Geri

   

 

 

 

İleri

 

8- Namazda Konuşmanın Haram Kılınması ve Evvelce Mübah Olan Konuşmanın Neshi Babi

1227- Bize Ebû Ca'fer Muhammed b. Sabbâh ile Ebû Bekir b. Ebi Şeybe rivâyet ettiler. Lâfızları da birbirine yakındır. Dediler ki: Bize İsmail b. İbrahim, Haccac-ı Savvâf dan, o da Yahya b. Ebî Kesir'den, o da Hilâl b. Ebî Meymûne'den, o da Atâ' b. Yesâr'dan, o da Muâviyetü'bnü Hakem Es-Sülemî'den naklen rivâyet etti. Muâviye şöyle dedi: Bir defa ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile namaz kılarken cemâatdan bîri aksırıverdi. Ben hemen «yerhamükâ'llah!» (Allah sana rahmet eylesin!) dedim. Cemâat bana fena fena baktılar. Ben: Vay başıma gelenler!.. Size ne oluyor ki bana bakıyorsunuz! dedim. Bunun üzerine elleri ile uyluklarına vurmağa başladılar. Bunların beni susturmaya çalıştıklarını görünce kızdım. Lâkin sustum. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) namazı bitirince (Ne diyeyim) annem babam ona feda olsun! Ne ondan önce ne de sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kadar güzel öğreten hiçbir muallim görmedim. Vallahi beni ne azarladı, ne dövdü ne de sövdü; (sâdece):

«Şu namaz yok mu! Onun İçinde insan sözünden hiç bir şey konuşmak caiz değildir. O ancak tesbîh, tekbîr ve Kur'ân okumakdan ibarettir» buyurdu. Yahut Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in buyurduğu gibidir. Ben:

— Ya Resûlallah! Ben câhiliyyetten yeni kurtulmuş bir kimseyim. Gerçi Allah islâmı getirdi. Ama bizden öyle adamlar var ki, hâlâ kahinlere giderler... dedim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Sen onlara gitme!» buyurdular.

— Bizden Bazıları da tetayyur ediyorlar... dedim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Bu onların içlerinden gelen bir şeydir. Ama sakın onları yoldan çıkarmasın!» buyurdu. (İbn's-Sabbâh: Sakın sizi yoldan çıkarmasın dedi) Ben:

— Bizden bir takım adamlar da çizgi çiziyorlar... dedim. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Peygamberlerden biri çizgi çizerdi. Her kim onun çizgisine uygun düsürürse isabet etmiş olur.» buyurdu. (Muâviye diyor ki)

Benim bir cariyem vardı. Uhud ve Cevâniyye taraflarında koyunlarımı güderdi. Bir gün kendisini dolaşmaya gittim. Bir de ne göreyim!. Onun koyunlarından birini kurt götürmüş! Ben de Benî Âdem'den bir adamım. Onlar gibi ben de üzülürüm! Lâkin cariyeye öyle bir tokat aşkettim ki!..

Müteakiben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e geldim. Bu yaptığımı bana fazla buldu. Ben:

— Ya Resûlallah! o dalde cariyeyi âzât edeyim mi? dedim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Sen onu bana getir.» buyurdular. Derhâl getirdim. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona:

«Allah nerededir?» diye sordu. Câriye:

— Göktedir... Cevâbını verdi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Ben kimim?» dedi. Cariye:

— Sen Resûlüllah'sın! cevâbını verdi. Resûlü Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Onu âzâd et; çünkü o mü'minedir.» buyurdular.

1228- Bize İshâk b. İbrâhîm rivâyet etti.

(Dedi ki) . Bize Îsâ b. Yûnus haber verdi.

(Dedi ki): Bize Evzâî, Yahya b. Ebî Kesir’den bu isnâdla bu hadîsin benzerini rivâyet etti.

«Vâ sükle ümmiyah» ta'bîri esâs itibârı ile «Vay yavrusunu kaybeden annemin hâline» ma'nâsına gelirse de maksad söyleyenin kendi acınacak hâlini beyândır. Biz bu makamda vay hâlime yahut başıma gelenlere gibi ta'bîrler kullanırız. Sükl kelimesi seke şeklinde dahi okunabilir.

