyle dediğini rivayet eder: Ben, Osman'ın katledildiği gün; "Müjde yâ Osman müjde, ravh u reyhan (gü­zel kokulu ve bol nîmetli, ebedî saadet yurdu cennet) seni bekliyor, sana karşı gadabh olmayan Rabbine kavuşuyorsun, O'nun gufran ve ndvânma dönüyorsun!" diye bir ses duydum. Hayret edip baktım, fakat hiç kimseyi göremedim."

Taberânî ve Ebû Nuaym, Müshir bin Hubeyş'ten şöyle bir haber nakletmiştir: Biz, şehîd halîfe Osman'ı geceleyin defnettik. Arka tarafı­mızdan bizi büyük bir karaltı kapladı ve biz bundan ürktük. Neredeyse korkup dağılıverecektik. Tam bu sırada bir ses işittik: "Korkmanıza hiç de sebeb yok! Endîşe etmeyiniz biz de sizler gibi onun cenazesine şahit olmak istedik" diyordu bu ses. Biz, bunun meleklerin sesi olduğuna ke­sinlikle inandık."

Yine Ebû Nuaym, Urve'den şu haberi nakletmiştir: Osman'ın cenazesi, Huşşukevkeb denilen yerde tam üç gün bekledi, onu oraya defnetmekten çekindiler. Fakat bu sırada: "Onu oraya defnediniz! Üze­rine namaz da kılmayimz. Zira yüce Allah onun üzerine namazını kıl­mıştır. (Onu gufran ve rıdvanma mazhar eylemiştir)" diye bir ses duydular. Bunun üzerine onu oraya defnettiler." [86]

Peygamberimizin Ali'nin Şehîd Edileceğini Haber vermesi

Hâkim sahihtir kaydiyle Ali'nin şöyle dediğini rivayet eder: Pey­gamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bana hitaben: "Ey Ali, senin yüzünün iki tarafına da vu­rulacak, başın ve sakalın kanlar içinde kalacak" buyurdu. [87]

(Bu rivayetin, pek çok değik rivayet yolları sabit olmuştur.)

Yine Hâkim sahihtir kaydiyle ve Ebû Nuaym Ammâr bin Yâsir'den şu haberi naklederler: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Ey Ali, insanların en şakisi, seni başından ve yüzünden vuracak olan adamdır!"

(Yine bu mealdeki bir hadîsi, Câbir bin Semura ile Suhayb'tan ri­vayet eden Ebû Nuaym olmuştur.)[88]

Peygamberimizin, Talha ve Zübeyr’in Şehid Olacaklarim Haber vermesi

Müslim Ebû Hüreyre'den şu hadîsi rivayet eder:

"Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Hıra Dağı üzerinde idi. Yanında Ebû Bekr, Ömer, Osman, Ali, Talha ve Zübeyr vardı. Dağ sallanmaya başladı. Bunun üzerine Peygamberimiz: "Sakin ol (ey dağ)! Senin üzerinde ancak bir Peygamber veya bir Sıddîk veya bir şehîd var!" buyurdu. [89]

Hâkim, İbn-i Mâce, Ebû Nuaym Câbir'den şöyle rivayet eder: Pey­gamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Her kim yeryüzünde yürümekte olan bir şehide bakmak isterse, Talha bin Ubeydullah'a baksın." [90]

(Taberânî de, bizzat Talha'nın; Peygamberimiz'in kendisini gör­dükleri zaman böyle buyurduklarım söylediğini nakleder.)[91]

Peygamberimizin, Sabit bin Kays bin Şümâsin Şehid Olacağını Haber vermesi

Sahihtir kaydiyle Hâkim ve Ebû Nuaym Zühri tarikiyle îsmâil bin Muhammed bin Sabit el-Ensârî'nin babasından şöyle naklettiğini rivayet eder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Sabit bin Kays bin Şümâs'a hitaben dedi ki: "Ey Sabit, övülecek bir güzellikte yaşamak, şehîd olarak ölmek ve sonunda cennete girmek istemez misin?" Sabit de: "Evet, isterim!" de­mişti. Gerçekten de Sabit; övülecek bir şekilde yaşadı ve Müseylime-tü'l-Kezzâb fitnesinde şehîd olarak vefat etti." [92]

 

24-3 Peygamberimizin, Hüseyn’in (radıyallahü anh) Şehid Olacağını Haber vermeleri  [93]

Hâkim ve Beyhekî el-Hâris'in kızı Ümmü Fadl'dan şöyle rivayet eder: Bir gün ben, Hüseyn'i alarak Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gittim ve Hü-seyn'i O'nun kucağına bıraktım. Sonra Efendimiz, başım biraz öbür ta­rafa döndürerek ağlamaya başladı ve buyurdu ki: "Cebrâîl bana gelip ümmetimin şu oğlumu şehîd edeceklerini haber verdi ve onun şehîd e-dileceği yerin kırmızı toprağından getirerek bana gösterdi." [94]

 (İbn-i Râhûye, Beyhekî ve Ebû Nuaym, aynı mealdeki bir hadîsi, Ümmü Seleme'den rivayet etmişlerdir.)

Yine Beyhekî ve Ebû Nuaym Enes'ten şöyle rivayet ederler: Yağmur meleği gelip Hazret-i Peygamber'den izin istedi. Peygamberimiz izin verdi. Az sonra Huseyn geldi ve Peygamberimiz'in omuzuna çıkmaya başladı. Melek sordu: "Bunu seviyor musun?" Peygamberimiz cevap verdi: "Evet." Melek: "Ümmetin bunu öldürecek! İsterseniz onun öldürüleceği yeri size göstereyim" dedi ve ona kırmızı bir toprak gösterdi. Ümmü Se­leme de bu toprağı alarak elbisesinin bir yerine düğümleyip sakladı. Biz, o günlerde: "Huseyn, Kerbelâ denilen yerde öldürülecektir" diye işitir dururduk."

İbn-i Asâkir Muhammed bin Amr bin Hasandan şöyle nakleder: Biz, Hüseyin (radıyallahü anh) ile birlikte Kerbelâ nehrinin yanında idik. Bu sırada Hüseyin Şimir bin Zi'l-Cevşen adındaki adama baktı de dedi ki: "Şüp­hesiz Allah ve O'nun Resulü doğru söylemiştir! Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu­yurmuştu ki: "Ben, abraş bir köpeğin, ehl-i beytimden birinin dimağim yalamakta olduğunu görür gibi oluyorum!"

(Gerçekten bu rivayette belirtildiği gibi, Hazret-i Hüseyin'i öldüren Şimr, abraş idi. (Benekli ve alaca renkli idi.)

İbn-i Seken, el-Bemvî ve Ebû Nuaym'in de Sühaym tarikiyle Enes'ten bu mealde bir rivayetleri vardır. Beyhekî'nin Ebû Usâme bin Abdurrahman'dan olan rivayeti ise şöyledir: "Bir gün Hüseyin, Pey-gamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına girdi. Cebrâîl de oradaydı. Cebrâîl dedi ki: "Senin bu oğlunu, senin ümmetin öldürecektir! İstersen, onun öldürüle­ceği yeri sana haber vereyim?" Bunu söylerken Cebrâîl, Irak'taki Tuf denilen yeri gösterdi ve oradan kırmızı bir toprak alarak Hazret-i Peygam-ber'e gösterdi."

(O bunu, Ümmü Seleme tarikiyle Âişe'den de rivayet etmiştir.) Beyhekî, İmâm-ı Şa'bi'den şu haberi nakletmiştir:

"Hüseyin'i Kûfeliler'in Kûfe'ye çağırdığı ve kendisinin de bu çağrıyı kabul ettiği ve yol hazırlığı başladığı, bunun üzerine Ashâbtan bazıları­nın kendisine güzel nasîhatlarda bulunduğu bir sırada, Abdullah bin Ömer (radıyallahü anh) Mekke'den Medine'ye geldi. Hüseyin'in ne yaptığim sorması üzerine, onun Kûfe'ye hareket ettiği haberini aldı. Derhal ayağimn to­zuyla yola devam ederek iki gün sonra Hüseyin'e yetişti. Bu telaşı ve fedakârlığı, sırf Hüseyin'e nasîhatta bulunmak içindi. Bu maksatla ona dedi ki:

"Ey Hüseyin, bil ki, yüce Allah, sevgili Resulünü dünyâ ile âhiret arasında muhayyer kılmıştı da Resûlullah Efendimiz de hiç şüphesiz âhireti tercih etmişti. Dünyâyı ise istememişti. Muhakkak sen de O'ndan bir parçasın! Sana da yakışan, O'nun gibi dünyayı değil, âhireti tercih etmektir. Ben Allah'a yemîn ederek söylüyorum ki, sizden herhangi birisi istese de ebediyen dünyâyı elde edemez! Yüce Allah'ın siz­lere dünyâyı nasîb buyurmamış olması, muhakkak sizlerin hayrı içindir! Haydi geliniz, benimle birlikte geriye Medine'ye dönünüz!"

Hazret-i Hüseyin, Abdullah bin Ömer'in bu nasîhatlarına karşı, Medine'ye dönmeyi kabul etmedi, Kûfe'ye gitme üzerinde İsrâ'r eyledi. Onun bu İsrâ'rım gören Abdullah da; -üzülerek ve de ağlıyarak- onun boynuna sarıldı ve onunla: "Yakında şehîd düşecek biri olarak seni, Al­lah'a emânet ediyorum!" diyerek vedâlaştı." [95]

Ebû Nuaym Yahya el-Hadraml'den şöyle bir haber nakleder: "Ben, Ali ile beraber Sıffîn'a gittim. Ninova'ya vardığımızda Hüseyin'e hitaben dedi ki: "Ey Hüseyin, Fırat kenarına geldiğin zaman, sabretmesini de bilmelisin" dedi. Ben bunun ne demek olduğunu sordum. O da şu karşı­lığı verdi: "Bir gün Peygamberimiz buyurdu ki: "Bana Cebrâîl gelip Hü­seyin'in Fırat kenarında şehîd olacağını haber verdi ve onun şehid düşeceği yerin toprağından bir parçayı bana gösterdi."

(Yine Ebû Nuaym'in, Usbuğ bin Nebâte'den naklettiği bir haber de şu mealdedir: Biz, Ali ile beraber Hüseyin'in şehid edileceği yere geldik, burada Ali dedi ki: "İşte Hüseyin'in ve arkadaşlarimn develerini çöktü-receği ve kanlarim verecekleri yer burasıdır. Onlar burada Muham-med'in ehl-i beyti olarak bir gurub insan şehid düşeceklerdir. O gün onlara yer ve gök ağlıyacakür [96]

Ahmed ile Beyhekî'nin İbn-i Abbâs'tan olan rivayetleri ise şöyledir: "Ben, bir gün öğle vakti uyumakta idim. Rüyamda Hazret-i Peygamberi çok perişan bir vaziyette gördüm. Elinde içinde kan bulunan bir şişe vardı. Bunun ne olduğunu sordum. Buyurdu ki: "Bu, Hüseyin ve arkadaşları­nın kanıdır."

(Ümmü Seleme'den sevkedilen bir rivayette de: "Az önce, Hüse­yin'in öldürülüşünü gördüm de ondan" diye cevab verdiler" denilmiştir.) [97]

Yine Beyhekî'nin Ali bin Müsher'den bir rivayeti var. Bunda da şöyle denilmiştir: "Bana ninem söyledi ve şu şekilde anlattı: "Ben, Hü­seyin'in katledildiği gün, gencecik bir kızcağız idim. O gün semâ, Hüse­yin'e ağlamasından dolayı dayanılmıyacak derecede sıcak idi." [98]

Ebû Nuaym Hubeyb bin Ebû Sabit tarikiyle Ümmü Seleme'âen şöyle rivayet eder: "Ben, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) vefatından sonra cinlerin yas tuttuklarim bu akşama kadar hiç duymamıştım. Ben bunu, oğlum Hüseyin'in öldürülmesine yordum ve cariyeme dedim ki: Evladım, dışarı çık da insanlara sorup bilgi alıver. O da çıkıp sordu ve Hüseyin'in öldü­rülmüş olduğu haberini getirdi. Geceleyin duyduğum cinlerin yas tut­ması sırasında ise, onlardan biri: "Ey gözüm, bütün gücünle çok miktarda yaş dök. Benden sonra şu şehidlere kim ağlıyacak? Baksana "kul" diye anılan biri mütekebbir (zâlim) in emrine uyarak gelip, onları şehîd etmişler" mealinde acıklı ve ağlatıcı sözler söylüyordu."[99]

Peygamberimizin, Kendinden Sonra Bâzı İrtidâd Olaylarim Haber vermesi

Müslim, Sevbân'dan şu hadîsi rivayet etmiştir:                           .

mmetimden bazı kabileler müşriklere katılmadıkça, bazı insan­lar putlara tapmadıkça, kıyamet kopm ayacaktır!"[100]

Yine Müslim Ebû Hüreyre'den şu hadîsi rivayet eder: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Haberiniz olsun, yarın kıyamet günü bazı kimseler havzınım başından alimp uzaklaştırılırlar, tıpkı yabancı bir devenin di­ğer develere karışmasın diye uzaklaştırıldığı gibi. Bu sırada ben: "Onları buraya getiriniz!" dîye nida ederim. Fakat bana denilir ki: "Onlar senden sonra dinlerini değiştirdiler, bunun için buradan uzaklaştırılmış bulu­nuyorlar!" Ben de bunun üzerine derim ki: "Öyleyse uzak olsunlar, uzak olsunlar!" [101]

Buhârî ve Müslim ittifakla İbn-i Abbâs'tan şu hadîsi rivayet et­mişlerdir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Ben havzımın başındayken bazı kimseler getirilir ve havzınıa uğratılmaksızm sol tarafa sevkedilirler. Bu sırada ben: "Onlar benim ashâbımdır!" diye nida ederim. Bana denilir ki: "Evet, onlar senin ashabındır, fakat sen, onların senden sonra neler ihdas ettiklerini bilmezsin!" Ben de onların bu sözü üzerine, Allah'ın iyi kulu isa'nın dediği gibi derim:

"Yâ Rabbi, ben onlara: "Benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a kul­luk edin" diye senin bana emretmiş olduğundan başka bir şey söyleme­dim. Ben onların içinde olduğum müddetçe onları kolladım, fakat sen beni vefat ettirince onları gözetleyen yalnız sen oldun. Sen, her şeyi gö­rensin!" [102]

Bundan sonra, benim o nidama karşılık olarak bana denilir ki: "Onlar senden sonra topukları üzere geri dönüp mürted oldular, dinle­rinden ayrıldılar." [103]

Peygamberimizin, Arap Yarımadasında Ebediyen Puta Tapılmayacağim Haber vermesi

Müslim Câbir bin Abdullah'tan şu hadîsi rivayet etmiştir: "Şeytan gerçekten şu Arap yarımadasında puta tapılmasından ümidini kesmiş­tir. Fakat müslümanların arasında tahrişte bulunmaktan ümidi kesmiş değildir. Sizleri birbirinize karşı tahrik ederek aranızı açıp ifsâd eder. Buna çok dikkat etmelisiniz!" [104]

Beyhekî Müstevrid'in şöyle dediğini nakleder: "Ben, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle dediğini işittim: "Ey müslümanlar, sizlere karşı düşmanlığı en şiddetli olanlar, Rumlardır. Onlar, tâ kıyamete kadar helak da ol­mazlar." [105]

Süheyl bin Amr'ın Târîhî Bir Hutbe İrâd Edip Görev Yapacağim Haber vermesi

Hâkim ve Beyhekî Süfyân bin Uyeyne tarikiyle Amr'den, o da Ha­san bin Muhammed bin el-Hanefiye'den şöyle rivayet eder: "İslâm'ın düşmanlarından Süheyl bin Amr Bedir'de esir edildiği zaman, Ömer Peygamberimiz'e hitaben dedi ki: "İzin ver de ey Allah'ın Resulü, şu İslâm düşmanı Süheyl'in dişlerini sökeyim! Zira bu ağızla o, İslâm aley­hine çok konuşmuştur." Peygamberimiz ise Ömer'e cevaben: "Onu bırak! Bir gün gelir o, okuyacağı bir hutbe ile, seni sevinç ve sürura gark eder!"

Süfyan bin Uyeyne der ki: Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) vefatından sonra Mekke'de bazı kimseler İslâmdan ayrılmak istediler. İşteylesine nâzik ve mühim bir zamanda Süheyl bin Amr kalkıp kısa bir hutbe irâd etti ve dedi ki:

"Her kim Muhammed'i ilâh tanımış ise, bilsin ki onun ilâhı öl­müştür! Fakat her kim Allah'ı yegâne ilâh edinmişse, biliniz -ve de bi­lirsiniz- ki Allah; ebediyen ölmez! Çünkü Allah, doğmaktan münezzeh olduğu gibi, ölmekten de münezzehtir." [106]

Yunus bin Bükeyr el-Mağâzî adlı kitabında ve İbn-i Sa'd İshak tarikiyle Muhammed bin Amr bin Atadan şu haberi naklederler: "Sü­heyl bin Amr Bedir'de esir edildiği zaman Ömer dedi ki:'Tâ Resûlallah, şu ağzı açık olan ve îslâm aleyhinde nice şeyler konuşmuş bulunan a-damın ön dişlerinin sökülmesi için izin veriniz!" Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de buyurdu ki: "Ben, başkalarına ibret olsun diye bir insanı, görünüşünü değiştirecek bir şekilde cezalandırmak istemem. Aksi halde, bir Peygamber olmama rağmen, Allah da beni bu şekilde cezalandırır. Hem ümîd edilir ki yâ Ömer, ummadığın bir anda bu adam, seni memnun ve mesrur edecek bir şekilde de hutbe okuyabilir." [107]

Peygamberimizin vefat haberi duyulup da bazı kimselerin dinden dönmek istemeleri üzerine Süheyl bin Amr, derhal ayağa kalkmış ve Mekkelilere hitaben, Ebû Bekir'in Medînede'ki hutbesine benzer bir hutbe irâd etmiştir. Sanki Ebû Bekr'in hutbesini dinleyip de ezberlemiş gibiydi. Onun bu hutbesi, Medine'ye ve Hazret-i Ömer'e ulaştığı zaman, Ömer hayretler içinde kalmış ve: "Ben şehâdet ederim ki sen, Allah'ın Resûlü'sün! Çünkü O: "Ümîd edilir ki yâ Ömer, bir gün Süheyl, seni memnun edecek şeklide de bir hutbe okur!" demişti!" demekten kendi­sini alamamıştır." [108]

İbn-i Sa'd'ın, Hudâalı Ebû Amr bin el-Hamrâ'dan naklettiği bir haber de şöyledir: "Peygamberimiz'in vefat haberi Mekke'ye geldiği za­man ben Süheyl bin Amr'a baktım, bize tıpkı Ebû Bekr'in Medine'deki hutbesi gibi bir hutbe irâd etti. Sanki onu dinlemiş ve ezberlemiş gibiydi. Bu, Ömer'e ulaştığı zaman şöyle demiştir: "Ben şehadet ederim ki Mu-hammed Allah'ın Rasulüdür ve O'nun getirip tebliğ buyurduğu şeyler de haktır! Şimdi Süheyl'in kalkıp böyle bir hutbe okuması, vaktiyle Pey­gamberimiz'in bu hususta verdiği haberin aynen vukuundan başka bir şey değildir. Zira Peygamberimiz bana: "Yâ Ömer ümîd edilir ki bir gün Süheyl, senin hoşuna gidecek bir hutbe de irâd eder!" buyurmuştu."

(el-Mehâmilî, Fevâid adlı kitabında Âişe'den bunu mevsûl olarak rivayet etmiştir.)[109]

Peygamberimizin, Berâ bin Mâlik’in Duası Kabul Olunanlardan Olduğunu Haber vermesi

Tirmizî, sahihtir kaydiyle Hâkim ve Beyhekî Enes'ten şu hadîsi rivayet ederler: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Nice zayıf, müstaz'af, iki eski elbise parçasına bürünmüş (perişan kıyafetli) kimseler vardır ki, eğer bunlar bir hususta Allah'a karşı kasem verseler (yemin ederek du­ada bulunsalar), muhakkak Allah onların duasını kabul buyurur, İşte Berâ bin Mâlik, onlardan biridir!"

Berâ, Tüster denilen yerde bazı İslâm gâzileriyle karşılaştı. îslâm gazileri, bu sırada dağılır gibi olmuşlardı. Berâ'yı görünce şu ricada bu­lundular: "Ey Berâ, bizler biliyoruz ki Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) senin hakkın­da: "Eğer sen Allah üzerine yemin versen, Allah senin yeminini boşa çıkarmaz!" buyurmuştu. Şimdi Allah üzerine kasem vererek duada bu-lunuver de, Allah bizlere yardım etsin!" Bunun üzerine Berâ bin Mâlik de: "Ey Allah'ım, onların bize teslim veya mağlûb olmaları için Senin ü-zerine kasem vererek duada bulunuyorum, onları perişan eyle!" diye dua etti. Onlar da îslâm gazilerine doğru yaklaşıp teslim olacak gibi yaptılar. Sonra Süs Köprüsüne doğru ilerleyip orada toplandılar. Derken anîden hücuma geçerek müslümanları sıkıştırmaya başladılar. Bunun üzerine İslâm gâzüeri Berâ'ya tekrar ricada bulunup: "Haydi, Allah üzerine ye­min ederek duada bulun!" dediler. O da daha önceki gibi bir dua daha yaptı. Bu sefer duasında: "Allah'ım onları yenmemiz için sana karşı ka­sem ediyorum ve beni bu savaşta ilk şehîd olan kulun kılmanı senden niyaz eyliyorum!" dedi. Savaş kızıştı, müslümanlar çok kuvvetli bir hamle yaptılar, onların bu hamlesine dayanamıyan Fars askerleri hezınıet ve mağlûbiyete uğradılar. Berâ da bu savaşta şehîd düştü."[110]

Peygamberimizin, Ömer'in Muhaddes Kullardan Olduğunu Haber vermesi

Buhârî ve Müslim Âişe'den şu hadîsi rivayet etmişlerdir: Peygam­ber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Önceki ümmetlerde Muhaddes (Allah'ın ilhamına mazhar olan) kullar vardı. Eğer bu ümmette de bir tek muhaddes zât varsa, İşte o Ömer'dir." [111]

Taberânî ise el-Evsad adim verdiği hadîs kitabında Ebû Saîd el-Hudrî'den şu hadîsi rivayet eder: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Allahü teâlâ'nın gönderdiği bütün Peygamberlerin ümmetlerinde muhaddes kimseler bulunur! Eğer benim ümmetimde de bunlardan biri bulunursa, İşte Ömer o kişidir!" Oradakiler: "Ey Allah'ın Resulü, muhaddes kişi nasıl olur?" diye sordular. Peygamberimiz de: "Melekler onun dili üzeri­ne konuşurlar" buyurdu.

Yine Taberânî, Âişe'den şu hadîsi rivayet etmiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Hiçbir Peygamber gelmemiştir ki, onun ümmeti içinde bir veya iki muallem zât bulunmasın! Eğer onlardan benim ümmetimde de biri bulunursa, İşte Ömer o zâttır!"

 (Yine Taberânî'nin ve Beyhekî'nin Ali'den naklettikleri bir haber var. Şu mealdedir: "Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabı olarak bizler çok sayıda idik ve kendi aramızda asla şüphe etmeksizin: "Muhakkak melekler Ömer'in dili üzerine konuşmaktadır" derdik.)

Beyhekî'nin tek başına rivayetinde, Târik bin Şihâb'ın şöyle dediği nakledilmektedir: "Bizler kendi aramızda: "Muhakkak Ömer İbn-i'l-Hattâb, bir meleğin lisanı üzere konuşuyor!" derdik."

