Geri

   

 

 

 

İleri

 

1- Bab

1189- Bana Ebû Kâmil El-Cahderî rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Abdülvâhid rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize A'meş rivâyet etti. H.

Dedi ki:. Bize Ebû Bekir b. Ebî Şey be ile Ebû Küreyb de rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Ebû Muâviye, A'meş'den, o da İbrahim Et-Teymî’den, o da babasından, o da Ebû Zerr'den naklen rivâyet etti. Ebû Zerr Şöyle dedi: Ben:

— Ya Resûlallah! Yer yüzünde ilk kurulan mescid hangisidir? dedim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)

— «Mescid-i Haram'dır.» buyurdular.

— Sonra hangisidir? dedim.

— «Mescid-i Aksâ'dır.» buyurdular.

— Bunların arasında ne. kadar zaman vardır? dedim.

— «Kırk senedir. Sonra nerede namaz vakti gelirse namazını orada kıl. Orasıda bir mescid'dir.» buyurdular.

Ebû Kamil'in hadîs'inde;

«Sonra sana namaz vakti nerede gelirse namazı hemen kıl, çunku orası da bir mescid'dir.» ibaresi vardır.

1190- Bana Alî b. Hucr Es-Sa'di rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Al! b. Mtishir haber verdi.

(Dedi ki): Bize A'meş, İbrahim b. Yezid Et-Teymî'den rivâyet etti.

Dedi ki: Ben mescid avlusunun kenarında babamdan Kur'ân okuyordum. Ben secde âyetini okursam, o secde ederdi. Kendisine: «Babacığım, yolda secde mi ediyorsun?» dedim. Babam:

«Ben Ebû Zerr'i şöyle derken işittim, dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e yer yüzüne kumlan ilk mescidin hangi mescid olduğunu sordum.

— «Mescid-i Haram'dır» buyurdu.

— Sonra hangisidir? dedim.

— «Mescid-i Aksa'd ir» buyurdu.

— Aralarında ne kadar zaman vardır? dedim.

— «Kırk yıldır. Sonra (Şunu bil ki) yeryüzü senin için mescid'dir. Binâenaleyh sana namaz vakti nerede gelirse hemen (orada) namazı kıl.» buyurdular.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu'l-Enbiyâ»'da; Nesâî «Enbiyâ» ve «Tefsir» bahislerinde; ibni Mâce dahi «Namaz» bahsinde tahrîc etmişlerdir.

Aksa: Pek uzak, en uzak mânâsına gelir. Kudüs'deM mescide bu ismin verilmesi bâzılarına göre Kabe'ye pek uzak olduğu içindir. Bazıları ondan daha gerilere doğru başka bir ibâdet yeri bulunmadığı için; bir takımları da pisliklerden temiz ve mukaddes olduğu için bu isim verildiğini söylemişlerdir.

Görülüyor ki Hazret-i Ebû Zerr evvelâ yer yüzünde kurulan ilk mescid'in hangi mescid olduğunu, sonra ikinci mescid'i sormuş, üçüncü olarak da iki mescid'in bina edilmeleri arasında ne kadar zaman geçtiğini anlamak istemişdir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onun suallerine sıra ile cevap vermiş; ilk mescid'in Kabe, ikincinin Mescid-i Aksa olduğunu, aralarında kırk yıllık bir zaman bulunduğunu bildir-mişdir.

İbn'l-Cevzî, Kabe'yi İbrahim (aleyhisselâm)'in, Mescid-i Aksâ'yı ise Süleyman (aleyhisselâm)’ın bina ettiğini, aralarından bin seneden fazla bir zaman bulunduğunu söyliyerek mes'elenin müşkil olduğuna işaret etmişdir. Bu müşkili Kurtubî şöyle ce-vaplandırmışdır: «Gerek bu hususdaki âyet gerekse bu hadîs îbrâ-him ile Süleyman (aleyhisselâm)’in mezkûr mescidleri yeni yaptıklarına değil, başkaları tarafından yapılan eski binalarını yenilediklerine delâlet ederler. Kabe'yi ilk bina edenin Âdem (aleyhisselâm) olduğu da rivâyet edilmişdir. Bu takdirde Âdem (aleyhisselâm)'dan kırk sene sonra oğullarından birisi Mescid-i Aksâ'yı bina etmiş olabilir.