Hazret-i Muâviye'nin namazda konuşması üzerine ashâb-ı kirâm'ın uyluklarına vurmak suretiyle onu susturmaya çalışmaları bu husus için tesbîhde bulunmak meşru' olmazdan önceye hamlolunmuşdur. Hadîsde geçen cümlesinin cevâbı mahzûfdur ve diye tâkdîr olunur. Cümlede ancak bu suretle düzelmiş yâ'nî: «Onların beni susturmak istediğini görünce ben de kızdım.» şekline girmiş olur.

Görülüyor ki namazdan sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Muâviye'ye kendisine hâs olari terbiye ve nezâketi ile nasi-hatta bulunmuş, namazda konuşmanın onu bozacağını bildirmişdir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in bu görülmedik terbiye ve nezâketine hayran kalan Muâviye (radıyallahü anh) kendisinin yeni müslüman olduğundan bahsederek özür dilemiş; bu meyânda kavm-ü kabilesi arasında hâlâ hâhinlere inananlar, kuşlarla teşe'ümde bulunanlar ve re-simcilik yapanlar bulunduğunu arzetmişdir. Fahr-i Kâinat (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz ona kâhinlere gitmemesini tenbîh buyurmus-dur.

Kâhin: Zu'münce ileride olacak şeyleri haber veren ve esrân bildiğini iddia eden kimsedir. Bir de arrâf vardır. Bunun kâhinden farkı marifetinin çalınan ve kaybolan şeylere mahsûs olmasıdır. Câhiliyet devrinde araplar arasında bir çok kâhinler bulunurdu. Bunların bir takımı cinlerle münâsebeti bulunduğunu ve gaibe âid haberleri onlardan aldıklarını iddia ederlerdi. Bazıları ise bu hususu cinlerden değil kendisine mahsûs bir zekâ ve firâsetle bildiklerini iddia ederlerdi. Müneccimlere kâhin deyenler de bulunurdu. Zâten müneccim kâhinin bir nev'îdir. O da yıldızlara bakarak ileride ne olacağına istidlal eder. İslâmiyetde bu gibi şeyleri yapmak ve yapanlara inanmak haram kılınmışdır. Ulemâ bunun sebebini şöyle izah ederler: «Çünkü bu adamlar gâib hakkında söz ederler, olur da söylediklerinden bâzısı hakikat çıkarsa bir çok insanların fitneye düçâr olmasına ve i'tikâdlarının bozulmasına sebebiyet verirler.»

Kâhinlere müracaat ve söylediklerini tasdîkden nehy eden, kâhinlere verilen ücretin haram olduğunu bildiren bir çok sahîh hadîsler vardır. Bu husûsda icmâ' bulunduğunu bir çok ulemâ rivâyet etmişlerdir. Begavî (214-310): «Kâhine verilen ücretin haram olduğunda bütün ulemâ müttefikdir. Çünkü kehânet, bâtıl bir işdir. Onun karşılığında ücret almak caiz olamaz.» demişdir. Müneccim ve arrâf gibilere ücret vermek dahi haramdır. Çünkü onların fiilleri de bâtıldır. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu bâbda:

«Her kim bir kâhine giderde söylediklerini tasdik ederse o kimse Allah'ın; Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’e İndirdiği şeylerden berîdir.» buyurmuşdur.

Tetayyûr: Kuşlarla teşe'ümde bulunmak, şu tarafa doğru uçarsa bu işde hayır var; aksi istikâmete giderse hayır yok diye i'tikâd etmekdir. Hazret-i Muâviye'nin: «Aramızda tetayyûr yapan kimseler de var.» demesi üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Bu onların içinden gelen bir şeydir. Ama sakın onları yoldan çıkarmasın I..» buyurmuşdur. Ulemâ bu cümleye şöyle ma'nâ vermişlerdir: «Teşe'üm denilen şey sizin içinizden doğar. Uğraşıp iktisap ettiğiniz tıtr şey olmadığı için bundan dolayı size bir mes'ûliyet yokdur. Lâkin oriun sebebi ile işlerinize bakmadan geri kalmayın! Sizin yapabileceğiniz budur ve bununla mükellefsiniz.»

