ŞEMÂİL-İ ŞERÎFE1 HİLYE-İ SE’ÂDET[Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” görünüşü, tanınması] Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin, görünen bütün uzvlarının şekli, sıfatları, güzel huyları, temâm hayâtı, bütün incelikleri ile, çok geniş ve açık olarak, âlimler tarafından, senedleri, vesîkaları ile yazılmiştir. Bunlara (Siyer) kitapları denir. Binlerle siyer kitâbından, ilk olarak yazılan, ibni İshakın “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Sîret-i Resûlillah) kitâbı olup, bunu, ibni Hişâm Humeyrî aynı ism altında genişletmiş ve Alman müsteşriklerinden Westenfeld tarafından, yeniden tab’ edilmiştir. Allahü teâlâ, bütün Peygamberlerine vermiş olduğu mu’cizelerin hepsini Muhammed aleyhisselâma da verdi. Arabî (el-Mevâhibül-ledünniyye) ve Fârisî (Medâric-ün-Nübüvve) kitaplarında ve (Mevâhib)den kısaltılmış olan (el-envâr-ül-Muhammediyye) kitâbında ve Arabî (Huccetüllahi alel’âlemîn fî mu’cizâti-seyyid-il-mürselîn) kitâbında, bunların çoğu yazılıdır. Biz, bu risâlemizi, Mısırdaki büyük islâm âlimlerinden imâm-ı Ahmed Kastalânî hazretlerinin, (Mevâhib-i ledünniyye) ismindeki iki cild kitâbından aldık. İslâm şâirlerinden Abdülbâkî efendi, bu kitâbı arabîden Türkçeye çevirmiştir. Bütün kitâbdan gençlere lüzûmlu görülen kısımları, kısaca aşağıya yazılmıştır: Fahr-i kâinâtın “sallallahü aleyhi ve sellem” mubârek yüzü ve bütün a’zâ-i şerîfesi ve mubârek sesi, bütün insanların yüzlerinden ve a’zâsından ve seslerinden güzel idi. Mubârek yüzü, bir mikdâr yuvarlak idi. Neş’eli olduğu zamanda, mubârek yüzü ay gibi nûrlanırdı. Sevindiği, mubârek alnından belli olurdu. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, gündüz nasıl görürse, gece dahî öyle görürdü. Önünde olanları gördüğü gibi, arkasında olanları dahî görürdü. Yana ve geriye bakacağı zaman, bütün bedeni ile dönüp bakardı. Yeryüzüne nazarı, semâya bakmasından ziyâde idi. Mubârek gözleri büyük idi. Mubârek kirpikleri uzun idi. Mubârek gözlerinde bir mikdâr kırmızılık vardı. Mubârek gözlerinin karası gayet siyâh idi. Fahr-i âlemin “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” alnı açık idi. Mubârek kaşları ince idi. Kaşları arası açık idi. İki kaşı arasında olan damar, hiddetlenince kabarır idi. Mubârek burnu gayet güzel olup, orta yeri bir mikdâr yüksek idi. Mubârek başı büyük idi. Mubârek ağzı küçük değildi. Mubârek dişleri beyaz idi. Mubârek ön dişleri seyrek idi. Söz söylediği zamanda, sanki dişleri arasından nûr çıkardı. Allahü teâlânın kulları arasında ondan dahâ fasîh ve tatlı sözlü kimse görülmedi. Mubârek sözleri gayet kolay anlaşılır, gönülleri alırdı ve rûhları cezb ederdi. Söz söylediği zaman, kelimeleri inci gibi dizilirdi. Bir kimse saymak istese, kelimeleri saymak mümkin idi. Bazan iyi anlaşılması için, üç kerre tekrâr ederdi. Mubârek sesi, kimsenin sesinin yetişemediği yere yetişirdi. Fahr-i âlem “sallallahü aleyhi ve sellem” güler yüzlü idi. Tebessüm ederek gülerdi. Gülerken, mubârek dişleri görünürdü. Güldüğü zaman, nûru dıvarlar üzerine ziyâ verirdi. Ağlaması da, gülmesi gibi hafîf idi. Kahkaha ile gülmediği gibi, yüksek sesle de ağlamazdı, amma mubârek gözlerinden yaş akar, mubârek göğsünün sesi işitilirdi. Ümmetinin günâhlarını