Geri

   

 

 

 

İleri

 

14. Bab - Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) vefâtı Hakkında

76. Bize Süleyman b. Harb rivâyet edip (dedi ki) bize Hammâd b. Zeyd, Eyyûb'dan, (o da) İkrime'den (naklen) haber verdi (ki İkrime) şöyle dedi: (Bir gün) el -Abbâs -Allahü teâlâ ondan razı olsun - demiş ki; "Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) içimizde kalışının ne (zamana kadar olacağını) kesinlikle anlayacağım." Bu gayeyle; "Ya Resûlüllah, demiş, ben onların sana eziyet verdiklerini, tozlarının seni rahatsız ettiğini gördüm. Kendine, onlara üzerinden konuşacağın küçük bir kürsü edinsen!". Bunun üzerine (Hazret-i Peygamber) şöyle buyurmuştur: "Beni onlardan bizzat Allah kurtarıncaya kadar, (peşimden gelip) topuğuma bastıkları, kaftanımı çekiştirdikleri bir halde onların arasında olmaya devam edeceğim!". (el -Abbâs) demişki, "Bu söz üzerine anladım ki onun içimizde kalışı az olacaktır".

77. Bize el -Hakem b. Mûsa haber verip (dedi ki) bize Yahya b. Hamza, el -Evzâ'î'den, (o da) Dâvûd b. Alî'den (naklen) rivâyet etti (ki Dâvûd) şöyle dedi: "Ya Resûlüllah, denmiş, sana kapıcılık yapıp (halkın senin yanına girmelerine mani olalım mı?)". "Hayır, buyurmuştur, onları bırakın! Allah beni onlardan (kurtarıp) rahata kavuşturana kadar onlar benim topuğuma basar, ben onların topuklarına basarım. "

78. Bize Zekeriyya b. Adiyy haber verip (dedi ki) bize Hatim b. İsmail, Uneys b. Ebî Yahya'dan, (o) babasından, (o da) Ebû Saîd el -Hudri'den (naklen) rivâyet etti (ki Ebû Saîd) şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), sonunda vefat ettiği hastalığında (bir gün) biz mesciddeyken, başına bir bez parçası sarmış olduğu bir halde yanımıza çıkageldi ve minbere doğru yönelip üzerine çıktı. Biz de onu izledik, buyurdu ki; "Canım elinde olan (Allah'a) yemîn olsun ki, muhakkak ki ben şu yerimden Havz'a gayet iyi bakıyor, (onu görüyorum)." Sonra şöyle buyurdu: "Bir kula dünya ve onun süsü teklif edildi de o ahireti seçti." (Ebû Sa'îd) dedi ki; bunu(n mânâsını) Ebû Bekr'den başka hiç kimse anlamadı. O, gözlerinden yaş boşaltıp ağladı, sonra şöyle dedi: "Hayır! Ya Resûlüllah, babalarımız, annelerimiz, canlarımız, mallarımız sana feda olsun!" Sonra (Hazret-i Peygamber minberden) aşağı indi ve artık (vefatı) zamanına kadar onun üzerine (çıkıp) dikilmedi sonra, Kevser'in Cennette olduğunu, ve onun döküldüğü yer olduğu için havza da Kevser denildiğini söylemiştir.

79. Bize Halife b. Hayyât haber verip (dedi ki) bize Bekr b. Süleyman rivâyet edip (dedi ki) bize İbn İshak rivâyet edip (dedi ki) bana Abdullah b. Ömer b. Ali b. Adiyy, el -Hakem b. Ebi'l -As'ın âzâdlısı Ubeyd'den, (o) Abdullah b. Amr'dan, (o da), Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) âzâdlısı Ebû Muveyhibe'den (naklen) rivâyet etti (ki Ebû Muveyhibe) şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) (bir gün) bana buyurdu ki; "Ben Bakî' (Mezarlığın)dakilere mağfiret dilemekle emrolundum. Binanenaleyh benimle gel, (oraya gidiyoruz)"., Ben de gecenin ortasında onunla beraber gittim. O onların ortasında durduğu zaman; "es -Selâmu Aleykum, ey kabir ehli, buyurdu. İnsanların içinde bulunduğu (durum)dansa sizin içinde bulunduğunuz (durum) sizi sevindirsin! Karanlık gece parçaları gibi fitneler gelmiş demektir.