-Filhakika «tetayyur» ve «tıyara» denilen teşe'ümlerle âmel etmekden men eden birçok sahîh hadîsler vârid olmuşdur. Bunlardan murâd hatırdan gelip geçmeleri değil, muktezâsı ile âmeldir. Ya'nî hatırdan gelip geçen teşe'ümün hükmü yokdur. Fakat o teşe'ümün muktezâsı ile âmel etmek menınû'dur. Bu husûsda inşallah ileride de izâhât gelecekdir.

Hadîsde bahsedilen çizgi çizmekden murâd falın bir nev'i olan re-mil'dir. Onunla meşgul olan Peygamber rivâyete nazaran İdrîs (aleyhisselâm)'dır. Dan yal (aleyhisselâm) olduğunu söyleyenler de vardır. Remil ona verilen bir mu'cize idi.

«Peygamberlerden biri çizgi çizerdi. Her kim onun çizgisine uygun dü-şürürse isabet etmiş olur,» ibaresinin ma'nâsi hususunda da ulemâ ihtilaf etmişlerdir. Sahih olan kavle göre bu ibarenin ma'nâsı şudur:

«Kimin çizgisi o peygamberin çizgisine muvafık düşerse o çizgiyi çizmek mubah dır. Lâkin muvafık düşüp düşmediğini yüzde yüz bilmeye bizim için yol yokdur. Binâenaleyh remilcilik bize mubah değil haramdır.»

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in doğrudan doğruya «Remilcilil: demeyip: «Kimin çizgisi o Peygamberin çizgisine muvâfık düşerse o çizgiyi çizmek mubâhdır.» buyurması remille meşgul olan Peygamberin de bu nehyde dâhil olduğu anlaşılmasın diyedir. Çünkü onun hakkında remi memnu' değildir. İhtimâl ki bizim şeriatımızda nesh edil-mişdir.

Hâsılı remilcüiğin dahi memnu' olduğuna bütün ulemâ İttifak etmişlerdir.

Câriye mes'elesine gelince: Görülüyor ki Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) cariyeye:

«Allah nerededir?» diye sormuş, câriye: «Göktedir.» cevâbını vermiş; «Ben kimim?» suâline de: «Sen Resûlüllahsın» mukabelesinde bulunmuş-dur. Hadîsin bu kısmı îmânın sıfatına âitdir. Bu husûsda ulemânın iki mezhebi vardır:

1- Allah'a İman, onun ve sıfatlarının nasıl olduğuna düşünmeden benzeri bulunmadığına ve mahlûkat alâmetlerinden münezzeh olduğuna inanmakdır.

2- Allah'ın sıfatlan kendine lâyık olduğu şekilde te'vîl edilir. Buna kail olanlara göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) İn cariyeye sorduğu suâllerden murâd cariyeyi imtihan etmek ve bir Allah'a inanıp inanmadığını anlamakdır. Câriye «Allah göktedir.» deyince onun bir Allah'a inandığını anlamışdır. Bu sözden o cariyenin müslümân olduğu anlaşil-mışdır. Gerçi sözün zahiri Allah'a cihet ve mekân isbâtını gösteriyorsa da tevîl edilerek: /semâ duanın kıblesidir. Nitekim Kabe'de namaz kılanın kiblesidir. Binâenaleyh câriye bu sözle Allah'a cihet ve mekân isbâtını kasdetmemiş; duaların kıblesini kasdetmişdir. Onun için de Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sözüyle onun müslümân olduğunu kabul etmişdir» denilir.

