5- Bayram Günlerinde, Îçinde Ma'siyet Bulunmayan Oyunlara Ruhsat Verilmesi Bâbı 2098- Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivâyet etti. (Dedi ki): Bize, Ebû Üsâme, Hişâm'dan, o da babasından, o da Âişe'den naklen rivâyet etti. Âişe şöyle dedi: « (Bir defa) yanıma Ebû Bekir girdi, yanımda Ensâr’ın cariyelerinden iki câriye bulunuyor; Buâs harbinde ensâr’ın biribirlerine söyledikleri şiirleri terennüm ediyorlardı. Ama bu cariyeler şarkıcı değildiler. Ebû Bekir: — Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in evinde şeytan ıslığı mı çalıyorsun, hem de bayram gününde? dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) — Yâ Ebâ Bekir! Her milletin bir bayramı vardır; bu da bizim bayramımızdır.» buyurdular. 2099- Bize, bu hadîsi Yahya ile Ebû Küreyb hep birden Ebû Muâviye'den, o da Hişâm'dan naklen bu isnâdla rivâyet ettiler. Bu hadîsde: «Yanımda defle oynayan iki câriye vardı...» denilin isdir. 2100- Bana Hârûn b. Saîd El-Eylî rivâyet etti. (Dedi ki): Bize, İbn Vehb rivâyet etti. (Dedi ki): Bana, Amr haber verdi; ona da İbn Şihâb, Urve'den, o da Âişe'den naklen rivâyet etmiş ki Mİna günlerinde Aise'nin yanına Ebû Bekir girmiş; Âişe'nin yanında şarkı söyleyip, def çalan iki câriye bulunuyormuş. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de elbisesine bürünmüş; yatıyormuş. Ebû Bekir, cariyeleri azarlamış, bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yüzünü açarak: «Bırak onları, Yâ Ebâ Bekir! Zira bu günler, bayram günleridir.» buyurmuşlar. Âişe Dedi ki: «Ben, oynayan Habeş'lilere bakarken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in, elbisesi İle beni örttüğünü görmüşümdür. O zaman henüz bir taze İdim. Siz oyunu seven genç yaştaki bir tazenin buna ne derece can atacağını takdir buyurun.» 2101- Bana Ebû t-Tâhir rivâyet etti. (Dedi ki): Bize İbn Vehb haber verdi. (Dedi ki): Bana Yûnus, İbn Şihâb'dan, o da Urvetü'bnu'z-Zübeyr'den naklen haber verdi. Urve şöyle dedi: «Âişe dedi ki: Vallahi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i odamın kapısında dururken gördüm; Habeşliler, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in mescidinde harbeleri ile oynuyorlar; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de, ben oyunlarını göreyim diye elbisesi ile beni örtüyordu. Ben (bakmakdan) vazgeçinceye kadar, benim (hatırım) İçin ayakda duruyordu. Siz, eğlenceye düşkün genç yaştaki bir tazenin buna ne derece canatacağını takdir buyurun.» 2102- Bana, Harun b. Said El-Eylî ile Yûnus b. Abdi’l-A'lâ rivâyet ettiler. Lafız: Harun'undur. Dediler ki: Bize İbn Vehb rivâyet etti. (Dedi ki): Bize, Amr haber verdi. Ona da Muhammed b. Abdir-rahnın, Urve'den, o da Âişe'den naklen rivâyet etmiş. Âişe şöyle de-miş: (Bir defa) yanımda Buâs şarkılarını okuyan iki câriye bulunduğu hâlde (içeriye) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) girdi ve yatağa uzanarak yüzünü çevirdi. Derken Ebû Bekir girdi. Hemen beni azarladı ve: — «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanında şeytan düdüğü mü tüflüyorsunuz?)» dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), ona dönerek: — «Bırak onları!» dedi. Ebü Bekir (in zihni) dalınca, ben cariyelere işaret ettim; onlar da çıktılar. O gün bayram İdi. Sudanlılar kalkan ve mızrak oyunu oynuyorlardı. Yâ ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)' den bakmak için İzin istedim yahut o (kendiliğinden): — «Bakmak İster misin?» dedi. Ben: — «Evet...» cevâbını verdim. Bunun üzerine beni yanağım, yanağına değecek şekilde arkasına durdurdu. Sudanlılara da: — «Haydi bakalım Erfide oğulları (oynayın!)» diyordu. Nihayet ben bıkınca: — «Artık yeter mi?» diye sordu. — «Evet.» dedim. — «Öyle İse haydi git!» buyurdular. 