Geri

   

 

 

İleri

 

1. Gizli ve aşikar bütün işlerde iyi niyyet ve ihlâslı olmak

Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:

"O îman etmeyenler, ancak İslâma yönelip ibâdeti Allah'a has kılarak (hâlis bir niyyetle) O'na ibâdet etmekle emredilmişlerdir."[1]

"O kurbanların ne etleri, ne de kanları asla Allah'a ulaşmaz; fakat sizden olan takva O'na ulaşır." (Hac: 37)

İbn Abbâs (radıyallahü anhüma), bu âyet-i kerîmede geçen "takva" kelimesinin manasını "Niyyetler" olarak tefsir etmiştir.

İhlâs, niyyeti hâlis yapmaya ve onu riya gibi bulaşık şeylerden arındırmaya denilir. Cenâb-ı Hak, zât-ı ulûhiyyetine, ihlâs ile ibâdet etmeyi emretmesinden anlaşılıyor ki, işin başından sonuna kadar ihlâsa sahib bulunmak gereklidir. Bütün kulluk vazifelerini sırf Allah'ın emirleri olduğu için yerine getirmek, yasaklarından da aynı duygu ile kaçınmak ve başka bir maksad gütmemek, ihlâsla Allah'a ibâdet etmek olur ve hâlis niyyet taşınmış olduğundan böyle kimseye de "Muhlis" denir. Bu âyet-i kerîmeden, geçerli niyyetin "hâlis niyyet" olduğu anlaşıldığından her görevde niyyetin bulunmasının şart olduğu hükmü ortaya çıkmaktadır, niyyetin yeri de kalbdır. Emredilen işi Allah rızası için yapmak ve başka bir maksad gözetmemek de, hâlis niyyetin husulüdür ve kuldan istenen de budur. ihlâsla yapılan salih ameller Allah'a yükseltilir. işte Allah rızası için hâlis niyetle yapılan işlerin Allah katında sevabı vardır.

1- Ömer ibn Hattâb (radıyallahü anh) den rivâyet edildiğine göre, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"(Yapılan) bütün işler niyyetlere göredir, (kalblerdeki niyyetlerle değer kazanırlar); ve herkes için ancak niyyet ettiği şey vardır. O hâlde kimin hicreti (Bir yerden bir yere gidişi) Allah ve O'nun Resûlü için ise, onun hicreti, Allah ve Resûlü yolunda olmuştur. Kimin de hicreti dünya için ise ona ulaşır yahut bir kadın içinse onu nikâhlar. Böylece hicreti, hicret etmiş olduğu şeydedir taşıdığı niyete göre işi değerlendirilir."'[2]

Bu hadîs-i şerif sahîhdir ve Sahîh olduğunda ittifak vardır. Aynı zamanda hadîsin derecesinin büyüklüğü ve yüksekliği üzerinde âlimler görüş birliğine .varmışlardır; çünkü islâmın temelini teşkil eden Hadislerden birisidir bu...

İlk devirdeki âlimler ve bunlara uyan sonrakiler (Allahü teâlâ onlara rahmet etsin), kitablarına bu hadîsle başlamayı severler ve tercih ederlerdi; Bunu da, daha başlarda iyi niyete, onu gözetip îtina göstermeye bir tenbih (uyarma) olsun diye yaparlardı, imâm Ebû Said Abdurrahmân ibn Mehdî'den (Allahü teâlâ ona rahmet etsin) bize rivâyet edilmiştir, demiştir ki:

"Kim kitab yazmak isterse, bu hadîs ile başlasın."

İmâm Ebû Süleyman el-Hattâbî da (Allah ona rahmet etsin) şöyle demiştir:

“Din işlerinden olup ilk başlayan ve ortaya çıkan her şeyin başında bu = ameller niyete göredir = hadîsini getirmeyi, bizim geçmiş üstadlanmiz müstehab görürlerdi; çünkü din işlerinin hepsinde buna ihtiyaç vardır.

İbn Abbâs'dan (radıyallahü anhüma) bize nakledildiğine göre şöyle demiştir:

“İnsan, ancak niyyeti miktarınca korunur."

Başka biri de:

“insanlara niyyetlerine göre (sevab ve azab) verilir."

Büyük İmâm Ebû Ali Fudayl ibn İyâd'dan (radıyallahü anh) bize rivâyet edildiğine göre şöyle demiştir:

“İnsanlar için hayırlı işi terk etmek riyadır; insanlar için amel etmek şirktir. İhlâs, bunların her ikisinden de

Allah'ın seni kurtarmasıdır."

