46- Hızır (aleyhisselâm)’ın Faziletlerine Ait Bir Bab 6313- Bize Amr b. Muhammed En-Nâkıd ile İshâk b. İbrahim El-Hanzali, Ubeydullah b. Saîd ve Muhammed b. Ebî Ömer El-Mekkî hep bîrden İbn Uyeyne'den rivâyet ettiler. Lâfız İbn Ebî Ömer'indir. (Dediler ki): Bize Süfyân b. Uyeyne rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Amr b. Dînar, Saîd b. Cübeyr'den rivâyet etti. (Şöyle dedi): İbn Abbâs'a: — Nevi El-Bikâlî Benî İsrail'in Peygamberi Mûsa (aleyhisselâm)’in Hızır (aleyhisselâm)’ın arkadaşı Mûsa olmadığını söylüyor, dedim. Bunun üzerine şunu söyledi: — Allah'ın düşmanı yalan söylemiş. Ben Übey b. Kâ'b'ı dinledim. Diyordu ki: Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i şöyle buyururkea işittim; «Mûsa (aleyhisselâm) Benî israil'in orasında hutbe okumak için ayağa kalktı da kendisine insanların hangisi en âlimdir diye soruldu. Mûsa: En âlîm benim, dedi. Bunun üzerine Allah onu muaheze eyledi. Çünkü ilmi Allah'a tefviz etmedi. Allah ona: İki denizin kavuştuğu yerde benim kullarımdan bir kul var, o senden daha âlimdir, diye vahy indirdi. Mûsa: «Ey Rabbîm! Benim için onunla buluşmanın yolu nedir?» diye sordu. Kendisine: — Bir zenbilin içine bir balık koyarak sırtına al. Bu balığı nerede kaybedersen, o zat oradadır, denildi. Mûsa yola revan oldu. Onunla birlikte hizmetçisi de yola çıktı. Bu zat Yûşa' b. Nûn idi. Mûsa (aleyhisselâm) bir zenbilde bir balık taşıyordu. Hizmetçisi ile birlikte yürüyerek gittiler. Nihayet bir kayaya vardılar. (Orada) gerek Mûsa (aleyhisselâm) gerekse hizmetçisi uyukladılar. Derken zenbildeki balık harekete gelerek zenbilden çıktı. Ve denize düştü. Allah ondan suyun akıntısını kesti. Hattâ (su) kemer gibi oldu. Balık için bir kanal meydana gelmişti. Mûsa ile hizmetçisi için şaşacak bir şey olmuştu. Günlerinin kalan kısmı ile o geceyi de yürüdüler. Mûsa'nın arkadaşı ona haber vermeyi unutmuştu. Mûsa (aleyhisselâm) sabahlayınca hizmetçisine: — Sabah kahvaltımızı getîr. Gerçekten bu yolculuğumuzda müşkilâtla karşılaştık, dedi. Ama emrolunduğu yeri geçinceye kadar yorulmadı. Hizmetçi: — Gördün mü, kayaya geldiğimizde gerçekten ben balığı unuttum. Ama onu hatırlamayı bana ancak şeytan unutturdu. Ve denizde şaşılacak bir şekilde yolunu tuttu, dedi. Mûsa: — İşte bizim istediğimiz buydu, dedi. Hemen izlerini takib ederek geriye döndüler. Kendi İzlerini takib ediyorlardı. Nihayet kayaya geldiler. Orada örtünmüş bir adam gördü. Üzerinde bir elbise vardı. Mûsa ona selâm verdi. Hızır ona: — Senin bu yerinde selâm ne gezer. — Ben Mûsa'yım! — Benî İsrail'in Mûsa'sı mı? — Evet! — Sen Allah'ın İlminden bir ilmi bilmektesin ki, Allah onu sana öğretmiştir. Onu ben bilmem. Ben de Allah'ın ilminden bir ilim üzerindeyim ki, onu bana öğretmiştir. Sen bilmezsin, dedi. Mûsa (aleyhisselâm) ona: — Sana öğretilenden hakkı bana öğretmek sortiyle sana tâbi olabilir miyim? diye sordu. (Hızır): — Sen benimle beraber sabra takat