1- Bab 3816- Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti. (Dedi ki): Mâlik'e, İbn Şihâb'dan dinlediğim, ona da Sehl b. Sa'd es-Saîdî'nin haber verdiği şu hadîsi okudum: Uveymir-i Aclânî, Âsim b. Adiy el-Ensârî'ye gelerek: Ne dersin ya Asım1 Bir adam karısının yanında birini bulursa onu öldürür; siz de kendisini öldürür müsünüz; yoksa ne yapar? Şunu benim için yâ Âsim, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e soruver! demiş. Âsim da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e sormuş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu suallerden hoşlanmamış; onları ayıp görmüş. Hattâ (bu bâbta) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'den işittiği sözler Âsım'a girân gelmiş. Âsim evine dönünce Uveymir gelmiş; ve: Yâ Âsim! Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) sana ne dedi? diye sormuş. Âsim: —Sen bana hayır getirmedin; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine sorduğum suâlden hoşlanmadı; demiş. Uveymir: —Vallahi ben bu meseleyi ona sormaktan vazgeçmeyeceğim; diye mukabele etmiş. Derken Uveymir kalkarak halk arasında bulunan Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanına gelmiş ve: —Ya Resûlallah, ne buyurursun, bir adam karısının yanında birini bulursa onu öldürür; siz de kendisini öldürür müsünüz; yoksa ne yapar? demiş. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem); «Seninle zevcen hakkında âyet indi. Haydi git de onu getir.» buyurmuşlar. Sehl şunu söylemiş: Müteakiben liân yaptılar. Ben de halkla beraber Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanında idim. Liânı bitirdikleri vakit Uveymir: — Karımı nikâhım altında tutsam onun hakkında ben yalan söyledim yâ Resûlallah! dedi; ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine emretmeden karısını üç defa boşadı. İbn Şihâb: «Artık bu, liân yapanların âdeti olmuştur.» demiş. 3817- Bana Harmele b. Yahya rivâyet etti. (Dedi ki): Bize İbn Vehb haber verdi. (Dedi ki): Bana Yûnus, İbn Sihâb'dan naklen haber verdi (Dedi ki): Bana Sehl b. Sa'd el-Ensârî haber verdi ki: Benî Aclân kabilesinden Uveymir-i Ensârî Âsim b. Adiy'ye gelmiş... Ve hadîsi Mâlik hadîsi gibi rivâyet etmiş. İbn Şihâb bu hadîse: «Bundan sonra erkeğin karısından ayrılmam liân yapanların âdeti oldu.» cümlesini kendinden katmıştır. O. hadîse şu ifadeyi de ziyâde etmiştir: «Sehl (Dedi ki): Kadın hâmile idi. Artık çocuğu annesinin adı ile çağrılıyordu. Bundan sonra çocuğun annesine, annesinin de Allah'ın kendisine takdir buyurduğu hisse de ona mirasçı olması âdet hâlini aldı.» 3818- Bize Muhammed b. Râfi' rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ab-dürrezzak rivâyet etti. (Dedi ki): Bize İbn Cüreyc haber verdi. (Dedi ki) Bana İbn Şihâb liân yapanları ve onlar hakkındaki âdeti, Benî Sâi-de kabilesinden Sehl b. Sa'd hadîsinden naklen haber verdi. (Şöyle ki): Eusârdan bir zât Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelerek: Yâ Resûlallah, ne buyurursun, bir adam karısının yanında birini bulursa; demiş. Râvi hadisi kıssası ile anlatmış; şunu da ziyâde etmiştir: «Bunu üzerine mescidde liân yaptılar; ben de orada İdim.» Yine hadiste «Müteakiben onu Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) emretmeden üç defâ boşadı: ve Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanında ondan ayrıldı. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): «İşte her liân yapanlar arasında ayırma budur.» buyurdular ifâdes vardır. Bu hadîsi Buhârî «Talâk», «Tefsir», «İ'tisâm». «Ahkâm» ve «Muharibin» bahislerinde; Ebû Dâvûd, Nesai ve İbn Mâce «Talâk» bahsinde muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in soı-ulan suâlden hoşlanmama sı henüz vuku' bulmayan bir şeye dair olduğu içindir. Bir de bu suâ müslümanlar aleyhine ifşaatta bulunmayı, bu suretle Yahûdilerle münâ fıkları müslümanlann ırzlarına dil uzatmağa musallat kılmayı lezammur ediyordu. Anlaşılıyor ki, Hazret-i Uveymir karısını zina halinde yakaladığını iddia etmiş: iddiasını şâhidle isbât edememiş; bu vaziyete düşen bir adamın ne yapması lâzım geldiğini sormuştur. Fakat o zamana kadar böyle bir şey vâki' olmadığ: için Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu acâib sulâden hoşlanmamıştır. Az sonra bu mesele hakkında liân âyeti inmiş; böyle bir iddia karşısında karı kocanın hâkim huzurunda yemin vererek şebâdette bulunmak suretiyle lânetleşmeleri gerektiği bildirilmiştir. Uveymir (radıyallahü anh) meseleyi bizzat sorduğu zaman Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu kendisine bildirmiş; liân için karısını getirmesini emir buyurmuştur. Bir rivâyette Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Uveymirin karısını kasdederek: «Şâhidsiz bir kimseyi recmetseydim, bu kadını recmederdim.» demiştir. Buhârî'nin rivâyetinde burada: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara Allah'ın kitabında beyân ettiği şekilde lânetleşmeyi emir buyurdu. Onlar da lânetleştiler.» denilmiştir. Lânetleşmenin sureti aynen âyet-i kerîme'de beyân buyurulduğu gibidir. Yani: Hâkim huzurunda evvelâ erkek söze başlayarak kadına dört defa: «Allah'a şehâdet ederim ki, sana isnâd ettiğim zina sözünde ben hakîkaten doğru söyleyenlerdenim.» der. Beşinci defada: «Sana isnâd ettiğim zina sözünde yalancılardandım Allah'ın