İmâm Haris el-Muhâsibî (Allah ona rahmet etsin) Şöyle, demiştir:

“Sadık o kimsedir ki, kendi kalbinin düzelmesi için, insanların kalblerinde olan tüm değerinin kalblerinden çıkışında bir sakınca görmez, yapmış olduğu güzel işlerden bir zerre miktarına dahi insanların muttali olmasını sevmez ve kötü işini de insanların bilmesini çirkin görmez."

Huzeyfe el-Mar'aşî'den rivâyette şöyle demiştir:

"İhlâs, kulun gizli ve aşikâr hallerde işlerinin eşit olmasıdır!"

İmâm ve üstad Ebû'l-Kasim el-Kuşeyrî'den (Allah ona rahmet etsin) bize rivâyet edilmiştir; şöyle demiştir:

(İhlâs, ibâdeti, sırf Yüce Allah'ın hakkı olmak maksadıyla yapmaktır. Bu da, bir yaratığa gösterişte bulunmaksızın yahut insanlarca iyi olan bir şeyi beklemeksizin yahut onlardan herhangi bir övgüyü sevmeksizin yahut Allah'a yaklaşmaktan başka herhangi bir mana taşımaksızın yapılan ibâdetle Allah'a yaklaşmayı murad etmektir.)

Büyük İmâm Ebû Muhammed Sehl ibn Abdillah Et-Tüsterî (radıyallahü anh) şöyle demiştir:

“Akıllılar, İhlasın açıklanmasına baktılar da, ' şundan başkasını bulamadılar: İnsanın gizli ve aşikâr hallerinde sükûn ve hareketinin Allah için olmasıdır ve buna dünya ve nefis arzusunu karıştırmamaktır.

Üstad Ebû Ali Ed-Dekkak'dan (radıyallahü anh) bize rivâyet edildiğine göre şöyle demiştir:

"İhlâs, insanların yorumlarından kendini uzak tutmaktır; sıdk ise, nefse uymaktan temizlenmektir. İhlâs sahibinde riya yoktur; sadık kimsede de gururlanma yoktur."

Zü'n-Nûni Mısrî'den (Allah ona rahmet etsin) rivâyet edildiğine göre şöyle demiştir:

"Üç şey ihlâs alâmetlerindendir: İnsanlardan olacak övme ve yermeyi eşit tutmak; yapılan işlerde, işleri görmeyi unutmak ve işin sevabım ahirette gerekli bulmak...'

Kuşeyrî'den (Allah ondan razı olsun) bize rivâyette şöyle demiştir:

“Sidkın en azı, gizli ve aşikâr halin eşit olmasıdır."

Sehlü't-Tüsterî'den:

“Kendi nefsini yahut başkasını yağlayan bir kul, sıdkın kokusunu koklayamaz."

Âlimlerin bu ihlâs ve sidk konusundaki sözleri sınırlı olmayacak kadar çoktur. Benim gösterdiklerim anlayan kimse için kâfidir.

-----------------------

[1] Beyyine: 25

[2] Buhârî. Müslim. Ebû Dâvud. Tirmizî. Nesâî.

1. Faziletli Olan Amelleri İşlemek

Bu ki, kendisine faziletli amellerden herhangi bir şey tebliğ edildiği zaman, o şeyin ehli olmak için, bir defa dahi olsa onunla insanın amel etmesi uygundur. Mutlak surette onu terk etmesi uygun değil; ondan mümkün olanı yapmak gereklidir. Çünkü sıhhatında ittifak olan Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) şu hadîsi vardır.

"Size bir şey emrettiğim zaman, gücünüz yettiği kadar o şeyden yapın."[1]

2. Zayıf Hadislerle Amel Etmek

Hadîs âlimleri, fıkıh âlimleri ve diğer âlimler şöyle demişlerdir: Faziletlerle terğıb ve terhib (teşvik ve korkutma) konularında, hadîs uydurma olmadıkça zayıf hadîslerle amel etmek caizdir ve müstehabdır. Fakat haram, helâl, alış-veriş, nikâh, talak ve bunlardan başka konularda zayıf hadislerle amel edilmez; ancak sahîh yahud hasen hadîslerle amel edilir. O kadar var ki, ihtiyatı gerektiren bir yerde zayıf hadîsle amel edilebilir. Nitekim bazı şeylerin satışına yahud nikâha dair keraheti ifade eden zayıf hadîsle ihtiyad bakımından amel edilir. Çünkü müstehab olan kerahetten korunmaktır: fakat bu vacib değildir.