getiremezsin, iyice bilmediğin bir şeye nasıl sabredebilirsin ki? dedi. (Mûsa) — Beni İnşaallah sabırlı bulacaksın. Sana hiç bir hususda karşı gelmem, dedi. Hızır ona: — O halde bana tâbi olursan, bana hiç bir şey sorma. Tâ ki kendim sana ondan bir şey anıp söyleyinceye kadar! dedi. Mûsa: — Pekâlâ! cevâbını verdi. Müteakiben Hızır'la Mûsa deniz sahilinden yürüyerek yola revan oldular. Derken yanlarına bir gemi uğradı. Bunlar kendilerini gemiye almaları hususunda gemicilerle konuştular. Gemiciler Hızır'ı derhal tanıdılar. Ve ikisini de ücretsiz olarak gemiye bindirdiler. Derken Hızır geminin tahtalarından birine vurarak onu çıkardı. Bunun üzerine Mûsa ona: — Bir cemâat bizi parasız gemilerine bindirdiler. Sen onların gemİ-sîne kastederek yolcularını boğmak için onu yaraladın. Gerçekten çok büyük bir iş yaptın, dedi. Hızır: — Ben sana benimle beraber sabra güç yetiremezsin demedim mi? dedi. Mûsa: — Unuttuğumdan dolayı beni muaheze etme. Bu işde benim başıma güçlük de çıkarma, dedi. Bundan sonra gemiden çıktılar. Sahilde yürürlerken bir de baktılar ki, bir çocuk sair çocuklarla oynuyor. Hızır hemen onun kofasından tutarak eliyle onu kopardı ve çocuğu öldürdü. Bunun üzerine Mûsa: — Masum bir nefsi kısas hakkın olmaksızın öldürdün mü? Gerçekten yadırganacak bir şey yaptın! dedi. Hızır: — Ben sana benimle beraber sabra güç yetiremezsin demedim mi, dedi. Mûsa: — Ama bu birinciden daha şiddetli idi, dedi ve ilâve etti: Bundan sonra sana bir şey sorarsam bir daha benimle arkadaşlık etme. Benim tarafımdan özür derecesine vardın! dedi. Yine yürüdüler. Nihayet bir köye vararak köylülerden yiyecek istediler. Onlar kendilerini misafir kabul etmekten çekindiler. Bu sefer o köyde yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. Hızır onu doğrulttu. Hızır eliyle şöyle işaret ediyor. Eğrilmiş diyordu. Onu doğrulttu. Mûsa ona: — Bir kavim ki, kendilerine geldik de bizi ne misafir aldılar, ne doyurdular. Dilesen bunun için ücret alabilirdin, dedi. Hızır: — Artık bu senle, benim aramızın ayrılmasıdır. Sabredemediğin şeyin te'vilini sana haber vereceğim, dedi.» Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurmuşlar ki: «Allah Mûsa'ya rahmet eylesin. Dilerdim ki, sabrefmeliydi de Hızır'la beraber görüp geçirdiklerini bize anlatmalıydı...» Râvi diyor ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdular: «Birincisi Mûsa'nın bir unutması idi. Bir serçe gelerek geminin kenarına kondu. Sonra denize bir gaga vurdu. Bunun üzerine Hızır ona: Benim ilmimle senin ilmin Allah'ın ilminden ancak şu serçenin denizden azalttığı su kadar azaltmıştır, dedi.» Saîd b. Cübeyr Şöyle dedi: İbn Abbâs şu âyeti okuyordu: «Önlerinde bir hükümdar vardı ki, işe yarar geminin hepsini gasben alacaktı.» Şu âyeti de okuyordu: «Çocuğa gelince: O kâfirdi.» 