Aynî'nin beyanına göre Kabe'yi ilk defa melekler bina etmiş; sonra İbrâhîm (aleyhisselâm) daha sonra sıra ile AMâlika, Cürhum ve Kureyş onu yenilemişlerdir. Kureyş'in bina etmesi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in gençliğine tesadüf etmiştir. Daha sonra Abdullah İbn Zübeyr ve Haccac bina etmişlerdir.

İbn Kesir Beyt-i Makdis'i ilk mescid yapan zat'ın İsrâil (aleyhisselâm) olduğunu, Hazret-i Süleyman'a ise onu tamir emir buyurulduğunu söylemişdir. Bu husûsda daha başka rivâyetler de vardır. Hazret-i Ebû Zerr'in suâli iki mescid'den hangisinin târih itibarı ile evvel yapıldığına yahut hangisinin daha faziletli olduğuna dâirdir.

1191- Bize Yahya b. Yahya rivâyet etti. (Dedi ki): Bize Hüseyin, Seyyar'dan, o da Yezid El-Fakîr'den, o da Câbir b. Abdillâh El-Ensâri'den naklen haber verdi. Câbir Şöyle dedi; Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Benden önce hiç bir kimseye verilmeyen beş şey bana verildi.

1) « (Eskiden) Her Peygamber hassaten kendi kavmine gönderiliyordu. Ben ise kızıl ve siyah bütün insanlara gönderildim.

2) Bana ganimetler helâl kılındı. Hâlbuki benden önce hiç bir kimseye helâl edilmemişlerdi.

3) Benim İçin yer tertemiz ve mescid kılındı. Binâenaleyh her kime namaz vakti gelirse bulunduğu yerde namazını kılar.

4) Bir aylık yol kadar yerden (Düşmanımın kalbine) korku salınmakla mansûr oldum.

5) Bir de bana şefaat verildi.» buyurdular.

1192- Bize Ebû Bekir b. Şeybe rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Hüşeym rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Seyyar haber verdi.

(Dedi ki): Bize Yezidi El-Fakir rivâyet etti: Yezîd: Bize Câbir b. Abdillâh haber verdi ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuş... diyerek yu-Jcarki hadîs'in mislini rivâyet etmiş.

Bu hadîsi Buhârî «Teyemmüm» ve «Namaz» bahislerinde; Nesâî «Taharet» bahsinde lahrîc etmişdir. Amr b. Şuayb'ın rivâyetinde bu beyanâtın Tebûk gazasında verildiği bildirilmektedir. Bu gaza Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in son gazâsıdır.

Dâvûdî diyor ki: «Hadîs-i şerif'de sayılan beş şey Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den Önce hiç bir Peygamberde toplu olarak bulunmamışdır. Yalnız Nuh (aleyhisselâm) bütün insanlara gönderilmişdir. Geri kalan dört şeyden hiç biri ondan önce geçen Peygamberlerden birine verilmemişdir...»

Nuh (aleyhisselâm)’in bütün insanlara gönderilmesi meselesine şöyle cevap verilmişdir: «Hazret-i Nuh, Peygamber olarak bütün insanlara gönderilmemişdir. Onun bütün insanlara gönderilmesi tûfân sebebi ile insanlar helâk olarak mahdut mikdarda insan kalması dolayısı iledir. Bizim Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ise peygamber olarak gönderilirken risâleti bütün insücinne tâ'mîm ve teşmil edilmişdir.»

İbn'l-Cevzî'nin beyânına göre eskiden bir kavme Peygamber gönderilirken başkalarına da ayrı ayrı peygamberler gönderilir, bu suretle bir zamanda birçok Peygamberler gelirmiş. Bizim Peygamberimiz ise tek başına gönderilmiş, onun zamanında kendinden başka hiçbir Peygamber gönderilmemişdir.