Hâkim de İbn-i Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmektedir: "Ben, herhangi bir mes'ele hakkında Ömer'in: "Benim bu husustaki zanmm şöyledir" dediğini duyduktan sonra, o şeyin aynen Ömer'in zannettiği gibi olduğunu görmüşümdür" [112]

Peygamberimizin, Kendisinden Sonra Zevcelerinden İlk vefat Edenin Kim Olacağını Haber vermesi

Müslim Âişe'den Peygamberimiz'in şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Benden sonra bana en evvel yetişecek olanimz, eli en uzun olam-mzdır!"Peygamberimiz'in böyle buyurmasından sonra, hangisi daha eli uzun olacak diye birbirleriyle yanşa (hayır ve sadaka yarışına) girdiler. Eli en uzun olanm Zeyneb olduğunu gördüler. Zira Zeyneb validemiz, kendi eliyle işlediğinden çok ve bol sadaka verirdi."

Beyhekî'nin el-Şa'bî'den olan rivayeti ise şöyledir: "Kadınlar dedi­ler ki: "Ey Allah'ın Resulü, sana ilk Önce kavuşacak olanımız, hangi-mizdir?" Peygamberimiz de: "Eli en uzun olanimzdır!" buyurdu. Bunun üzerine kadınlar, hangisinin elinin uzun olduğunu ölçmeye kalkıştılar. Peygamber'den sonra ilk olarak vefat edenin Zeyneb olduğu görülünce, hayır ve sadakada onun elinin ne kadar uzun olduğunu iyice bilip anla­mış oldular." [113]

Peygamberimizin, Mushafların Yeniden Yazılıp Çoğaltılmasını Haber vermesi

İbn-i Asâkir Nübit el-Eğcaî'den şu haberi nakletmiştir: Osman (r.aj, mushafların yeniden yazılıp çoğaltılmasını emrettiği zaman (ki onun emriyle yedi adet mushaf-ı şerif yazılmıştır), Ebû Hüreyre kendisi­ne hitapla şöyle demiştir: "Çok yerinde bir karar ve emir verdiniz. Ben Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğuna şahit olmuştum:

"Ümmetim içinde beni en çok sevenler; benden sonra gelip de bana îmân eden, beni görmedikleri halde Mushafta yazılı olanları aynen kabul eden kimselerdir!"

Ben, Peygamberimiz böyle buyurduğu zaman: "Acaba bu nasıl o-lacak?" diye düşünmüştüm. Şimdi sizin yazdırdığimz Mushafları gö­rünce, bunu çok daha iyi anlamış bulunuyorum." Ebû Hüreyre'nin bu sözü üzerine Osman, çok memnun olup sevindi ve Ebû Hüreyre'yi de memnun etti. Ayrıca dedi ki: "Vallahi ben, senin bu zamana kadar Pey-gamberimiz'e ait biz sözü söylememiş olacağını zannetmiyordum!"[114]

Peygamberimizin, Veysel Karânîyi Haber vermesi

Müslim Ömer'den rivayetle şu hadîsi nakletmiştir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bizlere hitaben: "Yemen'den bir adam, anacığim orada bırakarak size gelir. Bu adamın vücûdunda abraşlık (alaca hastalığı) zuhur etmişti de, iyileşmesi için Allah'a dua etti. Allah da onun bu duasını kabul ede­rek kendisine şifâ verdi. Ancak vücûdunda bir dirhem kadar yeri beyaz olarak kalmıştır. Bu adamın adı Üveys'tir. İçinizden her kim onunla karşılaşırsa, kendisi için istiğfar edivermesini ondan rica etsin!"

Beyhekî, bir başka tarîk ile yine Ömer'den şu hadîsi nakletmiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Tâbün içinde, Karan'lı ve kendisine Üveys denilen bir adam bulunur. Onun vücûdunda abraşlık çıkar, o da Allah'a dua eder. Allah onun duasını kabul ederek kendisine şifâ verir. O, bu duası sırasında der ki: "Ey Allah'ım, bana olan nimetini dâima hatırlı-yabihnem için, bu hastalıktan üzerimde bir nişan kalsın!" İşte bundan dolayı vücûdunda dirhem miktarı bir beyazlık kalmıştır. İçinizden ona kim yetişecek olursa, kendisi için onun istiğfar edivermesini ondan rica etsin!" [115]

İbn-i Sa'd ve Hâkim Abdurrâhman bin Ebû Leylâ'dan §u haberi nakleder: "Biz Sıffîn Savaşında iken adamın biri: "içinizde Üveys el-Karanî diye birisi var mı?" diye nida etti. Kendisine "evet" diye cevab verdiler. Sonra Şam'lı adam yine dedi ki: "Ben, Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem): "Tâbiîn'in en hayırlılarından biri de Üveys el-Karanî'dir" dediğini işit­tim!" Adam, bunu söyledi sonra atim sürerek onların içine katıldı."

Yine İbn-i Sa'd, Hâkim, bu sefer Üseyr bin Câbir'den şu haberi nak-letmiştir: Ömer, veysel-Karânî'ye: "Benim için istiğfar ediver" dedi. O da: "Sen Allah Resûlü'nün arkadaşısın, ben senin için nasıl istiğfar ederim?" dedi. Ömer bunun üzerine dedi ki: "Ben, Peyganıber'in (sallallahü aleyhi ve sellem): "Tâbiîn'in en hayırlısı, Üveys el-Karanî'dir!" buyurduğunu işittim." [116]

Peygamberimizin, Abdullah bin Selâm’ın Hâlini Haber vermesi

Buharî ve Müslim Abdullah bin Selâm'dan, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivayet ederler: "Ey Abdullah sen, ölünceye kadar İslâm üzere bulunacaksın!"

Beyhekî ise, Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) ona hitapla: "Ey Abdullah, bu şehidlere mahsus olan bir mertebedir, sen buna nail olamıyacaksm" buyurduğunu rivayet eder."

İbn-i Sa'd ile Hâkim Sa'd'dan şu şekilde rivayet eder: "Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) bir tabak yemek getirildi. Peygamberimiz bu yemeği yedi ve bir miktar arttı. Buyurdular ki: "Şimdi şuradan cennetliklerden bir adam gelecek, bu artan yemeği yiyecektir." Bunun üzerine Abdullah bin Selâm geldi ve o artan yemeği yedi." [117]

Peygamberimizin, Râfi' bin Hudeyc'in Şehid Olacağını Haber vermesi

Tayâlisî, İbn-i Sa'd ve Beyhekî Râfi' bin Hudeyc'in torunu Yahya'dan şu haberi nakletmişlerdir: "Bana ninemin anlattığına göre dedem Râfi", Uhud (veya Huneyn) günü mızrakla göğsünden yaralandığı zaman Peygamber'e (ş.a.v.) gelip: "Ey Allah'ın Resulü, oku lütfen çıkarı-veriniz!" diyerek mürâcâtta bulunmuş. Peygamberimiz de kendisine: "Ey Râfi', eğer dilersen oku çıkarıp ucunu (değir iğini) yerinde bırakayım ve bu suretle de yarın âhirette senin şehîd olduğuna şahitlik edeyim!" diye karşılık vermiş. Dedem Râfi1 ise bunun üzerine: "Evet ey Allah'ın Resulü, oku çıkar, iğini bırak, benim şehidliğime de âhirette şahitlik yapıver!" demiştir."

Râfi' bin Hudeyc, bu olaydan sonra Muâviye'nin halifeliği zamanına kadar yaşamış, Uhud'da aldığı yara kanamaya başlaması ü-zerine de vefat etmiştir." [118]

Peygamberimizin, Ebû Zerr’in Hâlini Haber vermesi

Sahihtir kaydiyle Hâkim ve Beyhekî Ümmü Zerr'den şöyle rivayet ederler: "Vallahi Ebû Zerr'i Osman sürgün ederek Medine'den uzaklaş-tırmış değildir. Bilakis bunun sebebi, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ona hitaben: "Ey Ebû Zerr, Medine'de yapılan evler tâ Sel' Dağına kadar uzanırsa, hiç durmayıp Medine'den ayrıl!" İşte Ebû Zerr de, evlerin tâ oralara kadar uzandığim görünce Medine'yi terk etti ve Şam'a gitti."

Yine Hâkim ile Ebû Nuaym Ümmü Zerr'den şu haberi nakletmeş-lerdir: "Ebû Zerr ağır hastalandığı zaman, vefatim yakın görüp şöyle konuştu: "Bir gün ben, bir topluluk içindeydim. Peygamberimiz bize hitaben buyurdu ki: "içinizden biri tenhâ bir yerde vefat edecek, mü'ıninlerden bir topluluk da gelip onun cenazesine şahit olacaktır!" Bakıyorum da şimdi, o arkadaşlardan her biri bir kasabada veya bir topluluk içinde vefat etmiş durumda. Tenhâda ve yalnız olarak vefat e-decek kişi, bu durumda ben oluyorum." Ben kendisine dedim ki: "İyi amma şimdi herkes hacca gitti, yollarda kafilelerin arkası kesildi, senin cenazene şahit olacak bir cemâat nereden gelecek?" Derken bir kafile göründü bile. Hızla yanımıza geldiler. vefat etmek üzere bulunan Ebû Zerr'in vefatına ve cenazesine şahit oldular ve onu defnettiler."

1 Ebû Nuaym ve İbn-i Asâkir'in bizzat Ebû Zerr'den rivayet ettikle­rine göre o şöyle demiştir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bana, onların beni öldüre-meyeceklerini, fitneye düşüremeyeceklerini, dînimden ayıramacayakla-rım benim yalnız olarak İslâm'a girdiğim gibi yalnız olarak öleceğimi, kıyamet gününde de yalnız olarak dirileceğimi haber verdi." [119]

Yine Ebû Nuaym'ın Esma bint-i Yezîd'den naklettiği bir haber de şöyledir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Mescid'e gittiği zaman, Ebû Zerr'in orada uyumakta olduğunu görmüş, ona demiştir ki: "Demek sen burada mı uyuyacaksın?" Ebû Zerr de şu karşılığı vermiştir: "Benim başka evim yok ki!" Bunun üzerine Hazret-i Peygamber kendisine: "Peki ileride seni buradan çıkardıkları zaman senin hâlin nolacak?" buyurmuş, Ebû Zerr de: "Çıkar Şam'a giderim" demiş. Peygamberimiz: "Peki oradan da çıkarırlarsa?" buyurmuş. Ebû Zerr de: "Tekrar Medine'ye gelirim" demiş. Peygambe­rimiz: "Peki ey Ebû Zerr, Medine'den ikinci defa çıkarırlarsa, ne yapa­caksın?" buyurmuş. Bunun üzerine Ebû Zerr: "Kılıcımı çeker ölünceye kadar onlarla dövüşürüm" cevabim vermiştir.

Hazret-i Peygamber ise kendisine: "Ben seni, bundan daha hayırlısına delâlet edeyim mi? Onlar seni nereye yollamak isterlerse oraya gider, onlara itaat edersin ve bu hususta tâ bana kavuşuncaya kadar devam edersin!" buyurmuştur.

Haris bin Ebû Üsâme, Ebû'l-Müsennâ el-Müleykî'den şu haberi nakletmiştir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabimn yanına çıktıkları zaman, onlara hitaben:

"Uveymir ümmetimin hakimi, Cündeb ise ümmetimin tarîdidir (toplumdan çıkarılmış, uzaklaştırılmıştır)! Cündeb; yalnız olarak yaşar, yalnız olarak ölür ve kendisi için, yalnız Allah kâfidir!" [120]

İbn-i Sa'd'ın Muhammed İbn-i Şîrînden naklettiği haber de şöyle­dir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Zerr'e hitaben: "Eğer yapılan binaların Sel Dağı'na kadar uzandığım görürsen Medine'den çık!" buyurmuş, bunu buyururken de eliyle Şanı tarafim işaret etmiştir. Ayrıca: "Onların seni kendi hâline bırakacaklarim da zannetmiyorum!" buyurmuştur. Bunun üzerine Ebû Zerr: "Peki yâ Resûlellah, Senin emrinle benim arama gi­renlere karşı kılıcımı çekip mücâdele edeyim mi?" demiş, Hazret-i Peygamber de: "Hayır, hayır; bilakis onları dinle ve onlara itaat et! isterse başındaki âmir, habeşli bir köle olsun!" buyurmuştur.

Peygamberimizin dediği olduğu zaman Ebû Zerr, Medine'den ay­rılıp Şam'a gitmiştir. O Şam'da iken, oranın valisi Muâviye, halîfe Os­man'a bir mektub yazmış ve bu mektubunda: "Ebû Zerr, Şam'da insanları ifsâd ediyor!" diyerek şikayette bulunmuştur. Osman da ken­disini Medine'ye çağırmıştır. Sonra Ebû Zerr Medine'den çıkarak Rab-ze'ye gitmiştir. Kendisini oraya süren Osman'ın bir adamı, onun üzerinde nöbet tutardı. Namaz vakti olunca Ebû Zerr o adama: "Haydi öne geç, namazı kıldır! Zira ben habeşli bir köle bile olsa, basımdaki a-dama itaat etmekle emrolundum! Nitekim sen de habeşli bir kölesin!" dedi ve onu imamlığa geçirip onun arkasında namazını laldı." [121]

Peygamberimizin A'râbîye Su Tulumu Eskimeden Öldürüleceğini Haber vermesi

İbn-i Huzeyme, Beyhekî ve Taberânî Küdeyr el-Dabî'den şu haberi nakletmişlerdir: Arâbînin biri Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: "Ey Allah'ın Resulü, bana öyle bir ameli haber verip tavsiye buyurunuz ki, ben o amel sayesinde cenneti kazanıp cehennemden kurtulmuş olayım!" dedi. Pey­gamberimiz de kendisine dedi ki:

"Dâima adaleti ayakta tutar, kazancimn fazlasını da hayır ve sa­daka olarak harcarsın!" Adamcağız bu tavsiye karşısında: "Vallahi ey Allah'ın Resulü, benim buna gücüm yetmez" dedi. Peygamberimiz ise, tavsiyesini biraz hafifleterek: "O halde, yemek yedirir, selâmı yayarsın!" buyurdu. Adamcağız bu seferinde de: "Bu dahî, kolay değildir" karşılı­ğım verdi. Bunun üzerine Peygamberimiz: "Senin deven var mı?" diye sordu. Ârâbî de: "Evet" dedi. Peygamberimiz: "Develerinin birini ayırır, onunla sakalık yaparsın. Her gün su içme imkanı bulamayan bir aileye su taşıyıp verirsin. Bu takdirde, deven henüz ölmeden, su tulumun da eskimeden cennet senin için vâcib olur!" buyurdu. Ârâbî bunun üzerine gitti, aynı hayırlı işi yapmaya başladı. Henüz devesi Ölmeden, su tulumu da eskimeden şehit olarak ölüp cenneti haketti."[122]

Yukarıda belirtilen kaynakların bu rivayeti hakkında İmâm-ı Münzirî: "Bu hadîsin râvîleri, sahih haber rivayet eden râvîlerdir. Ancak Küdeyr el-Dabî, ashabtan değil tâbiîndendir ve bu hadîs mürseldir" demiştir. Hadisin mürsel olması, zayıf olmasını iktiza eder, zira mürsel rivayetin, delil ve hüccet olabileceği üzerinde ittifak edilememiştir. İbn-i Huzeyme ise, Küdeyr'in sahâbî olduğunu zannetmiş ise de, bu doğru değildir. Aynı zamanda o, (yâni İbn-i Huzeyme), bu rivayeti Sahîh'inde rivayet etmiştir. Ben burada, bunu destekliyen bir başka rivayetin daha bulunduğunu söylemek isterim. O rivayet de şöyledir:

Taberânî, Yahya el-Hamanî hâriç, diğerleri sağlam olan râuîler vasıtasıyla İbn-i Abbâs'tan şöyle rivayet etmektedir: Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) bir adam gelip: "Güzelce yerine getirip edâ ettiğim takdirde beni cennete kavuşturacak olan amel, hangi ameldir?" diye sordu. Peygamberimiz de kendisine: "Sen, içilen ve kullanılan suyu dışarıdan taşimlan bir yerde mi ikâmet ediyorsun?" diye sordu. Adam: "Evet" dedi. Peygamberimiz bunun üzerine kendisine şu tavsiyede bulundu: "Devenle su taşımak için yeni bir su tulumu al, bununla su taşıyarak hayır yap! Tulumun eski-yinceye kadar bu hayırlı işine devam et! Göreceksin ki, sen bu tulumunu hayır yolunda eskitmeden, seni cennete kavuşturacak olan yolu bulmuş olacaksın!"[123]

Peygamberimizin, Kendinden Sonra Bâzı Yalancıların ve Haccac-ı Zâlimin Çıkacağim Haber vermesi

Müslim Câbir bin Semura'dan şöyle nakleder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Kıyamet öncesinde otuz kadar yalancı deccâller zuhur eder ve bunların hepsi Peygamber olduğu iddiasında bulunur." [124]

Ahmed'in Huzeyfe'den rivayeti ise şu mealdedir:Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Ümmetim içinde yirmi yedi kadar yalancı ve deccâl zuhur eder. Bunların dört tanesi kadındır. Halbuki benden sonra Peygamber gelmeyecektir, zira ben; Peygamberlerin sonuncusuyum."

Abdullah bin Zübeyr'den gelen bir rivayet de şöyledir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Otuz kadar yalancı deccâl çıkmadıkça kıyamet kop­maz! Müseylime, el-Ansî ye Muhtar bunlardandır. Arap kabilelerinin en şerlisi ise, hiç şüphesiz Ümeyye Oğullarıdır! Sonra Hanîfe Oğulları ile Sakîflilerdir." [125]

Yine Müslim Esma bint-i Ebû Bekr'den şu haberi vermiştir: Bir gün Esma, meşhur Haccâc'a hitaben: "Ben işittim ki Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Sakîf kabilesi içinde bir büyük kezzâb ile bir mübîr adam vardır! Kezzâb'ın kim olduğunu biz gördük. Mübîr'e gelince: Bu çok zâlim adam, senden başkası olmasa gerektir!"

(Beyhekî dahî, bunun benzeri bir haberi, İbn-i Ömer'den rivayet etmiştir.)

İbn-i Sa'd ile Beyhekî Ömer bin el-Hattâb'ın şu haberini verirler: Adamın biri, Ömer bin el-Hattâb'a gelip dedi ki: "Ben'Irak'tan geliyo­rum. Oranın halkı, kendi imamlarim taşa tuttular." Ömer bu haberi a-lınca çok kızdı ve kalkıp kendisini toparlayabilmek için namaza durdu. Namazını da yanılmadan kılamadı. Namazdan sonra ise: "Ey Allah'ım, onlar beni allak-bullak etti, namazınıda yanılttı. Sen de onları allak-bullak et! Sakîfli genci, bir an Önce onlara musallat kıl! Onların hak­kından ancak o gelir. O, onların iyilerinin iyiliğini kabul etmediği gibi, kötülerinin kötülüğünü de affetmiyecektir!" diyerek bedduada bulun­du."

Ömer, bunları söylediği zaman, henüz Haccâc-ı Zâlim, dünyaya gelmemişti. Anasından doğmamıştı. İşte bu sebeble Ebû'l-Yemân der ki: "Ömer, Haccâc'ın günün birinde mutlaka çıkacağim biliyordu Zira Resûl-i Ekrem Efendimiz, bu hususu onlara haber vermişti- Iraklıların imamlarim taşladıklarına dâir haberi alınca, çok kızdı ve namazında dahî yanıldı. Iraklılara gelecek olan azabın, bir an önce gelmesi için du­ada bulundu."

Ahmed ile Beyhekî de Hasan tarikiyle Ali'nin bir haberini verirler. O, Kûfeliler için demiştir ki: "Allah'ım, bunlar benim kendilerine olan güvenime ve güven vermeme karşı nasıl hiyânetle mukabele ettilerse, Sakîfli genci bir an önce gönder de, çalımlı çalımlı yürüyerek onların üzerine yürüsün de cezalarim versin! Onların içinde câhiliye hükmüyle yürüteceği hükmünü yürütsün!"

Hasan-ı Basrî der ki: Ali (radıyallahü anh), böyle bir bedduada bulunduğu za­man, Sakîfli genç (Haccâc-ı Zâlim), henüz dünyaya gelmemişti.

Yine Beyhekî'nin Hubeyb bin Ebû Sâbit'ten olan rivayeti de şöyle­dir: Bir gün Ali, adamın birine: "Sen, Sakîfli genci görmeden Ölmezsin!" dedi. Adam hayretle sordu: "Sakîfli genç kimdir?" diye. Ali şu karşılığı verdi: "Kıyamet günü kendisine: "Sana cehennem köşelerinden şu köşe yeter!" denilecek olan bir adamdır. Öyle bir adam ki, yirmi veya yirmi küsur yıl iş başında kalır. Ortalığı kırar geçirir. Irtikâb etmedik bir gü­nah bırakmaz. Hattâ günahlardan bir tanesi kalmış olsa, önündeki ka­pıları kırarak o günaha yine ulaşır ve işler. Kendisine itaat edenler sayısınca itaat etmeyeni öldürür." İtaati olanın sebebiyle, olmayanı katleder." [126]

Peygamberimizin, İmâm-ı Hasan Vasıtasıyla İki Cemâat Arasını Sulha Kavuşturacağim Haber vermesi

Buharî'nin Ebû Bekre'den bu hususta çıkardığı haber aynen şöy­ledir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Benim şu oğlum, gerçekten seyyid-dir. Ümîd edilir ki Allah kendisi vasıtasıyla müslümanlardan iki büyük cemaatin arasını sulha kavuşturacaktır!" [127]

(Beyhekî de, Cabir'den bunun benzeri bir haberi rivayet etmiştir.)[128]

 

24-4 Peygamberimizin Muhammed bin El-Hanefiyeyi Haber vermesi

Beyhekî Ali'den şu haberi nakletmiştir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bana hitaben: "Ey Ali, benden sonra senin bir oğlun olur, bu oğlunun adı be­nim adım, künyesi de benim künyem olur" buyurdu. [129]

Peygamberimizin, Sıla bin Üşeymin Hâlini Haber vermesi

İbn-i Sa'd, Beyhekî ve Ebû Nuaym Abdullah İbn-i Mübarek tarikiyle Yezîd bin Câbir'in oğlu Abdurrahman'dan şu haberi naklet-mistir; "Bize ulaşan bir habere göre, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyur­muştur: "Ümmetim içinde kendisine Sıla bin Üşeym denilen bir adam bulunur, bu adamın şefaati sebebiyle çok sayıda kimseler cennete gi­rerler." [130]

Peygamberimizin, Şam'da Zuhur Edecek Tâûnu, Ümmetinin Yokoluşunun Ta'n ve Tâûn ile Olacağını Haber vermesi

Bu husustaki Avf bin Mâlik hadîsi, bundan önce geçmişti. Şimdi İmâm-ı Ahmed'in Muâz bin Cebelden rivayet ettiği hadisi görelim: Mûaz diyor ki: "Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) işittim. O şöyle buyuruyordu: "Siz ya-kında Şam'a hicret eder, orasını fethedersiniz. Orada çıban veya ur gibi bir hastalığa yakalanıp çok sayıda ölürsünüz. Bu hastalık, kişinin karın kısmında başlayıp içinin gitmesine ve ölmesine sebeb olur. Böyle bir ö-lümle (veba ile), Allah sizleri şehitlik sevabına eriştirir ve amellerinizi tezkiye edip (sizleri günahtan temizleyip) rızâsına erdirir."[131] Taberânî'nin yine Muâz bin Cebelden naklettiği bir haber de şöy­ledir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Sizler, çok geçmeden el-Câbiye deni­len yere iner, orada deve vebası gibi bir veba hastalığına yakalanırsınız. Çok sayıda ölümünüze sebeb olan bu hastalık dolâyısiyle Allah sizleri, şehid sevabına kavuşturup amellerinizi de yine bu sebeble temizler."