Bu bülümü şu sebebden konu edindim: Çünkü bu kitabda hadîsler gelecektir. Onların sahîh, hasen yahud zayıf olduğuna işaret edeceğim yahud zühul veya başka bir sebebden sükût edeceğim. İstedim ki, bu kural, bu kitabın başlarında yerleşsin.

3. Zikir Halkasında Oturmak

Bil ki, zikir müstehab olduğu gibi, zikir ehlinin halkasında oturmak da müstehabdir. Bu husustaki deliller birbirini takviye etmektedir. Bu deliller, inşa-Allah yeri geldikçe gösterilecektir. Buna dair, İbni Ömer'in (radıyallahü anhüma) naklettiği şu hadîs kâfi gelir:

2 - Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Cennet bahçelerine uğradığınız zaman, otlayın (nasibinizi alın)" Ashâb sordu: Yâ Resûlüllah, cennet bahçeleri nedir? Hazreti Peygamber buyurdu:

"(Onlar) zikir halkalarıdır; çünkü Allah'ın gezip dolaşan melekleri vardır, onlar zikir halkalarını ararlar. Bu zikir halkalarına geldikleri zaman, onları kuşatırlar.’’

3- Muâviye'den (radıyallahü anh) rivâyet edildiğine göre, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem Ashâbından halka (çember) bir cemaat karşısında durup şöyle dedi:

"Niçin oturuyorsunuz?" Ashâb: Oturduk Allah'ı zikrediyoruz, bizi İslâm'a ilettiğinden ve İslâm'la bize ihsan buyurduğundan O'na hamd ediyoruz, dediler. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem de şöyle buyurdu:

“Ancak bu iş için oturduğunuza Allah'a yemin eder misiniz? Dikkat edin, ben sizi suçlamak için size yemin verdirmiyorum; fakat Cibrîl bana gelip haber verdi ki, Allahü teâlâ sizin yaptığınız bu işle meleklere karşı övünüyor,"[2]

4- Ebû Said El-Hudrî ve Ebû Hureyre (radıyallahü anhüma) rivâyet edildiğine göre her ikisi Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğuna şahid olmuşlardır:

"Allah'ı zikretmek için oturan bir toplumu muhakkak ki, melekler çevreler ve rahmet onları kaplar; üzerlerine huzur iner ve Allahü teâlâ bunları, kendi katında olanlara (meleklere) anlatıp över."[3]

4. Kalb ve Dil İle Zikir Etmek

Zikir, hem kalb ve hem de dil ile olur. Zikrin en faziletlisi, her ikisiyle birlikte yapılanıdır. Kalb ve dilden birisiyle yapıldığı takdirde, kalb ile yapılan zikir, yalnız dil ile yapılandan daha faziletlidir. Sonra riya olur zannından korkarak kalb ve dil ile birlikte zikri terk etmek uygun düşmez. Doğrusu zikirle Allah rızasını gözeterek onu hem dil ve hem de kalb ile birlikte yapmaktır. Biz, Allah kendisine rahmet etsin, kitabın başlarından Fudayl'dan anlattık ki, "insanlar için (görürler diye) ameli terk etmek riyâdir."

Eğer kişi, insanların kendisini murakabe etmesine bir kapı açarsa ve onların batıl zanlarının gelişinden kaçınırsa, o takdirde hayır kapılarının çoğunu kendisine kapamış ve dinin önemli işlerinden büyük bir kısmım aleyhine olarak kaybetmiş olur. Ariflerin yolu bu değildir.

5- Hazreti Aişe'den (radıyallahü anha) rivâyet edildiğine göre demiştir

"Namazdaki (yahud duâdaki okuyuşunda) sesini yükseltme ve onda gizli de (okuyuş yapma, ikisi ortası olsun)." (İsrâ: 110) ayeti kerimesi, Duâ hakkında nazil olmuştur.[4]

5. Zikrin Fazileti Hangi Amellerle Kazanılır

Bil ki, zikrin fazileti tesbîh, tehlil, tahmîd, tekbîr ve [5] ve bunların benzerlerine bağlı değildir. Bunun doğrusu, Allah için iş yapan her itaatkâr, Allahü teâlâ hazretlerini zikredicidir. Said ibni Cübeyr (radıyallahü anh) ve diğer âlimler böyle söylemişlerdir.

