Geri

   

 

 

İleri

 

BİRİNCİ CİLD, 78. ci MEKTÛB

Dinde yüksek derecelere kavuşmak için, [Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi îmân etmek ve ahkâm-ı islâmiyyeye uymak ve sonra] Ehl-i sünnet âlimlerine muhabbet bağı ile bağlanmak lâzımdır. [Îmânın doğru olması için, ahkâm-ı islâmiyyeye uymak lâzım olduğuna inanmak lâzımdır. Ehl-i sünnet îmânı böyledir.] Sâdık olan tâlib, âlime muhabbeti sebebi ile, onun bâtınından [kalbinden] gelen feyzleri [ya’nî Allah sevgisini] alır. Yavaş yavaş onun gibi olur. (Fenâ-yı kalb), [Allahdan başka birşey hâtırlamamak], fenâ-yı hakîkînin başlangıcıdır demişlerdir. Sevmeden ve fenâ hâsıl olmadan, yalnız ibâdet etmekle, hakîkate kavuşulmaz. İbâdet, Allahü teâlânın rızâsına, sevgisine kavuşduran sebeblerden biri ise de, fenâ, ya’nî aşırı muhabbet de şartdır. Âlim de, teveccüh ederse, onu severse, yalnız muhabbet, maksada kavuşdurur. Riyâzetler çekmek, ya’nî nefse sıkıntı veren şeyleri yapmak ve erbaînler çekmek, ya’nî kırk gün bir yerde kapanmak şart değildir.

Bu yazdıklarımız, Eshâb-ı kirâmın yoludur. Bu yolda ifâde ve istifâde [Feyz almak, ya’nî ma’rifet-i ilâhiyyeye kavuşmak, kalbden kalbe] aks etmekle olur. Edebe riâyet ederek, sohbetde bulunmak kâfîdir. Îmân ve teslîm ve itâat şartı ile, Resûlullahın sohbetinde bulunmak, Eshâb-ı kirâmın kemâle gelmesi için kâfî idi.

Bunun için, Eshâb-ı kirâmın yolu, çabuk kavuşdurmakdadır. Feyz almakda, genc, ihtiyâr, sabî, diri ve ölü müsâvîdirler. Nihâyetde ihsân edilenler, bu yolda, başlangıçda da verilir. Bu yolun riyâzeti, sünnet-i seniyyeye yapışmak, bid’atlerden sakınmak ve mürşid-i kâmili sevmekdir. Hâce Ubeydullah-i Ahrâr 895 [m. 1490] de Semerkandda vefât etdi. Buyurdu ki, (Bu yoldaki sâliklerin i’tikâdları, Ehl-i sünnet ve cemâ’at i’tikâdıdır. Riyâzetleri, ahkâm-ı islâmiyyeye uymakdır. İbâdet etmiyenlere feyz gelmez. Bunlar terakkî edemez. Bu yolun nihâyeti, mahlûkları unutup, devâmlı huzûr-i ilâhîdir. Aşırı muhabbet ve cezbe olmadan, bu se’âdete kavuşulamaz. Kavuşduran en kuvvetli vâsıta, sohbetdir). Bîçâre insan, dünyâ zevkleri, nefsin arzûları bataklığındadır. Kalbin, rûhun zevklerinden haberi yokdur. Münâsebet [bağlantı] olmadıkca, Hak teâlâdan feyz almak mümkin değildir. Allahü teâlâ, feyzlerini, Resûlullah vâsıtası ile göndermekdedir. Resûlullahın mübârek kalbinden her an fışkıran feyzleri, alabilip, etrâfa saçabilen âlim lâzımdır. İnsanın kalbini onun kalbine bağlayan vâsıta, ona muhabbetdir, onu çok sevmekdir. Muhabbet, edeblere riâyet ve ibâdetlerde, âdetlerde ve edeblerde ona tâbi’ olmakdır. Bunların en te’sîrlisi, Râbıta yapmakdır. [Râbıta, Ehl-i sünnet âliminin şeklini, sûretini hâtırlamakdır.] Râbıta kuvvetli olunca her bakdığı yerde, onu görür. Allahü teâlânın rızâsına [sevgisine] kavuşmak istiyenin, niyyetinin, maksadının hâlis olması lâzımdır. Yalnız Onun rızâsını istemesi, Ona kavuşduran vâsıtayı bulup, yalnız Ona bağlanması lâzımdır. Tealluk etdiği, [bağlandığı] kimseler, artdıkca, talebde ve ilmde ve muhabbetde vahdetden ayrıldıkca, hakîkî vâhidden mahrûm kalır. Kesretden [mahlûklardan] uzaklaşdıkça, hakîkî vahdete yaklaşır. [Mahlûklardan] uzaklaşmağa çalışan, henüz yoldadır. Kesretden kurtulan, ya’nî mâ-sivâyı [mahlûkları] görmekden, bilmekden ve sevmekden halâs olan, hakîkate vâsıl olur. Kalbin mâ-sivâyı nisyânı öyle olur ki, hâtırlamak için, kendini senelerce zorlasa, müyesser olmaz. Buna (Fenâ-yı kalb) denir. Bu fânilik, kemâlât-i vilâyetin birinci derecesidir.