laneti üzerime olsun!» cümlesini söyler. Sıra kadına gelince: O da kocası hakkında dört defa: «Allah'a şehâdet ederim ki, bu adam bana isnâd ettiği zina süzünde hakîkaten yalancılardandır.» der. Beşincide: «Eğer bu adam bana isnâd ettiği zina sözünde doğru söyleyenlerdense Allah'ın gazabı benim üzerime olsun!» cümlesini söyler; ve liân yapılmış olur. Hakim de onları birbirinden ayırır. İmâm A'zam'a göre bunun hükmü bir talâk-ı bâindir. Ulemânın beyanlarına göre liânda erkeğin (lanet), kadının (gazab) kelimelerini kullanmaları, kadınların ağızları lanete alışık olup bu kelimeyi söylemekte beis görmeyecekleri içindir. Filhakika bir hadîste kadınlara: «Siz laneti çok yaparsınız...» buyurulmuştur. Bir kelimeyi çok söyleyen insan nazarında o kelimenin hürmeti kalmaz. İbn Şihab'm: «Artık bu, liân yapanların âdeti olmuştur.» sözünü Mâlikîler'den İbn Nâfi': «Liândan sonra kadını boşamayı müstehab görmek âdet olmuştur.» mânâsına te'vîl etmiştir. Nevevî: Cumhûra göre bu sözden murâd: Karı kocanın birbirinden ayrılmalarının sırf Hânla oluşu âdet hükmüne girmiştir.» mânâsı alındığını söylüyor. Hanefîler'e göre burada hâkimin hükmü mutlaka lâzımdır. 3819- Bize Muhammed b- Abdillâh b. Nümeyr rivâyet etti. (Dedi ki): Bize babam rivâyet etti. H. Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivâyet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Nümeyr rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdülmelik b. Ebi Süleyman, Saîd b. Cübeyr'den rivâyet etti. (Dedi ki): Mus'ab'ın emirliği zamanında bana, liân yapanların araları ayrılır mı? diye soruldu. Ben ne diyeceğimi bilemedim. Bunun üzerine İbn Ömer'in Mekke'deki evine giderek hizmetçiye: Benim için izin iste! dedim. Hizmetçi: — O kaylûle uykusundadir; cevabını verdi. Derken İbn Ömer sesimi işitti. Ve: — İbn Cübeyr mi (geldi)? dedi. Ben: — Evet, dedim. — Gir! Vallahi seı" bu saatte ancak bir hacet getirmiştir; dedi. Ben de (içeri) girdim. Bir de baktım kendisi altına bir hayvan keçesi sermiş; başının altına içi lîî dolu bir yastık koymuş (yatıyormuş)... — Ebâ Abdirrahmân! Liân yapanların araları ayrılır mı? dedim. Şu cevabı verdi-: — Sübhânallah! Evet! Bu meseleyi ilk soran fülân oğlu fülândir. (Dedi ki): — Yâ Resûlallah! Ne buyurursun, birimiz karısını kötülük yaparken bulsa ne yapmalıdır? Konuşmuş olsa pek büyük bir şey hakkında konulacak; sussa yine böyle bir şey hakkında susacak!.. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sükût buyurdu; ona cevâp vermedi. Biraz arası geçince o adam tekrar gelerek: — Yâ Resûlallah! Sana sorduğum başıma geldi; dedi. Bunun üzerine (azze ve celle) Sûre-i Nûr'daki şu; Karılarına iftira atanlar... âyetlerini indirdi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bunları o zâta okudu, kendisine va'zu nasihatte bulundu. Dünya azabının âhiret azabından ehven olduğunu ona haber verdi. Adam — Hayır! Seni hak (din) ile gönderen Allah'a yemin olsun ki, karıma iftira etmedim; dedi. Sonra kadını çağırdı. Ona da va'zu nasihatte bulundu; ve dünyâ azabının âhiret azabından ehven olduğunu haber verdi. Kadın: — Hayır! Seni hak (dîn) ile gönderen Allah'a yemîn ederim ki, bu adam hakîkaten yalancıdır; dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) (liâna) erkekten başladı. Ve adam kendisinin cidden doğru söyleyenlerden olduğuna dört defa Allah'a şehâdet etti. Beşinci şehâdet: Eğer yalancilardansa Allah'ın laneti kendi üzerine olması idi. Sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bunları kadına tekrarlattı. O da: Adamm cidden yalancılardan olduğuna dört defa Allah'a şehâdet etti. Beşincisi de: Şayet kocası doğru söyleyenlerdense Allah'ın gazabı kendi üzerine olması idi, Müteakiben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onları birbirinden ayırdı. 3820- Bana bu hadîsi Aliy b. Hucres-Sa'dî de rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Îsâ b. Yûnus rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdülmelik b. Süleyman rivâyet etti. (Dedi ki): Ben Saîd b. Cübeyr'den dinledim. Şunları söyledi: Mus'ab b. Zübeyr zamanında bana liân yapanların hükmü soruldu. Ben ne diyeceğimi bilemedim. Bunun üzerine Abdullah b. Ömer'e gelerek: Ne dersin, liân yapanların araları ayrılır mı? diye sordum... Bundan sonra râvi, İbn Nümeyr hadîsi gibi rivâyette bulunmuştur. 3821- Bize Yahya b. Yahya ile Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ve 2ü-heyr b. Harb rivâyet ettiler. Lâfız Yahya'nındır. Yahya (Bize haber verdi) tâbirini kullandı. Ötekiler: (Bize Süfyân b. Uyeyne rivâyet etti) dediler Süfyan, Amr'dan, o da Saîd b. Cübeyr'den, o da İbn Ömer'den naklen rivâyet etmiş. İbn Ömer şunu söylemiş: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) liân yapanlara: «Hesabınız Allah'a kalmıştır. Biriniz yalancıdır. Senin İfân yapmak için bir delilin yoktur.» buyurdu. Erkek: — Ya Resûlallah ! Malım ne olacak? dedi. «Sana mal yoktur. Eğer kadın aleyhinde doğru söyledi isen; mal, fercinin sana helâl olmasına tekabül eder. Yafan söyledi isen bu mal talebi senin için ondan daha uzaktır.» buyurdular. Züheyr kendi rivâyetinde şöyle dedi: «Bize Süfyân, Amr'dan naklen rivâyet etti. Amr, Saîd b. Cübeyr'i şunu söylerken işitmiş: Ben İbnİ Ömer'i: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu; derken işittim.» 