Atâ (Allah rahmet etsin) şöyle demiştir:

"Zikir meclisleri (toplantıları), helâl ve haramdan ibarettir: Nasıl satın alırsın, nasıl satarsın, nasıl namaz kılarsın, nasıl oruç tutarsın, nasıl evlenirsin, nasıl boşarsın, nasıl hac yaparsın ve bunların benzeri şeylerdir."

6. Çok Zikredenler Kimlerdir?

Allahü teâlâ hazretleri şöyle buyurmuştur:

"Bütün müslim erkekler ve müslim kadınlar, mümin erkekler ve mümin kadınlar, ibâdete devamlı erkekler ve kadınlar, sadık erkekler ve sadık kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, mütevazı erkekler ve mütevâzi kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve kadınlar, Allah'ı zikreden erkekler ve kadınlar... (işte) Allah bunlara büyük bir mağfiret ve mükafat hazırlamıştır."[6]

6- Ebû Hüreyre'den (radıyallahü anh) rivâyet edildiğine göre Resûlüllah (sallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Müferridûn (her hallerinde Allah'ı zikredenler), öne geçmişlerdir."

Sahabîler dediler ki, müferridûn kimlerdir? ya Resûlallah? Resûlüllah:

“Allah'ı çok zikreden erkekler ve kadınlardır." buyurdu.[7]

Bil ki, yukarda geçen Ahzab sûresinin 35. ayeti kerimesinin anlamı üzerinde, bu kitab sahibinin önemle durması gerekir. Bunun manasının tefsirinde ihtilâfa düşülmüştür. İmam Ebu'l-Hasen, İbni Abbas'dan (radıyallahü anhüma) rivâyetinde der ki, Allah'ı zikirden murad, namazlar sonunda, sabah ve akşam, yataklarda, uykudan her uyarımca, evden sabah çıkıp akşam dönüşte Allah'ı zikredenlerdir.

Mücahid de şöyle demiştir: Bir kimse, ayakta iken, otururken ve yatarken Allah'ı anmadıkça "Allah'ı çok zikreden erkeklerden ve kadınlardan" olmaz.

Atâ' demiştir ki, beş vakit namazların haklarını gözeterek onları kılan kimse, "Allah'ı çok zikreden erkekler ve kadınlar" hükmüne girer.

7- Ebû Said El-Hudrî (radıyallahü anh) hadîsinde, Resûlüllah sallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğu varid olmuştur:

"Bir adam, geceleyin hanımını uyandırıp da beraber iki rekât namaz kılsalar (yahud herbiri iki rekât namaz kılsa şeklinde ravinin şekki vardır), Allah'ı çok zikreden erkekler ve kadınlar arasına yazılırlar." Bu, meşhur bir hadîstir.”[8]

Büyük İmam Ebû Amr ibni's-Salah'dan (Allah ona rahmet etsin) soruldu ki, Allah'ı çok zikreden erkekler ve kadınlardan olmanın miktarı nedir? Dedi ki:

"Peygamberden sabit olan zikirleri, sabah-akşam, gece-gündüz, değişik durumlarda ve bütün vakitlerde devam etmektir. Bu zikirler de, hadîs kitablarının özel bölümlerinde "Gece ve gündüz yapılacak zikir ve duâlar" başlıkları altında toplanmıştır. Bunlara devam edenler, "Allah'ı çok zikreden erkekler ve kadınlar" dan olurlar; En doğrusunu Allah bilir.

7. Abdestsiz Zikir Yapılması

Âlimler, abdestsiz, cünüb, hayız ve nifas halinde olanların hem dil ile, hem de kalb ile zikir yapmalarının cevazında ittifak etmişlerdir. Bu zikirler de, tesbîh (sübhânellah), tehlîl (lâilâhe illallah), tahmîd (Elhamdü lillâh), tekbîr (Allahü Ekber), Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e salât (Allahümme Salli Alâ Muhammed), Duâlar ve bunların benzerleridir. Ancak Kur'an okumak, cünüb olanlara, hayiz ve nifas halinde bulunan kadınlara haramdır. Bunlar, isterse az veya çok okusun, isterse âyetin bir kısmını okusunlar, hüküm aynıdır. Bu kimselerin, telâffuz etmeksizin Kur'ân'i kalbden geçirmeleri caiz olduğu gibi, mushafa bakmak caizdir.