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in hususiyetlerinden biri de düşmanla aralarında bir aylık yol nisbetinde mesafe varken düşmanın ondan ve ordusundan korkmasıdır. Aradaki mesafenin bir aylık yol ile tahdîd edilmesi bundan daha uzakta olanlar korkmazlardı mânâsına gelmez. O gün için Medine ile islâm düşmanları arasında bir aylık yoldan daha uzakda olanlar bulunmadığı için bir aylık mesafe son had olarak zikredil-mişdir. Yoksa ne kadar uzakta olursa olsun Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile islâm ordusunun karşısına çıkacak düşmanın kalbine korku siner. Gerçi meşhur bir kumandanın karşısında harb etmekden korkan insanlar bulunabilir. Fakat o mücerret bir korkudur. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in düşmanı ise onun mutlak surette muzaffer olacağından korkar.

Yeryüzünün mescîd kılınmasından murâd: secde yerleri yahut malûm mescidlerdir. Kâdi İyâz, geçmiş Peygamberlere ancak kilise ve havra gibi husûsî yerlerde; bâzı ulemâ da temiz olduğunu yüzde yüz bildikleri yerlerde namaza durmak mubah kılındığını bu ümmete ise şerîatm beyân ettiği bâzı yerler müstesna olmak üzere bütün yer yüzünde namaz kılmaya izin verildiğini- söylemişlerdir. Gerçi isâ (aleyhisselâm) yeryüzünde çok sefer eder ve namaz vakti geldiğinde bulunduğu yerde namazını kılardı, fakat ona heryerden teyemmüm caiz değildi. Her yerde namaz kılmak ve teyemmüm etmek yalnız Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e mahsusdur.

Ganimet: Muzaffer olan İslâm ordusunun kâfirlerden aldığı mallardır. Buna mağnem de denilir. Hattâbî'nin beyânına göre ganimet hususunda eski ümmetler iki kısma ayrılmışlardı. Bir kısmına ganîmet almaya hiç izin verilmemişdi. Diğerlerine bu husûsda izin verilmiş fakat aldıkları ganimetleri yemek helâl kılınmamıştı. Bir ateş gelir onların aldıkları ganimetleri yakardı. Bazıları: «Ganîmet meselesinden murâd onu istediği gibi tasarruf hususunda Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e imtiyaz verilmesidir.» demişlerse de birinci tevcih (yani eski milletlere ganîmet'den istifâde helal kılınmamışdır. demek) daha doğrudur.

Şefaat: bir kimsenin iyilik yapmasını istemek başkasına zarar ver-mekden vazgeçmesini niyaz eylemekdir. Bazıları şefaatin, duâ mânâsına geldiğini söylerler ve: «Şefaat hükümdar huzurunda şefî'in başkası için bir hacet talebi hususundaki konuşmasıdır.» derler.

İbn Dakikil îd (625-702): «En yakın ihtimâle göre bu ha-disdeki şefaatin lamı ahd içindir. Bundan murâd mahşerin dehşetinden insanlara rahatlık verip nefes aldıracak olan şefâat-ı uzmâ'dır, ki vukuu hususunda hiçbir hilaf yokdur.» diyor. Bazıları; «Buradaki şefâat'dan murâd Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in reddedilmeyen husûsî şe-fâatı'dır.» demiş, bir takınılan bunun kalplerinde zerre kadar îmân bulunanları cehennemden çıkarmak için yapılacak şefaat, başkaları cennet-de derece verilmesi hususundaki şefaat, daha başkaları cennete hesap sorulmadan girme hususundaki şefaat olduğunu söylemişlerdir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şefaat nevilerini îmân bahsinde gör-müşdük.

1193- Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Muhammed b. Fudayl, Ebû Mâlik Kl-Eşcaî'den, o da Rib'î'den, o da Huzeyfe'den naklen rivâyet etti. Huzeyfe şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Biz (sâir) insanlar üzerine üç şey ile üstün kılındık:

1) Saflarımız meleklerin safları gibi yapıldı.

2) Yeryüzünün her tarafı bizim için mescid;

3) Su bulamadığımız zaman toprakda bize temizleyici bir vâsıla kılındı.» buyurdu ve bir haslet daha söyledi.

1194- Bize Ebû Küreyb Muhammed b. El-Alâ' rivâyet etti.

(Dedi ki):

Bize İbn Ebî Zaide, Sa'd b. Târik'den naklen haber verdi.

(Dedi ki): Bana Kib'î b. Hirâş, Huzeyfe'den rivâyet etti. Huzeyfe: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu...» diyerek yukarki hadîsin mislini rivâyet etmiş.