6314- Bana Muhammed b. Abdi’l-A'la el-Kaysî rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Mu'temir b. Süleyman Et-Teymî, babasından, o da Rakabe’den, o da Ebû İshâk'dan, o da Saîd b. Cübeyr'den naklen rivâyet etti. Saîd Şöyle dedi: İbn Abbâs'a: Nevf ilmi aramağa giden Mûsa'nın Benî İsrail'in Mûsa'sı olmadığını söylüyor, dediler. — Sen onu işittin mi yâ Saîd! dedi. — Evet! cevâbını verdim. — Nevf yalan söylemiş, dedi. 6315- Bize Ubey b. Ka'b rivâyet etti. (Dedi ki): Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ı şöyle buyururken işittim: «Haluşân şu ki ; Bir defa Mûsa (aleyhisselâm) kavminin içinde onlara Allah'ın günlerini hatırlatıyordu. Allah'ın günleri nimetleriyle belâlarıdır. Bir ara şöyle dedi: Yeryüzünde benden daha hayırlı yahut daha âlim bir kimse bilmiyorum. Bunun üzerine Allah kendisine şunu vahyetti: Ben hayrı yahut hayrın kimde olduğunu ondan daha âlâ bilirim. Gerçekten yeryüzünde bir zat var ki, o senden daha âlimdir. Mûsa: — Yâ Rabbi! Onu bana göster, dedi. Kendisine: — Azık olarak yanına tuzlu bir balık al. O zat senin balığı kaybedeceğin yerdedir, denildi. Müteakiben Mûsa ile hizmetçisini bırakarak yürümeye devam etti. Derken balık suda harekete geçti. Su üzerine kapanmaz oldu. Dehliz gibi olmuştu. Bunun üzerine hizmetçisi: Nebiyyullah'a yetişip ona haber versem mi ki, dedi. Arkacığından, kendisine unutturuldu. Kayayı geçtikleri vakit Mûsa hizmetçisine: — Sabah kahvaltımızı getir. Gerçekten bu yolculuğumuzda müşkîlâtla karşılaştık. Ama kayayı geçinceye kadar onlara güçlük isabet etmemişti. Hizmetçisi hemen hatırladı: — Gördün mü, kayaya geldiğimiz vakit ben balığı unuttum. Ama onu hatırlamamı bana ancak şeytan unutturdu. Hem denizde şaşılacak şekilde yolunu tuttu gitti, dedi. Mûsa: — Aradığınızı buydu, dedi. Ve izlerini takibederek gerisin geriye döndüler. Hizmetçisi ona balığın yerini gösterdi. Mûsa: — Bana da burası tarif olundu, dedi ve aramaya gitti. Bir de ne görsün Hızır! Bir elbiseyle örtünmüş. Arkası üstü başının üzerine (yahut başının ortası üzerine) yatıyor. — Esselâmualeyküm! dedi. Bunun üzerine Hızır yüzünden elbiseyi açtı: — Vealeykümüsselâm! Sen kimsin? — Ben Mûsa'yım! — Hangi Mûsa? — Benî İsrail'in Mûsa'sı! — Seni büyük bir iş getirmiş olmalı. — Sana öğretilen hakdan bana öğretmen için geldim. — Ama sen benimle beraber sabretmeye güç yetiremezsin. İyice bilmediğin bir şeye nasıl sabredebilirsin ki? Bir şey ki, ben onu yapmaya memur olurum. Sen onu görürsen sabredemezsin. — Inşaallah beni sabırlı bulacaksın! Sana hiç bir şeyde karşı gelmem. — O halde bana tâbi olursan; bana hiç bir şey sorma. Tâ ki kendiliğimden sana ondan bir şey anlatıncaya kadar. İkisi yola revan oldular: Nihayet gemiye bindikleri vakit Hızır gemiyi yaraladı. Ûnu kasden yaptı. Mûsa (aleyhisselâm) kendisine: — Bu gemiyi üzerindekîleri boğmak İçin mi yaraladın gerçekten şaşacak bir iş yaptın, dedi. — Ben sana benimle beraber sabretmeye güç yetıremezsin demedim mi? — Unuttuğumdan dolayı beni muaheze buyurma. Bu işde benim başıma güçlük de