2103- Bize Züheyrü'bnü Harb rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Cerîr, Hişâm'dan, o da babasından, o da Âişe'den naklen rivâyet etti; Dedi ki: «Bir bayram günü bir takım Habeş'tiler gelerek mescidde raksetmeğe başladılar. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) beni çağırdı; ben de (gelerek) başımı onun omuzuna dayadım. Ve Habeş'lilerin oyunlarına bakmaya başladım. Nihayet onlara bakmaktan İlk vazgeçen ben oldum.» 2104- Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti. (Dedi ki). Bize Yahya b. Zekeriyyâ b. Ebi Zaide haber verdi. H. Bize İbn Nümeyr de rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Bişr rivâyet etti. Bu râvîlerin ikisi birden Hişâm'dan bu isnadla rİ-vâyet etmişler, yalnız «Mescidde...» kaydını zikretme mislerdi. 2105- Bana İbrâhîm b. Dinar Ue Ukbetü'bnü Mtikrem El-Ammî ve Abd b. Humeyd hep birden Ebû Âsım'dan rivâyet ettiler. Lafız Ukbe'nindir. Dedi ki: Bize Ebû Âsim, İbn Cüreyc'den rivâyet etti. Dedi ki: Bana Ata' haber verdi. (Dedi ki): Bana Ubeyd b. Umeyr haber verdi. (Dedi ki): Bana Âişe haber verdi ki kendisi, oynayanlar için: «Ben, onları görmek istedim. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), ayağa kalktı; ben de kapıya durdum. Onun kulakları ile omuzu arasından bakıyordum. Habeşliler mescidde oynuyorlardı.» demiş. Atâ: «Bunlar yâ İranlılar yâ Habeşliler idi.»; «Bana İbn Atik, bunların Habeşliler olduğunu söyledi.» demişdir. 2106- Bana Muhammed b. Râfi' ile Abd b. Humeyd rivâyet ettiler. Abd: (Bize haber verdi...) tâbirini kullandı, İbn Râfi' ise: (Bize Abdürrazzâk rivâyet etti.) dedi. (Abdürrazzak Dedi ki): Bize Ma' mer, Zührî'den, o da İbnü'l-Müseyyeb'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi. Ebû Hüreyre şöyle dedi: «Habeşliler Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanında harbeleri ile oynarlarken Öme-rü'bnü'l-Hattâb giriverdi. Hemen onları taşlamak için (yerdeki) taşlara uzandı. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Bırak onları yâ Ömer!» buyurdular. Bu hadîsleri Buhârî «Kitâbü’l-îd» ve «Kitâbü'l-Cihâd» da tahric etmişdir. Câriye: Asıl lûgatda «genç kadın» demekdir. Sonradan bu kelimenin mânâsı genişletilerek: genç ihtiyar bütün kadın kölelere «câriye» denilmişdir. Bazıları, bu hadisde cariyeden lügat mânâsı kastedildiğini yani Hazret-i Âişe'nin yanında Ensâr kızlarından iki kız bulunduğunu söylemişlerse de, hadisin o cümlesine bahsedilen cariyelerden murâd: Ensâr kızları değil; Ensâr'a ait iki hakiki câriyedir. Nitekim Taberâni'nin rivâyetinde bunların birinin Hazret-i Hassan b. Sabit'e âid olduğu; İbn Ebî'd-Dünyâ' nin rivâyetinde: « Hamâme ile arkadaşı şarkı okuyorlardı.» denilmişdir. Bu Hamâme'nin kim olduğunu birçok musannifler beyân etmemişse de, Zehebi (673-748) «Et-Tecrîd» nâm eserinde: «Hamame, Bilâl (radıyallahü anh)'ın annesidir. Onu Ebû Bekir satın almış ve azâdetmişdir.» demektedir. Hazret-i Âişe'nin Bâbımız rivâyetlerinin birinde, kendisi için «Ben, henüz