Geri

   

 

 

İleri

 

60 SİYER

Cihad farzı kifayedir. Bir grup yaparsa diğerlerden sakıt olur.

Hiç bir kimse yapmazsa terkinden dolayı bütün müslüman halk günahkâr olur.

Bizlere hücum edip harp açmasalar bile, kâfirlerle harp etmek vaciptir.

Çocuğa, köleye, hanıma, köre, kötürüme ve eli kesik olana cihâd etmek vacip değildir.

Düşman bir memlekete hücum ederse o memleketi müdafaa etmek yeryüzündeki bütün müslümanlara vacip olur.

Bu durumda kadın kocasının, köle mevlâsının izni olmaksızın harbe iştirak eder.

Müslümanlar, bir şehri veya bir kaleyi muhasaraya aldıklarında oranın ahalisini evvelâ İslâm dinine davet ederler, müslümanlığı kabullenirlerse derhal harpten vazgeçilir. Müslüman olmayı reddederlerse haraç vermeye davet edilirler, haraç verdikleri takdirde müslümanların kazandıkları hakları onlar da kazanır. Müslümanlara tatbik edilen kanunlar onlara da tatbik edilir.

İslâm dâvasını işitmemiş bir milletle ancak dâvayı duyurduktan sonra harp edilir.

Bir defa dâvayı işiten kimselere ikinci bir çağrı yapmak müstehaptır, vacip değildir, isterse ikinci çağrısız onlara ilânı harp eder. Müslüman olmaktan imtina ettiklerinde, müslümanlar onlara karşı Allah’tan yardım talep edip, harp açar, onlara manceniklerle taş yağdırır, eşyalarını yakar, üzerlerine sel bırakır, ağaçlarını keser ve ziraatlerini ifsat ederler.

Kâfirler içinde esir müslüman veya tacirler olursa dahi onları topa tutmak caizdir. Müslüman yavruları veya esirleri kendilerine siper yaparlarsa yine de dövülmelerinden vazgeçilmez. Ancak atıcı kâfirleri kasdederek atacaktır.

İslâm ordusu büyük bir ordu ise, beraberlerinde Kur'an’ı Kerim’in ve kadınların çıkmasında hiç bir beis yoktur. Çünkü emniyet vardır. Emniyetsiz bir çete ile kadınların çıkması mekruhtur. Düşmanın hücum zamanı hariç, kadın kocasının, köle efendisinin izni olmadığı takdirde harbe katılamaz.

Hile yapmamak, ganimet malından çalmamak, düşman esirlerinin bazı azalarını kesmemek, kadın, takatsiz kalmış ihtiyar, çocuk, iki gözünden kör ve kötürümleri öldürmemek müslümanın şanındandır. Meğerki bu saydıklarımızdan birisi harp hakkında direktif veriyorsa veya kadın kraliçe ise… Deliler de öldürülmezler.

Harpçılarla veya onlardan bir grubuyla, müslümanların maslahatı ve menfaati için imam (Padişah) sulh, ederse hiç beis yoktur.

Bir müddet için sulh edip bilâhare sulhun bozulmasını daha menfaatli görürse sulhu —onlara bildirmek şartıyla— bozar ve harbe devam eder.

Düşmanın bilittifak hiyanet ettikleri halde, imam onlara bildirmeden harbe başlatır. İslâm ordusuna sığınan düşman köleleri hür olurlar.

Darül harpte düşmanın malını hayvanlarına yedirmekte müslümanlar için beis olmadığı gibi kendileri de bulduklarını yerler, odunları yakarlar, yağlarla yağlanırlar ve elde ettikleri silâhla harp ederler. Bütün bunlar ganimet paylaşılmazdan evvel caizdir. Bu malların hiç bir şeyini ne satarlar ne de mülk edinirler.

Düşmandan müslüman olan nefsini, küçük yavrularını, kendisinde, müslümanın veya zümminin elinde bulunan bütün servetini müslüman olmak sayesinde emniyet altına alır.

Darü’l-harbi zapt ettiğimizde daha evvelce müslüman olan o zatın gayrimenkulleri, ailesi ve onun karnındaki çocuk ve büyük çocukları Fe'y (ganimet) tir.