çıkarma! Yine yürüdüler. Nihayet oynayan bir takım çocuklara rastladılar. Hızır hemen bunlardan birinin yanına vararak hiç düşünmeden onu Öldürdü. O anda Mûsa (aleyhisselâm) yadırganacak bir şekilde ürktü. — Masum bir nefsi kısas hakkın olmaksızın öldürdün mü? Gerçekten yadırganacak bir şey yaptın, dedi.» Sonra Resûlüllah bu yerde şöyle buyurdular: «Allah'ın rahmeti bize ve Mûsa'ya olsun! Eğer acele etmeseydi şaşılacak şeyler görecekti. Lâkin ona arkadaşından utanmak geldi. Bundan sonra sana bir şey sorarsam bir daha benimle arkadaşlık etme. Benim tarafımdan özür derecesine vardın, dedi. Eğer sabretmiş olsaydı şaşılacak şeyler görecekti.» Râvi diyor ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Peygamberlerden birini andığı vakit, kendinden başlar: «Allah'ın rahmeti bize ve kardeşim filâna olsun! Allah'ın rahmeti bize olsun.» derdi. «Sonra yürüdüler. Nihayet alçak bir takım köy halkına vardılar. Ve bütün meclislerde dolaşarak köy halkından yiyecek istediler. Fakat onlar kendilerini misafir etmekten çekindiler. Derken Hızır o köyde yıkılmak üzere olan bir duvar buldu. Ve onu doğrulttu. Mûsa: İsteseydin buna karşılık ücret alırdın, dedi. Hızır: — Bu benimle senin ayrılığımızdir, dedi ve elbisesinden tuttu. Sana sabredemediğin şeylerin te'vilini haber vereceğim, dedi: Gemi denizde çalışan bir fakım fakirlerin idi... âyetini sonuna kadar okudu. Onu zabdede-cek hükümdar geldiği vakit delinmiş bulacak ve bırakıp gidecek. Fakirler de onu tahta ile tamir edecekler. Oğlan ise yaratıldığı an kâfir olarak yaratılmıştı. Anası, babası ona karşı şefkatli idiler. Oğlan yetişmiş olsa onları azgınlık ve küfre sevkedecekti. Bu sebeple biz onun yerine annesiyle babasına Rablerinin ondan daha yararlı ve daha merhametli bir evlât vermesini diledik. Duvara gelince: Bu duvar şehirde iki yetim çocuğa ait idi. Altında...» âyeti sonuna kadar okudu. 6316- Bize Abdullah b. Abdirrahman Ed-Dârimî de rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Muhanınved b. Yûsuf haber verdi. H. Bize Abd b. Humeyd dahi rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ubeydullah b. Mûsa haber verdi. Her iki râvi İsrail'den, o da Ebû İshâk'dan naklen Teymîn'in Ebû İshâk'dan naklettiği isnadla onun hadîsi gibi rivâyette bulunmuşlar dır. 6317- Bize Amru'n-Nakıd dahi rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân b. Uyeyne Amr'dan, o da Saîd b. Cübeyr'den, o da İbn Abbâs'dan, o da Übeyy b. Kâ'b'dan naklen rivâyet etti ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Buna karşılık ücret alabilirdin..." âyetini okumuş. 