[İhsân eden, iyilik eden sevilir. Hadîs-i şerîfde, (İhsân sâhibini sevmek, insânların yaratılışında vardır) buyuruldu. Bütün iyilikleri yaratan, insana, can, mal, sıhhat veren, zararlardan, korkulardan koruyan, Allahü teâlâyı sevmek insanlık îcâbıdır. Sevmenin üç alâmeti vardır: 1- Onu sevenleri sevmek, 2- Ona itâ’at etmek, 3- Onu, dil ile, beden ile övmek. Bunlardan ikincisine (Şükr), üçüncüsüne (Hamd) etmek denir. Onu sevenleri, O da sever. İhsânlarını artdırır. Allahü teâlânın sevgisini kazanmağa çalışana (Sâlih kul) denir. Bu sevgiyi kazanmış olana (Velî) denir.

Başkalarının da kazanması için çalışan Velîye (Vesîle) ve (Mürşid) denir. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmin Mâide sûresinde, (Vesîle arayınız!) buyuruyor. Vesîleyi bulmak ni’meti, dünyâ ve âhiret ni’metlerinin en kıymetlisidir. O hâlde, onu sevmek, hem bu ihsânın vesîlesi olduğu için, hem de, Allahü teâlânın sevgili kulu olduğu için, çok lâzımdır ve insanın birinci vazîfesidir. Hakîkî vesîleye kavuşmak, en büyük se’âdetdir. Onu aramak birinci vazîfedir. Hakîkî Mürşid, kıyâmete kadar mevcûddur. Hâlis olan tâliblere kendisini tanıtır. Düşmanlardan, ahmaklardan saklanır. Âdî, alçak kimseler, kıymetli şeylerin sahtelerini, taklîdlerini piyasaya sürerek, insanları aldatır. Böylece, kötü yoldan, menfe’at sağlarlar. Çok kıymetli olan vesîlenin de sahteleri vardır. Bu alçak kimseler, yalanlarla, hîleli kerâmetlerle, câhilleri aldatırlar. Müslimânlar için en büyük felâket, bunların tuzaklarına düşmekdir. Kendilerinin, dinden, îmândan, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarından haberleri yokdur. Sözleri ile küfr yayarlar. Hareketleri ile hep harâm işlerler. Câhilleri ve yeni müslimân olanları avlamakla geçinirler. Kur’ân-ı kerîm, bunlara (Münâfık) diyor. Bunların, Cehennemin dibinde, kâfirlerden dahâ çok azâb çekeceklerini haber veriyor. Sözleri, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarına, işleri bu âlimlerin fıkh bilgilerine uygun olmıyan, bu münâfıkların tuzaklarına düşmemeleri için evlâdlarımızı uyarmalıyız!

Bir kimseyi dil ile, beden ile övmek için, ismi severek söylenir, yazılır. Sâdık olan kimselere haber verilir. Resmi varsa, kıymetli yerde muhâfaza olunur. Kendi görülünce, ayağa kalkılır. İsmi ve ismini öven şi’rler, kasîdeler dıvara asılır. İslâm dîninde, her ne niyyet ile olursa olsun, insan resmi, heykeli yapmak ve bunlara hurmet etmek, harâmdır, büyük günâhdır. Evvelki dinlerde harâm değil idi. Bunun için, Îsâ ve İdrîs aleyhimesselâm semâya çıkarıldıkdan sonra, mü’minler Peygamberlerin ve Evliyânın resmlerini, heykellerini yapıp, yükseklere koydular. Karşılarında eğildiler, secde etdiler. Allahü teâlânın afv etmesi için, resmlerden, heykellerden şefâ’at istediler. Îsâ aleyhisselâmdan ikiyüz sene sonra Îsevi dînine Eflâtun felsefesi ve Romalıların putperestliği karışarak, resmlerde, heykellerde, ülûhiyyet sıfatları bulunduğuna inandılar. Allahü teâlâya mahsûs olan sıfatlara (Ülûhiyyet sıfatlar)ı denir. Ebedî var olmak, her istediğini yapabilmek, öldürmek, diriltmek, şifâ vermek, gaybleri bilmek böyledir. Böyle olduklarına inanılan resmlere, heykellere (Sanem=put) denir. Bunlar Allahü teâlâya (şerîk =ortak) yapılmış olurlar. Bunlara hürmet etmeğe (İbâdet etmek=tapınmak) ve (Şirk) denir. Tapanlara (Müşrik) denir. Şimdi, hıristiyanların çoğu müşrikdir. Muhammed aleyhisselâma inanmıyana (Kâfir) denir. Müşrik, kâfirlerin en kötüsüdür. Müşrik olmıyan hıristiyanlara (Ehl-i kitâb) denir.]