Bunların sonu başını takib edecek, (biri bitince diğeri başlayacaktır). Sonraki (fitneler de ilk (fitnelerden) daha ağır (ve sert olacaktır)." (Hazret-i Peygamber) sonra bana yönelip şöyle buyurdu: "Ebû Muveyhibe! Şüphe yok ki bana dünya hazinelerinin anahtarları ile (dünyada) ebedi kalma (imkânı), sonra da Cennet verildi ve ben, bunlarla Rabbim'e kavuşma arasında muhayyer bırakıldım." (Ebû Muveyhibe dedi ki, o zaman) ben şöyle dedim: "Babam -anam sana kurban olsun! Dünya hazinelerinin anahtarları ile orada ebedi kalmayı, sonra Cenneti alın!." Şöyle buyurdu: "Hayır, vallahi, Ebû Muveyhibe, Rabbime kavuşmayı seçtim." Ardından Bakî'deki (ölülere) mağfiret diledi. Sonra ayrılıp (evine döndü). Bundan sonra Resûlüllah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem), sonunda vefat edeceği hastalık ve ağrıları başladı.

80. Bize Sa'îd b. Süleyman, Abbâd İbnu'l -Avvâm'dan, (o) Hilâl b. Habbâb'dan, (o) İkrime'den, (o da) İbn Abbâs'dan (naklen) haber verdi (ki İbn Abbâs) şöyle dedi: "İzâ Câ'e Nasrullahi ve’l Feth" sûresi indiği zaman, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Fâtıma'yı çağırdı ve; "Bana kendimin ölüm, haberi verildi." buyurdu. Bunun üzerine (Fâtıma) ağladı. (Hazret-i Peygamber); "Ağlama, buyurdu. Çünkü ailemden bana ilk kavuşacak olan sensin." Bunun üzerine de (Fâtıma) güldü. Hazret-i Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarından bazısı bunu gördü ve; "Fâtıma, dediler, senin (önce) ağladığını, sonra güldüğünü gördük (bunun sebebi neydi?)". Şöyle cevap verdi: "O (yani Hazret-i Peygamber) bana, kendisine ölüm haberinin verildiğini bildirdi. Bu sebeple ağladım. Sonra bana; "Ağlama! Çünkü ailemden bana ilk kavuşacak olan sensin!" buyurdu: Bu sebeple de güldüm". Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) (ayrıca) şöyle buyurmuştur: "Allah'ın yardımı ve fetih geldiği zaman, Yemenliler -ki onlar daha yumuşak kalblidir. İman da Yemenlidir, hikmet de Yemenlidir.- geldiği zaman (... hemen Rabbini hamd ile teşbih et!). "

81. Bize el -Hakem İbnu'l -Mübârek haber verip (dedi ki) bize Muhammed b. Seleme, ibn İshâk'dan, (o) Yakûb b. Utbe'den, (o) İbn Şihâb'dan, (o) Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe'den, (o da) Âişe'den (naklen) rivâyet etti (ki Âişe) şöyle dedi: Bir gün Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Bakî' (mezarlığına gömülen) bir cenazeden yanıma döndü ve beni, başımın ağrısından dolayı; "Vay başım!" derken buldu. (Bunun üzerine) şöyle buyurdu: "Bilâkis, ya Âişe, benim vay başıma!". (Devamında) şöyle buyurdu: "Sen benden önce ölsen, ben de seni iyice yıkayıp kefenlesem, (sonra da) defnetsem sana ne zarar verir?". (Hazret-i Âişe dedi ki) bunun üzerine ben şöyle dedim: "Vallahi ben öyle zannediyorum ki şayet sen bunu yapsan, evime döner ve orada hanımlarından biri ile gerdek yapardın!". (Hazret-i Âişe) dedi ki; bu sözüm üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) tebessüm etti. Sonra, sonunda vefat ettiği hastalık ve ağrıları başladı.

