Geri

   

 

 

İleri

 

8 HACR

Hacri icabettiren sebepler üçtür:

1-Küçüklük,

2 -Kölelik,

3 -Deliliktir.

Küçüğün tasarrufu ancak velisinin izniyle caiz olur. Köle ancak efendisinin izniyle tasarruf eder. Daima deli olanın tasarrufu hiç bir halde caiz değildir. Bu kişilerden berisi, alışverişi bildiği ve kasdettiği halde satar veya satın alırsa velisinin isteğine bağlıdır. Alışverişte maslahat varsa, caiz kılabildiği gibi fesih de edebilir.

Bu üç sebep, sözlerde hacri icap ettirir, fiillerde ise icap ettirmez. Çocuk ve delinin ne alışverişleri, ne ikrârları doğru ve ne de boşanma ve azat etmeleri sahih olur. Ama bir şeyi telef ederlerse mesuliyeti onlara aittir.

Kölenin, kendisi hakkında söylediği nafizdir. Efendisinin hakkında ise nafiz değildir. Eğer bir malı ikrar ederse (yâni başkasının malı bende var dese) hür olduktan sonra kendisine o malın ödenmesi lâzım gelir, kölelik halinde ise ödenmesi lâzım gelmez. Eğer had (ceza) ve kısası icap ettiren bir suçu ikrar ederse, derhal tatbik edilir. Kölenin boşanması muteberdir.

İmam-ı Ebû Hanife (rahmetüllahi aleyh) dedi ki, sefih (aklı hafif olan) bir kimse, baliğ âkil ve hür olduğu zaman üzerine hacr konulmaz, malında tasarrufu caizdir; ne kadar mübezzir, lehinde olmayan ve maslâhatsız yerlerde malını harcarsa bile.

Ancak Ebû Hanife (rahmetüllahi aleyh)- «Erkek çocuk gayr-î reşit (sefili) olarak baliğ, olduğunda yirmi beş seneye varıncaya kadar öz malı kendisine teslim olunmaz» dedi.

Fakat yirmi beşten evvel tasarruf ederse, tasarrufu nafizdir. (Çünkü hacr yoktur). Yirmi beş seneye varınca kendisinde reşitlik görülmese, bile malı kendisine teslim olunur.

Ebû Yusuf ve Muhammed (rahmetüllahi aleyhima) dediler ki: “Sefih bir kimseye hacr konur, malında tasarruf etmekten men olunur.” O halde eğer mahcur (hâcîrli) olan sefih, malını satarsa satışı nafiz olamaz. Eğer satışında bir maslahat varsa ancak hâkim onu caiz kılabilir.

Bir köleyi azat ederse nafizdir, fakat köleye, kıymetini ödemek için çalışmak düşer. Bir kadınla evlenirse nikâhı olur. Evlendiği hanıma vereceği mihrin miktarını belirtirse bile, belirttiği miktardan ancak mihri misli, (yâni o hanımın yakınlarının mihri) kadar mihir vermesi caiz olur, fazla kalan kısımsa bâtıl sayılır.

Ebû Yusuf ve Muhammed (rahmetüllahi aleyhima) dediler ki: “Gayr-i reşit olarak baliğ olan bir kimsede reşitlik görülmezse, malı ebediyyen kendisine teslim edilmez ve o malda tasarruf etmesi caiz olmaz.

Sefih kişinin malından zekâtı çıkarılır, ayni maldan çocuklarına, ailesine ve nafakası kendisine düşen yakınlarına nafaka verilir. Eğer Haccetü’l-İslâm (Farz hac)'ı yapmak isterse men edilemez. Hac yoluna çıkınca, kadı yol nafakasını kendisine değil, belki hacılardan emin ve güvenilir birisine verir o adam da yolda ona harcar.

Eğer hastalanır da hayır kapılarına vasiyetler yaparsa ölümünden sonra malının üçte birisinden vasiyetleri çıkarılır.

Erkek çocuğun baliğ olması, ihtilâm olmak, cinsi münasebette bulunduğu zaman gebe yapmak ve menisinin gelmesiyledir. Eğer bunlar bulunmazsa Ebû Hanife (rahmetüllahi aleyh) ye göre, on sekiz senesini doldurunca baliğ olur.

