37- Vahiy Nasıl Gelirdi? 941- Âişe (radıyallahü anha)’dan rivâyete göre, şöyle demiştir: Haris b. Hişam Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e; (Sana vahiy nasıl geliyor?) diye sormuştu da, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: (Bazen çıngırak sesi gibi gelir, o hal benden gidince Meleğin söylediğini bellemiş olurum, bana en ağır gelenide budur. Bazen de melek bana genç biri şeklinde gelir ve vahyi bana aktarır.) (Buhârî, Vahy: 1; Müslim, Fedail: 23) 942- Âişe (radıyallahü anha)’dan rivâyete göre, Haris b. Hişam, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e vahyin nasıl geldiğini sormuştu da, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştu: (Bazen çıngırak sesi gibi gelir bu bana en ağır gelenidir, o durum benden kalkınca meleğin söylediğini aynen bellemiş olurum. Bazen de Melek bir adam şeklinde gelir ve benimle konuşur, ben de onun ne söylediğini iyice bellemiş olurum.) Âişe der ki: (Çok soğuk bir günde; Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e vahiy geldiğini hatırlarım, o durum üzerinden kalkınca şakaklarından ter akıyordu.) (Buhârî, Vahy: 1; Müslim, Fedail: 23) 943- İbn Abbâs (radıyallahü anh), Allah’ın; (Kıyâme sûresi 16-17 ayeti olan; (Vahyi çarçabucak almak için dilini kıpırdatma, onu topluca Sana öğretmek bize aittir) hakkında şöyle diyor: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), vahyin inişiyle alakalı bellemek için zorluk çeker ve dudaklarını kımıldatırdı. Allah ta: (Ey Peygamber! Sana inen vahyi acele belleyip ezberlemek için dilini kıpırdatma, çünkü onu senin kalbine yerleştirmek ve gerektiğinde okutturmak bizim işimizdir.) Ayetini indirdi. İbn Abbâs diyor ki: Buradaki toplamak; kalbine yerleştiririz ve sonra sen onu okursun demektir. Kur’an’ı okuduğunuz zaman, onun okunuşuna uy demek Kur’an’ı sana okuduğumuzda onu dinle ve ona kulak ver demektir. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e Cibril geldiğinde, sükut edip onu dinlerdi. Cibril gidince getirdiği ayeti nasıl okumuşsa aynı şekilde okurdu. (Buhârî, Vahy: 2; Tirmizî, Tefsirül Kur’an: 72) 944- Ömer b. Hattab (radıyallahü anh)’dan rivâyete göre, şöyle demiştir: Hişam b. Hâkim b. Hızâm, Furkân sûresini okurken dinledim, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in bana okutmadığı bazı lehçelerle okumuştu. (Bu sûreyi sana kim öğretti) diye sordum. (Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem)) dedi. Ben de: (Yalan söylüyorsun; Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), sana bu şekilde okutmamıştır) dedim, elinden tutarak Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e götürdüm ve: (Ey Allah’ın Rasûlü! Sen bana Furkân sûresini öğrettin fakat bu kimseden dinledim bana okuttuğun gibi okumadı) dedim. Bunun üzerine Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): (Ey Hişam oku bakalım) dedi. Hişam önceki okuduğu gibi okudu. Bunun üzerine Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): (Bu sûre bu şekilde nazil olmuştur) dedi. Sonra: (Ey Ömer! Sen de oku) buyurdu. Ben de bildiğim şekliyle okudum yine bu sûre bu şekilde nazil olmuştur dedi ve şöyle devam etti: (Bu Kur’an, yedi lehçe üzerine nazil olmuştur.) (Ebû Dâvûd, Salat: 357; Tirmizî, Kıraat: 11) 945- Abdurrahman b. Abdulkari (radıyallahü anh)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Ömer b. Hattab’tan işittim şöyle diyordu: Hişam b. Hâkim’in Furkân sûresini okuduğunu dinledim, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in bana öğrettiği şekilde okumuyordu. Az kalsın üzerine yürüyecektim. Namazı bitirinceye kadar bekledim sonra elbisesinden tutarak Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanına getirdim ve: (Ey Allah’ın Rasûlü! Bu kimseden Furkân sûresini okuduğunu dinledim, bana öğrettiğin gibi okumuyordu) dedim. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ona: (Oku bakalım) dedi. O da, önceki okuduğu gibi okudu. Bunun üzerine Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): (Bu sûre bu şekilde nazil oldu buyurdu.) Sonra bana: (Oku bakalım sen de) dedi. Ben de bildiğim gibi okuyunca: (Bu Kur’an; yedi harf üzere nazil olmuştur kolayınıza gelen şekilde okuyun) buyurdu. (Ebû Dâvûd, Salat: 357; Tirmizî, Kıraat: 11) 946- Misver b. Mahreme ve Abdurrahman b. Abdilkari (radıyallahü anhüma)’dan rivâyete göre, şöyle demişlerdir: Ömer b. Hattab’tan işittik şöyle diyordu: (Hişam b. Hakim’in, Furkân sûresini Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) hayatında benim okuyup öğrendiğim gibi değil değişik bir sûretle okuduğunu işittim. Az kalsın namazda üzerine yürüyecektim, selâm verinceye kadar sabrettim selâm verdiğinde elbisesinden tutup; (Bu sûreyi bu şekilde okumayı sana kim öğretti) dedim. (Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem) öğretti) dedi. Ben de: (Yalan söyledin) dedim. (Allah’a yemin olsun ki Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sûreyi sana öğretmediği bir şekilde bana öğretmişti, seninki benim okuyuşuma benzemiyor) dedim ve birlikte Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ‘in yanına vardık; (Ey Allah’ın Rasûlü! Ben bu kimseden Furkân sûresini bana öğrettiğin şeklin dışında değişik şekilde okuduğunu işittim. Halbuki bu süreyi bana siz okutup öğretmiştiniz) dedim. Bunun üzerine Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), bana: (Onu bırak Ey Ömer) buyurdu ve: (Ey Hişam oku) dedi. Hişam da benim dinlediğim şekilde aynen okudu. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): (Bu sûre bu şekilde indirildi) dedi. Sonra bana (Ey Ömer sen oku bakalım) dedi. Ben de bana öğretip okuttuğu gibi okudum, bana da: (Bu sûre bu şekilde nazil oldu) dedi ve sonra şöyle buyurdu: (Bu Kur’an yedi harf üzere nazil olmuştur kolayınıza gelen şekilde okuyunuz.) (Ebû Dâvûd, Salat: 357; Tirmizî, Kıraat: 11) 947- Übey b. Ka’b (radıyallahü anh)’dan rivâyete göre, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Benî Gifar kabilesinin gölü kenarındaydı. Cibril geldi ve: (Allah, Kur’an’ı ümmetine bir harf (lehçe) üzerine okumanı emrediyor) dedi. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): (Allah’tan affını ve bağışlamasını talep ederim, ümmetim buna güç getiremez) dedi. Sonra Cibril ikinci defa geldi ve: (Allah, Kur’an’ı ümmetine iki harf (şive ve lehçe) üzerine okumanı emrediyor) dedi. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): (Allah’tan af ve bağışlamasını talep ederim. Benim ümmetim buna da güç yetiremez) dedi. Cibril üçüncü defa gelerek: (Allah ümmetine bu Kur’an’ı üç harf (şive ve lehçe) üzere okumanı emrediyor) dedi. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): (Allah’tan af ve bağışlamasını isterim) dedi ve: (Ümmetim buna da güç yetiremez) dedi. Sonra Cibril dördüncü defa geldi ve: (Allah ümmetine bu Kur’an’ı yedi harf (lehçe ve şive) üzerine okumanı emrediyor, hangi harf üzere okurlarsa doğru okumuş sayılırlar) dedi. (Ebû Dâvûd, Salat: 357; Müslim, Salatül Müsafirin: 48) 948- Übey b. Ka’b (radıyallahü anh)’tan rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir sûreyi bana okutup öğretmişti. Bir defasında ben mescidde oturuyordum. Bir kimsenin benim okuduğumdan başka bir şekilde okuduğunu işittim ona: Sana bu sûreyi kim öğretti dedim. O da: (Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem)) dedi. Benimle beraber gel Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e kadar gideceğiz dedim. O adamı Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e getirdim ve: (Ey Allah’ın Rasûlü! bu adam bana öğrettiğin şeklin dışında okuyor) dedim. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): (Ey Ubey! Oku) buyurdu. Ben de okudum bana: (Güzel okudun) buyurdu. Sonra, O adama: (Oku) dedi. O da, benimkinden farklı okudu Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona da: (Güzel okudun) buyurdu. Sonra, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) sözünü şöyle sürdürdü: (Ey Übey Kur’an yedi lehçe (lügat şive) üzere indirilmiştir. Onların hepsi yeterli ve şifa vericidir.) (Ebû Dâvûd, Salat: 357; Müslim, Salatül: Müsafirin: 48) 949- Übey (radıyallahü anh)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Müslüman olduktan sonra; Okuduğum bir ayeti, başkası başka bir şekilde okuyunca kalbime şüphe girdi, bu ayeti bana Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) okutup öğretti dedim. O da: (Bana da, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) okutup öğretti) dedi. Bunun üzerine hemen Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanına geldim ve: (Ey Allah’ın Peygamberi! Bu ayeti bana şöyle öğretmiştin değil mi?) diye sordum. (Evet) buyurdu. Bu defa o adam: (Bu ayeti bana şu şekilde öğretmemiş miydin?) dedi. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yine: (Evet) dedi ve şöyle devam etti: (Cibril ve Mikail bana geldiler. Cibril sağıma Mikail soluma oturdu. Cibril: Kur’an’ı bir lügat (şive ve lehçe) üzere oku dedi. Bunun üzerine Mikail de bana: Fazlalaştırılmasını iste dedi bu şekilde yedi harf yedi lehçeye kadar çoğalmış oldu yani Cebrail yedi şekilde de okumuş oldu. Her harf (şive ve lehçe) yeterli ve şifa kaynağıdır. (Müslim, Salatül Müsafirin: 48; Ebû Dâvûd, Salat: 357) 950- İbn Ömer (radıyallahü anh)’den rivâyete göre, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: (Kur’an’ı öğrenen ve ezberleyen kimsenin durumu bağlanmış devenin sahibi gibidir onu gözettiği sürece tutabilir onu bırakırsa kaçar gider.) (Müslim, Salatül Müsafirin: 33; Buhârî, Fedailül Kur’an: 26) 951- Abdullah b. Mes’ud (radıyallahü anh)’dan rivâyete göre, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: (Kur’an’ı öğrenen hafızlardan birisinin şu ayeti unuttum demesi ne kötüdür. Belki de unutturuldu demelidir. Kur’an’ı daima okuyup Mutalaa ve müzakere edin çünkü Kur’an’ın hafızların hafızalarından kaçması, develerin iplerinden kurtulup kaçmasından daha hızlıdır.) (Müslim, Salatül Müsafirin: 33; Buhârî, Fedailül Kur’an: 26) |