Ulemâ’nın beyânına göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu ha-dîs'de müslümanların şâir milletler üzerine üç şeyle üstün kılındığını söylemiş, fakat bunlardan yalnız ikisini beyân etmişdir. Beyân edilen iki şeyden biri müslümanlann namazda melekler gibi saff olması, diğeri de yeryüzünün her tarafının müslümanlar için mescid hükmünde olmasıdır. Bundan sonra zikrettiği toprağının temizleyiciliği meselesi ikinci hasletde dâhildir. Üçüncü haslet burada beyân edilmemişdir. Nitekim: «Ve bir haslet daha söyledi.» denilerek buna işaret edilmiştir. Üçüncü hasleti Nesâî zikretmişdir. Onun hakkında Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Birde Bakara sûresinin şu son âyetleri arşın altındaki defineden bana mahsûs olmak üzere verildi. Bunlar benden önce hiçbir kimseye verilmediği gibi benden sonra dahi hiçbir kimseye verilmiyeceklerdir.» buyurmuşlardır.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Bakara sûresinin son âyetleriy-le ümmetinden kaldırılan çileli cezalara takat getiremiyecekleri şeylerin unutma ve hatâ gibi şeylerden mes'ul tutulmayacaklarına işaret buyurmuştur.

1195- Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybetü'bnü Saîd ve Alî b. Hucr rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize İsmail —ki İbn Câ'fer'dir— A'lâ’dan, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti ki Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Ben diğer Peygamberler üzerine altı şeyle tafdîl olundum:

1) Bana Cevâmiü'l-Kelim verildi.

2) (Düşmanlarımın kalplerine) korku sindirilmekle mansûr kılındım.

3) Bana ganimetler helâl kılındı.

4) Yeryüzü bana temizlik vâsıtası ve secdegâh kılındı.

5) Ben bütün insanlara Peygamber gönderildim.

6) Benimle Peygamberler sona erdirildi.» buyurdular.

1196- Bana Ebû't-Tâhir ile Harmele rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize İbn Vehb haber verdi.

(Dedi ki): Bana Yûnus, İbn Şihâb'dan, o da Said b. El-Müseyyeb'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti. Ebû Hüreyre şöyle dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Ben Cevâmiü'l-Kelim ile gönderildim. (Düşmanlarıma) korku (verilmek) ile mansur oldum. Bir defa ben uyurken bana yer hazînelerinin anahtarları getirilerek Önüme konuldu.» buyurdular.

Ebû Hüreyre: « Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) dünyâdan gitti (şimdi) o hazîneleri siz çıkarıyorsunuz.» demiş.

1197- Bize Hâcib b. Velid rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Muhammed b. Harb, Zübeydî'den, o da Zührî'den naklen rivâyet etti.

(Dedi ki): Bana Saîd b. El-Müseyyeb ile Ebû Selemete'bnü Abdirrahmân haber verdiler ki Ebû Hüreyre:

«Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i şöyle buyururken îşittim...» diyerek Yûnus hadîs'inde olduğu gibi rivâyette bulunmuş.

1198- Bize Muhammed b. Râfi' ile Abd b. Humeyd rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Abdürrazzak rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ma'mer, Zührî'den, o da İbn’l-Müseyyeb ile Ebû Seleme'den, onlar da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den naklen bu ha-dîs'in mislini haber verdi.

1199- Bana Ebû't-Tâhir rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize İbn Vehb, Amr b. El-Hâris'den, o da Ebû Hüreyre'nin azatlısı Ebû Yûnus'dan naklen haber verdi. Ona da Ebû Hüreyre, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den naklen rivâyet etmiş ki Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Ben düşmanım üzerine korku verilmekle mansûr kılındım. Bana Cevâmiü'l-Kelîm'de verildi. Bir defa ben uyurken yer hazinelerinin anahtarları bana getirilerek ellerime konuldu.» buyurmuşlar.

1200- Bize Muhammed b. Râfi' rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Abdürrezzâk rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ma’mer, Hemmâm b. Münebbih’den rivâyet etti. Hemmâm:

— Ebû Hüreyre'nin Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ten bize rivâyet ettikleri şunlardır, diyerek bir takım hadisler zikretmiş; ez cümle: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Ben Korku ile mansûr oldum; Bana Cevâmiü'l-Kelim'de verildi.» buyurmuşlardır; demiş.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbü't-Ta'bir» ve «Kitâbu'l-Cihâd» da tahrîc etmişdir.