Kız çocuğunun baliğ olması, hayız (âdet) kanını görmek, ihtilâm olmak ve gebe kalmakladır. Eğer bunlar yok ise on yedi yaşını tamam edince baliğ olur.

Ebû Yusuf ve İmam-ı Muhammed (rahmetüllahi aleyhima): «Erkek ve kız çocukları on beş senelerini doldurunca baliğ olurlar.» dediler. Erkek ve kız çocukları bulûğa yaklaşıp baliğ olup olmamalarında şüphe peydah olunca, kendileri «Biz baliğ olduk» dedikleri vakit söz onlarındır. Onlar baliğin hükmündedir.

İmam-ı Ebû Hanife (rahmetüllahi aleyh) diyor kî: “Borçtan dolayı, (kişiyi) hâcr (hapis) altına almam. O halde bir kişiye bir sürü borç yüklenirse, alacaklılar da hapsetmesini ve hâcr altına alınmasını isterlerse ben onu hacr altına almam, eğer malı varsa hâkim malında tasarruf edemez, ancak malım satıp borcunu ödeyinceye kadar hapsedilir. Borcu dirhem olduğu halde dirhemleri de varsa —rızası olmasa bile— kadı, borcunu malından verebilir.”

Borcu dirhem olduğu halde dinarı varsa, kadı dinarlarını borcunu ödemek için satar.

Ebû Yusuf ve Muhammed (rahmetüllahi aleyhima) «Alacaklıları, iflâs etmiş borçlunun hacrini isterlerse kadı üzerine hacr koyar ve onu alışverişten, tasarruftan ve başkasına mal ikrar etmekten men eder, tâ ki alacaklılara zarar vermesin. İflâs etmiş zat malını salıp borçlarını ödemekten imtina ederse, kadı malını satar, alacaklılara hisselerine göre taksim eder.» der.

Eğer iflâs eden zat, hacr halinde iken başkasına hak ikrar ederse, hazır malından eski borçları ödedikten sonra kendisine o hakkın verilmesi lâzım gelir. Hacr zamanında iflâslı zata, eşine ve küçük çocuklarına malından nafaka verilecektir.

İflâslının malı olduğu bilinmez, alacaklılar da hapis edilmesini ister ve o da «Benim malım yoktur.» dese, hâkim satılan malın fiyatı, elden aldığı paranın bedeli ve âkitle kendisine lâzım gelen mihir, kefalet gibi borçlar için derhal hapseder. Bu gibi borçlar hariç gasbettiği malın kıymeti, yaptığı cinayetlerin karşılığı ve kalan borçlar için hapis olunmaz. Ancak malının olduğu delille ispat edilir ve bu gibi borçları vermezse hapsedilir.

Kadı, böyle bir kimseyi iki veya üç ay hapsettiği zaman halini tetkik edecektir; eğer serveti bulunmadı ise serbest bırakacaktır. Eğer delille malının olmadığı ispat edilirse yine bırakması lâzımdır. İflâslı kişi, hapisten çıktıktan sonra kadı, alacaklıları ondan uzaklaştıramaz belki onun arkasını takip ederler, fakat tasarruf etmekten, sefere çıkmaktan men edemezler. Çalışmasından elde ettiği kazancının fazlasını alırlar, aralarında alacaklarına göre taksim ederler. Ebû Yusuf ve Muhammed «Hâkim onu müflis ilân ettiği zaman, alacaklıları ondan uzaklaştırır, ancak malının olduğunu ispat ederlerse, uzaklaştırma yoktur.» dediler.

Serveti için ıslâh edici ise, fâsık bir kimseye hacr konulmaz. Eski fâsıklıkla yeni fâsıklık arasında fark yoktur.

Kişi, belli bir kişiden (borçla) satın aldığı mal elinde olduğu halde iflâs ederse, o malın sahibi de diğer alacaklılara tâbidir. (Yâni bu benim malımdır, bari hepsini alayım diyemez.)