Harpli düşmana silâh satılmadığı gibi diğer malzemeler de onlara götürülmez.

Ebû Hanife (rahmetüllahi aleyh) ye göre, müslüman esirleriyle kâfir esirleri değiştirilmez.

Ebû Yusuf ve Muhammed (rahmetüllahi aleyhima) «Müslüman esirleriyle değiştirilirler.» dediler.

Düşman esirlerini karşılık olmaksızın salıvermek caiz değildir.

İmam, bir memleketi zorla fethettiğinde isterse müslümanlara taksim eder, dilerse ahalisini yerlerinde haraç vermek bahasına bırakır. Esirler hakkında da imam muhayyerdir, dilerse hepsini öldürür, isterse köleliklerini kabul eder, isterse müslümanlarm zimmetinde bırakır darü’l-harbe, asla gönderemez.

İslâm ordusu geri dönmek istediğinde, İslâm diyarına getirmeyecekleri hayvanları varsa keserek yakarlar. Ayaklarını keserek bırakmak veya diri bırakmak caiz değildir.

İslâm memleketine gitmedikçe, darü’l-harpte ganimeti taksim etmek caiz değildir. Ganimet taksimatında orduda geri hizmette çalışanlarla muharip askerler eşittirler.

Evvelce aldıkları ganimeti daha İslâm diyarına çıkarmadan evvel yardımcı ordu imdatlarına yetişirse son gelen asker de ganimette müşterektir.

Askeri sevkedenler harbe bilfiil iştirak etmedikçe ganimette payları yoktur.

Hür bir müslüman erkek veya hanım, bir kâfire veya bir cemaate, bir kalenin halkına yahut bir şehrin halkına emniyet sözünü verirse emin olurlar, artık hiç bir müslümana caiz değildir ki onlarla harp etsin. Meğerki o müsalehada müslümanların zararı olsun. O zaman imam bizatihi sulhu bozar.

Zümminin, düşmanın elindeki esir müslümanın ve o diyarlara ticaret etmek için gidip gelen tacirin, düşmana emniyet sözü vermeleri caiz değildir.

Ebû Hanife, “Kölenin verdiği emniyet sözü de muteber değildir.” dedi. Meğerki mevlâsı harp etmeye mezun kıla… Ebû Yusuf ve Muhammed “Kölenin sözü makbuldür.” dediler.

Türkler, Rumlar’a galip gelip onları esir ve mallarını alırsalar mülk edinmiş olurlar, o halde biz, Türkler’e galip gelirsek ele geçirdikleri Rum malından bulduğumuz bize helâl olur.

Kâfir malımızı aparıp memleketlerine götürdüklerinde mülk edinmiş olurlar, İslâm oldukları onların, memleketini istilâ ettiğinde mal sahibi müslümanlara taksim etmezden evvel mallarını bulurlarsa karşılıksız malları kendilerine verilir, taksimattan sonra bulurlarsa istedikleri takdirde ancak kıymet ile alırlar.

Müslüman bir tacir, darü’l-harbe gidip o malları satın alır ve İslâm memleketine getirirse o malların sahipleri muhayyerdir; dilerse verdiği parayı tacire verir, malını geri alır, dilerse almaz.

Harpliler, üzerimize galip olmak sebebiyle müdebbir, mükâtep ve ümmülveled kölelerimiz ve hürlerimize malik ve sahip olamazlar. Ancak biz bütün bunlarda onlarınkine sahip oluruz.

Müslümanın kölesi onlara kaçarsa Ebû Hanife (rahmetüllahi aleyh)’nin kanaatine göre, mülk edinemezler. Deve kaçarsa tutup mülk edinirler.

Ganimet malını taşımak için devletin hususu taşıyıcıları yoksa darü’l-İslama getirmek üzere ganimet malı gaziler arasında taksim edilir. Memlekete gelince imam hepsinden geri alır ve taksimat yapar, taksimden evvel ganimet malının satılması caiz değildir.

Daha darü’l-harpte iken ölen gazinin payı düşer. Ganimet malı İslâm diyarına çıkarıldıktan sonra ölenin payı vârislerine verilir.

Devlet başkanı harp halinde muhariplere paylarından fazlasını vaadederek, böylece harbe onları teşvik edebilir. Düşmanı öldürene, düşmanın selebi (Atı, silâhı ve diğer malzemeleri) olsun diyebilir.