Ahmed, Taberânî, Bezzâr, Ebû Ya'lâ, Hâkim, İbn-i Huzeyme ve Beyhekî'nin Ebû Mûsadan rivayet ettikleri bir hadis ise şöyledir: Pey­gamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Ümmetimin yokoluşu, ta'n ve tâûn ile olacak­tır!" Bunun üzerine bazıları: "Ta'nın (vuruşun) ne olduğunu anladık. Fakat tâûn dediğiniz nedir ey Allah'ın Resulü?" diye sordular. Peygam­berimiz de: "Düşmanlarimz cinlerin (gizli bir dürtüşü) ile husule gelen ve sizlere şehitlik sevabı kazandıran bir hastalıktır."

Ahmed, Ebû Ya'lâ, Taberânî Âişe'den şu haberi nakletmiştir: Pey­gamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Benim ümmetim, ancak ta'n ve tâûn ile helak olur!" Ben sordum: "Ey Allah'ın Resulü, tâûn nedir?" Peygamberimiz de: "Deve uru gibi bir ur çıkar. Bu hastalık çıktığı zaman; hastalığın çıktığı yerden başka yerlere kaçmayana şehid sevabı vardır. Kaçan ise, harpten kaçmış gibi günâha girmiş olur." [132]

Tâûn Hastalığı ile İlgili İki Hadisi Şerîf

İbn-i Mâce ve Beyhekî İbn-i Ömer'den şu hadisi rivayet eder: Pey­gamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Herhangi bir kavimde büyük günahlar açıkça işlenir oldu mu, mutlaka o kavmin içinde veba hastalığı da zuhur et­miştir!" [133]

Taberânî'nin İbn-i Abbâs'tan rivayet ettiği hadis de şöyledir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Herhangi bir toplulukta zina yaygın hâle geldi mi, o kavimde mutlaka ölümler çoğalır!" [134]

Peygamberimizin Ümmü Varaka’nın Şehid Olacağını Haber vermesi

Ebû Dâvûd, Ebû Nuaym Cemî'den ve Abdurrahmân bin Hallâd el'Ansârl'den şu haberi vermektedirler ki onlar da bunu Ümmü Vara­kadan naklederler: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Bedir Savaşim yaptığı zaman, Ümmü Varaka demiştir ki: "Ey Allah'ın Resulü, sizin çıktığimz şu Bedir Savaşına benim için de izin veriniz! Ümîd ederim ki, sizinle birlikte sa­vaşırken Allah bana şehitlik nasîb eder." Peygamberimiz de kendisine cevaben: "Sen evinde otur! Bu takdirde dahî Allah sana şehitlik nasîb eder!" buyurdu, İşte bundan dolayı kendisine "kadın şehîd" denilir ol­muştu. Böylece çok şerefli bir unvana kavuşan Ümmü Varaka, Kur'ân'ı da okumuştu. Sonra kendisinin bir kölesi ve cariyesi bulunan bu kadın şehîd, bunların her ikisini de müdebber kıldı. Yâni, kendi Ölümünden sonra hür olduklarim söylemişti. Fakat bu köle ve câriye, bir an önce hür olmaları maksadıyla, geceleyin Ümmü Varaka'nın odasına girmişler, yatağında onu boğarak öldürmüşlerdir. Bu olay, Ömer bin el-Hattâbm halifeliği zamanında olmuştur. Hazret-i Ömer'in emriyle, bu köle ve câriye, asılmak suretiyle îdâm edilmiştir. Medine'de ilk asılan da bunlar ol­muştur. Şüphesiz Ümmü Varaka da, bu suretle şehitlik sevabım ka­zanmış oldu ve vaktiyle Bedir Savaşı sırasında Hazret-i Peygamber'in kendisine haber verdiği şey de, bu şekilde yerine gelmiş oldu."

İbn-i Râhûye, İbn-i Sa'd, Beyhekî ve Ebû Nuaym de diğer bir tarîkten az farklı olarak şöyle rivayet ederler: "Ömer, bu köle ve cariyenin idamından sonra demiştir ki: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) doğru söylemiştir! Zira O bize Ümmü Varaka ile ilgili olarak buyururdu ki: "Haydin gidip şu kadın şehidi ziyaret edelim!" İşte o da, şehit olarak vefat etmiş oldu."[135]

Peygamberimizin, Ümmü'l-Fadla Peygamberden Sonra Göreceklerini Bildirmesi

İbn-i Sa'd, Zeyd bin Ali bin Hüseyin'den şu haberi nakletmiştir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Peygamber olduktan sonra Ûmmü'l-Fadl'dan başka kendisi için helâl olmayan bir kadımın dizine başim koymamıştır. Ümmü'l-Fadl Peygamberimiz'in amcası Abbâs'ın zevcesi idi. Peygambe­rimiz başim onun dizine kor, o da Peygamberimi z'in başında bit olup olmadığına bakar, gözlerinin de sürmesini çekerdi. Bir gün yine böyle O'nun gözlerini sürmelerken, gözleri yaşardı ve gözünden damlayan yaş Peygamberimizin yanağına düştü. Peygamberimiz bunun üzerine ona niçin ağladığim sordu. O da şu karşılığı verdi: "Ey Allah'ın Sevgili Resulü, şüphesiz Allahü teâlâ senin vazifen bitince seni aramızdan ala­caktır. Acaba senden sonra bizlere kimi tavsiye edeceğinizi bana haber verebilir misiniz?" Peygambirimiz de onun bu sorusuna cevab olarak buyurdu ki: "Ey Ümmü'l-Fadl, sizler benden sonra şüphesiz makhûr ve müstaz'af olarak yaşıyacaksınız, hor ve hakîr görüleceksiniz." [136]

Peygamberimizin, Kendisinden Sonra Çıkacak Fitneyi ve Bunun Başlangıcimn Ömer'in Öldürülmesi Olduğunu Haber vermesi

Buhârî ve Müslim Huzeyfe'den şu hadisi rivayet eder: "Bir gün bizler Ömer'in yanında idik. Ömer bizlere hitaben şöyle bir soru yöneltti: "içinizden hanginiz, Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) fitne hakkındaki bir sözünü aynen muhafaza etmiştir?" Ben, bu husustaki hadîsi aynen muhafaza ettiğimi söyledim. Ömer'de: "Haydi o hadîsi bize anlat" dedi. Ben de an­latmak üzere dedim ki: "Peygamberimiz, fitne hakkındaki bir sözünde; kişinin ehli, malı, çocuğu ve komşusu hakkında karşılaşabileceği fitne­leri beyân buyurmuş ve bunları kıldığı namazların, verdiği sadakaların keffaretleyeceğini beyan buyurmuştur." Ömer: "Ben, bu mânâdaki fit­neden sormuyorum! Benim sormak istediğim, deniz dalgaları gibi in­sanları sarıp sarsan fitnedir" dedi. Ben de bunun üzerine kendisine: "Bu büyük fitneden sana bir zarar gelmiyecektir, ey mü'ıninlerin emîrî! Zira o fitne ile senin aranda kilitli bir kapı vardır" dedim. Ömer: "O kapı, açılacak mı, yoksa kırılacak mı?" diye sordu. Ben de: "Açümıyacak, bilakis kırılacaktır" dedim. Buna çok üzülen Ömer: "Öyleyse o kapı, bir daha kap atıl mıyacak demektir!" karşılığım verdi." Bu hadisle ilgili olarak Huzeyfe'ye: O kapıdan maksadın kim olduğunu sormuşlar. Huzeyfe de: "O kapıdan maksat Ömer'dir" cevabim vermiştir. [137]

Ahmed, Beyhekî ve Taberânî Urve bin Kays'tan şu haberi naklet-miştir: Bir gün Hâlid bin Velîd'e dediler ki: "Haber verilen fitneler ger­çekten çıkmıştır." Hâlid bin Velîd de böyle söyleyenlere hitaben demiştir ki: "Hayır! Zira Ömer sağken fitneler çıkamaz, ancak onun ölümünden sonra çıkabilir." [138]

İbn-i Râhûye Ebû Zerr ile ilgili olarak şöyle rivayet etmiştir: "Bir gün Ebû Zerr (radıyallahü anh), Peygamberimiz'i anmış ve O'nu çok yüksek bir şe­kilde övüp sena etmiştir. Sonra Ömer'i anıp onun hakkında da güzel bir şekilde senada bulunmuştur. Sonra da demiştir ki: "Ey Ebû Zerr, otu­zuncu hicret yılından sonra yüzünü ne tarafa istersen o tarafa çevir, görebileceğin yâ bir acizlik olacaktır, yâ da Allah'a isyan teşkil eden gayr-i isiâmî bir iş ve hareket olacaktır!"

Bezzâr, Taberânî ve Ebû Nuaym Kudame bin Maz'ûn tarikiyle Osman bin Maz'ûn'un şöyle dediğini rivayet ederler: Ben Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ömer, fitneyi kapalı tutan bir kapı ve kilittir! O yaşadığı müd­detçe fitne kapalı ve kilitli kalacaktır!" diye buyurduğunu işittim."

(Taberânî'nin tek başına Ebû Zerr'den olan rivayeti de, aşağı yu­karı bu mealdedir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Şu adam, yâni Ömer, sizin aranızda yaşadığı müddetçe size fitne isabet etmez!"

İmâm-ı Müslim, Sahîh'inde Sevbân'dan şu hadîsi rivayet etmiştir. "Ümmetim içinde kılıçlar kimndan çekilip işlemeye başladı mı, bir daha onların üzerinden kaldırılmaz! Tâ kıyamete kadar devam edip gider.' [139]

Beyhekî de Ebû Mûsa el-Eş'arl'den şu hadisi rivayet eder: Pey­gamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Kıyamet öncesi herec meydana gelir!" "Herec nedir ey Allah'ın Resulü?" diye sordular. Peygamberimiz'in bu soruya verdikleri cevab ise şöyle olmuştur: "Herec; katl-i âmdır. Fakat sizin düşmanimz olan kâfirlerin sizleri Öldürmesi değil, sizin birbirinizi Öİ-dürmenizdir!" [140]

Ahmed, Beyhekî, Bezzâr, Taberânî ve Ebû Nuaym Kürz bin Alka-ma'dan şu hadîsi rivayet etmişlerdir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Fit­neler, hafifçe çiseliyen yağmur gibi vukua gelir. Sizleri çok zehirli siyah yılanlar hâline getirir. Bazınız bazimzın boynunu, hiç Allah yaratmış demeden vurur."

Yine Ahmed, Bezzâr, Taberânî ve Hâkim Hâlid bin Arfeta'dan şu haberi nakletmişlerdir: "Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bana hitaben buyurdu ki: "Yakında birtakım yeni olaylar ve,fitneler meydana gelir. Ayrılık ve ihtilâflar yüzgösterir. Bu sırada eğer sen, öldüren kişi değil de, öldürülen kişi olmaya güç yetirebilirsen, öldürülen kişi olmayı tercih et!"

Taberânî ile Hâkim de (sahihtir kaydiyle) Amr bin Hamık'tan şöyle rivayet etmişlerdir: Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yakında fitneler vukua ge­lir" buyurdu ve devamla: "Bu sırada fitnelerden en uzak olanlar, batıda bulunan askerlerdir" dedi. İşte benim, sizin yurdunuz olan Mısır'ı tercih edişimin sebebi de budur." [141]

Taberânı'nin Imrân bin Husayn'dan olan rivayeti de şu merkezde­dir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Yakında dört fitne meydana gelir: Bi­rinci fitneden sonra, haksız yere kan dökmek helâl kabul edilir, ikinci fitneden sonra, kan dökmek ve mal ele geçirmek helâl kabul edilir. Ü-çüncü fitneden sonra, hem kan dökmek, hem mal ele geçirmek, hem de ırza geçmek helâl olarak kabul edilir." [142]

Peygamberimizin, Ebûd-Derdânın Fitneden Önce vefat Edeceğini Haber vermesi

Beyhekî ve Ebû Nuaym Ebû'd-Derdâ'nın şöyle dediğini rivayet e-derler: Bir gün ben, Peygamberimiz'e: "Ey Allah'ın Resulü, bana ulaşan habere göre, siz: "Bazı kavimler, îmân ettikten sonra fitneye kapılıp dinlerinden dönerler" buyurmuşsunuz?" dedim. Peygamberimiz: "Evet. Fakat sen onlardan değilsin" buyurdu.

Ebû'd-Derdâ, Osman (radıyallahü anh) öldürülmezden önce vefat etmiştir. [143]

Tayâlisî ise Yezîd bin Ebû Hubeyb'ten şu haberi nakletmiştir: İki adam, kendi aralarında bir karış toprak için ihtilâfa düştüler. Sonra birbirine hasını olarak, aralarım ayırd etsin diye Ebû'd-Derdâ'ya gittiler. Ebû'd-Derdâ ise bunları dinledikten sonra dedi ki: "Haberiniz olsun ben, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sen bir yerdeyken, oradaki iki kişinin bir karış toprak için birbirine hasını olduklarım duyarsan, derhal orayı terket!" dediğim şu kulaklarımla duymuştum. İşte şimdi böyle bir durumu, du­yup gözlerimle de görmüş oluyorum ve burayı terkediyorum!"

(Ebû'd-Derdâ, böyle söyledikten sonra, bulunduğu yeri terkedip Şam'a gitmiştir.)[144]

Peygamberimizin Muhammed bin Mesleme'ye Fitnenin Zarar vermeyeceğini Bildirmesi

Ebû Dâvûd, Beyhekî ve sahihtir kaydiyle Hâkim Huzeyfe'den ri­vayet ederler. O demiştir ki: "Zuhur eden fitnelerin şerrinden ve sirayetinden hiçbir kimsenin tam manâsıyla emin olamıyacağim düşü­nür, fakat Muhammed bin Mesleme hakkında hiçbir endîşe duymazdım.

Zira Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onun hakkında: "Fitne sana zarar vermez!" bu­yurmuştur.

Salebe bin Dubey'a der ki: Biz Medine'ye geldiğimiz zaman, Medine'nin dışına kurulmuş bir çadır gördük ve bunun kime âit oldu­ğunu sorduk. Dediler ki: "Bu çadır Muhammed bin Mesleme'ye aittir." Kendisine gidip bunun sebebini sorduk. O da cevabında dedi ki: "Ben şimdi, müslümanlar böylesine fitneye dalmışken hiçbir şehirde otura-mam! Ancak fitne yatıştıktan sonra herhangi bir şehre girebilirim." [145]

Taberânî'nin ondan rivayeti ise şöyledir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bana hitaben: "insanların dünya üzerine fitneye tutulup birbirlerini öldür­düklerini gördüğün zaman, Medine Harrasma giderek kılıcim oradaki büyük kayalardan birine vurarak iyice körelt, hattâ kır! Sonra evine gelip otur. Sonunda yâ bir günahkâr gelip seni de öldürür, yahut da o-rada ölümünü beklersin." İşte ben de, Peygamberimiz'in bana olan bu emrini yerine getiriyorum."

(Yine Muhammed bin Mesleme'nin kendisinden gelen bir rivayet hakkında İbn-i Sa'd'ın tahrîci de şöyledir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bana bir kılıç verip: "İşte bu kılıç ile, müslümanlann ikiye bölünüp birbiriyle harbettiklerini göreceğin zamana kadar Allah yolunda cihâd et! O za­man kılıcim taşa vurarak kır, dilini ve elini de iyi tut. Tâ sonunda sana yâ ölüm gelir yâ da hatalı bir el" diye emretti." Osman katledildikten sonra, o da böyle yaptı. Kılıcım taşa vurup kırdı ve tenhâya çekildi.)[146]

 

24-5 Peygamberimizin, Cemel, Sıffîn ve Nehrevân Vak'alarim, Âişe ve Zübeyr'in Ali ile Çarpışacaklarim ve İki Hakem Gönderme Olayim Haber vermesi

Beyhekî ve sahihtir kaydiyle Hâkim Ümmü Belemeden şu haberi nakletmiştir: Peygamber bir gün, hanımlarından birinin hurucunu ha­ber vermişti. Âişe ise bu duruma gülmüştü. Peygamberimiz bunun üze­rine: "Ey Âişe, dikkat et, bu huruç edecek olan sen olmayasm!" buyurdu. Sonra Ali'ye dönerek şöyle dedi: "Ey Ali, günün birinde sen, Âişe'ye karşı âmir ve hâkim durumda olursan, onun hakkında yumuşak davranmalı­sın!"

Ahmed, Ebû Yalâ, Bezzâr, Hâkim, Beyhekî veEbû Nuaym, Kays'ın şöyle dediğini naklederler: "Âişe, Ali'ye karşı çıkıp giderken Âmir Oğul­ları diyarına vardığında, bazı köpeklerin havladığim işitti. Yanındaki­lere hitaben: "Bu suyun adı nedir?[' diye sordu. Onlar da: "Hav'eb suyu" cevabim verdiler. Bunun üzerine Âişe: "Ben mutlaka geri dönmeliyim!" dedi. Zübeyr, bunu doğru bulmadı ve: "Yola çıkıp ileri atıldıktan sonra geri dönmek doğru olmaz" dedi. Âişe ise: "Hayır, ben mutlaka geri dön­meliyim! Zira ben, günün birinde Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey hanımlar, içinizden biri, halîfeye karşı hurûc edip Hav'eb Suyu'na vardığı ve oranın köpekleri de kendisine karşı havladığı zaman, acaba onun hâli nice olur?" dediğini işitmiştim karşılığim vermişti."

(Bezzâr ile Ebû Nuaym'in İbn-i Abbâs'tan rivayeti de şöyledir: Peygamberimiz zevcelerine hitaben: "Sizin içinizden kıllı kırmızı deveye binerek halîfeye karşı hurûc edecek olanimz, acaba hanginizdir? Çıkıp Hav'eb Suyu'na vardığı zaman, oranın köpekleri kendisine havlayacak-tır. Etrafında birçok insanlar Öldürülecektir. Neredeyse kendisi de öl­dürülecek duruma gelmişken, sonunda kurtulacaktır" buyurdu. [147]

Ahmed, Bezzâr ve Taberânı Ebû Râfi'den şu haberi nakletmiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ali'ye hitaben buyurdu ki: "Ey Ali, seninle Âişe ara­sında bir şey olacak. O zaman kendisine iyi muamele edip emniyet içinde kendisini yerine göndermelisin!" [148]

Beyhekî ve sahihtir kaydiyle Hâkim Ebû'l-Esved'den şöyle nakle­derler; Zübeyr Ali'ye karşı mücâdele etmek maksadıyla çıkacağı zaman Ali kendisine dedi ki: "Ey Zübeyr, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) sana hitaben:

"Günün birinde Ali ile mücâdele edersin, fakat sen haksız bulunursun!" dediğini hatırlamıyor musun?" Zübeyr de Ali'ye verdiği cevabta: "Ben bunu hatırlamıyorum" demişti. Zübeyr, Ali ile bu şekilde konuştuktan sonra çıkıp gitmiş ve sonunda da geri dönmüştü."

Yine Beyhekî ile Hakim'in ve Ebû Ya'lâ ile Ebû Nuaym'in Ebû Cerve el-Mâzinl'den şöyle bir haberleri var: Ben, Ali'nin Zübeyr'e şöyle dediğini işittim: "Allah aşkına söyle, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem), senin be­nimle haksız yere mücâdele edeceğini söylediğini sen duymadın mı?" Zübeyr ise Ali'ye şu karşılığı verdi: "Evet duymuştum yâ Ali, fakat ben bunu emin olunuz, unutmuştum."

Hâkim'in tek başına Kays'tan olan rivayeti ise şöyledir: Ali, Zü­beyr'e hitaben dedi: "Hatırlar mısın birgün ikimiz bir arada idik. Pey­gamberimiz de sana hitaben: "Ali'yi sever misin?" diye sormuştu. Sen de Hazret-i Peygamber'e: "Ali'yi sevmemem için bir sebeb mi var?" karşılığim vermiştin. İşte bunun üzerine sana: "Fakat sen ona karşı çıkıp kendi­siyle harb edeceksin, fakat bunda haksız olacaksın!" buyurmtu. Zü­beyr, Ali'nin bu hatırlatması üzerine bu husustaki Hazret-i Peygamber'in: "Fakat sen bunda haksız olacaksın!" sözünü gayet iyi hatırladı ve anladı ve derhal savaş yerini bunun üzerine terk etti."

Buhârî ve Müslim Ebû Hüreyre'den şu hadîsi ittifakla rivayet ederler: "Ümmetimden iki büyük taife, birbiriyle kıyasıya savaş yapma­dıkça kıyamet kopmaz! Her iki taifenin dâvası aynı olduğu halde, ara­larındaki bu savaşta, çok büyük sayıda insanlar ölecektir [149]

Fitnelerin Zuhuru ile İlgili Diğer Hadîsler

Beyhekî'nin rivayetine göre Ali (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Bir gün Pey­gamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Vaktiyle îsrâil Oğulları aralarında ihtilafa düştüler, bu ihtilâfı kaldırsınlar diye her iki taraftan birer hakem tayin ederek iki hakemi bir araya getirdiler. Bu hakemler ise, ihtilâfı bertaraf edecekleri yerde daha da artırıp sapıttılar ve başkalarimn sapıtmalarına da sebeb oldular. Benim ümmetim de yakında ihtilâfa düşer ve bu ih­tilâfı halletmeleri için iki hakem gönderirler. Bu hakemler ise, hem kendileri sapıtırlar, hem de kendilerine tabî olanların sapıtmalarına sebeb olurlar."

Taberânî ise Ebû Mûsâ el-Eş'orl'den şu haberi nakleder: Bir gün Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Benim şu ümmetimde iki hakem çıkar, bu iki hakemden her biri sapıtır, kendilerine uyanların sapıtmasına da se­beb olur."

Süveyd bin Gufle der ki: "Ben Ebû Mûsa'nın bizzat kendisine sor­dum ve: "Allah aşkına doğru söyle, bununla Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) seni kasdederek şöyle buyurdu değil mi: "Benim ümmetimde muhakkak fitne çıkar! Sen de ey Ebû Mûsâ, bunun içinde bulunursun! İşte o'zaman sen; oturur olacağına uyuyan ol, ayakta olacağına oturur ol, yürüyen olaca­ğına ayakta dikilen ol! Zira senin için hayırlı olan budur!" İşte Peygam­berimiz böyle buyurup, başkalarim umûmî olarak zikrederken seni de husûsî olarak anmıştı, değil mi?" [150]

Beyhekî ve sahihtir kaydiyle Hâkim Ebû Sald'den şu haberi nak-letmiştir: "Bir gün yolda giderken bizler, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber bulunuyorduk, derken Hazret-i Peygamber'in pabucunun bağı koptu. Ali bunu yamayıp bağlamak için geri kaldı. Bu şurada Hazret-i Peygamber bu­yurdu ki: "İçinizden bazıları, benim Kur'ân'ın tenzili (indirilmesi) üzeri­ne savaştığım gibi, Kur'an'ın te'vîli (yorumu) üzerine savaşmak zorunda kalacaktır!" Oradakilerden Ebû Bekr: "Ben mi ey Allah'ın Resulü?" diye sordu. Peygamberimiz:" Hayır" buyurdu. Ömer de: "Ben mi?" diye sordu. Peygamberimiz ona da: "Hayır, sen değilsin" diyerek cevab verdi ve de­vamla: "Fakat o, şu pabuç yamayan adamdır!" buyurdu. [151]

Hakim Ebû Eyyüb'tan şöyle rivayet eder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ali'ye: "Sözünden dönenlerle, zalimlerle ve dinini terkedenlerle savaşmasını emretti!" [152]

Ebû Ya'lâ, Beyhekî, Ebû Nuaym ve sahihtir kaydiyle Hâkim Ali'den şöyle rivayet ederler. Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) bana emânet ettiği bilgiler a-rasmda: "Kendisi'nin vefatından sonra ümmetin bana haksızlık edeceği de bulunmaktadır."

Yine Ebû Ya'lâ ve sahihtir kaydiyle Hâkim'in verdiği haberler ara­sında, İbn-i Abbâs'ın şu rivayeti de vardır: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ali'ye hitaben buyurdu: "Sen. benden sonra bazı zorluklarla karşılaşacaksın!"

