Geri

   

 

 

İleri

 

263 İKİYÜZALTMIŞÜÇÜNCÜ MEKTÛB

Bu mektûb, meyân şeyh Tâc için yazılmışdır. Kâ’be-i rabbânî hakkındadır ve nemâzın ba’zı üstünlükleri bildirilmekdedir:

Allahü teâlâya hamd ve senâlar olsun. Onun seçdiği, beğendiği iyi insanlara selâm olsun! Herkesi sevindiren teşrîfiniz haberi, bu âşıklarınızı, sevenlerinizi çok sevindirdi. Bunun için de, Allahü teâlâya hamdler ve şükrler olsun! Fârisî iki beyt tercemesi:

Ey mâvi semâ! İnsâf et de öyle söyle!

Bu ikisinden hangisi, dahâ hoşdur şöyle:

Işık saçan güneşinin, çıkışımı şarkdan,

Cihân dolaşan ayımın, doğuşu mu Şâmdan?

Buraya kadar zahmet etmeği arzû buyurduğunuza göre, bâri çabuk teşrîf ediniz ki, sevenlerinizin gözleri yoldadır. Beytullahdan yeni haberler dinlemek istiyoruz. Bu fakîre göre, insanların ve meleklerin şeklleri, vücûdleri, Kâ’benin şekline, sûretine secde etdikleri gibi, bu sûretlerin hakîkatleri, aslları da, onun hakîkatine secde etmekdedir. Onun hakîkati bütün hakîkatlerin üstü ve ona bağlı olan kemâlât, diğer bütün hakîkatlere bağlı kemâlâtın üstüdür. Bu hakîkat, sanki mahlûkların hakîkatleri ile, ilâhî hakîkat-

-346-

ler arasında bir geçiddir. İlâhî hakîkatler demek, onun azametinin, büyüklüğünün dereceleri olup, orada sıfat ve keyfiyyet yokdur. Ya’nî, nasıl diye sorulamaz ve hiç zıl ve sûret yokdur. Dünyâda olan terakkîler, yükselmeler ve zuhûrlar, görünüşler, mahlûkların hakîkatlerinin sonuna kadardır. İlâhî hakîkatlerden “celle sultânühü” nasîb almak, ancak âhıretde olacakdır. Dünyâda bunlardan nasîb, ancak nemâzdadır ki, nemâz, mü’minin mi’râcıdır. Ya’nî dünyâdan âhırete yükselten bir merdiven gibidir. Nemâzda sanki dünyâdan çıkıp, âhırete gidilir ve âhıretde kavuşulacak olan şeylerden haz, zevk alınır. Öyle zan ediyorum ki, nemâzda bu devletin hâsıl olması, Kâ’beye dönüldüğü içindir. Çünki orası, ilâhî hakîkatlerin “teâlâ ve tekaddeset” zuhûr etdiği yerdir. Görülüyor ki, Kâ’be, dünyâda şaşılacak birşeydir. Görünüşde dünyâdaki evlerden biridir. Hakîkatde ise, âhıretdendir. Kâ’be dolayısı ile nemâzda da, bu hâl hâsıl olmuş, sûreti de, hakîkati de, dünyâ ve âhıreti kendinde toplamışdır. Muhakkak olarak anladım ki, nemâz kılarken hâsıl olan hâller, nemâz dışında hâsıl olan bütün hâllerin üstündedir. Çünki bu hâllerin hepsi, zıl ve sûretden kurtulamamış, ne kadar yüksek ve kıymetli olsalar da, asldan nasîb alamamışlardır. Nemâzdaki hâller ise, asldan nasîblidir. Zıl ile asl ve birşey ile gölgesi arasında ne kadar fark varsa, bu iki hâl arasında da, o kadar fark vardır. Allahü teâlânın lutf ve ihsânı ile mü’minlere ölüm zemânında hâsıl olan hâl, nemâzdaki hâllerin üstüdür. Çünki ölüm, âhıret hâllerinin başlangıcıdır. Âhırete yakın olan herşey, dahâ temâm ve dahâ üstündür. Çünki dünyâda sûret görünüyor. Âhıret ise, hakîkatin zuhûr etdiği yerdir. Aradaki farkı bundan anlamalıdır. Bunun gibi, Allahü teâlânın ihsânı ile, mezârda hâsıl olan hâller, ölüm zemânında hâsıl olan hâllerden üstündür. Kıyâmet gününün hâli de, kabr hâline göre böyledir. Çünki orada görülen, dahâ temâm ve dahâ kâmildir. Cennetde görülenler, kıyâmet günündekinden dahâ temâm ve dahâ kâmildir. Hâllerin en üstünü ise Peygamberimizin “aleyhi ve alâ âlihissalevâtü vetteslîmât” haber verdiği ya’nî, (Allahü teâlâ, ayrıca bir Cennet yaratmışdır ki, burada Hûrîler ve köşkler yokdur. Burada Allahü teâlâ, güler gibi tecellî eder, görünür) buyurduğu yerdir. Âhıretdeki hâller, dünyâdaki hâllerin, görünenlerin üstündedir. Bunların da en üstünü, Hadîs-i şerîfde bildirilen Cennetdir. Hattâ dünyâ aslın, hakîkatin zuhûr edeceği, görüneceği yer değildir. Dünyâya mahsûs olan, zıllerin, benzerlerin görünmeleri, bu fakîre göre, dünyâ işlerindendir ve hakîkatde, mahlûklara, mümkinlere âid şeylerdir. Bunlardan bir kısmına Sıfât-i ilâhiyyenin tecellîsi, ba’zısına da, Zât-i ilâhînin tecellîsi gibi ismler vermişlerse de, hepsi dünyâ şeyleri, zıl ve sûretler tecellîsi, görünüşüdür. Bu fakîre göre bu dünyâda olan herşey, sûret ve hayâldir. Burada matlûbun, maksûdun kokusunu bile duymuyorum. Dünyâ âhıretin tarlasıdır ve to-hum ekecek zemândır. Matlûbu burada aramak, boşuna uğraşmakdır. Ele birşey geçmez. Yâhud başka şeyleri matlûb sanarak, insan rü’yâ ile, hayâl ile oyalanıp kalır. Nitekim birçok kimse, bu hâle düşmüşdür. Dünyâda asldan haber veren yalnız nemâzdır. Matlûbun kokusu, yalnız nemâzda duyulur. Nemâzdan başka şeylerde, bu koku yokdur.

İyiliğe elverişli olmıyan kimse,

Fâidelenemez, Peygamberi de görse.

-347-