3822- Bana Ebû'r-Rabî'ez-Zehrânî rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Hammâd, Eyyûb'dan, o da Saîd b. Cübeyr'den, o da İbn Ömer'den naklen rivâyet etti, İbn Ömer şunu söylemiş: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Benî Aclân'dan iki kişinin ara-sini ayırdı; ve: «Allah biliyor ki, ikinizden biri yalancıdır; tevbe edeniniz var mı?» buyurdular. 3823- Bize bu hadîsi İbn Ebî Ömer de rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân, Eyyûb'dan rivâyet etti. Eyyûb Saîd b. Cübeyr'den dinlemiş. Saîd: Ben İbn Ömer'e liânı sordum... diyerek Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen yukarıki hadîsin mislini söylemiş. 3824- Bize Ebû Gassân El-Mismaî ile Muhammed b. Müsennâ ve İbn Beşşâr rivâyet ettiler. Lâfız Mismaî ile İbn Müsennâ'nındir. (Dediler ki): Bize Muâz yani İbn Hîşâm rivâyet etti. (Dedi ki): Bana babam, Katâde'den, o da Azra'dan, o da Saîd b. Cübeyr'den naklen rivâyet etti. Saîd şunu söylemiş: Mus'ab liânciların aralarını ayırmadı. Bilâhare bu mesele Abdullah b. Ömer'e söylendi de: — Nebiyyullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Benî Aclân'a mensûb karı kocanın arasını ayırdı; dedi. Bu hadîsin bâzı rivâyetlerini Buhârî «Talâk» bahsinin birkaç yerinde; Ebû Dâvûd ile Nesâî dahi «Talâk» bahsinde muhtelif râvilerden taline etmişlerdir. İbn Ömer (radıyallahü anh)'nın birinci rivâyetinde liânın hangi sözlerle yapıldığı bildirilmektedir. Ulemâ liânın aynen bu lâfızlarla yapılacağı hususunda müttefiktirler. «Hesabınız Allah'a kalmıştır; biriniz yalancıdır.» cümlesi hakkında Kâdî Iy âz şunları söylemiştir: «Zahirine bakılırsa Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sözü liân yapıldıktan sonra söylemiştir. Maksad: Yalan söyleyen tarafa tevbe lâzım geldiğini bildirmektir. Davûdî: Bunu Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kan kocayı vaz geçirmek için Hândan evvel söylemiştir; demiştir. Ama birinci kavl daha zahir ve sözün siyakına daha uygundur. Bu sözde: (ehad) lâfzı yalnız nefîde kullanılır diyen nahv ulemâsına ve keza: Bu kelimenin ancak tavsif için kullanıldığını, şahıs yerinde kullanılamayacağını söyleyenlere red cevâbı vardır. Filhakika bu hadîste (ehad) kelimesi nefî ve tavsif de değil, bir şahıs yerinde kullanılmıştır. Nahv İmâmlarından El-Müberred bunu tecviz etmiştir...» Hadîste zikri geçen maldan murâd: Mehirdir. Liân yapan erkek karısına verdiği mehri ondan almak istemiş; fakat Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunun mümkün olmadığını bildirmiş ve doğru söylediysen yani kadın zina etti ise, senden aldığı mehir mukabilinde sen de onunla cinsî münâsebette bulundun ve hakkını aldın; yalan söylediysen ondan mehir istemeğe hiç de hakkın kalmaz; çünkü hem namusuna dil uzatmakla, hem de senden aldığı hakkını elinden almakla ona zulmetmiş olursun; demek istemiştir. Beni Aclân’ın iki kardeşinden murâd: Eenî Aclân kabilesine mensûb karı koca yani Uveymir kıssasıdır. İbarede taglîb tarikiyle kız kardeşe kardeş denilmiştir. Araplar bir kişiyi ifâde etmek İçin kardeş tâbirini kullanırlar; «Benî Temîm'in kardeşi» derler; bundan «Benî Temîmli bir adam» mânâsını kasdederler. 3825- Bize Saîd b. Mansûr ile Kuteybe b. Saîd rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize Mâlik rivâyet etti. H. Yahya b. Yahya da rivâyet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki): Mâlik'e hitaben: Sana Nâfi’, İbn Ömer'den naklen: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) devrinde bir adamın karısı ile liân yaptığını; bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in onları birbirinden ayırarak çocuğu annesine ilhak ettiğini rivâyet etti mi? diye sordum. Mâlik: — Evet, cevâbını verdi. 3826- Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Üsâme rivâyet etti. H. Bize İbn Nümeyr de rivâyet etti. (Dedi ki): Bize babam rivâyet etti. Her iki râvi (Demişler ki): Bize Ubeydullah, Nâfi'den, o da İbn Ömer'den naklen rivâyette bulundu. İbn Ömer Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ensâr'dan bir zâtla karısının arasında liân yaptı; ve aralarını ayırdı. 3827- Bize bu hadîsi Muhammed b. Müsennâ ile Ubeydullah b. Saîd de rivâyet ettiler. (Dediler ki): Bize Yahya yani el-Kattân, Ubeydullâh’dan bu isnadla rivâyette bulundu. Bu rivâyeti Buhârî «Talâk» ve «Ferâiz» bahislerinde; Ebû Dâvûd, Nesâî ve İbn Mâce «Talâk»da; Tirmizî «Nikâh» bahsinde tahric etmişlerdir. Buhârî şârihi Aynî'ye göre Ensâr'dan liân yapan zât Hilâl b. Ümeyye'dir. Bu zâta âid rivâyet, Bâbımızda az sonra görülecektir. İbn Abbâs (radıyallahü anh)'dan rivâyet olunan bir hadîste: Hilal b. Ümeyye karısına zinâ isnadında bulununca kendisine: Val-üi (sallallahü aleyhi ve sellem) sana seksen dayak vurur; deümü biliyor; cevabını verdi. Bunun üzerine mübâane âyeti nâzil oldu.» denilmiştir. Mamafih bu rivâyet Uveymir-i Aclânîye âid de olabilir; çünkü o da Ensârdandır. Hadîs-i şerif «liân ancak hâkimin kan kocayı birbirinden ayırma-siyle tamam olur.» diyen Hanefîler'e kuvvetli bir delildir. Bu bâbtaki ihtilâfı az yukarıda görmüştük. Bundan maada liânın meşruiyetine ve doğacak çocuğun nesebinin annesinden sabit olacağına da delildir. Erkek karısının hamli için: «Bu benden değildir.» dedi mi artık çocuğun nesebi ondan sabit olmaz; annesine nisbet edilir. Mîras dahi anne ile