Ali bunun üzerine Hazret-i Peygamber'e: "Ey Allah'ın Resulü, dînimde selâmet üzere bulunduğum halde mi?" diye sordu. Peygamberimiz de: "Evet, dîninde selâmet üzere bulunacaksın!" buyurdu.

Humeydı, İbn-i Ebî Amr, Bezzâr, Ebû Ya'lâ, İbn-i Hıbbân, Hâkim ve Ebû Nuaym Ebû'l-Es'ved et-Düvelî'den şu haberi nakletmişlerdir: "Abdullah bin Selâm, Ali'ye giderek dedi ki: "Ey Ali, sakın Irak'a gitme, eğer gidersen orada sana kılıç isabet eder" dedi. Bunun üzerine Ali de şu karşılığı verdi: "Allah'a yemin ederim ki, bunu bana Resûlulîah Efendi­miz de söylemişti."

Ebû Nuaym, tek başına seukettiği bir rivayette Ali'nin şöyle dedi­ğini nakleder: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bana buyurdu ki: "Yakında bazı fit­neler çıkacak ve sen kavminle çatışmak zorunda kalacaksın." Ben bunun üzerine: "Ey Allah'ın Resulü, bana neyi tavsiye ve emredersiniz?" diye sordum. Resûlulîah Efendimiz de bana: "Allah'ın Kitabı ile hükmet!" emrini vermişti. [153]

Hâkim İbn-i Mes'ûd'dan şu haberi nakleder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bizlere hitapla: "Yedi fitneden sakimnız! Bunlardan biri Medine'den çı­kar, biri Mekke'de meydana gelir. Biri Yemen'den çıkar. Biri Şam'dan gelir. Biri doğudan, bir diğeri de batıdan gelir. Biri de Şam'ın içinden çıkar ki bu da Fitne-i Süfyânî'dir" buyurdu.

Hadîsin râvîsi İbn-i Mes'ûd der ki: İçinizden bazıları bu fitnenin ilk çıkacak olanlarına yetişir. Bu ümmetten bazıları da sonraları çıkacak olanlarına yetişir." Velîd bin el-Ayyâş da bu konuda şöyle demiştir: "Medîne'den çıkan fitne, Talha ve Zübeyr fitnesi idi. Mekke'de çıkan fit­ne ise, Abdullah bin Zübeyr fitnesi idi. Şam fitnesi ise; Ümeyye Oğulları fitnesidir. Doğudan gelecek olan fitneye gelince, İşte bu da o taraftan gelecek olan fitnedir."[154]

Peygamberimizin, Kureyşli Bâzı Gençleri ve Altmışıncı Hicret Yılında Olacakları Haber vermesi

Buharî ve Müslim ittifakla Ebû Hüreyre'den şu hadîsi rivayet e-derler: "Benim ümmetimin helak olması, Kureyş'ten bazı gençlerin elle­rinde olacaktır."

Ebû Hüreyre,   bunu söylediği zaman o gençlere lanet okuyan Mervân bin Hakem'e karşı dedi ki: "Ben istersem, onların kimler oldu­ğunu "Fülanm oğlu, fülanm oğlu fülan" diyerek açık isınıleriyle bildire­bilirim!" [155]

Beyhekî de Ebû Saîd el-Hudrî'den şu hadisi rivayet etmiştir: "Ben, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu duydum: "Altmış yıl sonra yeni bir nesil gelir, bunlar namaz kılmaz, şehvetlerine tabî olurlar ve cehen­nemi boylarlar. Bunlardan sonra farklı bir nesil daha gelir. Bu nesil de çok Kur'ân okur, fakat okudukları Kur'ân, gırtlaklarından aşağı inmez! içlerini, hidâyet nuruyla aydınlatmaz."

Beyhekî İmâm-ı Şabî'nin şöyle dediğini rivayet eder: Ali (radıyallahü anh), Sıffin'den döndüğü zaman insanlara şöyle hitap etmiştir: "Ey insanlar! Sizler bugün Muâviye'nin emirliğini kerîh görmeyiniz: Muâviye'nin vefatından sonra, nice başların karpuz keser gibi omuzlardan kesilip u» çurulduğunu görürsünüz."

Ahmed, Bezzâr sahih bir senedle Ebû Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Altmışıncı yılın şerrinden Allah'a sığimnız! Aynı zamanda gençlerin emirliğinden de Allah'a sığı­nimz! tyi biliniz ki alçak oğlu alçak iş başına gelmedikçe şu fânî dünya­nın sonu gelmez."

Beyhekî ise Ebû Hüreyre'ye âit şu haberi nakletmiştir: "Ebû Hü-reyre Medine sokaklarında dolaşırken: "Allah'ım, altmışıncı yılı bana gösterme!" diyerek yürürdü." Yazıklar olsun size, Muâviye'yi ne de çok kerih görüyorsunuz!. Allah'ım, gençlerin emirlik devrini de bana gös­terme!" diyerek Allah'a niyaz ederdi."

İbn-i Ebî Şeybe, Ebû Ya'lâ ve Beyhekî Ebû Zerr'den şöyle rivayet eder: Ben, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem): "Benim sünnetimi ilk değiştirecek olan kişi, Ümeyye Oğullarından bir adamdır!" diye buyurduğunu duydum."

Haberi nakledenlerden Beyhekî der ki: "Bu hadiste haber verilen kişinin, Muâviye oğlu Yezîd olması, çok muhtemeldir." [156]

İbn-i Ment, Ebû Ya'lâ, Beyhekî ve Ebû Nuaym Ebû Ubeyde bin Cerrâh'tan rivayet ederler. O demiştir ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadisle­rinde: "Şu din ü devlet, Ümeyye Oğullarından Yezîd denilen bir kişi onu ele geçirinceye kadar dimdik ve dosdoğru devam eder!"

Sahihtir kaydıyla Hakimin Ebû Hüreyre'den tek başına naklettiği bir haber de aynen şöyledir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Yazık şu Ara­ba, yakında kendisine yetişecek olan serden dolayı... Bu şer; altmışıncı yılın şerridir. Bundan sonra emanet, ganimet, sadaka, borç, şahitlik hatır ve para için verilen hükümler de Kitab'a göre değil, keyif ve arzu­lara göre olur."[157]

Peygamberimizin, Medîne Âliminin Geleceğini Haber vermesi

Hâkim sahihtir kaydiyle Ebû Hüreyre'den şu haberi nakletmiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "insanların Medine âlimine ulaşmak için develerini sürerek yollara çıkacağı günler yakındır. İşte o zaman onlar, Medine âliminden daha bilgili birisini bulamıyacaklardır."

Bu hadisle ilgili olarak Süfyân bin Uyeyne demiştir ki: Biz bu âlimin, Mâlik bin Enes olduğunu kabul ediyoruz."[158]

Peygamberimizin, Zeyd bin Sûhân ile Cündebün Hallerini Haber vermesi

Ebû Ya'lâ, İbn-i Mende, Beyhekî Ali'nin şöyle dediğini rivayet e-derler: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "içinizden herhangi biri, cennete kendisinden Önce uzuvlarından bazısı gidecek olan bir adama bakmak isterse, İşte Zeyd bin Sûhân'a baksın!" Yine İbn-i Mende ile İbn-i Asâkir Büreyde'den şöyle rivayet ederler; Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), ashabı ile birlikte giderken: "Ah şu Cündeb, ne Cündeb'tür! Şu Zeyd, ne Zeyd'dir" buyurdu. Ashab sordu: "Ey Allanın Resulü, siz iki adamdan mı bahsediyorsunuz?" Peygamberimiz: "Cün­düb, kahraman adam! Kılıcim çeker ve bir darbe indirir, bununla (hakkı bâtıldan ayırdığı gibi), tek başına bir ümmet oluverir. Hayırlı Zeyd'e gelince: O da kahraman bir adam. Savaşta elini kaybeder, eli kendisin­den önce cennete gider."

Velîd bin Ukbe, Osman bin Affân (radıyallahü anh) zamanında Küfe'ye vali ol­muştu. Bir sihirbazı sokak başına oturtmuş, insanlara ölüyü dirilttiğine dâir birtakım sihirbazlık ve hokkabazlık oyunları gösteriyordu. Bu, Cündeb un kulağına gitti. Kılıcim kuşanıp oraya gitti. Baktı ki söyle­nenler doğru imiş. Kılıcim çekip sihirbazın başim gövdesinden ayırıverdi ve sonra: "Ey sihirbaz, haydi şimdi kendi nefsini dirilt bakalım!" diye haykırdı. Zeyd bin Sûhân'a gelince:-Bu zâtın eli Kadisiye meydan muharebesinde kesilmiştir. Sonra Hazret-i Ali ile birlikte Cemel vak'asma katıldı ve oradr öldürüldü.

(İbn-i Asâkir, bunun bir benzeri rivayeti; Ali'den, İbn-i Abbâs'tan ve İbn-i Amr'den de rivayet etmiştir. [159]

İbn-i Sa'd ise, el-Eclah tarikiyle Ubeyd bin Lâhık'tan şu haberi nakleder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir seferde idi. Ashabtan bir grup, şarkılar söyleyerek geldi ve inip yerleşti. Sonra bir başka grup gelip mola verdi. Peygamberimiz de ashabimn bazı ihtiyaçlarim karşılamak istedi. O da bu maksatla inip mola verdi ve şöyle demiye başladı: "Cündeb, bu Cündeb kimdir? Şu eli kesik hayırlı Zeyd de kimdir?" Sonra işi bitince binip yola koyuldu. Ashabı da kendisine yaklaşarak, az önce söylediklerinin mânâsını kendisinden sordular. Peygamberimiz de kendilerine şu cevabı verdi: "İlci adam. Bu ümmette görülürler. Bunlardan biri ki Cündeb'tür; kılıcim çekip kuvvetle vurur ve bununla bâtılı yok edip hak ile onun a-rasını ayırır. (Yâni bâtılı uzaklaştırmış olur.) Diğeri ise Zeyd'dir; bu da Allah yolunda elini kaybeder. Sonra Zeyd'in cesedinin geri kalanim da cennete göndererek, kendinden önce cennete gitmiş bulunan parçasıyla birleştirir." ilgili hadisi açıklamak üzere el-Eclah demiştir ki: Cündeb bin Zü-beyr el-Gâdırî'dir, Velîd bin Ukbe'nin yanında onun sihirbazını öldür­müştür. Zeyd bin Sûhân ise: Elini Celulâ Savaşında Allah yolunda kaybetti, sonra kendisi de Cemel olayında şehid düştü."

Hâkim Hasan-ı Basrî'den şu haberi nakletmiştir: Küfe emirlerinden biri, bir sihirbazı halkın önüne takdim ederek, birtakım oyun ve icrââtta bulunmasını emretti. Sihirbaz emîrin emri üzerine icrââta başladı. Halk çok sayıda toplanıp seyrediyordu. Cündeb'ün bundan haberi olunca hemen kılıcim kuşanıp oraya geldi. Baktı ki, du­rum aynen kendisine söylendiği gibidir. Hemen kılıcim çekip sihirbazın kellesini uçuruverdi. Halk bunu görünce korkuya kapılıp dağılmaya başladı. Cündeb halka hitaben dedi ki: "Ey insanlar, korkmaymız! Be­nim sizinle bir işim yoktur, benim maksadım sihirbaz idi. İşte onun da vücûdunu ortadan kaldırmış oldum." [160]

İbn-i Asâkir'in yine bu konuda Haris el-Aver'den rivayeti de şöyle­dir: Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) anlattığı şeyler arasında "Zeydü'l-Hayr = Hayırlı Zeyd" diye anılan Zeyd bin Sûhân da vardı. Peygamberimiz'in bu husustaki sözü şöyleydi: "Yakında ashabımı gören tabiîn nesli arasında bir adam bulunur. O, Zeydü'l-Hayr'dır. Onun vücûdundan bir parça, kendisinden Önce cennete gidecektir. Yirmi sene sonra da kendisi (şehîd olup) cennete gidecektir."

İşte bu Hayırlı Zeyd, Nehâvend taraflarındaki bir savaşta sol elini kaybetti. Yirmi sene sonra da Cemel vak'asına katıldı ve burada öldü­rüldü. Öldürülmezden az önce demişti ki: "Ben bir rüya gördüm. Bu rü­yamda yirmi sene önce kaybettiğim elim, yukarıdan bana "haydi gel, gel!" diye işaret ediyordu. Kanâatim odur ki, ben artık Ölüp elime kavu­şacağım." ve dediği gibi o, bu savaşta Ali'nin yanında şehid düşmüş­tür."[161]

Peygamberimizin, Ammâr bin Yâsir'in Katledileceğini Haber vermesi

Buhârî ve Müslim'in ittifakla Ebû Saîd'den, ayrıca Müslim'in tek başına Ümmü Seleme ve Ebû Katâde'den rivayet ettikleri hadîs şöyledir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Ammâr'a hitaben buyurdu ki:

"Ey Ammâr seni, isyan eden topluluk öldürür!"

Bu hadîs, mütevâtirdir. Mütevâtir Hadîsler adlı kitabımızda beyan ettiğimiz gibi, bu hadîsi yirmiye yakın sahâbî rivayet etmiş bulunuyor.[162]

Beyhekî ve Ebû Nuaym, Ammâr'ın âzadlı kölelerinden şu haberi nakletmiştir: "Ammâr bir gün hastalanmıştı. Hastalığı giderek ağırlaştı. Derken bayıldı. Bizler ise onun etrafında toplanmış ağlaşıyorduk. Bir müddet sonra kendine geldi ve bizlerin ağlaşmakta olduğumuzu gördü. Dedi ki: "Benim, böylece yatağımda öleceğimi mi zannediyorsunuz? Bana Sevgili Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) haber verdi ki: "Beni ancak halîfeye is­yan etmiş bir topluluk öldürecektir ve benim dünyadan son nasibim de bir içim süt olacakmış."

Ahmed, İbn-i Sa'd, Taberânî, Beyhekî, Ebû Nuaym ve sahihtir kaydiyle Hâkim, Ebû'l-Bahterl'den şu haberi nakletmişlerdir: Ammâr bin Yâsir, Sıffîn savaşında kendisine bir içim süt getirilmesinden sonra, bu sütü içti ve gülmeye başladı. Kendisine: "Niçin gülüyorsunuz?" diye sordular. O da cevaben dedi ki: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bana demişti ki: "Ey Ammâr, senin dünya nimetlerinden en son içeceğin, bir içimlik süt ola­caktır!" İşte ben bunun için (şehîd olarak ölümüm yaklaşştır) diye gülüyorum."

Ammâr bin Yâsir, böyle söyledi, sütünü içtikten sonra savaşmaya başladı ve şehîd oldu.

(Bu, bu şekilde Ammâr'dan diğer tarîkler ile de rivayet edilmiş bulunmaktadır. Keza Ruzzîn dahi bunu bu şekilde Ebû Hüreyre'den rivayet etmiş bulunmaktadır.)

Yine Hakimin sahihtir kaydiyle Huzeyfe'den de bir rivayeti var. Onun bu rivayetine göre Huzeyfe demiştir ki: Ben, Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) Ammâr'a hitaben: "Ey Ammâr, seni isyan etmiş bir topluluk öl­dürecektir! Senin dünyâ nimetlerinden en son alacağın, bir içimlik süt olacaktır" buyurduğunu işittim."

Ahmed, Taberânî ve Hâkim Amr bin el-Âs'tan şu haberi naklet-mislerdir: "Ben, Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah'ım, gerçekten sen Ammâr sebebiyle şu Kureyşi tahrik etmiş oldun (da onlar aklim Ammâr'a takmış bulunuyorlar.) Şüphesiz Ammâr'ın katili de cehenne [163] mdedir!" diye bu­yurduğunu işittim."

İbn-i Sa'd da bu konuda Huzeyl'den şöyle bir haber nakletmiştir: "Adamın biri, Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: "Yâ Resûlallah, Ammâr yıkılan duvar altında kaldı ve öldü!" diye bir haber getirdi. Peygamberimiz ise: "Hayır Ammâr Ölmedi!" karşılığim verdi. Sonradan anlaşıldı ki, gerçek­ten Ammâr ölmemiştir." [164]

Peygamberimizin, Hakra Ehlinin Öldürüleceklerini Haber vermesi

Beyhekî Eyyûb bin Beşîr el-Evsî'den şu haberi rivayet eder: Pey­gamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir seferde iken yolu Zühre Harrası'na uğramıştı. Burada biraz durakladı ve: "Innâ lillah ve innâ ileyhi râciûn!" buyurdu. Ölüm olayında söylenmesi âdet ve sünnet olan bu sözün, O'nun tarafından burada söylenmesi üzerine ashâb, bunun sebebini sordular. Peygambe­rimiz de: "Bu Harra'da ashabımdan sonra ümmetimin hayırlıları olan kimseler öldürüleceklerdir. Bu sebeble böyle söyledim."

Beyhekî'nin bu rivayeti mürseldir. Fakat Beyhekî kendisi der ki: "İbn-i Abbâs'ın bir âyeti tefsir sadedinde söylediği bir sözde bunu te'yîd eder mâhiyettedir." [165]

Yine Beyhekî, Hasan-ı Basrı'den şu haberi nakletmiştir: "Harra o-layında Şamlılar Medine'de o kadar adam Öldürdüler ki, hattâ Medine lilerden neredeyse bir tek kişi bile kurtulamıyacaktı."

Yine Beyhekî'nin rivayetine göre Mâlik bin Enes de şöyle demiştir: "Harra Olayı Gününde yalnız Kur'ân hafızlarından tam yediyüz kişi öl­dürüldü. Bunların üçyüz tanesi Ashab-ı Kiram efendilerimizdendi. Bu olay, Müâviye'nin oğlu Yezîd zamanında olmuştur."[166]

Bir de bu konuda Beyhekî'nin Muğîra tarikiyle sevkettiği bir haber var. Bu da şöyledir: "Yezîd'in komutanlarından Müslim bin Ukbe, Medine'yi yağma ettirdi: Burada üç gün müddetle herşeyi mübâh ilân etti. Bu sırada ehl-i İslâmın ırz ve nâmûsu Öylesine çiğnendi ki, bakire kızlardan bin kadarı, bakireliklerini zâyî ettiler." [167](Medine yakı­nındaki Harra olayı, hicretin altmış üçüncü yılında vukua gelmiştir.)[168]

Peygamberimizin, Merci Azrâ'da Mazlum Olarak Öldürülenleri Haber vermesi

Yâkûb bin Süfyân Târih'inde, Beyhekî ve İbn-i Asâkir Ebû'l-Esved'den şu haberi nakletmiştir: "Bir gün Muâviye, mü'ıninlerin annesi Âişe'yi ziyarete gitti. Âişe validemiz kendisine: "Ey Muâviye, Azrâ'da Hucür ve arkadaşlarim nasıl ve niçin öldürttün?" diye çıkıştı, Muâviye ise şu cevabı verdi: "Ben, onların yaşamasını bu ümmet için zarar, öl­dürülmelerini ise iyilik olarak gördüm ve bu görüşle öldürttüm." Muâviye'den bu cevabı alan Âişe validemiz de şunu ilâve ettiler: "Ben ise, Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) bu hususta: "Azrâ'da ümmetimden bazı kim­seler mazlum oarak öldürülecekler! Bu mazlumların hatırı için Allah da buğzeder, Allah'ın melekleri de" diye buyurduğunu işitmiştim."

(Bu hadîs mürseldir.)

Beyhekî ile İbn-i Asâkir Ali bin Ebû Tâlib'ten de şu haberi naklet­miştir: Ali, Iraklılara hitaben dedi ki: "Ey Iraklılar, sizden yedi kişi Azrâ denilen yerde katledilir. Bunların meseli, Kitâbımız'da anlatılan Ashâb-ı Ühdûd'un meselidir." Ali'nin bu sözüne uygun olarak yedi kişi: yâni Hucür ve arkadaşları Merc-i Azrâ'da katledildiler."

Ebû Nuaym bu konuda der ki: Meşhur Zeyyâd bin Sümeyye hutbe okuyordu. Ümeyye Oğullarimn âdeti veçhile hutbede Ali'yi andı ve onu kötüledi. Hucür bin Adiyy de eline bir taş alarak Zeyyâd'a attı. Bu suretle onu, Ali'yi kötülemekten menetmek istedi. Zeyyâd ise bunu şikâyet olarak Muâviye'ye yazdı. Muâviye de Hucür bin Adiyy ile arka­daşlarimn kendisine gönderilmelerini emretti. Bunlar yola çıkarıldılar. Şam'a doğru giderlerken Merc-i Azrâ denilen yere gelip mola vermişler­di. Bu sırada, kendilerini öldürmeleri için Muâviye'nin gönderdiği a-damlar da buraya gelip onlarla karşılaştılar ve onların hepsini öldürdüler."

(Beyhekî, Ali'nin bu husustaki yukarıda geçen sözüyle ilgili olarak der ki: "Hazret-i Ali, böyle bir sözü kendiliğinden söylemiş olamaz. Muhakkak o bunu, Hazret-i Peygamber'den işitmiş olması sebebiyle söylemiştir.) [169]

Peygamberimizin Amr bin Hamık’ın Öldürüleceğini Haber vermesi

İbn-i Asâkir Rifâa bin Şeddâdel-Becelî'den şu haberi nakletmiştir: "Ben, Muâviye onu yakalamam için emir verdiği zaman onunla beraber kaçıp yola çıkmıştım. Yolda giderken o bana dedi ki: "Ey Rifâa, Pey­gamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), onların beni öldüreceğini haber vermiştir. Hem dahî bilmelisin ki, ins ve cin, benim kanıma ortak olmuştur." O bana bunları söyler söylemez, peşimize takılan atlıların da ileriden görünmeleri bir oldu. Ben derhal Amr bin Hamık'a veda ederek kendisinden ayrıldım ve sıvışarak kayboldum. Tam bu sırada yılanın biri, onun üzerine atılarak kendisini sokup öldürdü. Muâviye'nin atlıları geldikleri zaman, ancak onun ölüsüne yetişmiş oldular. Başim keserek götürdüler ve İslâm tarihinde kesilip de emîr'e hediye edilen ilk müslüman başı da bu oldu." [170]

Peygamberimizin Zeyd bin Erkam’ın Âmâ Olacağını Haber vermesi

Beyhekî Zeyd bin Erkam'dan rivayet eder. O şöyle demiştir: Bir gün ben, hasta olmuştum. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) beni ziyarete ve geçmiş olsun, demeye geldi ve beni şu sözleriyle teselli buyurdu: "Senin bu hastalığın, korkulacak ve sana zararı olacak bir hastalık değildir. Fakat ileride, benden sonra yaşıyacak ve âmâ olacaksın. O zaman hâlin nasıl olacak?" Ben, Resûlullah Efendirniz'in bu sözü üzerine dedim ki: "O zaman ben de, sabreder, sabrımın sevabim da Allah'tan ümîd ederim." Peygambe­rimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de bunun üzerine şu müjdeyi verdiler: "Bu takdirde sen de cennete girersin! Hem de hesaba çekilmeksizin."

(Zeyd bin Erkam, gerçekten Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) vefatından sonra âmâ oldu. Sonra Allahü teâlâ kendisine gözlerini bağışladı (gözleri iyi olup görmeye başladı.) Daha sonra da vefat etti. [171]

 

24-6 Peygamberimizin, Bazı İmamların, Namazı Vaktinin Dışında Kıldıracaklarim Haber vermesi

İbn-i Mâce ve Beyhekî İbn-i Mesûd'dan rivayet ederler. O şöyle demiştir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Sizler bazı insanlar göreceksiniz ki onlar, namazlarim vaktinde kılmayacaklar. Onlara yetiştiğiniz zaman, namazınızı evlerinizde ve vaktinde kılimz! Sonra gidip onlara u-yarak kılimz ve onların arkasında kıldığimz bu namazı, nafile sayimz." [172]

Beyhekî ile Ebû Nuaym'in yine İbn-i Mesûd'dan rivayeti şöyledir: Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Yakın bir gelecekte işlerinizin başına öyle adamlar geçecektir ki, onlar sünneti söndürüp bid'ati îlân edeceklerdir! Namazı da vaktinden geciktireceklerdir..." [173]

İbn-i Mâce de Ubâdetü'bnü Sâmit'in Peygamberimiz'den şöyle rivayet ettiğini bildirir: "Yakında bazı emirler (devlet adamları) gelecek, bunların çok meşgaleleri olacak, bu yüzden namazı vaktinden gecikti­recekler. Siz, (namazlarimzı vaktinde kılıp) onların arkasında kıldığimz namazı, nafile olarak niyet ediniz..."