düşünüp ağlardı ve Allahü teâlânın korkusundan ve Kur’ân-ı Kerîmi işitince ve bazan da nemâz kılarken ağlardı. Fahr-i âlemin “sallallahü aleyhi ve sellem” mubârek parmakları iri idi. Mubârek kolları etli idi. Mubârek avuclarının içi geniş idi. Bütün vücûdünün kokusu, miskden güzel idi. Mubârek bedeni, hem yumuşak, hem de kuvvetli idi. Mubârek elleri ipekden yumuşak idi. Mubârek teri miskden ve çiçekden dahâ güzel kokuyordu. Mubârek kolları, ayakları ve parmakları uzun idi. Mubârek ayaklarının parmakları iri idi. Mubârek ayaklarının altı çok yüksek olmayıp, yumuşak idi. Mubârek karnı geniş olup, göğsü ile karnı berâber idi. Omuz başının kemikleri iri idi. Mubârek göğsü geniş idi. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” kalb-i şerîfi, nazargâh-ı ilâhî idi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” çok uzun boylu olmayıp, kısa dahî değil idi. Yanına uzun bir kimse gelse, ondan uzun görünürdü. Oturduğu zaman, mubârek omuzu, oturanların hepsinden yukarı olurdu. Mubârek saçları ve sakallarının kılları çok kıvırcık ve çok düz değildi. Mubârek saçları uzundu. Önceleri kâkül bırakırdı, sonradan ikiye ayırır oldu. Mubârek saçlarını bazan uzatır, bazan da keser, kısaltırdı. Saç ve sakalını boyamazdı. Vefât etdiği zamanda, saç ve sakalında ak kıl, yirmiden az idi. Mubârek bıyığını kırkardı. Bıyıklarının uzunluğu ve şekli, mubârek kaşları kadar idi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” misvâkini ve tarağını yanından ayırmazdı. Mubârek saçını ve sakalını tararken aynaya nazar eylerdi. Geceleri mubârek gözlerine sürme çekerdi. Fahr-i kâinât “aleyhi ekmelüt-tehıyyât” önüne bakarak, sür’atle yürürdü. Bir yoldan geçdiği, güzel kokusundan belli olurdu. Fahr-i âlem “sallallahü aleyhi ve sellem” kırmızı ile karışık beyaz benizli olup, gayet güzel, nûrlu ve sevimli idi. Güzel huyların hepsi Resûlullahda “sallallahü aleyhi ve sellem” toplanmışdı. Güzel huyları, Allahü teâlâ tarafından verilmiş olup, çalışarak, sonradan kazanmış değil idi. Bir müslimânın ismini söyliyerek, hiçbir zaman la’net etmemiş ve aslâ mubârek eli ile kimseyi döğmemiştir. Kendi için, hiçbir şeyden intikam almamiştir. Allah için, Allah'ın hükmünü yerine getirmek için intikam alırdı. Akrabâsına, Eshâbına ve hizmetcilerine tevâzu’ ederek, iyi mu’âmele eylerdi. Ev içinde çok yumuşak ve güler yüzlü idi. Hastaları ziyârete gider, cenâzelerde bulunurdu. Eshâbının işlerine yardım eder, çocuklarını kucağına alırdı. Fekat, kalbi bunlarla meşgûl değildi. Mubârek rûhu melekler âleminde idi. Resûlullahı “sallallahü aleyhi ve sellem” ansızın gören kimseyi korku kaplardı. Kendisi yumuşak davranınasaydı, Peygamberlik hâllerinden, aslâ kimse yanında oturamaz, sözünü işitmeğe tâkat getiremezdi. Fahr-i âlem “sallallahü aleyhi ve sellem”, insanların en cömerdi idi. Birşey istenip de, yok dediği görülmemiştir. İstenilen şey varsa verir, yoksa, cevâb vermezdi. O kadar iyilikleri, o kadar ihsânları vardı ki, hiç kimse, o kadar ihsân yapamadı. Fekat kendisi sıkıntı ile yaşamağı severdi. Öyle bir hayât yaşıyordu ki, yemek ve içmek hatırına bile gelmezdi. Yemek getirin yiyelim veyâ şu yemeği pişiriniz demezdi. Yemek getirirlerse yer, her ne meyve verseler kabûl ederdi. Bazan uzan zaman az