oğlu arasında cereyan eder. Mezhep İmâmları ile cumhûrun kavilleri bu olduğunu dahi yukarıda görmüştük. Tahâvî: «Bir takım ulemâ: Erkek karısının çocuğunu nefî etmekle çocuk onun olmaktan çıkmaz; bundan dolayı kendisine liân da yapılmaz; demişlerdir.» diyor. Tahâvî'nin işaret ettiği zevat; «Şa'bî ile Muhammed b. Ebî Zi'b ve bâzı Medine ulemâsıdır. Burada ikinci bir ihtilâf daha vardır. Hanefîler'e göre çocuk hakkındaki kazif doğum esnasında yahut doğumdan bir iki gün sonra yani âdet vecihle çocuğun tebrik edildiği ve onun ihtiyacâtı için öte beri satın alındığı günlerde yapılırsa sahihtir. Ondan sonra yapılan nefye itibâr yoktur. İmâm A'zam bu' hususta vakit ta'yin etmemiştir. Yalnız bir rivâyete göre yedi gün ta'yîn ettiği söylenir. İmâm Ebû Yûsuf ile İmâm Muhammed'e göre çocuk kırk gün zarfında nefî edilebilir. İmâm Şafiî: «Çocuk doğar doğmaz nefî edilirse sahihtir; daha sonra nefî caiz olmaz.» demiştir. 3828- Bize Züheyr b. Harb ile Osman b. Ebî Şeybe ve İshâk b. İbrahim rivâyet ettiler. Lâfız Züheyr'indir. İshâk (Bize haber verdi) ifâdesini kullandı. Ötekiler: Bize Cerîr. Âmeş'den, o da İbrahim'den, o da Alkame'den, o da Abdullah'dan naklen rivâyet etti; dediler. Abdullah Şöyle dedi: Bir cuma gecesi mescidde idik. Ansızın Ensârdan bir adam çıkageldi ve: — Şayet bir adam karığının yanında birini bulur da lâf söylerse ona dayak vurur; öldürürse siz de kendisini (kısâsen) öldürür müsünüz? Yoksa susarsa pür gazab mı susar? Vallahi ben bunu mutlaka Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e soracağım! dedi. Ertesi gün Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelerek sordu; ve: — Şayet bir adam karısının yanında birini bulur da lâf söylerse ona dayak vurur; öldürürse siz de kendisini (kısaşen) Öldürür müsünüz; yoksa susarsa pür gazab mı susar? dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Allahım, beyân buyur!» dedi. (Böylece) dua etmeğe başladı. Nihayet liân âyeti (yani): "Karılarına İftira atıp da kendilerinden başka şahidleri olmayanlar..." âyetleri indi. Müteakiben halk arasında bu iş o adamın başına geldi de; hem kendisi hem karısı Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) gelerek lânetleştiler. (Evvelâ) erkek: Kendinin hakikaten doğru söyleyenlerden olduğuna Allah'a dört defa şehâdette bulundu. Sonra beşincide: Eğer yalancılardansa Allah'ın laneti kendi üzerine olması lanetini yaptı. Arkasından kadın liân yapmağa kalktı. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: «Vaz geç!» buyurdu. Fakat kadın razı olmadı; ve liân yaptı. Onlar dönüp gittikten sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) . «Umulur ki bu kadın kara, cılız bir çocuk doğurur.» buyurdular. Müteakiben kadın kara, cılız bir çocuk doğurdu. 3829- Bize bu hadîsi İshâk b. İbrâhîm de rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Îsâ b. Yûnus haber verdi. H. Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe dahi rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abde b. Süleyman rivâyet etti. Bu râviler hep birden A'meş'den bu isnâdla bu hadîsin benzerini rivâyet etmişlerdir. Bu rivâyet, bundan evvelkini tefsir etmektedir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ; «Allahım, beyân buyur!» diye dua etmesi, o âna kadar Han hakkında henüz âyet inmediğini gösterir. Bu cümle ile Allah'dan bu mesele hakkında hüküm indirmesini niyaz etmiş, arkasından liân âyetleri inmiştir. Herevî'nin beyânına göre ca'd: Erkekler hakkında kullanılan sıfatlardandır; ve yerine göre hem medh hem zemm ifâde eder. Medh için kullanılırsa iki mânâsı vardır. Birinci mânâsı etli; güçlü kuvvetli; ikincisi: kıvırcık saçlı demektir. Çünkü düz saç ekseriyetle Arap olmayan milletlerde bulunur. Zemm için dahi biri: kısa, mütereddit, diğeri: cimri olmak üzere iki mânâda kullanılır. 3830- Bize Muhammed b. Müsemıâ rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdülâlâ rivâyet etti, (Dedi ki): Bize Hişâm, Muhammed'den naklen rivâyette bulundu. (Dedi ki): Bu işten malûmatı olduğunu zannederek Enes b. Mâlik'e sordum da şunu söyledi. Hilâl b. Ümeyye karısına şerik b. Sehmâ ile zinâ isnadında bulundu. Şerik, Berâ' b. Mâlik'in anne bir kardeşi olup İslâm'da ilk liân yapan adamdı. Hilâl karısı ile lânetleşti. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Kadını gözetleyin! Eğer beyaz (tenli), düz saçlı, bozuk gözlü bir çocuk doğurursa, çocuk Hilâl b. Umeyye'ye; sürmeli gözlü, cılız, İnce baldırlı doğurursa şerik b. Sehma'ya âirtir.» buyurdu. Bilâhare haber aidim ki, kadın sürmeli gözlü, cıliz, ince baldırlı bir çocuk doğurmuş. Hilâl b. Ümeyye hadisini Hazret-i İbn Abbâs'dan, Buhârî: «Tefsir», «Talâk» ve «Şehâdât» bahislerinde; Ebû Dâvûd «Talâk»da; Tirmizî «Tefsîr» ve «Talâk» bahislerinde muhtelif lâfızlarla Muhammed b. Beşşâr'dan tahric etmişlerdir Hazret-i Hilâl Ensârdandır. Evvelce müslürnan olmuş; Bedir ve Uhud gazalarına iştirak etmiştir. Tebûk gazasına gitmeyen, fakat sonra da afva mazhar olan üç kişiden biridir. Mukaatil'in beyânına göre karısının ismi Havle binti Kays fdır. Havle binti Âsim olduğunu söyleyenler de vardır. O da Ensârdandır. Şerîk b. Sehmâ: Sahabeden olup Âsim b. Adiyy'in amcası oğlu ve Berâ'b. Mâlik'in anne bir kardeşidir. Ensârın müttefiklerindendi. Sehmâ annesinin lâkabıdır. İsmi Leb îbe binti Abdiilah'dır. Babasının adı da Abede b. Muattib'dir. Şerîk'in Yahûdi olduğunu söyleyenler de bulunmuşsa da Kâdî îyâz bu iddianın bâtıl olduğunu bildirmiştir. Bu hadîsi Ebû Dâvûd, biri Muhammed b. Beş-şar. diğeri Hasan b. Alî'den olmak üzere iki tarîkten rivâyet etmiştir. Bu bâbtakî rivâyetlerin mecmuundan anlaşıldığına göre Hilâl b. Ümeyye kıssası şöyle cereyan etmiştir: Hazret-i Hilâl tarlasından yatsı zamanı evine dönmüş; ve karısını Şerîk ile zina ederken gözü ile görmüş; kulağı ile işitmiş. Fakat ses çıkarmamış. Sabah olunca Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve SeîkmS'e giderek hâdiseyi anlatmış. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu haberden hoşlanmamış. Hilâl'e: «Yâ beyyîne getirirsin yahut sırtına dayak vurulur!» demiş. Hilâl buna mukabeleten: — Seni hak dinle gönderen Allah'a yemîn ederim ki, ben doğruyu söyledim. Allah elbette benim sırtımı dayaktan kurtaracak bir hüküm indirecektir; demiş. Bunun üzerine Cebrail (aleyhisselâm) inerek lîân âyetlerini getirmiş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den vakî Kâîe geçince Hazret-i Hilâl'e: «Müjde yâ Hilâl! Allah sana ferahlık ve akar yol halk etti.» buyurarak inen âyetleri kendisine okumuş. Hilâl: — Ben zâten Rabbimden bunu bekliyordum; demiş. Sonra Hilâî'in karısına haber göndermişler. Kadın gelince Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) âyetleri ona da okumuş; ve âhîret azabının dünya azabından daha şiddetli olduğu ikisine de hatırlatarak nasihatlerde bulunmuş. Hilâl: — Vallahi bu kadın hakkında ben doğruyu söyledim; demiş. Kadın ise kocasının yalan söylediğini iddia etmiş. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Bunların arasında liân yapın!» buyurmuşlar. Evvelâ Hilâl'den şehâ-det istenmiş. Hilâl doğru söylediğine dört defa şehâdette bulunmuş. Be Şİnciye sıra gelince; Hüâl'e: Yâ Hilâl! Allah'dan kork, çünkü dünya azâbı âhiret azabından ehvendir; bu şehâdet sana azabı icâb eder; demişler. Hilâl: — Vallahi bundan dolayı Allah bana hadd vurdurmadığı gibi, beni azâb da etmez; diyerek beşinci şehâdetini de yapmış. Arkasından kadına: Sen de şehâdet getir; demişler. O da kocasının yalancı olduğuna dört defa şehâdette bulunmuş. Beşinciye sıra gelince, ona da kocasına yapılan telkînât yapılmış. Kadın bir an durakladıktan sonra: — Vallahi ben kavmimi kepaze edemem; diyerek beşinci şehâdetini getirmiş. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onları birbirlerinden ayırmış; ve çocuğun bundan böyle baba adı ile çağırlmamasına, kadına ve çocuğuna kimsenin dil uzatıp isnâdda bulunmamasına; bu gibi hareketlerde bulunanlara hadd vurulacağına, kan koca boşanmadan birbirinden ayrıldıkları için kadına mesken ve nafaka verilemeyeceğine hüküm buyurmuş. Çocuk sarışın, çantıları çıkık, kanbur ve ince baldirlı doğarsa Hilâl'e; esmer, kıvırcık saçlı, dolgun vücutlu, kalın baldırlı, düzgün çantılı doğarsa maznuna yani Şerîk'e âid olacağını bildirmiş. Neticede kadın Şerîk'e benzeyen bir çocuk doğurmuş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu haber alınca: «Ah şu yeminler olmasaydı ben bu kadına yapacağımı bilirdim.» demiş. İkrime'nin beyanına göre doğan çocuk sonra Mısır'a vâlî olmuş. Liân âyetlerinin sebeb-i nüzulü'hakkında ulemâ ihtilâf etmişlerdir. Bazıları Uveymir-i Aclânî hakkında nâzil olduğunu söylemişlerdir. Delilleri: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Hazret-i Uveymir'e daha önceden: «Seninle refikan hakkında Allah âyet indirdi.» buyurmasıdır. Cumhûru ulemâya göre liân âyetleri Hilâl b. Ümeyye kıssası için nâzil olmuştur. Çünkü Bâbımız hadîsinde Hazret-i Hilâl için: «İslâmda ilk liân yapan adamdı.» denilmiştir. Şâfiîler'den Mârûdî: «Bu iki zât hakkında nakiller birbirine benzer ve karışıktır» demiş; İbn Sabbâğ ise Hilâl kıssasının âyetin onun hakkında indiğine delâlet ettiğini söyledikten sonra: «Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Uveymîr'e: «Seninle refikan hakkında Allah âyet İndirdi.» buyurmasının mânâsı: Hilâl kıssası için indirilen âyetler demektir. Zîra bunların hükümleri bütün müslümanlara âmm ve şâmildir. Nevevî'ye göre her ikisi için birden inmiş olabilir. İkisi de aynı meseleyi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e yakın zamanlarda sormuşlardır. Evvelâ Hilâ1 sormuşsa da aralan yakın olduğu için âyetler ikisi hakkında nâzil olmuştur, denilebilir. Hüküm itibariyle bu rivâyet de yukarıkiler gibidir. 3831- Bize ikisi de Mısırlı olan Muhammed b. Rurah b. Muhacir ile Îsâ b. Hammâd rivâyet ettiler. Lâfız İbn Rumh'undur. (Dediler ki): Bize Leys, Yahya b. Saîd'den, o da Abdurrahmân b. Kâsım'den, o da Kâsım b. Muhammed'den, o da İbn Abbâs'dan naklen onun şöyle dediğini haber verdi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanında lânetleşmenin lâfo oldu da Âsim b. Adiy bu hususta bir söz söyledi. Sonra kalkıp gitti. Derken ona kavminden bir adam gelerek, karısiyle bir adam tuttuğunu şikâyet etmiş. Bunun üzerine Asım: — Ben buna ancak kendi sözümden dolayı mübtelâ oldum, diyerek o zâtı Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e götürmüş. Gelen zât karısını ne vaziyette bulduğunu ona da haber vermiş. Bu zât sapsarı, etsiz, düz saçlı imiş. Karısının yanında bulduğunu iddia ettiği şahıs ise dolgun bacaklı, esmer ve etli bir adammış. Bu haber üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Allahım, beyân buyur!» diye duâ etmiş. Binnetice kadın, kocasının onun yanında bulduğunu söylediği adama benzeyen bir çocuk doğurmuş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'de aralarında liân yapmış. Mecliste bulunan bir adam İbn Abbâs'a: Hakkında Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in: «Bir kimseyi şâhidsiz recmetseydim, bu kadını recmederdim!» buyurduğu kadın bu mudur? diye sordu. İbn Abbâs: — Hayır, o İslâm'da aşikâr kötülük işleyen bir kadındı.» cevâbını verdi. 