6318- Bana Harmele b. Yahya rivâyet etti; (Dedi ki): Bize İbn Vehb haber verdi. (Dedi ki): Bana Yûnus İbn Şihab'dan, o da Ubeydullah b. Abdillab b. Utbe b. Mes'ud'dan, o da Abdullah b. Abbâs'dan naklen haber verdi ki, İbn Abbâs ile Hur b. Kays b. Hısn El-Fezârî, Mûsa (aleyhisselâm)’in arkadaşı hakkında münakaşa etmişler. İbn Abbâs: O Hızır'dır! demiş. Az sonra yanlarından Übey b. Kâ'b El-Ensârî geçmiş. İbn Abbâs onu çağırarak: — Ey Ebû't-Tufeyl yanımıza gel! Çünkü ben ve şu arkadaşım Mûsa'-nın görüşmek için çare sorduğu arkadaşı hakkında münakaşa ettik. Sen Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in onun hakkında bir şey söylediğini işittin mi? demiş. Bunun üzerine Übeyy şunu söylemiş: — Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı şöyle buyururken İşittim ; «Bir defa Mûsa, Benî İsrail'den bir cemâatin içinde bulunuyordu. Ansızın kendisine bir adam gelerek: Sen kendinden daha âtim bir kimse biliyor musun? diye sordu. Mûsa: Hayır! diye cevab verdi. Bunun üzerine Allah Mûsa'ya bilâkis kulumuz Hızır (senden daha âlimdir) diye vahy indirdi. Mûsa da onunla görüşmenin yolunu sordu. Allah bunun için balığı alâmet yaptı. Mûsa'ya denildi ki: Balığı kaybettin mi hemen geri dön! Ona rastlayacaksın! Artık Mûsa Allah'ın dilediği kadar yürüdü. Sonra hizmetçisine: — Sabah kahvaltımızı getir, dedi. O kahvaltıyı istediği vakit, hizmetçisi: — Gördün mü, kayaya vardığımızda ben balığı unuttum. Ama onu hatırlamayı bana unutturan ancak şeytandır, dedi. Bunun üzerine Mûsa hizmetçisine: — Bizim aradığımız buydu, dedi. Hemen kendi İzlerini takib ederek geri döndüler. Ve Hızır'ı buldular. Artık onların halüşanlan Allah'ın kitabında hikaye ettiği şekilde oldu.» Yalnız Yûnus: «Denizde balığın izini takib ediyordu.» demiştir. Bu hadîsi Buhârî «İlim», «Ehâdisû'l-Enbiya», «Tevhid», «Nüzûr», «Tefsir», «İcâre» ve «Şurût» bahislerinde; Tirmizî ile Nesâî «Teisir»'de muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir. Bu hadîste bahsi geçen Mûsa,'Benî İsrail'in Peygamberi Mûsa b. İmrân (aleyhisselâm)'dır. Ve Hazret-i Yakub'un sülâle-sindendir. Yüzyirmi sene yaşamıştır. Yüzaltmış sene yaşadığını söyleyenler de vardır. Bir rivâyete göre tufandan binaltıyüzyirmi sene sonra Tıh sahrasında vefat etmiştir. Bâzılarına göre Mûsa Mûşî'den alınmıştır. Bu ismi kendisine veren Firavunun karısı Âsiye binti Müzâhim'dir. Hazret-i Mûsa, Nil nehrinde ağaçlar arasında bir tabutta bulunduğu için kendisine hâline göre bu isim verilmiştir. Çünkü kipti dilinde «Mû» su demektir. «Şî» de ağaç mânâsına gelir. İki kelime yanyana getirilerek «Muşî» olmuş. Sonra Mûsa denilmiştir. Bâzılarına göro Mûsa Arabcadır. Ve nekre halde munsarif bir isimdir. Kisâî , gayrı munsarif olduğunu söylemiştir. Anlaşılıyor ki, Nevf El-Bikâlî ismindeki zât Kehf sûresinde zikri geçen Mûsa'nın Firavun‘un sarayında büyüyen ve ona Peygamber gönderilen Mûsa b. İmrân olmadığını Hizır'la görüşen bu Mûsa'nın Yûsuf (aleyhisselâm)'ın torunu Mûsa b. Mişa olduğunu söylemiştir. İlk Mûsa bu zâttır. O da Peygamber olmuştur. Tevrat ehline göre Hızır'la görüşen bu zat ise de, gerek Müslim'in, gerekse Buhârî ve diğer «Sünen» sahiplerinin rivâyet ettikleri sahîh hadîse göre Hızır'la görüşen o değil, Firavunun sarayında büyüyen Mûsa b. Imran'dır. Bâbımızın