1229- Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb, İbn Nûmeyr ve Ebû Saîd El-Eşecc rivâyet ettiler. Lâfızları biribirlerine yakındır. Dediler ki: Bize İbn Fudayl rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize A'meş, ibrahim'den, o da Âlkame'den, o da Abdullah'dan naklen rivâyet etti. Abdullah Şöyle dedi: Biz Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) namazda iken kendisine selâm verirdik. O da bizim selâmımızı alırdı. Vaktâ ki Necâşî'nin yanından döndük. (Bir daha) selâm verdiğimizde selâmımızı almadı. Bunun üzerine biz:

— Ya Resûlallah evvelce sana namazda selâm veriyorduk, sen de alıyordun; dedik. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Şüphesizin namazda meşguliyet vardır.» buyurdular.

1230- Bana İbn Nümeyr rivâyet etti.

(Dedi ki): Bana İshâk b. Mansûr Es-Selûlî rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Hüreym b. Süfyân, A'meş'den bu isnâdla bu hadîs'in benzerini rivâyet etti.

Bu hadîsi Buhârî «Namaz» ve «Habeşistan'a Hicret» bahislerinde; Ebû Dâvûd ile Nesâî de «Namaz» bahislerinde muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.

Hadîs-i Şerîf islâmîyetin ilk zamanlarında namazda konuşmak ve selâm vermek caiz idiğini, Habeşistan'a hicretden döndükden sonra bunun nesh olunduğunu beyân etmektedir.

İbn ishâk'in beyânına göre islâmiyetin ilk zamanlarında müs-lümânlar, kâfirlerden son derece şiddetli ezâ ve cefâlar görmüşlerdi. Resûl-ü Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) amcası Ebû Tâlib'in himayesinde bulunuyordu. Müşrikler ona bir şey yapamıyorlardı. Fakat ashâb-ı kirâmmın başına gelenleri gördükçe pek ziyâde üzülüyor, kendilerine muâvenetde bulunamamak bu üzüntüyü bir kat daha arttınyordu. Nihayet ashabına birkaç zaman işin Habeş'e gitmelerinin iyi olacağını, Habeşistan'ın iyi bir memleket olduğunu; kralının memleketinde zulüme müsâde etmediğini söyleyerek başlarındaki belâ defoluncaya kadar Habeşistan'a hicret etmelerini tavsiyede bulundu. O zaman müslümanlardan bir kafile dînleri uğurunda Habeşistan'a hicret ettiler. Onbir erkek ile dört kadından ibaret olan bu küçük cemâat Habeşistan'a hicret eden ilk kafiledir. Vâkıdî: Bunların Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e Peygamberlik geldikten beş sene sonra Receb ayında hicret ettiklerini kaydeder. Bu zevat: «Osman b. Affân, Zevcesi Rukiyye binti Resûlillâh (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Huzey-fetu'bnü Utbe, Zevcesi Senle binti Zübey'r, Mus'ab b. Umeyr, Abdurrahman b. Avf, Ebû Selemete'bnü Abdi’l-Esed, Zevcesi Ümmü Seleme binti Ebî Ümeyye, Osman b. Maz'ûn, Âmir b. Rabîa, Zevcesi Leylâ binti Ebî Hasıne, Ebû Sebra, Hâtıb b. Amr, Süheyl b. Beydâ, ve Abdullah b. Mesûd (radıyallahü anhûm) hazerâtıdır. İbn Cerîr ile diğer islâm tarihçileri bunların kadınlarla, çocuklardan ma'dâ sekseniki kişi olduklarını söylerler. Hattâ Ammâr b. Yasir'in aralarında bulunduğu şüphelidir. O da katılırsa sayıları seksen-üç olur.

Kafile denize vardıkları zaman kendilerini Habeş diyarına geçirmek için yarım altına bir vâsıta kiralamışlardı. Habeşistan'da bir müddet kaldıktan sonra Mekke müşriklerinin müslümanlığı kabul ettiğini haber alarak tekrar Mekke'ye döndülerse de duydukları doğru çıkmadı. Mekke müşrikleri müslümanlığı kabul etmemişlerdi; ve zavallı muhacirlere eskisinden daha hunharca eziyet etmeye başladılar. Bu sebeple muhacirler tekrar Habeşistan'a dönmek mecburiyetinde kaldılar. Ancak bu defa sayıları eskisinden kat kat daha fazla idi. Hazret-i İbn Mes'ûd her iki kafileyle Habeşistan'a hicret edenlerdendir. Bu hadîs'in râvisi de odur.