bir câriye idim...» ifâdesindeki «câriye» kelimesi ise lügat mânâsında kullanılmışdır. Âişe (radıyallahü anhâ), bu sözü ile: «Ben, o zaman henüz genç bir taze idim.» demek istemişdir. «Aribe»: Oyuna düşkün, oyunu seven; demekdir. Hazret-i Âişe'nin sözlerinden anlaşılıyor ki: Kendisi oyuna düşkün olacak derecede genç ve âdeta çocukmuş. Cariyelerin def çalarak Buâs harbine ait şarkılar okudukları hadisin muhtelif rivâyetlerinden anlaşılmaktadır. Ulemâdan bâzılarına göre, Ensâr-ı Kiram’ın Buas harbinde biribirlerine söyledikleri şiirler, kimi iftihar kimi de hicv'e âit şeylerdi. Buâs: Evs kabilesine mahsûs bir kâl'adır. Benî Kurayza diyarında bulunan bu kâl'ada o kabilenin hayranları barındırılırmış. Meşhur Buâs harbi bu kâl'anm ekinliğinde olmuşdur. Bazıları, bu kelimeyi «Buğas» şeklinde okumuşlardır. Fakat doğrusu: «Buâs» dır. Hallabi'nin beyanına göre: Buâs günü arapların meşhur günlerinden biridir. Câhiliyet devrinde, o gün Evs ile Hazrec kabileleri harbe tutuşmuş, bu harb islâmiyetin zuhuruna kadar tam yüzyirmi sene devam etmişdir. Nihayet harp Evs kabilesinin zaferi ile sona ermişdir. Hazret-i Âişe'nin: «Ama bu cariyeler, şarkıcı değildiler.» sözünün mânâsı: «Şarkıcılık, onların kan'atı ve âdeti değildi.» demekdir. Kâdi Iyâz diyor ki: «Mezkûr iki cariyenin terennüm ettikleri şeyler harbe, galebe, zafer ve secâatla öğünmeye âit şiirlerdi. Bu gibi şiirler, o cariyeleri kötülüğe teşvik etmediği gibi; onları okumak, ulemânın ihtilâf ettiği şarkıdan mâdûr değildir. Bundan murâd: Şiiri okurken sesi yüksetmekden ibâretdir. Onun için Âişe (radıyallahü anha) «Bu cariyeler şarkıcı değillerdi...» demişdir. Yani şarkıcıların âdeti veçhile şarkı söyliyenlerden hevâ ve hevesi teşvik, kötülüklere sevk, güzel kadınları tavsif, şehvetleri tahrik gibi husûsâtı terennüm edenlerden değildiler...- Araplar şiir okumaya da «gına» derler. Yani bu kelime şarkı söylemekle şiir okumak arasında müşterekdir. Ancak, burada ondan mubah olan şiirleri okumak kastedilmişdir. Filhakika ashâb-ı kirâm mücerred şiir terennümünden ibaret olan gınâ'yı caiz görmüş; onu Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimizin huzurunda da yapmışlardır. İbnü’l-Esir. «Buradaki gınadan, oyun ve eğlence sahiplerince mâruf olan şarkı kastedilmemişdir. Ömer (radıyallahü anh) Bedevilerin teganrüsine ruhsat vermişdir. Bundan murad: Develeri sürerken mırıldandıkları şeyler gibi bir ses çıkarmakdır.» diyor. «Muzmûr» veya «mezmûr»: Islık gibi ses çıkaran düdükdür. Buna «mizmâr» da derler. «Mina günleri» nden murâd: Kurban bayramı günleridir. Nevevî, bunların Bayram gününden maada üç gün olduğunu söylüyor. Şu hâlde Mina günleri ile: Teşrik günleri kastedilmiş demekdir. «Derak»: Deraka'nın cem'îdir. Deraka: Deriden yapma kalkan, demekdir. Beni Erfidet Habeşlilerin lâkabıdır. Erfide veya erfede: Dedelerinin ismidir, diyenler de vardır. Bazıları, Benî Erfide' nin Habeşlilerden bir kabile olduğunu, bu kabilenin raksetmekle şöhret bulduğunu söylerler. Gerek Hazret-i Ebû Bekir'in, kızı Âişe (radıyallahü anha)'yı azarlıyarak «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in evinde şeytan düdüğü mü üflüyorsunuz?» demesi; gerekse Habeşliler'in oyunlarını gören Hazret-i Ömer'in onları taşlamağa kalkışması, bu işden Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in haberi olmadığı zannettiklerindendir. |