Bir çeteye «Devletin payı olan beşte birden sonra size ganimetin dörtte biri fazla olarak verilecektir,» diyebilir.

Ganimet malı emniyete alınıp ve elde edildikten sonra ancak devletin payı olan beşte birden teşvik için vaadde bulunabilir.

Öldürülen düşmanın soygunu öldürene söz verilmediği takdirde ganimetten sayılır. Öldüren ile diğer askerler orada eşittirler.

Selep: Ölünün elbisesi, silâhı ve binek hayvanı demektir.

Ordu darü’l-harpten çıkınca artık ganimeti ne hayvanlarına yedirir ve ne de yerler. Darü’l-harpte iken aldığı âlet ve yiyecekten bazı şeyler kalmışsa ganimete katmak üzere geri verir.

Ganimet imam (devlet başkanı) tarafından taksim edilir. Beşte birini devlet payı olarak çıkarır, geri kalan dört payı ganimetçiler arasında taksim eder. Süvarilere iki, piyadelere bir pay verir. İmâmeyn (Ebû Yusuf ve Muhammed) “Süvariye üç pay verilir.” dediler. Bir kişinin ancak bir atı hesaba katılır. Arap ve Acem atları eşittir. Yük taşıyıcı ata ve katıra pay yoktur.

Düşman memleketine atlı olarak girdikten sonra atını nafakasına sarfeden bir asker süvari payını alır. Piyade giderek bilâhare at alan piyade payı verilir. Köle, kadın, zümmî ve çocuklara pay yoktur. Fakat imamın reyine göre onlara az bir şey verilir.

Ganimetin beşte biri ise üçe taksim edilir.

1-Yetimlerin,

2- Miskinlerin,

3-Yolda kalanlarındır.

Peygamberimizin yakını bulunan fakirler bu üç sınıfa dâhil olurlar, belki herkesten evvel onlara verilir. Çünkü zekât, fıtır ve sadaka alamazlar. Fakat zenginlerine hiç bir şey verilmez.

Soru: Peki âyet-i celilede ganimetin beşte biri Allah’ındır deniyor. Neden Allah burada zikredilir?

Cevap: Allah kelimesi burada ancak teberruk için zikredilmiştir.

Peygamberimizin ganimetten olan payı ölümüyle Seffiy (Peygamberin ganimetten ihtiyar ettiği kılıç, cariye veya kürk gibi bir şey) denilen payi gibi düşmüştür, yakınlarının payına gelince, yakınları peygamberin hayatı zamanında yardım ettiklerinden verilirdi; bugün ise, ancak fakir iseler verilir.

Bir veya iki kişi, imamın izni olmadığı halde darü’l-harbe hücum edip düşmandan bir şeyler alırlarsa, o malın beşte biri alınmaz. Kuvvetli bir cemaat, imamdan izin almadığı halde düşmana hücum edip bir şeyler koparır getirirse getirdiklerinin beşte biri alınır.

Bir müslüman tacir olarak darü’l-harbe girerse, onların mallarına ve canlarına saldırması caiz ve helâl değildir. Hile yoluyla bir şey alıp getirirse, mahzurlu bir şekilde mülk edinmiş olur, onu sadaka vermekle emrolunur.

Harbî bir kâfir, emin edilerek memleketimize gelirse, kalmasına müsaade verilmemelidir. İmam «Bîr sene burada kalırsan sana haraç yüklerim.» diyecektir. Kaldığı halde haraç kendisinden alınarak zimmî addedilecek ve bir daha darü’l-harbe gitmesine müsaade edilmeyecektir. Darü’l-harbe (bu şartlara rağmen) avdet ettiğinde malını bir müslüman veya zümmiye vedia bırakıp veya alacaklı kalırsa, gitmesiyle kanı mubah olur. İslâm diyarında kalan malı tehlikede olur, o halde esir düşer veya öldürülürse alacakları düşer, emanetleri ganimete inkılâp eder.

Müslümanların harpsiz olarak elde ettikleri muharip kâfirlerin malı ise, haraç gibi bütün müslümanın mesalihine sarfedilir.