82. Bize Ferve b. Ebi'l -Mağrâ' haber verip (dedi ki) bize İbrahim b. Muhtar, Muhammed b. İshâk'dan, (o) Muhammed b. Ka'b'dan, (o) Urve'den, (o da) Hazret-i Âişe'den (naklen) rivâyet etti ki, o şöyle dedi: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hastalığında şöyle buyurdu: "Üzerime yedi değişik kuyudan (getirilmiş) yedi kırba (su) dökün de halkın yanına çıkıp onlara vasiyette bulunayım." (Hazret-i Âişe) dedi ki; bunun üzerine onu, Hafsa'ya ait bir çamaşır teknesinin içine oturttuk ve üzerine bol bol su döktük -veya üzerine bol bol (su) akıttık - (Bu tereddüt, Muhammed b. İshak tarafından gelmektedir). Bunun sonucu (Hazret-i Peygamber) biraz rahatladı ve (mescide) geçip minbere çıktı. Allah'a hamdü senada bulundu, Uhud (savaşı) şehidlerine mağfiret diledi ve hayır dua etti. Sonra şöyle buyurdu: "İmdi, Ensâr, benim kendilerine sığındığım has dostlarımdır. Binaenaleyh onların iyi ve ahlâklı olanlarına saygı gösterip ikramda bulunun. Kötülerine, had (yani mikdarı belli olan şer'î ceza) dışında, göz yumun.

Dikkat edin! Allah'ın kullarından bir kul, dünya ile Allah katındakiler arasında muhayyer bırakılmış, o da Allah katındakileri seçmiştir." Bunun üzerine Ebû Bekr, onun (yani Hazret-i Peygamber'in) kendisini kasdettiğini kesinlikle anlayarak ağladı. O zaman Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Yavaş ol, Ebû Bekr! Ebû Bekrin kapısı hariç, Mescid'e açılan şu kapıları kapayınız. Zira ben, arkadaşlıktaki iyilik bakımından, nazarımda, Ebû Bekr'den daha faziletli hiç kimse bilmiyorum."

83. Bize Sa'id b. Mansûr haber verip (dedi ki) bize Fuleyh b. Süleyman b. Abdirrahman, el -Kasım b. Muhammed'den, (o da) Âişe'den (naklen), şöyle dediğini rivâyet etti: Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) hastalığında namaz (vaktinin geldiği) bildirilmişti. Bunun üzerine, "Ebû Bekr'e, cemaate namazı kıldırmasını söyleyin" buyurdu. Ardından bayıldı. Ayıldığında; "Ebû Bekr'e, cemaate namazı kıldırmasını söylediniz mi?" buyurdu. Ben; "Ebû Bekr yufka (yürekli) bir adamdır. Ömer'e emretseydin!" dedim. Bunun üzerine şöyle buyurdu: "Sizler, (içinizdeki gerçek niyeti saklamakta) Yûsuf’un yanındaki kadınlar (gibi)siniz. Ebû Bekr'e, cemaate namazı kıldırmasını söyleyin. Nice söz söyleyen (insan) vardır ki (imam ve halife) olmayı arzu etmektedir. Halbuki Allah ve müminler (onların bu arzularına) razı olmazlar. "

84. Bize Süleyman b. Harb haber yerip (dedi ki) bize Hammâd b. Zeyd, Eyyûb'dan, (o da) İkrime'den (naklen) rivâyet etti (ki İkrime) şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) pazartesi günü vefat etti. Bu günün geri kalanında, gecesinde ve ertesi günü bekletildi. Nihayet çarşamba gecesi defnedildi. (Sahâbe'den bazısı); "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat etmemiştir. Fakat, Hazret-i Mûsa'nın ruhu göğe kaldırıldığı gibi onun ruhu da (göğe) kaldırıldı" dediler. Derken Ömer ayağa kalktı ve şöyle dedi: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat etmemiştir. Fakat, Hazret-i Mûsa'nın ruhu (göğe) kaldırıldığı gibi onun ruhu da (göğe) kaldırıldı. Vallahi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bazı toplulukların el ve dillerini kesmedikçe, (onları ortadan kaldırmadıkça) vefat etmeyecekdir". Sonra Ömer konuşmaya devam etti. Öyleki, konuşarak tehditler savurmasından avurtları köpüklendi. Bunun üzerine el -Abbâs ayağa kalkıp şöyle dedi: "Şüphe yok ki Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat etmiştir. O, muhakkakki bir beşerdir. Ey topluluk! (Her) beşerin değişime uğraması gibi o da değişime uğrar. Binaenaleyh arkadaşınızı (yani Hazret-i Peygamber'i) defnediniz. Çünkü o, Allah katında, kendisini iki defa öldürmekden daha kıymetlidir. (Allah) sizi bir defa öldürür de onu iki defa öldürür mü? O, Allah katında bundan daha kıymetlidir. Ey topluluk! O halde onu defnediniz. Şayet dediğiniz gibi ise, onu toprakdan araştırıp (ortaya çıkarması) Allah'a güç gelmez.