birinci rivâyetinde bu husûsda sual soranın Saîd b. Cübeyr, cevap verenin de İbn Abbâs olduğunu, son rivâyetinde ise bu babdaki münakaşanın Hur b. Kays ile İbn Abbâs arasında geçtiği bildirilmektedir, İhtimal ki, İbn Abbâsla Hur b. Kays'in bu babdaki münakaşalarından sonra Saîd b. Cübeyr de aynı meseleyi İbn Abbâsa sormuş, her ikisinden rivâyet bundan ileri gelmiştir. Hazret-i Mûsa'nın, Mûsa b. Mışa olduğunu iddia eden Nevf Şl-Bikâlî, Hımyer kabilesine mensub Nevf b. Fedâle'dir. Bu zât Ka'bul-Ahbar’ın oğullugu yani karısının çocukudur. Bazıları kardeşi oğlu olduğunu söylemişlerdir. Künyesi Ebû Yezid imiş. Ebû Rûsd olduğunu söyleyenler de vardır. Âlim, fâzıl, hakîm bir zât onu, kadılık yapmıştır. Dimesklilerin İmâmı sayılır. İbn Abbâs (radıyallahü anh)’ın onun hakkında: «Allah'ın düşmanı va'an söylemiş» seklinde konulması onun hakikaten Allah'ın düşmanı olduğuna inandığı için değil, sözimü mübalâğalı bir şekilde reddetmek, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in hadîsine aykin düsen iddiasından ağır sözlerle vazgeçirmek içindir. İbn Abbâs bu sözleri öfke ile söylemiştir. Ulemânın beyânına göre: Gadap halinde söylenen sözlerin hakikatlan kastedilmez. İbn Tîn diyor ki: «İbn Abbâs, Nevfî Allah'ın velîsi olmaktan çıkarmak istememiştir. Lâkin ulemânın kalbleri hakikatin gayrisini işittikleri zaman nefret duyar ve bu gibi sözleri söyleyerek onu men etmek, ondan sakındırmak isterler. Söylediklerinin hakikatini kasdetmezler. Hızır yahut Hazır Belya b. Melkân ismindeki zattır. Künyesi Ebû'l-Abbâs'dır, İsminin Kely ân yahut Ahmed olduğunu söyleyenler de vardır. Kendisine Hızr denilmesinin sebebi sahih rivâyetlere göre beyaz bir postekinin üzerine oturup bostekinin arkadan yemyeşil olarak sallanmaya başlamasıdır. Bu postekiden murad yeryüzüdür. Bâzılarına göre Hızr denilmesine sebep yüzünün güzelliği ve parlaklığıdır. Ulemâdan bazıları onun Nûh (aleyhisselâm)’ın sülâlesinden geldiğini, bir takımları da İshak (aleyhisselâm)'in torunlarından olduğunu söylerler. Hattâ Mûsa (aleyhisselâm)'in Firavnının oğlu olduğunu söyleyenler de olmuşsa da bu kavl cidden garib görülmüştür. İbn Abbâs'dan bir rivâyete göre Hızr (aleyhisselâm)’ın Hazret-i Âdem'in oğlu olduğu, eceli te'hir edilerek Deccal’ın yalancılığını meydana çıkarıncaya kadar kendisine Ömür verildiği rivâyet olunmuştur. Fakat bu hadîs de munkatı ve garibdir. Rivâyete göre Hızr (aleyhisselâm) Hayat Suyu denilen sudan içmiş, onun için kendisine uzun ömür verilmiştir. Buhârî’nin bir rivâyetinde bu suyun bir ağacın dibinden kaynadığı, içine düşen her şeyin canlandığı, Hazret-i Mûsa'nın balığına da ondan isabet ettiği için dirildiği bildirilmektedir. Hızr (aleyhisselâm)'ın Peygamber mi, yoksa Velî mi olduğu ve halen yaşayıp yaşamadığı ulemâ arasında ihtilaflıdır. Peygamberliğine kal olanlar, çocuğu öldürdüğü zaman: «Ben bu işi kendiliğimden yapmadım...» demesiyle istidlal ederler. Çünkü