Geri

   

 

 

 

İleri

 

17- Teşehhüdden Sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e Salavat Getirme Bâbı

934- Bize Yahya b. Yahya et-Temîmî rivâyet etti.

Dedi ki: Mâlik'e Nuaym b. Abdillâh el-Mücmir'den dinlediğim, ona da Muhammed b. Abdillâh b. Zeyd el-Ensârî'ninki bu Abdullah b. Zeyd namaz için Ezanı rü'yasında gören zâttır- Ebû Mes'ûd-ı Ensârî'den naklen haber vermiş olduğu şu hadîsi okudum: Ebû Mes'ûd Şöyle dedi:

— Biz Sa'd b. Ubâde'nin meclisinde iken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanımıza geldi. Beşir b. Sa'd kendisine: Allahü teâlâ sana salavât getirmemizi bize emretti. Ya Resûlallah! Acaba sana nasıl salâvât getireceğiz? dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) sükût etti, O derece ki biz keşke Beşir sormamış olsaydı diye temenni ettik; Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem);

«Allah'ım! Muhammed'e ve âlî Muhammed'e, alî İbrahim'e satöt buyurduğun gibi salât eyle! Ve Muhammed ile âl-i Muhammed'e, âl-i İbrahim'e âlemler içinde ihsan buyurduğun bereket gibi bereket ihsan eyiel Zîra sen Hamid ve Mecîdsin; deyin. Selâmda bildiğiniz gibidir» buyurdular.

935- Bize Muhammed b. el-Müsennâ ile Muhammed b. Beşşâr rivâyet ettiler. Lâfız İbn'l Müsennâ'nındır. Dediler ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Şu'be, Hakem’den rivâyet etti.

Dedi ki: İbn Ebî Leylâ'dan dinledim.

Dedi ki: Bana Kâ'b b. Ucrâ tesadüf etti de şunları söyledi: Sana bir bediyye takdim edeyim mi? Bir defa Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanımıza çıktı da biz (kendisine Yâ Resûlallah!) Sana nasıl selâm okuyacağımızı öğrendik. Ama sana nasıl salât okuyacağız? dedik. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Allah'ım! Muhammed'e ve Al-i Muhammed'e, Al-i ibrahim'e Salât buyurduğun gibi salât eyle. Şüphesiz ki sen Hamîd ve Mecîdsin. Yâ Rab Muhammed'e ve Al-i Muhammed'e, Âl-i İbrahim'e ihsan eylediğin bereket gibi bereket ihsan eyle. Çünkü sen Hamîd ve Mecîd'sin; deyin» buyurdular.

936- Bize Züheyr b. Harb ile Ebû Küreyb rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize Vekî', Şu'be ile Mis'ar'dan, onlar da Hakem'den bu isnadla bu hadîsin mislini rivâyet ettiler. Yalnız Mis'ar'ın hadîsinde (Sana bir hediyye takdim edeyim mi?) ibaresi yoktur.

937- Bize Muhammed b. Bekkâr rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize İsmail b. Zekeriyyâ A'meş ile Mis'ar'dan ve Mâlik b. Miğvel'den bunların hepsi de Hakem'den naklen İm isnâdla bu hadîsin mislini rivâyet ettiler. Yalnız Hakem: -Allah'ım- demeyip (sâdece) «Muhammed'e bereket ihsan eyle» demiş.

Bu hadîsi Buhârî Kitâbu Ehâdîsi'l-Enbiyâ», «Kİtâbü't-Tefsîr-ve «KitâbüM-Daavât» da, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesai ve İbn Mâce de «Kitabü's-Salat»da muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.

Buhârî’nin bir rivâyetinde hadîsin metni şöyledir:

«Allah'ım! Muhammed'e ve Ali Muhammed'e, İbrahimle Ali hîm'e eylediğin salât gibi salât eyle! Şüphesiz ki Sen Hanûd'sin, Meâd'un Yâ Rab! Muhammed'e ve Âli Muhammed'e, İbrahim'le Ali İbrâhîm'e ihsan ettiğin bereket gibi bereket ihsan eyle! Çünkü Sen Hamîdsin, Mecîdsin.»

Hanefîlerin namazlarda ihtiyar ettikleri salavât budur.

Âl'in mânâsı ulemâ arasında ihtilaflıdır. Bâzılarına göre ondan murâd bütün ümmettir. Bir takımları «Âl-i Resul, Benî Hâşim ile Benî Muttalıp'tir» demir. Bazıları da, bundan muradın Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in zürriyeti ve Ehl-i Beyt'i olduğunu söylemişlerdir. Nevevî (601 - 676) birinci kavlin muhtar olduğunu bildiriyor. Bereketten murâd: Hayır ve kerametin ziyâdesidir. Bazıları, hayır ve kerâmetde sebat ve devam demek olduğunu, bir takımları da her türlü kusurlardan temizlemek ma'nâsına geldiğini söylemişlerdir. Şu halde Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e salavât getirmekten maksad: «Yâ Rabbi, Onun nâmı, sânını dünya ve âhiretde yüce kıl, da'vetini meydana çıkar; şeriatını devam ettir; âhiretde ümmeti için ona şefaat hakkı ver; ecrini kat kat ihsan eyle!» demek olur.