(Ben derim ki, bu hadîslerin haber verdiği ümerâ (devlet adamları), Ümeyye Oğulları idi... Çünkü onlar, bununla tanimrlar, bununla meşhurdurlar.. . Durum, Ömer İbn-i Abdül-Azîz zamanına kadar devam etmiştir. O gelmiş, namazı vaktinde kıldırarak durumu düzeltmiştir.) (Suyûtî)[174]

Peygamberimizin Bazı Kimselerin Ömrünü ve O Neslin Ne Zaman Tükeneceğini Haber vermesi

Buhârî ve Müslim İbn-i Ömer'den şöyle rivayet ederler: Bir gece Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bize yatsı namazını kıldırdıktan sonra ayağa kalkıp şöyle buyurdu: "Şu geceyi görüyorsunuz ya, İşte bu geceden itibaren yüz sene sonra, bugün yeryüzünde yaşamakta olanlardan hiç biri hayatta kalmayacaktır."

 (Peygamberimiz bu sözüyle o neslin yüz sene sonra tükeneceğini haber vermiş oluyordu... -Suyûtî-)

Müslim'in Abdullah bin Câbir'den rivayetinde ise şöyle denilmek­tedir: "Siz bana kıyametin ne zaman kopacağim soruyorsunuz. Bunu bilmek ise, ancak Allah'a mahsustur. Ben ise sizlere, sadece, bugün yeryüzünde yaşamakta olanlardan yüz sene sonra kimsenin kalmaya­cağım haber veriyorum!"

Müslim'in senedlerine dayanarak naklettiği bir habere göre, Pey-gamberimiz'in ashabından Ebû't-Tufeyl şöyle demiştir: "Peygamberi-miz'i görenlerden benden başka kimse hayatta kalmamıştır."

(Gerçekten de Ebû't-Tufeyl, yüzüncü senenin başında vefat et­miştir.)

Hâkim, Beyhekî ve Ebû Nuaym'in Muhammed bin Zeyyâd el-Elhânî tarikiyle Abdullah bin Büsr'den şu mealde bir rivayetleri vardır: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün Abdullah bin Büsr'e işaretle: "Şu delikanlı bir asır yaşıyacaktır!" buyurdu. O da tam yüz sene ömür sürdü. Bu Abdul­lah'ın yüzünde göze batacak şekilde bir siğil vardı. Peygamberimiz: "Ve bu delikanlı, yüzündeki siğil sönmeden de ölmez" buyurmuştu... Hakîkaten o vefat etmezden önce, yüzündeki siğili de sönmüştü...

Yine bu cümleden olarak İbn-i Sa'd ve diğerlerinin kaydettiği şu haber de manidardır: Habîb bin Müslime, Medine'ye gelip Peygamberi-miz'i görmek istedi... Arkasından da babası yetişti ve Peygamberimizde hitaben dedi ki: "Bu oğlum, benim elim ve ayağım demektir. Onu yanı­nızda alakoyub da asker yapmayimz!" Peygamber Efendimiz de onun oğlu Habîb'e hitaben: "Haydi babanla git, o yakında vefat eder, sen de o zaman bana gelirsin" buyurdu. Babası da gerçekten o sene vefat etti." (Habîb, ertesi sene asker olup cihâda iştirak etti.)[175]

Peygamberimizin, Numan bin Beşir'in Şehid Olacağını Haber vermesi

İbn-i Sa'd, Asını bir Ömer bin Katâde'den rivayet ediyor: "Amre bint-i Ravâha, bir beze sarmış olduğu çocuğunu, yâni Nûmân bin Beşîr'i alarak, Hazret-i Peygambere getirdi ve: "Ey Allah'ın elçisi, çocuğumun ileri­de malimn ve çocuklarimn çok olması için dua ediveriniz!" diyerek ricada bulundu... Peygamberimiz de ona verdiği cevapta buyurdu ki: "Sen onun, dayısı Abdullah bin Ravâba kadar yaşamasına razı değil misin? O Abdullah ki, övülecek bir şekilde yaşadı ve şehîd olarak ölüp cennete girdi!"

Yine İbn-i Sa'd, Müslime bin Muhârib'ten ve başkalarından şu ha­beri nakletmiştir: "Mervân bin Hakem'in hilâfeti zamanında Merc-i Râhit Savaşında Dahhâk bin Kays öldürüldüğü zaman, Nûman bin Beşîr Humus tan kaçmak istedi. Kendisi, buranın valisi idi... Mervan'a muhalefet etmiş ve Abdullah bin Zübeyr için çalışıp davette bulunmuş­tu... Kaçınca Humuslular peşine düşüp onu yakaladılar ve katlettiler. Peygamber Efendimiz ise bu hususta; "...Şam ehlinden bir münafığın onu öldüreceğine dâir" işarette bulunmuştu..."[176]

Peygamberimizin, Yalan Hadis Rivayet Eden Şeytanları ve Hadis Namına Yalan Söyleyenleri Haber vermesi

Müslim'in Ebû Hüreyre'den rivayetine göre, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

mmetimin son zamanlarında bazı insanlar zuhur eder ve bun­lar, sizlerin ve sizlerin atalarimn hiç duymadıkları şeyler konuşurlar... Bunlar, müthiş yalancılardır! Bunların zararından ve saptırmasından son derece sakimnız!"

İbn-i Adiyy ve Beyhakî'nin rivayetinde de: "tblîs, sokak sokak do­laşıp: "Bana falanca da şu hadîsi rivayet etti" diyerek hadîs rivayet et­meye kalkışmadıkça, kıyamet kopmaz!" buyurulmuştur..." [177]

İbn-i Adiyy ve Beyhekî, Îsâ bin Ebû Fâtıma el-Fizârî'den nakleder. O demiştir ki: "Bir gün ben, Mescid-i Haram'da bir üstadın yakimnda oturuyordum. O bana hadîs yazdırıyordu ve: "Bana el-Şeybânî rivayet etti" dedi. Baktım, onun yanında birisi var, o da: "Bana el-Şeybânî rivayet etti" dedi. Üstad: "Bana el-Şeybânî el-ŞaTrî'den rivayet etti" dedi. Yanındaki adam ise: "Bana el-Şa'bî'nin kendisi rivayet etti" dedi. Bu sırada üstad: "O da el-Hâris'ten rivayet etmiştir" dedi. Yanındaki adam ise: "Vallahi ben, el-Hâris'in kendisini gördüm, bana bizzat ken­disi rivayet etti" diyerek and içti. Üstad: "El-Hâris ise Ali'den naklet-miştir"   dedi.   Yanındaki adam ise:   "Vallahi ben Ali'nin kendisini gördüm ve onunla Sıffîn savaşına katıldım!" diyerek yemin etti.  Ben bu durum karşısında hayret edip, hemen Allah'a sığındım ve Ayete'l-Kürsfyi okumaya başladım.  "Velâ yeûdühû hıfzuhümâ" kısmına gelip bunu da okuduğum zaman, baktım ortalıkta birşey kalmamıştır. Yâni bana musallat olup yanıltmaya çalışan tblîs, kayıplara karışştır."[178]

Peygamberimizin, Dördüncü Asırda İnsanların Değişeceğini Haber vermesi

Imrân bin Husayn'dan Müslim rivayet ediyor, O şöyle demiştir: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Sizin en hayırlılarimz, benim asrımda o-lanlannızdır! Sonra, benim asnmdakilere yakın olanlardır, sonra da bunlara yakın olanlardır. Bunlardan sonra ise Öyle adamlar gelecektir ki, hıyanet edip emniyetten eser bırakmayacaklar, şahitlik etmeleri is-tenilmediği halde şahitlik edecekler, adayacaklar fakat adaklarim yeri­ne getirmeyecekler... Çokça yiyip bol kilo almak ve şişmanlamak ise, onlarda moda olacak... (Halbuki mü'ınin birtek karnim doyurmak için yer. Münank ise, yedi karnım doyurmak için yer.)[179]

Peygamberimizin, Bir Topluluğa, İçlerinden En Son Ölenin Ateş İçerisinde Öleceğini Haber vermesi

Beyhekî'nin Ebû Nadra tarikiyle Ebû Hüreyre'den rivayeti şöyledir: "Peygamber Efendimiz, bir gün karşılaştığı bazı kimselere hitaben: "Si­zin içinizden en son vefat edecek olan kişi, ateş içerisinde ölecektir" bu­yurdu. Bunların içinde Semura bin Cündeb de vardı. Ebû Nadra demiştir ki: Gerçekten bunların en son vefat edeni, Semura olmuştur."

Hafız Abdürrezzâk'ın rivayetine göre, bunlar üç kişi olup: Ebû Hüreyre, Semura ve diğer bir adam,.. Bu üçüncü adam, adı geçenlerin her ikisinden önce vefat etmiştir. Bu yüzden birisi eğer Ebû Hüreyre'yi kızdırmak isterse: "Haberin var mı, Semura vefat etti" deyi verirmiş... Ebû Hüreyre de bunu duyunca ateş içinde ölmek korkusuyla bayılıp düşermiş... Sonunda Ebû Hüreyre de Semura'dan önce vafet etti."

İbn-i Asâkir'in Muhammed bin Sîrîn'den nakline göre, yukarıda geçen, (Peygamberimiz'in önceden haber verdikleri veçhile) Semura bin Cündeb'ün vefatı da şöyle olmuştur: Bir gün Semura, Arapların Gezâz Hastalığı dedikleri puntaya tutulmuş... Aşırı derecede üşütmekten tir tir titriyormuş. Titremekten adetâ yerinde duramaz olmuş ve büyük bir kazanın su ile doldurulmasını ve altında kuvvetli ateş yakılmasını em­retmiştir. Derhal onun bu emrini yerine getirmişler. O da suyu kayna­makta olan bu kazanın üzerine bazı şeyler koydurup oturmuş, kendisini şiddetle kaynamakta olan suyun Buhârîna vermiş... Böylece ısınıp tit­remekten kurtulmak istemiş... Derken kazanın üst tarafına konulan şeyler ansızın çökmüş, Semura da kazanın içine düşerek ölmüştür."[180]

Peygamberimizin, Bir Topluluğa İçlerinden Birinin Cehennemlik Olduğunu Haber vermesi

Taberânî ve diğer bazıları, RâfV bin Hudeyc'in şöyle dediğini kay­deder: "Raccâl bin Anfüve adındaki zâtın, başkalarim imrendirecek de­recede devamlı Kur'ân okumakta ve okuyuştaki huşûda pek acâib bir hâli vardı. Hayırlı işlere koşturmakta da şaşılacak bir durumda görü­lürdü. Bir gün bizler bâzı arkadaşlarla oturuyorduk. Raccâl de yanı­mızda oturmakta idi. Derken Peygamber Efendimiz çıkageldi ve buyurdu ki; "Şu topluluktan birinin yeri ateştir!11 Bunun üzerine ben, oradaki insanların tamamim tanımak istedim, baktım: Ebû Hüreyre, Ebû Ervâ, Tufeyl bin Amr ve Raccâl bin Anfüve var... Hepsine dikkatle baktım, hayretler içinde kaldım ve kendi kendime: "Acaba bu şakı adam kimdir ki?" demekten kendimi alamadım. Ben, Resûlüllah Efendimizin vefatından sonra Hanîfe Oğulları'na döndüm. Orada Raccâl in ne yaptı­ğim sordum. Aldığım cevab: "Onun, fitneye kapıldığı, Resûlüllah'ın a-leyhine ve Müseylime'nin lehine şehâdette bulunduğu..." merkezinde oldu. Bu sefer de, yine kendi kendime dedim ki: "Elbette Allah Resûlü'nün buyurduğu haktır!"

Seyf bin Ömer rivayet eder: Farrât bin Hayyân Ebû Hüreyre ve Raccâl, Resûlüllah'ın yanından çıktılar... Bu sırada Resûlüllah: "Bun­lardan birinin yeri cehennemdir ve onun iki omzu üzerinde hâin bir kafa vardır!" buyurdu. Sonunda Raccâl, Müseyleme'ye katıldı. Bu haber gel­diği zaman, Ebû Hüreyre ile Farrât sevinçlerinden secdeye kapandı­lar."[181]

Peygamberimizin, Velid bin Ukbe'nin Haline İşareti

Hâkim ve Beyhâkl, Velîd bin Ukbe'nin kendisinden şöyle nakleder:

"Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'yi fethettiği zaman, Mekke halkı ço­cuklarim alıp getirdiler. Resûlüllah da onların başlarim meshedip hak­larında hayır duada bulundular... Bu sırada anam da beni, başıma kokular sürerek Rasulullah'a götürdü. Fakat Rasulullah benim başıma meshetmedi ve bana hiç dokunmadı..."

Beyhekî bu hususta der ki: "Şüphesiz bu, Velîd hakkındaki ilâhî takdir icâbı ve bunu yüce Allah'ın Resûlü'ne bildirmiş olması neticesi o-larak böyle olmuştur. ve daha sonraki Velîd'e âit haberler de bunu te'yîd eder mahiyette olmuştur.. Târihen bilindiği gibi, Velîd Hazret-i Osman'ın valisi idi ve bu sırada içki içmekle tanınmıştı... Namazı da son derece geciktirmiş olarak (ve bâzan da sarhoş olarak) kıldınrdı... Hazret-i Osman'ın öldürülmesine kadar varan fitnelerin çıkış sebeplerinden biri de, şüp­hesiz yine bu Velîd idi..." [182]

Peygamberimizin, Kays bin Metata'nın Halini Haber vermesi

Hâtib, Ruvâtü Mâlik adlı eserinde Ebû Seleme bin Abdurahmanhn şöyle dediğini nakleder: "Bir gün, Selmân-ı Fârisî, Suheyb-i Rûmî ve Bilâl-i Habeşî'nin de bulundukları bir topluluk, oturmuş konuşuyorlar­dı... Derken bu topluluğun bulunduğu yere Kays bin Metâta da geldi... Öfkeyle oradakileri süzdükten sonra şöyle konuşmaya başladı: "Evs ve Hazrecin (Medinelilerin) Muhammed'e ve diğer kendilerinden (Araplar­dan) olan adamlara sahip çıkıp yardım etmelerini anladık... Peki şu Arap olmayan adamlara ne oluyor? Bunlara niçin sahip çıkılıp yardım ediliyor?"

Orada oturanların içinde Muaz da vardı. Muâz derhal ayağa kal­karak Kays bin Metâta'nın yakasından tutup doğruca Peygamberimiz'e götürdü ve onun söylediklerini O'na haber verdi. Peygamber Efendimiz ise bundan çok öfkelendi ve cübbesini sürüyerek doğruca Mescid'e gitti... Sonra da "namaz toplayıcıdır" diye nida olundu... Ashâb da bunun üze­rine Mescid'e toplandılar. Peygamberimiz ise Allah'a hamd ü sena ede­rek kısa bir hutbe irâd ettiler... Buyurdular ki: "Ey insanlar! Rabbimiz, bir tek Rab'tır, hepimizin atası da Hazret-i Âdem'dir! Dînimiz de birdir... A-raplık dediğiniz şey ise, ne sizlerin anası, ne de babasıdır... Bu, konu­şulan bir lisandan ibarettir... Her Arapçayı konuşan Araptır..."

Bu sırada Muaz bin Cebel, kılıcim eline almış duruyordu... Hazret-i Peygamber'e sordu: "Ey Allah'ın Resulü, bu münafık hakkında ne buyürürsünüz, onun başim vurayım mı?" Hazret-i Peygamberdin cevâbı ise: "Bırak onu, onun cehenneme yolu var!" oldu."

Gerçekten de Hazret-i Peygamber'in vefatından sonra yüz gösteren ir-tidâd olaylarimn içinde bu adam da vardı. Sonunda mürted olarak öl­dürüldü.[183]

Peygamberimizin, İbn-i Abbâs'ın Halini Haber vermesi

Beyhekî ve Ebû Nuaym, Abdü'l-Muttalib'in oğlu Abbâs'tan rivayet eder: "Ben oğlum Abdullah'ı Peygamber Efendimiz'e göndermiştim, işini görüp dönecekti... Gittiğinde Peygamberimizin yanında bir adam gör­müş ve birşey demeden dönüp gelmiş... Sonra Hazret-i Peygamber beni gör­düğü zaman ben kendisine: "Ey Allah'ın Resulü, oğlum Abdullah'ı bir iş için size göndermiştim. O da yanimzda bir adam gördüğü için bir şey demeden dönüp gelmiş" dedim ve bunu, sırf O'nun yanındaki adama saygısından böyle yapmış olduğunu da haber verdim. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber: "Demek o, O'nu görmüş mü?" dedi. Ben de "evet" dedim. O da: "Onun gördüğü Cebrâîl idi. Abdullah, sonunda gözleri âmâ olmadan ölmez ve mutlaka kendisine çok geniş bir ilim de yerilmiş olacaktır" bu­yurdu. [184]

Ebû Nuaym ise, İbn-iAbbas'ın kendisinden şu haberi nakletmiştir; Bir gün Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bana dedi ki: "Ey Abdullah, sonunda senin gözlerin âmâ olacaktır." Nitekim de öyle oldu. Yine bir defasında Hazret-i Peygamber bana: "Gün gelecek, suya batacak ve Ölümden döneceksin!" buyurmuştu. Nitekim gün geldi ben, Taberiye gölüne düşüp ölümden döndüm. Bir defasında da Hazret-i Peygamber bana, fitneden sonra bir hicret yapacağımı söylemişti. Öyle ümid ediyorum ki bu işaret buyurulan hic­ret de, Ali bin Ebû Talib'in oğlu Muhammed bin Hanefi'ye'ye olan hicre-timdir. Böyle söylemekle bir yanlışım varsa, Allah beni affetsin. Ali ile oğlu Muhammed'den de Allah razı olsun!"[185]

 

24-7 Peygamberimizin Ümmetinin Yetmiş Üç Fırkaya Ayrılacağim Haber vermesi

Beyhekî ve Hakim, Ebû Hüreyre'den rivayetle Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivayet ederler:

"Yahudiler yetmiş bir (veya yetmiş iki) fırkaya ayrılmışlardır. Nâsâra (hıristiyanlar) ise, yetmiş iki fırkaya bölündüler. Benim ümme­tim de, yetmiş üç fırkaya bölünür. (Pek çok gurup ve partilere ayrılır.) [186]

Yine Bakim ve Beyhekî'nin Muâviye'den rivayetlerine göre, Pey­gamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Bizden önceki kitap ehli, dinlerinde yetmiş iki fırkaya ayrıldılar. Şu benim ümmetim de yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır (ki bunlar hevâ ve bid'at fırkaları olacaktır). Bunların hepsi cehennemdedir. Ancak bir tanesi müstesnadır. Bu ise, cemâattir (yâni sünnet ve cemâat ehli olan müslümanlardır). Yine benim ümmetim i-çinde öyle kavimler bulunacaktır ki, kuduz hastalığına yakalanan bir kişinin bu hastalık nasıl bütün vücuduna işleyip yayılırsa, benim sün­netime aykırı.olan bid'atler de bu kavimlerin bütün vücuduna işleyip yayılacaktır. Öyle ki, vücudlarında bid'atin nüfuz etmediği ne bir damar kalır, ne de bir mafsal." [187]

Yine Beyhekî ile Hakim, İbn-i Ömer'den rivayet ediyorlar. O şöyle demiştir: "Resülüllah buyurdu: "îsrâil oğullarına gelen hastalık ve kö­tülükler, benim ümmetim üzerine de gelecektir. Hatta onlardan biri, bir mahremine alenen zina etmiş olsa, onları taklit ederek bunu işleyen ümmetim içinde dahi bulunacaktır. Isrâü oğulları yetmiş bir fırkaya ayrılmış idi. Benim ümmetim ise, yetmiş üç fırkaya (daha çok guruplara) ayrılacaktır. Bu fırkaların biri müstesna, diğerleri hep cehennemde­dir!"

Peygamberimizin böyle buyurması üzerine, müstesna olan (ce­hennemde olmayan) bu fırkanın kimler olduğunu sordular. Peygamber Efendimiz de onlara verdiği cevabda aynen şöyle buyurdular:

"Onları cehennemden kurtarıp cennete götüren şey; şu anda benim ve ashabımın üzerinde bulundukları şeydir! (Kitap ve Sünnet'e dayalı, bid'at ve hurafe karışmamış olan dindir) İslâm'dır!" [188]

 (Yine Beyhekî ile Hâkim'in Amr bin Avf tan bir rivayetleri olup, o da bu mealdedir. Yalnız bu ikisiyle beraber Bezzâr'ın İbn-i Abbâs'tan bir rivayetleri daha bulunmaktadır. Bu rivayet dahi aynı mealde ise de, bunun sonunda; "...Hatta onlardan biri keler deliğine girse, siz dahi gi­receksiniz" buyurulmuştur.)

Taberani El-Evsat'ında güzel bir senedle El-Müstevrid bin Şeddât'tan şu haberi nakletmiştir: Resülüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu:

"Şu ümmet, evvelkilerin sünnetlerinden (âdetlerinden) hiçbir şey bırakmaz, hepsini yapar!" [189]

Yine Taberani, Avf bin Mâlik'ten şu haberi nakletmiştir. Yâni Avf şöyle demiştir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu; "Benim şu ümmetim, yet­miş üç fırkaya ayrılıp da yetmiş ikisinin cehennem yolunu, bir tanesinin de cennet yolunu tuttuğu zaman, acaba sizlerin hali ne olacaktır?"

Ben bunun üzerine dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, bu buyurduğu­nuz ne zaman olacaktır?" İşte benim bu sorum üzerine Hazret-i Peygamber'in cevabı da şöyle olmuştur:

"Zabıta ve emniyet memurlarimn çoğaldığı, cariyeler iş başına geçtiği (veya söz sahibi olduğu), zayıf ve ehliyetsiz kimselerin kürsi ve minberleri işgal ettiği, Kur'an musiki kabul edildiği, mescidîer aşırı bir şekilde süslendiği, minberler fazlaca yükseltildiği, "devlet malı deniz, yemeyen domuz" tekerlemesine uyulduğu, zekât bir haraç addedilip ve­rilmek istenilmediği; emânetler, ele geçirilmiş bir ganimet sayıldığı, din ilminin AJlah rızasının dışında başka maksat ve gayelerle tahsil edildiği zaman... Aynı zamanda kişinin karısına itaat edip anasına itaatsizlik gösterdiği, babasını kendisinden uzaklaştırdığı, birtakım arkadaşlar e-dinip onları kendisine yaklaştırdığı ve şu ümmetten son gelenlerin ilk gelenlere lanet ettiği zaman... Yine bir kabile veya millete en kötüsü hükmettiği, en alçak adama en mühim işlerin danışıldığı veya emanet edildiği, kişiye sırf şerrinden korkulduğu için itibâr ve ikram edildiği zaman... İşte bütün bu söylediklerim meydana geldiği 2aman; daha önce haber verdiğim husus da meydana gelecektir ve o zamanın insanları, kendilerine iyi bir yer arayıp Şam'a sığınacaklardır." Bunun üzerine ben: "Şam fethedilecek mi?" diye sordum. Efendimiz de: "Yakında fet­hedilir, fethinden sonra da fitneler sökün eder" buyurdular."