3832- Bu hadîsi bana Ahmed b. Yusuf el-Ezdî de rivâyet etti. (Dedi ki) ; Bize İsmail b. Ebî Üveys rivâyet etti. (Dedi ki): Bana Süleyman yani İbn Bilâl Yahya'dan naklen rivâyet etti. (Dedi ki): Bana Abdurrahmân b. Kâsım, Kâsım b. Muhammed'den, o da İbn Abbâs'dan naklen rivâyette bulundu ki, İbn Abbâs: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanında, liân yapanların lâfı geçtî» demîş, Râvî, Leys hadîsi gibi rivâyette bulunmuş; bu hadîste: etli...» tâbirinden sonra: «cılız, kısa kıvırcık saçlı» ifâdesini ziyâde etmiştir. 3833- Bize Amru'n-Nâkid ile İbn Ebî Ömer rivâyet ettiler. Lâfız Amr'îndır. (Dediler ki): Bize Süfyân b. Uyeyne, Ebû'z-Zinâd'dan, o da Kâsım b. Muhammed'den naklen rivâyette bulundu. (Dedi ki): Abdullah b. Şeddâd şunu söyledi: İbn Abbâs’ın yanında, liân yapanların lâfı geçti de İbn Şeddâd: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in haklarında: «Bir kimseyi şâhidsiz recmetseydim mutlaka bu kadını recmederdim!» buyurduğu kimseler bunlar mı? diye sordu. İbn Abbâs: — Hayır, o aşikâr yapardı; cevâbını verdi. İbn Ebî Ömer. Kâsım b. Muhammed'den rivâyetinde: « Dedi ki: Ben İbn Abbâs'dan dinledim.» ifadesini kullandı. Bu rivâyetler Uveymir-i Aclânî kıssasına aittir. Âsım'a gelen zât Uveymir'dir. Buradaki İbn Abbâs rivâyetini Buhârî «Şehâdet», «Muharibin», «Tefsir» bahislerinde ve Talâk»ın bir-iki yerinde, Nesâî «Talâk»ın bir-iki yerinde ve «Recm»de muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir. Âsim b. Adiys Uveymir'in kabilesindendir. Bu zât Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanında ileri geri söylenmiş: «Ben refikamın yanında bir adam bulursam mutlaka kılıçla boynunu vururum!» demişti. Sonra Allahü teâlâ bu husustaki hükmünü göstermek ve câhili-yet âdetini kaldırmak için, karı dökmenin hod behod değil, ancak Allah'ın hükmü ile caiz olacağını kendisine öğretmek üzere onu kendi kabilesinden Uveymir hadisesiyle ibtilâ etmiştir. Bâbımızın ilk hadîsinde Uveymir (radıyallahü anh)'ın: «Şunu benim için yâ Âsim! Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e soruver!» diye hitâb ettiği Âsim bu zâttır. İbn Abbâs (radıyallahü anh)'a mecliste suâl soran zât Abdullah b. Şeddâd'dır. Nitekim müteâkıb rivâyette ismi tasrîh edilmiştir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in: «Bir kimseyi şahidsiz recmetsem, mutlaka bu kadını recmederdim!» sözünden muradı Hazret-i Uveymir'in karısıdır. Yani kadını recmetmeyip liânla iktifa buyurması, recm şâhidsiz yapılamadığı içindir. İbn Abbâs (radıyallahü anh): «Hayır! O İslâm'da aşikâr kötülük işleyen bir kadındı» cevâbı ile bu kadına işaret etmiştir. Kötülükten murâd zinadır. Aynî'nin kavli budur. Bu takdirde ibaredeki «la» ziyade ve te'kîd için olsa gerektir. Nevevî ise: «İbn Abbâs bu hadîsi: İslâmiyet devrinde aşikâr kötülük yapan bir kadındı diye tefsir etmiştir.» demektedir. 3834- Bize Kuteybe b. Saîd rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Abdülazîz yani Derâverdî, Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti ki, Sa'd b. Ubadetel-Ensârî: — Yâ Resûlallahî Ne buyurursun, karısının yanında bir adam bulan kimse onu öldürebilir mi? diye sormuş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Hayır!» cevâbını vermiş. Sa'd: — Sana hak (din) ile ikram eyleyen Allah'a yemîn ederim ki, bilâkis evet! demiş. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ; «Efendinizin söylediğine kulak verin!» buyurmuşlar. 3835- Bana Züheyr b. Harb rivâyet etti. (Dedi ki): Bana İs-hâk b. Îsâ rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Mâlik, Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti ki, Sa'd b. Ubâde: — Yâ Resûlallah! Refikamın yanında bir adam bulursam dört şâhid getirinceye kadar ona mühlet verecekmiyim? diye sormuş. O da: «Evet!» cevâbını vermiş. 3836- Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Hâlid b. Mahled, Süleyman b. Bilâl'den naklen rivâyet etti. (Dedi ki) ; Bana Süheyî, babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyette bulundu. Ebû Hüreyre şöyle dedi: Sa'd b. Ubâde: — Ya Resûlallah! Refikamın yanında bir adam bulsam, dört şâhid getirinceye kadar ona dokunmayacak mıyım? diye sordu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Evet!» cevâbını verdi. Sa'd: — Asla olamaz! Seni hak (dîn) ile gönderen Allah'a yemin ederim ki, ben onu bundan Önce mutlaka kılıçla tepeleyiveririm! dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Efendinizin söylediğine kulak verin! O hakîkaten gayurdur; ama ben ondan daha gayurum; Allah da benden daha gayurdur.» buyurdular. 