Ulemâdan Bazıları bu hususta şunları söylemişlerdir;

«Allahü teâlâ hazretleri biz kullarına Peygambere salavât getirmeyi emir buyurmuş; fakat biz bu vacibi gereği kadar ifâ edemediğimiz onu Allah'a havale etmiş; Yâ Rab! Ona sen salât eyle! Hem İbrahim'e (aleyhisselâm)’a nasıl salât buyurdunsa, ona da öyle salât eyle! demişiz. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm'de Hazret-i İbrahim (Aleyhîsselâm) hakkında (......) buyurulmuştur.»

"Allah'ın rahmet ve bereketleri sizin üzerinize olsun ey ehl-i beyt!.. Şüphesiz ki Allah Hamîd ve Mecîd'dir Sûre Hûd: âyet 73.."

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i İbrahim'den efdâl olduğu halde neden ona İbrahim (aleyhisselâm) gibi salavât niyaz edildiği ulemâ arasında ihtilaflı bir meseledir. Kâdî Iyâz (476 - 544)’in beyanına göre, bu hususda söylenen sözlerin en güzeli şudur: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu salâvâtı kendisiyle Ehl-i Beyti için istemiştir. Tâ ki Allahü teâlâ kendisine tahsis buyurduğu ni'metini, Hazret-i İbrahim ile onun Ehl-i Beytine nasıl tam olarak ihsan etti ise öylece ihsan buyursun.

Bazıları: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in salâvât istemesi kendisi için değil ümmetinedir» demiş; bir takımları, bundan murad: Ni'metin kıyâmete kadar devamı olduğunu söylemişlerdir. «Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in bu şekilde salâvât istemesi, kendisinin İbrahim (aleyhisselâm)'dan efdâl olduğunu bilmezden önceye âidtir.» diyenler de olmuştur.

Aynî (762 - 855): «Bu mesele nakısı kâmile benzetme kabilinden değil, hâli bilinmeyen bir zâtı, hâli ma'lûm olanla beyândır.» diyor.

Bu bâbda üç kavîl rivâyet olunur:

Birinci kavle göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e salâvât: «Ya Rab, Muhammed'e salât eyle!» cümlesidir. «Âl-i Muhammed'e dahi İbrahim ve Âli İbrahim'e salât buyurduğun gibi salât eyle!» ifâdesi ayrı bir cümledir. Yani İbrâhîm ile Âl-i İbrahim'e İhsan buyurulan rahmetin misli Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in kendisine değil, ümmetine istenir.

İkinci kavle göre ma'nâ: «Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Âline ihsan buyuracağın rahmet, İbrâhîm ile onun Âline ihsan buyurduğun rahmet gibi olsun» demektir. Bu kavle göre istenilen şey rahmetin mikdarında değil, aslında müşterek olmaktır.

Üçüncü kavle göre: Hadîsden murâd, zahirî ma'nâsıdır. Yani «Yâ Rab, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) de İbrâhîm (aleyhisselâm)'a ihsan ettiğin kadar rahmet ihsan buyur.» demektir.

Âl'in ma'nâsı muhtar kavle göre bütün ümmet olunca, «Âl-i İbrâhîm» tâbiri bir çok peygamberlere şâmildir. «Âli Muhammed» de ise peygamber yoktur. Bu sebeble içlerinde yalnız bir peygamber bulunan cemâat, bir çok peygamberleri ihtiva eden cemaata katılmak istenmiştir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): «Selâm da bildiğiniz gibidir.» buyurmakla tehiyyatdaki cümlesine işaret etmiştir. Cümlesi «Selâm İse size Öğretildiği gibidir.» şeklinde mechûl sîgasîyle de rivâyet olunmuştur. Fakat ma'nâ birdir.

Hazret-i Beşîr'in: «Acaba sana nasıl salâvât getireceğiz?» diye sormasının vechi de ihtilaflıdır. Bâzılarına göre «Salât sözü duâ ile rahmet ma'nâlajı arasında müşterek olduğu için muradın ne olduğunu sormuştur. Filhakika mezkûr kelime Allah'a nisbet edilirse rahmet, kula nisbet edildiği zaman duâ ma'nâlarına kullanılır. Bir takımları: «Suâl sâlâtın nev'ine değil, sıfatına âiddir. Yani, ne şekilde salâvât getireceğiz demektir. Yoksa rahmet mi edelim, duâ mı? ma'nâsına değildir. Çünkü rahmet etmek kulun elinden gelmez; kula emredilen şey duadır.» demişlerdir. Suâlin namaz haricindeki salâvât hakkında sorulmuş olması da mümkündür.

Ashabın: «Keşke Bişr bu suâli sormasaydı!» temennisinde bulunmaları, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in canı sıkıldı zannettikleri içindir. Halbuki onun susması canı sıkıldığından değil, vahiy beklediği içindi. Nitekim Taberînin rivâyetinde: -Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine vahiy gelinceye kadar sustu.» denilerek bu ci het tasrîh edilmiştir.