Bütün Arap arazisi öşüriyye (onda biri alınır) arazisidir. Arap arazisinin hudutları: (Küfeye tâbi) «Özeybe» (köyün) den, Yemen’in Mehdesindeki en son taşa ve Şam hududuna kadardır.

Sevvad (Bağdad Irak) arazisi tamamen haraç arazisidir. Bu arazinin eni Özeybeden Helvan körfezine, uzunluğu Âlsdan Abadana kadardır.

Sevvad arazisi, sahiplerinin mülküdür. Satabilir ve her türlü tasarruf edebilirler. (Çünkü mülkleridir.)

Sahibi kendiliğinden müslüman olan veya fethedilerek fatihlere taksim edilen her arazi öşür arazisidir.

Fethedilerek haraç mukabilinde eski sahiplerine terkedilen her arazi haraç arazisidir.

Ebû Yusuf'a (rahmetüllahi aleyh) göre, ölü bir arazi hayy edildiği zaman etrafına bakılır, arazi-i haraciyeye dâhilse haraciyye, razi-i öşürüyeye dahilse öşüriyedir. Ebû Yusuf nezdinde bütün Ashab-ı Kiram’ın ittifakıyla «Basra» şehrinin arazisi öşürdir.

İmam Muhammed (rahmetüllahi aleyh) «Kazdığı kuyu, çıkardığı güze, Dicle, Fırat veya hiç kimsenin tasarrufunda bulunmayan büyük nehirlerin suyu ile sulandırarak kaybetmişse öşürdür. Acemler tarafından açılan küçük nehir kanallarla -Melik ve Yezcürd nehirleri gibi- sulandırmak şekliyle ihya etmişse, haraç arazi sayılır.» dedi.

Hazret-i Ömer (radıyallahü anh), her altmış arşınlık sulu yere bir Haşimî Kefizi –ki tam bir sa' ile bir dirhem ağırlığındadır- mahsul vergi olarak verilecektir demiştir. Yaş meyveli (karpuz gibi) altmış arşınlık yerden beş, arası sık üzüm ve hurmalıkların altmış arşınından on dirhem vergi almış ve takdir etmiştir. Diğer sınıflara yerin gücüne göre vergi konulur.

Yüklenen haracı verecek nitelikte değilse, imam imkânlı dereceye irca edebilir ve etmelidir.

Haraç arazisini su basar veya susuz kalır yahut ziraate herhangi bir semavi âfet isabet ederse, o arazileri işleten vatandaşlardan haraç alınmaz. |

Arazi sahibi keyfî olarak araziyi işletmezse haremi vermek mecburiyetindedir. Haraç verenlerden birisi müslüman olduğunda durum değişmez. Müslümanın zümmiden haraç yerini satın alması caizdir ve haracı bundan böyle o müslümandan alınacaktır.

Haraç arazisinden çıkan mahsulün ondalığı (öşrü) yoktur. Haraç iki çeşittir:

1 -Ahalinin rızası ve sulh yoluyla konan harçtır ki, ittifaka göre takdir edilir.

2 -Kâfirlere galip geldiğinde imam tarafından başlatan haraçtır ki, serveti açık zenginlere senede kırk sekiz dirhem yükletilir. Beher ayda dört dirhem alınır.

Orta halliye yirmi dört beher ayda iki dirhemi tahsil edilir. Çalışan fakire on iki dirhem yükletilir. Beher ayda bir dirhem alınır.

Haraç, Acemler’in kitaplı, ateşperest ve putperestlerinden alınır.

Arab’ın putperestlerinden ve irtidat eden müslümânlardan kabul edilmez. Çünkü bunlara yaşama hakkı yoktur.

Kadın, çocuk, topal, iki gözü kör, çalışamaz fakirden ve halka karışmayan rahiplerden haraç alınmaz. Geçmişte haraç borcu olduğu halde müslüman olandan o haraç sakıt olur. İki senelik haraç bir araya geldiğinde ancak bir senelik haraç alınır.

Dar-ı İslâmda yeni bir kilise veya havra yapılamaz. Ancak eskileri yıkıldığında yenilenebilirler.