Hâkimin Ebû Hüreyre'den rivayetine göre, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadislerinde de şöyle buyurmuştur: "Sizler, sizden evvelkilerin sünnet­lerine (âdetlerine), kulacı kulacına ve karışı karışına uyacaksınız! O de­rece ki onlar kertenkelenin deliğine girseler, onları takliden siz de gireceksiniz."

Bunun üzerine oradakilerden biri sordu: "Ey Allah'ın Resulü, "siz­den evvelkiler" derken, acaba yahudiler ile nasranileri mi kastediyorsu­nuz?" Peygamber Efendimiz de: "Başka kimler olacak?" diyerek karşılık verdi."[190]

Peygamberimizin Haricilerin Çıkacağim Haber vermesi

Buhârî ve Müslim, Ebû Said el-Hudri'den rivayet ederler: "Ben Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında oturuyordum. O, orada bulunan bazı kimselere ganimet malım taksını ediyordu. Derken oraya Zülhuvaysıra denilen adam geldi ve: "Ey Allah'ın Resulü, malı adaletle dağıt!" diyerek çıkıştı. Peygamber Efendimiz de kendisine: "Yazık sana, ben adalet et­mezsem, kim adalet edecek?" diyerek karşılık verdi. Ayrıca: "Şayet ben adalet etmeyecek olursam, bir Peygamber olmama rağmen büyük bir zarara ve hüsrana düşmüş olurum!" diye ilâve etmeye de lüzum gördü­ler. Bunun üzerine Ömer: "Bana izin ver de şunun boynunu vurayım!" diyerek izin istedi. Resülüllah Efendimiz ise: "Bırak yâ Ömer, bunun bazı arkadaşları olacak, onların namaz ve oruç gibi ibadetlerinin çoklu­ğu yanında, sizler kendi oruç ve namazlarimzı az bulacaksınız. Buna rağmen okudukları Kur'an, gırtlaklarından aşağıya inmeyecektir. Okun yaydan fırlayıp uzaklaştığı gibi de İslâm'dan uzaklaşacaklardır. Onların içinde siyah bir adam bulunacak, bu adamın bir kolunda kadınların memesi gibi bir şişkinlik bulunacak ve bu şişkinlik, bir insan kalbi gibi devamlı atıp duracak. Bunlar, insanların bölündüğü sırada meydana gelecektir."

Bu hadisi rivayet eden Ebû Said der ki: "Ben, bütün bunları aynen Resülüllah Efendimiz'den duyduğuma şahitlik ederim! Yine ben şahid-lik ederim ki: Ali bin Ebû Talib ile birlikte biz onlarla savaştık. Ben, bu sırada Ali'nin yanında idim. Ali, bu işareti taşıyan adamın yanına geti­rilmesini emretti. Arayıp getirdiler. Aynen Peygamberimizin haber verdiği gibi, siyah bir adamdı ve bir kolunda kadın memesi gibi devamlı deprenen bir şişkinlik vardı."

Ebû Ya'lâ'nın rivayetine göre, Ali: "Bu adamı tanıyan var mıdır?" diye sormuş, içlerinden biri: "Bu adamın adı Harkus'tur. Anası da bu­radadır" demiş. Anasını çağırıp: "Bunun babası kimdir?" diye soruldu­ğunda, şu cevabı vermiş: "Ben, bunun babasının kim olduğunu bilmiyorum. Vaktiyle Rabze taraflarında koyun güderken, karanlık gibi bir şey üzerime çöktü. Ben buna İşte o şeyden hâmile kaldım" karşılığim vermiştir.

Müslim Ebû Said'den rivayet ediyor. Bu rivayete göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Müslümanların iki büyük fırkaya ayrılması sırasında Mârika (Hâriciler) çıkar, bu iki fırkadan hakka daha yakın olan taraf, Mârika ile savaşır." [191]

Yine Müslim'in Abide'den şöyle rivayeti var: "Ali, Nehrevân'da Hâriciler ile savaşı bitirdikten sonra: "Bunların içlerini iyice araştırın. Eğer gerçekten Resülüllah Efendimiz'in haber verdiği kimseler iseler muhakkak aralarında eli noksan olan bir adamın bulunması lâzını. A-raştırıp o adamı bulunuz!" dedi. Araştırdılar ve o adamı bulup getirdiler. Ali onu görünce derhal "Allahü Ekber!" diyerek tekbir getirdi. Bunu üç defa tekrarladıktan sonra: "Vallahi sizlerin şımaracağimzdan korkma-sam, bunlarla (Hâricilerle) savaşanlar hakkında yüce Allah'ın ne kadar büyük mükafatlar vadettiği hakkında Resülüllah Efendimiz'den duy­duklarımı sizlere anlatmak isterdim" dedi. Ben de onun böyle söylemesi üzerine: "Sen bütün bunları Resülüllah1 tan mı duydun?" diye sordum. Ali de: "Evet, Kabe'nin Râbbi'ne yemin ederim, Resülüllah'tan duydum!" karşılığim verdi ve bu yeminini, üç defa da tekrarladı."

Hâkim'in rivayetine göre de Sâid bin Cemhân şöyle demiştir: "Ben, Abdullah bin Ebû Evfâ'nın yanına gitmiştim. O bana: "Baban ne oldu?" diye sordu. Ben de: "Hâriciler'in bir kolu olan Ezârika öldürdü" dedim. Abdullah bunun üzerine öfkelenerek: "Allah onlara lanet etsin! Pey­gamber Efendimiz onların "cehennemin köpekleri" olduğunu bildirmişti" diyerek konuştu." [192]

Peygamberimizin, Rafıza, Kaderiye, Mürcie ve Zenadika Gibi Fırkaların Geleceklerini Haber vermesi

Bezzâr, Ebû Ya'lâ, Hâkim ve Zevâidi'l-Müsned adlı kitabında Ab­dullah bin Ahmed, Ali (radıyallahü anh)'den şu haberi rivayet etmişlerdir: Peygam­ber (sallallahü aleyhi ve sellem) bana hitaben buyurdu: "Ey Ali, sende Îsâ Peygamber'in haline bir benzerlik bulunmaktadır. Şöyle ki: Yahudiler ona o kadar kızdılar ki, sonunda onun anasına iftira etmekten kendilerini alamadılar. Nasrâniler de ona o kadar muhabbet duydular ki, onu haddi olma­yan bir mertebeye (tanrılık mertebesine) çıkardılar."

İşte Hazret-i Ali, Peygamberimiz'in bu hadisine dayanarak dermiş ki: "Haberiniz olsun, benim hakkımda iki fırka muhakkak helak olacaktır! Bunlardan birisi, beni aşırı derecede seven fırka, diğeri de bana aşırı derecede kızan fırkadır. Beni aşırı seven fırka, bana bende olmayan bir sıfatı yakıştırıp (Ali ilâhtır) diyerek helak olacaktır. Diğeri ise, bana if­tira edip kâfirliğimi iddia edecek ve bu yüzden helak olacaktır." [193]

İmâm-ı Ahmed, İbn-i Ömer'in şöyle dediğini rivayet eder: Peygam­ber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadislerinde buyurdular ki: "Benim şu ümmetimde, insan üzerinde bir şekil değimi olacaktır. Haberiniz olsun bu, kaderi yalan­layanlar ile zındıklığa kaçanlar üzerinde olacaktır." [194]

Ahmed sahih bir senedle Abdullah bin Ömer'den şu merfu haberi nakletmiştir: "ileride ümmetim içinde mesh ve kazf (insanlar üzerinde şekil değişikliği, büyük bir yer patlaması ve göçmesi) gibi olaylar olur! Bu olaylar, İslâmı görünüşte savunup da aslında zındıklığa sapan kim­seler üzerinde tecelli eder." [195]

Taberânî de Ebû Mûsâ el-Eşari'den şu merfû haberi nakletmiştir: "Benim ümmetim, kaderi yalanlamadıkları müddetçe İslama sınısıkı sarılmış olurlar. Kaderi yalanladıkları zaman da, helak olma zamanları gelmiş olur." [196]

Peygamberimizin Meymune’nin Mekke Dışında vefat Edeceğini Haber vermesi

İbn-i Ebî Şeybe ile Beyhekî'nin verdikleri habere göre, Yezid bin Esam şöyle demiştir: "Meymûne validemiz, bir gün Mekke'de rahatsız­landı ve hemen kendisinin Mekke dışına çıkarılmasını istedi ve bu hu­susta dedi ki: "Ben Mekke'de ölmem. Zira Resülüllah bana, Mekke dışında vefat edeceğimi söylemiştir." Tabii bunun üzerine kendisini alıp Mekke dışındaki Sörf denilen yere götürdüler. O da orada vefat etti."[197]

 

24-8 Peygamberimizin; Sünnetini Reddedip Hüccet Saymayan ve Kuranın Müteşabih Ayetlerini Esas Alarak Mücadele Eden Kimselerin Geleceğini Haber vermesi

Beyhekî, Mikdâd bin Mâdikerb'ten rivayet eder. 0, Resülüllah'ın şöyle dediğini nakletmiştir: "Unutmayimz, bana kitap ve bir de onun misli kadar (hadisler) verildi. Fakat yakında öyle adamlar gelir ki, kar­nim iyice doyurmuş olarak koltuğuna kasılır ve der ki: "Siz Kur'an'a bakınız! Kur'ân'da helâl olanı helâl olarak alimz. Haram olanı da haram olarak alimz, gerisini bırakınız! -Hadis'e, sünnete aldırış etmeyiniz-" [198]

Yine Beyhekî ile Ebû Davud'un, Ebû Rafı den rivayetlerine göre, bu hususta Peygamber (s.a.vj bir hadislerinde de şöyle buyurmuştur: "Çok geçmez sizden biri koltuğuna kasılarak oturur. Kendisine benim emir veya yasaklarımdan biri haber verildiği zaman, bunu kabul etmeye ya­naşmaz ve: "Biz, böyle bir şey bilmiyoruz. Biz, Kur'an'da ne bulduksa ona tâbi oluruz!" diyerek karşılık verir."

Buhârî ile Müslim'in yine bu konuda Âişe'den rivayetleri ise şöyle­dir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Al-i Imran Sûresi'nin: "Kitabı sana O indirdi. Onun bazı âyetleri muhkemdir, bunlar kitabın anasıdır. Bazı âyetleri de müteşâbihtir (birbirine benzer ve çeşitli anlamlar taşır). Kalblerinde eğrilik olanlar ise, fitne çıkarmak ve kendilerine göre tevil etmek (yo­rumlamak) için, bu müteşabih âyetlerin peşine düşerler" mealindeki yedinci âyetini okudu ve sonra şöyle buyurdu: "Eğer sizler, Kur'an'ın müteşabih âyetlerinin peşine düşerek mücadele edenleri görürseniz, bi­liniz ki böylelefi yüce Allah'ın demin okuduğum âyetiyle haber verdiği kimselerdir. Şahsi yorumlarıyla İslâm'da fitne çıkarmak isteyen kimse­lerdir. Bunlardan sakimnız."

Eyyûb-i Sahtiyâni hazretleri derdi ki: "Ben, şahsen ehl-i bid'attan olup da Kur'an'ın müteşabih âyetlerinin peşine düşerek, bunları esas alarak mücadele etmeyenim hiç görmedim. Dikkat ediniz, benim tesbit ettiğim hususu, sizler de aynen görebilirsiniz."[199]

Peygamberimizin, Kays bin Hırşe’nin Halini Haber vermesi

Taberânî ve Beyhekî, Ebû Zeyyâd el-Sekafi'nin torunu Muhammed bin Yezid'den nakleder. O demiştir ki: Kays bin Hırşe, Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) huzuruna geldi ve: "Ey Allah'ın Resulü, senin Allah'tan getirdiğin şeyler üzerine ve dâima hakkı söyleyeceğime söz vererek sana biat et­mek istiyorum!" dedi. Peygamberimiz de kendisine: "Ey Kays, ihtimaldir ki benden sonra bazı adamlar ve durumlarla karşı karşıya gelirsin de, onlara karşı hakkı söylemeye güç yetirememiş olabilirsin!" buyurdu. Kays ise, ne üzerine biat ederse, o hususta mutlaka vefalı olacağına ye­min etti. Peygamberimiz de kendisine: "O halde sana hiçbir beşer zarar veremez" buyurdu.

Kays, Zeyyâd bin Ebû Süfyan'ı ayıpladığı gibi, bunun oğlu Ubey-dullah'ı da acı acı tenkit ederdi. Bu tenkitlere vâkıf olan Ubeydullah, a-damlarından birini göndererek Kays'ı yanına getirtti ve ona: "Allah'a ve O'nun Resûlü'ne iftira eden sen misin?" diyerek çıkıştı. Kays, hiç istifini bozmadan: "Hayır ben değilim, fakat sen istersen, onun kim olduğunu sana söylerim!" dedi ve arkasından: "O, Allah'ın kitabı ve Resülü'nün sünneti ile ameli terkedendir" sözünü de ilâve etti. Ubeydulîah: "Peki o kimdir?" diye sordu. Kays da hiç çekinmeden: "Sen, senin baban ve size emir veren kişidir!" cevabim verdi. Sonra kendisini alamayıp: "Hem söyler misin, ben Allah'a ve Resülü'ne ne gibi bir iftirada bulunmuşum?" dedi. Ubeydullah da: "Hiç bir beşerin sana zarar veremeyeceğini iddia edermişsin" dedi. Kays bunun üzerine "evet" dedi. Ubeydullah ise, iyice gadaba gelerek: "Şimdi nasıl yalan söylediğini görürsün sen!" diye ko­nuştu ve: "Derhal bana işkenceciyi ve bütün işkence aletlerini getiriniz!" diye bağırdı. Bunun üzerine Besmele ile hemen yere uzanan Kays, ora­cıkta ruhunu teslim ediverdi. Gerçekten de kendisine bir zarar vereme­dikleri gibi, şaşırıp kaldılar."[200]

Peygamberimizin Ensara Kendisinden Sonra Bazı Haksızlıklara Uğrayacaklarim Haber vermesi

Hâkim ve Ebû Nuaym Enes'ten rivayet ederler: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ensar'a hitaben buyurdu: "Benden sonra sizler, bazı bencilliğe kapılan insanlar tarafından haksızlığa uğrayacaksınız. Işde ve bölüşme husu­sunda sizleri arkaya iteceklerdir. Sizler, Havuz başında bana kavuşun­caya kadar sabrediniz." [201]

Hâkim'in Muksını'den rivayetine göre, birgün Ebû Eyyub el-Ensâri Muaviye'ye gidip bir hacetinden bahsetmiş. Muaviye ise kendisine kötü davranmış ve başim kaldırıp da onun yüzüne bakmamış. Bunun üzerine, bu gibi durumlarla karşılaşacaklarim Hazret-i Peygamber'in kendilerine vaktiyle haber verdiğini söyleyen Ebû Eyyub'a karşı, Muaviye şu soruyu yöneltmiş: "Peki size ne ile emretti?" Ebû Eyyub: "Havuz başında ken­disiyle buluşuncaya kadar sabır etmemizi emretti" demiş. Muaviye de: "Öyleyse sabrediniz!" karşılığim vermiş. Neticede öfkelenen Ebû Eyyub, ölünceye kadar Muaviye ile konuşmayacağına dâir yemin ederek oradan ayrılmıştır." [202]

Peygamberimizin, Ebû Hüreyre'nin Halini Haber vermesi

Hâkim, Ebû Hüreyre'den yaptığı bir rivayette, Hazret-i Peygamber'in Ebû Hüreyre hakkında: "Ebû Hüreyre, ilim dağarcığıdır!" buyurduğunu bildirmiştir." [203]

İbn-i Sa'd'ın İbn-i Ömer'den olan rivayeti ise şöyledir: "Bizim içi­mizde Ebü Hüreyre, Peygamber Efendimiz'i en iyi tanıyanımız, O'nun hadisini de en iyi bilenimizdir!" [204]

Peygamberimizin, Kendisinden Sonra Kendisini Çok Seven Makbul Bir Kavmin Geleceğini Haber vermesi

Hâkim'in rivayetine göre, Ebû Hüreyre şöyle demiştir: Bir gün Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:

"Ümmetimin içinde öyle insanlar bulunacaktır ki, onlar, beni gör­mek uğrunda mallarim ve ev halkim feda edercesine can atacaklardır. Beni, can ve mallarından daha çok seveceklerdir," [205]

Peygamberimizin, Ümmetinin Erkekliği Giderilmiş (Hadım) Kişileri Hizmetçi Edineceklerini Haber vermesi

İbn-iAdiyy, Dârekutni ve İbn-iAsâkir'in Muaviye'den rivayetlerine göre, Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuşlar: "ileride öyle bir kavim ge­lecektir ki, onlara ihsâ (hadımlaştırma) isabet edecektir. O zavallılara, ha­yır ve iyilikle muamele ediniz!" (Böyle bir kötülüğü yapmayimz)." [206]

Peygamberimizin Bazı Zabıta Kuvvetlerini Haber vermesi

Müslim, Ebû Hüreyre'den şu haberi nakletmiştir: Resülüllah bu­yurdu: "Yakında Öyle insanlar gelecektir ki, bunların ellerinde sığır kuyruğu gibi kamçılar bulunur. Güya emniyeti te'ınin ediyoruz, diyerek Allah'ın kullarına zulmederler. Bu yüzden Allah'ın gadabına uğrarlar."

Müslim Ebii Hüreyre'den şu haberi nakletmiştir: Peygamber (s.a. v.) buyurdu: "Ümmetimden iki sınıf cehennemliktir. Ben bunları henüz görmüş değilim. Bunlardan biri, ellerinde sığır kuyruğu gibi kamçılar bulundurup Allah'ın kullarim dövenlerdir. Diğeri de, giyinik oldukları halde çıplak olan (çıplak sayılacak şekilde giyinen) bazı kadınlardır. Bu kadınlar, erkeklerin ilgi ve kalblerini çekmek için başlarim deve hörgücü gibi yaptırıp çalımlı çalımlı (sükse yaparak) yürürler."

Hafız Ebû Nuaym, yukarıdaki hadisle ilgili bir açıklama yaparak ve kendi zamanına kıyaslayarak demiştir ki: "Bu hadisde durumların­dan bahsedilen kadınların, Irak'taki şarkıcı kadınlar olduğunu söyle­yenler olmuştur. Zira bu kadınlar, başlarına büyük ve yuvarlak başlıklar koyup bürgülerini de bunun üzerine atarak deve hörgücü gibi bir manzara arzederler."[207]

Peygamberimizin Hicazdan Bir Ateş Çıkacağim Haber vermesi

Hâkim'in Ebû Hüreyre'den rivayetine göre, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Hicaz'dan büyük bir ateş çıkmadıkça kıyamet kopmaz. Bu ateş, tâ Busrâ demlen yerdeki develerin boyunları görülecek kadar yüksek ve ışıklı olacaktır." [208]

Yine Hâkim Ebû Zerr'den şu hadîsi rivayet eder: "Biz bir seferde Peygamber Efendimiz'le beraber idik. Dönüşümüz sırasında içimizden bazıları Medine'ye bir an önce girebilmek için acele ettiler. Bunun üze­rine Peygamberimiz şöyle buyurdular: "Bunlar yakında Medine'yi en güzel bir şekilde bırakmışlarken, onu yırtıcı kuşlar ve hayvanlar işgal eder. Bilemiyorum, verkan dağından fışkıracak olan ateş, ne zaman fışkıracaktır. Bu ateş çıktığı zaman, Busrâ1 daki develerin boyunlarim aydınlatacaktır."

Ben bu hususta derim ki: Bu ateş, hicretin 654. yılında çıkmıştır.[209]

Peygamberimizin Bağdat Şehrinin Kurulacağim Haber vermesi

Ebû Nuaym'ın Huzeyfe'den rivayet ettiğine göre, Peygamber Efen­dimiz şöyle buyurmuştur: "Yakın bir gelecekte doğuda iki nehir arasında büyük bir şehir kurulur. Yeryüzünün hazine ve defineleri oraya akar. Orada insanların en şerlileri otururlar. Bunlar kılıçla şiddetli bir azaba uğradıktan sonra, Allah bu şehri batırır."

Ben derim ki: Bu şehir (yâni Bağdad), gerçekten ikinci asırda ya­pıldı ve yedinci asırdaki Tatar istilasıyla da en şiddetli bir azaba maruz kaldı. Allah tarafından yere batırılması ne zaman olur, bunu bilemeyiz. -Suyûtî-[210]

 

24-9 Peygamberimizin, Ümmetinden Bir Taifenin Kıyamete Kadar Hak Üzere Bulunacağim Haber vermesi

Buhârî ve Müslim, Mâgirâ bin Şâbe'den rivayetle Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şu hadisini bildirirler:

"Allah'ın emri gelip kıyamet kopuncaya kadar ümmetimden bir taife, dâima hak üzere bulunacaktır!"

(Taberânî'nin ve sahihtir kaydıyle Hâkim'in Ömer (radıyallahü anh)'den riva­yetleri de, aynen bu mealdedir.)

Ahmed ve sahihtir kaydiyle Hâkim, Câbir bin Semura'dan bir ha­dis rivayet ederler ki, bu da şu mealdedir: "Kıyamete kadar bu dini dimdik ayakta tutmak için mücadele eden bir müslüman cemâat mu­hakkak bulunacaktır."

Hafız Bezzar'ın da Ebû Hüreyre'den rivayetine göre, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Şu din-i mübin üzerinde devamlı sebat ve mücadele veren bir müslüman topluluk, dâima bulunacaktır ve bunlara, muhalefet edenlerin muhalefetinden bir zarar dokunmayacaktır. Bu böylece, tâ kıyamete kadar devam edecektir." [211]

Peygamberimiz, Her Asırda Bir Müceddidin Bulunacağim da Haber vermiştir

Hâkim, Ebû Hüreyre'den şu haberi nakleder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Şüphesiz Allah, şu ümmete her yüz senenin başında onun di­nini tecdid edecek bir müceddid gönderecektir." [212]

Deccal ile İlgili Bir Bölüm

Abdullah bin Ahmed'in Zevaidü'l-Müsned adlı kitabında, Mus'ab bin Cüsâme'den bir rivayet var. Bü rivayete göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur; "Bir gün gelecek, insanlar ümmetim için en büyük fitne olan Deccâl'i unutacaklar. Camilerin kürsi ve minberlerinde de imamlar bunu hiç zikretmez olacaklar. İşteyle bir zamanda Deccâl, ansızın ve beklenmeksizin çıkmış olacaktır." [213]

Ben derim ki: "Şu içinde bulunduğun zamanı bir gözden geçir. Deccâl diye bir fitneyi ananı; kürsi ve minberlerde bunu müslüman halka tebliğ eden bir imam veya mürşidi, acaba görebilir misin? Ceva­bim ben vereyim: Hiç göremezsin!" [214]

Peygamberimizin İyilerin Önce ve Sırasıyla Bu Dünyamızdan Gideceklerini Haber vermesi

Hâkim, sahihtir kaydiyle Ruveyfi' bin Sâbit'ten rivayet ediyor: "Bir» gün Peygamber Efendimiz, ashabı ile birlikte oturuyorlardı. Derken bir miktar hurma getirip takdim ettiler. Peygamberimiz ve ashabı, bu hur­mayı yiyip bitirdiler. Geride hurma çekirdekleri ile hurmanın kötüsü kaldı. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bunları göstererek durumun neye benzediğini sordu ve başkasının birşey söylemesine mahal bırakmadan şöyle bu­yurdu: "İçinizden iyiler, önce ve sırasıyla gider, geriye de sadece böyleleri (kötüleri) kalır." [215]

Peygamberimizin Ümmetinin Ahvali ile İlgili verdikleri Haberler Ki Bunlar, Aynen Onun Haber verdiği Gibi Olmuştur

Buhârî ve Müslim, Huzeyfe bin el-Yemân'dan rivayet ederler. O şöyle demiştir: insanlar, Peygamber Efendimiz'den dâima hayrı sorar­lardı. Ben ise, korunabilmek için şerrin ne olduğunu sorardım. Bir gün yine bu maksatla dedim ki: "Ey Allah'ın elçisi, bizler bin câhiliye ve şer içinde yaşıyorduk. Allah bize, bu hayrı ve hidayeti lütfetti. Acaba bu hayır ve hidayetten sonra, yine şer ve cehalet olacak mıdır?" O: "Evet" buyurdu. Ben: "Bu serden sonra yine bir hayır var mıdır?" diye sordum. Efendimiz'in bu soruma cevabı da: "Evet, fakat biraz karışık" şeklinde oldu. Ben yine sordum ve: "Bu karışıklık nedir?" dedim. Peygamberimiz de: "Bazı insanlar gelir. Bunlar, benim sünnetimi ve yolumu bırakarak başkalarimn sünnetini ve yolunu alırlar, İşte bunlardan, hayrın da, şerrin de meydana geldiğini görürsün" diye cevab buyurdular. Ben, Bununla da yetinmeyip: "Ey Allah'ın elçisi, bu karışık hayırdan sonra, yine şer olacak mıdır?" diye sordum. O da: "Evet, hem de insanları cehenneme davet edecekler. Kendilerine uyanları, kendileri gibi cehennemlik ede­cekler" buyurdu. Ben, bunların kimler olduğu üzerinde bilgi sahibi ol­mak merakıyla: "Peki, bunlar kimlerdir?" dedim. Allah'ın Resulü, bu soruma da cevap verdiler ve: "Bunlar, bizını cildimizden ve bizim lisa­nımızı konuşan kimselerdir" buyurdular.