İmamlarımız şöyle demişlerdir.: Musibet ve felâket anlarında, cünüb ve hayız olanların

"Biz, Allah'dan geldik ve O'na döneceğiz."[9] demeleri ve vasıtaya binme zamanında:

"Bu vasıtayı bizim hizmetimize veren, noksanlıklardan münezzehtir; biz buna güç yetirenler değiliz."[10] ve duâ yerinde:

Rabbimiz, bize dünyada iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi ateş azabından koru,"[11] demeleri caizdir; bu okuyuşlarla Kur'anı kasdetmedikleri takdirde... Yine cünüb ve hayız olanlar, Kur'anı kasdetmedikleri zaman, "Bismillah" ve "Elhamdü lillah" diyebilirler; zikri kasdetseler de, hiç bir kasıdları olmasa da eşittir, Kur'ân'ı kasdetmedikçe günahkâr olmazlar. Okunuşu neshedilen (kaldırılan) âyeti okumaları caizdir. Meselâ:

“Eşşeyhu veş-şeyhatü izâ zeneyâ fercümûhümâ”

Yaşlı erkek ve yaşlı kadın zina yaparsa, onları recmediniz." gibi...

Bunlar, Kur'anı kasdetmiyerek bir insana:

“Huzi'lkitâbe bi-kuvvetin"

Kitabı kuvvetle al."[12]

Yahud:

"Udhulûhâ bi-selâmin âminin''

Girin oraya selâmet ve güven içinde olarak."[13] demeleri haram olmaz.

Cünüb ve hayız olanlar, su bulamadıkları zaman teyemmüm ederler ve böylece Kur'an okumaları caiz olur. Bu teyemmümden sonra abdesti bozan hal olursa, onların kur'an okumaları haram olmaz. Nitekim gusül yaptıktan sonra abdesti bozulan kimsenin Kur'an okuyabilmesi de böyledir. (Ancak bu durumlarda Kur'ana yapışılmaz. Kur'ana tutmak için taharet (abdestli) üzere bulunmak şarttır.) sonra, ister yolculuk halinde ve ister ikâmet halinde olsun, suyun yokluğundan dolayı teyemmüm olmasında bir fark yoktur; teyemmümden sonra (cünüb ve hayız) Kur'an okuyabilir, teyemmüm arkasından abdesti bozulsa bile...

İmamlarımızdan biri demiştir ki, (Cünüb veya hayız) eğer ikâmet halinde ise (seferi durumda değilse), bu teyemmümle namaz kılar ve ancak onunla namazda kur'an okuyabilir; namaz dışında Kur'an okuması caiz değildir. Fakat bunun doğrusu, yukarda söylediğimiz gibi her iki halde de Kur'an okumanın caiz olmasıdır; çünkü teyemmüm gusül yerindedir.

Eğer cünüb olan kimse teyemmüm etse ve sonra su görse, o suyu kullanması (onunla gusletmesi) gerekir. Çünkü gusletmedikçe ona Kur'an okuma haram olduğu gibi, cünub olana haram olan her şey buna da haram olur.

Eğer bu kimse teyemmüm edip namaz kılsa ve Kur'an okusa, sonra abdestsizlikten yahud başka bir farzdan dolayı yahud bunlardan başka bir iş için teyemmüm etse, Kur'an okumak ona haram olmaz.

Sahîh ve muhtar olan mezheb budur; fakat bir kısım âlimlerimizin burada ayrı bir görüşü vardır ki, o da Kur'an okumasının haram oluşudur. Bu görüş zayıftır. Ancak bir cünüb su bulamadığı gibi, teyemmüm edecek toprak cinsi bulamazsa, bulunduğu hal üzere, vakte hürmet için namaz kılar; fakat namaz dışında Kur'an okumak ona haram olur, namaz içinde de, Fatiha sûresinden ziyade okuması da haramdır.

Bu durumda olan kimsenin Fatiha okumasının haram olup olmadığı hususunda iki görüş vardır. Bu iki görüşten sahîh olanı Fatiha sûresinin okunması haram değil, vacibdir. İkinci görüşe göre, Fatiha'yı okumak haramdır; ancak Kur'an okuyamayan bir kimsenin söyleyebildiği zikirler yapılır.

Konumla ilgili olduğu için bu fıkıh meselelerini burada özet olarak anlattım; yoksa fıkıh kitablarında delillere dayalı daha bir çok tamamlayıcı bilgiler vardır, en iyisini Allah bilir.