3837- Bana Ubeydullah b. Amr el-Kavârîrî ile Ebû Kâmil Fu-dayl b. Hüseyn el-Cahderî rivâyet ettiler. Lâfız Ebû Kâmil'indir. (Dediler ki): Bize Ebû Avâne, Abdülmelik b. Umeyrden, o da Muğîre'nin kâtibi Verrâd'dan, o da Muğîre b. Şu'be'den naklen rivâyet etti. (Dedi ki): Sa'd b. Ubâde: Ben refikamın yanında bir adam görürsem onu mutlaka ters tarafını çevirmeden kılıçla vururum; dedi. Bu söz Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in kulağına vardı. Bunun üzerine: «Siz Sa'd'ın gayretine şaşıyor musunuz? Vallahi ben ondan daha gayurum; Allah da benden daha gayurdur. Gayretinden dolayıdır ki, Allah kötülüklerin aşikârını gizlisini haram kılmıştır. Allah'don daha gayur hiç bir şahıs yoktur. D'zür Allah'a olduğundan fazîa hiç bir kimseye makbul olamaz. Bundan dolayıdır ki, Allah Peygamberleri müjdeci ve korkutucu olarak göndermiştir. Allah'tan başka hiç bir kimseye tr.edh daha makbul değildir. Bundan dolayıdır ki, Allah cenneti va'd etmiştir.» buyurdular. 3838- Bize bu hadîsi Ebû Bekr b. Ebi Şeybe de rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Hüseyn b. Aliy, Zâide'den, o da Abdülmelik b. Umeyr'den bu isnâdla bu hadisin mislini rivâyet etti. O demiş; dememiştir. Bu hadîsi Buhârî «Nikâh», «Muharibin» ve «Tevhîd» bahislerinde tahrîc etmiştir. Sa'd b. Ubâde (radıyallahü anh) Hazrec kabilesinin reîsi idi. Mârüdî ve diğer ulemânın beyanlarına göre Hazret-i Sa'd’ın kâhiren Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e i'tirâz gibi görünen sözleri, hakîkatta i'tirâz ve muhalefet değil, âdeti ifâde ve ihbardır. Karısını yabancı bir erkekle münasebet halinde gören kimseyi birden gazab ve hiddet kaplar; ve onu derhal öldürür. Bu hususta Allah âsî olup olmayacağını düşünmez. İşte Sa'd (radıyallahü anh) bu hâli anlatmak istemiştir. Seyyid: Enbârî ve diğer bâzılarına göre, şeref ve fazilette kavminden üstün olan kimsedir. Bu kelime, halım selîm, güzel huylu ve reîs mânâlarına da gelir. Gayur: Gayretli demektir. Gayret: Esasen menetmek mânâsına gelir. Karısını başkasına bakmak, konuşmak ve emsali alâkalardan men' eden erkeğe Araplar gayur derler. Türkçemizde buna kıskançlık denir; burada ondan murâd: Hamiyyet ve izzet-i nefistir. Gayret bir kemal sıfatıdır. Onun için Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Sa'd'in gayur olduğunu, kendisinin Sa'd'dan daha gayur, Allah'ın ondan da gayur olduğunu haber vermiş; müteâkıb rivâyette bu ifâdeden sonra: «Gayretinden dolayıdır ki, Allah kötülüklerin aşikârını gizlisini haram kılmıştır.» buyurarak gayretullahdan murâd ne olduğunu tefsir ve îzâh etmiştir. Yalnız insan gayretinde insan hâlinin değişmesi ve ıztırâb gibi şeyler vardır. Bunlar Teâlâ Hazretleri hakkında müstehîl yani imkânsızdır. Kâdî Iyâz; gayreti şöyle îzâh etmiştir: «Gayret, ihtisas ifade eden bir şeyde ortak bulunmak sebebiyle kalbin değişmesinden ve gazabın heyecana gelmesinden alınmadır. Bu en ziyâde karı koca arasında olur. Kötülüklerden murâd: Kavli, fi'lî bütün çirkin hasletlerdir. Mücâhid'e göre aşikâr kötülük annelerle evlenmektir. Câhiliyyet devrinde anne ile evlenmek âdetti. Gizli kötülük de zinadır. Hazret-i Sa'd'm: «Ters tarafını çevirmeden kılıçla vururum.» sözü: «keskin tarafı ile vurur da'öldürürüm» manasınadır. Hadîsin buradaki rivâyetinde Allahü teâlâ hakkında «Şahıs» kelimesi kullanılmış ve: «Allah'dan daha gayur hiç bir şahıs yoktur.» buyurulmuştur. İbn Mes'ûd (radıyallahü anh) rivâyetinde bunun yerine «Ebad» yani hiç bir münferid şey denilerek şahıstan muradın «tek bir şey» demek olduğu beyân edilmiştir. Bir rivâyette: «Allah'dan daha gayur hîç bir şey yoktur.» denilmiştir. Ulemâ buradaki (şahıs) kelimesi üzerinde bir hayli söz etmişlerdir. Kur tubî: «Şahıs kelimesi lügatte esâs itibariyle insan eti ve cismi mânâsına vaz' edilmiş; ama görünen her şey hakkında kullanılmıştır. Bir şey görünürse onun hakkında: derler. Bu mânâ Allah hakkında muhaldir.» diyor. Dâvûdî bu kelimenin Pey-gamlıer (sallallahü aleyhi ve sellem)’e muttasıl olarak rivâyet edilmediğini: ümmetin, bu gibi hadîsleri kabul ile telâkki etmediğini, amel için zaruret olmayan hükümlerde böyle şeylerden sakınılması gerektiğini söylemiş; Hattâbî sözü daha da uzatarak şu beyanda bulunmuştur: «Allah'ın sıfatları hakkında (şahıs) kelimesini kullanmak caiz değildir. Çünkü şahıs ancak mürekkeb cisimden meydana gelir. Bu kelime sahih olmayıp râvi tarafından yapılan bir tashîf olsa gerektir. Birçok râviler hadîsi mânâ itibariyle rivâyet ederler. Râvilerin hepsi fakîh değildir. Bâzı râvilerin sözlerinde boş ve saçma şeyler vardır. Tabiînin büyüklerinden biri: Rabbimiz ne güzel kişidir; ona itaat edersek bize karşı gelmez; demiştir. Halbuki (kişi) lâfzı ancak insanlar hakkında kullanılır. Bu zât sözü gelişi güzel salıvermiştir. Şahıs tâbiri dahi bu kabilden olacaktır. Fesadçılar bu kelimeyi birkaç vecihden dile dolamışlardır. Evvelâ: Lâfız ancak işitmekle sabit olur; derler. Sonra: Bu lâfzın kabul edilmediğine icmâ ı ümmet bulunduğunu ileri sürerler. Bir de: Bu kelimenin mânâsı: Mürekkeb cisim olmayı icâb eder; binâenaleyh Allah hakkında kullanılamaz; Cehmiye taifesi Allah'ın cisim olduğuna kail bulundukları halde onlar bile Allah hakkında (şahıs) kelimesinin kullanılamayacağını söylemişlerdir. Bu da arzettiğimiz vecihle icmâın bu kelimeyi Allah'ın sıfatı hakkında kabul etmediğini gösterir; derler.» Hâsılı hadîsteki (şahıs) kelimesi hiç bir şey mânâsına istiaredir. Bazıları bu cümlenin: «Hiç bir şahsın Allah'dan daha gayur olması doğru değildir. Bu tasavvur bile olunamaz.» mânâsına geldiğini söylemiş: «Şu hâlde insan Allah'ın kullarına yaptığı muameleden edeb örneği almalıdır. Allah kullarına hak ettikleri cezayı hemen vermemiş; onları cezalandır-mazdan evvel defalarca inzâr etmiş; azabı ile korkutmuş; kendilerine mühlet vermiştir. Kula yaraşan da hakkı yokken vurup öldürme gibi şeylere atılmamaktır...» demişlerdir. «Özür, Allah'a olduğundan fazla hiç bir kimseye makbul olamaz!» cümlesindeki özürden murâd: Nevevî'ye göre i'zâr yani ceza vermeden evvel inzâr ve tehdidde bulunmaktır. Teâlâ Hazretleri Peygamberleri bunun için göndermiştir. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de: «Peygamber göndermedikçe (kimseyi) azâb edecek değiliz!» buyuruîmuştur. Kirmânî buradaki özürden, hüccet kasdedildiğini söylemiş; «Tevdîh» sahibi ise: «Özür: tevbe ve tevbeyi kabuldür.» demiştir. Nevevî'nin beyânına göre: «Bundan dolayıdır ki, Allah cenneti va'd etmiştir.» cümlesinin mânâsı: Allah cenneti va'dederek kullarını onu kazanmağa teşvik buyurun-ca kulların cenneti istemeleri, Allah'a hamdü senaları artmıştır; demektir. İbn Battal: «Allah'ın kullarından, ibâdet, lâyık olmadığı sıfatlardan tenzih ve hamdü senada bulunmak suretiyle kendisini med-hetmelerini dilemesi, bu tâatler mukabilinde onları mükâfatlandırmak içindir.» demiştir. 3839- Bize bu hadîsi Kuteybe b. Saîd ile Ebû Bekr b. Ebî Şeybe, Amru'n-Nâkıd ve Züheyr b. Harb rivâyet ettiler. Lâfız Kuteybe'-nindir. (Dediler ki): Bize Süfyân b. Uyeyne, Zührî'den, o da Saîd b. Müseyyib'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyette bulundu. (Şöyle dedi) ; Benî Fezâre kabilesinden bir adam Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelerek: Karım siyah bir oğlan doğurdu; dedi. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): «Senin develerin var mı?» diye sordu. Adam: — Evet, cevâbını verdi. «Renkleri nedir?» dedi. Adam: — Kırmızı! cevâbmı verdi. «İçlerinde boz renklileri var mı?» diye sordu. Adam: — Hakîkaten içlerinde boz olanları var; dedi. «Peki, bu onlara nereden geldi?» buyurdu. Adam: — Belki damar çekmiştir; dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Bunu da belki damar çekmişti;-.» buyurdular. 3840- Bize İshâk b. İbrahim ile Muhammed b. Râfi' ve Abd b. Humeyd rivâyet ettiler. İbn Râfi': (Bize rivâyet etti.) tâbirini kullandı. Ötekiler: Bize Abdürrezzâk haber verdi; dediler. Abdürrezzâk: Bize Ma'mer haber verdi; demiş. H. Bize İbn Râfi' de rivâyet etti. (Dedi ki): Bize İbn Ebî Füdeyk rivâyet etti. (Dedi ki): Bize İbn Ebî Zi'b haber verdi. Bu râviler hep birden Zührî'den bu isnâdla, İbn Uyeyne hadîsi gibi rivâyette bulunmuşlardır. Şu kadar var ki, Ma'mer'in hadîsinde: «Yâ Resûlallah, karım siyah bir oğlan doğurdu; dedi. Halbuki o anda kendisi çocuğu nefyetmeye çalışıyordu.» ifâdesi bulunmaktadır. Hadîsin sonuna da: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona çocuğu kendinden nefî için ruhsat vermedi.» cümlesini ziyâde etmiştir. 3841- Bana Ebû't-Tâhîr ile Harmele b. Yahya rivâyet ettiler. Lâfız Harmele'nindir. (Dediler ki): Bize İbn Vehb haber verdi. (Dedi ki): Bana Yûnus, İbn Şihab'dan, o da Ebû Seleme b. Abdirrahmân'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi ki: Bedevinin Mri Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e gelerek: — Yâ Resûlallah! Karun siyah bir oğlan doğurdu; ben bunu kabul etmedim, demiş. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: «Senin develerin var mı?» diye sormuş. Bedevi: — Evet! cevâbını vermiş. «Renkleri nedir?» buyurmuş. Bedevi: — Kırmızıdır; demiş. «içlerinde boz renkleri var mı?» diye sormuş. Bedevi: — Evet, demiş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Yâ bu nereden geldi?» buyurmuş. Bedevi: — Yâ Resûlallah, belki onu bir damarı çekmiştir; cevâbını vermiş. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): «ihtimâl bunu da bir damarı çekmiştir.» buyurmuşlar. 3842- Bana Muhammed b. Râfi' rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Huceyn rivâyet etti. (Dedi ki): Bize X«ys, Ukayl'den, o da İbn Şihab'dan naklen rivâyet etti ki, İbn Şihâb: Ebû Hüreyre'nin Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen yukarıkilerin hadîsi gibi rivâyette bulunduğunu duyduk; demiş. Bu hadîsi Buhârî «Talâk» ve «Muharibin» bahislerinde tahrîc etmiştir. Hadîs-i şerifi Ebû Dâvûd ile Nesâî dahi rivâyet etmişlerdir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e gelen bedevinin ismi: Dam-dam b. Katâde'dir. Bu zât kendisi beyaz tenli olduğu için karısının doğurduğu siyah çocuğu yadırgamış; onu ta'rîz sureti ile nefyetmek istemiş; fakat Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buna razı olmamıştır. Çünkü çocuk bâzan anne ve babaya değil de uzak ecdâdından birine benzeyebilir. Binâenaleyh mücerred renginin başka olması sebebi ile babası onu nefyedemez. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu hakikati develerden misâl getirmek suretiyle îzâh buyurmuştur. Evrak: Rengi siyaha çalar beyaz yani boz deve demektir. Araplarca eti en makbul deve budur. Irk: Asıl, kök ve damardır. Asilzade bir adam hakkında Araplar (arık) tâbirini kullanırlar. Damar çekmesinden murâd: Çocuğun sülâlesinden onun renginde bulunan birine benzemesidir. |