kendiliğinden yapmaması onu Allah'ın emriyle öldürmüş olmasını iktiza eder. Bu da onun vahye mazhar bir Peygamber olduğunu, hattâ Hazret-i Mûsa'dan daha âlim bulunduğunu gösterir. Zira velî olsa Mûsa (aleyhisselâm)'dan daha âlim olması mümkün sayılamazdı. Velî olduğunu iddia edenler Hızr'a bu emrin o zamanın Peygamberi tarafından verilmiş olması caizdir, demişlerdir. Müfessirlerden Salebî'ye göre Hızr (aleyhisselâm) uzun ömürlü bir Peygamberdir. İnsanların ekserisine görünmez. Âhir zamana, yani Kur'ân-ı Kerîm'in kaldırılmasına kadar yaşayacağı söylenir. Yine Salebi'nin beyânına gb're Hızr (aleyhisselâm) Hazret-i İbrahim zamanında yaşamıştır. Bu husustaki üç kavilden biri budur. Diğer bir kavle göre onun zamanından az sonra dünyaya gelmiş; üçüncü kavle göre Hazret-i İbrahim'den çok zaman sonra doğmuştur. Nevevî diyor ki: «Cumhûr-u ulemâya göre' Hızr (aleyhisselâm) sağdır; aramızda bulunmaktadır. Bu cihet Safiyye ile Salah ve Marifet erbâbına göre ittifak dir. Onu gördüğünü söyleyenler ve onunla buluşarak kendisinden ilim aldığını, aralarında sualli cevaplı muhavere geçtiğini söyleyenler, şerefli ve hayırlı yerlerde bulunduğunu nakledenler sayılmayacak kadar çok; gizlenmeyecek kadar meşhurdur.» Ebû Amr İbn Salah: «Cumhûr-u ulemâ ile sulehaya göre Hızr sağdır. Avam tabakaları da bu hususta beraberdir; onu inkâr hususunda yalnız bazı hadîs İmâmları şüzûz göstermişlerdir. O bir Peygamberdir.» diyor. Kuşeyrî ile ulemâdan birçoklarına göre Hızr (aleyhisselâm) Peygamber değil, yelidir. Ma'rûdi bu hususta üç kavil olduğunu söylemiştir. Bunlardan birinciye göre Hızr (aleyhisselâm) Peygamber, ikinciye göre velî üçüncüye göre melekdir. Nevevî bu üçüncü kavlin garib ve bâtıl bir söz olduğunu söylemiştir. Buhârî, İbrâhimi Harbî, İbn Münâvî, İbn Cevzîve diğer bir takım ulemâ Hızr (aleyhisselâm)’ın vefat ettiğine kânidirler. Hazret-i Mûsa'nın hizmetçisinden murad Yuşa b. Nûn'dur. Bu zat Yûsuf (aleyhisselâm)'ın sülâlesindendir. Rivâyete göre Hazret-i Mûsa'nın hizmetinde bulunur, ona tabî olurdu. Ondan ilim alırdığım söyleyenler de vardır. Allahü teâlâ hazretlerinin Hazret-i Mûsa'yi muaheze buyurması ilmi Allah'a havale etmeyip, kendisinin herkesten âlim olduğunu söylediği içindir. Übey (radıyallahü anh): «Mûsa, ilmine mağrur oldu. Allah da onu Hızr'dan gördüğü şeylerle muaheze eyledi» demiştir. Ulemâ Hazret-i Mûsa ile Hızr görüşmesini Mûsa (aleyhisselâm) için bir tenbih, ondan sonra gelecekler için, kendilerini temize çekerek büyüklenmesinler diye bir ta'lim kabul etmişlerdir. Mecmaul-Bahreyn: iki denizin toplanıp bir araya geldiği yer demektir. Bundan murad ne olduğu ulemâ arasında ihtilaflıdır. Bunun Sebte Boğazı Basra Körfezi ile Akdeniz, hattâ İstanbul Boğazı olduğunu söyleyenler vardır. Bu rivâyetlere göre iki denizin birleştiği yerden murad kimi Süveyş Kanalı, İstanbul Boğazı gibi bir boğaz, kimi de bir berzah olduğu hatıra gelir. Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır merhuma göre hadîsdeki sahradan murad büyük bir ihtimal ile Kudüs'deki sahradır. Balığın oradan denize dökülen bir çaya atlayarak denize gitmiş olması pek mümkündür. Müfessir-ler dâima iki denizin birleştiği yerden bahsetmiş, fakat Bahreyn ismini taşıyan bir yerden söz etmemişlerdir. Halbuki Hind Okyanusu sahilinde Basra ile Umman arasında bulunan bir kıt'anın adı da Bahreyn'dir. Muhammed Hamdi Yazır bunun da üzerinde durmuştur. Ona göre daha evvel Medren'e gitmiş olan Hazret-i Mûsa'nın, daha sonra Bahreyn'e bir seyahat yapmış olması ihtimalden uzak değildir. Bahreyn'den muradın biri acı, biri tatlı iki büyük su olduğunu söyleyenler de vardır. Ki bu takdirde iki deryanın toplandığı yerden murad bir nehirle denizin birleştiği yer olur. Hazret-i Mûsa'ya Hızr (aleyhisselâm) burada yani iki deryanın birleştiği yerde bulacağı bildirilmiş. Balığı kaybetmesi Hızr (aleyhisselâm)'ı bulmasına alâmet olarak gösterilmiştir. Hızr (aleyhisselâm) ile buluştuktan sonra gemiye ikisinin bindiğinden bahsedildiğine göre, hizmetçiyi karada bıraktıkları hatıra geliyorsa da onu da yanlarından bırakmamışlardır. Ondan bahsedilmemesi maksadda dâhil olmadığı piçindir. Çünkü maksad Hazret-i İsâ ile Hızr'in buluşmaları ve Hızr (aleyhisselâm)'ın Hazret-i Mûsa'dan daha âlim olduğunu göstermektir, Hızr (aleyhisselâm)’in Hazret-i Mûsa'dan âlim olması mutlak surette değil, kendinin de beyân ettiği vecihle bir hususa dâir bilgilerdedir. Yani gaibe ait bilgilerde Hızr, Mûsâ'dan; şeriata ait bilgilerde Mûsa (aleyhisselâm) Hızr'dan daha âlimdir. Şöyle de denilebilir; Bütün Peygamberlerin bilmesi lâzım gelen umumî bilgilerde Hazret-i Mûsa'nın ilmi daha geniş, Peygamberlerin bilmedikleri gaibe ve kadere ait hususî bilgilerde Hızr daha âlimdir. Ulemânın beyânına göre Hızr (aleyhisselâm)'in öldürdüğü çocuk henüz sabi olup bulûğa ermemişti. Cumhûrun kavli bu olmakla beraber bir taifeye göre çocuk bulûğa ermiş, fakat fâsıt amellerle meşgul oluyordu. Çünkü hadîsde kısasdan bahsedilmektedir. Çocuk âkil baliğ olmasa kısasdan bahsedilemezdi. Zîra sabiden dolayı kısas yoktur. Bir de İbn Abbâs'in kıraatine göre çocuk kâfir idi. Maamafih bunlara cevab verilmiş: Hadîsden murad çocuğu haksız yere öldürdüğüne tenbihdir. Bir de o kavmin şeriatına göre ihtimal ki sabî için de kısas lâzım gelirdi. İbn Abbâs Hazretlerinin okuduğu âyetse şâzzdır. Onunla amel vâcib olmaz, denilmiştir. Hızr'la Mûsa (aleyhisselâm)’ın beraberce vardıkları karye İbn Abbâs'a göre Antakya'dır. İbn Şîrîn bunun Eyle olduğunu söylemiştir. Hızr (aleyhisselâm)’ın denizden gagasıyle sular alan kuşu göstererek: «Benimle senin ilmin Allah'ın ilminden ancak şu serçenin denizden azalttığı su kadardır.» sözünden murad zahiri mânâsı değildir. Burada onun mânâsı: Allah'ın ilmine nisbetle senin ve benim ilmim şu kuşun gagasındaki suyun denize nisbeti gibidir. Yani son derece azdır, demektir. |