Cevâmiü'l-Kelim: Cem'iyetli kelimeler demektir. Bundan murâd: Az sözle çok mânâ ifâde etmekdir. İbn Tîn'e göre Cevâmiü’l-Kelim'den murâd Kur'ân-ı Kerîm'dir. Fakat bazı hadîsler de öyledir. Kur’ân-ı Kerim'de öyle âyetler ve ahâdîs-i Nevevîyye içersinde öyle hadîsler vardır ki, metni bir satırı doldurmadığı hâlde şerh ve îzâhı hakkında kitaplar yazılabilir. Böyle az sözle çok mânâ ifâde etmek insanlar içinde yalnız Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e müyesser olmuş bir hususiyettir.

Yer hazînelerinin anahtarlarından murâd İbn Tîn'e göre müslümanların ganimet olarak aldıkları düşman kıratlarının hazîneleridir. İbn Battal (?- 444) dahi buna kânî olmuş ve: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bununla yerdeki madenleri kasdetmiş olabilir demiştir. Şüphesiz ki Arablar diğer milletlere nazaran fakirdiler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sözü ile ileride kisrâların, kayserlerin hazîneleri müslümanların eline geçeceğini tebşir buyurmuş, netice o-nun haber verdiği gibi çıkmışdır. Binâenaleyh mezkûr cümle Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in mucizelerinden biridir. Ulemâ bu hadîs-i şerifi, Cevamiü'l-Kelîm hadîslerden, onların ihtiva ettiği ince mânâları çıkarmaya teşvik sayarlar. Hadîs'in sonunda Hazret-i Ebû Hüreyre: «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) dünyâdan gitti. Şimdi o hazîneleri siz çıkarıyorsunuz.» diyerek Peygamberi Zişân (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimizin o hazînelerden elde edebildiğini ashabına paylaştırdığını, kendisine hiçbir şey almadığını ve ashabın hâlâ onun vâ'd buyurduğu şekilde o hazîneleri elde etmekde olduklarını anlatmak istemişdir.

Görülüyor ki Bâbımız hadîslerinin bâzılarında Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Bana beş şey verildi.» buyurmuş; bâzılarında bunun üç şey olduğunu, bir rivâyet de bilâkis altı şeyle bütün peygamberlere tafdîl buyurulduğunu beyân etmişdir. Bu husûsda daha birçok rivâyetler vardır. Bunların mecmuundan anlaşılıyor ki Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e mahsûs olan hasletler beş değil on'dan bile fazladır. Hattâ Ebû Sad-i Nisâbûrî «Şerefül-Mustafâ» adlı eserinde Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e mahsûs olan hasletleri toplayarak altmışa kadar çıkarmışdır. İlk nazarda bu bâbdaki muhtelif rivâyetler arasında tearuz var gibi görünür. Çünkü bâzılarında Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’a mahsûs hasletler beş, bâzılarında altı, bir takımlarında dört, diğerlerinde üç olarak zikredilmişdir. Bununla beraber hakikatte rivâyetler arasında hiçbir zıddiyet yoktur. Bu hususda Kurtubî şunları söylemektedir: Bunun tearuz olduğu zannedilmesin, tearuz fikri ancak sayıların inhisara delâlet ettiği teveh-hümünden doğar. Halbuki mesele Öyle değildir. Çünkü bir kimse bende beş altın var dese, bu söz o kimsede başka para olmadığına delâlet etmez. O adam başka bir defa: Bende yirmi altın var, daha başka bir defa: Bende otuz altın var! diyebilir. Zîrâ otuz altını bulunan bir kimse için yirmi altını, yahut on altını var demek doğrudur. Burada hiçbir taâruz ve tenakuz yokdur. Caizdir ki Allahü teâlâ hazretleri Resûlü Zîşân'ma üç haslet tahsis buyurduğunu; sonra beş, daha sonra altı haslet ihsan ettiğini haber vermiş olsun!»

Hâsılı bir şeyi adedle tahsis ve tahdîd o adedden mâdâsını nefî sayılmaz.