Necâşî: Habeşistan kralı demekdir. İbn Mes'ûd (radıyallahü anh)'ın: «Vaktâ'ki Necati'nin yanından döndük» sözü ile iki hicret'den hangisini kasdettiği ihtilaflıdır.

Habeşistan'dan döndükden sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in namazda iken selâm almayarak, namazdan sonra:

«Şüphesizki namazda meşguliyet vardır.» buyurması Kirmâni'ye göre «Namazda bir nev'î meşguliyet vardır ki onunla birlikde başka şeyle meşgul olmak doğru değildir.» manasınadır. Ma'mâfih «şugul» kelimesindeki tenvînin ta'zîm işin olması da caizdir. Bu takdirde cümle:

«Namazda pek büyük bir meşguliyet vardır.» ma'nâsına gelir.-Bundan murâd: Namaz hâlinde başka bir şeyle değil sırf Allahü teâlâ ile meşgul olmakdır.

1231- Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Hfişeym, İsmail b. Ebi Hâlid'd en, o da Haris b. Süheyl'den, o da Ebû Amr-ı Şeybânî'den, o da Zeyd b. Erkam'dan naklen haber verdi. Zeyd Şöyle dedi: (vaktiyle) namazda konuşurduk, insan yanı baş in da namazda duran arkadaşı ile laf ederdi. Nihayet:

«Allah'a huşu' ve tâ'atla divan durun.» âyet-i kerîmesi indi. Biz de sükûta me'mûr olduk ve konuşmakdan nehy edildik.

1232- Bize Ebû Bekir b. Şeybe rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Abdullah b. Nûmeyr ile Vekî' rivâyet ettiler. H.

Dedi ki: Bize İshâk b. İbrahim de rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Îsâ b. Yûnus haber verdi. Bunların hepsi İsmail b. Ebî Hâlid'den bu isnâdla bu hadîsin benzerini rivâyet etmişlerdir.

Bu hadîsi Buhâri «Namaz» bahsinin sonlarında ve «Kitâbü't-Tefsîr» de; Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Nesâl dahi ayni bahislerde muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.

Hadîs-i şerif islâm'ın ilk devirlerine âitdir. O zaman mübrem bir ihtiyâcdan dolayı namazda konuşmak caizdi. Sonra:

"Bütün namazlara bahusus orta namaz'a devam edin, Allah'a huşu ve tâatla diyan durun." Bakara sûresi âyet 238 âyet-i kerîmesiyle nesh olundu.

Râvî bu âyetdeki «Kunût»u sükût ma'nâsına almışdır. Binâenaleyh kelimeyi onun söylediği ma'nâya hamletmek evlâ olur. Çünkü vahy'i müşahede eden ashâb-ı kirâm âyetlerin sebeb-i nüzulünü herkesden daha iyi bilirler. Yoksa kunût: Tâat, Huşu, Namaz, Duâ, İbâdet, ayakda durmak ve ayakda durmayı uzun tutmak gibi bir çok ma'nâlara gelir.

1233- Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivâyet etti.

(Dedi ki) Bize Leys rivâyet etti. H.

Bize Muhammed b. Rumh da rivâyet etti.

(Dedi ki) Bize Leys, Ebû'z-Zübeyr'den, o da Câbir'den naklen haber verdiki, Câbir Şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) beni bir hacet için gönderdi. Sonra ona yolda giderken yetiştim (Kuteybe; namaz kılarken yetişdim; dedi) ve kendisine selâm verdim. Bana işaret etti. Namazdan çıktıkdan sonra beni çağırarak:

«Sen demin ben namaz kılarken setâm verdin.» buyurdu. O zaman kendisi şark'a doğru dönmüş bulunuyordu.

1234- Bize Ahmed b. Yûnus rivâyet etti.

(Dedi ki) Bize Züheyr rivâyet ett't.