Vallahi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yolu, açık, dosdoğru bir yol haline getirip helâli helâl, haramı haram kılıncaya, evlenip boşayıncaya, savaşıp sulh yapıncaya kadar vefat etmemişti. Koyun sürüsünün, üzerlerine sopayla dikenli bitkileri dökerek ve (su içtikleri) havuzlarının taş aralarını eliyle sıvayarak peşinde giden çobanı bile, içinizde bulunmuş olan Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kadar gayretli ve fedakâr değildir. Ey topluluk! Artık arkadaşınızı defnediniz." (Râvî) dedi ki, (bu söz üzerine) Ümmü Eymen ağlamaya başladı. Ona; "Ümmü Eymen! Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) mı ağlıyorsun?" dendi. Şöyle cevap verdi: "Vallahi ben Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) ağlamıyorum. Çünkü ben onun, kendisi için bu dünyadan daha hayırlı bir yere gitmiş olduğunu gayet iyi bilmekteyim. Fakat ben gökden gelen haberin kesildiğine ağlıyorum." (Hadîsin râvîlerinden olan) Hammâd dedi ki; (hadîsi rivâyet ederken) buraya ulaştığında göz yaşı Eyyûb'u (hıçkırığa) boğdu.

85. Bize Abdulvehhab b. Sa'îd ed -Dımeşkî haber verip (dedi ki) bize Şu'ayb -ki o İbn İshak'dır - rivâyet edip (dedi ki) bize el -Evzâ'î rivâyet edip (dedi ki) bana Ye'îş İbnu'l -velîd rivâyet edip (dedi ki) bana Mekhûl rivâyet etti ki Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Sizden birinize bir musibet ulaştığında o benden dolayı (yani vefatım ve vahyin kesilmesi sebebiyle) kendisine ulaşan musibeti hatırlasın (ve teselli bulsun). Çünkü bu, en büyük musibetlerdendir. "

86. Bize Ebu'n -Nu'man haber verip (dedi ki) bize Fıtr, Atadan rivâyet etti ki, o şöyle demiş: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), şöyle buyurmuştur: "Sizden birinize bir musibet ulaştığında o, benden dolayı kendisine ulaşan musibeti hatırlasın. Çünkü bu, en büyük musibetlerdendir. "

87. Bize Muhammed b. Ahmed b. Ebî Halef rivâyet edip (dedi ki) bize Süfyân, Amr b. Muhammed'den, (o da) babasından (naklen) rivâyet etti (ki babası) şöyle dedi: İbn Ömer'in, Hazret-i Peygamber’i hiç andığını işitmedim ki ağlamış olmasın.

88. Bize Ebu'n -Nu'man haber verip (dedi ki) bize Hammad b. Zeyd, Sâbit'den (o da) Enes b. Mâlik'den (naklen) rivâyet etti ki Fâtıma şöyle dedi: "Enes! Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), üzerine toprak atmaya gönlünüz nasıl razı oldu?". (Yine o) şöyle demişti: Rabbine ne de yakın olan babacığım! Ah, barınağı Firdevs cenneti olan babacağım! Ah, ölüm haberini Cebrail'e vereceğimiz babacığım! Ah, kendisini çağıran Rabb'e icabet eden babacağım! Hammâd dedi ki, Sabit (bunu) rivâyet ettiğinde ağlamıştı. Sabit de dedi ki, Enes bunu rivâyet ettiğinde ağlamıştı.