yer, açlığı severdi. Bazan da normal yerdi. Yemeği üç parmakla yerdi. Yemek sonunda su içmezdi. Suyu otururken içerdi. Başkaları ile yemek yerken, herkesden sonra el çekerdi. Herkesin hediyyesini kabûl ederdi. Hediyye getirene karşılık olarak, katkat fazlasını verirdi. Mekke-i mükerreme fethinden sonra ilk Cum’a günü hutbe okurken, mubârek başında siyâh sarık vardı. Sarığının ucunu sarkıtırdı. (Sarık, müslimânlar ile kâfirler arasını ayırır) buyururdu. Çeşidli elbise giymek âdeti idi. Yabancı devlet sefîrleri gelince kıymetli elbiseler giyerek, güzel yüzünü gösterirdi. Taşı akîkden gümüş yüzük takardı. Yüzüğünü mühür olarak kullanırdı. Yüzüğü üzerinde (Muhammedün Resûlullah) yazılı idi. Yatağı deriden olup, içi hurma ağacı iplikleri ile dolu idi. Bazan bu yatak üzerine, bazan yere serili deri üzerine, bazan da, hasır veyâ kuru toprak üzerine yatardı. Mubârek avucunun içini sağ yanağının altına koyup, sağ yanı üstüne yatardı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” zekât malı almaz, çiğ soğan ve sarmısak gibi şeyler yemez ve şi’r söylemezdi. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” nübüvvetden sonra, her yıl, dünyayı teşrifleri olan Mevlid gecesine ehemmiyyet verirdi. Her Peygamberin ümmeti, kendi Peygamberinin doğum gününü bayram yapmışdı. Bugün de, müslimânların bayramıdır. Neş’e ve sevinç günüdür. Âdem aleyhisselâm rûh ile cesed arasında iken, O Peygamber idi. Âdem aleyhisselâm ve her şey, Onun şerefine yaratılmiştir. Arş ve gökler ve Cennetler üzerine, İslâm harfleri ile mubârek ismi yazılmiştir. Ona (Muhammed) adını, dedesi Abdülmuttalib koydu. Onun adının yer yüzüne yayılacağını, herkesin Onu medh ve senâ edeceğini rü’yâda görmüşdü. Muhammed, çok medh olunan demekdir. Cebrâîl aleyhisselâmın, ilk gelerek, Peygamber olduğunu bildirmesi ve hicretde Mekke şehrindeki mağaradan çıkması ve Medîne-i münevverenin Kubâ köyüne ayak basması ve Mekkeyi feth için Medîneden çıkması ve vefâtı, hep pazartesi günü olmuşdur. Doğduğu zaman, göbeği kesilmiş ve sünnet olmuş görüldü. Yeryüzünü şereflendirince, şehâdet parmağını kaldırdı ve secde etdi. Melekler beşiğini sallardı. Beşikde iken konuşmağa başladı. Hazret-i Abdullah evlendiği zaman onsekiz ve Hazret-i Âmine ondört yaşında idi. Hazret-i Âmine yirmi yaşında vefât etdi. Evvelâ mubârek annesi dokuz gün, sonra Ebû Lehebin câriyesi Süveybe bir kaç gün emzirdi. Sonra, Halîme-i Sa’diyye iki sene emzirdi. İki sene daha Benî Sa’d bin Bekr köyünde kalarak dört yaşında Mekkeye getirildi. Ayağa kalkdığı zaman, çocukların oyunlarını seyr ederdi. Oyuna karışmazdı. Altı yaşında iken, annesi Âmine “radıyallahü anhâ”, sekiz yaşında iken, dedesi Abdülmuttalib vefât etdi. Yirmibeş yaşında iken, Hadîce “radıyallahü anhâ” ile nikâh etdi, evlendi. Kırk yaşına gelince, Ramezân-ı şerîf ayında, Pazartesi günü, şehrin bir sâat şimâlindeki (Cebel-i hirâ) ve (Cebel-i nûr) denilen dağdaki mağarada, melek göründü. Bütün insanlara ve cinne Peygamber olduğu bildirildi. Evvelâ Cebrâîl “aleyhisselâm” geldi. Sonra üç sene, İsrâfîl “aleyhisselâm” gelip, ba’zı şeyler öğretdi. Fekat, Kur’ân-ı Kerîm getirmedi. Sonra, Cebrâîl “aleyhisselâm” gelmeğe başlıyarak, bütün Kur’ân-ı Kerîmi, yirmi senede indirdi. Cebrâîl “aleyhisselâm” kendisine