(Dedi ki) Bana Ebû'z-Zübeyr, Câbir'den rivâyet etti.

Dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Benî Mustalik kabilesine giderken beni bir iş peşinde gönderdi. Geldiğim zaman kendisi devesinin üzerinde namaz kılıyordu. Ben kendisine söz söyledim, fakat o eliyle şöyle yaptı. (Züheyr eliyle işaret ederek göstermiş) sonra kendisine söz söyledim yine şöyle yaptı. (Züheyr yine eliyle yere doğru işaret etmiş.) Ben kendisini işitiyordum. Okuyor; başı ile işaret ediyordu. Namazı bitirdikten sonra:

«Gönderdiğim i; hususunda ne yaptın? Şüphesizki seninle konuşmama namazda bulunmamdan başka bir ma'nî yoktu.» buyurdular.

Züheyr,

Dedi ki: -Ebû'z - Zübeyr'de kıbleye doğru dönmüş oturuyordu. Ebû'z - Zübeyr eliyle Benî Mustalîk kabilesini işaret etti ve eliyle Kâbeden başka tarafa işaretde bulundu.

1235- Bize Ebû Kâmil El - Cahderî rivâyet etti.

(Dedi ki) Bize Hammâd b. Zeyd, Kesîr'den, o da Atâ'dan, o da Câbir'den naklen rivâyet etti. Câbir Şöyle dedi: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber idik. Derken beni bir hacet peşinde gönderdi. Döndüğümde kendisi hayvanının üzerinde namaz kılıyordu. Yüzü'de kıbleden başka tarafa doğru idi. Ben kendisine selâm verdim. Fakat Selâmımı almadı. Namazdan çıktıkdan sonra:

«Senin selâmını almaya ma'nî yokdu, ancak ben namaz kılıyordum» buyurdu.

1236- Bana Muhammed b. Hatim de rivâyet etti.

(Dedi ki) Bize Mûallâ b. Mansûr rivâyet etti.

(Dedi ki) Bize Abdül Vâris b. Saîd rivâyet etti.

(Dedi ki) Bize Kesir b. Şinzir, Atâ'dan, o da Câbir'den naklen rivâyet etti. Câbir:

«Beni Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hacet peşinde gönderdi.» diyerek Hammâd hadisi ma'nâsında rivâyetde bulunmuş.

Bu hadîs'i Buhârî «Kitâbû'l - Amel fî's - Salât» da tahrîc etmişdir. Onun rivâyetinde Hazret-i Câbir şöyle demektedir:

«Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) beni bir hacet peşinde gönderdi. Ben de gitdim ve o haceti görerek döndüm. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e geldiğimde kendisine selâm verdim. Fakat selâmımı almadı. Bundan kalbınıe ne derece hüzün çöktüğünü bir Allah bilir. Kendi kendime: Galiba Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) geâkdim diye bana darıldı; dedim. Sonra kendisine tekrar selâm verdim. Fakat yine selâmımı almadı. Bu defa kalbınıe deminkinden daha derin bir hüzün çöktü. Sonra tekrar kendilerine selâm verdim. Bu sefer selâmımı aldı ve:

«Senin selâmını almakdan beni meneden, namazda oluşumdur.» buyurdular. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in hayvanı kıbleden başka tarafa doğru dönmüştü.»

Hâdise Benî Mustalik gazasında geçmişdir. Bu hadîs dahi yukarkiler gibi namazda konuşmanın caiz olmadığını bildiren delillerdendir ve yukarkilerden fazla olarak şu hükümleri ihtiva eder:

1- Kelâm-ı Nefsî sâbitdir. Yânı insan âdeta konuşur gibi içinden bir şeyler geçirebilir.

2- Büyüklerden biri başkasını mahzun ve mükedder edecek bir şey yaparsa onun gönlünü hoş etmek için bunun sebebini söylemelidir.

3- Hayvan üzerinde kılınan nafile namaz için kıbleden başka tarafa doğru dahi dönülebilir.

4- Namaz kılan kimseye selâm vermek mekrûhdur.