89. Bize Affân rivâyet edip (dedi ki) bize Hammâd b. Seleme, Sâbit'den, (o da) Enes'den (naklen) rivâyet etti (ki Enes), Hazret-i Peygamber'i (sallallahü aleyhi ve sellem), anarak şöyle dedi: Medine'ye girdiği gün onu görmüştüm. Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), yanımıza (yani şehrimize) geldiği bu günden ne daha güzel, ne de daha aydınlık olan hiçbir gün asla görmedim. Vefat ettiği gün de onu görmüştüm. Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), vefat ettiği bu günden ne daha kötü ne de daha zulmetti olan hiçbir gün görmedim.

90. Bize Abdullah b. Muti' rivâyet edip (dedi ki) bize Hu -şeym, Ebû Abdilcelîl'den, (o da) Ebû Harîz el -Ezdî'den (naklen) rivâyet etti (ki Ebû Harîz) şöyle dedi: Abdullah b. Selâm, Hazret-i Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) dedi ki: "Ya Resûlüllah! Biz seni kıyamet gününde, senden sonra ümmetinin ortaya çıkardığı şeylerden dolayı, yanakların kızarmış, Rabbinden utanmış olduğun bir halde Rabbinin yanında ayakta bulacağız (değil mi?)."

91. Bize el -Kâsım b. Kesîr haber verip dedi ki ben Abdurrahman b. Şureyh'i, Ebul -Esved el -Kureşî'den, (o) Ebu Cehl'in âzâdlısı Ebû Ferve'den, (o) -Ebû Hureyre'den, (o da) Hazret-i Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) (naklen) şöyle rivâyet ederken işittim: Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) şu sûre yani; "Allah'ın yardımı ve fetih gelince, sen de insanları bölük bölük Allah'ın dinine girerlerken görünce..." sûresi indirildiği zaman Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Ona bölük bölük girdikleri gibi, muhakkakki ondan bölük bölük de çıkacaklardır."

92. Bize Ebû Bekr el -Mısrî, Süleyman Ebû Eyyûb el -Huzâ'i'den, (o) Yahya b. Sa'îd el -Umevi'den, (o) Ma'rûf b. Harrabûz (veya) (Harbûz) el -Mekkî'den, (o da) Hâlid b. Ma'dân'dan (naklen) haber verdi (ki Hâlid) şöyle dedi: Abdullah İbnu'l -Ehtem, herkesle beraber Ömer b. Abdilaziz'in huzuruna girmişti. Ömer'i görür görmez huzurunda konuşmaya başladı. (Önce) Allah'a hamdü senada bulundu sonra şöyle dedi: "İmdi, şüphe yok ki Allah mahlûkatı, itaatlerine muhtaç olmayarak, isyanlarından korkmayarak yaratmıştır, insanlar o zaman mevki (hal) ve görüşlerinde değişik durumdaydılar. Araplar ise, ister taşlık -dağlık yerlerde yaşayanlar olsun, ister çadırlarda yaşayanlar olsun, isterse de mal sahipleri olsun, bu durumların en kötüsünde idiler. Önlerinden dünyanın iyi ve temiz nimetleri, maişet bolluğu geçiyordu (ama) ne topluca Allah'dan bir şey istiyorlar ne de onun rızası için bir kitab okuyorlardı.

Ölüleri Cehennemde idi, dirileri ise kör ve pis. Bunun yanında istenmeyen, yüz çevrilen daha sayılmayacak kadar çok şeyler! Ne zaman ki Allah onların üzerine bir rahmet yaymayı murad etti, onlara kendilerinden öyle bir peygamber gönderdi ki, "sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır ve güç gelir. Üstünüze çok düşkündür, müminleri cidden esirgeyici, bağışlayıcıdır o." Allah ona rahmet etsin! Selâm, Allah'ın rahmet ve bereketi üzerine olsun! (Fakat) bu onların onun vücûdunu yaralamalarına, ona (sihirbaz, şâir, kâhin gibi (layık olmadığı) lakablar takmalarına mani olmadı. Halbuki beraberinde Allah'dan (gelen, Hakk'ı) söyleyen bir kitap vardı. Başkası ile değil sadece onun emri ile kalkar, (işlerini yürütür), yalnız onun izni ile göçerdi. Sonra geciktirilmemesi gereken görevle emredilip cihada teşvik edildiği zaman güç ve kuvveti Allah'ın emri için yayıldı, (ona icabet etti). Allah da delilini üstün, sözünü geçerli kıldı, davetini ortaya çıkardı. (Sonunda) o dünyadan muttaki ve tertemiz olarak ayrıldı. Sonra ardından Ebû Bekr kalktı, onun sünnetine uyup yolunu tuttu.