Hamîd: Çok övülen, yahut kullarının yaptıklarını çok öven;

Mecîd: Kemâl derecesine varan mânâsına gelirler. Bu cümleden murad: «Yâ Rab-bî, sen kullarına övülmeleri îcab eden ni'metler in'âm ettin.» demektir.

938- Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivâyet etti.

(Dedi ki): Bize Ravh ile Abdullah b. Nâfi' rivâyet ettiler. H.

Bize İshâk b. İbrahim de rivâyet etti. Lâfız onundur.

Dedi ki: Bize Ravh, Mâlik b. Enes'den, o da Abdullah b. Ebî Bekr'den, o da Babasından, o da Amr b. Süleym'den naklen haber verdi.

Dedi ki: Bana Ebû Humeyd-i Saidî haber verdi, ki ashâb Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e:

Resulullâh, sana nasıl salâvât getireceğiz? demişler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Yâ Rabb! Muhammed'e ve onun zevcelerile zürriyetine, Âl-i İbrahim'e ihsan buyurduğun salât gibi salât eyle! Muhammed'e ve onun zevcelerile zürriyetine, Âli İbrahim'e ihsan buyurduğun bereket gibi bereket ihsan eyle! Çünkü sen Hamîd'sin, Mecîd'sin; deyin.» buyurmuşlar.

Bu hadîsi Buhârî: «Kitâbu'l-Enbiyâ» île -Kİtâbu'd-Deavât- da, Ebû Dâvûd, Nesâî ve İbn Mâce «Kitâbu's-Salât» da muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.

Hadîs-i Şerîf, hüküm i'tibâriyle yukarikiler gibidir. Yalnız bunda «Âli Muhammed» (sallallahü aleyhi ve sellem) zikredilmemiş; onun yerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in zevceleriyle zürriyetine dua edilmesi emir buyurulmuştur.

Buradaki rivâyetlerin hiç birinde Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e rahmet okumaktan bahsedilmemiştir. Kâdî Iyâz'ın beyânına göre, bâzı garîb rivâyetlerde bu da vardır. Mesele ulemâ arasında ihtilaflıdır.

Bir çoklarına göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e rahmet okunmaz. İbn Abdilberr bu kavli tercih etmiştir. Bazıları ona rahmet okumanın caiz olduğuna kaildirler, ki Ebû Muhammed İbn Ebî Zeyd'in mezhebi de budur.

Rahmet okunmaz, diyenlerin delili, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in salâvâtı öğretirken rahmeti zikretmemesidir.

939- Bize Yâhyâ b. Eyyûb ile Kuteybe ve İbn Hucr rivâyet ettiler. Dediler ki: Bize İsmail -ki İbn Ca'fer'dir- Alâ'dan, o da Baba­sından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivâyet etti ki, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

«Her kim bana bir salavât getirirsa Allah ona on salât eyler.» buyurmuşlar.

Kâdî Iyâd'ın beyânına göre bu hadîsin manâsı: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e bir defa salâvât getiren kimsenin ecrini Allahü teâlâ kat kat verir demektir. Bu takdirde hadîs

"Her kim bir iyilik işlerse kendisine o İyiliğin on misli verilir." Sure-i En'am âyet 160 âyet-i kerîmesi kabilindendir. Bazı müfessirler buradaki on tâbirinden hususî adet değil, çokluk kastedildiğini söylemiş ve buna;

"Mallarını Allah yolunda harcıyanların hâli yedi başak suren ve her başakda yüz tane bulunan bir tohumun hâli gibidir. Allah dilediği­ne kat kat verir." Sure-i Bakara 261 Âyet-i kerîmesiyle istidlal etmişlerdir. Diğer müfessirlere göre âyetteki ondan murâd en az mikdarı beyândır. Yânî bir iyilik yapana en az on sevap verilecek demektir ki, zahir olan mânâ da budur. Maamafih hadîsteki «Salât» dan zahirî ma'nâsı kastedilmiş de olabilir. Yani Teâlâ hazretleri melekler arasında o kulunun şân-u şerefini göstermek için onlara işittirecek bir kelâmla ona rahmet buyurmuş olabilir. Nitekim bir hadîsde:

«Eğer kulum beni cemâat içinde anarsa ben o kulumu o cemâatdan daha hayırlı bir cemâat İçinde anarım.» buyurulmuştur.

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e salâvât ve gibi sözlerle olur. Bir kimse «Yarabbî Muhammed'e yüzbin sâlât eyle» dese acaba fi'len yüzbin defa salâvât getirenler kadar sevaba nail olur mu? Bu suâle Bazıları olmaz, cevâbını vermişlerdir. Ancak onlara göre de bu salâvâttan kazanacağı sevap bir tek salâvat sevabından kat kat fazladır. Yalnız bilfiil yüzbin salâvât getiren derecesine varamaz.