(Bu hadisin devamı şöyledir).

Bunun üzerine ben: "Bana neyi emir ve tavsiye buyurursunuz?" dedim. Efendimiz: "Müslümanların cemaatinden ve imamından sakın ayrılma!" buyurdu. Ben, yine kendimi yenemediğim bir ilgi ve merakla: "Peki ey Allah'ın Resulü, öyle bir zamanda müslümanların bir cemâati ve imamı dahi bulunmaz ise, ne yapmamı emredersiniz?" dedim. Pey­gamber Efendimiz de: "O günkü fırkaların hepsinden uzak dur! Sana ne kadar zor ve imkansız gibi gelirse gelsin, bu hal üzere tâ ölünceye kadar azını ve sebat et!" diyerek cevab ve tavsiyede bulundular." [216]

İmam-ı Evzai, bu hadisle ilgili olarak der ki: Hadis'de geçen birinci şer, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) vefatından sonra meydana gelen riddet (din­den dönme) olayıdır.

Beyhaki, İbn-i Ömer'den şöyle nakleder: Süleym Oğulları bir gün kendi mâden yataklarından elde edilmiş bir miktar altın getirdiler. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz: "İleride bazı altın madenleri daha bulunacaktır. Fakat buna, insanların şerlileri sahip olacaklardır" bu­yurdu. [217]

Beyhekî'nin Sevbân'dan rivayet ettiği hadis-i şerif de şöyledir:

"İleride öyle durumlar olacaktır ki, diğer ümmetler sizlerin üzeri­ne, aç kalmış insanların ortaya konulan yiyeceğe üşüştükleri gibi üşü-şeceklerdir."

Peygamberimizin böyle buyurması üzerine, ashabdan biri: "O gün bizler sayı bakımından çok az olacağız da ondan mı?" diye sordu. Efen­dimiz de: "Hayır, o gün sizler sayı bakımından çok olacaksınız. Fakat i-yice güçten düşüp, selin vadiye getirdiği çör-çöp gibi değersiz olacaksınız. Çünkü Allah, düşmanlarimzın sizler hakkında duydukları korkuyu, onların kalblerinden gidermiş, sizlerin kalblerini de vehen ile doldurmuş bulunacaktır.."

Denildi ki: "Ey Allah'ın Resulü, vehen nedir?"

Resülüllah da buna şu karşılığı verdi: "Vehen, dünya sevgisi ve ö-lümü göze alamamaktır. (Bu yüzden kalblere musallat olan mânevi bir za'f ve hastalıktır.)"

Buhârî Ebû Hüreyre'den rivayet eder. Resülüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle bu­yurmuştur: "insanlar üzerine öyle zamanlar gelecektir ki, kişi elde ettiği mahn, helâl mi, yoksa haram mı olduğunu hiç düşünmeyecektir!"

Buhârî ve Müslim, yine Ebû Hüreyre'den rivayet ediyorlar. Resü­lüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurmuş: "Öyle bir gün gelecektir ki, içinizden (müslü-manlardan) biri, beni bir defacık, iki defacık görmeye karşılık bütün malından ve ev halkından vazgeçmeye can atacaktır! (Beni bu kadar çok sevecektir.)"

Yine Ebû Hüreyre'den Müslim rivayet ediyor: Resülüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Ah, kardeşlerimi görmeyi çok özledim!" Bunun üzerine ashab: "Bizler senin kardeşlerin değil miyiz Ey Allah'ın Resulü?" dediler. O da şöyle buyurdu: "Sizler benim ashabım (arkadaşlarım)sınız. Benim kar­deşlerim ise, henüz aramızda bulunmayan (ve fakat beni canlarından daha çok sevecek olan) müslümanlardır."

Beyhekî ve Ebû Nuaym İbn-i Abbâs'tan rivayet ederler. O şöyle de­miştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Bugün sîzler işitip anlıyorsunuz... Sizden sonrakiler de sizden işitip anlayacaklar... Daha sonrakiler de gelip sizden işitenlerden işitip anlayacaklardır."

Buhârî ve Müslim ise, Ebû Bekre'den şu hadîsi rivayet ederler: "Bugün Ben'den burada işitenler bu işittiklerini, burada bulunamamış olanlara tebliğ etsinler! Ümîd edilir ki, kendisine tebliğ edilen­lerden bazıları, burada işitenlerden daha iyi anlayıp kavramış olabilir­ler..."

(Peygamberimiz bu hadîsını, Veda Haccı'nda söylemiş ve ashabın­dan buradaki hutbesinde îrâd buyurdukları İslâmî hakikatleri ki bunlar İslâm'ın başlıca esaslarim içeriyordu ve bunlar O'nun ümmetine başlıca vasiyet ettiği şeylerdi, İşte bunların burada bulunamayanlara ulaştırıl­masını istiyordu... Sevgili Peygamberimiz, bu hutbesini ömrünün son­larına doğru ve müslümanların en büyük bir cemâat hâline geldikleri bir günde ve yerde irâd etmiş bulunuyordu... Bu bakımdan bu hadîsin ve hutbenin Önemi çok büyüktür.)

İbn-i Mâce ve Beyhekî'nin Ebû Hârûn el-Abedl'den rivayetine göre, ashâb-ı kiramdan Ebû Saîd el-Hudrî, kendisinden ilim öğrenmeye ge­lenlere karşı büyük bir sevgi ve şefkatle: "Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) vasiyeti üzerine merhaba!" dermiş ve bu çok manâlı alâka ve merhabadan sonra da: "Bize Sevgili Peygamberimiz haber verdiler. Buyurdular ki: "Yakın­da sizlere ilim öğrenmek için etraftan pekçok gelenler olur. Onlar, siz­lerin yardımı ve sıcak ilgisi sayesinde dinlerini öğrenmek isterler... Onlara karşı, çok iyi ve hayırlı bir şekilde davranmanızı vasiyet ediyo­rum!"

(Bunu bu şekilde, İbn-i Mâce de Ebû Hüreyre'den rivayet etmiş­tir.)

Buhârî ve Müslim İbn-i Ömer'den şu hadîsi rivayet ederler: "Şüp­hesiz Allah; kullarına büyük bir lutfu ve nimeti olan ilmi, kullarimn kalblerinden söküp alırcasına alıp kaldırmayacaktır. Bilakis Allah ilmi, ilim sahiplerinin tükenmesi neticesinde alıp kaldıracaktır. Allah'ın is­tediği ve emrettiği şekilde bir tek âlim kalmayınca, insanlar bazı kiîn -seleri kendilerine dînî lider edineceklerdir. Fakat Dunlar aslında câhil kimseler olacaktır. Bundan dolayı da kendilerinin peşinden gelen in­sanları, delâlete sevkedeceklerdir... Zira insanlar onlara, bunlar âlimlerdir diyerek dinlerine âit meseleleri soracaklar, onlar da bilme­dikleri halde fetva vereceklerdir. İşte bu şekilde, hem kendileri sapıtmış, hem de başkalarim saptırmış olacaklardır."

Ebû Nuaym, Ebû Hüreyre'nin şöyle dediğini nakleder: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "İlim, yeryüzünden tâ Süreyya Yıldızına çekilmiş bile olsa, Fârisin evladlarından bazı adamlar onu oradan alıp yeryüzüne in­dirir ve insanlara Öğretir!" [218]

Müslim ve Beyhekî, İbn-i Sîrîn'den naklederler. O demiştir ki: Bir gün ben Ebû Hüreyre'nin yanında idim. Adamın biri kendisine anlaya­madığım bir şey sordu... Ebû Hüreyre: "Allahü Ekber!" diyerek hayretini ifâde ettikten sonra şöyle dedi: "Bunu, bu adamdan Önce iki kişi daha sormuştu, bu üçüncüleri oluyor... Ben Resûlülîah'dan (sallallahü aleyhi ve sellem) işittim, o şöyle buyurmuştu: "Bazı adamlar gelecek, meseleyi çok ilerilere götürüp: "Evet, bütün varlıkları Allah yaratmıştır, peki Allah'ı kim yaratmıştır?" diyecekler." [219]

Beyhekî'nin Sünen'inde Enes'ten rivayet ettiği bir hadis de şu mealdedir: "Ümmetim için korktuğum şeylerden biri de, onların na­mazlarim vaktinden evvel veya geç kılrıalandır!"

Ebû Nuaym, Abbâs bin Abdül-Milttalib'ten rivayet eder. O şöyle demiştir: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: Dîn, o kadar ilerleyecektir ki, zaman gelecek Allah yolunda denize dalınacak, denizler geçilecek... Derken öyle adamlar da gelecektir ki, bunlar Kur'ân okuyacaklar, bu sebeble kibire düşüp; "Biz Kur'ân'ı okuduk, bizden daha iyi Kur'ân oku­yan kim var? Kur'ân'ı bizden daha iyi anlıyan var mıdır? Bizden daha âlim olan var mıdır?" gibi büyüklük dâvasına kapılacaklardır."

Peygamber Efendimiz böyle buyurduktan sonra, ashabına dönerek sordu: "Söyleyin bakayım, böylesine insanlarda hayırdan eser bulunur mu? Biliniz ki, bunlar ancak cehennem odunudurlar!" [220]

Ahmed, Bezzâr, Taberânî, Ebû Nuaym ve sahih bir senedle Hâkim, Semura'dan rivayet ediyor. O demiştir ki: Bir gün Peygamber Efendimiz buyurdular: "Allah'ın sizlere büyük bir başarı vererek Acem diyarim fethedeceğiniz günler yakındır. O gün, elleriniz ganimetle dolacaktır. Fakat sonra onlar aslan kesilip sizinle amansız savaşlar yapacaklar ve sizin mallarimzı ellerine geçireceklerdir..."

(Enes'ten, Huzeyfe'den, İbn-i Ömer ve Ebû Mûsa'dan gelen rivayetler de bu merkezdedir.)

Ebû Nuaym'ın, Ebû Hüreyre'den rivayetine göre, Peygamber Efen­dimiz bir gün, Medine'nin bir bölgesi üzerine dikkatle bakmış ve sonra şöyle buyurmuştur: "Burada birtakım ahş-verişler olacak, mal kazan­mak maksadıyla yeminler edilecek, tabiî bu yeminler îlâhî huzura yük-selmeyecektir. Ben burada köle ve hayvan pazarlayanları, onların dellalhğım yapanları görür gibi oluyorum."

Hâkim'in rivayetine göre Ubâde bin Sâmit şöyle demiştir: Ben Pey­gamber Efendimiz'in şöyle buyurduklarim duydum: "Benden sonra başı niza birtakım emirler gelecek, bunlar sizin makbul bildiğinizi merdûd, merdûd bildiğinizi de makbul sayacaklar... İçinizden her kim o günlere yetişecek olursa, Allah'a isyan olan bir İşte kula itaat etmesin!"

İbn-i Râhûye Muâz bin Cebel'den rivayet eder. Muaz, Uz. Peygam-ber'in şöyle buyurduğunu bildirmiştir: "Size verilen bahşişi, bahşiş ol­duğu müddetçe alimz. Dîninize karşı rüşvet mâhiyetinde olan bir şeyi sakın kabul etmeyiniz. Gerçi bunun terki de her kula müyesser olmaz... Ne o devletlilerden korkarak, ne de fakirlik endişesiyle bu duruma düş­memenizi vasiyet ederim!"

Haberiniz olsun, îmân (ve İslâm) değirmeni dönecek (ler tersine gidecek)tir. Sizler, hiçbir zaman Allah'ın Kitâbı'ndan ayrılmayimz! Yine unutmayimz ki, sultan ile Kur'ân birbirinden ayrı düşeceklerdir... Siz, sakın Kur'ân'dan ayrı düşmeyiniz! Unutmayimz, başimza öyle adamlar gelecektir ki, onlara itaat etseniz, sizi doğru yoldan ayırırlar, itaat et­meseniz sizi öldürürler." [221]

Bu sırada ashâbtan: "Ey Allah'ın Resulü, bizlere ne yapmamızı emredersiniz?" diye soran oldu. O da buyurdu ki: "Îsâ (aleyhisselâm)m ashabimn yaptığı gibi yaparsınız. Onlar dînlerinde sebat ettikleri için asıldılar. Testerelerle kesilip doğrandılar. Biliniz ki, Allah'a itaat hâlinde ölmek, O'na isyan hâlinde yaşamaktan hayırlıdır."

Hâkim'in Abdullah bin Hâriş'ten nakline göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "İleride öyle sultanlar gelir ki, fitnenin asıl kaynağı bunlardır. Hiç bir kimseye, dîninden o miktar almadıkça, bir şey ver­mezler."

İbn-i Kani'de Hıcr bin Adiyy tarikiyle şu hadîsi rivayet etmiştir: "Ümmetimden bazı kimseler, içkiyi başka başka isınıler vererek içecek­lerdir."

(Hâkim, bu hadîsin bir benzerini ise; Âişe'den rivayet etmiştir.)

Ebû Ya'lâ'nın Enes tarikiyle rivayet ettiği hadîs ise şu mealdedir: "Zaman ilerler, öyle günler gelir ki, adam kalkar, büyük bir cür'etle: "Şu bir avuç paraya dînini satacak olan var mı?" diye bağırır." [222]

Ahmed, Imrân bin Husayn el-Dabbî'den rivayet eder. O şöyle der: "Ben, Basra'dayken Abdullah bin Abbâs ile beraber bir adamla karşı­laştık. Adam: "Elbette Allah ve O'nun Resulü doğru söylemiştir" diyordu. Bunun sebebini sorduğumuzda şöyle anlattı:"Bir gün ben, kendi kabilemizden yaşlı bir adamın oğlunu, fidye­sini vererek kurtarmak için Hazret-i Peygamber'e gitmiştim... Maksadımı söylediğimde Hazret-i Peygamber bana: "Kurtarmak istediğin kişi, İşte bu­rada... Alıp babasına götür" buyurdu. Ben: "Fidyesini almayacak mısı­nız, ey Allah'ın Resulü?" dedim. Resûlüllah da bana: "tsmâîl (aleyhisselâm)'ın soyundan bir adamın fidyesini alıp da yemek, Muhammed'in ailesine lâyık olan bir şey değildir! Ben zâten, Kureyş'in geleceği için yine Ku-reyş'in kendisinden endîşe etmekteyim! (Kureyş'in başına gelecek olan kötülükler, yine Kureyş'ten gelecektir.) Ben bu sırada; "Kureyş'e ne ola­cak?" diye sordum. O da: "Ömrün uzun olursa, burada onlara ne olacağını görürsün... insanları, iki havuz arasında kalan koyunların, bir bu havuza, bir öbür havuza koşturdukları gibi, bir o tarafa, bir bu tarafa koşturduklarim görürsün" buyurdu, İşte sizin de gördüğünüz gibi, şimdi ben bunun gerçekleştiğine şahit olduğum için Öyle söylemiş bulunuyo­rum... Zira insanlar önceleri İbn-i Abbâs'a koşturup ondan izin (emir) alıyorlardı... Şimdi de Muâviye'ye koşturup ondan izin alıyorlar... Bu sebeble Peygamberimiz'in o sözünü hatırlamış oldum..."

Yine Ahmed, İbn-i Abbâs'tan rivayetle şu hadîsi kaydeder: "Ahir zamanda bazı kimseler, ağaran saçlarim siyaha boyarlar, başlarim kuş yuvası gibi yaptırırlar. Bunlar, cennetin kokusunu duymazlar..." [223]

İbn-i Sa'd ile İbn-i Mâce ise, Sülâme binti Hur'dan şöyle nakleder­ler: "Ben, Resûlüllah Efendimiz'in: "Öyle zaman gelir ki, insanlar ken­dilerine namaz kıldıracak kimseyi bulamazlar!" dediğini işittim."

Taberânî,Ebû Ümâme'den rivayet ediyor. O şöyle diyor: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Ümmetimin son zamanlarına doğru kendisi hakkında en çok endîşe ettiğim şeylerden biri de; yıldızlara (yıldız falma, yıl-dıznâme denilen hurafeye) inanmaları, kaderi yalanlamaları ve idarecilerin zulmüdür!"

İbn-i Sa'd, İbn-i Seken, Taberânî ve Târih'inde Buhârî Cünâde el-Ezdî'den rivayet ediyorlar. O şöyle demiştir: Peygamberimiz buyurdu: "Üç şey câhiliyedendir ve ehl-i İslâm da bunları bırakamaz... Bunlardan biri: Yağmurun yağmasını yıldızlardan bilmek (veya istemek), ikincisi: Kişinin nesebine ta'n edip sövmek, üçüncüsü ise: Ölü üzerine niyahadır. (Çağırıp-bağırmak, yas tutmak.)" [224]

Taberânî Ebû'd-Derdâ'dan rivayet ediyor. O diyor ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Ben, ümmetim üzerine üç şeyden korkuyorum: Alimin zellesi, münafığın Kur'ân ile mücâdele etmesi, kaderin yalanlanması..."

Ebû Ya'lâ ve BezzârAbdurrahmân bin Avftan şöyledir hadîs rivayet ederler: "Dünyanın zîneti, yüz yirmi beş yıl sonra kalkar..." [225]

Taberânî Ebû Ümâme'den naklen şu hadisi bildirir: "Muhakkak şu dinîn bir ikbâl, bir de idbâr devri vardır. (Yani ilerleme ve gerileme za­manları vardır.., (Dînin ilerleme devrinin başlıca âmili; müslüman top­luluğun tamâmimn dinde fakîh olmasıdır. Ancak bir iki kişi müstesna olabilir (yâni müslümanların yüzde doksan sekizinin derin din bilgisine sâhîb olmasıdır.) içlerinde alenen günah işleyenlerin sayısı da, bir veya ikiyi geçmez... Tabiî bu bir veya iki kişi de, o kahir, âlim ve dindar ek­seriyetin içinde tamamen silik ve eziktir. Hiç bir şeye ve söze kadir de­ğillerdir... Dînin idbâr (gerileme) devri ise, müslüman bir topluluğun tamamen câhil bırakılmasıdır. O kadar ki, içlerinde fakîh (yâni derin din bilgisine sahip) bir iki kişi ancak bulunur. Bulunsa da bunlar, kahir ve câhil ekseriyetin te'siri altındadırlar. Tamamen silik ve ezik vayiyette-dirler, hiç bir kelâma kadir değillerdir..."

"Ve zaman gelir, bu ümmetin âhiri evvelini lanetler olur... Tabîî asıl lanete lâyık olanlar ise bunlardır. Bunlar, içkiyi de alanen içerler... Zinayı da alenen yaparlar. O gün, bu gibi çirkinliklere karşı çıkıp: "Bu ayıptır, günahtır" diyenler, Ebû Bekir ve Ömer gibidirler... Bu gerçek mü'ıninlere, o günkü emr-i bil-mârûf nehy-i anil-münkerin çok zor ol­masına karşılık elli sahâbî sevabı vardır..."

(Gerek müellif, gerekse muhakkik, bu rivayet üzerinde harhangi bir hüküm veya yorum vermemektedirler).

Ahmed, Bezzâr ve sahihtir kaydiyle Hâkim İbn-i Ömer'den nakle­derler. O şöyle demiştir: "Ben, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdukları­na şahit oldum:

"Ümmetimin, herhangi bir zalime "sen zâlimsin!" demekten kor­kup çekindiği zaman, biliniz ki artık ümmetimin işi bitmiştir! Artık onun hayat ışığı sönmüştür."

Ebû Ya'lâ ve Taberani Ebû Hüreyre'den naklederler. O demiştir ki: Bir gün sevgili Peygamberimiz bizlere hitaben şunları söylediler:

"Ey insanlar! Kadınlarimz itaat etmez, gençleriniz günâha dahcı olduğu zaman, sizlerin hâli ne olacak?" Ashâb dediler ki: "Demek bunlar olacak mı, ey Allah'ın elçisi?" Peygamberimiz de: "Evet, hem de bundan daha kötüsü olacak! iyiyi emredip kötüyü nehyetmeyi terkettiğiniz za­man, hâliniz ne olacak? Bu, öncekinden daha kötü değil mi?" buyurdu. Dediler ki: "Demek buda mı olacak?" Buyurdu ki: "Bundan daha kötüsü bile olacak. Bizzat kötü olanı iyi, iyi olanı da kötü kabul ettiğiniz zaman, hâliniz daha müşkil olmaz mı?"

Hâkim'in Ali tarikiyle şöyle bir rivayeti var. Diyor ki: Peygamber buyurdu: "Müslümanlar âlimlerine buğzettikleri, çarşı ve sokaklarim çok bakımlı kıldıkları ve sırf zengin olmak için evlilik yaptıkları zaman; Allah kendilerini dört şeyle cezalandırır! Şöyle ki: Başlarına zâlim hü­kümetler, zaman darlığı (kıtlık ve kuraklık) ve adaleti gözetmeyen hâkimler verir. Yaptıkları savaşlarda başarıyı da düşmanlarına verir."

Hâkim, sahihtir kaydiyle İbn-i Ömer'den şöyle rivayette bulunur: "Ümmetimin son zamanlarında, öyle kimseler olur ki, bunlar mescidlere namaz kılmaya hayvanlarimn (veya arabalarimn) ipek ve atlas gibi yu­muşak minderlerine kasılmış olarak gelirler... Hanımları ise, giyinik fakat çıplaktır. Başlarim ise, deve hörgücü gibi yaptırır yükseltirler..."

Yine Hâkim Muâz bin Cebelden şu hadîsi nakleder; "Benim üm­metim, kendilerinden şu üç şey zuhur etmedikçe şeriat üzerinde devam eder... Bunlardan birincisi ilmin kaldırılması, ikincisi zina mahsûlü ço­cukların çoğalması, üçüncüsü de sekkâr adamların belirmesidir..." Sekkâr adamların kimler olduğu soruldu. Bunun üzerine Hazret-i Peygam­ber: "Bunlar, birbiriyle karşılaştıkları zaman, birbirine lanet okuyarak selamlaşan kimselerdir (ki, birbirini) gördükleri zaman, "Merhaba kâfir! Merhaba domuz herif.,." gibi sözlerle şakalaşıp (!) laflaşırlar."[226]

Ahmed, Taberânî ve sahihtir kaydiyle Hâkim Ebû Ümâme'den şu hadîsi, ivâyet ederler: "İslâm'ın yapışılacak urveleri (kulpları) birer birer çözülüp dağılacaktır! Her ne zaman müslümanlar bunlardan birini kaybetseler, bundan sonra gelen kulpa yapışırlar... O da çözülüp dağı­lınca, ondan sonrakine yapışırlar... İslâm'ın urvelerinden ilk bozulacak olanı, hükümet ve siyâset işleridir. En son bozulacak olanı ise, şüphesiz namazdır..."