8. Zikir Yapanın Takınacağı Tavır

Zikir yapanın en mükemmel vasıfları takınması gerekir: Bir yerde oturuyorsa, kıbleye yönelir. Başını eğerek sükûnet ve vakarla, huzur ve huşu ile oturur. Eğer bu hallere riayet etmeyerek zikir yapılırsa caizdir ve bunu yapan hakkında bir kerahet olmaz. Fakat özürsüz olarak böyle bir davranışla en faziletli hal terk edilmiş olur. Bu hususta kerahet olmadığına delil, Allahü teâlâ hazretlerinin şu âyetidir:

"Gerçekten göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün değişip durmasında, akıl sahibleri için (Allah'ın kudret ve azametine delâlet eden büyük nişanlar ve) alâmetler vardır. Ayakta iken, otururken, yatarlarken Allah'ı zikredenler ve göklerle yerin yaratılışı üzerinde düşünenler.. .”[14]

8- Hazreti Aişe (radıyallahü anha) şöyle demiştir:

"Ben hayız halde iken, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem kucağıma yaslanıp Kur'an okurdu."[15] Bir rivâyette de:

“Ben hayız iken, Peygamberin başı kucağımda idi." şeklindedir.[16]

Yine Hazreti Aişe'den (radıyallahü anha) şöyle dediği nakledilmiştir:

“Ben divan üzerine yaslanırken (yatarken) hizbimi [17] (adet edindiğim ezkârımı) okurum."

9. Zikir Yeri Nasıl Olmalıdır?

Zikir yapılan yerin, insanı meşgul edecek şeylerden boş olması ve temiz bulunması gerekir. Çünkü bu, anılana (Allah'a) ve zikre hürmet bakımından daha büyük saygı, ifâde eder. Bunun için, mescidlerde ve şerefli yerlerde zikir övülmüştür.

Büyük İmam Ebû Meysere'den (radıyallahü anh) nakledildiğine göre şöyle demiştir:

Allahü teâlâ, ancak pâk yerde zikredilir"

Zikir yapanın ağzının da temiz olması uygundur; eğer ağzında değişiklik varsa, onu misvak (fırça) ile temizler. Bedeninde veya ağzında pis sayılan bir şey varsa, onu su ile yıkayarak giderir. Böyle bir halde zikir yapmak mekruh ise de haram değildir.

Ağzında (içki gibi) pislik varken Kur'an okumak mekruhtur. Haram olduğu hususunda iki görüş var; sahîh olanı haram olmayıştır.

10. Zikir Yapılmayan Yerler

Bil ki, zikir, şeriatın istisna ettiği haller dışında bütün ahvalde iyidir. Zikirlerin bablarında geleceklere bir işaret olmak üzere biz burada bir kısmını anlatacağız.

Zikrin yapılmaması gereken yerler:

Büyük-küçük abdest bozarken,

Cinsî münâsebet halinde iken,

Hatibin sesini duyan kimse için hutbe okunurken,

Namaza durulduğu zaman ancak Kur'anla meşgul olunur; Meşru olan duâlardan başkası namazlarda yapılmaz (yalnız rükû ve secdesi olmayan cenaze namazında yapılabilir),

Uyku bastırmışken zikir yapmak mekruhtur.

Yolda ve hamamda mekruh olmaz. En doğrusunu Allah bilir...

11. Zikirden Maksad Kalbin Huzurudur

Zikirden maksad, kalbin huzurudur (kimin huzurunda ne yaptığını bilmesidir). O halde zikir yapanın maksadı bu olmalı ve bunu elde etmeye düşkün bulunması gerekir. Zikir sözlerinin mânâ ve lafızları üzerinde düşünmeli ve mânâsını anlamalıdır. Kur'an okumakta mânâyi anlamak gerekli olduğu gibi, zikirde de bu gereklidir; çünkü ikisi de maksud olan ibâdet manasında müşterektirler. Bundan dolayı sahîh olan muhtar mezhebde, zikir yapan kimsenin "Lâ İlahe İllallah "daki "Lâ" yi uzatması müstehab kabul edilmiştir; çünkü burada mânâyı düşünmek vardır. (Hayır, hayır, asla... Allah'dan başka ibâdet edilecek bir ilâh yoktur, şeklinde düşünülüp bilinmelidir.) Allah daha iyisini bilir.

12. Belirli Vakitlerde Yapılan Zikirler

Bir kimsenin gece yahud gündüz vaktinde yahud namaz sonunda ya hud herhangi bir halde zikirden bir vazifesi var da, onu yapmaya imkân bulamayıp kaçırmış olursa, onu ihmal etmeksizin imkân bulduğu zaman yerine getirmelidir. Çünkü o zikre devamı âdet edindiği zaman, onu kaçırmak için bir sebeb çıkarmaz. Fakat onu kaza etmekte gevşeklik yaparsa vaktinde de o zikri kaçırması kolaylaşmış olur.