Zümmileri müslümânlardan ayırmak için, elbise, merkep, eyer ve feslerinde ayrı olmaya zorlanırlar. Ata binemez ve silâh taşıyamazlar. Haraç vermekten imtina eden veya bir müslüman öldüren yahut peygamber (aleyhis-salatü ves-selâm)’i söven ya da bir müslüman kadınla zina eden bir zümmînin ahdi bozulmaz, ancak bu fiillerin cezalarını görür. Ahidler, ancak dar-ı harbe iltihak etmek veya bir yeri ele geçirip bizimle muharebe etmekle bozulur.

Bir müslüman İslâmdan caydığı zaman kendisine İslâmın hakikati anlatılır, şüphesi varsa, izale edilir ve üç gün hapse atılır. Müslüman olursa bırakılır, küfründe ısrar ederse öldürülür. Mürtede İslâm arz edilmezden evvel birisi vurup öldürürse mekruhtur. Fakat katile hiç bir ceza terettüp etmez.

Kadın mürted olursa, öldürülmez belki müslüman oluncaya kadar hapsolunur.

Mürtedin malları îrtidadından dolayı muvakkat olarak mülkünden çıkar, tekrar müslüman olursa iade edilir, mürted olarak ölürse ve öldürülürse, müslüman iken kazandığı müslüman vârislerine, irtidattan sonra kazandığı mal da ganimete intikal eder.

Mürted olduğu halde dar-ı harbe kaçar ve hâkim de kaçtığına dair hükmünü verirse, müdebbir ve ümmülveledleri azat olunur. Borçlarının zamanı derhal gelir. Müslümanlık zamanında kazandığı, müslüman vârislerine intikal eder o zamanki borçları da o zamanın kazancından verilir. İrtidad halinde kendisine lâzım gelen borçları da bu halde kazandığından verilir. İrtidat halinde iken sattığı, aldığı veya tasarruf ettiği mallar muvakkat olarak durdurulur. Eğer müslüman, olursa hepsi caiz olur. Mürted olarak ölür, öldürülür veya dar-ı harbe kaçarsa bâtıl olur.

Dar-ı harbe iltihak etmesine hüküm edildikten sonra müslüman olarak dar-ı İslama dönerse vârislerinin elinde bulduğu malını geri alır.

İrtidat eden bir hanım o durumda malında tasaruf ederse tasarrufu caizdir.

Beni Tiğlep kabilesinden olan hristiyanların malından müslümanların zekâtının iki misli alındığı gibi kadınlarından da haraç alınır. Ancak çocuklarından alınmaz.

Haraçtan, Beni Tiğlep malından, muhariplerin imama hediye ettiğinden ve cizyeden neyi toplarsa imam, hepsini Müslümanların içtimaî (sosyal) hizmetlerine sarfedecektir. O malla hudutlar muhkemleştirilir, köprüler yapılır, müslümanların kadılarına, zekâtı toplayan personele ve âlimlerine yetecekleri kadar verilir.

Harpçiler ve çocuklarının erzakları o maldan verilir.

Müslümanlardan bir grup, bir beldeyi elde edip devlete karşı başkaldırırsa, imam ilkönce onları cemaate davet edip, şüphelerini izaleye (gidermeye) çalışacaktır. Onlara önce harp açmaz, onlar başlamadıkça. Onlarla, harbe başladıkları takdirde, topluluklarını dağıtıncaya kadar çarpışacaktır. Arkaları olursa yaralılarını öldürür, kaçanlarını da takip ettirir. Arkaları olmazsa yaralıları öldürülmez, kaçanlarının arkası takip edilmez hiç bir şekilde çocukları esir edilip malları taksim edilmez. Müslümanlar, mecbur kalırlarsa onlardan aldıkları silâhlarla onları vururlar.

Tevbe edinceye kadar, imam mallarını hapsedip onlara geri vermez, fakat taksim edemez. Tevbe ettiklerinde mallarını geri iade eder. Âsilerin elde ettikleri beldeden aldıkları haraç ve öşürü imam ikinci bir defa alamaz. Ancak bağiler yerli yerine sarfetmişlerse verilen kâfi gelir. Eğer yerine sarftmemişlerse verenlere “Sizinle Allah arasında olsun. Onu iade ediniz.” denir. Dilerse versinler vermezlerse günâh onlara aittir.