Bezzâr ve Taberânîİbn-iMesûd'dan şöyle rivayet ederler: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: İleride sizleri bekliyen sabır ve mihnet günleri vardır... O günler gelip çattığı zaman sabretmek» adetâ elinde köz (ateş) tutmak gibi olacaktır. İşte bu sabır ve mihnet günlerinde Kitap ve Sünnetle amel edene elli kişilik sevab vardır." Bu sırada Ömer sordu: "Bizden elli kişinin sevabı mı, yoksa onlardan elli kişinin sevabı mı?" diye... Peygamber Efen­dimiz de: "Sizden elli kişinin sevabı" diye cevap verdiler." [227]

Yine Bezzâr, Taberânî ve sahihtir kaydiyle Hâkim, İbn-i Mesûd'dan rivayet ederler. Peygamber Efendimiz buyurdu: "Öyle günler gelecek ki, içinizden biri, yükü hafif olana imrenecektir. Bugün (yükü ağır olana) mâl ve evlâdı çok olana imrendiğiniz gibi... Hattâ kişi, bir kardeşinin kabrine uğradığında kendisini toprağa atıp: "Ah kardeşim, keşke senin yerinde ben olsaydım!" diyerek inliyecektir. Bunu, sâdece üzerine çöken belâların ağırlığından yapacaktır." [228]

Taberânî'nin Ümmü Seleme'den rivayetine göre, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Zaman gelecek yalancı adama inanılacak, gerçek a-dama inanılmayacak... Hâin adama güven duyulacak da, emîn kişiye güyenilmeyecek... Kişi, şahitliği istenilmediği halde şahitlik yapmak istiye-cek, yemin etmesi gerekmediği halde yemin edecek.,. Böyle bir zamanda dünyalık bakımında en zengin kişi, bir alçağın oğlu alçak olacak..." [229]

Yine Taberânî Ebû Ümâme el-Bahili'den rivayet eder. O şöyle der: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Şimdi insanlar, hamdolsun meyveli ağaç gibidir. Fakat zaman gelecek insanlar, meyvesiz ve dikenli ağaca döne­cekler. Sen onlarla konuşsan, onlar daha fazla konuşacak. Konuşmak istemesen, onlar seni kendi hâline bırakmıyacak. Kaçsan bile kaçamı-yacaksın..." Denildi ki: "Peki çâre nedir, ey Allah'ın elçisi?" Buyurdu ki: "Çare, onların senin şerefine saldırmalarına karşı sabredecek, sabrimn karşılığim da âhirette alacaksın..."

Taberânî Ebû Ümâme'nin tarikiyle, Peygamberin (s.a.v ) şöyle bu­yurduğunu nakleder: "îş gittikçe şiddetlenecek, mal gittikçe çoğalacak, insanların hırsı da o nisbette artacaktır. Kıyamet ise, sâdece insanların en şerlileri üzerine kopacaktır." [230]

Yine Taberânî, Huzeyfe'nin şöyle dediğini nakleder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "îyiyi emredip kötüyü yasaklamanın terkedileceği za­man; Isrâîl Oğullarına isabet eden şeyin size de isabet edeceği zamandır. Yâni sizin hayırlılarimz şerlilerinize karşı gereksiz tâvizle!1 verip gevşe­diği, fıkıh ilminin fâsıkların eline geçtiği ve idarenin de gençlerin elinde bulunduğu zamandır..."

İbn-i Mâce'nin Câbir'den rivayetine göre, Hazret-i Peygamber bir hadîslerinde de şöyle buyurmuştur: "Şu ümmetin âhiri evveline lanet o-kuduğu zaman, Benim bir hadîsınıi gizleyen, Allah'ın âyetlerinden birini gizlemiş gibi günahkâr olur!"

Muâz bir Cebel'den Bezzâr ve Taberânî'nin rivayet ettikleri hadîs de şöyledir: "Ahir zamanda öyle kimseler gelir ki, bunlar açıktan birbi­rine dost görünürler, fakat gizliden gizliye birbirine düşmanlık ederler." Bunun nasıl olacağimn sorulması üzerine de Hazret-i Peygamber şu karşılığı vermiştir: "Bunların bazısının bazısından beklentileri olacak ve aynı zamanda birbirlerinden de korkacaklardır." [231]

Taberânl İbn-i Abbâs'tan rivayet eder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "ileride bazı kavimler gelecek, yüzleri insan yüzü gibi, fakat kalbleri şeytan kalbi gibi olacak. Kötülükten sakınmazlar. Kendilerinin yanında bulunsan seni idare ederler, ayrıldığın zaman da arkandan çekiştirirler. Seninle konuşurken yalan söylerler, bir şeyi emânet etsen hıyanet e-derler. Sabileri yaramaz, gençleri şımarık, yaşlıları ise iyiliği emretmez, kötülüğü de nehyetmezler... Onlarla arkadaş olmayı şeref bilmek çok yanlıştır. Çünkü onlar yaşimn adamı değillerdir. Elleri de çok sıkıdır. Yumuşak huylu insana, kötü gözle bakarlar, iyiliği emredip kötülükten meneden de onların yanında müttehemdir. Onların aralarında mümin­ler ezilmiş, fâsıklar ise muhteremdir. Sünnete bid'at, bid'ate de sünnet gözüyle bakarlar, İşte insanlar bu duruma gelince, en şerlileri kendile­rine musallat olur. içlerinden bazı hayırlı kişiler durmayıp dua ederler, fakat duaları kabul edilmez..." [232]

Ahmed, Ebû Yâtâ ve Beyhekî Ebû Hüreyre'den rivayetle Peygamber Efendimiz'in şöyle buyurduğunu naklederler: "Bir zaman gelecek kişi, fâcirlik ile acizlik arasında tercih yapmak durumunda bırakılacak. O zamana yetişen bir müslüman, fâcirliği değil, acizliği tercih etsin!"

Taberânı'nin Ebû Hüreyre yoluyla rivayeti de şöyledir: "Ümmeti­me, önceki ümmetlerin hastalığı bulaşacaktır!" Ashâb: "Ümmetlerin hastalığı nedir yâ Resûlellah?" diye sordu. Peygamberimiz de: "Şımar­mak, kibirlenmek, birbirine arka çevirmek, birbirini kıskanmak, birbi­rine buğz etmek, pintilik gibi hâl ve sıfatlardır" buyurdu ve devamla: "Sonunda da, zulüm ve kıtaller başlar..." buyurdu."

Ebû Ya'lâ Ebû Hüreyre'den rivayet eder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyur­du: "Bu ümmetten ilk kaldırılacak olan şey, haya ve emânettir! En son kaldırılacak olan şey de namazdır..." [233]

Hâkim sahihtir kaydiyle Câbir'den şu hadîsi rivayet eder: "Üm­metim üzerine en çok korktuğum şeylerden biri de, Lût kavminin yaptığı iştir."

İbn-i Asâkir İbn-i Ömer'den nakleder. O şöyle demiştir: "Ben Resûlüllah'tan işittim, O şöyle buyurdu: "Ümmetimin İslâm'dan ilk dö­keceği (terk edeceği) şey, bir su kabım tersine çevirir gibi..." [234]

Beyhekî Hasan'dan şu mealde bir hadîs rivayet etmiştir: "insanlar Öyle zamanlar göreceklerdir ki, mescidlerde toplanıp dünyâ işlerini ko­nuşacaklar. Sizler onların yanına oturmayimz, onların Allah'a yarar iş­leri yoktur..,"

(Hasan-ı Basrî'den gelen bu rivayet, mürseldir.

Zübeyr bin Bekkâr Ömer bin Hafs'tan şu haberi nakleder: "Öyle .zamanlar gelecektir ki, hükümdarlar haccı bir gezinti olarak yapacak­lar. Zenginler ticâret için, fakirler de dilenerek dünyalık toplamak için yapacaklardır." [235]

Ahmed Kitâbü'z-Zühd'de Bekr bin Sevâde'den rivayetle şu hadîsî nakleder: "Ümmetimde bazı gençler olacak. Bunlar, bol nimetler içinde büyüyüp gelişecekler. Zira ana ve babalarimn himmeti, sâdece bunları yedirip beslemek olacaktır. Bunlar da büyüyünce kimseleri beğenmeyip çalımlı çalımlı kelâm edecekler..."

Ebû'l-Kâsını el-Beğavt ile İbn-i Asâkir İbn-i Abbâs tarikiyle şu hadîsi naklederler: "Ümmetim içinde bir kavim zuhur edip Kur'ân okuyacak, fıkıh tahsil edecektir. Şeytan kendilerine yanaşıp diyecek ki: "Ne olur, hükümdara gidip de onun yakınlığim kazansanız ve bu sebeble biraz dünyalık elde etseniz. Korkmayan, dininizi olduğu gibi korursunuz..." Fakat siz onun bu vesvesesine aldanmayımz! Çünkü sultana yanaşıp da dînine zarar verdirmemek mümkün olmayacaktır. Sâdece bir sürü hatâlar irtikâp edilmiş olacaktır..."

Beyhekî el-Zühd'de Ebû Hüreyre yoluyla şu haberi nakletmiştir: "Öyle bir zaman gelecektir ki, kişi, dağa kaçmadıkça dînini koruyamaz olacak! O zamanda helâlinden mal kazanmak da kolay olmayacaktır, İşte bu zamanda kişinin helak sebebi, eşi ve çocukları olacaktır! Eğer çoluk çocuğu yok ise, bu seferde ana-babası olacaktır. Şayet bunlar da yoksa, helaki akrabalarimn elinde olacaktır." Ashâb hayret ederek: "Ey Allah'ın Resulü, bu nasıl olacaktır?" dediler. Peygamberimiz de: "Onlar onu, geçindirecek kadar bol kazanç kazanamamakla itham edip ayıplı-yacaklardır. O da, bunlar tarafından ayıplanmamak için, çeşitli gayr-i meşru kazanç yollarına baş vurup helak olacaktır..."[236]

 

24-10 Peygamberimizin Kıyamet Alâmetleri Olarak Haber verdiği ve Aynen Çıkan Bazı Haberler

Buhârî ve Müslim Enes'den rivayet ederler. O şöyle demiştir: Pey­gamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "ilmin kaldırılması, cahilliğin yerleşmesi, içki­nin açıkça içilmesi ve zinanın zuhur etmesi, kıyametin yaklaşş olduğunun alâmetlerinden bazılarıdır..." [237]

Yine Buhârî ve Müslim'in Ebû Hüreyre'den rivayetine göre, bir arabi gelip Hazret-i Peygamber'e: "Kıyamet ne zaman kopacaktır?" diye sor­muş. Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) buna verdiği cevap da: "Emânet zâyî edildiği zaman, kıyametin kopmasını bekle!" olmuştur. Arâbî, "Emânetin zayi edilmesi nedir?" demiş. Peygan berimiz de: "iş ehil olmayanlara verildiği zaman, kıyameti bekle!" buyurmuştur.

Buhârî ve Müslim yine Ebû Hüreyre'den rivayet ederler: Peygam­ber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kıyametin ne zaman kopacağim" sormuştu, Peygamber Efendimizin buna cevâbı ise: "Kendisine kıyametin ne zaman kopacağı sorulan kişi, bunu soran kişiden daha iyi biliyor olamaz! Fakat Ben» bunun bazı alâmetlerinden haber verebilirim: Eğer cariyenin efendisini doğurduğunu görürsen, İşte bu kıyamet alâmetlerinden biridir. Yalına­yak, kör ve konuşmasını bilmez çobanların yeryüzüne mâlik olduklarım görürsen, keza sığır çobanlarimn şehirlere inip yüksek binalar yaptır­makta başkalarıyla yarıştıklarim görürsen, İşte bunlar da kıyamet alâmetlerinden bazılarıdır."[238]

Bezzâr Amr bin Avf'tan nakleder. O da şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Kıyamet kopmazdan önce aldatıcı (hayırsız ve kurak) yıllar olacak ve o günlerde yalancılara inanılacak, doğrulara inanılma­yacak... Hainlere güvenilecek de emîn adamlara güvenilmeyecek, söz tamamen değersiz adamların eline geçecek."

Taberanî Enes'ten rivayet eder: "Resûlüllah Efendimiz buyurdu: "Fuhşun yayılması, konuşmaların çok çirkinleşmesi, akraba ile ilişiğin kesilmesi, emîn kişinin hâin ilân edilip hâin adama itimâd edilmesi de kıyamet alâmetlerindendir."

Tirmizl de yine Enes'ten merfuân şöyle rivayet eder: "Allah'a yemin ederim ki, sizler imamimzı öldürmedikçe kıyamet kopmaz! O gün, kılıçla­rimzı çalıştıracaksınız ve sizlere, içinizden en şerli olan vâris olacaktır."

Taberanî İbn-i Mes'üd'dan rivayet ediyor. O şöyle diyor: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Oğlunun ana-babasına karşı Öfkeli olması, yağmurun yakıcı olması, şerlilerin çoğalması, kişinin yakınlarına arka çevirip u-zaktakileri kendine dost edinmesi, her kabilenin liderliğini münafıkla­rın ele geçirmesi, mescidlerdeki mihrabların alabildiğine süslü yapıl­ması, kalblerin ise harabe bir şekilde bulunması, mü'ınin kişinin kendi kabilesi içinde en hor duruma düşmesi, kadınların kadınlarla erkeklerin erkeklerle iktifa etmesi, gençlerin iş başına geçmesi, kadınların söz sa­hibi olması, dünyanın en mâmur yerlerinin harâb edilip en harabe yer­lerinin de en bakımlı hale getirilmesi, içkilerin alenen içilip şımarılması ve insanların aşın derecede eğlenceye kapılması gibi haller de kıyamet alâmetlerindendir."

Taberânî Ebû Mûsa'dan rivayet eder: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Zaman kısalıp yıllar ve mahsûller azalmadıkça Allah'ın kitabı Kur'ân utanılacak bir şey sayılmadıkça, hâinler emm, emîn olan kişiler de hâin sayılmadıkça asla kıyamet kopmayacaktır. Keza yalancılar doğru, doğ­rular yalancı sayılmadıkça, savaşlar, haksızlıklar, hased ve hırslar iyice artmadıkça; işler karışıp tersine gitmedikçe, hevâ ve hevese uyulup zan ile hüküm verilmedikçe, ilim kaldırılıp cahillik yaygın bir hâl almadıkça, yeryüzü kana bulanmadıkça da kıyamet kopmayacaktır." [239]

Yine Taberanî ve Hâkim Ebû Zer tarikiyle Hazret-i Peygamber'in şöyle dediğini nakleder: "Zaman kısaldığı, taylasan giyenlerin çoğaldığı, ticâret ve malın arttığı, mâl sahiplerine zenginliği sebebiyle hürmet ve itibâr e-dildiği, ahş-verişte hilelerin arttığı zaman; kıyamet yaklaşmış demektir. İşte böyle bir zamanda, kişinin bir köpek yavrusu beslemesi, evlât besle­mesinden kendisi için daha hayırlı olacaktır. Böyle bir zamanda bir kü­çüğe acıyan, bir büyüğe saygı duyan da kalmayacaktır!" [240]

Taberanî Enes'ten Hazret-i Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Hilâî'in bir gün erken görülmesi de kıyamet alâmetlerindendir! Herkes tarafından hilâl görüldüğü zaman denilecektir ki: "Şimdi bu hilâl, tam iki günlüktür! Mescidlerin yol edilmesi ve anîden ölümlerin çoğalması da kıyamet alâmetlerindendir!"

Bu hususla ilgili Buhârî'nin Tarihindeki Talha bin Ebû Hadreften olan rivayeti de şöyledir: "Kıyamet alâmetlerinden biri de, hilâî'in gö­rüldüğünden bir gün evvel görülmüş olduğunun iddia edilmesidir. Hilâl herkes tarafından görüldüğü zaman, iki günlük olduğu iddia edilecektir. Halbuki o, iki günlük değil bir günlük olacaktır." [241]

Ahmed, Bezzâr, Taberanî ve sahihtir kaydiyle Hâkim, İbn-i Mes'ûd'dan rivayet ederler: "Kişinin sâdece tanıdığına selâm vermesi, ticâretin'çok yaygın hâle gelip kişiye hanımimn bu hususta yardımcı olması, akraba ile ilginin kesilmesi, yalancı şahitliğin çoğalması, doğru şahitliğin çeşitli endişelerle gizlenmesi ve kişi namaz kılmıyacağı halde mescide uğrayıp oradan geçmesi de kıyamet alâmetlerindendir..."

Taberanî Abdurrakmân el-Ensarî'den naklen şu hadisi rivayet eder; "Kıyamet alâmetlerinden bazıları da şunlardır: Yağmurların çok yağması ve bitkilerin azalması, okuyanların çoğalması, gerçekten bilgi edinenlerin ise azalması, emredenlerin çoğalması, emîn insanların ger­çekten çok azalması."

Ahmed'in Ebû Hüreyre'den olan rivayeti de şöyledir: "Hicaz top­rakları (Şam Ovası gibi), sulanan ve yeşilliği bol olan bir yer haline gel­medikçe, kıyamet kopmaz! Bu maddi bolluğun yanı sıra, emniyet ve asayiş de artar. Hattâ Irak'la Mekke arasında yolculuk eden bir yolcu­nun yolunu kaybetme korkusu dışmda hiçbir korkusu kalmaz." [242]

Ebû Ya'lâ Ebû Hüreyre'den şöyle nakleder: "Zaman iyice kısalma­dan kıyamet kopmaz! O derece ki, bir sene bir ay gibi olur. Bir ay bir hafta, bir hafta bir gün gibi olur. Bir gün ise, bir ot alevinin yanıp geçi-verdiği gibi geçer gider."

Taberanî de Enes'ten şu hadisi nakleder: "Eğer ümmetim, şu altı şeyi helal sayarsa mahvolup gider: Birbiriyle lanetleşmeyi, içkiyi, ipekli giymeyi, çalgıcı çengicî kadın tutup söyletmeyi, erkeğin erkekle, kadımın da kadınla iktifa etmesini... İşte ümmetim bunları helâl saydığı zaman, helak oldu demektir." [243]

İbn-i Mâce ve Beyhekî Enes'ten rivayet ederler. Onun naklettiğine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"İnsanlar mescidlerde birbirine karşı övünme yarışına girmedikçe kıyamet kopmaz!"

Yine İbn-i Mâce'nin İbn-i Abbâs'tan bir rivayeti var. Buna göre Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur: "Sizlerin Benden sonra mescidlerinizi, yahûdî ve hristiyanlann mâbedlerini süsledikleri gibi süsleyeceğinizi görüyorum!"

(Yine İbn-i Mâce'nin Ömer bin el-Hattâb'tan rivayetine göre Hazret-i Peygamber, bu husustaki hadislerin birinde de şöyle buyurmuştur: "Hiç bir kavmin (ümmetin) ameli, onlar mâbedlerini süslemeye kalkışma­dıkça bozulmamıştır.) [244]

Hâkim, İbn-i Mes'ûd'dan rivayet eder. O şöyle demiştir: "Kıyamet kopmazdan önce mîrâs   malimn bölüşülmesi ortadan kalkacak, düşmandan alman ganimet sebebiyle de kimse sevinç duymaz olacak..." [245]

Ben bu hususta derim ki: Bu rivayette verilen haberin ikinci şıkkı bizını zamanımızda gerçekleşmiş durumdadır. Birinci şıkka âit de bazı belirtiler vardır. Zira zamammızdaki devletin vezirleri (bakanları), mirasçılardan çoğunu mirastan mahrum etmektedirler... (Suyûtî). [246]

Beyhekî ve sahihtir kaydiyle Hâkim, İbn-i Mes'ûd'dan rivayet e-derler: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadîslerinde de şöyle buyurmuştur: "Kıya­met kopmazdan önce mescidler yol edinilecek, kişi sadece tanıdığına selâm verir olacak, kadın kocasıyla beraber ticâret yapacak, at ve kadın son derece azalacak, sonra bir çoğalma olacak. Bu çokluk kıyamete ka­dar devam edecektir."[247]

Ebûd-Derda Hadisiyle İlgili Bir Bölüm

Deylemî Ebû'd-Derdâ'dan rivayet eder. O demiştir ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün Harise Oğullarına mensub adamın birine hitaben: "Sen Allah yolunda gazaya gitmiyor musun?" dedi. O adam da: "Ey Allah'ın Resulü, elbette gitmek isterim, fakat birkaç fidan dikmiştim, onlar ku­rur diye korkuyorum. Onlara bakacak başka kimsem de yoktur" dedi. Peygamberimiz ise ona tekrar buyurdu ki: "Senin Allah yolunda gaza etmen, o birkaç fidanına bakmandan daha hayırlıdır!" Adam, Efendimiz'in bu sözü üzerine gazaya katıldı... Dönüşünde de, çok güzel bir fi­danlıkla karşılaştı..."[248]

Hasan bin Muhammed bin El-Alevînin Rivayeti

İbn-i Âsâkîr, Hasan bin Muhammed el-Alevî'den rivayet ediyor. O şöyle anlatıyor: "Ben, bir gün Kûfe'deki Cuma Mescidinde idim. O sırada isyan hâlinde bulunan Karmatîler, tâ Hicaz'a kadar gidip Mekke'yi işgal etmişler, Haceru'l-Esved'i de sökerek Kûfe'ye getirmişlerdi. Kûfe'liler ise daha Önce bana da, Hazret-i Ali'nin Haceru'l-Esved'le ilgili olarak şöyle de­diğini rivayet etmişlerdir:

"Sanki ben, Ham soyundan olup da el-Esvedü'd-Dendânî adındaki adamın, Hacer-i Esved'i şu yedinci kemerden aşağıya doğru sarkıttığim görür gibi oluyorum!"

İşte, Hazret-i Ali'nin bu sözünün tecellisine ben şahid oldum. O adama o sıralarda "Rahme" diye hitap ediyorlardı. Karmatiler Mescid'e girdik­leri zaman, başlarındaki adam ona hitaben: "Ey Rahme, haydi Hacer-i Esved'i al, Mescidin damına çık, oradan aşağı sarkıt!" diye emir verdi. O da yani Esved-i Dendâni de onu alarak Mescid'in damına çıktı, birinci kemere varıp durdu. Halk da merakla bakışıyorlardı. Fakat sanki orada birisi onun elinden tutup da yediyormuş gibiydi. O, oradan ikinci kemere geçti, buradan sarkıtacakmış gibi yaptı, sonra üçüncü kemere geçti. Böylece tâ yedinci kemere kadar gidip Hacer-i Esved'i oradan sarkıttı. Bunu benimle birlikte seyreden cemâat da hayretler içinde kalmıştı. Zira onlar, bana da naklettikleri gibi, Hazret-i Ali'nin bunu daha önceden bu şekilde haber verdiğini işitmişlerdi. Şimdi de aynen gözleriyle görmüş oluyorlardı. Onlar hayretlerinin büyüklüğünden, "Allahü Ekber! " diye­rek tekbir getirdiler."

Ben derim ki: "Ali (radıyallahü anh), böyle bir şeyi kendiliğinden haber vermiş olamaz. Muhakkak bu, bunu Hazret-i Peygamberden duymuştur. Karmati-ler'in fitnesi ve Hacer-i Esved'i yerinden söküp getirmeleri ise, hicretin 317. yılında olmuştu. (Suyûtî) [249]

 ------------------------

[227] Bunu, Ebû Dâvûd ve İmam-ı Ahmed de rivayet etmiştir.

[228] Bunu, Buhârî, Müslim ve imam-ı Mâlik d© rivayet etmişlerdir.

[229] Tirmizi de bunu Huzeyfe'den rivayet etmiştir

[230] Buhârî ile Müslim de Ebû Hüreyre'den bu mealde bir hadis rivayet etmişlerdir ki, bu hadis daha önce zikredilmiştir.