9- Ömer ibni'l-Hattâb (radıyallahü anh) Hazretlerinden rivâyet edildiğine göre demiştir ki, Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

"Kim okumasını âdet edindiği zikrini yahud ondan bir kısmını (geceleyin yerine getirmeyip) uyur da sonra onu, sabah namazı ile öğle namazı arasında okursa, geceleyin onu okumuş gibi kendisine sevab yazılır."'[18]

13. Zikrin Arasına Giren İşler ve Haller

Zikir yaparken ârız olan hallerde, bu haller sebebiyle kişinin zikrini kesmesi iyi olur. Sonra engel durum ortadan kalkınca zikrine devam eder. Ânz olan hallerden bir kısmı şunlardır:

Kendisine selâm verildiği zaman, selâma karşılık verir ve sonra zikre döner. Yanında bir kimse aksırıpta "el-hamdü lillâh" dediği zaman ona cevab olarak "Yerhamukellah" der sonra zikre döner. Cuma hutbesinin okunduğunu işittiği zaman, zikrini kesip onu dinler. Müezzinin ezan ve ikâmetini işittiği zaman, ona icabet eder (müezzinin kelimelerini tekrarlar), sonra zikre döner. Kötü bir şey gördüğü zaman onu giderir yahud iyi bir işe delâlet edip onu yapar yahud bir şey öğrenmek isteyene cevab verir, sonra zikre döner. Yine uyku bastırdığı zaman yahud buna benzer çeşitli durumlar olduğu zaman hepsinde aynı şekilde hareket eder.

14. Zikrin Kabul Edilmesinin Şartı

Namazda ve namazın dışında meşru olan zikirler, ister vacib olsunlar, ister müstehab olsunlar, kendi nefsine duyuracak kadar bir sesle telâffuz edilmedikçe, bunlar sayılmaz ve hesab edilmezler; ancak zikredenin kulağı sağlam olup bir arızası bulunmamalıdır.

15. Gece-Gündüz Yapılacak Zikir ve İşler Hakkında Nefis Kitaplar

Bil ki, âlimlerden çok kimseler, gece-gündüz yapılacak zikir ve işler hakkında nefis kitablar yazmışlardır. Bu kitablarda, muhtelif yollardan muttasıl (kesiksiz) isnadlardan gelen zikirleri rivâyet etmişlerdir. Bu kitabların en güzeli, imâm Ebû Abdurrahmân En-Nesâî'nin "Gece-gündüz işleri" eseridir. Bundan daha güzel, daha nefis ve faydaları daha çok olan, İmâm Ebû Bekir Ahmed b. Muhammed b. İshak es-Sünnî’nin (radıyallahü anhüm) "Gece-gündüz Bilgileri" kitabıdır.

Ben, İbnü’s-Sünnî’nin tüm kitabını, şeyhimiz Hâfız İmâm Ebû’l-Beka Halid b. Yûsuf b. Sa'd b. el-Hasan (radıyallahü anh) dan dinledim.

Şeyhim Ebû’l-Bekâ, rivâyetinde şu isnadı yaparak demiştir:

"Bize büyük âlim İmâm Ebû'l-Yemen Zeyd haber vermiştir. O, Kindî kabilesinden Hasan’ın oğlu Zeydin oğlu Hasan'ın oğludur. Rivâyet tarihi altıyüz iki (hicrî) yılına raslar. Ebû'l-Yemen Zeyd de demiştir.

Bize Şeyh İmâm Ebû'l-Hasan Sa'dül’l-Hayr Muhammed haber vermiştir. O, Sehl'in oğlu Ensarî'dir. Ebû'l-Hasan da demiştir.

Bize, Şeyh İmâm Ebû Muhammed Abdurrahmân haber vermiştir. O, Hasan oğlu Ahmed oğlu Sa'd'ın oğludur, Ed-Dûnî'dir. Ebû Muhammed Abdurrahmân da şöyle demiştir:

Bize, Kâdî Ebû'n-Nasr Ahmed b. el-Hüseyin b. Muhammed b. el-Kessar Ed'dînûrî haber vermiştir. O da demiştir ki:

Bize, şeyh Ebû Bekir Ahmed b. Muhammed b. İshak es-Sünnî (radıyallahü anh) haber vemiştir."