yirmi dört bin kerre geldi. [Hâlbuki, Âdem aleyhisselâma oniki kerre, Nûh aleyhisselâma elli kerre, İbrâhîm aleyhisselâma kırk kerre, Mûsâ aleyhisselâma dört yüz kerre ve Îsâ aleyhisselâma on kerre gelmişdi.] Peygamberliğini üç sene izhâr etmeyip, sonra Hak teâlânın emri ile teblîg eyledi. Elli iki yaşında iken, Receb ayının yirmi yedinci gecesi, Mekke-i mükerremede, Cebrâîl “aleyhisselâm” gelip, Mescid-i harâmdan, Kudüsde, Mescid-i aksâya ve oradan göklere götürdü. Bu mi’râcda, âhiret şartları içinde, Allahü teâlâyı baş gözü ile gördü. Bu gecede beş vakt nemâz farz oldu. Elliüç yaşında iken, izn-i ilâhî ile, Medîne-i münevvereye hicret eyledi. Yirmi yedi kerre muhârebe yapmış, dokuzunda er olarak hücûm etmiş, diğerlerinde baş kumandanlık mevkı’inde bulunmuşdur. Medîne-i münevverede, kamerî altmış üç, şemsî sene hesâbı ile altmışbir yaşında iken 11 [m. 632] senesi Rebî’ul-evvel ayının on ikinci pazartesi günü, öğleden evvel vefât edip, mubârek gömleği arkasında olarak, üç kerre yıkanıp, üç kat yeni beyaz kefene sarılıp, mubârek rûhu alındığı yere defn olundu. Server-i âlemin “sallallahü aleyhi ve sellem” mubârek gözleri uyur, kalb-i şerîfi uyumazdı. Aç yatıp tok kalkardı. Aslâ esnemezdi. Mubârek vücûdü nûrânî olup, gölgesi yere düşmezdi. Elbisesine sinek konınaz, sivrisinek ve diğer böcekler mubârek kanını emmezdi. Allahü teâlâ tarafından Resûlullah olduğu bildirildikden sonra, şeytânlar göklere çıkarak haber alamaz ve kâhinler söyleyemez oldu. Bir kimse, Rahmeten-lil-âlemîni “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” rü’yâda görse, muhakkak Onu görmüşdür. Çünki, şeytân Onun şekline giremez. Server-i âlem “sallallahü aleyhi ve sellem”, bizim bilmediğimiz bir hayât ile, şimdi hayâtdadır. Cesed-i şerîfi aslâ çürümez. Kabrinde bir melek durup, ümmetinin söyledikleri salevâti kendisine haber verir. Minberi ile kabr-i şerîfi arasına (Ravda-i mutahhera) denir. Burası Cennet bağçelerindendir. Kabr-i şerîfini ziyâret etmek, tâ’atların büyüğü ve ibâdetlerin en kıymetlisidir. (Beni ziyâret edene şefâ’atim vâcib olur) buyurmuşdur. Server-i âlemin “sallallahü aleyhi ve sellem” erkek ve kız evlâd-ı kirâmı, zevcât-ı mutahherası, amcaları ve halaları vardı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” ümmî idi. Yani kitâb okumamış, yazı yazmamış, kimseden bir ders almamış idi. Mekkede doğup, büyüyüp, belli kimseler arasında yetişip, seyâhat etmemiş iken, Tevrâtda ve İncîlde ve Yunan ve Roma devirlerinde yazılmış kitâplarda bulunan bilgilerden, hâdiselerden haber verdi. İslâmiyyeti bildirmek için, müslimânlara mektûblar yolladı. Hicretin altıncı senesinde Rum, Îrân ve Habeş hükümdârlarına ve diğer Arab pâdişâhlarına mektûblar gönderdi. Fahr-i âlemin “sallallahü aleyhi ve sellem” ismleri, hâlleri, Tevrâtda ve İncîlde yazılı idi. Yehûdî ve hıristiyanlar, teşrîf etmesini bekliyordu. Fekat, kendi cinslerinden gelmeyip, Arabdan geldiği için ba’zıları kıskandı, inkâr etdi. Hâlbuki, bir çok âlimleri ve akllıları, insâf edip müslimân oldu. Bir kimse, her işinde, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” dînini kabûl etmezse mü’min olmaz. Onu, kendi cânından çok sevmezse, îmânı temâm olmaz. Bütün insanların ve cinnîlerin Peygamberidir. |