(Derken) Araplar veya onlardan bunu yapanlar dinden çıktı da o, Resûlüllah'dan (sallallahü aleyhi ve sellem) sonra yalnız onun kabul etmiş olduğu şeyleri onlardan kabule yanaşdı. (Neticede) kılıçları kınlarından çekti, ateşi meşalelerinde yaktı. Sonra da batıl taraftarlarını hak taraftarları ile bertaraf etti ve, mafsallarını kesmekden, toprağı kanlarıyla sulamakdan geri durmadı. Sonunda onları, içinden çıkmış oldukları yere (yani toprağa) soktu, karşı durdukları şeyi kabul edip boyun eğmeye zorladı. O, Allah'ın malından, (sütüyle) susuzluğunu giderdiği bir genç erkek deve ile, bir çocuğunu emziren Habeşli bir cariye almıştı. Vefatı esnasında bunları, boğazında duran bir şey olarak gördü de bunları kendisinden sonraki halifeye verdi. (Böylece) arkadaşının yolu üzere muttaki ve pâk olarak dünyadan ayrıldı. Sonra ardından Ömer İbnu'l -Hattâb kalktı, şehirler kurdu, (idaresinde) sertlikle yumuşaklığı birleştirdi. Kollarını sıvadı, çabaladı, gayret gösterdi. İşler için, onlara denk (adamları), savaş için teçhizatını hazırladı: el -Muğîre b. Şu'be'nin hizmetçisi onu vurduğu zaman İbn Abbâs'a, halka katili tanıyıp tanımadıklarını sormasını emretti. (Katilin), el -Mugire b. Şu'be'nin hizmetçisi olduğu söylenince Rabbine yüksek sesle hamdetti.

(Çünkü) kendisini, ganimet malında (fey'de) hakkı olan bir (müslüman) vurmamıştı. (Böyle olsaydı vuran kimse), hakkını tam vermemesi sebebiyle kanım helâl sayıp (vurduğu) şeklinde delil getirir, (iddiada bulunabilirdi). (Hazret-i Ömer de) Allah'ın malından seksen bin küsur (dirhem) almıştı. Bu sebeple, çocuklarının, (almış olduğu bu parayı ödeme) taahhüdüne razı olmayarak, (onu ödemek için) evlerini sattı ve (parayı), kendisinden sonraki halîfeye ödenmek (üzere verdi). (Neticede) iki arkadaşının yolu üzere muttaki ve pâk olarak dünyadan ayrıldı. Sonra, ey dünyanın süsü püsü içinde yetişen Ömer!, seni dünyanın hükümdarları doğurdu, memelerini sana yudumlattılar. (Sen de) o (dünyayı) kendi kaynaklarında arayarak içinde büyüdün. Ama ne zaman ki (dünyanın) idaresi sana verildi, onu, Allah'ın atmış olduğu yere attın. Azıklandığın (az bir miktar) hariç, onu terkedip (kendinden) uzaklaştırdın, pis buldun onu. Bundan dolayı, seninle kederimizi kaldıran, seninle üzüntümüzü gideren Allah'a hamdolsun. Artık, sağına -soluna bakmadan (hak bildiğin yolda) yürümeğe devam et. Çünkü hakka hiçbir şey güç gelmez, batıla da hiçbir şey kolay gelmez. Bu sözümü böylece söyler ve Allah'dan kendim için, erkek ve kadın mü'minler için mağfiret dilerim!" (Râvî) Ebû Eyyûb dedi ki; daha sonra Ömer b. Abdilazîz (herhangi) bir şey hakkında "İbnu'l -Ehtem bana, sağına -soluna bakmadan yürümeğe devam et!" dedi, derdi.