Ben, inşa-Allah, özet olarak İbn's-Sünnî'nin kitabından nakledeceğim için burada şu isnadı yapmış oldum. Bu itibarla kitabın takdim edilmesini istedim. Böyle bir hareket, hadîs imâmları ile diğer âlimler katında güzel kabul edilmiştir. Özellikle bu kitabın isnadını anlattım; çünkü bu ezkâr konusunda diğer kitapların en toplu olanıdır. Yoksa bu konuda benim rivâyet edeceğim bütün Hadisler (elhamdü lillâh), muttasıl dinlemelerle sahîh rivâyetlerdir; ancak nadirattan, buna aykırı pek az rivâyet vardır.

İşte İslâmın asılları olan "beş kitab" dan nakledeceklerim bu rivâyeti sahîh olanlardandır. "Kütübü'l-Hamse = Beş kitab" şunlardır:

Buhârî ve Müslim'in iki Sahîhi, Sünen-i Ebî Dâvud, Tirmizî ve Nesâ’î... Yine bu sahîh hadîs kitablarından sayılan Müsnedler ve Sünen kitabları vardır: İmâm Mâlik'in Muvatta'i, İmâm Ahmed ibn Hanbel'in Müsned'i, Ebû Avane'nin müsnedi, İbn Mâce'nin Sünen'i Dare Kutnî'nin süneni, Beyhakî’nın ve diğerlerinin sünen kitabları gibi...

"Ecza'/Cüz" kitablarından da nakledeceğimi İnşa-Allah ileride göreceksin. Bütün bunları, müelliflerine muttasıl sahîh isnadlarla rivâyet edeceğim. En iyisini Allah bilir...

16. Meşhur Hadis Kitapları

Bilinmelidir ki, benim bu kitabda anlatacağım Hadisleri, daha önce söylediğim meşhur kitablarla diğerlerine nisbet edeceğim. Sonra Buhârî ve Müslim Sahîhlerinde veya bunlardan birinde olan hadîsi kendilerine nisbet etmekle yetineceğim. Çünkü maksad husule gelmiştir; o da hadîsin sıhhatidir. Zira Sahîhayn'da (Buhârî ve Müslim'de) olan bütün Hadisler Sahîhtir. Fakat Sahîhayn'dan başka kitablarda olup da Sünen ve benzeri kitablara nisbet edeceğim Hadislerin sahîh, hasen olduklarına yahut hadîsde zafiyet varsa zayıf olduğuna çok yerde işaret ederek beyanda bulunacağım, az bir kısmını da geçiştireceğim.

Yine bilinmelidir ki, Ebû Dâvud'un Sünen'i, kendisinden en çok nakil yaptığım kitabdır. Kendisinden bize rivâyet edildiğine göre şöyle demiştir:

"Ben kitabımda, Sahîh olanı, sahîha benzeyeni ve sahîha yakın olanı zikrettim. Kitabımda za'fı kuvvetli olan hadîsi de açıkladım. Hakkında bir şey söylemediğim hadîs ise, doğrudur ve bir kısmı bîr kısmından daha sahîhdir." Bu, Ebû Dâvud'un sözüdür.

Bu sözde, bu kitab sahibinin ve ondan başkasının muhtaç bulunduğu güzel fayda vardır. Fayda da şudur: Ebû Dâvud Sünen'inde rivâyet edipte za'fiyetini belirtmediği bir hadîs sahîhdir yahut hasendir. Bunların her ikisi de hükümlerle ilgili meselelerde delil olurlar faziletler hakkında nasıl delil olmasınlar!..

Bu esas yerleştikten sonra, bu kitabda Ebû Dâvud'un rivâyetinden bir hadîs görür de, orada za'fiyete dair beyan yoksa, bil ki, Ebû Dâvud onu zayıf görmemiştir. En doğrusunu Allah bilir.

Kitabın başında mutlak olarak zikrin fazileti hakkında bir bab (özel bir konu) takdim etmeyi uygun gördüm. Bundan sonra gelecek konulara uygunluk olsun diye zikirle ilgili biraz etraflıca bilgi vereceğim. Sonra kitabın bablarında maksadlan anlatacağım. Kitabı da "İstiğfar" babı ile tamamlayacağım ki, Allah'ın bizi mağfireti ile sona erdirmesine hayır vesilesi olsun. Muvaffak kılan Allah'dır., itimad O'nadır, tevekkül O'nadır, güven O'nadır, işi ısmarlama ve istinad O'nadır.