11- MUHAMMED (SALLALLAHÜ ALEYHİ VE SELLEM)’İN EV HALKININ YATAĞI BÂBI 4290 - “... Âişe (radıyallahü anhâ)’dan: Şöyle demiştir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in, üstünde yattığı yatak, içi lif (yani hurma yaprağı) ile dolu tabaklanmış deri idi. " 4291 - “... Ali (bin Ebî Tâlib) ve (eşi) Fâtıma (radıyallahü anhümâ) kendilerine âit bir hamil (hamil, yünden mamul, saçaklı beyaz çarşaftır) içinde (yatmakta) iken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara vardı. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) o çarşafı, içi izhır (yani Mekke samanı denilen ot) ile doldurulmuş bir yastığı ve bir kırbayı (su tulumunu) cehiz olarak onlara vermişti. " 4292- ... Ömer bin el-Hattâb (radıyallahü anh)’den; Şöyle demiştir: Ben, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in huzuruna (odasına) girdim. O, bir hasır üstünde (uzanmış) idi. Ömer demiştir ki: Biraz sonra oturdum. Baktım ki O'nun üzerinde bir îzâr (belden aşağı bedeni örten elbise) var ve üzerinde ondan başka bir şey yok. Bir de gördüm ki hasır O'nun mübarek böğründe iyice iz yapmış. Odasının bir kenarında da bir sâ (ölçeği) kadar bir tutam arpa ve biraz karaz (deri tabaklamada kullanılan selem ağacı meyvesi) gözüme ilişti. Henüz tabaklanmamış bir deriyi de asılı gördüm. Bu vaziyet karşısında gözlerim yaşardı (ağladım). Bunun üzerine O: (Seni ağlatan nedir, Ey Hattâbın oğlu?) buyurdu. Ben de: Ey Allah'ın Peygamberi! Nasıl ağlamıyayım? Şu hasır senin (mübarek) böğründe iyice iz yapmış, şu hazânen (yani azık için ayırdığın köşe) de gördüğüm şeyden başka bir şey göremiyorum. Halbuki şu Kisrâ ve Kayser, meyveler ile nehirler (nimetlerin) de bulunurlar. Sen ise Allah'ın peygamberi ve seçkin kulusun, kilerciğin de işte budur, dedim. Resûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) : (Ey Hattâb'ın oğlu! Âhiretin bize, dünyanın da onlara olmasına râzı olmaz mısın?) buyurdu. Ben: Razı olurum, dedim. " 4293- ... Ali (bin Ebi Tâlib) (radıyallahü anh)'den; Şöyle demiştir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in kızı (Fâtıma gerdek gecesi) bana gönderildi. Zifaf gecesi yatağımız, bir koç derisinden başka bir şey değildi. " |